ASİ

By sevval_yelen

41.3K 2.2K 1K

Mutsuzluğa esir düşen huzursuz hayatta, acılar içinde kıvranan iki ruhtu onlar, birbirine sarılacak olan... K... More

ASİ
10.02.98
1. EPİSODE: -LAV IRMAKLARI-
2. EPİSODE: -YILDIRIM ÖFKESİ-
3. EPİSODE: -UYKUNUN NABZI-
4. EPİSODE: -SÖNEN YILDIZLAR-

5. EPİSODE: -ÖLÜ LEBLER-

2.2K 149 160
By sevval_yelen

Merhaba, uzun bir zaman sonunda ben geldim ve içime sinen uzun bir bölümle geldim.

Düşüncelerinizi merak ediyorum. Yorumlarınızı, hele ki eğlenerek okuduğum paragraf arası yorumlarınızı hevesle bekliyorum.

Bölüm şarkıları;

Coldbones - Far From Living
God Is An Astronaut - Age Of The Fifth Sun
God Is An Astronaut - Point Pleasant
Nevermind The Name - Clouds

¤¤¤

5. EPİSODE: -ÖLÜ LEBLER-

Biraz, yılgın ve bitkindim. Ciğerlerime birikmiş acı, irin dolu bir ödem gibi nefesimi güçleştiriyordu, varlığından şüphe etmeye başladığım ruhum fazlasıyla acıyla bütünleşmişti. Öyle ki, bir ruh bu kadar acı olamaz ve bu kadar acı veremezdi. Yaşamaktan yorulmuş halimin başka açıklaması yoktu... Bazen nefes almak zor gelirdi, aldığın nefes önce ağzında acı bir tat bırakır, ciğerlerine dikenlerini batırarak yara yara ilerlerdi. O dikenler irin dolu acı ödeminin bedenime nüfus etmesine neden oluyordu.

Yorgunluğuna rağmen insan, doğasının gereği merak ederdi. Ben çoğu zaman arınmış merakımla rahattım, hatta insanların iğnelemelerine maruz kalır ve umursamazdım fakat şimdi karşımda oturan adamın arabada sorduğum soruya vereceği cevabı merak ediyordum.

"Neden hâlâ lisedesin?" diye soran Deniz'le bakışlarımı bacaklarıma sürtünen kediden çekerek kuzenime çevirdim. Benim ilk gördüğümde dikkat etmediğim konuya Deniz ilk görüşte müdahale etmek istemişti. "Genelde askerden kaçmayı üniversitede yaparlar."

"Henüz bitmeyen işlerim var." diyen Merih'e baktığımda gökyüzü gözleri kısılmış koyu kirpiklerinin arasında gizleniyordu, kaçmaktan ziyade avını izleyen bir kurt gibiydi. Avının en zayıf noktasını belirlemeye çalışıyordu ve belirlediği an saldırmaktan geri durmayacaktı. Asla izin vermezdim.

"Kaç yaşındasın?" Deniz'in sorusuyla gözlerimi devirmek isterken kendimi tuttum fakat meraksızlığıma küçük Mira gözlerini gösterişle devirdi, dikenli tellerin arkasında merakla duyacağı cevabı bekliyordu.

Gökyüzü gözler alayla parlarken güneşin ayı kandırışını izledim, ölü dudakları kıpırdamazken gökyüzündeki yıldızlar alayla kahkaha atarak titriyorlardı. "Yirmi beş yaşındayım."

Yüzümün önüne gerilmiş ifadesizlik duvarına sığınarak şaşkınlığımı gizledim, bakışlarım gözlerinden ayrılarak yüzünü inceledi, izler oradaydı ve geçmişin sırlarını taşıdığına emindim. O, rengini gökyüzünden alan gözlerinde çok sır gizliyordu, binlerce yıldızın cesetleri vardı.

Evet, on sekiz yaşında olmadığını anlamıştım ama benden sekiz yaş büyük olduğunu hiç düşünmemiştim. Yaşın ne önemi vardı ki? Yıllarını tecrübelerle ve acılarla doldurmadan büyüyemiyordun...

Fazla büyümüştüm... On yedi yaşında bir genç kıza göre çok çabuk büyümüştüm. Aslında her insanın şu yaşta büyüdüm ya da hayatı anladım dediği bir yaş vardı. Ben üç yaşında anlamıştım. Üç yaşında. Sadece üç...

Deniz'in sallanan bacağıma koyduğu eliyle bakışlarımı ona çevirdiğimde endişeli bakışlarıyla gözlerimi hızlıca kırpıştırdım ve farkında olmadan sallamaya başladığım bacağımı durdurarak sertçe yutkundum. Deniz'in soran gözlerine bakarak başımı onaylarcasına salladım ve ayağa kalktım.

"Yüzümü yıkayıp geleceğim."

Bakışlarımı Merih'e değdirmezken onun soğuk bakışlarının ürpertisi bedenimde geziniyordu. Arkamı dönerek tuvaletlerin olduğu yere ilerlerken Merih'in kaç yaşında büyüdüğünü düşündüm, çocukluk yıllarında olduğu kesindi. Alnındaki izler yılların da emarelerini taşıyordu.

Kadınlar tuvaletinin kapısını açarak içeri girdiğimde yalnız olmanın verdiği rahatlamayla aynanın karşısında durarak gözlerime baktım, yorgun olduğum kadar yıkılmaz olduğum da belliydi. Esasında çoktan yıkılmamış mıydım?

Beni tek yıkabilecek olan annemdi, o büyük ve koşulsuz sevgimi ona vermiştim. Bilerek asla yapmazdı, biliyorum ama onun koruyuculuğuna soyunan beni yıkmıştı...

Ela gözlerimdeki yeşil hareler çoğalırken etrafının kızarıklığı sıcak acıların ifadesizlik bariyerine dayandığını haber veriyordu, gözlerimi sertçe kapatarak önümdeki çeşmeye elimi uzatıp su akmasını sağladım ve avucumun içini suyla doldurarak yüzüme sertçe vurdum.

Kirpiklerimi aralayarak su damlalarının yüzümden inişini izlerken sol gözümün kenarından bir damla sıcak acı da onlara katıldı, hızla doğrularak kenardaki makineden kâğıt peçete alıp yüzümü sakince sildim. Yaşadıklarım benim kadar anneme de iz bırakmıştı ve ben onun yerinde olsam uyanmak istemezdim ama annem ben değildi ve o bir anneydi.

Yaşama devam edebilmem için annem uyanmalıydı. Belki bencilceydi ama uyanmalıydı.

Ruhumdaki çalkantı ve zelzelelerin anlaşılmayacağı kadar sakin adımlar atarak tuvaletten çıkıp Deniz ve Merih Silahtar'ın oturduğu masaya yürüdüm. İlk gördüğüm hızla bana dönen gökyüzü oldu, oturuşundaki rahatlık bir nebze bozulmuş ve huzurluk ona bir anlık uğramış gibiydi fakat beni görmesiyle iri bedeni ihtişamla oturduğu sandalyede dikleşti.

Masanın yanına ulaşarak Deniz'in yanına oturduğumda tenindeki solukluk dikkatimi çekerken bakışlarındaki donukluğu fark etmem çok sürmedi, elimi koluna koyarak dikkatini üstüme çektiğimde gözlerine sorarcasına baktım fakat başını onaylamazca yukarı kaldırarak benim aksi yönüme çevirdi.

Benim yokluğumda bir şey olduğu belliydi fakat Deniz'in ona benim hakkımda bir şeyleri anlatmayacağına emin olduğum gibi Merih Silahtar'ın da kendi hakkında Deniz'in bu garip hale bürüneceği şeyler anlatmayacağına da emindim.

"Sorun ne?" diye sordum ve bakışlarımı masaya indirerek ahşaptaki damarları izlerken soğumaya başlayan kahvemden bir yudum içtim.

"Sorun yok, konuşuyoruz."

Deniz'in cevabıyla tek kaşımı kaldırıp inanmadığımı göstererek tekrar hızlı bir şekilde ifadesizliğime geri döndüm. Merih'in ağır bakışlarını üstümde hissederken masayı inceleyen gözlerimi ona çıkararak sorarcasına baktım fakat aldığım tek yanıt gecenin fazla karanlık olduğuydu. Gecenin gizledikleri bir bilinmezdi, tıpkı söndürdüğü yıldızlar gibi...

"Ben sıkça İstanbul'a geleceğim. Bu şey," derken Deniz eliyle Merih ile beni gösterdi ve tanım bulamıyormuş gibi birkaç saniye durdu. "...oyun. Bu oyunu bozmak istemiyorum fakat varlığımı kimse engelleyemez."

Deniz alttan alttan Merih'i uyarırken durumdan sıkılarak sertçe nefesimi verdim ve uyaran bakışlarımı kuzenime çevirdim, onu uyarmasına gerek yoktu. Masanın üstünde öylece duran el, parmak uçlarını masaya vurarak ses çıkmasına sebep olduğunda Merih Silahtar'a baktım, kısık ve etrafı morarmış gözleri Deniz'i izliyordu.

"Ona," derken sağ elinin iki parmağı benim olduğum yönü gösterdi. "...olan davranışlarına dikkat ettiğin sürece kimse seni engellemez."

Merih Silahtar'ın sözleriyle Deniz nefesini burnundan sertçe üflerken, gülme benzeri çıkan ses tamamen alay barındırıyordu. Tek kaşını kaldıran kuzenim sorarcasına bakmaktan uzaktı, gri gözleri karşısındaki gökyüzüne baş kaldırıyordu ve içinde bulunduğum karmaşıklık bunun en büyük sebebiydi, bulunduğum durumdan memnun değildi fakat bunu Merih'e karşı çıkarak çözemezdik.

"Deniz," diyerek araya girdiğimde gri gözleri öfkenin kuşandığı silahlarına karşı endişenin kalkanını kaldırarak gözlerime baktı. "O, sevgili sanılmamızdan bahsediyor." Sözlerim bittiğinde sorarcasına Merih'in gökyüzüne baktım ve başıyla onayladığını gördüğümde dudaklarımı ıslatarak Deniz'e baktım.

"Aynı masada oturuyoruz, hiç kimse gavat olmadığı sürece sevgilisine takılan adamla aynı masada oturmaz." diyen kuzenimin kolunu masanın altından sertçe uyarırcasına sıkarken sol dirseğimi masaya yaslayarak başımı elime bıraktım. "Gavat olmadığına göre?" diye sorarcasına konuşan Deniz'le elimi alnıma bastırarak çektim ve başımı onaylamazca salladım, çok saçma bir konu dönüyordu.

Merih Silahtar, sebebini bilmediğim bir şekilde beni koruyordu ve Deniz tutmuş adama saçma sorular soruyordu. Bir de benim Merih Silahtar'ın işlerini çözmek için aldığım görev vardı...

Ela gözlerim önündeki camın buğulanmasını bekleyerek Merih'e döndü, onu sinirli görmeye hazırlıklıydım fakat beni yanıltarak sakince arkasına yaslanmış Deniz'e bakıyordu. Gözlerinin arkasındaki perdeye saklanmış gerçek görülmeyecek kadar şeffaftı.

"Onu korumaya çalışırken fazla saldırgan oluyorsun, bu onu daha çok yıpratır." derken kullandığı ses tonunun sakinliği bir an yüzünde huşu dolu bir tebessüm oluşmasını beklememe neden oldu fakat dudakları her zamanki ifadesizliğinde bir taş parçası gibi duruyordu. Bir an, sadece bir an dudaklarının ısısını merak ettim, sıcak mıydı, yoksa göründüğü kadar soğuk mu? "Ve gavat olmadığım iyi bilinir."

Deniz onun söylediği sözlerle gözlerini kısarken bakışları bir an beni buldu fakat hızla geri çekerek ellerini masanın altında kenetledi, beni üzmekten korktuğunu biliyordum. Kolunda öylece duran elimi eline indirerek üstüne hafifçe vurdum, beni üzmüyordu. Deniz anlardı ve yine anladı.

