FİZÂNİ

By safiye-20

10.7K 849 199

Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hisset... More

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
MAHKUM
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
MAHRU
KARGAŞA
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH

İHANETİN ATEŞİ

279 25 3
By safiye-20

                            İTALYA- BOLOGNA
                                   - 8 yıl önce -

Yabani gözleri avını arayan bir avcı gibi etrafı kolaçan etti. Onun her zaman ki görevi buydu. Yeni ve taze avları keşfetmek. İşini severek yapıyordu ve gurur da duyuyordu. Yeni birini keşfememiş olacak ki sakin ve sinsi adımlarla kalabalık sokağı geçip daha sakin olan bir sokağa giriş yaptı.

"Ülkemizden defolup gidin!"

Eğlenir bir tonla söylenen sözleri duyduğunda adımları aniden durdu. Avını bulmuştu. Gözlerinde ki parıltıyı yok edip arkasına döndü. Genç bir adam karşısında yabancı olan gence hakaretlerini sıralıyordu.

Sakin adımları bir köşeye çekildi ve olacakları izlemeye başladı.

Yabancı bir mülteci olduğunu düşündüğü genç hiçbir şey söylemeden hakaret eden genci dinliyordu. Zevk alarak manzarayı izliyordu. Mültecinin sabrını takdir etti. Genç adam artık sabrının son demlerinde olduğu yüz hatların dan belliydi.

"Artık buranın bir vatandaşıyım beni sırtında mı taşıyorsun. İhtiyaçlarımı sen mi karşılıyorsun! Ben kendim çalışıyor kendi paramı kazanıyorum! Bir yere gittiğim de yok!"

İtalyan genç büyük bir kahkaha attı ve öfkeyle konuştu.

"Küstah! Pis kokuşmuş yobaz seni! Bakıyorum da parayı yedikçe bir yerlerin kalkmış. Bütün laflarını geri al yoksa seni buraya gömerim kimse de beni sorgulamaz!"

"Sana karşı hiç bir lafım yok söylediklerimin arkasındayım."

Okkalı bir tokat mülteci gencin suratına indiğinde büyük bir kavganın ateşi fitillenmiş gibiydi. Keyifle sırıttı. Gençlerin damarlarında ki kanın ne kadar deli aktığını biliyordu. Onları ne ile beslersen o şekilde karşılık veriyorlardı.

Yumruklar hava da uçuşurken kavgaya yeni biri daha katılmıştı. Bu olay etraftan geçen insanların umrunda bile değil gibiydi. Ya da kimse süregelen bu kavgalara bulaşmak istemiyordu. Bütün Avrupa'yı kasıp kavuran kavga mülteci sorunu. Büyük ihtimalle iyi niyetli bir İtalyan, polisi arardı. İtalyan gence engel olup, mülteci genci kurtaran delikanlıya baktı. Bütün zevkini sonlandıran delikanlının hareketlerini gözlerini kısarak izledi.

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!"

İtalyancası mükemmeldi. İyi niyetli İtalyanlar dan biri olmalıydı.

"Sizi ilgilendirmez! Sadece bir pisliği uyarıyorum o kadar."

Sonra da öldürebilirdi. Belki de öldürecekti.

"Farid!"

Bir kadının sesi sokağı inletirken mülteci genç yerden doğrulmasına yardım eden delikanlıya minnetle baktı. Kadın yabancı kelimelerle birşeyler konuşurken genç adamın kolundan tuttuğu mülteci gence koştu. Büyük ihtimalle oğlu olmalıydı.

"Polisi arayacağım."

Bu tok ses delikanlıya aitti.

"Buna gerek yok."

Farid'in sesini zor duymuştu. İtalyan genç sırıttı.

"Bence de." dediğinde rahatlığı göze batıyordu.

Delikanlı tamamen Farid'e dönmüştü.

"Siz bilirsiniz ama sorun olursa bir daha kine lütfen beni arayın."

Farid minnetle adama birşeyler mırıldandı. Koluna giren annesiyle ağır adımlarla uzaklaştı. İtalyan genç gözlerini kısmış öfkeyle  delikanlıya bakıyordu.

"Senin derdin ne! Mültecileri koruma derneğine mi üyesin! Bak adamım bu yaptığınla canını tehlikeye attın."

Delikanlı ters bir bakış atıp alayla gence baktı.

"Aptalsın. Sokağın ortasında kavga çıkarmak senin lehine. Onlara bazı konular da ihtiyacımız var. Elbette hadlerini bildirmeliyiz."

