KOYU LÂCİVERT SEVDA

By Asli_Han1453

8.9M 519K 291K

Bir asker ve yârinin hikâyesi... "Bu sevda Bende bittiğinde Sende başlarsa, Seni asla affetmem." "Akif Karan... More

LÂCİVERT | TANITIM
LÂCİVERT | GİRİŞ
LÂCİVERT | BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ZEMHERİ
LÂCİVERT | İKİNCİ BÖLÜM ♤ MÂVERA
LÂCİVERT | ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂL
LÂCİVERT | DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ AFİTAP
LÂCİVERT | BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ EFGAN
LÂCİVERT | ALTINCI BÖLÜM ♤ MÜPHEM
LÂCİVERT | SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YARA BANDI
LÂCİVERT | DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ LÂCİVERT SEVDAYA DÜŞEN İLK CEMRE
LÂCİVERT | ONUNCU BÖLÜM ♤ PENCERE DEMİRLERİNDE AÇAN GÜLLER
LÂCİVERT | ON BİRİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYA BOĞULAN LÂCİVERTLER
LÂCİVERT | ON İKİNCİ BÖLÜM ♤ DİZ KAPAKLARINDAN ÖPÜLEN KADIN
LÂCİVERT | ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ YAPRAKLARINI DÖKEN ÇINAR AĞACI
LÂCİVERT | ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ YANIMDA KAL, ÇOK GEÇ RASTLADIM SANA
LÂCİVERT | ON BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ SENDEN ÖNCESİ HARDI SONRASI YANGIN
LÂCİVERT | ON ALTINCI BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN KAR ÇIÇEKLERİ
LÂCİVERT | ON YEDİNCİ BÖLÜM ♤ EVVELİM SEN OLDUN, AHİRİM SENSİN
LÂCİVERT | ON SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖZ ÇEMBERİNDE ÇİÇEKLER AÇTIRAN KADIN
LÂCİVERT | ON DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ KURT VE ATEŞE UÇAN USLANMAZ KELEBEK
LÂCİVERT | YİRMİNCİ BÖLÜM ♤ BİR GÖNLE İKİ SEVDA SIĞDIRAN KADIN
LÂCİVERT | YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ DARGIN
LÂCİVERT | YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ EVİM ŞU GÖĞSÜNDÜR
LÂCİVERT | YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ KARAYEL FIRTINASINA TUTULAN MOR MENEKŞELER
LÂCİVERT | YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ DİŞİ KURT
LÂCİVERT | YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ DÜŞ KUYTUSU
LÂCİVERT | YİRMİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ÇAKALIN PENÇESİNE HAPSOLAN YARALI ANKA
LÂCİVERT | YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ ASKER YOLU
LÂCİVERT | YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ VEDA BUSESİ
LÂCİVERT | YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GECEYE SIĞINMA TALEBİ
LÂCİVERT | OTUZUNCU BÖLÜM ♤ GÖNLÜMDE TÜTÜYORSUN, ASKERİM
LÂCİVERT | OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SERDENGEÇTİ
LÂCİVERT | OTUZ İKİNCİ BÖLÜM ♤ HASBELKADER
LÂCİVERT | OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ ŞAİRİN MÜREKKEBİ TÜKENDİ, KALEM KIRILDI
LÂCİVERT | OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♡ KAN KOKAN KIZIL GONCA
LÂCİVERT | OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜZ DÖNÜMÜNDE AÇAN SARDUNYALAR
LÂCİVERT | OTUZ ALTINCI BÖLÜM ♤ HARABE
LÂCİVERT | OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT GÖĞÜN KOYNUNDA
LÂCİVERT | OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ ALTIN KAFESE HAPSOLAN SERÇE
LÂCİVERT | OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GİRİFT
LÂCİVERT | KIRKINCI BÖLÜM ♤ KANADI KIRK YERDEN KIRILMIŞ GÜVERCİN
LÂCİVERT | KIRK BİRİNCİ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT HAYALLER
LÂCİVERT | KIRK İKİNCİ BÖLÜM ♤ EFSUN
LÂCİVERT | KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ SİYAH BEYAZ GÜLLER PART I
LÂCİVERT | KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ LÂCİVERT BİR GECE PART II
LÂCİVERT | KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ GÜNEŞE TUTULAN KARANLIK
LÂCİVERT | KIRK ALTINCI BÖLÜM ♤ MUTLULUĞA DÜŞEN GÖLGELER VE İZLERİ
LÂCİVERT | KIRK YEDİNCİ BÖLÜM ♤ HÜZÜN YÜKLÜ BULUTLAR
LÂCİVERT | KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ GELMEMEYE GİDİŞLER & BAZI KAVUŞMALAR
LÂCİVERT | KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM ♤SICAK BİR YUVA & KIRILAN BİR KALP
LÂCİVERT | ELLİNCİ BÖLÜM ♤ GÖLGELER & KARANLIĞIN İZLERİ
LÂCİVERT | ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SESSİZLİĞE GÖMÜLEN VEDALAR
LÂCİVERT | ELLİ İKİNCİ BÖLÜM ♤ SAKLI ARZULAR
LÂCİVERT | ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ♤ AŞKA TUTSAK EDİLEN DÜŞLER
LÂCİVERT | ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ♤ BİR KURŞUNA SIĞDIRILAN HAYATLAR
LÂCİVERT | ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM ♤ ACIYI SEVMEK
LÂCİVERT | ELLİ ALTINCI BÖLÜM ♤ ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER
LÂCİVERT | ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAHRAMAN
LÂCİVERT | ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM ♤ YÜREĞE İŞLENEN KORKU
LÂCİVERT | ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM ♤ GERİ SAYIM; TİK TAK TİK TAK
LÂCİVERT | ALTMIŞINCI BÖLÜM ♤ BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ
LÂCİVERT | ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM ♤ SAVRULAN KÜLLER
LÂCİVERT | ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM ♤ GECESİ ZEHROLAN BİR GÜNE UYANIŞ
LÂCİVERT | FİNAL ♤ KOYU LÂCİVERT BİR GECE & AY TUTULMASI
Özel Bölüm | Duha & Göktürk I
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste I
Özel Bölüm | Duha & Göktürk II
Özel Bölüm | Akif Karan & Berceste II

LÂCİVERT | YEDİNCİ BÖLÜM ♤ KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ

163K 9.6K 4.3K
By Asli_Han1453

Merhaba, lâcivert çiçeklerim. Akif Karan sevdalıları burada mı? Yoklama alıyoruz 💕

Harika yorumlarınız dolayısıyla bir hafta içinde yeni bölüm geldi. Bu bölüm daha bi mütüşmel yorumlar bekliyorum. Satırlarımızı çiçeklendirin.