"O zaman sorun da çıkmaz demektir." dediğinde Deniz elini ters çevirerek elimi sıkıca tuttu ve gözlerime bakarak tebessüm etti.

"Tam da bundan bahsediyorum, kuzen gibi davran." diyen Merih Silahtar'la kaşlarımı çatarak bakışlarımı ona çevirdim, yüzümün ifadesizliğinden sıyrılmasından memnun olarak arkasına yaslanırken milyonlarca yıldızın bizi izlediği gökyüzü gözleriyle masanın altındaki ellerimizi gösterdi. Bulunduğu konumdan görmesi pek de mümkün değildi.

Küçük Mira, Merih'in bu hareketinden hoşnutça kıkırdarken arkasındaki pürüzlü duvara yaslanarak bizi izlemeye başladı, ayaklarına batan taşlar ya da yumuşak ve narin tenine değebilecek dikenli teller umurunda değildi. İlk kez onun varlığından haberdar olan adamı izlemek istiyordu.

"Abisi gibi davranıyorum, ben onun her an yanındayım." derken elini elimden çeken Deniz kolunu omzuma sararak beni kendine çekti ve tek kaşını kaldırarak Merih'e meydan okudu fakat tek sorun vardı ki, Merih Silahtar'a meydan okuması için bir sebebi yoktu.

Merih umursamazca masanın üstündeki elini savururcasına havaya kaldırıp indirdi ve heybetini bakışlarından bile kabullendirmeye çalışırcasına bize baktı. "Ben görüneni söylüyorum ve görünen benim için önemli değil."

Sözleriyle kısılmak isteyen gözlerimi engelleyerek dişlerimi birbirine bastırdım. Görünenin sonuçları sizi ilgilendirir diyordu, daha da doğrusu Deniz ve beni görenlerin çıkardığı sonuçları benim yaşayacağımı ima ediyordu. Alayla gülümseyerek Deniz'in kolunun altından çıktım ve masanın üstüne biraz eğilerek Merih'e yaklaştım.

"İki gün önceki gücüne ne oldu? Beş dakika yanında oturmam yetmişti." dediğimde sesimin tonundaki kısıklık asla güçsüzlük değildi, hatta tersine sinsi bir çatışmayı vaat ediyordu.

Merih'in gözlerinde birkaç yıldız kaydığında orada intihar eden yıldızların hikâyelerini bilmek istedim, uzun uzun dinlemek ve belki de onlar yerine ağlamak... Gökyüzü gözlerindeki parlaklık bir tebessüm vaat ediyordu. "İstisnalar, burası bar değil."

Haklıydı, burası o gün geldiğim kafeydi, içerisi kedilerle doluydu ve bazı insanlar köpeklerini gezdirmeye çıkardığında, dostlarıyla beraber burada rahatça oturabiliyordu. Ortamın sıcaklığı ve rahatlığı hoşuma gitmişti. Burada bana zarar verecek insanlar yoktu ki gerekli gözdağını verebilmiş olsun.

"Bara gidelim o zaman." dediğimde Deniz'in şaşkın bakışlarını üstümde hissederken Merih ifadesizlik maskesini yüzünden düşürmeden tek kaşını kaldırarak beni incelemeye başladı, o kadar dikkatliydi ki irislerimin arkasındaki buğulanmış camı gökyüzündeki pençeleriyle kaldırarak bana dair her şeyi öğreneceğini düşündüm fakat bunu imkânsızdı. Bu yaşıma kadar gizlemeyi çok iyi öğrenmiş biriydim ve karakterimdeki ketumluğa eklenen eğitimler vardı. Biz ölmek için yetiştirilmiştik...

"Asi," diyen Deniz'le bakışlarımı Merih'ten çekmeden devam etmesi için başımı onaylarca salladım. "Kalabalık iyi bir fikir mi?" Fazlasıyla sessiz olan sorusunu Merih'in de duyduğunu biliyordum, bazen bu adamı hafife aldığımı düşünüyordum. Soruyu duymasını umursamadım, barda daha fazlasını yaşadığıma şahitlik etmişti.

"Bir sorun olmaz." diyerek bakışlarımı Deniz'e çevirdim ve anlaması için tek kaşımı kaldırarak baktım. "Hem gerekli."

"Asi?" diye sorarcasına konuşan Merih'i duyduğumda bakışlarımı Deniz'in anlayışla kırptığı gözlerinden çekerek Merih'e çevirdim, o kadar çok benimsemiştim ki ismim gibi algılayarak seslenen kişiye yadırgamadan bakıyordum.

"Laf dinleyen biri gibi mi duruyor?" diye soran Deniz, çenesiyle beni gösterdiğinde tebessüm ettim. "Biz Mira'ya Asi deriz."

İsyanıyla gurur duyan bir komutan gibiydim; yakacağım, aldığım ya da alacağım canlar umurumda değil gibiydi. Belki de çocukluğumda çok kez canım alınmıştı, bu yüzdendi bu umursamazlığım. Bu yüzdendi isyanım. Her çocuğun umudu olurdu ve hepsi o umutlara benliğini bağlardı, ben canımı bağlamıştım. Benliğim annemi mutlu etmeye adanmıştı ve her gülüşünde bana bahşettiği canı umutlarımla kaybetmiştim.

Yüzümde soluklaşan tebessüm, umudunu kaybetmiş bedenden uçan bir ruh misali yok olurken bakışlarımın daldığı ellerden gözlerimi çekerek ellerin sahibine baktım, gökyüzü gözler beni görmeye çalışıyordu. Göremezsin, demek yerine başımı onaylamazca salladım.

"Deniz'in ne kadar kalacağı belli değil, müsait olduğun ilk fırsatta gidelim mi?"

Sorumla ince ceketinin cebinden telefonunu çıkararak bir süre onunla ilgilendi, ben de Deniz'e dönerek tebessüm ettim, o barda geçireceğim ikinci akşam için planlarım vardı ve kuzenimin bana severek yardım edeceğine emindim.

"Bu akşam gideriz," derken duraksadı ve telefonunun ekranını kilitlerken bakışlarını bana çevirdi, gökyüzü bir hortum çıkararak beni de içine çekmek isterken aldığım nefesin boğazımı yakışını hissettim. "Asi."

Gözleri ifadesizliğinden ya da gizlendiği o zifiri geceden sıyrılarak beni anlamak için bana yaklaşırken sakladığı sırlar oradaydı, izleri ve geriye bıraktığı acılar belirgindi fakat her şey o kadar açıktı ki hiçbir şey çözülmüyordu. Ölü dudaklarını birbirine bastırarak beni görmek için bakarken dişlerimi birbirine bastırarak bakışlarımı gözlerinden çekmedim.

Sen çözülmesi zor bir adamdın Merih Silahtar ama ben de seni çözecek, o zor kadındım.

¤¤¤¤¤¤

Yaşadığım acılarla dirayet kazanan aklımdan geçen planlar beni neye sürükleyecekti, bilmiyordum ama küçük Mira tüm bunlara karşı çıkıyordu. Bu defa onun başlattığı isyanın tek sebebinin, kendisinden haberdar olan adamı kaybetmemek olduğunu düşünüyordum. O adamı kazanmadığının farkında bile değildi...

Bu gece bara gittiğimde, Merih Silahtar'ın odasına girecektim ve Şef'in istediği gibi yaptığı işlerden kalan birkaç delil arayacaktım. Bunun için MİT'in bünyesindeki grubumuzun bilişim uzmanı Ceyhun, bana yardım edecekti. Ceyhun aynı zamanda Fuat Ağabey'in de yanında görevliydi. Derin devletin verdiği işleri mafya olarak görünürken istedikleri gibi hallederdik.

Aslında tüm gücümü Fuat Ağabeyle tanışarak kazanmaya başlamıştım. İzmir'de mafya olarak bilinebilirdik, önemli de değildi ama aslında MİT'in bünyesindeki o özel gruptuk ve ben bir görevde ölürsem şehit olacağım için fazla mutluydum. Hatta bunu bekliyordum...

Detayların zihnimden silinmesine çekinerek planı tekrar ettim, bir şeyleri unuttuğumu hissediyordum ama bunların ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ceyhun'un bana anlattıklarına göre, barın güvenliğini şüphe edilecek şekilde fazla iyi yapmışlardı ve bütün kameralar bir anda devre dışı bırakılmıyordu. Bu biraz beni zorlayacaktı ama hızlı olmamla çözülebileceğini düşünüyordum.

İstanbul'a arabayla geldiğimiz için yanıma alabildiğim kulak içi kulaklığı taktım ve koltukta oturmuş beni izleyen Deniz'in grilerini yok sayarak Ceyhun'un bizim için özel kurulan iletişim uygulamasından attığı, kameraların planını inceledim.

Deniz ayağa kalkarak yanıma gelip yatağın üstündeki çantamın içine baktı, birkaç tane daha teçhizat malzemesi ve adıma kayıtlı silah vardı. Planı incelemeye devam ederken çantanın içine uzanan elini tutarak durdurdum ve soru işaretlerinin bulutlara yerleşen gri gözlerine baktım.

"Parmak izin olmasa iyi olur kuzen, silmeye vakit bulamayabilirim." Sözlerimle bakışlarını üstümden çeken Deniz, çantaya uzanan elini elimden çekerek çantanın fermuarını kapattı.

"Bunu iyi bir yere sakla, kimsenin görmeyeceğinden de emin ol Asi."

Kamera planını kapatarak dikkatimi tamamen gri gözlere verdim. "Kasa var, oraya koyuyorum." dediğimde başıyla onaylamasıyla ela gözlerimi aynaya çevirdim. Siyah yüksek bel, dar kot pantolon bacaklarımı sıkıca sarıyorken, üstüme giydiğim bordo kısa tişört hareketlerime bağlı olarak tenimi açığa serebiliyordu. Kirpiklerime sürdüğüm rimel ve dudaklarımdaki bordo rujla makyajım tamamdı.

"Yakalanırsan ne olacak?" diye soran Deniz'in sesindeki endişenin görkemiyle bakışlarımı dağınık görünen saçlarımdan çekerek gözlerine baktım. "İş için her şeyi yaparız Asi. Yalan söylemem diye tutturma."

Parmaklarımı saçlarımın arasına sokarak tararcasına arkaya doğru atıp soluma düşmelerine izin verdim, sıkıntıyla verdiğim nefesim bir nebze bile heyecan taşımazken karşımdaki Deniz fazlasıyla heyecanlı görünüyordu. "Kelime oyunu bu yüzden var kuzen, ben de biraz(!) başarılıyımdır."

Deniz dudaklarının kıvrılmasına müsaade ederek kolunu omzuma sardı ve gri gözlerini ela gözlerime kenetleyerek gücünü bana vermek ister gibi baktı. "Kalabalıktan ya da başka bir sebepten kötü olursan hemen çıkarız. Görev için zorunlu hissetme kendini."

Acıdığını bildiğim kalbimle ona bakarken derin nefes alıp başımı sallayarak onayladım, beni bu kadar uyarmasının ve benim için endişelenmesinin sebebi son yaşadığımız olayların üstümde bıraktığı etkiydi. Henüz o etkilerin sonuçlarını açıkça görememiş ve çözememiştik, çözdüğümde atlatmış sayılacaktım. Çözebilecek miydim? Asıl derdim buydu. Verilen görev, Merih Silahtar'ın ne iş yaptığı, beni endişelendirip telaşlandırmıyordu.

"Çıkalım hadi." diyerek siyah kot kumaşından, gömlek benzeri ceketimi aldım ve kapıya yöneldim. Deniz arkamdan odadan çıkarken cebimdeki telefonum titredi, ceketi omzuma atarak merdivenlere ilerlerken telefonumu çıkararak gelen mesaja baktım, Merih'tendi.

