HALEF

By lemveli

910K 72K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞

11.9K 1.3K 1K
By lemveli

"Altında durduğu sokak lambası sönmüştü.

Bizim aksimize o yanmaktan çoktan vazgeçmiş olmalıydı..."

XXIII - "Sönmüş Sokak Lambası"

Parmaklarım arasında çevirdiğim dolma kalemin ucundaki mürekkep, beyaz kâğıdın üzerinde kendini iyice büyütürken dikkatimi iyice dağıtarak eğildim ve kalemi hareket ettirerek saçma sapan çizimler yaptım. Kaç çizik attım kâğıda, bilmiyordum. Kendi hayatıma benzettim belki de. Bu yüzden lekeledim onun masumluğunu, mürekkeple kirlettim üzerini. Fakat tek bir kelime dahi yazamadım. Bir cümle bulamadım hayatımı betimleyecek. Yoktu çünkü. Ben, tüm varların içinde büyürken hayatım aslında sadece bir yoktan oluşuyordu. Hiçbir alfabede olmayan çizikleri, kim bir cümleye ya da kelimeye çevirebilirdi? Hangi kelime içimdeki zehirli sarmaşıklardan beni koparabilirdi? Ve bunu bana zarar vermeden yapabilir miydi?

Derin nefes alarak bakışlarımı önümde oturan Turan'a çevirdim. Umursamaz bir edayla arkama yaslanırken onun gerginliğini soludum. Çenesi kasılmış, boynundaki damarlar göz önüne çıkmıştı. Parmak boğumları ise kalemi tutmak bahanesinin arkasına sığınarak bembeyaz kesilmişti. Turan, sanki altına çivi dizilmiş gibi rahatsız görünüyordu. Elindeki kalemi defalarca çevirdi. En sonunda kalem masaya düştüğünde çıkan ses kısa bir sessizliği doğurdu ve dedemin bakışları onun üzerinde durdu.

Oldukça ciddi bir sesle, "Turan? Bir sorun mu var?" diye sordu. Sanki olsa Turan, bunu burada seslendirebilirmiş gibi... Toplantıdaydık. Toplantı, Akşahin ve Demirhanların ortaklığının bitmesiyle ilgiliydi. Dedem beklenmedik bir adım atarak Turan'a, Kemal Demirhan'ın ve halamın hisselerini vermişti. Ama aynı zamanda da Demirhanlardaki hisselerinden feragat etmesini talep etmiş, ortak projelerden çekilmişti.

Bu toplantı, Kemal Demirhan olmadan yapılıyordu. Kemal Demirhan'ın avukatı, Turan, halam ve eniştem, onu temsilen buradaydı. Kendisi ise hâlâ Kıbrıs'taydı.

Turan başını iki yana salladı. "Yok."

Halam yerinde kıpırdanırken gözlerim onunla eniştemin üzerindeydi. Dedeme asla karşı çıkmayan bu ikili sadece dinlemek için buradaydı sanki. Dedem yeniden konuşmaya başladı: "Turan tüm hisselerini Hamza'ya devredecek. Aynı yüzdeyle hisseler bizim holdingde ona verilecek." Dedem bunu Turan'dan nasıl isteyebilirdi, aklım almıyordu. Turan ve Leyla, Kemal Demirhan'ın babasından sonra yegâne varisleriydi. Leyla'dan ve halamdan değil de neden sadece Turan'dan bunu istiyordu?

Turan, başını kaldırarak sadece bana baktı. Gözlerimiz kesişti, olan tüm kızgınlığım uçup gidecekti ama buna izin vermedim. Bana yalan söylemişti. Zamir'in Türkiye'de olmadığını söylemişti ama Zamir görevinden sonra İskenderun'a gelmişti ve bunu Turan'ın bildiğine adım gibi emindim. Oysa ben ona her şeyi anlatmıştım. O ise benden Zamir'in varlığını gizlemişti. Bu yüzden ona oldukça kızgındım.

Turan'ın bal rengi gözlerinde tarifi benzersiz ifadeler belirirken başımı çevirerek dedeme baktım. "Turan'la eşit haklara sahip olacağız. Doğru mu anladım?" Bu beni rahatsız etmiyordu ama buna katiyen anlam veremiyordum. Amcam bile holdingde çok az bir hisseye sahipti. Turan'a bu ayrıcalığın tanınması oldukça tuhaftı.

Dedemin ela gözleri benimkilere dokundu. "Doğru." Tereddütsüz, net ve tok sesi odayı doldururken Hamza eniştem, boğazını temizleyerek konuşmaya başlamıştı:

"Peki, Turan'ın adına olan yatırımlar?"

Dedem başını salladı. "Turan'ın adına dört ev var. Onların kalmasında sakınca yok. Sadece Demirhan Holding'den çekilmesini istiyorum."

Avukatlardan biri, "Kemal Bey'le konuştunuz mu? Bunu problem etmeyeceğinden emin misiniz Azim Bey?" diye sordu. Dedem omuzlarını dikleştirdi.

"Biz konuştuk ve anlaştık. Sözleşmeyi hazırlayın ve akşam uçakla gidip kendisine imzalatın. Toplantı bitmiştir. Çıkabilirsiniz." Avukatlar toparlanarak çıkarken ben, halam, eniştem ve Turan sanki oturduğumuz yerlere yapışmış gibiydik. Hepimiz dedemden açıklama bekliyorduk. Avukatlar çıktı, ilk konuşan halam oldu:

Ağlamaklı bir sesle, "Neden bunu yapıyorsun, baba?" diye sordu. "Bir anda nasıl bitirebilirsin ortaklığı?"

Dedem gözlerinin ucuyla halama baktı. Kaşları çatılırken sert bir sesle, "Bana hesap mı soruyorsun?" dedi.