Önceki bölümlere oy atmayanlar rica ediyorum oylasınlar. Ki kitabımız listelere girebilsin.

Sınavlarım başlayacak o yüzden burada ne kadar aktif olurum bilemiyorum ama şimdiden güzel yorumlarınız için teşekkür ederim, kucak dolusu sevgiler 🌸🌸🌸

YEDİNCİ BÖLÜM

KAR ÇİÇEĞİNİN MÂTEMİ

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendini sevilmeye lâyık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getirdiği için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Berceste ise ölümden değil, Hakan'ın elinde can vermekten korkuyordu. Bu öyle bir korkuydu ki, kendi canından vazgeçecek kadar beter bir histi. Bu yaşına değin hiçbir zaman kendi canına kıymayı aklının ucundan bile geçirmezken, ilk kez bu gece ölümü göze almıştı.

Tik tak, tik tak.

Kar tanelerinin altında geçen saatler, sabahın ilk ayazına kadar devam etmişti. Esen rüzgârla kucağındaki bedenin titrediğini fark eden Akif Karan tutulan kaslarına rağmen hafifçe hareket etti. Güneş doğmak üzereydi. Alacakaranlık havaya bakarak derince nefes aldı. Berceste gece boyunca sayıklamış ve korkuyla kendisine sığınmıştı.

Kucağındaki zayıf ve korunmaya muhtaç olduğunu zanneden, halbuki oldukça güçlü olan kadına iç çekerek baktı. Savunmasızca ondan yardım işteyişi gözlerinin önünden bir an olsun gitmiyordu. Bilinçsizce balkondan aşağıya sarkıtmıştı bacağını. Yetişemeseydi ne olacaktı? Ya tutamasaydı, düşünmek bile istemiyordu.

Berceste'nin o an ki psikolojisini hiç kimse anlayamazdı. Ne yaşıyordu da içinde buna kalkışmıştı kim bilir?

Yalnızca o adamın ismini sayıklayışlarından, onu bu mateme bürüyen iğrenç herifi gördüğünü anlamıştı. Karargaha gittiğinde Hakan'ı iyi bir dayak bekliyordu. Berceste'ye yaşattıklarının aynısını yaşaması için elinden geleni yapacaktı.

Berceste'nin çiçeklerini solduran adama en sert kışını yaşatacaktı. Narin boynunda ve beyaz tenindeki parmak izlerinin bıraktığı hasarı gördüğünde öfkeyle dolmuştu.

Canı yanıyordu kadının. Her gece tekrarlanıyordu bu yangın. Akif başını yasladığı soğuk duvardan kaldırdı. Berceste'yi uyandırmadan odaya dönmeliydi. Yoksa hasta olacaklardı. Kendinin hastalanması umrunda değildi. Yeter ki ona sığınan kadın iyi olsundu. Berceste'nin beyaz tenine bakarken derin bir nefes koyverdi.

"Hangi insan evladı bunca acıyı reva görür bir kadına," dedi sinirleri gerilirken. Şakaklarındaki damarlar öfkesiyle kabarmıştı. "Nasıl kıydılar sana Berceste," dudaklarına değen ayazı yuttu. Aklına annesi düştü. Berceste'nin yerine annesini koydu. Öyle bir şey yaşasa o adama dünyayı dar ederdi hiç şüphesiz. Babası nasıl kahrolmuştur kim bilir? Kızını o adamdan koruyamamasının verdiği ağırlıkla nasıl nefes alıyordu?

"Seni o adamdan kurtarmadan bana rahat bir nefes yok," dedi kararlılıkla. Lâcivert göz bebeklerini bir ton daha koyulaştı. O adam her türlü işkenceyi hak ediyordu.

Defne'nin sözlerini anımsadı. "O çok yaralı Akif Karan. Babası bulunsa dâhi onu iyileştirmeden buradan gönderemem. Argun'um gibi olmasın. Onun gibi solmasın gözlerindeki hayat... Yaşama isteği söndüğünde onu kimse kurtaramaz."

Akif Karan bu sözlerden sonra istese de geri adım atamazdı. Defne haklıydı. Babasıyla gittiğinde yine bir parçası yıkık olacaktı. Argun ve Defne ona aile olmaya hazırdı. Gitse bile aklı kalmayacak mıydı? Bu çok tehlikeli bir bağlılıktı. Berceste gitmek zorundaydı. Babası bulunduğunda elbette onunla gidecekti.

Bir kadın gelmiş ve hem kalbine hem aklına hükmetmeye başlamıştı.

Dudaklarını usulca araladı. "Beni kim iyileştirecek kar çiçeği?" diye mırıldandı. Sesi oldukça kısıktı. Duymasından mı imtina etmişti kendisi de bilmiyordu. "Beni bu bilinmezlikten kim çekip çıkaracak?"

Kar kadar beyaz olan yüzünde milim milim lâcivert irislerini gezdirdi. İnce kavisli kaşları hafif çatılmıştı. Ay ışığında bile parlayan bir yüzü vardı. Hiç böylesini görmemişti. Görse bile dikkat etmemiş yahutta onu ilgilendirmemişti. Ancak konu Berceste olduğunda Akif tüm ezberinin bozulduğunu hissediyordu.

Bakışlarını pürüzsüz, narin yüzde gezdirdi. Kemersiz bir buruna sahipti. Yüzündeki ince çizgilerin onun yaşadıklarına şahitlik ettiğine emindi. Kahverengi saçların kapüşondan sıyrılan kısımlarında duraksadı. Yumuşak ve parlaktı. Berceste güzeldi. Saçlarından kirpik uçlarına kadar... Efsunlu bir güzelliği vardı.

"Çok güzelsin," dedi bilinçsizce. "Bu dış görünüşünle alâkalı bir güzellik değil. Kalbinle, gözlerindeki efsunla alakalı..."