Gönderen: 053********
Sizi alayım mı? Kendiniz mi geleceksiniz?

Fazla mı ilgiydi? Düşüncemle küçük Mira zihnimde yankılanan kıkırtısını serbest bırakırken saç diplerimde başlayan uyuşmayla derin nefes alarak merdivenleri inmeye başladım. Gri gözlerin beni izlediğinden haberdarken adımlarımı yavaşlatarak parmaklarımı ekranda oynattım.

Gönderilen: 053********
Geliyoruz.

Deniz'in ayarladığı bir arabayla gidecektik ve böylesinin daha rahat olacağından emindim. Merih Silahtar'ın yanında fazla durmak istemiyordum, okulda hissettiğim kasvetli duygular benliğimi tekrar kuşatırken kendimi sorgulamaktan geri tutamadım. Bir adamın bir kadına dokunurken neden bu kadar rahatsızlık derecesinde kasılacağına anlam veremiyordum.

Küçük Mira, nehrin kenarındaki taşlara bakarken, dolan gözlerini yapboza çevirdi, Merih Silahtar'ın hayatının yansıdığı yapboza... Çocukluğum çocukluğuna elini uzatmak ve onu kaldırmak istedi. Oysa koca gökyüzünü gözlerinde taşıyan ve o gökyüzünde cesetler taşıyan adam düşmüş müydü?

"Nereye gidiyorsunuz Mira?" diye soran Levent Bey'le zihnimdeki gürültülü sessizlikten çıkarak yeşil gözlere baktım, her çizgisine merakı işlemiş ve sorularının cevabını isteyen kararlılığını gözbebeğine kazımıştı.

"Kafamızı dağıtacağız biraz." diyerek önünde durduğumuz kapıyı açan kuzenimle, Levent Bey'den bakışlarımı çekerek dışarı çıktım. Deniz benim yerime cevap verirken, ben sanki isyanımı verdiğim cezalarla devam ettiriyordum. Sesimden mahrum bırakıyordum, tıpkı yıllardır beni varlığından mahrum bıraktığı gibi...

Bahçedeki korumaların bakışları istemsizce bizi izlerken, varlığıma alışamadıklarını irislerinde hükmünü koruyan şaşkınlıktan anlıyordum. Nefesimi burnumdan seslice verirken, kendimle dalga geçiyordum. Ben hayattaki varlığıma, yaşamaya alışabilmiş miydim?

Korumanın açtığı demir kapıdan çıkarken arkamdaki koca eve bir daha girmek istemiyordum ama son zamanlarda fazlasıyla istemediklerim oluyordu. Kapının önündeki siyah arabanın kilidini açarak sürücü koltuğuna yerleşen Deniz'le ön yolcu koltuğuna oturdum.

"Gaddarlaştığımı hissediyorum."

Elalarımın önündeki cama lav nehrinin buğusunun kaplamasını bekleyerek bakışlarımı gri gözlere çevirdim, çocukluğumu bilen Deniz'den bile duygularımı saklardım. İkimiz de istihbaratın bünyesinde çalışan insanlardık ve gördüklerimiz ya da görmeye hazırlandıklarımız bizi gaddarlaştırıyordu. Yine de Deniz'in bu söylediğine anlam veremeyerek gözlerime soru işaretlerinin yansımasına izin verdim.

"Seni görmesini asla istemiyorum. Çocukluğunda sana veremediği babalık duygusunu tatmasını asla istemiyorum."

İfadesizliğe boğulan yüzümü çevirerek elalarımı yola sabitledim, zihnimde yankılanan hıçkırık benliğime aitken küçük Mira'nın lav nehri kenarında cenin pozisyonunda ağlaması canımı yakıyordu. Kalbimde herhangi bir şey hissedemezken bunu uyuşukluğa bağlıyordum, çok acıyordu ve bu yüzden hissedemiyordum.

Navigasyona yazılan isim sayesinde sorunsuzca yol almaya başladığımızda kararan gökyüzüyle puslanan yolları izledim. Yoldan geçen arabaların içinde, kaldırımda yürüyen insanlarda, hepsinde ayrı bir hayat hikâyesi vardı ve belki bazıları da hayatının monotonluğundan yakınıyordu. Yaşadıkları yıllara rağmen hissedemedikleri duygular vardı, belki de...

Ben hissettiğim ya da hissedemediğim duyguların tam olarak ne olduğunu çözemiyordum. Yıllarca piç dendiğim için, Levent Bey'e kin mi güdüyordum? Beni intihara sürükleyecek travmalara neden oldukları için insanlara nefret mi besliyordum? Hepsi anlamsızlaşmıştı, annem yanımda yoktu.

Gözyaşlarını silebilmek için gözyaşlarıma küstüğüm annem yanımda değildi.

Pınarlarına acı sürülmüşçesine gözlerim yandı, sıcak acılar elalarıma doldu ama taşmasına müsaade etmeyerek başımı koltuğa yasladım. Aldığım derin nefes ciğerlerime acıyı saplayarak yara izlerime yeni yoldaşlar ekledi. Ensemdeki ağrı ve karıncalanmayı dağıtabilmek için saç diplerimi sakince kaşıdım. Dikkatimi yapacağım işe vermem gerektiğini bilirken cebimdeki telefonumu çıkararak Ceyhun'un numarasını hızlıca yazdım ve aramayı başlatarak kulağıma götürdüm.

"Alo." diye mırıldandığında klavyeden gelen tuş sesleriyle her zamanki gibi bilgisayar başında olduğunu anlarken aramayı cevaplama şekliyle hoşnutsuz bir nefes verdim.

"Ceyhun her şey tamam mı?"

"Asi, Şef'in izniyle yeni kod yazdım. Bütün kameraları olmasa da birkaçını aynı anda devre dışı bırakabileceğim." Onaylayan bir mırıltı çıkardığımda duyduğumdan memnun olduğumu açıkça belli ettim. "Odalarda herhangi bir kamera olmadığından eminim ama görüntüyü sadece otuz saniye dondurabiliyorum, yarım saniye içinde yenilenir ama kameralar sürekli izleniyor mu, hiçbir fikrim yok. Şef hızlı olmanı istiyor."

Bu demekti ki, koridoru geçip şifreyle odaya girebilmem için sadece otuz saniyem vardı. İmkansız değildi ve Şef tehlikeye atılmamızı istemiyorsa inisiyatif kullanamazdık, her ne kadar bazen Şef'i kızdırıyor olsam da genellikle sözlerine uyuyordum.

"Tamam, ben seni ararım, sonra kulaklıktan yönlendirirsin."

"Tamam Asi. Herhangi bir şeyde risk alman istenmiyor." Ceyhun'un sözleriyle ifadesizliğimi görkemli bir göz devirmeyle bozdum. Niyetim Mehmet Şef'in sözlerini sorgulamak değildi asla ama kendisi benimle iletişim kurmayarak Ceyhun'la bilgi verirken içimdeki kuşku artıyordu. Kamera sistemi için yeni kod yazılmıştı... Çok mu önemliydi, anlamıyordum ve bir yandan sorgulamamam gerektiğini kendime hatırlatmama rağmen başaramıyordum.

Merih Silahtar'ı sorgulamalısın, onu ve onun yaptığı işleri...

Kendime tekrar yaptığım hatırlatmayla onaylayan şekilde mırıldanarak telefonu kulağımdan indirdim ve aramayı sonlandırarak kaydını sildim. Deniz'in sorgulayan bakışlarını üstümde hissettiğimde telefonumu küçük bir uğraş karşılığında arka cebime koyabilmiştim.

"Beni yormadan aklından geçen soruyu söylesene işte." diye mırıldandığımda hoşnutsuz bakışlarım yolu izliyordu. Deniz sormamı istiyordu ve ben bazen konuşmak istemiyordum.

"Yakalanırsan ne olacak?"

Buğulu camın arkasında kalan gözlerimin fazla donuk gözüktüğü bilerek gri gözlere baktım, dikkatli bir şekilde arabayı kullanırken bana anlık bakışlar atıyordu. "Yakalanmayacağım."

"Her ihtimale karşı bir bahane düşün, o adam fazla garip Mira." Adımı fazlasıyla ciddi bir tonda söyleyen kuzenim başımla onaylamamı izleyerek bakışlarını yola çevirdi, ciddi olduğu ya da önemli olan konularda adımı söylerdi ve anlaşılan Merih Silahtar hakkında düşünceleri vardı ki bu konuyu önemsiyor ve ciddiye alıyordu.

Zihnimin farklı düşüncelerle dolmasını istemediğim için Deniz'in garip diye tanımladığı özellikleri sormayı erteledim fakat soracaktım, benim görmediklerimi görmüş olabilirdi.

Kapısında uzun bir kuyruk uzanan barın önünde durduğumuzda siyah gömlekli korumalardan biri arabanın içine baktı ve gözlerimiz kesiştiğinde hızlı adımlarla arabaya yaklaştı. Yüzümde sabit tuttuğum ifadesizlik maskesiyle yaklaşıp kapıyı açmasını izledim.

"Hoş geldiniz Mira Hanım." dedi ve bakışlarını sürücü koltuğunda oturan Deniz'e çevirdi. "Arkadaşlar arabayı otoparka götürecekler. Buyurun." Açtığı kapının önünden tamamen çekilerek arabadan inmem için beklerken bakışlarının dümdüz karşıyı izlemesiyle aldığım nefesi sakince verdim. Merih Silahtar'ı küçümsemiş miydim? Sanmıyordum.

Arabadan inerek uzun kuyruğa bakmadan kalkan benzeri motifler taşıyan kapının önüne ilerledim, Deniz de yanıma gelirken keskin bakışları etrafı inceliyordu. İki gün önce Merih'le girdiğim kapıdan girerek geçtiğimiz karanlık koridorda ilerledim.

"Kesin büyük bir iş yapıyor, mekân fazla iyi." Deniz'in grileri kısılmış, barın içini dikkatlice incelerken merdivenlere ulaştığımızda müziğin sesi kulaklarımıza geliyordu.

"Bakalım, yakın zamanda öğrenmeyi amaçlıyorum." derken tek parmağıma astığım ceketimi omzuma atarak sakin adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Deniz yanımda inerken keskin bakışlarım içerideki kalabalığı arşınladı, herhangi bir atak daha yaşamak istemiyordum, hele ki operasyon öncesinde.

"Kalabalıktan rahatsız olduğunda çıkarız. Kendini zorlama." dediğinde durarak cevabını istercesine gözlerime baktı, geçirdiğim krizlerde hep yanımda olduğu için fazla dikkatli ve şu sıralar tedirgindi.

"Tamam kuzen, hadi." Başımla işaret ettiğim bara birkaç adım sonunda girdiğimizde birden mekânda parlayan kırmızı ışıkla gözlerimi kısarak içeride dolandırdım, geçen gün gittiğimiz locaya baktığımda Merih ve çetesi oradaydı.

Deniz'in koluna dokunup gideceğimiz yeri gözlerimle göstererek yürümeye başladım fakat dans eden insanların arasından geçmek zorlaşırken omzumdaki elimi indirerek ceketimi avucumun içinde sıktım. Deniz hemen arkamdan gelirken birkaç kadının yolunu kestiğini duyarak gözlerimi devirdim ve dans ederken bana çarpan bir adamı kolumla iterken kahverengi gözlerine sertçe baktım, elini havaya kaldırarak özür diledi.

Bedenimde bir anda başlayan ürpertiyle bakışlarımı adamdan çekerek locaya baktım, Merih oturduğu koltukta fazlasıyla rahat ve görkemli görünürken gökyüzünü anımsatan gözleri üstümdeydi. Gözlerini çevreleyen mor halka uzaklığa rağmen kendini gösterirken yüzündeki ifadesizlik sorgulamanızı engelliyordu. Ulaşılmaz ve sorgulanamaz gibi görünüyordu. Gücünü ona baktığınız an görebilecekken o hissettiriyordu. Adımlarım locaya ilerlerken sol dizine kaldırdığı sağ ayağını indirerek ona yaklaşmamı izledi. Kendilerini locadaki adamlara göstermeye çalışırken cüretkârca dans eden kadınların arasından geçerek basamağı çıktım ve çeteye baş selamı vererek Merih'in yanına geçtim.