"Ne diyorsun sen."

"Biraz akıllı ol diyorum dostum. Bu kadar fevri olursan haklı olsan da haksız çıkarsın."

Delikanlının üzerine doğru yürüdü.

"Sen canına mı susadın!"

"Hayır da sen canına susamış gibi hareket ediyorsun. Tesadüf eseri buradan geçen bir gazeteci düşün veyahutta başka birisi senin bu yaptığını çekip haber yapsa ne olur hiç düşündün mü? Irkçı diye ülkemizin adını kirletirsin!"

Diğer avından vazgeçti. Bu avı kesinlikle kaçırmamalıydı. Akıllı ve sinsi. Belki de bu genç onun önünü açarak bulunduğu konumu daha da yükseltecekti. Tanrı bugün her zaman olduğundan daha çok yanındaydı.

"Kimsin sen?"

İtalyan gencin yönettiği soruya canı gönülden cevap bekliyordu.

"Senin gibi biriyim işte böyle düşünüyorum diye farklı biri mi olmam gerekiyor."

Delikanlının cevabına gülerek elini uzattı.

"Ben Edoardo "

"Andrea"

Andrea yüzünde oluşan sırıtış Edoardo bulaşmıştı.

Usulca arkasına döndü. Yanımdan geçip giden genci takip etmeye başladı.
İkisini de seçmişti. Ama Andrea şuana kadar seçtiklerinin en iyisi görünüyordu.

....

Resim de gölgelendirilmiş vücudunun yarısı olmayan bir çocuk çizilmişti. Bütün bedenini ele geçiren zincirlerin arasın da acı çektiği ve nefes almakta zorlandığı belli olurken diğer çizilmiş olan suretleri ayırt etmek imkansız gibiydi. Ve resmi inceledikçe çocuğun kafasının bedeninden ayrıldığını görür gibi olduğumda belli belirsiz bir kadın ve adam silueti ortaya çıkıyordu.
Kirpiklerimi hızla kırpıştırarak başımı iki yana salladım. Resim gözlerime oyun oynuyor gibiydi. Bu zamana kadar çoğu kez resmi incelememe rağmen şuan ki farkettiklerimi farkedememiştim. Resim incelendikçe sakladıklarını gözler önüne seriyordu.

Tül perdeden içeri sızmayı başaran güneş ışınları desensiz halının üzerinde bir var olup bir de yok oluyordu. Odamdan çıkmamın tek sebebi masa başında kitapların arasında kaybolmuş olan adamın evde olmadığını düşünmemdi. Eğer o olmasaydı izinsiz bir şekilde Ahsa'nın yanına gidebilirdim yani ona sunacak bir mazeretim olacaktı. Fakat şimdi izin almak durumundaydım.

Başımı usulca yan tarafa çevirip kaşları çatılı olan adama baktım. Buradan soyutlanmış gibi görünüyordu. Yüzünde ki ifade o kadar sertti ki düşündüğü şey her ne ise olmak istemezdim.

"Bir şey mi söyleyeceksin?"

Çatılı kaşları beni bulduğunda başını usulca çevirdi. Düşüncelerimi okumasına aniden konuşmalarına alışmaya başlamıştım.

"Ahsa'ya gideceğim onu haber vermek istedim. Oldukça meşgul görünüyordun."

"Sorun değil bugün evde olacağım, akşama kadar orada kalabilirsin."

Mümkünse akşama kadar gelme der gibiydi. Umursamaz bir tavırla yüzüne bakıp oturma odasından çıktım. Mümkünse buradan gidene kadar hep böyle olalım.

Geniş yolda ilerlerken artık çevremi
yabancılamıyordum. Buna da alışmıştım. Alışmak bazen korkutucuydu. En korkutucu olan ise ona alışmaya başlamamdı.
"Onu görmezden gelmeye çalışman aptacaydı." İç sesim fısıltıyla bana kendini duyurmayı başardığında sinsice konuşmaya devam etti. " Çünkü onu görmezden gelmeyi başından beri başaramadın."

İç sesimi onaylamaz bir şekilde başımı iki yana salladığımda derin bir nefes aldım. Ciğerlerimi işleyen orman kokusu beni yaşadığım bütün olumsuzluklardan çekip çıkararak kadar güçlüydü. Ayağımın önünde ki küçük taşa bir fiske vurduğumda taşın yol boyunca gidişini izledim. Sekerek duran taş eski haline kavuşmuştu.

"Selamün aleyküm kızım."