Akif Karan dudaklarından fütursuzca sıyrılan kelimelerle duraksadı. Soğuk bir demir parçasına kesilen kalbindeki buzların eridiğini hissediyordu. Kalbinin kapılarını aşka ve sevdaya hiç açmamıştı. Bir anda hayatına dâhil olan bu narin kadın tüm bildiklerini ona unutturuyordu.

Berceste'yi sarsamamaya çalışarak oturmaktan tutulan dizlerinin üzerinde doğruldu. Hareketlenmeleriyle genç kadın hafif olan uykusundan sıçrayarak uyanmıştı. Kahverengi gözleri usulca aralanırken kendisini izleyen adam yavaşça odağına belirdi.

Akif Karan yeniden bir kriz geçirmesini istemediği için Berceste'nin çiçek kokan saçlarına doğru başını eğdi ve yaklaştı. Burnuna dolan rayiha ile gözlerini kapatmamak için büyük bir çaba gösterdi. Kahverengi saç tutamlarının üzerine nefesini bırakarak kulağına doğru kısık ancak etkileyici sesiyle konuştu. "Şşş, uyu güzelim,"

Güzelim...

Bu kelimeyi kullandığı ilk ve tek kadındı. Niçin kullandığını da bilmiyordu. Berceste'yi gördüğü ilk andan beri bir şekilde kendini onun yanında buluyordu. Başlangıçta hoşlanmadığı bu durum gitgide tuhaf ama güzel bir hal almaya başlamıştı.

Berceste kulağına dolan ses ve saçlarını buseleyen ferah nefesle göz kapaklarını kapattı. Güvendeydi. Akif Karan yanındayken hiçbir kötülük ona uğramayacakmış gibi hissediyordu. Uyku yeniden onu kuşatırken kolları arasındaki adama daha çok sokuldu.

Akif onun yeniden uykuya daldığını görünce rahat bir nefes aldı. Uzun bacaklarının üzerinde tamamen ayağa kalktığında kucağındaki kadını koruma iç güdüsüyle göğsüne bastırmıştı. Kokuları birbirine bulanan iki genç kalplerinde atılan ilmeklerden bir haberdi.

Balkonun sürgülü kapısını açarak sıcak odaya girdiğinde soğuktan uyuşan uzuvları rahatlamıştı. Koltuğa açılmış olan yatağa ilerledi. Berceste'yi yavaşça yumuşak yüzeye bıraktığında tişörtünün yakasına sıkıca sarılan bembeyaz, narin parmakları henüz fark ediyordu.

Eliyle avcunu zor dolduran küçük eli kavradığında sol kaburgasındaki hareketlilik artmıştı. Kalbinin elinde bir çekiç vardı ve kemiklerini kırmak istiyordu sanki. Bu duygulara toy olan adam hafif sinirli bir tonda "Ne oluyor ulan bana?" dedi kendi kendine. Hemen sonra dudaklarını birbirine bastırdı. Sesinin ayarsızlığına içinden küfretti, uyanmasından korkmuştu.

Berceste'nin elini yastığın üzerine bıraktı. Yerdeki yorganı alarak büzüşmüş olan küçük bedenin üzerini örttü. Elini genç kadının alnına koydu. Ateşi yoktu. Şimdilik.

Hasta olacağına emindi. Saatlerdir buz gibi havada dışarıda kalmışlardı. Diz çöktüğü yerden doğrulduğunda Berceste'nin mırıl mırıl bir şeyler söylediğini duydu. Merakla eğildi ve yastığın baskısından dolayı öne doğru büzüşmüş olan pembe dolgun dudaklara doğru kulağını yaklaştırdı.

"Teşekkür ederim,"

Akif Karan yüzüne yayılan sıcacık gülümsemeyle geriye çekildi. "Uykusundayken bile teşekkür etmekten vazgeçmiyor," diye söylendi.

Eli kendinden bağımsızca huzurla uyuyan kadının yanağına uzandı. Elmacık kemiğine parmak ucuyla dokundu. "Çabuk iyileş kar çiçeği,"

Gönlüne o gece kar çiçekleri yağmıştı, Akif Karan'ın.

Güneşin yakıcı olmayan ancak parlak ışıkları kirpiklerime değerken, sızlayan göz kapaklarımı usulca geriye doğru iteledim. Boğazımdan inen pürüzlü soluklar ve derin yutkunuşlar canımı yakıyordu. Başımı yastıktan kaldırmadan hafifçe kıpırdattığımda tüm kemiklerimin ağrıdığını hissettim. Ne olmuştu böyle?

Zihnimi yoklarken gecenin getirisi olan hırkaya takıldı göz bebeklerim. Akif Karan kokan ince ancak tenimi sıcacık yapan kumaşa kedi misali sürtündüm.

Kahramanım olmuştu.

Babamın kurtaramadığı her yerde benim kahramanım o olmuştu. Gece yaşadıklarımı net bir şekilde hatırlıyordum. Balkondan aşağıya atlayacak kadar gözümü kararttığım o berbat dakikaları unutmam olası değildi.

"Yetişemeseydim ne olacaktı?"

Akif'in sesi kulaklarımda yankılanırken titrek bir nefesle üzerimdeki yorganı kenara ittim. Sızlayan eklemlerim bana yardımcı olmasa da yavaş ve temkinli hareketlerle yattığım yerden doğruldum. Sırtımı arkamdaki duvara yaslayarak ağırca bakışlarımı balkona çevirdim.

Kucağında saatlerce benim dinginleşmemi beklemişti. Kısa ve yorucu kabuslarımdan her uyanışımda beni teselli ederek uyumamı telkinlemişti. Sıcak göğsünde bana hiçbir kötülüğün dokunmayacağına inanmıştım. Tek bir bakışıyla bile ürkek yüreğim güvenle doluyordu. Nasıl bir adamdı bu böyle, tüm hislerimi kendine ait kılıyordu.

Koridordan gelen seslerle ev ahalisinin uyandıklarını anladım. Neyseki gece yaşadığım o iğrenç anlarıma şahit olmamışlardı. Daha dikkatli olmak ve kabuslarımı en az hasarla atlatmak zorundaydım. Akif'e mahcup olmuştum. Benim yüzümden sabaha kadar o buz gibi havada yanımda kalmıştı. Bir daha ne olursa olsun krizlerimi sessiz sedasız atlatmalıydım.