Gökyüzü gözler beni incelerken yanında yer olmasına rağmen biraz kenara kaydı ve oturacağım tarafa uzattığı kolunu indirmeden başıyla selamladı. Merih'in hareketi hoşuna gitmiş olacak ki küçük Mira'nın kıkırtısı zihnimde yankılandı. Aldığım nefesle koltuğa oturarak ceketimi yanıma bıraktım ve locanın önüne gelen Deniz'e baktım, sırtımı koltuğa yasladığımda saçlarım Merih'in koluna dokundu, teninin sıcaklığını ensemde hissederken kolunu çekmedi.

"Nasılsınız?" diye sorarak bakışlarımı çetenin üstünde gezdirirken Selim'in gözlerinde durdum, yüzündeki tebessümle beni izliyordu. İfadesizlik maskemi indirmeyerek tebessümünün sebeplerini görmezden geldim.

"İyiyiz, sen nasılsın?"

"Aynı." derken gözlerim Deniz'i aradığında gördüğüm manzarayla kaşlarımı çattım, bir kadınla dans ediyordu ve mimiklerinden eğlendiği fazlasıyla anlaşılıyordu. Başımı onaylamazca salladım. "Tek fark çapkın kuzenim geldi."

Elalarımı kuzenimin üstünden çekerek Selim'e baktığımda Deniz'i izlerken gülüyordu, Deniz'in farklı bir enerjisi vardı. Etrafındaki insanları, bu bensem bile gülümsetebiliyordu. Dudaklarım kıvrılırken bedenimde süren ürpertiyle bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim, gökyüzü dudaklarıma dokunurken küçük tebessümüm sakince silindi. Kara bulutlar varlığını korurken onları fırtınayla uzaklara savurmuş öylece bana bakıyordu, fırtınasıyla beni kendinden koruyordu.

Yüz hatlarını belirginleştiren kirli sakalı biraz uzamış ve ona fazla yakışıyordu. Mavi gözlerinin etrafındaki uykusuzluk emareleri sakince yutkunmama sebep oldu. İsteği bir kere daha zihnimde yankılanırken onun bir yabancı olduğunu ve beraber uyuyamayacağımızı kendime hatırlattım. Oysa hiç yabancı gibi değildi, belki Levent Bey'den daha çok konuşabileceğim konular vardı.

"Gece uyumadın mı?" diye sorduğumda zihnimdeki soru benden izinsiz dudaklarımın arasından döküldü. Gökyüzündeki bulutların arasından güneş kendini gösterirken Merih'in ifadesizlik maskesi sağlamlığını koruyarak beni izledi.

"Hayır, sen uyumuş gibisin." Tespitini söylerken sesindeki tını soru havası katıyordu, mavi gözleri hızlıca yüzümde dolandı ve elalarımda durdu.

"Evet." dediğimde gözlerime bakışı bir anda mahcup hissetmeme sebep oldu, hislerime anlam veremezken üstüme çöreklenen suçluluğun saçma olduğunu düşündüm. Hissettiğim suçluluğun saçmalığını ya da gerçekliğini sorgulamadan tek kaşımı kaldırdım. "Neden uyumadın?"

Bu soruyu sormak için kendimde hak buluyordum. O uyumamışken uyuduğum için suçlu hissetmem bir sebepken, en büyük etken benimle uyumak istemesiydi. Sebebini öğrenmeliydim. Öğrenmeliydim çünkü onunla uyuduğum uyku, Deniz'le uyuduğum uykudan daha dinlendiriciydi. Çok garipti...

"Uyuyamadım." diye fısıldadığında sesini duyabilmek için anlamadan ona yaklaştım, dudaklarını okuyarak ne dediğini anlayabilirdim fakat sesini duymak istiyordum.

"Ama neden?" Saçlarım, başımı ona daha çok çevirmemle koluna sürtünürken aldığı derin nefesle bana bakıyordu. Koltuğun sırt kısmına uzattığı kolunu biraz kaldırarak parmaklarını saçlarıma uzattı ve gökyüzü gözlerinde yıldızların da yaşadığına inanmamı sağlayan bir ifadeyle gözlerime baktı.

"İki gün önceki meraksız kıza ne oldu Minerva?" diye sorarken bakışlarını elalarımdan çekmedi ve parmakları saç diplerime dokunarak bir tutam saçı aralarına kıstırırken sakince uçlarına kadar okşadı.

Hareketlerinin hissettirdikleriyle yüzümdeki maskeyi korumaya özen gösterdim fakat küçük Mira heyecanla ellerini kalbine bastırırken gözlerinde saklama gereği duymadığı hayranlıkla Merih'e bakıyordu. İfadesiz gözlerle ucunu parmaklarının arasında tuttuğu saçıma bakarak omuz silktim.

"O zaman benimle uyumak istediğini söylememiş ve uyudum diye rahatsız edici gözlerle bakmamıştın." Dikenleri sivrilen teller gözlerimin önüne kalkarken bakışlarımı beni izleyen mavilerine çevirdim. "Şimdi sormak hakkım."

Gökyüzü gözler duyduğundan memnun değildi ama hoşuna gidercesine gözleri kısıldı ve gülüyor gibi nefesini burnundan seslice verdi, dudaklarında hiçbir kıvrım görülmezken kaşlarımı çatmamak için kendimi sıktım.

"Neden asi dediklerini anlamaya başladım. Belki bir gün öğrenirsin Asi." Gözlerime bakarak söylediği sözlerle parmaklarını saçlarımdan çekerek kolunu tekrar uzattı. Bakışlarındaki parıltılarda gerçekliğini sorguladığım yıldızlar vardı ve ben onları incelerken hızla kayarak kara bulutların arkasına gizlendiler.

Merih Silahtar fazla gizemli bir adamdı, çok fazla gizleri olduğuna emindim ve bunların yaptığı işten ayrı olduğuna da emindim. Bu sırların öğrenilmemesini istediği fazla belirgindi ve kendimden biliyordum, biri benim hakkımda bir şey öğrenmek istediğinde o sırrı daha fazla korurdum. Önemsemiyormuş gibi ifadesizliğimi bozarak dudağımı bükerken bakışlarım, dans ettiği kadına bir şeyler söyleyerek yanımıza doğru gelen Deniz'in üstündeydi. "Bazı sebepler cevapları değiştiriyor."

Gökyüzünün beni izleyişindeki yoğunlukla yüzümün sağ tarafı hızla ürperirken dudaklarımda hüküm sürmek isteyen kibirli tebessümü engelleyerek yanımıza gelen Deniz'e gözlerimi devirdim. Yanımda olmak istiyordu fakat her zaman ki gibi kadınlara da hayır diyemiyordu, bazen onları üzmek istemediği için böyle davrandığını düşünüyordum.

"Merhaba, ben Deniz." diyerek yanıma oturduğunda bakışlarını çetenin üstünde gezdirdi, alnına yapışan saçlarını hızla geriye iterken bakışları kendisine soğukça bakan Poyraz'daydı.

"Poyraz," dedim herkesin duyabileceği şekilde ve Deniz'e bakan soğuk gözleri elalarımla karşılarken uyaran gözlerimi Poyraz'dan çekerek kuzenime çevirdim, yarım cümlemi tamamladım. "Kuzen. Yanındaki Demir."

"Memnun oldum Deniz." diyen Demir'le tebessüm ederek bakışlarımı Demir'in çaprazında oturan Mete'ye çevirdim, bakışları Merih'in üstündeydi ve ben de mavi gözlere baktığımda beni izliyordu.

"Demir'in çaprazında oturan Mete." Kahverengi gözler ismini duyduğunda Deniz'e döndü ve başıyla selam verdi. O an, tanıştığımızdan beri Mete'nin sesini duyup duymadığımı sorguladım ama duymamıştım.

"Ben Selim, çok memnun oldum Deniz." derken tüm sıcakkanlılığıyla gülümseyen Selim'e gülümsedim. Çetenin en güler yüzlüsü oydu ve en konuşkanı da şimdilik oydu, bunun zamanla değişip değişmeyeceğinden henüz emin olamıyordum.

"Ben de hepinizle tanıştığıma memnun oldum." diyen kuzenimin sesindeki tınıyı sadece ben anlarken aslında burada bulunmaktan hiç memnun olmadığını da anladım. Gülen yüzü çetenin üstünde dolanırken rahatça arkasına yaslanarak Merih'e baktı ve yüzündeki gülümsemesi yavaşça silindi.

"Kaç yaşındasın Deniz?" diye soran Selim, sanki ortamın gerileceğini hissetti de bir muhabbet açma girişiminde bulundu.

"Yirmi üç yaşındayım. Sen?"

"Ben yirmi iki yaşındayım. Poyraz ve Demir'le aynı yaştasın." derken Selim, karşısında oturan Poyraz'a tek kaşını kaldırarak uyarırcasına baktı fakat bakışı bir anlık sürdü, sanki hiçbirimizin görmesini istemiyordu.

"Seni bir yerde görmüş olma ihtimalim var mı?" diye soran Poyraz'ın kalın sesindeki sert tınıyı duyduğumda başımı biraz yana eğerek soluk mavi gözlerine hoşnutsuzca baktım. Yüzümdeki soğukkanlı ifadenin aksine Deniz'in MİT bünyesinden olduğunu anlayacaklar diye tedirgindim.

Deniz'e baktığımda yüzünde alaylı fakat ihtişamlı bir gülümseme vardı, kolunu arkama, koltuğun sırt kısmına uzatacağı sırada orada Merih'in kolunun olduğunu görerek dirseğini geniş omzuma koydu. "İzmir'in alt yapısıyla işin olduysa kesin görmüşsündür. Kanalizasyonda çok iyi tanınırım."

Kuzenimin alaya gizlenmiş gövde gösterisi olan sözleriyle gülmemek için alt dudağımı ısırarak bakışlarımı sağıma doğru çevirdim, elalarım gökyüzü gözlere değdiğinde ifadesizliğini tüm gücüyle parçalayarak çatılı kaşlarıyla dudağıma bakıyordu. Dişlerimin arasından serbest bıraktığım dudağımdan bakışlarını hızla çekerek elalarıma öfkeyle baktı.

Küçük Mira anlamayarak Merih'e bakarken yeşilleri belirginleşmiş ela gözlerinde üzüntü vardı. Zihnimi yansıtan gözlerimin önüne çektiğim set, lav ırmağından yükselen buğularla düşüncelerimi ve ifadelerimi görünmez kılarken bugün hissettiğim o rahatsızlık tekrarladı. Varlığımdan rahatsızdı, o zaman niye benimle uyumak istiyordu?

Aldığım derin nefesle gözlerimi Deniz'e çevirerek kolunu omzumdan indirdim ve ayağa kalktım. Bir adım atmışken tutulan bileğimle sakin kalmak için derin nefesler almaya devam ettim ve kalkan tek kaşımı indirmeden gökyüzü gözlere bakarak bileğimi elinden sertçe çektim. Onun bazı hareketlerine izin veriyordum, bazı sözlerine sessiz kalıyordum fakat bu cevapsız olduğumdan ya da karşılığı olmadığından değildi, görevim vardı ve ben görevimi tamamlamak istiyordum. Ancak sessiz kalışımın da bir sınırı vardı.

Sert adımlarla locadan inerek bara doğru yürümeye başladım, yanlarından geçtiğim kadınlar bana nefretle bakarken dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim. Nefret dolu bakışlara o kadar alışıktım ki biri karşıma geçip nefretini haykırsa sadece tebessüm ederdim. Küfretse gülerek karşılığında küfür haznemden güzel parçalar sunardım. En çok verebileceğim tepki onları dövmek olurdu ama asla ağlamazdım.