Başını aşağı yukarı salladı. "Evet. Hesap soruyorum. Beni Hamza'yla sırf bu ortaklık için evlendirmedin mi? Sesimi bile çıkarmadan istediğini yaptım. Bir gün bu ortaklığı bozasın diye mi?"

"Anne!" diye ikaz etti onu Turan. Gözleri babasındaydı, incindiğini görebiliyorduk. Eniştem, halama gençken çok âşıktı fakat halam onu sevmemiş, sırf dedem istedi diye evlenmişti. Şu an ise bunu herkesin yanında dile getirip eniştemi umursamazca kırıyordu.

Dedem yerine oturarak arkasına yaslandı. "Torunlarımın akıbetine ben karar veririm. Onlar için en iyisini de yalnızca ben bilirim."

Eniştem, "Turan, bir Demirhan soyadı taşıyor ve sen onun elinden gelecekte sahipleneceği holdingi alıyorsun," dedi. Haklı olduğu kanısına birkaç saniyede varmıştım.

Dedem enişteme, halama, bana ve en sonda Turan'a baktı. "Sahipleneceği bir holding kalmayacak. Siz geri zekâlı mısınız? Her şeyin bir sebebi var! Bir bataklığa batmaktan kurtarıyorum bizi. Anlayın bunu!"

Hepimiz şaşkınca ona bakarken, "Dede," diye seslendim. "Açıklayıp aydınlat bizi lütfen." Dedem şakaklarını ovarken alnı terlemişti. Ayağa kalkarak masadaki peçeteyi aldım ve alnından akan terleri sildim. "Seni dinliyoruz." Arkasına geçip durdum, derin nefes aldı.

"Bir örgüte silah sevkiyatı yapmış. Her an yakalanabilir. Onun kurduğu holdingi anında batırırlar. Hissedarlara dokunmazlar ama her işin içinde Turan olduğu için ona bir zarar gelebilir. Bu yüzden onu kendime çekerek kanatlarım altına alacağım, ortaklığımı bitirip Akşahinlerin mal varlığını güvende tutacağım. Çok para kaybedeceğim belki ama itibarımı asla. Anladınız mı?" Sesi sonlara doğru yüksek çıkmıştı. Hepimiz afallarken eniştem Hamza, anında ayaklandı.

"Babam ne yaptı dedin?"

Dedem başını kaldırdı. "İdlip'te bir örgüte silah satmış! Vatana ihanet etmiş!"

Eniştemin yüzü kireç gibi oldu, elini ağzına götürdü. Halam soğukkanlı bir şekilde önümde otururken Turan yumruğunu sıkıyordu. "Peki, babam ve anneme zarar gelmeyecek mi eğer o tutuklanırsa?"

Dedem anında cevap verdi: "Hayır. Kemal'in silah sevkiyatı yaptığı zamanlar babanın holdingle alakası yoktu. Eski işindeki itibarı göz önünde bulundurulursa ona dokunulmaz. Annen ve Leyla zaten sadece hissedar. Onlara bir zarar gelmez." Hamza eniştem, eskiden Cihan'ın amcasıyla beraber çalışıyordu ve bir politikacıydı. Bir yıldır siyasetten elini eteğini çekmişti.

"Kıbrıs'a marina almak için gitmedi yani? Saklanıyor." Bu ihtimali seslendiren ben olmuştum ama kimse dönüp bana bakmamıştı.

Dedem, "Evet, şu an saklanıyor ama zaten şu an ifşa olacağını sanmıyorum," dedi. Turan, eğdiği başını kaldırdı ve bana baktı. Gözleri perişandı... Turan, benim dedeme beslediğim sevgi kadar olmasa da Kemal dedesine düşkündü. Dedesi onu aşırı severdi, âdeta ona tapardı. Her şeyini bir gün Turan'a vereceğinden bahsederdi sürekli. Aklıma gelen düşünce beni sarstı. Onu dedem tehdit etmişti. İfşa etmekle tehdit edip sözleşmeleri imzalamasını istemişti. Böylelikle hem Akşahinlerin adını hem de torunu Turan'ı kurtarmıştı.

Hamza eniştem, "Oturup ne zaman rezil olacağımızı bekleyeceğiz öyle mi?" diye sordu.

"Tetiği çekmeden önce sana haber veririm, damat." Dedem tüm iplerin elinde olduğunu ve bir gün, o ipi kendisinin keseceğini bir cümlesiyle apaçık ifade ederken Turan'la ben bakıştık. Dedelerimizin savaşında hangisinin galip ve mağlup olacağını düşünüyorduk. Hangisi yenilirse neler olur, neler değişir diye düşünüyorduk. Aklımızdan geçenler, zihnimizin duvarlarına kurşunlar yağdırıp duvarlarını delik deşik eden tüm fikirlerimiz ortaktı. Yirmi dört yıldır hayatımda olan bir insanın sadece gözlerine bakıp bundan emin olabiliyordum.

Halam hışımla ayağa fırladı, eniştem de arkasından çıkmıştı. Odada dedem, Turan ve ben kaldık. Turan, birkaç dakika sonra dedeme yandan bakış attı ve gülümsedi. "Teşekkür mü etmem gerekiyor?"

Dedem ensesini kaşıyarak, "Bilmem," dedi lakayt bir tonla. "İçinden geliyorsa."

Turan gözlerini kıstı. "Kemal dedeme tetiği çektiğin gün ya önünde durmak istersem ne olacak?" Sorusu ortamıza bomba gibi düşerken bunu yapıp yapmayacağını düşündüm. Dedesini severdi ama bunu yapar mıydı bilemiyordum. O itibarına düşkündü. Sırf dede sevgisi yüzünden kendini tehlikeye atıp atmayacağı bir muammaydı.