Oturduğum yerden kalkarken hırkayı omuzlarımdan sıyırdım. Bakışlarım çıplak omuz başlarımda gezindi. Çürükler yeşilimsi bir renge bürünmüştü. Çabucak silinmesi için neler vermezdim. Defne'nin verdiği merhemden sürdüm. Daha hızlı iyileşeceğini söylemişti.

Alışveriş torbalarından boşaltmamış olduğum kıyafetlerden iki parça şey seçtim. Koyu renkli bir kot ve gri, kapüşonlu sweetshirt giydim. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu ile topladım.

"Geceyi unut," dedim kendime. "O adam buraya gelmedi. Gelemez de. Akif bana söz verdi," dedim kısık çıkan sesimle. "O pislik bana dokunamayacak,"

Hayatımı ondan korkarak geçiremezdim. Güçlü olmak zorundaydım. Onun benden güçlü olmadığına inanmam gerekiyordu.

Nefesimi toparlayarak odadan çıktım. Burnuma dolan patates kızartması kokusuyla yüzüme içten bir gülümseme ekledim. Banyoya girip ihtiyaçlarımı giderdikten ve elimi - yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçtim. Oğuz Kağan annesinin kucağında, Pınar teyze ise ocağın başında sohbet ediyorlardı.

Nazikçe boğazımı temizledim. "Günaydın," dedim gülümseyerek.

Pınar teyze yeşil gözlerini bana tuttu. "Günaydın kuzum," dedi sevecen ve dinç sesiyle.

"Aba," diyerek annesinin göğsünden başını kaldıran ve tombul kollarıyla bana uzanan minik oğlanı kucağıma aldım.

Defne, "Günaydın canım," deyip yanıma geldi. "Sen uyusana niye erkenden kalkıyorsun, sesimizden mi uyanıyorsun yoksa?" diye sordu.

"Çok uyku düşkünü değilim. Erken uyanırım ben."

"O özellikten bana biraz versene," diyerek mutfağa giren uykulu adama baktım. Argun ağabey bugün üniformasızdı. Sanırım işe gitmeyecekti.

Defne şaşkınca konuştu. "Sen niye kalktın Argun, izin günün bugün,"

"Oğlun uyutuyor mu Defne'm. Sabahın köründe her yerimi yaladı, uykumu kaçırdı," dedikten sonra kucağımdaki kopyasının yanağını okşadı. "Yavru köpek gibi salyalı salyalı öpüyor bir de,"

Oğuz Kağan sanki babasının söylediklerini anlıyormuş gibi kıkır kıkır gülüyordu.

Argun ağabey dişlerini göstererek gülümsedi ve "Gülersin tabi sıpa," diyerek oğlunun bezden dolayı şişkin duran poposuna hafifçe vurdu. "Günaydın Berceste," deyip masanın başına geçerken bende Defne'nin yanına oturmuştum. "Günaydın Argun ağabey,"

Çayına şeker atarken, "Var mı bir sıkıntı?" dedi bakışlarını bana tutarken. Gece sesimi duymuş olabilir miydi?

Tedirgince ensemi kaşıdım. "Yok," dedim tutuk bir sesle.

Defne kaşlarını çatmış, kocasına bakıyordu. "Ne o öyle? Sorguya çeker gibi,"

"Biraz ciddi sordum sanırım. Berceste yanlış anlama beni, varsa bir durum söyle diye sordum," diyerek kendini açıklamaya çalışmasıyla rahat bir nefes almıştım.

"Varsa bana söyler, " dedi Defne. "Evde bari şu ciddiyetini sil,"

Argun ağabey pes edercesine ellerini havaya kaldırdı. "Pardon hanımlar, sizi kızdırmak istememiştim."

Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Hayır Argun ağabey, ben biraz fazla tepki verdim sanırım. Senin sormanda bir problem yoktu,"

"Bak gördün mü Defne'm, yokmuş problem?"

Durduk yere bir aile dramı çıkarmaya gerek yoktu. Defne benim konuşmamla rahatlamış görünüyordu.

"Duydum Argun ancak sen yine de bizimle emrindeki askerler gibi konuşma,"

Mükemmel bir insandı. Misafir olduğum için beni el üstünde tutuyordu. Bu aileye minnettardım.

"Şüphen olmasın güzel karım,"

Pınar teyze de oturunca kahvaltıya başladık. Oğuz Kağan annesinin kucağındayken sürekli elindeki patatesi bana uzatıyor ve almadığım zamanda çığlığı basıyordu. Annesi arada onu uyarsa da umursamıyordu. "Oğlum rahat bırak ablayı,"

Argun ağabey çayını bitirip boş bardağı masaya koyarken dayanamayarak kucağıma aldığım bebeğe bakıp "Berceste yol yakınken kaç kurtar kendini, bizimki fena yanmış sana," dedi.

Parmaklarıyla yüzümü sıkıştıran bebeğe gülerek bakıyordum. "Ben memnunum halimden," deyip mis kokan bebek saçlarından öptüm. "Böyle bir yakışıklılığa kim hayır diyebilir,"

Defne üzerini değiştirmiş bir şekilde yanımıza ulaştığında, "Kalbi güzel olsun, kimseyi incitmesin bu bana yeter. Yakışıklı olmasa da olur. " deyip oğlunu kokulu kokulu öptü.

"Ben öpünce çıldırıyorsun, sen öpünce sorun yok!" Argun ağabeyin haklı isyanına güldüm.

Defne dudağını ısırarak kocasına baktı. "Vallahi yanlışlıkla oldu,"

Argun ağabey sırıttı. "Bende yanlışlıkla yapıyorum Defne'm,"

Defne hemen kaşlarını çattı. "Hemen kendini haklı çıkarmaya çalışma. Yanlışlık bir kere olur iki kere olur. Sen sürekli yapıyorsun,"

Argun ağabey bunun üstüne bir şey söylemedi. Defne bizimle vedalaşarak gitmişti. Baba-oğul salona geçerlerken Pınar teyzeyi de zorla ikna ederek onların peşinden gönderdim. Masayı toplayarak bulaşıkları makineye dizdim.

İşim bitince mutfakta oyalanmadan içeriye geçtim. Babasıyla yerde boğuşan Oğuz Kağan beni gördüğünde "Aba," diye seslendi. Babasının karnına oturmuş zıplıyordu. "Zıpla babacım, midemin anasını ağlat," diyen adama güldüm.