Kolunu bana doğru uzatan bir adamın koluna hafif bir yumruk atarak yürümeye devam ettiğimde adamın arkamdan şaşkınlıkla baktığını biliyordum. Bedenimdeki ürperti Merih Silahtar'ın da beni izlediğini anlatıyordu. Bana nefretini haykıran birini dövdükten sonra belki kriz geçirebilirdim ama yanlarında ağlamayacağıma emindim.

Aslında tüm Dünya'nın karşısında ağlamak isterdim, herkesin, nefes alan tüm canlıların beni görmesini ve anlamasını isterdim. İzlemesi asla yetmezdi. Ağlarken, bana piç dediler, tüm çocukluğumu zehir ettiler, yüzüme iğrenerek bakarken alayla güldüler ama ben hepsinin bana minnetle baktığı anları gördüm ve hepsinin bana minnetle bakmasını sağladım, demek isterdim.

Beni aşağılayanlardan, benimle alay edenlerden intikamımı onlara iyilik yaparak alıyordum. Gözlerinde görülen o minnet ve yaptıklarına olan pişmanlıkları... Paha biçilemiyordu ve kendileri her an bunun cezasını ödüyorlardı.

Kötü kalpli miydim? Bilmiyorum ama iyi kalpli olmadığım kesindi.

Bar sandalyelerinden birine oturarak dirseklerimi koyu gri tezgâha yasladım ve saçları kazınmış, kafasında dövmeler olan barmenin dikkatini çekmek için elimi tezgâha vurdum. Elindeki bardağı kadının birine vererek kıstığı kahverengi gözleriyle bana baktı, başıyla selam verdiğinde önüme gelmişti.

"Sade soda ve tuzlu limon." Sözlerimle bardaklarda olan gözlerini kaldırarak elalarıma baktı, ince bir çizgiyi andıran dudakları kıvrıldığında hızla kendini topladı ve sesini duyurmak için bana yaklaştı.

"Shot vereyim."

"Şimdilik alkol istemiyorum." Başını onaylayarak hızla arkasını döndü ve yeşil şişeli maden sularından birini alarak önümdeki tezgâha bıraktı. Usta hareketlerle limonu ince dilimlere kesişini izledim, üstüne bolca tuz atarak küçük tabağı önüme bıraktı ve sodanın kapağını açıp büyük bir bardağı da önüme bırakarak arkasını döndü. Fazla hızlı olan hareketlerindeki çeviklik işini iyi yaptığını ve sevdiğini gösterirken önümdeki maden suyuna uzandım.

Deniz'in zorla içirdiği çorba dışında bir şey yememiştim ve boş olan midemin alkolü kaldıracağını sanmıyordum ki görev öncesi alkol tüketmezdim, vereceği uyuşukluğa tahammülüm yoktu. Aslında alkol içmezdim ama görevlerde önümüze çıkacak her ihtimale dirayetli olabilmemiz için dayanıklılık sağlayacak kadar denemişliğim vardı.

Şişeden içtiğim sodayı yutkunurken tabaktaki tuzlu limona uzanarak dudaklarıma götürdüm ve sertçe emdim. Boş olan mideme tuz tadı iyi geliyordu. Birkaç yudum daha içtiğimde yarım limonu da yemiştim. Elimi kaldırarak barmeni tekrar yanıma çağırdığımda tebessüm ederek önümde durdu.

"Bergamotlu alkolsüz bir şeyler hatırlasana." Baş onayıyla arkasını döndüğünde şişenin dibinde kalan maden suyunu bitirdim ve bir dilim limonu daha alarak yemeye başladım. Ekşi tat yüzümde mimik oynatmazken hoşuma gidiyordu. Önüme bardağı bırakıp uzaklaşmaya çalışan barmeni durdurdum ve cebimden bir yüzlük çıkararak uzattım.

Bir paraya bir gözlerime bakan barmen gülümsedi, yirmili yaşlarının ortalarında gibi duruyordu. "Patron beni ne yapar, bilmiyorsun. İşimi seviyorum tuzlu limoncu."

"Hiç misafirperver olmayan patronun o zaman ne istediğimizi sorsaydı. Bahşiş bıraktı dersin. Eyvallah." derken tezgâhın üstüne parayı bırakarak bardağı elime alırken diğer elime de bir dilim limon aldım ve ayağa kalktım.

Locaya doğru yürürken Deniz'le göz göze geldiğimizde aramızdaki mesafeye rağmen elimdeki bardağa baktığını görebiliyordum, kuzenim her daim iştahlı ve doymayan bir yapıya sahipti. Sorunsuzca insanların arasından geçerek basamağı çıktım ve elimdeki bardağı Deniz'in önüne bırakarak Merih'le aralarına oturdum.

"Burada hesap ödememelisin." diyen Merih'e bakmadan dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim ve parmaklarımın arasında tuttuğum limonu dudaklarıma götürürken sordum.

"Neden?"

"Yanımızdaki kadınlara hesap ödetmiyoruz, diyelim." Poyraz'ın sözlerine karşın umursamazca limonu yiyerek kabuğunu temiz olan kül tablasına attım, aslında içeride sigara içilmiyordu. Cümlesi saçma bir şekilde komik gelirken bunu gerçekten kadına değer verdiklerinden mi yaptıklarını sorguladım.

"İyiymiş. Ben de yanımdaki adamın kesesine göre davranmıyorum, diyelim." derken bakışlarımı gökyüzü gözlere çevirerek tebessüm ettim. "Bakıcılık yapmayacaktın, yoksa her susadığımda senden mi istemeliyim?"

Sesimdeki alayın görkemi herkesin dilinin tutulmasına sebep olurken Deniz keyifle arkasına yaslanmış getirdiğim kokteyli içiyordu, dudaklarındaki tebessüm benimle gurur duyduğunu haykırırken onun fazla havalı oturuşunu gören kadınların iç çekişlerine gözlerimi devirdim.

"Beyler, Mira haklı. Geldiklerinde ne içeceklerini sormadık." diyen Demir'e tebessüm ederek baktım, gerçekten bunu açık yüreklilikle söylemesi güzeldi. Lara'ya yakın olmasını isterdim çünkü geldiğimizden beri tek bir kadına baktığını görmemiştim, locanın önünde kur yapmalarına rağmen.

Gökyüzü gözler, elalarımla buluştuğunda orada olan fırtınanın bu defa kara bulutları üstüme saldığını gördüm. Soruma vereceği cevaplar vardı fakat sessizliği de bazı şeyleri anlatıyordu. Yaptığım belki de hoşuna gitmişti fakat sözlerine karşı çıkmam sinirlerini zorluyordu.

"Bunu zamanla göreceğiz Asi." diye fısıldarken sesini duyurabilmek için kulağıma yaklaşan ölü dudaklarından çıkan nefesinin sıcaklığını hissettim, fazla soğuk ve donuk görünen dudakların arasından çıkan nefesin bu kadar sıcak olması normal değildi.

Ona dönmeden geri çekilmesini beklerken fazla ifadesiz duruyordum. Zamanla görebileceğimiz bir şey yoktu, ben en kısa zamanda bu görevi tamamlayıp onlardan uzaklaşacaktım ve belki İstanbul'dan da gidecektim. Aldığı derin nefeste kokumun olduğunu bilirken eski oturuşuna göre bana daha yakın oturarak tekrar saçlarımla oynamaya başladı.

"Belki evet, belki hayır." derken bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde mavilerindeki yıldızların parladığını görmek garip hissettirmişti, gökyüzünde yıldızların cesetleri varken orada hâlâ yaşayanları görebilmek onun için umut olduğunu anlatıyordu. Peki, hangi konuda umut vardı?

"Sana üstünlük göstermek için söylemedim, meleklerim hesap ödemezler." Gökyüzündeki yıldızlar hızla saklanırken sabahın zifiri karanlığını barındıran ifadeyle bana bakıyordu. Tehlikeliydi ve bunu her halinden anlayabilirdiniz ama o beni kendisinden de koruyordu. Bilmedikleri vardı, bilmediklerim olduğu gibi. Ben belki de ondan çok daha fazla tehlikeliydim.

Gözleri gözlerimi izlerken iki parmağı arasına kıstırdığı bir tutam saçımı başparmağı ile okşuyordu, dışarıdan bizi gören birinin aramızda bir şeyler olduğunu düşüneceği kesindi. "Huyu öyle dersin."

Nefesini burnundan sertçe verdiğinde kaşlarımı belirsizce kaldırarak yüzüne dikkatle baktım, küçücük bir tebessüm görmek istiyordum. Dudaklarının konuşmanın dışında kıvrılabildiğini, gülebildiğini görmeyi bekliyordum. Gökyüzündeki fırtına getiren kara bulutların arasından güneş göründü fakat Merih Silahtar'ın dudakları kıvrılmadı. Küçük Mira sırtını pürüzlü duvara yaslayarak yere otururken gördüğü tanıdıklık elalarını sular altına çekiyordu.

'Gülüşünü ne zaman kaybetmişti?'

Zihnimde yankılanan soruyla yüzümdeki maskeyi korumak bir an güçleşti, çocukluğum acısını hissetti. Gözlerimin önündeki maviler silinirken yerine ela gözler geldi, yüz tamamen değişirken sekiz yaşındaki halim karşımdaydı. Annesinin acılı aşk hayatını öğrenmiş ve babasının onu hiç tanımadığıyla, görmediğiyle ilk kez yüzleşmişti. Yüzleşmesi annesiyle olmuştu, hayatının en değerlisiydi ve başkasının sözlerine asla inanmazdı.

"Asi." diye seslenenle gözlerimi kırpıştırarak karşımdaki yüzün değişmesini izledim. Ben o zaman bir sene gülememiştim, sonrasında bir kahkaha ve kriz... "İyi misin?"

Sorusuyla bakışlarımı Deniz'e çevirdiğimde başımı onaylarcasına salladım fakat buraya neden geldiğimi hatırlamak bir anda zorlaştı, bir şey yapmaya gelmiştim ama neydi?

"İyi olduğuna emin misin?" diye soran Merih Silahtar'ın kuşkulu bakışlarını gördüğümde gözlerimin önüne birkaç kat dikenli tel çektim. Kapatıp açtığım gözlerimle zihnim sanki yenilenirken yapmam gereken bir görev vardı.

"Yüzümü yıkayayım." diyerek ayağa kalkarken mavi gözlere bakmadım ve bakışlarımı gri gözlere çevirerek Deniz'in anlayacağı bir tonda konuştum. "On, on beş dakikaya gelirim. Merak etme."

"Bir şey olursa ara." Aslında gerçekten kötü olursam aramamı istediğini anlatıyordu. İçini rahatlatacağına emin olduğum bir tebessüm ederek başımla onayladım ve locadan inerek merdivenlere doğru adımladım. Tuvaletler karanlık koridordaydı ve bu benim işimi kolaylaştırıyordu.

Sırtımdaki ürperti devam ederken merdivenleri çıktım, Merih'in beni izlediğini biliyordum ve Deniz herhangi bir şey olursa bana haber verecekti. Merdivenlerin sonuyla karanlık koridora ulaştığımda ileride giriş kapısı vardı. Solda kalan kapıya bir bakış atarak sağdaki kadınlar tuvaletine girdim ve tuvaletlerin boşluğundan emin olduğumda arka cebimdeki telefonumu çıkararak hızla Ceyhun'un numarasını tuşladım.

"Hazır mısın Asi?" diye sorduğunda karşımdaki aynaya yansıyan görüntüme baktım, bakışlarım fazla kararlı ve karanlıktı.

"Evet, tuvaletteyim."