Dalgın bakışlarımı duyduğum sesle kaldırdığımda sıcak bir gülümseme sunan Kalender dedeyi gördüm.

"Aleyküm selam Kalender dede."
Evinin merdivenlerine oturmuştu.  Güneşin tadını çıkarıyor olmalıydı.

"Nasılsın kızım."

Sesinde ki şefkatli tonu duymayalı uzun zaman olmuştu. Babamın seslenişi hatrıma düşerken derin bir iç çektim.

"Elhamdülillah iyiyim siz nasılsınız?"

"Şükürler olsun kızım, zalimin zulmüne inat Rabbimizin verdiği güçle yaşıyoruz."

Gülümsedim.

"Zeyd yok mu?"

Varlığını unutmuş olduğum adamı hatırlamamla gerilmiştim.

"O şuan da evde."

Oturduğu merdivenlerden ayağa kalktığında gençliğinde ne yaman bir adam olduğu daha da anlaşılır hale gelmişti.

"Şükret ki kızım o zalimlerin elinden kurtuldun şimdi büyük imtehanlara tabi tutulsan da bilirsin ki sabrın sonu baldan tatlıdır."

Kalender dede, Zeyd'in yaşlılık versiyonunu olabilir miydi? Söylediklerine bir cevap veremedim. Belkide onunla neden evlendiğimi bile biliyordu.

"Gönlünü ferah tut kızım. Allah'a emanet ol."

"Sağolun, sizde." dediğimde pek de ne dediğimi bilmez haldeydim. Daha doğrusu Kalender dedenin söylediklerine ne cevap vereceğimi bilememiştim.

Küçük olduğu kadar
büyük bir bahçeye sahip olan evi arkamda bırakıp yavaş adımlarla Ahsa'nın evine doğru yöneldim.

Ahsa'nın evine geldiğimde buradayken kaldığım odanın penceresiyle bakıştığımda gördüğüm kabusu hatırlamamla tüylerim diken diken oldu. Sanki kabusum da ki o sesi gerçekten duymuşum gibi beynimde yankılandı.

" Sana sahip olmak için yanıp kül olanım."

Gözlerimi kırpıştırıp ön bahçeye doğru hızla ilerledim. Bu kabusu nereden hatırlamıştım.

Ahsa görkemli çınar ağacının altında oturuyordu. Geldiğimi fark etmesiyle sanki bana has kıldığı gülümsemesi dudaklarına hakim olmuştu.

"Bu ne güzellik, hoşgeldin canım."

"Hoşbuldum."diyerek yanında ki yerimi aldım.

"İstersen evde de oturabilirsin."

"Hayır zaten gün boyu evdeyim burada oturalım."

Elinde ki kazağı örmeye devam ederken neşeli bir sesle konuştu.

"Benim güzel yengem nasılmış."

İçime buruk çaresiz bir gülümseme sundum. Fakat Ahsa'ya tatlı bir gülümsemeyle karşılık verdim.

"Artık daha iyi, peki sen nasılsın eşimin sevgili kız kardeşi."

Bu defa gülme sırası ondaydı. Ama o benim aksime samimiydi.

"Bende artık çok iyiyim."

Tatlı bir sohbetin içine sürüklenirken tüm olumsuzluklar samimi tavrı karşımda yok olmuştu. Tâki ondan bahsettiği an ışık hızıyla hayatımın gerçekliğiyle yüzleşmiştim.

"Geçen gün Zeyd telaşlı bir halde buraya gelip seni sordu."

Sanırım göl kenarına gittiğim günden bahsediyordu. Zeyd'in öfkeli ve dengesiz halleri.

"O gün bir şey mi oldu?"

"Önemli bir şey olmadı sadece ona haber vermeden evden ayrılmıştım."

Elinde ki örgüyü kenara bıraktı.

"Zeyd'i öyle telaşlı görünce daha bir sorun olduğunu düşünmüştüm. Onu hiç bu kadar telaşlı görmemiştim."

Kaçmış olacağımı düşündüğü için o kadar telaşlanması gayet normaldi.

"O gün Zeyd de gördüğüm şey telaştan ziyade sana ne denli değer verdiğiydi."

Gerçeklerden haberdar olsaydı bunları düşünüp yine de dile getirir miydi?

"Nur, beni dinliyor musun?"

"Dinliyorum."

Bakışlarım hafif esen rüzgarın etkisiyle ağaçtan süzülen çınar yaprağını buldu.

"Böyle şeyleri pek dile getiremiyorum."