Argun ağabey kucağındaki oğluyla yerden kalkarken, "Berceste annemle iki saatlik bir işimiz var, Oğuz Kağan'a bakabilir misin?" deyince başımı salladım. "Bakarım,"

Bu sırada Pınar teyze güzelce giyinmiş bir şekilde kapı eşiğinde durdu. "Hazırım ben oğlum,"

"Tamam, anne bende üzerimi değiştireyim çıkarız,"

Oğuz Kağan babası gidince benim kucağıma geldi. Minik ağzı durmaksızın kıpırdarken onun anlamsız kelimelerini dikkatle dinliyordum.

Pınar teyze, "Birazdan muz yedir kuzum. Biz gecikmeyiz ama yine de acıkırsa dolapta onun için çorba var." dedi.

"Meraklanma, hallederim ben,"

Gülümsedi. "Rutin kontrolüm oluyor böyle arada. Her zaman yanımızda götürmek zorunda kalıyorduk, senin olman çok iyi oldu."

Yanağımdaki ıslaklıkla Oğuz Kağan'ı öptüm. Argun ağabeyin söylediği gibi öperken salyalarını bulaştırıyordu. "Minik arkadaşımla iyi anlaşıyoruz. Siz rahatça işlerinizi halledin,"

Argun ağabey giydiği kalın kaşe kabanı ve koyu renk pantolonuyla kapıdan baktı. "Hadi çıkalım anne,"

Pınar teyze ve Argun ağabey gidince bende kucağımdaki minikle oyun oynamaya başlamıştım. Oyuncakların arasında boğuşuyor ve kıkırdayarak gülüyordu. Çok sevimli ve uslu bir bebekti. Anneannesinin söylediği gibi muz yedirdim. Karnı doyunca daha da sakinleşmişti. Ağrıyan boğazım için kendime ıhlamur kaynatmıştım. Hemen etkisini göstermişti.

Kapının çalmasıyla ayağa kalktım. Gideli daha yarım saat olmuştu. İki saat demişti Argun ağabey, dönmüş olamazlardı değil mi?

Oğuz Kağan'ı oyun minderinin üstüne oturttum. Arkasına sırtını desteklemesi için yastık koydum. Benim yanından kalkışımla boncuk boncuk bakan gözleri bana çevrildi. Onu yanağından öptüm ve kapıya ilerledim. Kameraya baktığımda girişteki kapının boş olduğunu gördüm. Gelen her kimse kata çıkmıştı. Dürbünden baktığımda Tuğrul'u gördüm. İçimdeki kasvet dağılırken kapının kulpunu aşağıya indirdim.

Üniformasının hakkını veren uzun boyuyla karşımdaydı. "Merhaba Berceste," dedi gülümser bir ifadeyle.

"Merhaba," dedim bende aynı samimiyetle.

"Annemler çıktı mı?"

"Evet, yarım saat oluyor,"

Yüzünü buruşturdu. "Tüh ya,"

Merakla sordum. "Ne oldu ki?"

Çenesini sıvazladı. "Akif biraz rahatsızlandı. Boğazı falan çok kötü olmuş. Hastaneye gidip geldik, çorba yapsın diyecektim anneme,"

Kalbim korkuyla çarptı. Benim yüzümden hasta olmuştu.

"Ben yaparım," dedim hızlıca. Endişem sesime yansımıştı. Yadırgamadan cebindeki anahtarlığı çıkarıp bana verdi. "Benim karargaha dönmem lâzım. Sen ilgilenirsin o zaman."

"İlgilenirim," dedim hâlâ endişemi atamamıştım.

"Çok sağol," deyip muzipçe güldü. "Yalnız bizimki hastalanınca biraz nazlı olur,"

Yüzüme belli belirsiz bir gülümseme yerleşti. "Erkeklerin geneli öyle. Babamdan biliyorum,"

Mavi gözleri kısıldı. "İdmanlısın yani,"

"Evet. Sorun yok,"

"Senin niye sesin böyle çıkıyor? Sende mi hastasın?"

Alnımı kaşıdım. "Evet biraz boğazım ağrıyor,"

"Allah Allah, aynı anda hasta olmanız garip," dedi şüpheyle.

Anlamış mıydı?

Boğazımı nazikçe temizledim. "Sen bir şey mi ima ediyorsun?"

Yüzündeki o hep daim olan gülümsemeyle, "İma etmem mi gerekiyor?" diye sordu.

"Tuğrul," dedim sertelen sesimle.

Burnumu sıkmasıyla şoka uğradım. "Ben anladım anlayacağımı, hadi eyvallah," demiş ve arkasını dönerek asansöre ilerlemişti.

"Ne anladın?" dedim arkasından telaşla. Bana dönmeden elini kaldırıp salladı. "Oğlumuza iyi bak gelin hanım," asansörün kapısı kapanmadan yüzünü bana çevirdi. Oğuz, Kağan'dan bahsediyordu bence. Ona ters bakışlar göndersemde umursamazca omuz silkmişti.

Hemen kapıyı kapatarak içeriye girdim. Oğuz Kağan'ı kontrol ederek mutfağa geçtim. Dolapları biraz kurcalayarak çorba için bir tencere buldum. Kuru bakliyatların olduğu kavanozlardan ihtiyacım olanları aldım.

"Lütfen çabuk iyileşsin Allah'ım." dedim dilimden düşmeyen dualarımın arasından. "Ben olayım, o hasta olmasın,"

Çorbayı hazırlamam yarım saatimi almıştı. Oğuz Kağan'ın üzerine salonda koltuğun kenarındaki torbadan kalın bir tulum buldum. Hemen giydirdim. Akif Karan'ı iyileştirmeye giderken bebeğin hasta olmasını istemezdim. Yanıma birkaç parça da oyuncak aldım. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum.

Tencereyi kolumun altına sıkıştırdım. Oğuz Kağan'ı da diğer kolumla sarmıştım. Evin kapısını kilitleyerek anahtarı pantolonumun cebine koydum. Akif Karan'ın evinin kapısına varınca tencereyi sağ tarafımdaki merdivene koydum. Kapının kilidini yavaşça çevirdim. Aralanan kapıyla birlikte tencereyi bıraktığım yerden aldım ve içeriye girdim. Girişteki dolabın önündeki paspasta ayakkabılar vardı bende ayakkabılarımı çıkardım. Ayağımın ucuyla paspasın kenarına itekledim.