"Biliyorum, kameraları izliyorum ben." dediğinde dudaklarımın gerilmesine izin verdim, Şef fazla garanticiydi ve bu benim için iyi bir özellikti. "Telefonu kapat, kulaklığına bağlanıyorum." Kulağımdaki telefonumu indirerek aramayı sonlandırırken kulağımın içindeki kulaklıktan sesi duyuldu. "Tuvalet boş rahat ol, gireceğin kapıdan şu ana kadar biri girmedi ya da çıkmadı. Kapıdaki korumaların seni görmeyeceğinden ve bar merdivenlerinden birinin çıkmayacağından emin olduğum an çık diyeceğim. Kapının şifresini tek hamlede girebilecek misin?"

"Evet." derken küçük bir top haline getirdiğim cebimdeki eldiveni çıkardım ve hızlıca giyerek derin nefes aldım. Hazırdım. "Seni bekliyorum."

"Beni beklemen hoş ama sevdiğim var güzel kadın." diyerek makara yapmasına gözlerimi devirdim.

"Ceyhun boş yapma." diyen ses Şef'e aitken Ceyhun'un yanında beni izlediğini anladım. Şu an göremiyorlardı, sadece giriş çıkışları izlediklerinden içerisi hakkında tahminde bulunuyorlardı.

"Tamam Şef." Ceyhun'un klavye üstünde çıkardığı düzenli sesi dinlerken, "Asi çık." demesiyle tuvaletin kapısını hızlı ama sessizce açarak karşıdaki siyah mat ahşap kapıya yöneldim. "Merdivenlerden biri geliyor, yedi saniyen var."

Şifreyi hızlı bir şekilde girerken kulağımdaki ses, "Altı, beş..." diye geriye sayıyordu. Kısık bir tık sesiyle açılan kapıdan hızla girerek kapıyı arkamdan kapattığımda, "İki ve evet. Kameralar sabit, hızlı ilerle. Son on saniyeyi sayacağım." dedi.

Karanlık koridor adımlarımla aydınlanırken nefes seslerim beşe ayrılan koridorda yankılanıyordu. Girişteki kalkan simgesinin olduğu kapıya yönelerek hızlıca şifreyi girdim ve açılan kapıyla derin nefes aldım. Bir an hafızamın beni yanıltmasından tedirgin olmuştum.

Odaya girerek kapıyı kapattığımda kulaklığımda Şef'in sesini duydum. "Hızlı ol Asi." Onaylayan bir mırıltı çıkararak solda bulunan bar tezgâhının kenarındaki dolapları açarak herhangi bir şey aradım. Bu en zoruydu, ne aradığını bilememek...

Dolap kapaklarını hızlıca kapatarak yatağın yanındaki komodinlerin çekmecelerine baktım sırasıyla, parfüm ve birkaç saat dışında boştu. Giysi dolabı olduğunu düşündüğüm dolaba yaklaşarak kapağı açtım.

"Odanın havalandırması çalışıyor mu?" diye soran Şef'le tişört, gömlek ve kazaklara baktım fakat hızla gözlerimi dolabın altına çevirdim, boştu.

"Ses yok ama içerisi de kokmuyor." Merih Silahtar'ın o tarifi mümkün olmayan kokusu dışında odada bir koku yoktu. Diğer kapağı açarak takım elbiselerin ceketlerinin ceplerine göz gezdirdim, herhangi bir şey yoktu.

"Havalandırmayı çalıştır Asi." Duyduğumla dolabın kapağını kapatarak klimanın kumandasına uzanarak en üst düzeyde çalıştırdım.

"Açtım Şef ama neden?" diye sorarak çekmeceleri çektiğimde etiketli iç çamaşırları, çoraplar dışında bir şey yoktu. Son olarak çalışma masası kaldığında oraya yöneldim, bir şeyler bulacağımdan emindim.

"Adamın burnu iyi koku alıyormuş." Parfüm sıkmamıştım ama işimi şansa bırakmamak daha iyiydi. Çalışma masasının üstündeki ajandaya baktığımda bar hakkında günlük raporlar yazıyordu; kimin çalıştığı, hâsılat...

Üst çekmeceyi açtığımda dosyalar görerek bir şey bulma heyecanıyla hızla elime aldım ve masaya koyarak kapağını açtım. "Vergiyle alakalı bir dosya var." derken heyecanlı çıkan sesim giderek soğudu. "Ve hepsinin usulüyle ödendiğini gösteriyor."

Diğer dosyayı alarak açtım, genelinin alacaklardan oluştuğu bir listeydi ve verecek kısmında birkaç isim vardı. "Alacak verecek listesi var."

"Fotoğraf çek." diyen Şef'le telefonumu çıkarıp hızlıca sayfaların fotoğrafını çektim. Dosyaları sırasıyla çekmeceye koyarak alttaki çekmeceyi açtım, ahşap bir kutu vardı. Kutuyu çıkardığımda kilidinin olduğunu görerek dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bir kutu var ama kilitli." derken ceviz rengi kutuyu hafifçe çevirerek etrafında kilidinin dışında açabileceğim yer aradım ama yoktu.

"Maymuncuk yanında mı?"

"Hayır Şef."

"Ah Asi." diye söylendiğinde gözlerim etrafta tel benzeri bir şeyler aradı. Elimdeki kutuyu masanın üstüne bırakarak adımlarımı nereye çıktığını bilmediğim kapıya yönelttim.

Açık kapıdan içeri girdiğimde büyük bir banyo olduğunu gördüm, lavabonun bulunduğu tezgâhın üstü sabunluk harici boştu. Aynanın bulunduğu dolabın kapaklarını açarak göz gezdirdim, tıraş malzemeleri, diş fırçası ve macunu, neredeyse hiç kullanmadığını düşündüğüm tarak ve deodorant.

"Açmak için bir şeyler arıyorum," dediğimde Ceyhun'un sözleri cümlemi tamamlamamı engelledi.

"Merih kalktı Asi, bara doğru gitmiyor."

"Çık kızım." diyen Şef'le dolabın kapaklarını kapatarak banyodan çıktım. Hızlı adımlarım çalışma masasının önünde durduğunda kutuyu çekmeceye geri koyarak kapattım ve etrafa bir göz gezdirdim, her şey ilk girdiğimdeki gibi duruyordu. Tek bir şey dışında...

Klimayı kapatarak kumandasını bulduğum gibi içkilerin olduğu büfenin tezgâhına ters ve hafif çapraz şekilde bıraktım.

"Çıkıyorum." derken kapı koluna attığım elim Ceyhun'un sözlerini bekliyordu. Deniz Merih'in buraya gelişini engellemeliydi. Ne olmuştu?

"Görüntü sabit." Kapıyı açarak sessizce kapattım ve koridoru hızlı adımlarla geçerek diğer kapının önünde durdum. "Merih merdivenlerin başında, hızlıca çık."

Kalbim on dakikanın içinde ilk kez ritmini şaşırırken önünde durduğum kapıyı kısık bir tık sesiyle açtım ve arkamdan kapanmasına sebep olacak şekilde sertçe çektim. Hızlı adımlarla tuvaletin kapısına yönelerek kapıyı açtığımda arkamdan gelen ses çıktığım kapının kapandığını söylüyordu. Tuvalete girerek arkamdan kapıyı kapattım ve aldığım nefesi sertçe verdim.

"Kulaklığını tuvalete at Mira, fotoğrafları da bana gönderip sil. Hızlı ol." diyen Şef'e itiraz etmek için dudaklarımı araladığımda tekrar konuştu. "Elinde bulunması için sana kulaklık ulaştıracağım."

"Tamam, ararım." diyerek bir tuvalete girdim ve kulaklığı çıkararak deliğe atıp sifonu çektim. Telefonumu çıkararak bize özel yazılan iletişim uygulamasından fotoğrafları Şef'e atıp sildim. Kulaklığın suyla beraber gittiğinden emin olduğumda tuvaletten çıkarak lavaboya yürüdüm ve soğuk suyu açarak yüzümü yıkadım.

Nabzım ritmini bulduğunda tuvaletin kapısının açılmasıyla aynadan arkama baktım, Merih Silahtar gökyüzü gözlerindeki fırtınayla bana bakıyordu. Kendimden ve istihbarattan emin olmasam biraz önce ne yaptığımı bildiğini düşünerek tedirgin olabilirdim.

Gözlerimi gözlerinden çekerek yüzümü bir kere daha yıkadım ve ellerimi tezgâha yaslayarak dikleşirken aynadan onu izledim. Kapıyı arkasından kapatarak yanıma yaklaşacağı sert ve güçlü adımlarını atmaya başladı, gökyüzünde şimşekler çakıyordu.

"Barın senin olduğunu bu kadar belli etmesen mi?" Sesimdeki alayı desteklemek için üstünden damlalar süzülen dudaklarımı kıvırdım, buraya neden geldiği hakkında tahmin yürütemiyordum. Aslında Merih Silahtar hakkında herhangi bir tahmin yürütemiyordum ve bu beni rahatsız ediyordu.

"İyi misin?" diye sordu, alay kokan sözlerime karşılık verme gereği duymazken gökyüzü, maskemi inceliyordu ve altındakini görebilecek kadar haşmetli bakıyordu.

"Bu soruyu sevmem." Sözlerimdeki dürüstlük birkaç dakika önce yaptığımın gizliliğini telafi ediyordu. Dudağımdaki bir damlayı içime çekerek ağzıma ferahlık vermek istedim, içimdeki lav ırmağının sıcaklığını tüm bedenimde hissediyordum ve buz gibi bir suya ihtiyacım vardı.

Güçlü ve heybetli bedeni arkamda durduğunda gözleri yanağımdan akan damlayı takip etti, çeneme ve oradan boynuma inerek yok olan damlayla bir süre tenime bakarak gözlerini kapattı. Aldığı nefesi verirken açtığı gözleri elalarıma bakıyordu, ne düşündüğünü bilmek istiyordum. Gözlerinde katmanlar vardı, tıpkı gökyüzündeki gibi.

"Neden?"

Omuz silkerek kenardaki makineden kâğıt peçete aldım ve yüzümü kurularken ona döndüm. "İyilik kavramı fazla değişken. Parmağını kesen de iyiyim der, bileğini kesen de. Bazen acıya dayanıklı insan bile iyiyim demek istemez, ilgi ister. Nasılsın, iyi misin sorularını sevmiyorum."

Elalarımın bakışlarını yüzümdeki damlaları alan kâğıt peçeteye indirdim ve Merih'in fark etmeyeceği şekilde bileğimdeki silik ize baktım. Anneme iyiyim demiştim.

"Neyi seversin?"

Dudaklarım tebessüm etmek için kıvrılmak isterken birkaç denemenin sonunda başarısız oldu, yıkıklığım o an daha da hissedildi. Elalarımın önündeki buğu azalmışken onu tamamlamaya gücümün olmadığını hissettim, hızla dolan gözlerimle tebessüm ederek bakışlarımı gökyüzünden çektim.

"Annemi." derken elimdeki kâğıt peçeteyi çöp kutusuna atarak gözlerimdeki sıcak acıları gerilere gönderdim. Çok özlüyordum. Sesini duymadığım günler gittikçe çoğalırken ayakta durmak daha da güçleşiyordu.

Sol gözümden bir damla ben tutamadan süzülürken derin nefes alarak sakin kalmaya çalıştım fakat ikinci bir damla daha süzülerek diğerinin bıraktığı izin yanına katıldı. Elimi yanağıma götürerek sıcak acıların geride bıraktığı ıslaklığı sildim ve ona döndüm.

"Ağladığını görse üzülür." Sesinde öyle bir tını vardı ki sağ gözümden bir damla sıcak acı hızla düştü, gözlerimin dolması ve sıcak acının intihara kalkışması fazla hızlı olmuştu. Sesindeki şimşekler yarama dokundu ve yara izlerim bile kanamaya başladı.

"Üzülmesin diye uzun bir zaman ağlayamadım."