"İnsan sevdiğini dile getiremiyorsa başka neyi dile getirir."

Onun bakış açısıyla sözlerine hak veriyordum. Benim durumum sonsuz bir çıkmaz gibiydi.

"Sevgimi ancak sevdiğim adamın yanında dile getirebiliyorum."

Fazla gerçekçi konuşmuştum. Hiç aşık olmayan benliğim için bu cümleler fazla uzaktı. Fakat hiç zorlanmadan dile getirebilmiştim. Ahsa'nın yüzünde ki tebessüm şimdiye kadar gördüğüm tebessümlerinden farklıydı.

"Kardeşim eşi sayesinde her konu da nasibli."

Kendimi sebepsizce ait hissettiğim bu sözlerle yanaklarım kızarmıştı. Utangaç bir gülümseme sundum.

"Galiba öyle."

Birinin konuştuklarımızı duymasından çekiniyordum. Kolunda ki saate bakıp ayağa kalktı.

"Saat epeyce ilerlemiş birazdan Amir abin gelir."

Oturduğum yerden ona baktım.

"Sen eşinle öğle yemeği yemeyecek misin?"

Şakacı bir ses tonuyla konuştum.

"Sen beni kovuyor musun?"

Öylesine dile getirdiğim söz üzerine ufak bir kahkaha attı. İşinin akşama kadar benimle oturmak olmadığını biliyordum.

"Anladım ben seni."dediğinde evden içeriye adım atmadan önce gülümseyerek "Hoşçakal." dedi.

"Sende."

.....

Eve geldiğimde kapıyı kapatıp gitmeme rağmen açık olmasını beklemiyordum. Zeyd dışarı çıkmış olsa bile hiçbir zaman kapıyı açık bıraktığını görmemiştim. Aklıma hücum eden kötü senaryolar eşliğinde evden içeri girdim.

Kitapları öylece masanın üzerinde duruyordu.
Mutfağa kısa bir bakış atıp merdivenlere yöneldim.
Odasından bir cevap gelmeyince kapıyı açtığımda kokusundan başka bir iz yoktu. Daha önce hiç girmediğim salonun sonunda ki odaya girmekte tereddüt etsemde içimde oluşan telaşla kapıyı açtım. Boya kokusu ciğerlerime işlerken odanın duvarlarını kaplayan resim tabloları göz kamaştırıyordu. Oturma odasında asılı olan resimle benzer yönleri olan birçok çizilmiş resim vardı. Genellikle savaşı anlatıyordu. Küçük bir duvar da ise sadece manzara resimleri vardı.
Pencerenin sağ tarafında üstü örtüyle kapalı olan tuvalde kısa süre oyalanan bakışlarımı çekip kapıyı kapadım.

Bu resimlerin sahibi o muydu?
Adam sanki bütün yeteneklerin vücud bulmuş haliydi.

Belkide acil bir işi çıktığı için aceleyle evden çıkıp kapıyı da açık bırakmıştı.
Bir bahane üretip Ahsa'nın yanında kalsam daha iyi olurdu. Bahçeye çıktığımda boğuk bir öksürük sesi kulaklarımı ulaştı. Ses kulübe tarafından geliyordu. Atlarıyla ilgileniyor olmalıydı.

"Zeyd."diyerek arka tarafa doğru ilerledim. Onun için endişelenmiş olmamı kendime gizleyecektim.
Beni öldürmek isteyen adam için endişelemiştim.
"Suçlu olduğunu düşündüğü için seni öldürmek istemişti."
Varlığını unuttuğum iç sesim uzun bir filmden sonra araya giren reklam gibiydi.

Ahırın olduğu yere geldiğimde sırtı dönük bir şekilde onu gördüm. Sanırım beni duymamıştı. Hafif yan döndüğünde dizleri üzerine çökmüş bir adam görmeyi beklemiyordum.
Sudan çıkmış balık misali bakakalırken ona tekrar seslenip seslenmemek arasında kalmıştım.

Adamın boğuk çıkan sesine dikkat kesilirken ahır ile evin arasında ki boş alana gizlendim.

"Alya'yı seviyordun."

Adamın hızla inip kalkan sırtından zorlukla nefes aldığı anlaşılıyordu.

"Bana olan öfkenin büyük bir nedeni de bu değil mi? Kusura bakma eski dostum kaybetmeyi sevmediğimi bilirsin. Bu sebeple kaybeden taraf da olamayı göze alamazdım."