"Benim karşımda durmayacağından emin olmasam böyle bir adım atmazdım. Dedeni fazla hafife alıyorsun, Turan. Her ikiniz için en iyisini düşünecek tek kişi benim. Bunu asla aklınızdan çıkarmayın. Şimdi çıkabilirsiniz."

Ayakta olduğum için adımlara kuvvet vererek kapının önüne geldim, Turan da bana yetişmişti. Birlikte toplantı odasından çıkarken yüzüne bile bakmadan geçip gitmek istemiştim ama beni kolumdan tutarak odama doğru çekiştirmişti.

Turan kapıyı ardından kapattı, bana döndü. "Neden bozuksun bana karşı?"

Hayretle baktım. "Bütün sorun bu mu şimdi?"

Başını salladı. "Bu!" Bağırmıyordu ama sesi öfkeli çıkmıştı. "Gözlerine baktım defalarca. Tek bir bakışın destek atabilirdi bana ama sen beni umursamadın. Neden?" Gözlerimi ondan kaçırdım. "Ne yaptım ben sana?" diye sordu.

İçimdeki camlar kırılmıştı ve ruhumu kanatıyordu. Fakat bu camların çatlama sebebi, kırılma sebebi Turan'dı. O camı alıp onu kanatmam gerekmez miydi? Canı yeteri kadar yanabilirdi ama bu bana yalan söyleyip kandırmaya devam etmesine sebep değildi. "Bana yalan söyledin. Zamir buradaymış."

"Görevdeydi yemin ederim! Türkiye'de değildi. Son yirmi gündür burada ve senin karşına çıkmasını bekledim."

Elimi kaldırarak konuşmasını kestim. Ela harelerim onun bal harelerine kilitlendi, "Biliyor musun, artık beni şaşırtmıyor hiçbir şey. Çünkü hep beni kandırmayı ya da karşımda susmayı seçtiniz, Turan. Hepiniz hem de! Kimse bana dürüst olmak istemedi. Ne dedem ne sen ne de Zamir. Ya yalanlarla avuttunuz ya sustunuz ya da gerçekleri bir halı altına saklamaya çalıştınız. Ama o kirli diye halı altına ittiğiniz tüm gerçekler bir gün mutlaka çıkar. Tıpkı demin çıktığı gibi," dedim. Turan, bana mahcup bir şekilde baktı ama ben onu umursamadan hareket edeceğim sırada karşıma geçti ve durmak zorunda kaldım.

"Ben dün seni affettim. Sen de beni affet. Ne istersen yaparım, kuzen."

Yanından geçip gitmek istedim ama aklıma gelen bir fikirle duraksadım. Ne istersem yapardı ve ben mümkün olmayan bir şey istemeliydim. Misal gece dışarı çıkmak gibi... Turan gizliden gizliye gitse de ben bu yaşıma kadar asla bar ve kulübe gitmemiştim. Çünkü basının haber yapmasını dedem kesinlikle kabul etmezdi. Turan, çapkınlık için kendini gizleyerek giderdi. Bırakın kulübe gitmeyi sokağına dahi ayak basmamıştım ben.

"Gece kulübüne gitmek istiyorum. Sen, ben ve Cihan."

Turan'ın ağzının açık kaldığına yemin edebilirdim. "Delirdin mi sen? Dedem asla izin vermez."

Omuz silktim. "Beni gece dışarı çıkarırsan seni affederim."

Turan'ın kaşları çatıldı, "İçki içmek için mi gitmek istiyorsun?" diye sordu.

"Hayır. Ortamı merak ediyorum sadece."

"İyi," diye kestirip attı. "Akşam birkaç film açarım görürsün ortamı."

Pes etmedim. "Turan! Gitmek istiyorum."

"Kızım, tek bir fotoğrafımız çekilirse dedem bizi mahveder. Bilmiyor musun adamı?"

Ona meydan okudum. "Sen yakalanmadığına göre ben de gidebilirim. Eğer benimle gelmezsen yalnız giderim. Sorun değil."

Alayla, "Boşuna diktik zaten o kadar adamı evin önüne," dedi. Yanından geçmek için hareketlendim ama kapının önünde sesi beni durdurdu.

"Kabul. Ama içkiyi abartmak yok."

Beni evden nasıl çıkaracaktı bilmiyordum ama başaracağından emindim. Başımı çevirdim ve zafer kazanmış bir şekilde sırıttım. "Kabul."

Odadan dışarı çıkmak için adım attım, kapının açılmasıyla geri çekildim. Cihan sadece başını içeri doğru uzattı, "Kapıyı çalman gerekmiyor muydu?" diye sordum.

Cihan içeri girip kapıyı arkasından kapattı. "Kendine bir sekreter alman gerekiyor. Böylece seni önceden arayabilir."

Turan onu onaylayarak, "Haklı," dedi. "Bir sekreter bulman gerekiyor."

"Bir ara bulurum," diye geçiştirdim ve Cihan'a döndüm. "Gece dışarı çıkıyoruz. Program yapma."

Cihan'ın gözleri belerdi, heyecanla, "Yoksa bana evlenme mi teklif edeceksin?" dedi.

"He," dedim alayla. "Diz de çökeceğim önünde."

Ellerini birbirine çırptı. "Çok heyecanlı!"

Turan, bu tepkisine karşılık onun kafasına sertçe vurdu. "Ağır ol." Cihan, bu sefer ciddi bir ifadeye bürünürken merakla ikimize bakıyordu. Turan, biraz önce aşırı tepki verdiğini belli etmeden sabit bir sesle, "Kulübe gideceğiz," diye mırıldandı.

Cihan ona baktı. Sonra döndü bana baktı. "Kulüp derken? Hani erkeklerin kadın avlamak için etrafa salya akıtarak baktığı, birbirilerine yapışarak dans ettiği, içki içtiği yer mi?" Başımı salladım. "Olmaz!" diye atıldı. Turan'a döndü öfkeyle. "Mihrinaz'ı öyle bir yere nasıl götürürüz?"