Evin mimarisi Defne'lerin eviyle aynıydı. Bu yüzden ilk olarak mutfağa girdim. Ayna gibi parlayan mutfak dolaplarına şaşkınca bakakaldım. Bu evde iki erkek yaşıyordu öyle değil mi?

Yeni gelin evinden farksızdı. Füme renklerin hakim olduğu ferah mutfak tertemizdi. Tezgahta bulaşık bile yoktu. Tencereyi tezgaha bıraktım. Oğuz Kağan saçlarımla oynuyordu. "Aba," deyince minik yüzünü baktım. "Efendim bebeğim,"

Yeşil gözleri pırıl pırıl bakıyordu. "Amca," dedi parmağıyla yanağımı sıkarken. "Evet, amcaya geldik,"

Dolapları biraz kurcalayarak çorba için bir kâse buldum. Evden getirdiğim limonu ortadan ikiye kestim. Kâseyi ve çorba kaşığını tepsiye yerleştirdim. Limonun da bir parçasını almıştım.

Tepsiyi tek elimle tutarak geniş koridora çıktım. Yerdeki yumuşak halının üzerinden geçerek koridorun sonuna ilerledim. Üç tane kapı vardı. Birisi banyo olmalıydı. En sondaki kapılardan sağ tarafta kalanı açmaya karar verdim. Oğuz Kağan'ı yere bıraktım. Huysuzca yeşillerini bana dikti. "Alacağım seni dur kapıyı açayım," dedim fısıltıyla. Beyaz ahşap kapıyı bir kez tıklattım ancak ses gelmedi. Gümüş kulpu aşağıya doğru indirdim. Kapı sessizce aralandığında Oğuz Kağan hemen emekleyerek içeriye girmişti.

Ferah ve aydınlık olan odaya girdiğimde ortadaki büyük yatakta boylu boyunca uzanmış olan dev adamı gördüm. Beline kadar örtülü olan yorganın bir kısmı yataktan aşağıya sarkmıştı. Sırt üstü uzanmış, göğsü aldığı hırıltılı soluklarla düzenli bir biçimde inip kalkıyordu.

İçeriye sessizce girdim. Adımlarımı oldukça minik atıyordum. Oğuz Kağan emekleyerek çoktan yatağa ulaşmıştı. Yere sarkan yorgana tutunarak minik bacaklarının üstünde ayağa kalktı. Tombul kollarıyla yorgana sıkıca tutunmuş amcasının yüzüne bakıyordu. Tepsiyi aynalı konsolun üstüne bıraktım. Odası da tıpkı gözleri gibi lâcivert renkle döşenmişti. Balkon olduğunu düşündüğüm yerin önünde koyu renkli bir perde vardı. Ancak yarısına kadar çekiliydi. Odalarımız yan yanaydı. O balkon sayesinde beni kurtarmıştı.

Ellerini yatağa vurmaya başlayan bebeği kucağıma aldım. "Amca," dedi parmağıyla Akif'i gösterirken. "Hı-hım, amca uf olmuş,"

Dudakları öne doğru büzüştü. "Uf," dedi ince kaşları çatılırken. Bu sevimli hâline tebessüm ettim.

Yatağa yaklaşarak Akif Karan'a baktım. Vücuduna yapışan tişörtü ter içindeydi. Saçları nemli görünüyordu. Terden mi yoksa duş aldığından mı öyle görünüyordu kestirememiştim. Elimi yavaşça kaldırıp yastığa gömülü olan yüzüne yaklaştırdım. Esmer tenine dokunan avcumun içi ateşe değmişcesine titredi. Teni sıcaktı. Hatta haddinden fazla sıcaktı.

Yatağın kenarına oturdum. Oğuz Kağan'ı da karşıma oturttum. Elimi Akif Karan'ın göğsüne değdirdim. Kıyafeti sırılsıklam olmuştu. Boğazımı nazikçe temizledim. "Akif," dedim kuru bir sesle. Burnundan derin bir nefes alırken sık kirpikleri hafifçe kıpırdadı. Göz kapaklarının içindeki hareketlilikten bilincinin açıldığını anladım. "Çok terlemişsin," dedim kısık çıkan sesimle. Kirpikleri hafifçe hareketlense de gözlerini açamadı. Oğuz Kağan'ı yere koyduğum büyükçe yastığın üstüne oturttum. Önüne de oyuncakları koydum. "Burada oyna olur mu? Amca uf olmuş onu iyileştireceğiz,"

Sevdiği oyuncaklar olduğundan hemen beni unutup onlarla uğraşmaya başladı. Diz çöktüğüm yerden kalktım. Çorba tepsisini alarak mutfağa girdim. Cam bir kase buldum. İçine çeşme suyu doldurdum. Odaya döndüğümde Oğuz Kağan hala bıraktığım şekildeydi.

Akif ise hırıltılı soluklar alarak yatakta uyuyordu. Gardırobunu utana sıkıla açtım. Raflardaki katlı tişörtlerden bir tane aldım. Birkaç parça hâlinde yırttım. Ona bir tişört borçlanmıştım. Parçaları suyla ıslattım. Bir tanesini alnına koydum. Acaba ilaç almış mıydı? Tuğrul hastaneye gittik demişti. Keşke ilaç alıp almadığını sorsaydım.

Tişörtü sırılsıklamdı. Kollarının altına da ıslak bez koyabilsem iyi olurdu. Yorganı tamamen açtım. Yatağın üstüne dizlerimin üzerinde çıktım. Tişörtünün eteklerinden tutup yavaşça yukarıya çektim. Tıpta ayıp yoktur, diyerek kendimi kandırmaya çalıştım. Terli kıyafetlerin içinde durursa daha kötü olabilirdi. Göğsüne kadar çıkarttım. Gerisini nasıl yapacaktım?

Arada bebeği de kontrol ediyordum. Kendi kendine anlamsızca konuşup gülüyor ve oyuncaklarla boğuşuyordu.

Elimi yastıkla bedeni arasına soktum. Avcum ateş misali yanan tenine yaslandığında endişem artmıştı. Bedenini zorlanarak kaldırdım. Başı omzuma düştü. Hareketsizliği beni tedirgin ediyordu. Alnındaki saçları boynuma sürtündü. Arkasındaki yastığı yükselterek bedeninin dik durmasını sağladım. Başını geriye çekmeye çalışırken dudakları tam olarak boynumdaki nabzın üzerinde temas etmişti. Sıcak dokunuşuyla dilim damağım kurumuştu. Soluklarımın hızlandığının farkına vararak kendime kızdım. Resmen hasta adamdan etkileniyordum.