Omuzları gerilirken sert bir nefes aldığı anlaşılıyordu. Sanırım adam onu öflendirmeyi iyi biliyordu.

"Kalbim basit kadınları sahiplenecek kadar geniş değil!"

Adam gülebildiği kadar güldü.

"Afedersin sen bir kadını sevmeyi bile bilmeyen bir adamsın, benim ki de düşünce."

"Konu ben değilim Amman, sensin!"

Alya denen kadın da kimdi?
Neler olduğunu anlamaya çalışan aklım bu konu da aciz kalmıştı.

Kısa süren sessizliği Zeyd'in öfkeli ve tok sesi bozdu.

"Davan adına yeminler ettiğin bu beldede ölmek için son duanı et."

Yüzünü tamamen görebileceğim bir konuma geldiğinde yutkunup başımı hafifçe geri çektim. Yüz ifadesi korkunçtu. Derin bir nefes aldığımda tekrar görüş alanımdaydı.

"Beni öldürdüğünde."
Boğuk bir öksürük sözünü keserken eline göğsüne götürmüştü.

"Beni öldürdüğünde hiç mi vicdanın sızlamayacak."

Çehresi hoyrat ifadesini koruyordu. Ansızın durgunlaşsa bile yüzünde oluşan hafif bir sırıtış gözlerime daha korkunç gelmesine sebep olmuştu.

"Vicdanım sızlayacak olsa öldüreceğim son kişi olurdun."

Soğukkanlılıkla söylediği sözler tüylerinin dikene diken olmasına sebebiyet verirken beni hâlâ fark etmemiş olmasını bir mucize olarak görüyordum.

"En iyi bildiğin şey gözünü kırpmadan öldürmek olmuştu hâlâ da öylesin. Eski dostunu öldürecek kadar da vicdansızsın."

Adamın sözleriyle başını hafifçe eğilip adama yaklaştı. Elinde ki silahı farketmemle olayın gerçekliğini yeniden kavrar gibiydim.

"Öldürdüğüm her zalim vicdanımı sızlatmak yerine rahatlatıyor."

Sözleri keskin ve yakıcıydı.

"Esedullah'ın askeri olmak bunu gerektirir diyorsun."

Adamdan usulca uzaklaşıp eski konumunu aldığında başını iki yana sallayıp konuştu.

"Zeyd Ansarhan olmak bunu gerektirir."

Adam onu onaylarcasına başını hareket ettirdi.

"İhanetin zalimliği bile geçti."

"Sadece kazanacak olan tarafı seçtim yenildiğini görmemek beni üzecek.
Sevgili eski dostum benden sana tavsiye Esedullah ile beraber olmayı bırak ve Alya'yı bulabilmek için artık çabalama."

"Tavsiyelerin seninle beraber toprağa gömülecek. Son duanı edip şahadet getirmeyi unutma."

Güneş ışınlarını ormanı aydınlatmak tan korkar gibi geri çekilmişti.
Elinde ki silahı adamın alnına dayadığında adam elleri bağlı olmadığı halde kurtulmak için hiçbir harekette bulunmadı. Buna engel olmalıydım.

"Zeyd."dediğimde sesim onun gür sesine karışmıştı.

"İhanetin bedeli ölümdür."

Tepeyi inleten silah sesi yine tepe de son buldu. Beni duymamıştı. Engel olamamıştım. Yanaklarımdan süzülen gözyaşı içimde ki korkunun sadece küçük bir zerresiydi.

O adam birini öldürmüştü.
Kalbim de ki Nur tenha bir köşeye çekilip dizleri üzerine çöktü.
Bu acı bir kabullenişti.

"Zeyd."

Fütursuzca telaffuz ettiğim isminin hissettirdiği huzura kan damlamıştı.

Keskin karanlık girdapları beni buldu.
Soğuk,acımasız, ürkütücü.
Ense kökümden bir ürperti geçti.

Alnına dökülen saç tutamları hoyratça çırpınırken çatmış olduğu kaşları yerini bulduğunda bana doğru yürümeye başladı.
Bedenim kaskatı kesilmişti.
Hiçbir şey düşünemezken gözlerimin önünde tek bir görüntü vardı.
Karanlık bakışların ürkütücülüğü ve ihanet eden adamın bedeninin yere serilişi. Karşımda durduğunda bile hareket edememiştim. Oysa ki gözlerimin önünde genç bir delikanlıyı öldürmüştü. "Bu defa durum farklı." diye haykırdı beynim. Maalesef farklıydı. Her ne kadar beni suçlayıp canıma kast etsede sebepsizce ona güvenmiştim. Çünkü bana güven vaad etmişti.

