Nutuk

By WattpadClassicsTR

16.8K 727 245

Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınan Nutuk (Söylev) yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61

Bölüm 58

67 3 0
By WattpadClassicsTR



Kâzım Paşa'ya "Cumhuriyet'in İlânına Engel Olabilirsen Memlekete Büyük Hizmet Etmiş Olursun" Diyen Rauf Bey Aslâ Cumhuriyetçi Olamaz

Rauf Bey, demecinin ne anlama geldiğini ve ne gibi düşünceleri içine aldığını, her birini birer evirip çevirme ile yorumlayarak dedi ki: "Duygularım, Cumhuriyet rejiminden başka hiçbir rejimi benimsemediğim yolundadır." Rauf Bey'in bu itirafı meclis üyelerinde sevinç yarattı ve "bravo" sesleri ile karşılandı.

Rauf Bey, "aziz duygularım" "kutsal duygularım" diye söylediği bu sözlerinde samimî ve ciddi miydi? Ben, hiç çekinmeden hayır diyorum. Efendiler, Çünkü, Ankara'dan ayrılırken, kendisine Cumhuriyet'ten söz açan Meclis Başkanı Kâzım Paşa'ya: "Buna engel olabilirsen, memlekete büyük hizmet etmiş olursun!" diyenin, Rauf Bey olduğunu biliyorum.

Rauf Bey, Cumhuriyet'i bir puntduna getirip ilân eden sorumsuz kimselerden, bir takım müşavir ve danışmanları kastettiğini de söyleyerek bunda da yanlış anlama olduğunu anlatmak istedi ve, "böyle olunca benim kullandığım ifadeden şu veya bu kimse sorumludur şeklinde bir anlam çıkarılmasın; bunu benden beklemek doğru olmaz" dedi.

Rauf Bey, sözlerindeki bu evirip çevirme ile de gösteriyordu ki, bugünkü Parti Grubu toplantısında, Parti'nin şimşeklerini üzerine çekmeden maksadına ulaşabilmek için, gereken noktalarda geri çekilme ve sözlerini evirip çevirme yolunu tutmuştu. Fakat, asıl görüşünden vazgeçmiş değildi. Örnek olarak, şu sözlere dikkat buyurunuz: "Türkiye'de hükûmet şekli nedir?" diye sorulacak sorulara karşı, hatırlarsınız ki, Büyük Başkanımız, bu kürsüden yapıcı bir cevap olarak ilân buyurdular ki, "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'dir." "Hangi idareye benziyor?" dediler. "Bize benziyor. Çünkü, biz bize benzeriz. Bize has bir idaredir" buyurdular. Bu, benim vicdanımı tatmin eden en açık bir ifadeydi ve buna karşı çıkmak çok güçtür. Zannetmem ki, insaflı olmak şartıyla dışarıda ve içeride buna karşı çıkacak bir tek adam bulunsun. Bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra, sırf bir kabine bunalımı yüzünden, bu hükûmet şeklinin idare edilemez bir şekil olarak gösterilip de, ad değişikliğinden ibaret olan "Cumhuriyet" kelimesinin konmasını ve eskisine bu kadar güvendiğimiz, hattâ halkın da güvendiği bir şeklin sakat olduğunun bu bunalım devresinde anlaşıldığı ileri sürülerek, yeni bir hükûmet şeklinin getirilmesini doğru bulmuyoruz. Bu duygunun etkisi altında kalanları gerici olarak kabul etmeyeceğinizden emin olarak söylüyorum. Eğer bu da eksik görülürse, acaba bunu da tamamlayacak yeni bir şekil var mıdır diye kararsızlık ve endişeye düşenler vardır."

"... Bir halk ki, Cumhuriyet'i istiyor; bir halk ki, egemenlik kayıtsız şartsız milletin elinde oldukça, bunun Cumhuriyet olduğunu bildiriyor ve onu istiyor; istiyor ama uygulayamayız da başka bir rejimde kalırız diye, halk üzüntü ve endişe duyarsa... üzülmek mi sevinmek mi gerekir?"