Turan, omuzlarını dikleştirerek kendinden emin sesle, "Biz yanındaysak, sıkıntı yoktur," dedi. Az önceki tepkisini katiyen belli etmemesine şaşırmıştım ama bu beni mutlu da etmişti.

Cihan eliyle saçlarını karıştırdı. "Anlaşıldı. Akşam birilerini pataklamam gerekecek."

Yüzümü buruşturdum, kendime engel olamayarak, "Şiddete düşkün ayı," dedim. Turan'ın aksine Cihan, liseden beri sürekli kavga eden biriydi. Turan, öfkelendiğinde gözü hiçbir şeyi görmezdi ama nadir öfkelenirdi. Kıskanmazdı her şeyi, kısıtlamazdı ne kardeşini ne de beni.

Fakat Cihan bambaşkaydı. Gülüşümü bile kıskanır, kimsenin görmesini istemezdi. Yan arabadan biri bizim arabaya baksa çıldırırdı, yan masadan biri saniyelik bize dönse delirirdi, biri gelip adres bile sorsa kavga çıkarmaktan çekinmezdi. Bağırmadığı, kırmadığı tek bendim. Gözünün önünde Zamir'in elinden tutup çekip gitmiştim ama beni kıracak tek bir cümle dahi söylememiş, Zamir'e karşı bir hamlede bulunmamıştı.

Zamir'in davranışları aklıma geldi, istemsizce tebessüm ettim. O, beni bu zamana kadar sadece uydurduğum sevgilimden ve Cihan'dan kıskanmıştı. Başka hiçbir rahatsız edici hareketi olmamıştı. Kısıtladığını hissettiğim bir an dahi yaşamamıştık. Tahammül edemediği tek kişi Cihan'dı.

Üçü de birbirinden çok farklıydı ama hepsinin ortak özelliği bana değer vermekti sanırım.

Hissettiğim boşluk bir anda kayboluverirken yaptığım şeyin doğruluğunu bir kez daha düşündüm. Doğru ve yanlışın ne olduğundan bile emin sayılmazdım ama bu durumu ölçmenin ne kadar absürt olduğunu anlamam çok sürmemişti. Doğru ya da yanlış olup olmaması umurumda dahi olmayacaktı, çünkü bunu istiyordum. Bu kadar. İstediğimi yapmakta özgürdüm.

Kurduğum plana doğru adım adım giderken olduğum yerde gezindi bakışlarım. İskenderun'da Barlar Sokağı diye bir sokak vardı ve buraya daha önce ayak bastığımı hatırlamıyordum. Turan'ın gizli gizli geldiğini bildiğim bu yer bir sürü barın, gece kulübünün olduğu bir yerdi ve hangisine gideceğimizi bilmiyordum.

Üzerimde siyah bol etek, bordo bluz vardı. Bluz dar ve kısa olduğu için göbeğimi kapatan eteğin üstündeki birkaç parmaklık mesafe açıktaydı. Hava çok soğuk olduğu için uzun siyah çizmelerimi giymiştim. Uzun koyu renkli kabanım ve bordo çantam omzumdaydı. Saçlarımı toplamış birkaç tutamı kulaklarımın kenarından özgür bırakmıştım. Hatta makyaj bile yapmıştım. Bugün oldukça özenmiştim ve güzel göründüğüme emin olana kadar odamdan çıkmamıştım.

Turan, dedeme kolejden arkadaşlarımızla bir restoranda toplanacağımızı ve sonra sahilde yürüyeceğimizi söyleyerek yalan uydurmuş, peşimizden gelen korumaları da atlatarak başka bir yere göndermişti.

Sonuç olarak bir tarafımda etrafta dövecek adam arayan ve kuduran Cihan, diğer tarafımda ise sakinliğinden ödün vermeyen Turan'la beraber bu sokaktaydım. Turan'ın gözleri etrafı taradı ve başıyla sağ tarafı işaret etti. Üzerinde hiçbir tabela olmayan bir binanın önünde durmasına anlam verememiş ama sesimi de çıkarmamıştım. Çünkü fikrini her an değiştirebilirdi.

Kapıya vurdu, iri bir adam paslanmış kapıyı açtı. "Turan Bey, hoş geldiniz," diyerek gözlerini bize çevirdi ve geri çekilerek geçmemiz için yer açtı.

Turan, ona başıyla selam verdikten sonra önden içeri girdi. Uzaktan gelen müzik sesi kulağıma doldu, karanlık ve loş ışığın bulunduğu uzun bir koridordan geçtik. Koridorun sonunda devasa bir kapı vardı ve Turan'ın kapıyı açmasıyla rengârenk parlayan ışıkların gözüme girmesi, kulaklarıma yüksek müzik sesinin dolması bir olmuştu.

Turan'ın koluna girdim, locaya ilerledik ve oturduk. Yanımızda bir garson belirirken gözlerim hâlâ mekândaydı. Mor renklerin hâkim olduğu mekânda mor rengine eşlik eden ikinci renk siyah ve griydi. Oldukça nezih görünüyordu ama ortalıkta gezen kızlar pek de öyle görünmüyordu. Gelip geçenler Turan'a selam veriyor, onu ve Cihan'ı inceledikten sonra uzaklaşıyordu bizden.

Turan'ın kulağına eğildim. "Playboy musun sen oğlum?"

Turan gülerek, "Eh," diye yanıtladı sorumu. "Sayılır."

Merakla, "Burası neden tabelasız? Yasal değil mi?" diye sordum.

Omuz silkti. "Konsepti böyle sadece. Girince parola falan isteniyor ve parola sürekli değişiyor. Belirli insanların girebilmesi için."

"Kim buranın sahibi?"