Bakışlarımı ölümlü bakışlarıyla örttüğünde sanki az önce birini öldürmemiş gibi bakıyordu. Oysa gözleri gerçeği haykırıyor ve içimi titretiyordu. Kolunu uzatıp omzuma dokunacağı an hızla bedenimi geri çektim. Beni teskin etmeye mi çalışıyordu ne düşünceli adam!

"Dokunma bana!"

Sesim her ne kadar kısık çıksa da tehdid içeriyordu. Gözlerim bir kaç metre ilerideki cesedi bulduğunda mideme kramplar girmeye başlamıştı.
"Küçük bir kabus." dedi iç sesim. "Birazdan geçecek."
Kendi kendimi yalanlayarak teskin ediyordum. İçin için ona karşı hayal kırıklığı hissetmemden dolayı  kendime kızıyordum. Korkunun hakim olduğu karmaşık bir duygu beni ele geçirdiğinde kirpiklerimi kırpıştırmamla yanağıma süzülen gözyaşı büyük bir çaresizliğin başlangıcıydı.

"Sen birini öldürdün."

Yanaklarıma doğru süzülen gözyaşları umrumda bile değildi. Tek istediğim bir an önce buradan gitmek ve bir daha bu adamın yüzünü görmemekti.

İfadesiz bir şekilde yüzüme bakıyordu.
Bir katille yüz yüzeydim. Korku sahiden de böyle bir şey miydi? İnsanın nutku tutuluyor öylece bakakalıyordu.

"Rol yapmıyorsun?"

Sözlerinin gerçekliğini ayırt etmek zordu. Bakışlarına benim için anlamsız bir ifade yerleştiğinde sesinde ki endişeye inanmadım. İnanmak istemedim.

"Rol mu yaptığımı düşünüyorsun sen... Sen nasıl bir adamsın! Gerçekliğini kavramakta hâlâ zorlanıyorum. Az önce birini öldürdün ve."

Nefesim kesilirken yutkunamadım. Elimi göğsümün üzerine bastırdığım da kolumu kavrayan parmaklarına karşı koyamadım.

"Sakin ol, kendini kasmadan derin nefes almaya çalış."

Bu ses tonunu duyan bir kimse onun asla bir katil olduğuna inanmazdı. Bir eli sağ kolumu tutarken diğer eli parmaklarımı kavramıştı. Ona seslenmeyip kaçmam gerekirdi. Yaptığım hatalara bir yenileri daha eklenmişti.

"Gözlerime bak Nur Barlas, o adam ölmeyi hak etmişti."

Başımı kaldırma zahmetinde bulunupta gözlerine bakmadım. O ölümcül bakışları görmek düzene giren nefesimi daha da düzensizleştirirdi. Ben onun için endişelenirken birini öldürdüğüne tanık olmuştum. Üstelik "Rol yapmıyorsun?" demişti. Hâlâ bana inanmıyordu.

"Ve ben ölümü hak edeni öldürürüm."
Öldürürdü, kendimden biliyordum. Ondan uzaklaşmaya çalıştığım da buna izin vermedi. Derin bir nefes almaya çalıştığım da hiç başarılı olamamıştım.

"Yüzüme bak."

Bakmadım, bakamazdım da baktığım an o adamı görmekten korkuyordum. Gerçi her türlü korkuyordum. Baş örtümün üzerinden çenemi kavrayan parmaklarla başımı kaldırmak zorunda kaldım. Ona direnecek gücüm yoktu. Oysa korku herşeyi beraberinde getirirdi. Fakat benim hissettiğim korku hayal kırıklığıyla harlanmıştı. Beni suçlayıp öldürmek isteyen adama nasıl hayal kırıklığı duyabilirdim ki.

Gözleri yokluktan başka bir şey barındırmıyordu.

"Öldürmeye çekindiğim tek insan sensin."

İnanmaz gözlerle ona bakmaya devam ettim. Öldürmeye çekinmek mi?
Söylediklerinden anladığım kadarıyla öldürdüğü son kişi o adam değildi.

"Çekindiğim insanlara dokunmak bana ölüm gibi gelir."

Bu neydi şimdi bir itiraf mı? Yaşlı gözlerimi ondan kurtardım.

"Nur, lütfen korkma."
Sesinin yumuşaklığı bulunduğum ruh halinden beni çekip çıkaramazdı.
Ve bana iyi görünmek zorunda değildi. Kolumu parmaklarının arasından kurtarıp konuştum.