Saltanat Devrinden Cumhuriyet Devrine Geçiş Dönemi ve Bu Dönemde İki Ayrı Görüşün Çarpışması

Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde, iki ayrı düşünce ve görüş, birbiriyle sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri belli idi. Diğer bir düşünce, saltanat rejimine son vererek, Cumhuriyet rejimini kurmaktı. Bu, bizim düşüncemizdi. Biz, düşüncemizi açıkça söylemeyi başlangıçta sakıncalı buluyorduk. Ancak, düşünce ve görüşlerimizi daha sonra zamanı geldiğinde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının görüşlerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, özellikle Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, saltanat taraftarları Padişah ve Halifenin hak ve yetkilerinin açıkça belirtilmesi için ısrar ediyorlardı. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya gerekli olmadığını söyleyerek, o tarafı geçiştirmekte yarar görüyorduk.

Devlet idaresini, Cumhuriyet'ten söz etmeksizin millî egemenlik ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet'e doğru yürüyen rejim etrafında yoğunlaştırmaya çalışıyorduk.

Büyük Millet Meclisi'nden daha büyük bir makam olmadığını telkinde ısrar ederek, Saltanat ve Hilâfet makamları olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacağını ispat etmek lâzımdı.

Devlet Başkanlığı'ndan bahsetmeksizin, onun görevini fiilen Meclis Başkanı'na yaptırıyorduk.

Uygulamada, Meclis Başkanı İkinci Başkan'dı. Hükûmet vardı. Fakat, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçılar, hemen Padişah'ın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı.

İşte, geçiş döneminin bu mücadele safhasında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz orta şekli yani Büyük Millet Meclisi Hükûmeti sistemini haklı olarak yetersiz bulan ve meşrutiyet şeklinin açıkça belirtilmesini sağlamaya çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardı ki: "Bu kurmak istediğiniz hükûmet şekli, neye, hangi idareye benzer?" Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara, biz de zamanın gereğine uygun cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zorunda idik.

Rauf Bey, bu durumu dikkate alarak, verdiğimiz bir cevabın, vicdanını tatmin eden, reddi ve itirazı mümkün olmayan bir cevap niteliğinde olduğunu söylüyor; bütün görüş ve iddiasını benim o ifademe dayandırıyordu.

Rauf Bey, "bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra", Büyük Millet Meclisi Hükûmeti şeklinin sakat olacağını kabul etmek istemiyor. "Eğer bu sakat ise, bu sakat şekli vaktiyle bize kabul ettirenlerin, bu defa da, bir gün bu kabul ettirdikleri Cumhuriyet şeklini eksik görüp başka bir şekli ortaya atmalarından endişe edilmek gerekir" şeklinde mantık yürütüyor. Bu mantığın ne kadar çürük bir safsatadan ibaret olduğu meydandadır. "Kutsal duyguları, Cumhuriyet rejiminden başka hiçbir rejimi benimsemediği yolunda" olan bir kimsenin, geçiş döneminin zaruretlerinden olduğunu çok iyi bildiği Büyük Millet Meclisi Hükûmeti şeklinde saplanıp kalarak, Cumhuriyet şeklinin de eksik görüleceği ve başka bir şekil araştırılacağı endişesine düşmesinin yeri midir? Rauf Bey'in burada, Cumhuriyet'ten sonra başka şekil diye ifade ettiği şeyle, ne anlatmak istediği bellidir. Rauf Bey demek istiyor ki; Cumhuriyet'i ilân edenler, Osmanlı Hânedanını bu yolla saltanattan uzaklaştırdıktan sonra, acaba Cumhuriyetten tekrar saltanat devrine geçerek, saltanat makamını işgal etmeyecekler mi? Bunun tarihte benzerleri yok mudur? diye tereddüt ve endişe edenler var.

Rauf Bey, olduğu gibi aldığımız sözlerinin sonunda, halkın Cumhuriyet'i istediğini kaydederken, "istiyor ama uygulayamayız ki..." yolundaki şaşılacak ifadesiyle benim işaret ettiğim noktayı çok güzel açıklamaktadır.


İsmet Paşa'nın Meclis'te Rauf Bey'e Verdiği Cevaplar

Efendiler, Rauf Bey'e cevap veren ve değerli görüşler ileri süren konuşmacılar çoktu. Bu arada İsmet Paşa da güzel bir konuşma yaptı. İsmet Paşa'nın okunması her zaman yararlı olabilecek bazı sözlerini de aktaracağım.