Rahatça "Ben," dedi. "Başka mekânlarda takıldığım zaman her an biri beni ispiyonlayabilir ama burası benim ve belirli insanların girmesine müsaade ediyorum. Rahatlığım için yani."

Cihan aramıza girdi, "Ulan kucağına kız almak için gece kulübü mü açtın? Mal mısın sen? Deden duyarsa başına yıkar burayı," dedi. Sonuna kadar haklıydı. Sırf rahatlığı için kulüp açmak da neyin nesiydi?

Turan, Cihan'a ölümcül bir bakış attı. Yanına gelip ona gülümseyen bir kıza göz kırptı. Kız da bundan cesaretlenerek gelip yanına oturdu. Saçını kulağının dibine sıkıştırarak Turan'ın kulağına eğildi. Ona ne dedi bilmiyorum ama kuzenim birkaç saniye sonra pişmiş kelle gibi sırıtmaya başlamıştı. Geri zekâlı pişmiş kelle. Uçkuruna düşkün pislik. Kızla oldukça samimi şekilde sohbet ederken benim ve Cihan'ın varlığı tamamen unutulmuştu. Hatta kendime içki bile sipariş verdiğimin farkına varmamıştı. Cihan ise sürekli etrafa bakınıyor ve bana yan gözle bakan birilerini arıyordu. Böylelikle önüme gelen şişeyi onlar fark etmeden tüketmiş ve damarlarımda gezinen cesaretle bir saat kadar sonra Cihan'a dönmüştüm.

Bana göre oldukça ters düşen bir şirinlikle, "Cihan!" dedim. "Dans edelim mi?"

Cihan irileşen kahverengi gözlerini bana çevirdi, "Biz?" diye sordu. "Seninle? Şu kalabalıkta? Dans? Edeceğiz? Katil etme beni. Biri pistte gelip sana değerse gebertirim o adamı."

Sarhoşluğun verdiği umursamazlıkla ayağa kalktım ve onun elinden tutarak çekiştirdim. Tek umudum Zamir'in burada olması ve beni izliyor olmasaydı. Çünkü kıskanırsa karşıma çıkabilirdi. Nart, bu şekilde söylemişti, değil mi? Bu yüzden o karşıma çıkana kadar saçmalayacaktım.

Cihan peşimden gelirken piste vardığımızda müziğin ritmine uygun olarak zıplamaya başladım. Cihan'ın ellerini tutuyordum. O ise hâlâ bu tavrıma karşı şaşkınlık içerisinde olmalıydı. "Dans etsene!" Bağırdım, yüzünü buruşturdu ve az da olsa bana ayak uydurmaya çalıştı. Ritimler hızlanırken daha yükseğe zıplamaya başladım ve etrafımda döndüm ama kendimle beraber Cihan'ı da döndürmüştüm. Dünya dönüyordu sanki ve ben sabit gibiydim. Oysa hareket ettiğime yemin edebilirdim.

Cihan beni omuzlarımdan tutarak, "Başın dönecek," diye duymam için bağırdı. Umursamadan kahkaha attım.

"Dünya dönüyor, Cihan!" Ellerini tutarak dönmeye devam ettim.

Beni azarladı. "Sen dönüyorsun, Mihrinaz!"

"Dünya çok hızlı dönüyor!"

Bu sefer sabırsızca, "Sensin hızlı olan. Dur artık!" diye tıslamıştı. Ama benim umurumda olmadı.

"Haydi, şarkıyı söyleyelim. I'm a barbie girl in the barbie world. Life in plastic, it's fantastic."

Cihan beni sabit tutmaya çalışarak, "Dur artık!" dedi. Elini belime atarak çekiştirmeye çalıştı. Fakat ben asla durmadım. Hâlâ karşıma çıkmamıştı ve ben sırf karşıma çıksın diye bu kadar saçmalıyordum. Sarhoştum ama maksadımı unutmamıştım henüz.

Zamir neredeydi? Nart'ın dediği gibi olduğum yerdeyse neden şu an karşıma çıkmıyordu ki? Cihan'la dans etmemi kıskanması gerekirdi, hatta çıldırıp gelip beni alması gerekirdi ama neredeydi?

Birkaç dakika sonra Cihan beni durdurmaya çalıştı. Artık zıplamadan sadece yerimde sallanmaya başlamıştım. Cihan ise sadece ellerimi tutarak dengemi bozmamama yardımcı oluyordu. Fakat ben yanlış olduğuna emin olduğum bir şey yaparak kollarımı boynunda birleştirdim ve ona doğru yaklaştım. Cihan'ın savurduğu kısık sesli küfür kulağıma doldu. "Ne yapıyorsun?" Gözlerimi kapatarak başımı omzuna yasladım ve dakikalarca Zamir'in gelip beni durdurmasını, çekmesini bekledim ama yoktu. Acaba içeri girememiş miydi? Ama o Zamir'di. Bir gece kulübüne girmek onun gibi bir istihbaratçı için zor olmamalıydı.

Ellerim Cihan'ın ensesinde dururken gözlerimi açtım ve görüşüm bulanık olmasına rağmen etrafa baktım. Rengârenk ışıkların aydınlattığı karanlık kulüpte onu bulamadım, bir adım geri çekildim.

Cihan bana bakmadan, "Yüzüme su çarpmam lazım. Hemen dönerim. Kaybolma," diyerek arkasını döndü ve koşar adım yanımdan uzaklaştı. Sallana sallana dans edenlerin arasından geçerek bar tezgâhına doğru ilerledim ve uzun taburelerden birine oturdum. Barmen bana döndü, gözlerimle Turan'ın oturduğu locayı işaret ettim fakat Turan orada yoktu. "Turan'ın kuzeniyim."

Barmen alayla güldü. "Biliyorum."