"İyi görünmek zorunda değilsin daha kötü hallerine de şahit oldum."

"Ben hiçbir şeyi zorunda kaldığım için yapmam."

Ses tonunda ki kesinlik gözlerine de yansımıştı.

"Ona ne şüphe."

Duyduğum adım sesleriyle irkilerek başımı seslerin geldiği yöne çevirdim.
Zeyd'in tarzına yakın giyinmiş iki tane heybetli adam bize doğru geliyordu. Bir kaç adım sonra durmuşlardı.
Bakışlarımı üzerlerinden çekip tekrar ona döndüğümde bana bakıyordu.

"Burada bekle hemen döneceğim."

Adamlara doğru ilerledi. Sırtımı onlara dönmüş bir şekilde beklerken cesedin gözlerimin önünde olmaması biraz olsun beni rahatlatmıştı. Acaba onu beklemek yerine Ahsa'ya mı gitmeliyim. Belki daha çok öfkelenecek. Adamlardan biri konuştu.

"Selamün aleyküm abi."

"Aleyküm selam Ubeyd. Kalender'e şöyle cenaze namazını o kıldıracak."

"Tamamdır abi."

"Bekle biraz, sen söyle Behnan."

"Ferzah işi halletmiş."

"Güzel Güney'e gidip benden haber beklesin. Allah'a emanet olun."

"Sende abi."

Bilerek mi ingilizce konuşmuşlardı.
Yoksa kendi aralarında da ingilizce mi konuşuyorlardı. Uzaklaşan adım sesleri gittiklerinin nişanesi olurken başka bir adım sesi önümde durmuştu.

"Gidelim."

Gitmemek gibi şansım yoktu. Sakin  sesin sahibini takip ederek eve doğru ilerledim.
.

...

"Gidene kadar Ahsa da kalmak istiyorum."

Sıklıkla yaptığı gibi pencereden dışarı bakıyordu.

"Sana bunun mümkün olmadığını ifade etmiştim."

"Daha önce ifade etmen beni ilgilendirmez. Buradan gitmek istiyorum."

Sertçe ifade ettiğim kelimeyle titreyen parmaklarımı birbirine kenetledim.

"Sınırlarını zorlama Nur Barlas. Senin için en güvenilir yer benim yanım."

Gözünü kırpmadan öldürmek isteyen adamın sözlerine ne kadar inanabilirdim. Kendimi burada, yanındayken güvende hissettiğim büyük bir gerçek olabilirdi. Fakat bu adamın her hali bana zarar veriyordu.

"Benim için en güvenilir yer senin olmadığın yer. Suçsuz olduğumun ortaya çıkmasına rağmen bana zarar veriyorsun."

Sözlerimle omuzlarının gerildiğini fark etsem de korkulu ve öfkeli halimi dizginleyemeyek konuşmaya devam ettim.

"Sözlerimi yinelemeyi hiç sevmem."

Bana bir açıklama borçluydu. Açıklamayı geçtim bir özür borçluydu. Ne zamandan beri bana karşı borçlu çıkıyordu ya da ben zamandan beri ona karşı borçluydum. Ne zaman bu karmaşanın içine düşmüştüm. Daha doğrusu bütün bunların olmasına nasıl izin vermiştim.

"Birbirimize ne kadar benziyoruz."

Zeyd yine Zeyd olduğunu göstermişti.
Bir kurşunla yere serilen adamı unut Nur! Birbirine kenetlemiş olduğum parmaklarımı feraceme bastırdım.

"Öyle değil mi? Çok iyi rol yapıyoruz ama bu konuda eline su dökemem."

B

aşını hafif çevirmekle yetindi.

"Yarım saat önce söylediklerimden cesaret aldıysan almaya hakkın var." dediğinde tekrar pencereye döndü.

Aniden çatılan kaşlarım bu adamın yanındayken sık sık yaptığım bir eylem haline gelmişti.


"Yarım saat önce söylemiş olduğum hangi söz bana cesaret vermiş olabilir ki?"
Ardıma bile bakmadan kaçıp gitmem gerekirken oturmuş bir katille konuşuyordum. Sözlerini hatırlamaya çalışırken " Çekindiğim tek insan." cümlesi beynimi ele geçirdiğinde umursamaz tavrım gün yüzüne çıkmıştı.

"Neden bahsettiğini anladım. Hiçbir sözüne inanmıyorum Zeyd Ansarhan."