Tişörtü başından çekip çıkarttığımda nefes nefese kalmıştım. Bedenimden üç kat büyük bir cüsseyle uğraşmak hayli zordu. "Akif," dedim uyanmasını umut ederek. Nefes almasa öldüğü zannedebilirdim. Diğer bez parçalarını da ıslatarak kollarının altına yerleştirdim. Alnındaki bezi dakikada bir değiştiriyordum. Göğsü damla damla ter oluyordu. Peçete yardımıyla sürekli siliyordum.

Zaman ilerlerken vücudundaki ıslak bezleri çekmiştim. Elimi alnına koyduğumda ilk andaki kadar sıcak olmadığını fark ettim. "Çok şükür," dedim sakince. Dolaptan temiz bir tişört getirip binbir zorlukla giydirdim. Üzerini örtmedim. Oda zaten yeterince sıcaktı.

Oğuz Kağan'ın acıktığını düşünerek mutfağa geçtim. Çorba hâlâ sıcaktı. Bir kaseye alarak miniğe yedirdim. Yemeğini yiyince mayışmıştı.

Akif'in yanına döndüğümüzde kucağımda uyuyakalmıştı. Bu kezde Akif odasının karşısındakine girdim. Yaptığım iyi bir şey değildi ama yapmak zorundaydım. Tuğrul'un odası tam olarak fenerbahçe renklerinden oluşuyordu. Sarı-lâcivert yatak örtüsünü açarak Oğuz Kağan'ı oraya yatırdım. Kenarlarına yastıkları sıraladım. Düşme olasılığını en aza indirdiğime emin olunca kapıyı açık bırakarak karşı odaya döndüm. Akif Karan deliksiz uyuyordu. Ateşi normale dönmüştü. Yanındaki boşluğa oturarak uyanmasını beklemeye başladım.

Odayı dolduran titreşimsi sesle etrafıma bakındım. Abajurun yanındaki telefonun titrediğini gördüm. Ekrana görüntülü arama vardı. Annem, yazıyordu. Uzunca çaldırdı. Sonunda arama sonlanmıştı. Bir dakika geçmeden yeniden aradı. Açıp açmamak arasında kararsızdım. Açsam kimim diyecektim? Arama sonlandı. Ben kara kara düşünürken Kardeşim, yazısı çıktı ekranda. Gözlerim Akif'e kaydı. Hiçbir uyanma belirtisi göstermiyordu. Arayanda oldukça ısrarcıydı.

Telefonu elime aldım ve aramayı yanıtladım. Ekrana düşen yüzle derin bir nefes aldım. Buğday tenli bir adamdı. "Merhaba," dedi sesindeki şaşkınlığı ve merak fark edilmeyecek gibi değildi. "Merhaba," dedim bende hafif bir gülümseme ile. Ağabeyinin telefonunu hiç tanımadığı biri açıyordu tepkileri normaldi.

Kahverengi gözleri hafif kısıldı. "Ben ağabeyimi aramıştım,"

Dudaklarımı nemlendirdim. "Akif Karan biraz rahatsız. Şu an uyuyor. O yüzden telefonu ben açmak zorunda kaldım,"

"Siz kimsiniz peki?"

"Akif'in arkadaşıyım,"

"Karan'ım mı oğlum?" diyen bir kadın sesi duydum. Sanırım annesiydi. "Yok arkadaşı, ağabeyim biraz rahatsızmış,"

Kadın, "Hasta mı olmuş benim kara kuzum," dedi endişeli bir sesle. Biraz sonra ekranda yüzü göründü. Akif Karan gibi esmerdi. Gözleri dolu dolu görünüyordu. "Kızım," dedi ağlamaklı. "Karan'ım çok mu hasta?"

Benim yüzümden hasta desem nefret ederlerdi sanırım benden.

"Ateşi vardı biraz. Düştü ama merak etmeyin. Şimdi uyuyor. Uyanınca sizi arayacaktır,"

"Sağolasın yavrum, oğlumu yalnız bırakmamışsın,"

Suçlusu benim çünkü.

"Estağfirullah, uyanıncaya kadar başındayım. Siz de üzülmeyin lütfen."

Başını salladı. "Uyanınca beni arasın, meraklanırım ben, söyle olur mu yavrum."

Başımla onayladım. "Tamam, mutlaka söylerim,"

Annesi görüntüden çıkınca yeniden kardeşi düştü odağıma. "Teşekkür ederiz ağabeyimle ilgilendiğin için," dedi ve ekledi. "Ben Göktürk bu arada,"

"Berceste, memnun oldum," dedim sakince.

"Bende memnun oldum Berceste. Kendine iyi bak, ağabeyime de," deyip gülümsedi.

Utanmıştım. "Sende," dedim.

"Görüşürüz o zaman," deyip kapattı.

Telefonu konsola bırakıp yanaklarıma elimle rüzgâr yaptım. Niye durduk yere utanıyorsam.

Oğuz Kağan'ın ağlama sesini işitince hemen uyuduğu odaya girdim. Uyanmış yüz üstü yastıklarla boğuşuyordu. Minik bedenini kollarımın arasına aldım, kızaran gözlerini bakarak "Ne oldu paşam?" dedim. "Anne," deyince sırtını sıvazladım. "Annen biraz sonra gelir,"

Aklıma Argun ağabey gelince gözlerim kocaman açıldı. "Hii! Bizim burada olduğumuzu bilmiyorlar!"

Hızlıca Akif'in telefonunu aldım. Parmak izini okutup telefonu açtım. Argun ağabey'in numarasını buldum. Konuştuktan sonra rahatlamıştım. Neyseki eve gelmemişlerdi. Akif Karan'ın hasta olduğunu ve onun evinde olduğumuzu söylemiştim.

Yataktaki hareketlilikle gözlerimi Akif'e diktim. Yastığın altındaki elinin tekini kaldırdı. Elinin dış yüzeyindeki damarlar fazlaca belliydi. Kemikli parmaklarıyla gergin duran yüzünü sıvazladı. Yanındaki boşluğa oturdum.

Gözleri aralandığında Oğuz Kağan minik poposunu kaldırarak ellerini Akif'in yüzüne koydu. "Amca," dedi neşeli sesiyle. Uyku sersemliğini üzerinden atarak önce bebeğe sonra da bana çevirdi bakışlarını.