Dudaklarım ve beynim arasındaki bağlar paramparçaydı, bilincim dışında söylediğim sözlerle gökyüzünde bir şimşek çaktı ve birden her yer aydınlanırken o kör eden aydınlıkta hiçbir şey göremedim.

"Elinde olarak mı?" Sorusuna başımı onaylamazca sallayarak cevap verdiğimde onunla neden bunları konuştuğumu bilmiyordum. Sertçe yutkunduğunu duyduğumda bakışlarım hareket eden âdemelmasına indi, titriyordu. "Artık ağlayabilmen çok iyi, rahatlatır."

"Öyle." derken elimi kaldırarak yanaklarımı sildim ve tebessüm ederek omuz silktim. "Sadece insan alışık olmayınca kontrol etmesi başlarda biraz zor oluyor."

Gökyüzü gözleri dikkatle beni izlerken sözlerimi de tüm dikkatiyle dinlediğini duruşu anlatıyordu. Ölü dudakları aralandı fakat kapatarak tekrar yutkundu, verdiği nefesi fırtınadan bir uğultuyu anımsatırken geniş göğsü tekrar havalandı.

Fırtınadan önceki sessizlik hâkimken bakışlarımı Merih'ten çekerek aynadaki yansımama baktım, dipleri ıslanan saçlarımı elimle havalandırarak sol yanıma topladım ve gözlerimin kızarıklığını hissiz gözlerle inceledim. Ağlamak benim için asla güçsüzlük değildi, bu yüzden o kızarıklığa sinirlenmedim. İnsandım ben ve ağlayacaktım. Yaram vardı ve bu yüzden ağlıyordum, yaram olduğu için güçleniyordum. Ağlamak da güçlülere özgüydü.

Ağlayamamak zayıflıktı, bunu ağlayamadığım zamanlarda da çok iyi biliyordum.

Yansımama arkamı dönüp tuvaletin kapısına uzanarak kapı kolunu tuttum ve açarken Merih'e baktım, beni izliyordu fakat gördüğü ben değildim. Düşüncelerinin etkisi altına girdiğini ve zihninin oynattığı görüntüyü gördüğüne emindim, gözlerindeki kimsesiz bakışı biliyordum, ben de yaşadıklarımı hatırladığımda öyle bakardım.

"Merih," diye seslendiğimde kirpikleri mavi gözlerini sakladı, orada saklananın bir an aslında çocukluğu olduğunu düşündüm. Bir saniyenin ardından kirpikleri aralandığında gökyüzünün zor bir fırtınayı önüne serdiğini gördüm, zorladığı kendiydi ve fırtınası kendini koruyordu. "İyi misin?"

"Ben de sevmem." derken kapıda dikilmiş ikimize bakan kadına bir bakış atarak yanıma geldi. "Çıkalım hadi." Başımla onaylayarak adım attığımda belimde hissettiğim eliyle gözlerimi ona çevirdim, okuldaki gibi rahatsız görünmüyordu ve bu garip bir şekilde iyi hissetmemi sağladı.

Kadının nefret ve kıskanç dolu bakışlarıyla yanından geçtiğimde tebessüm ettim. Merih'in eli belimde merdivenleri inmeye başladığımızda adımlarımızdaki uyum görülmeye değerdi, ben sol ayağımı attığımda o da sol ayağını atıyor ben sağ ayağımı attığımda o da sağ ayağını atmış oluyordu.

"Biraz önceki kadın, eski meleklerinden mi?" Sorumla bakışları bana dönerken, mavilerinde birkaç alaycı ışık parladı. Eli hâlâ belimdeyken diğer eliyle alnına düşen birkaç tel saçından rahatsız olarak arkaya itti.

"Hayır, eskilerinden birini etrafta göremezsin." dediğinde yüzümdeki maskeyi esneterek kaşlarımı çattım, sözlerinin her yöne çekilebileceğinin farkındaydı ve gökyüzündeki kurnaz yıldızlar bunun görkemiyle parlıyordu. Bu da ne demek oluyordu? Onları öldürüyor muydu? Yoksa tehdit mi ediyordu?

Ben nasıl bir durumun içerisine düşmüştüm, gittikçe her şeyi çözmem gerekirken bilinmeze sürükleniyordum.

"Neden?" diye sorduğumda gözleri hızla kısıldı, soluk renkli dudaklarının alayla kıvrılmasını beklerken onları birbirine bastırdı, kısılarak yoğunlaşan gökyüzü beni izlerken ikimizde aynı basamakta durmuş birbirimize bakıyorduk.

"Rahat ol, onları öldürmüyorum Minerva." Sesine yansıyan alay, dudaklarına yansımazken nefesimi sakince verdim. "Daha rahat bir yaşam için buradan uzaklaşıyorlar."

Ama dudaklarını öldürmüşsün. Söylemek istediğim sözleri, mümkün olmasa da gözlerimden mi görmüştü, bilmiyorum, gökyüzündeki alaylı kurnaz yıldızlar kayboldu ve belimdeki elini çekti.

İkimizde birbirimize bakarak merdivenleri yine uyumla inmeye başladık, barın ışıkları gözlerimde parlarken yukarıdaki sessizlikte daha rahat olduğumu anladım. Şakaklarımı zonklatacak kadar başım ağrıyordu. Zihnimde yankılanan küçük Mira'nın sesi fazla hoşnutsuz gelirken, sorusunun ardından lav ırmağına atlayarak saklanmasını izledim.

'Biz de ondan uzaklaşacak mıyız?"

Saçma bir soruydu ve cevabını bilmesine rağmen kendini üzmek için soruyordu. Neden üzülüyordu, onu da anlamıyordum. Adamın arkasından iş çevirecektim, odasına ve ona ait olan yerlere gizlice girecektim. Belki tutuklanmasına sebep olacak bilgiler bulacaktım, bu akşam odasında hiçbir şey bulamasam da aramam söylenmişti. Her şeyin sonunda onun yanında duramazdım. Hem neden yanında duracaktım ki?

Sözsüz hareketli bir parça dj tarafından çalınırken dans eden insanların arasından onlara çarpmadan geçmek fazlasıyla zor oluyordu. Merih Silahtar bir elini koluma koyarak etrafa fazla keskin gözleriyle bakmaya başladı, sanki herkesin her hareketini sebeplerine kadar görebiliyormuş gibi.

Bize yol açan insanların arasından locaya ulaştığımızda Deniz ve çetenin kahkahalar atarak sohbet ettiğini gördüm, yüzüme fazlasıyla donuk bir ifade yerleşirken Deniz'in dikkatli bakışlarının bana dönmesiyle durumu anladım. Dikkat çekmemek için yapmıştı, yoksa tedirginliği anlaşılabilirdi.

"Muhabbetiniz bol olsun." diyen arkamdaki Merih'le adımlarımı koltuğa yönelterek kalktığım yere oturdum ve Merih yanıma otururken bakışlarımı Deniz'e çevirdim, tebessüm ederek başımı onaylamazca salladım. Sorun yok demekti ve dışarıdan yanlış anlaşılmayacağı ama Deniz'in asıl anlamını anlayacağı da kesindi.

"Lan sen benden de çapkınmışsın." derken gülen Poyraz'a tek kaşımı kaldırarak baktım, soğuk ve kuşkulu adama ne olmuştu? Bu Deniz etkisiydi işte. Dudaklarım alayla kıvrılırken başımı onaylamazca salladım.

"Senin çapkınlık dereceni bilmediğim için bir şey diyemedim şimdi." Gülen kuzenime bir bakış atarak Poyraz'ın soğuk mavi gözlerine baktım, yüzündeki gülümseme ona fazlasıyla yakışıyordu ve aslında dış görünüş bakımından şanslı olanlardandı.

Sağ yanımın fazlasıyla ürpermesiyle gözlerimi gökyüzüne çevirdim, birbirine çakan şimşekler üstüme düşmek için fırsat kollarken hoşnutsuz görünüyordu. Sebebini sorgulamadım, tek sorguladığım odasındaki kutunun içinde ne olduğuydu.

"Şu kadını otuz saniyede ayarlarım."

Deniz, Poyraz'ın sözlerine alaylı bir küfür savurdu. "Lan kadın seni kesip duruyor zaten." derken kuzenim, hangi kadından bahsettiklerine bakma bahanesiyle bakışlarımı mavilerden çektim. Beni gözlerime bakarak çözemeyeceğini biliyordum fakat yine de o kadar derin bakıyordu ki aynı gökyüzü gibi, her şeye seyirci olabileceğini düşündürüyordu.

"Diğerlerinin imkânsızlığını bildiğinden kadına seçenek kalmamış." Selim sözlerinin ardından Poyraz'ın kendisine sinirli bakmasını umursamadığını belirten bir kahkaha attı, locanın etrafındaki kadınlar onu izliyordu.

Deniz gücenmiş bir ifadeyle eliyle kendisini gösterdiğinde uzanarak saçlarını karıştırdım ve gülerek başını koltuğa biraz ittim. "Ben neyim lan?"

"Seni ilk kez gördüler ya birader, gerçekliğini sorgulamışlardır." Demir gülerek konuşurken bakışlarım onları sessizce dinleyen Mete'ye kaydı, o da gülmüyordu ya da henüz sesini duymak gibi ben rast gelmemiştim.

"Niye diğerleri imkânsız?" diye sorduğumda kahverengiler bana dönerek bir süre baktı, ne düşündüğünü anlatıyordu fakat fazla anlattığından tek anladığım umuttu ama neye karşı umut? Kahverengi gözler Merih'e dönerek kararlı gözlerle baktı, arkadaşı için umutluydu...

"Benim kadar yakışıklı değiller de o yüzden." diyen Poyraz'a bakarak gözlerimi devirdim, sözlerindeki alay bazı şeyleri gizliyordu fakat yadsınamaz bir egosu da vardı.

"Bu nasıl bir ego lan? Ben o kadar egolu değilimdir." diyen Deniz'e inanamayan bir bakış göndererek diğerlerine sorumun cevabını almak için baktım.

"Benim gece hayatım az yenge, ondan." Selim'in sonda kullandığı hitapla Demir bıyık altından gülerken, Poyraz bana bakarak sırıtıyordu. Deniz ne tepki vereceğimi arkasına yaslanmış bekliyordu. Mete ve Merih ise tepkisiz gözlerle Selim ve bana bakıyorlardı.

"Bana yenge deme, Selim." Konuşurken fazla net olan sesimin altında yatan anlamları anlatması için bütün kalkanlarımı kaldırarak dikenlerimi gösterdim. "Demir senin imkânsızlığın ne?" diye sorarak bakışlarımı Demir'e çevirdiğimde locadaki tüm yüzler ben hariç ifadesizdi. Benim yüzümde fazla uyarı dolu bir tebessüm vardı.

"Bence anladın." dediğinde tebessümümden tüm uyarılar kalkarak anlamlı bir gülümsemeye döndü. Başımı sallayarak onayladım, Lara'dan hoşlanıyordu ve belki daha da ötesi vardı.

Bakışlarım Mete'ye döndüğünde masadaki su şişesine uzanarak su içmeye başladı, bu cevap vermeyeceğim demek oluyordu. Cevabı muhtemelen tüm hikâyesini açıklardı, ciğerlerimde kasvetli bir nefes dolaştı. Hikâyesinin güzel olmadığına emindim.

"Sen hiç konuşmaz mısın?" diye soran Deniz'le bakışlarımı Merih'e çevirdim, beklentiyle Mete'ye bakıyordu.

"Gerekmedikçe hayır." derken toprak parçalarının birbirinden ayrılmasının uğultusunu taşıyan, az kullanılmaktan cızırtılı çıkan sesin güzelliğiyle Mete'ye baktım. Sesinin çok güzel bir tınısı vardı, bana Merih'in sesi kadar güzel gelmemişti ama gerçekten ne kadar konuşursa konuşsun kendisini dinletirdi.