Tek ayağı üzerine ağırlığını vererek pencereye arkasını döndüğünde keskin ışıltılı bakışlarını gözlerime kenetledi.

"İnanmadığın adama nasıl güvenebiliyorsun?"

Ona olan güvenimi nasıl açık etmiş olabilirdim. Bu gerçeği kendimden bile gizlemeye çalışırken o nasıl anlamıştı.

"Artık sana güvenmiyorum."

Birkaç adımda pencerenin önünden uzaklaştı. Bakışları yüzümü talan etti. Arayıp da bulmak istediği bir şeyler var gibiydi. Yüzümde bakarak kaybettiği ya da bulmak istediği ne olabilirdi.

"Bu coğrafya da güvenebileceğin tek insan benim Nur Barlas."

Evet diye çığlık atan iç sesimi susturdum. Avuç içimi koltuğa gömdüm.

"Artık demen bir zamanlar bana güvendiğin anlamına geliyor. O güven kolay kolay kaybolmaz. Kaybolmaya yüz tutan güvenini yenileriz."

Tül perdede oyalanan gözlerim tekrar onun buldu.

"Yenilemene hiç gerek yok. Hem sen ilk önce suçlu olmadığım halde beni suçlamanın özrünü dilemedin." dedim.

O eşsiz gülüşünü ikinci kez bana sundu. Gülünecek bir şey söyleyip söylemediğimi sorgularken soğuk bir bakış attım.

"Senden özür dileyecek kadar sana alıştığımı sanmıyorum."

Göğsüme saplanan şey kelimeleri miydi? Yoksa bu kadar küstahça konuşması miydi? Yoksa yeni bir hayal kırıklığı mıydı? Katil bir adama beslendiğim hayal kırıklığı, katil bir adam tarafından göğsüme saplanan anlamsız his. Her birini cevaplamak tan kaçındım. Daha çok harlanan öfkem eşliğinde konuştum.

"Özür dilemek için bir insana alışman gerekmez ki! İncelik gösterip yabancı bir insana bile özür dilersin. Sanırım hata bende ince bir adam olduğun konusunda yanılmışım." Kesik bir nefes aldım. Haklı bir katil olduğunu öğrenene kadar.

"Savaş insanı ne kadar hoyratlaştırsa da insanın kalbi naiftir yani ben öyle düşünüyordum."

Usulca ayağa kalktığımda onda hiçbir hareket yoktu. Nefes dahi aldığı konusunda şüpheliydim.

"Git."
Ne söylediğini ayırt etmekte zorlanırken "Nasıl?" diyebildim.

"Git, izin veriyorum ablamda kalabilirsin."

Sahicimi diye başımı çevirdiğimde bakışlarında ki ciddiliği gördüm.

"Neyi bekliyorsun?

Sert sesiyle kaşlarım çatıp hırçın bir sesle konuştum.

"Öylece gitmemi bekliyorsun! Onlar gerçekten evli olduğumuzu sanıyorlar ortak bir gerekçe sunmadan nasıl gidebilirim."

Kemikli uzun parmaklarını saçlarına götürdüğünde keskin kirpiklerini kapayıp açtı. Aramızda ilk kez bu denli büyük bir soğukluk hissediyordum. Beni öldürmeye yeltendiğinde bile böyle hissetmemiştim.

"Şimdi git yarın ne gibi bir gerekçe sunacağımızı söylerim."

"Peki."diyerek kapıya doğru ilerlerdim.

Continue Reading

You'll Also Like

613K 44.3K 34
"Cehennemine hoşgeldin, katilin kızı!" İtalyan ve Katolik bir adam... Türk ve Müslüman bir kız... İslâmî bir aşk romanı...🦋 →Tıp fakültesinden yeni...
317K 20.8K 27
"...Sen bana abi diyen kıza, yüreğimin çektiği hasretliği nasıl bileceksin?!" dedi Abdullah. ~ Kocaman bir apartman düşünün, birbirine can olmuş Alla...
513K 37.5K 35
Antep'in ihtişamlı konaklarından birinde, aşk acısını sır gibi saklayan Üsteğmen Zeyd ve sevdiği adamı ölmeden yüreğindeki mezara gömen Katre'nin hik...
90.6K 6.4K 33
Afitap:Bana bak pide hırsızı! Afitap:Ben o pide kuyruğunda kaç saat bekledim biliyor musun? Afitap:Şu mübarek Ramazan ayında hırsızlık yapmaya utanmı...