Gözlerimi kısarak, "Nereden biliyorsun?" diye sordum. Eğer en son basın açıklamamızı ya da bundan önce çıkan haberleri izlememişse ya da okumamışsa bunu bilmesine imkân yoktu. Turan'la pek benzediğimiz söylenemezdi.

"İçki istediğinde seni geri çevirmemizi belirtti."

Ah... Turan bunu düşünmüş müydü yani? "Hafif bir şeyler ver o zaman."

Başını iki yana salladı. "Alkol olmaz."

Bütün sinirimi ondan çıkaracağım anda bir ses ikimizin arasına girmişti. "Hanımefendi? Bunu size ısmarlamamda bir sakınca var mı?" Başımı sol tarafıma çevirdim, otuzlarının başında, oldukça resmi giyimli kumral bir adamla karşılaştım. Pürüzsüz yüzünde ufak bir tebessüm vardı ve elindeki kadehi bana uzatıyordu.

Asık yüzüme bir gülümseme yerleştirirken, "Çok naziksiniz," diyerek kadehe uzandım ve elinden zarif bir şekilde aldım.

Adam taburesini bana doğru itti. "İsminizi sorsam kabalık olur mu?"

İstemsizce kıkırdadım ve sonra verdiğim tepkiye şaşırdım. Bu tepkiyi ben veremezdim. Ben her önüne gelene gülmezdim hatta çok nadir gülerdim. Fakat bedenimdeki alkol beni bambaşka biriymişim gibi oynatıyor, hareketlerimi yönetiyordu. "Mihrinaz."

Adam gözlerimin içine baktı. Ardından gözleri aşağı doğru indi ve yüzümün her karesini ezberlemek istermiş gibi beni inceledi. "Ne şahane bir isim." Sesinde hayran olmuş bir ton vardı. "Ben de Rıfat." Elini uzattı, kadehi tezgâha bırakarak elini tuttum. Parmaklarımın ucunu sıktı. "Çok memnun oldum."

Elimi kendime doğru çekerek, "Ben de" diye mırıldandım zorlukla. Kadehi alıp fondip yaptığımda onun ve barmenin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

Adının Rıfat olduğunu öğrendiğim adam, barmene kadehimi doldurmamı işaret etti, barmen başını iki yana salladı. "Lütfen. Başımı belaya sokacaksınız. Mihrinaz Hanım içemez."

Rıfat Bey kaşlarını havalandırarak, "Sebep?" diye sordu. Barmen adamın kulağına doğru eğilerek bir şeyler söyledi.

Rıfat Bey anında bana döndü, şaşırdığı aşikârdı. "Turan Demirhan'ın kuzeni olduğunuzu bilmiyordum. Kendisi bana kızacak ama bir Akşahin'in her istediği olmalı diye düşünüyorum." Barmene bakış atarak, "Tüm sorumluluk bende olacak. Lütfen Mihrinaz Akşahin'in kadehini doldur," dedi. Ah, soyadım işe yarıyordu sanırım... Sonunda hayrını görmüştüm.

Genç barmen tereddüt etse de kadehimi doldurdu, tekrar fondip yaptım ve alkolün beni iyice ele geçirmesine izin verdim. Gelmeyeceğini anlamış ve kabullenmiştim artık. Bu yüzden onu düşünmek, kendime eziyet etmek istemiyordum. İkimiz de dibine kadar suçluyduk. Özür dilememiz hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. O özür dileyip kardeşimi geri getirmeyecekti, sustuğu ayları telafi edemeyecekti, doğruların bende açtığı yaraları kapatmayacaktı ve ben de o ana dönüp Zamir'e attığım son bakışı onun gözlerinden silemeyecektim. Biz o anda, o odada her zaman takılı kalacaktık. Zaman ne kadar aksa da o an asla değişmeyecekti. İkimiz de birbirimizi yaralamıştık, ben ardıma bakmadan o evden çıkmıştım ve o beni durdurmamıştı. Eğer durdursaydı, her şeye rağmen onunla kalırdım. Onu kaç ay olursa olsun beklerdim. Ama o beklememe dahi müsaade etmedi.

Beni bıçakladı ve iyileşmem için Turan'a teslim etti. Ölüme gittiğimi bile bile beni izledi. Yanıma gelmedi, tenim, dokunuşlarının mahrumiyetinden çürürken gelip bana dokunmaya tenezzül etmedi.

Birkaç dakika geçmesine rağmen kaçıncı fondipti artık bilmiyordum. Rıfat Bey beni izliyordu. O ağır ağır içkisini yudumlarken aksine oldukça hızlı içiyordum. Öyle ki barmen şişeyi yanıma bırakmıştı ve artık kendim dolduruyordum.

Bir el bana doğru uzandı, gözlerimi kırpıştırarak Rıfat Bey'e baktım. Yüzümün önüne düşen saç tutamını eliyle arkaya doğru atarken saçım bumerang gibi aynı yere döndü. "Ah...Ne kadar inat bir tutam." Zamir'in eşsiz sesi zihnimde yankılandı. Saçların da senin gibi inatmış.

Tekrar aynı işlemi yaptı, bu defa başka bir el aramıza girdi. Gözlerimi sıkıca yumup açtım ve gelen kişinin Zamir olmasını umarak başımı sol tarafa çevirdim. Nevri dönmüş bir Cihan'la karşılaştığımda başımı bir sancı iğnelemişti.

Öfkeyle, "Sen nasıl ona dokunursun?" diye bağırdı. Sesi müziği bile bastırmıştı.

Rıfat Bey umursamazca, "Sen de kimsin?" diye sordu. Cihan onun kolunu tuttuğu elini sıktı.

"Ecelinim. Oldu mu?"