İsmet Paşa: "Köklü bir devlet şekli söz konusu olduğu zaman, düşünce ve duygularımız kendi aramızda kalmaz. Onları takip eden bütün bir dünya vardır" dedikten sonra, "Cumhuriyet'in ilanı, bir milletin kutsal bir ideali, bir ateşi, bir ülküsü gibi ortalığı sarar."

Cumhuriyet ilân edildiği zaman, o milletin bütün hararetini gösteren her türlü belirtiler ortaya çıkar. Eğer bir memlekette, Cumhuriyet'in ilân edildiği günlerin üçüncüsünde, beşincisinde, hakları ortadan kaldırılmış bir Şehzade meydana çıkar da, Cumhuriyet'e karşı bir tavır takınırsa... dünya ve dünya düşünürleri, bu Cumhuriyet'in kuvvetinden şüphe eder" sözleriyle başlayarak, Cumhuriyet'in ilânı üzerine İstanbul'da alınan durumun vereceği zararı açıkladı.

İsmet Paşa, Rauf Bey'in konuşmasını tahlil ederken, "millî egemenlik esastır diyenlerin bu sözlerinden, tereddüt ve endişeye kapıldıkları anlamını çıkaramayız" dedi. Ondan sonra, İsmet Paşa, Rauf Bey'e yönelik: "Rauf Bey! Siyaset yapıyoruz. Yanlışları birer birer göstermeliyiz. Hattâ siz, basit bir iş adamı gördünüz mü ki, daha işe başlarken sermayesini tehlikeye koyduğu düşüncesindedir ve başaramayacağını bile bile parasını tehlikeye atmıştır? Bir işe başlayan adam, daima sonundaki başarıyı garanti altına alır ve öyle başlar. Kaldı ki, böyle inkılâp zamanlarında, Hükûmet ileri gelenleri ve bir siyaset adamı herhangi bir şüphe gösteremez. Bu hatâdır. Hatâ ettiniz Rauf Beyefendi!" dedi. Bundan sonra, İsmet Paşa, Rauf Bey'in "üst tabakada şekil değiştirerek, devletin çıkarlarını gözetmeyi, milletin ihtiyaçlarını gidermeyi düşünmek affedilmez bir hatâdır" şeklindeki sözlerine cevap verirken, "affedilmez bir hâtâ olan, bu kadar hassas günlerde, bir noktada yoğunlaşması gereken manevî kuvvetleri, inkılâp kuvvetlerini şu veya bu noktada kararsızlığa düşürmektir. Bu, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek affedilmez bir hatâ işlemek olur" dedi.

İsmet Paşa, Rauf Bey'den şunu da sordu: "Devlet Başkanlığı meselesini çözmek istiyordunuz. Nasıl çözecektiniz? Kaç ihtimâl vardı?"

İsmet Paşa, acele edildiği iddiası ile ilgili cevabında: "Arkadaşlar" dedi, "Doğal sayılan bir sonuç için acele etme söz konusu değildir. Ancak hatâ sayılabilecek olan noktalarda acele etmiş olmak söz konusu edilebilir."

"Cumhuriyet, aceleye getirilerek ilân edildi denmekle, o gün ilân edilmeyip de altı ay sonraya kalsaydı, belki başka bir şekil ortaya çıkardı anlamına yol açılıyor ki, asıl bu anlamda acele edilmiştir."

Rauf Bey, konuşmasında, bizim Cumhuriyet ilânındaki davranışımızı eski Genel Merkez işleri gibi göstermek istedi.

İsmet Paşa, bu noktaya cevap verirken dedi ki: "Bu memlekette Genel Merkez hayatını yaşatmış ve onu yıllarca savunmuş olan temsilciler ve gazeteciler de, kendi görüşünü savunuyorlar. Rauf Bey'in görüşünü ellerinde silâh olarak kullanıyorlar. Bu, talihsizliktir!"

Rauf Bey, daha sonraki konuşmasında bu sözlere şu yolda cevap verdi: "Genel Merkez ifadesiyle yaptığım imâları Tanin Gazetesi bir silâh gibi kullanmıştır; Yemin ederim ki, Efendiler, Tanin kullanmış, Tevhid-i Efkar kullanmış, ben bilmiyorum."

İsmet Paşa, Rauf Bey ve arkadaşlarının Halife'yi ziyaretleri hususuna dokunarak şunları söyledi: "Halife'yi ziyaret konusu, Halifelik konusudur."