"Berceste," dedi boğuk sesiyle. "Ne işiniz var burada?"

"Hasta olduğunu duyunca geldim,"

"Amca uf," diyen Oğuz Kağan merakla bize bakıyordu.

Akif onu belinden tutarak kendinden uzaklaştırdı. "Hastayım ben aslanım, sana da bulaşmasın," sesi boğuk ve kısıktı. Bu haline içim sızladı.

"Zahmet etmişsin,"

"Ne zahmeti benim yüzümden hasta oldun,"

Çattığı kaşlarıyla yüzünü bana çevirdi. "Senin yüzünden değil, saçma düşünceleri sil aklından,"

"Saçma değil, benim yüzümden gece boyunca soğukta kaldın,"

Lâcivertleri huysuzca kısıldı. "Keçi mübarek," dedi pürüzlü sesiyle. "Hastayım kızım ben, başımı şişirme,"

Kaşlarım yavaşça birbirine yaklaştı. "Tuğrul'un söylediği doğruymuş,"

Göğsü hırıltılı soluğuyla şişerken avuçlarını yatağa bastırarak bedenini kaldırmıştı. Pazuları tişörtün kollarına sığmıyordu. Çok büyük bir bedeni vardı. Merakla bana bakarken, "Tuğrul ne söyledi sana?" diye sordu.

Sorusunu es geçtim. "İlaç aldın mı?"

Kucağına tırmanan Oğuz Kağan'ı yüzü bana dönük bir şekilde bacağına oturttu. "Tuğrul sana ne söyledi?" diye üsteledi.

İnatla cevaplamadım. "Sana çorba getirdim. Tişörtünü değiştir, sonra da içersin,"

Oğuz Kağan'ı yatağın ortasında oturturken, bende ayağa kalktım. Arkama döndüğümde dibimdeki bedeniyle çarpışmıştım. Dengemi sağlayamayarak arkama doğru sendelerken kolunu sırtıma dolamıştı. Beni sertçe gövdesine çarptırdı. Ellerimi omuzlarına koydum. "Sen beni duymuyor musun?" derken nefesi suratıma dağılmıştı.

Yakınlığımızı o an için unutup onunla bu mesafeden konuşmaya başladım. "Duyuyorum," dedim gülümseyerek.

Kaşlarını hayret edercesine havalandırdı. "Hadi ya," dedi alayvari bir sesle. "Bende kendi kendime konuştuğumu sanıyordum. Madem duyuyorsun soruma niye cevap vermiyorsun?"

"Cevaplayasım gelmedi,"

Gözleri yüzümün her noktasında gezindi. Kalın dudakları yavaşça aralandı. "Benimle zıtlaşmak yeni hobin sanırım," belimdeki kolu çekildiğinde keyifle sırıttım. "Evet, en sevdiğim hobim haline geldi," tek kaşını kaldırarak gülümsedi. Kalbim bu bakışıyla ve gülüşüyle sersemlemişti. Benden uzaklaştığında kesikçe soluklandım. Bu adamla yan yana olmak bana iyi gelmeme başlamıştı.

Gardırobundan tişört alarak yatağın üzerine attı. Üzerindeki tişörtün ensesinden tutarak hızla çektiğinde gözlerimi ondan kaçırdım. Oğuz Kağan'ı kucağıma alarak ayaklandım. "Ben sana çorba koyayım, mutfağa gelirsin,"

"Emredersin," dedi alayla.

Sinir adam!

Ona laf yetiştirmeden mutfağa doğru ilerledim. "Amca," diyen Oğuz Kağan'a tesessüf edercesine baktım. "Bana o amcandan söz etme. Senin o amcan var ya tam bir," ensemdeki nefesle kaskatı kesildim. Arkamdan mı geliyordu bu adam yahu!

Belimin kenarından geçerek tezgaha yaslanan kollarıyla iyice kapanına girmiştim. "Evet, devam et," derken sırtıma değen gövdesi yüzünden ellerim titriyordu. Oğuz Kağan kucağımda eline verdiğim kaşıkla oynuyordu. Enseme değen saçlarımı omzuma doğru iteledi. "En son benim hakkımda bir şeyler söylüyordun?" derken nefesi ensemde bir yangın başlatmıştı.

"Ulan bari yeğenimi cilveleşmenize alet etmeseydiniz!"

Tuğrul yine bizi basmıştı.

Berceste anlık mood: Tuğrul bizi bi sal artık sjsnsjs

Booolca Berceste ve Akif Karan'lı bir bölüm oldu. Severek okuduğunuzu umuyorum. Akif'in Berceste'ye olan ilk izlenimlerini de birazcık da olsa anlamış oldunuz. Hızlı ilerliyormuşuz gibi gelmesin, kurgumuz bol olaylı olacak. Henüz hikayenin ikinci ana kadrosuyla tanışmadık.

Neyyyse, bu bölüme gelecek olursak,

Bebiş bizimkilere yol yapıyor. Oğuz Kağan yavrum her şeyden bir haber shsjsjsj Amcası "Aba'sını" götürüyor :)

Kaynana-gelin ilk görüşmeyi gerçekleştirdiler. Nasıldı Berceste'miz.

Gelecek bölüm belki biraz ortalığı karıştırabilirim, kemerleri sıkı bağlayın 🧚‍♀️

Akif Karan'la baş başa oldukları sahneleri yazarken deli gibi heyecanlanıyorum, ne oluyoruz ayol sjsjsj Bu heyecan size de geçiyor mu?

Bölümü bir emojiyle anlatsanız bu ne olurdu? Bence bol ❤ 'li...

Karakterleri bir emojiyle anlatın 🖤

Akif Karan Alphankara

Berceste Akıncı

Defne Bozkurt

Argun Bozkurt

Tuğrul Kılıç

Oğuz Kağan Bozkurt

Görüşürüz... 7.6.2020

Continue Reading

You'll Also Like

134K 9.4K 41
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.
664K 41K 26
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
LALO By Kara Gül

General Fiction

355K 24.5K 27
☘️Günçiçek▪️Fırat☘️ Gözlerinden akan yaşlarla, otuzlarında olan kadını karşısına dikildi "Sen ne arıyorsun burda? Anlamıyor musun ben ne kırkındaki...
642K 22.2K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...