Sonra her zamanki olanlar olmuştu. Cihan adama kafa atarken barmen onları izliyordu ve sanırım birilerinin ayırmasını bekliyordu. Nitekim öyle de oldu. Kapıda gördüğüm iri adamlardan birkaçı gelip onları ayırırken Cihan kendinde değildi. Defalarca Rıfat Bey'e saldırdı. Sonunda Rıfat Bey'i çıkardılar. Cihan'ın gözü beni bile görmemişti. Dışarı çıkıp onu dövmek için an kolladığına kalıbımı basabilirdim.

Barmen kadehimi aldı, kaşlarımı çatarak ona itiraz etmek istedim ama sonra pes ederek arkamdaki demire yaslandım. Birkaç dakika öylece etrafa baktım. Hareketli şarkılarla dans eden insanlar, kulağı sağır eden müzik, rengârenk ışıklar... Buranın sahibi Turan mıydı gerçekten de? Gece hayatına düşkün olduğunu biliyordum ama gizliliğini korumak için gece kulübü açacağını tahmin bile edemezdim.

Kalbimin ritmi müziğin sesine eşlik ederken başım iyice dönmeye başlamıştı. Biraz sonra barmen önüme bir bardak çay ve yanına iliştirilmiş not bıraktı, gözlerimi birkaç kez kırptım ve yanlış görüp görmediğimi ölçtüm. Elim nota doğru giderken bulanık olan gözlerim harfleri zorlukla seçiyordu. Çay ve not...

"Ruhunu kaybetmiş şımarık kız çocuğu.

Daha fazla saçmalama ve rüyanın peşinden koş."

Ayağa kalktım ve koşar adım kapıya ulaştım. Kapıyı açarken ellerim titriyordu ama umursamadım. Koridoru koşarak geçerken esas kapıya ulaştım ve bize kapıyı açan adamla karşılaştım. "Mihrinaz Hanım, Turan Bey yok mu?"

Yalandan, "Geliyor o. Benim hava almam lazım," dedim. Kapıyı açtı ve kendisi de peşimden çıktı. İyi olup olmadığımı ölçmek için beni incelerken, "İyiyim," diye mırıldandım. "Lütfen siz içeri girin."

Çelişkide kaldı ama dediğimi ikiletmeden içeri girdi. Başım tekrar dönmeye başladı, etrafa bakındım. Sokak lambaları sıralanan sokakta Turan'ın gece kulübü vardı ve diğer sokak, ışıkların olduğu Barlar Sokağı'na çıkıyordu. Arkamı döndüm, bir yokuşun olduğunu ve burada iki sokak lambasının yanmadığını fark ettim. Üzerimde paltom, çantam bile yoktu. Üşüyordum ama hissetmiyordum. Yine de umursamadan yanmayan sokak lambalarına doğru ilerledim. Gözlerim işlevini yitirdi, sokak lambasının altında durdum ve umduğum gibi bir not daha buldum.

"Sarhoş Keçi,

Ben seni nerede olsan gelip bulurum.

Peki, şimdi sen beni bulabilir misin?"

Fısıldayarak, "Bulurum," dedim ve etrafa bakındım. Yoktu. Aydınlık olan yolda görünmüyordu. Sönmüş lambaya doğru ilerledim. "Zamir!" Sesim yankılanarak boş sokağı doldururken ela harelerim onu aradı ama bulamadı.

Kendi çevremde dönerken tekrar, "Zamir!" diye bağırdım. "Neredesin?"

Beni izliyordu, biliyordum ama karşıma çıkmamakta ısrarcıydı. Elimle şakaklarıma baskı yaparken, "Zamir!" diye haykırdım yeniden. "Elma dersem çık, armut dersem çıkma. Elma! Çık dışarı Zamir! Neredesin?" Sesim sonlara doğru çatlarken yanmayan sokak lambasının yanından uzaklaştım ve gelişigüzel yürüyerek etrafa bakındım. Kaç dakika geçti, farkında bile değildim. Yalpalamış, defalarca düşecek gibi olduğumu hissetmiş ama onu aramaktan vazgeçmemiştim. Arkamı dönüp geldiğim yoldan döndüm, yanmayan sokak lambasının altında gördüğüm silüet duraksamama sebep oldu.

Hayır... Alkollüydüm ve zihnim bana oyun oynuyordu. Kesinlikle böyle olmalıydı.

Gözlerimi kısarak görüşümü netleştirmeye çalıştım ve silüete doğru rastgele adımlar attım. Zamir Hancıoğlu eğer sanrı ya da bir rüya değilse tam karşımda, ışık saçmaktan aciz bir sokak lambasının altındaydı. Fakat yanmayan sokak lambasının aksine ela gözlerimin ona dokunduğu an ışıldadığına yemin edebilirdim. Elimi ağzıma götürerek ağzımdan kaçmak için beklemekte olan çığlığı bastırdım ve ona bakakaldım. Eğer sarhoşluğum yüzünden hayal görmüyorsam bu hakikaten de Zamir'di.

Üzerinde siyah mont, siyah şapka vardı ve giydikleriyle aynı renk olan gözleri karanlığa rağmen belirgindi. Birkaç saniye bana baktı, ardından gözleri aşağı inerek bedenimi inceledi. İrileşen gözleri tekrar gözlerimi buldu ve bir anda montunu çıkardı. Bana doğru adım attı, kalbim göğüs kafesimi parçalamak üzereydi. Zamir'in parmakları tenime değdiği an başım döndü ve kollarına yığılır gibi oldum. Beni sıkıca tuttu. Montunu üzerime geçirdi, dağılan saçlarımdaki lastik tokayı çıkardı ve kendi şapkasını başıma geçirdi. Tek kelime etmiyorduk ama dokunuşları konuşuyordu âdeta. Önüme geçerek montun önünü kapatırken boğazımda durdu ve bana baktı. "Bayılacağım sanırım." Yüzünü buruşturarak bana baktı, konuşmasını bekledim, ağzını açıp tek kelime dahi söylemedi. İncindim. Kırıldım. Üzüldüm ama ağlamadım. "Geldin."