"En akıllıca olanı aslında." dediğimde kahverengi gözleri bana dönerek dudaklarının kenarında küçük bir kıvrımla baktı. Bu akşam Merih'in gülümsemesine o kadar çok dikkat ettim ki o yüzden Mete'nin dudaklarındaki o varla yok arasındaki kıvrımı görebildim.

Gökyüzü gözlerin bedenimdeki etkisi olan ürperti yoğunlaşınca bakışlarımı ona çevirdim, şimşekler varlığını koruyor ve bir yıldırıma dönüşmek için fırsat kolluyordu. Tek kaşımı kaldırarak başımı da ona çevirdim ve koltuğun üstüne uzattığı koluna saçlarım değdi.

"Senin imkânsızlığın ne?"

Gözlerindeki şimşekler durulurken gözlerini kısarak bana baktı, sanki tebessüm etmek istediğinde bunu gözlerini kısarak yapıyordu. Kara bulutların arasından güneş ışığı küçücük sızarken elini kaldırarak tekrar saçlarımı okşamaya başladı.

"Burada oturan, sensin." Fısıltısını bana duyurmak için kulağıma yaklaşırken amacının sözlerini kimsenin duymaması mı, yoksa başka bir şey mi olduğunu çözemedim.

"Benden önce?" diye sordum fazlasıyla kararlı bir sesle, geri çekilerek gözlerime ihtişamlı bir dikkatle baktı. Şimdi ben yanında oturuyorum diye imkânsızdı ama benden önce nasıldı? Sorumla küçük Mira kıkırdarken meraklı gözleriyle Merih'in vereceği cevabı bekliyordu. Küçük Mira'nın kıkırtısı sorumun sebebini sorgulamama neden oldu, ben niye soruyordum bunu?

"Duruşum ve göremedikleri."

Her cümlesi, cevapları bile giz doluydu. Kaşlarımın çatılmasına izin vererek gökyüzüne baktım, ay nereye kaybolmuştu? Bu bile gizemdi... Aldığım derin nefesi vererek büyük bir dikkatle okşadığı saçlarımı elinden çektim.

"Acaba senden, anlatmak istediğini açıkça söylediğin bir cümle duyacak mıyım?" diye sorarken başımı önüme çevirerek arkama yaslandım, sırtıma doğru uzattığı koluna omuzlarım değerken bunu umursamadım.

"Çok acıktım lan ben. Eve gitmeden kokoreççiye uğrayalım Asi." diyen Deniz'le başımı onaylarcasına salladım, anılar zihnime dolarken aldığım nefes ciğerlerime yetersiz geliyordu. Gecenin bir vakti Deniz'le bir şeyler yemeye çıkardık ve annem bazen ona getirmediğim için kızardı, oysa sokak yemeklerini temizliğinden emin olmadığı için pek yiyemezdi. Şimdi severek yediğim kokoreci bile yemek istemiyordum.

"Uf, nasıl canım istedi. Ben de acıkmışım lan." Karnını tutan Selim yüzünü buruşturarak eline bakıyordu, sanki midesini görebilecekti. Haline gülerken bakışlarını Deniz'e çevirdi. "Beraber mi gitsek? Ben bir buçuk gömerim."

"İki yemezsen gelmem. İkiden aşağısını da yemem."

"Boşan da semerini ye lan. Akşam yemeğinin üstüne gelmeden de yedin kuzen." dediğimde Merih ve Mete hariç çete sözlerime gülerken Deniz kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Lan," derken kuzenim tişörtünü kaldırarak halk arasında baklava denen karın kaslarına dokundu ve hatta onlara bastırdı. Deniz'in bu hareketi etraftaki kadınların ona bakmasına sebep olurken hoşnutsuz gözlerle kadınlardan bakışlarımı çektim. "Bunların sert durdurduğuna bakma, midem boşaldı belli olmuyor."

Sözlerine ve çaresizce kendisini kanıtlamak isteyen yüz ifadesine kıkırdayarak başımı onaylamazca salladım. Deniz asla doymazdı. Yüzündeki o ifadeyi silerek bana kaşlarını çattı. "Beni bozabilen tek kadınsın Asi."

"Seni bir kadın bozacak da hadi bakalım. Ben de göreyim." Sözlerimle bana gri gözlerini kısarak bakarken elini cebine atarak telefonunu çıkardı, sanırım mesaj gelmişti. Kimsenin telefonunun ekranını göremeyeceği şekilde arkasına yaslandı.

"Gidelim mi?" diye soran Merih'e baktığımda şaşkındım fakat maskemin beni ifadesizlikle koruduğunu da biliyordum. Onunla beraber neden kokoreç yemeye gidecektik?

"Mira," diyen Deniz'le bakışlarımı hızla gri gözlere çevirdim. "Benim acil işim çıktı, gideceğim. Seni de taksiye bindireyim."

"Ben bırakırım."

Merih'in cevabıyla bana sorarak baktı ve başımla onayladığımda bakışlarını çeteye çevirdi. "Beyler kokoreç sözüm olsun. Gitmem gerek."

"Mutlaka yapalım. Kolay gelsin Deniz." dediğinde Selim, Deniz gülümseyerek ayağa kalktı. Onun çeteyle bu kadar samimi olacağını düşünememiştim, henüz ben de yeni yeni bir şeyler konuşuyordum.

"İyi geceler." Deniz genel bir baş selamı vererek bakışlarını gözlerime çevirdi ve peşinden gitmemi sözsüz şekilde anlattı. Adımlarını takip ederek arkasından yürürken Merih'in de gözleriyle beni takip ettiğini biliyordum. Birkaç merdiven çıkarak sesini daha rahat duyacağım şekilde bana biraz yaklaştı.

"Son yaptığım işin raporunda sıkıntı çıkmış, istihbarata gidip onu halledeceğim. İşim ne zaman biter bilmiyorum, rahatsız etmemek için sabah gelirim."

Başımı onaylamazca sallayarak biraz geri çekilip grilerine baktım, ikna edici bir ifadeyle bana bakıyordu. "İşin bitince ararsın, ben uyuyamam zaten. Sana kapıyı açarım."

"Mira, uyu kuzen." diyerek saçlarımı öptü ve hızlı adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. Söylemesi kolaydı, kâbus görmekten uyku uyuyamıyordum. İşinin uzun süreceğini düşündüğü için muhtemelen öyle demişti ve rapor işleri belli olmuyordu.

Ciğerlerimde fazlalık olan nefesi bıkkınca vererek üç basamağı indim ve locaya yürümeye başladım, her adımımda insanların meraklı bakışları artıyordu. Dönüp hepsine cevap versem rahatlayacak gibi hissediyordum ama kimseyi ilgilendirmiyordu. Bu ikilem yorucuydu ama son kararım hep şu oluyordu; onlara neydi?

Merih hızlı adımlarla yanıma geldiğinde gökyüzü gözleri anlayamadığım bir ifadeyle beni izliyordu, belki de o da beni anlamaya çalışıyordu ama ben kendimi anlamazken bu çok zordu. "Gidelim mi?"

"Olur, onlara iyi geceler diyeyim." derken locaya doğru yürümemi kolumu tutması durdurdu, soran gözlerimi gözlerine çevirdiğimde cevabını istediğimi biliyordu. Gökyüzü gözlerini eline indirdi, bakışlarımla onu takip ettiğimde elinde tuttuğu ceketimi alarak tekrar mavilerine baktım.

"Geceler iyi geçmiyor, takılmayacaklardır. Hadi." dediğinde gözlerimi kısarak ona bakarken sözlerindeki açıklık dudaklarımı bükmeme sebep oldu. Elalarımı çeteye çevirdiğimde Selim ve Demir bize bakıyordu, baş selamı vererek elimi hafifçe havaya kaldırıp indirdim. İkisi de gülümseyerek karşılık verdi. Hepsinin ayrı bir hikâyesi olduğuna emindim.

Arkamı dönerek yürümeye başladığımda güçlü adımlar hemen yanımda ilerlemeye devam etti, merdiveni yine birbirimizi bekleyerek çıkarken bunun istem dışı olduğunun farkındaydım. Karanlık koridorda ilerlediğimizde kapının önündeki korumaların ben odaya girerken orada olmamaları şansımdan ibaretti, oysa pek de şanslı sayılmazdım.

Korumalar tarafından açılan kapıdan çıktığımızda Merih'in arabası barın önündeydi ve iki kapısı da birer koruma tarafından tutulmuş binmemiz için hazır bekleniyordu. Bu görüntü benim için yeni bir şey değildi, aynı saygıyı Fuat Ağabey'de görür ve bizim de görmemizi sağlardı.

"Eyvallah." diyerek korumanın açtığı kapıdan arabaya bindim ve korumanın bir anlık bana bakışını, hemen ardından gözlerini kaçırışını yüzümde görünmeyen tebessümle izledim.

Merih'in sürücü koltuğuna oturmasıyla motoru çalıştırması birkaç saniye farkla olurken, araba sarsmadan öne atıldı. Arkama yaslanarak derin nefes aldım, arabası aynı kendisi gibi kokuyordu. Biraz çam vardı kokusunda, insan soludukça çözebiliyordu.

Benim yolları izleyerek geçirdiğim sürede Merih Silahtar'da sessiz kalmayı tercih etti. Arabanın durmasıyla dalgın bakışlarımdan kurtularak elalarımı ona çevirdim, gökyüzü gözler beni inceliyordu ve şimşekleri kendi için çakıyordu.

"Deniz'le ilgili artık bir sıkıntı çıkmaz, diye düşünüyorum." Onun fikrini soran sesimin tınısıyla sertçe yutkundu ve ben âdemelmasının hareketini izledim, gücünü belli olan damarlarıyla anlatan boynunda sivriliği fazla güzel görünüyordu.

"Sorun çıkmaz, yine de hareketlerinize dikkat edersiniz." Başımı onaylarcasına salladım, bu konuda annem ve yengem de bizi uyarırdı. İleride evlendiğimizde eşlerimiz kıskanırmış... Sanki evlenecektik, en azından benim öyle bir planım yoktu. Ben birkaç yıl daha ancak yaşar ve şehit olurdum.

"Tamam," dediğimde barda söylediği sözler zihnimde bir tekrara girerken dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. "Bu gecen iyi geçsin."

Gökyüzü gözlerinin bakışı hızla gözlerime sabitlenirken dudaklarını birbirine bastırarak gözlerini kıstı. Kara bulutları bile aydınlatan iki şimşek hırsla birbirine çaktı ve ikisinin hırsından bir yıldırım çıktı. O yıldırım yine gökyüzüne düştü, her şeyi paramparça edebilecek güce sahipti ama yıldırımın aydınlığı kaybolurken yıldızlar belirdi. Gökyüzünde sönen yıldızlar...

Bir masalı tek başına anlatan gözlerinden bakışlarımı çekerek arabanın kapısını açtım, fazlaca yorulduğumu ve gözlerimin acıdığını hissediyordum ama uyuyamayacaktım, biliyorum.

"Asi," diyen Merih'le duraksayarak ona döndüm ve gözlerimi etrafı morarmış mavilerine sabitleyerek sözlerini beklediğimi belirttim. "Uyku, tek olunca nabzımı yeniyor." Gözlerimin önündeki buğu bir an kalkarken hızla onu yenileyerek baktım, bir gizini açıklamışken orada başka bir giz bulmasını istemiyordum. "Bu sebep sonucu değiştirir mi?"

Sebeplerine sebep olanlar vardı ve asıl onlar bizim hayatımızı değiştirecekti, tıpkı bizi değiştirdikleri gibi...



¤¤¤

Düzenli bölümler diğer kurgum final yaptıktan sonra gelecek fakat yine elimden geleni yapmaya çalışacağım.

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

İyi ki varsınız.

ŞEVVAL YELEN.

Continue Reading

You'll Also Like

6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
925K 64.6K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
184K 9K 20
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
138K 7.5K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...