Gözlerimi sıkıca yumup açtım ve tekrar ona baktım. Çehresi çökmüştü ve zayıflamıştı. Sakalları yeni yeni çıkmış, göz altları morla siyah arası bir çukura dönmüştü. Saçları uzamıştı... Alnına dökülen tutamlara dokunmak istedim, kendimi dizginledim ve gözlerine odaklandım. Öfke, kin ya da nefretin tohumlarını aradığım harelerinde zerresini bile bulamadım. Bambaşka duygular üzerini kalın bir yorganla örtmüştü ve dışa vurmamaya çalıştığı hisleriyle savaş veriyor gibiydi. Çözmekte zorluk çektiğim ifadesinin çevrelediği uzun kirpikleri, kısılmış gözleriyle büyük bir uyum içerisindeydi.

"Gelmen için yaptım o şeyleri." Cihan'la yakınlaşmam ve Rıfat Bey'le içtiğim içkilerin hesabını verdim. Bildiğini belli edercesine bakarken aramıza giren tuhaf taneleri izledim. Kar yağıyordu. İskenderun'a kar yağıyordu... Kendisiyle birlikte İskenderun'a yıllar sonra karı da getirmişti. Kar taneleri Zamir'in açtığı saçlarımın üzerine tutunurken durduğum yerde sallandım. Düşecek gibi oldum, beni yine tuttu. Bu defa ona uzun uzun baktım. Zamir Hancıoğlu bakışıyla, dokunuşuyla insanı güvende hissettirebiliyordu. Belki de tehlikenin ta kendisi oydu ama her zaman kendini bana kalkan yapacak kişi de oydu.

Gözleri dudaklarıma inerken bir an aramızda oluşan çekimin boyunduruğu altına girmiştim. Göğsümü delip geçen bakışları, içimdeki tüm hücrelerimin yerinden oynamasına neden olmuştu. Yüzlerimiz arasında bir el kadar mesafe kalırken aniden elimi ağzıma getirdim, boğazıma kadar tırmanan acı tat ve bu hissin tanıdıklığı beni korkuttu. Hayır. Şimdi değil! Ama nafileydi bu isteğim. Eğilerek midemdeki her şeyi Zamir'in botlarının üzerine gelmeyecek şekilde yere boşaltmaya başladım. Boğazımdan çıkan böğürme seslerine engel olamıyordum. Zamir, arkama geçip saçlarımı kavradı, rahatlamam için sırtımı ovuyordu. Midemdeki her şeyi boşalttım, başımı kaldırıp ona bakmak dahi istemiyordum. Başımı eğerek bedenimi doğrulttum, bana uzattığı peçeteyi alıp ağzımı sildim. Cebinden çıkardığı sakız paketini uzattı. Yüzüne bakmadan sakızı alıp ağzıma attım ve kustuğum yerden birkaç adım uzaklaşmaya çalıştım. Zamir de yanımda yürürken başım daha fena dönmeye başlamıştı.

"Başım dönüyor..." Gözlerimi yumup açtım. Gülerek, "Dünya dönüyor," dedim. İfadesiz bir mimikle bana bakmaya devam ediyordu. "Hepsinden önemlisi ise sen döndün. Döndün değil mi? Gitmeyeceksin?"

Zamir, buz gibi elleriyle beni tutup kendine doğru çekti. Bedenimin titrediğini kollarının arasında anlamıştım. Kazağının altından dahi duyabildiğim sert parfümünün kokusu burnuma doldu, yükselen ağlama isteğimi tekrar bastırdım. Kollarından biri omzuma, diğeri belime sıkıca dolanırken beni tamamen sıkıştırmıştı ama bu canımı asla yakmıyordu. Kocaman evrene dahi sığamazken iki kol arasında bu denli rahat hissetmek ne kadar da tuhaftı.

Zamir beni sarmaladı. Zamir üşüdü. Ben ısındım. Ben alnımı omzuna yasladım, o ise çenesini omzumun üzerine bıraktı. Biz sarılınca yapbozun son iki parçası da yerine oturdu. Biz tamamlandık. Yapboz bitti.

Fısıltıyla, "Uyursam gider misin?" diye sordum. Saçlarıma dokunarak soruma sessiz bir yanıt vermişti. İçimi çeke çeke, "Üşümeni istemiyorum," diye mırıldandım. Bunu söylediğimde ağzımdaki sakız yere düşmüştü. Umursamadım. "Gitmeni istemiyorum."

Saçlarımdan öperek bu cümleme en iyi cevabı verdi. Üzerime düşen kar taneleri ve onun rayihası eşliğinde gözlerimi huzurla kapadım. Üç ay sonra ilk defa onun kollarında huzurla uyudum... En son hatırladığım şey ayaklarımın yerden kesilmesi ve kucağında sarsılmadan ilerlememizdi. Ayaklarım beni sarsarken kucağında dengeli bir şekilde sokaktan çıktık. Yine bilmediğimiz bir sokakta yürüdük. Güneşin biz hariç herkese doğacağını bilerek ilerledik. Ay o gece doğmaya dahi tenezzül etmemişti. Yıldızlar görünmüyordu. Belki de onların hiçbirine ihtiyacımız yoktu. İhtiyacımız olan sadece birlikte olmaktı...

Ben şimdi bir kitabın en anlamlı yerinde kurutulan gülün olduğu sayfadaydım. Ben Zamir'in kucağındaydım. Ben evimdeydim.

Continue Reading

You'll Also Like

50.3K 2.7K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
1M 17.8K 27
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞
99.2K 6.9K 50
🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara k...
45.7M 2.1M 86
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...