"Devlet adamı olarak, hiçbir zaman hatırımızdan çıkaramayız ki, Hilâfet Orduları, bu memleketi baştanbaşa harabeye çevirmişlerdir. Bir gün yeniden Hilâfet Orduları kurulabileceğini aslâ gözden uzak tutmayacağız... Türk Milleti en büyük acıları Halife Ordusundan çekmiştir. Bir daha çekmeyecektir."

"Bir hilâfet fetvasının bizi Dünya Savaşı felâketine sürüklediğini hiçbir vakit unutmayacağız. Bir hilâfet fetvasının, millet ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına hücum ettiğini unutmayacağız."

"Tarihin herhangi bir devrinde, bir Halife, kafasından bu memleketin kaderine karışma isteğini geçirirse, o kafayı mutlaka koparacağız!"

İsmet Paşa, "bravo" sesleri ve alkışlarla karşılanan bu sözlerine, şunları da ekledi:

"Herhangi bir halife, düşünce ve davranış olarak, gelenek ve usule uyarak, gizlice veya açıktan açığa Türkiye'nin kaderinde söz sahibi imişçesine bir tavır almak isterse, Türkiye devlet adamlarını ödüllendirirmiş gibi bir zihniyetle düşünürse, bunları memleketin hayat ve varlığı ile taban tabana zıt sayacağız, hareketlerini vatan hainliği olarak kabul edeceğiz."

İsmet Paşa, konuşmasının sonunda şu hususu da söz konusu etti: "Rauf Bey, konuşmalarında geçen ve bizim taban tabana zıt bulduğumuz noktaları geri alarak bu parti içinde kalmak kararında mıdırlar? Yoksa siyasî konuşmalarında bizimle, tam zıt olarak gördüğümüz noktalarda ısrar ederek, partimizin dışında ve Meclis'te bizimle karşı karşıya çalışmak kararını mı verecekler? Karar kendilerine aittir."

Rauf Bey, tekrar uzun uzadıya kendini savunarak parti kurmayacağını, partiden çıkmayacağını söyledikten sonra, Genel Kurul'un acıma ve hoşgörme duygularını, harekete geçirerek ve konuşmasına yumuşak sözlerle son vererek, toplantı salonundan ayrıldı.

Konuşmacılar, karşılarında cevap verecek kimse bulamadılar. Rauf Bey, yanıldığını itiraf ederek Cumhuriyetçi olduğunu söylediğine göre, görüşmeler yeterli sayıldı. Halkın kafasında uyandırılmış olan şüpheleri gidermek için gazetelerde bildiriler yayınlanması, ayrıca görüşmelerin tutanağının da bastırılıp dağıtılması kararıyla yetinildi.

Şimdi Efendiler, bu karar neyi ifade eder?

Rauf Bey'in çapraşık ve iki anlamlı sözleri, Parti'yi acaba onun gerçekten cumhuriyetçi olduğuna inandırabildi mi? Rauf Bey'in, Parti içinde, bizimle aynı duygu ve görüş sahibi olarak çalışabileceğini anlayışı doğdu mu?

Partinin bu kararı, görüşmelerin gerçek sonucunun gerektirdiği karar mıydı? Elbette ki hayır!...

O halde, bu eksik kararla yetinilmesindeki sebep ve etki neydi?

Bu noktayı birkaç kelime ile açıklayayım. Rauf Bey, konuşmasının başından sonuna kadar aldığı tavır ve konuşma şekliyle parti üyelerinin hoşgörü ve yumuşaklığına sığınmış gibiydi. Bundan başka, Rauf Bey, konuşmasında o kadar demogoji ve safsata yapıyordu ki, sözlerinin ne dereceye kadar ciddî ve samimî olduğunu hemen anlamak, Genel kurul için kolay değildi. Bu sebeplerin de üstüne çıkan en önemli psikolojik sebep, itiraf etmek gerekir ki, "sorumsuz, oldubitti, Cumhuriyet'ten sonra, şekil" kelimeleri üzerinde yapılan olumsuz propaganda, duygu ve düşünceleri kararsızlık ve gevşekliğe sürüklemişti.

Durumu, Cumhuriyet tartışması dışında, İsmet Paşa ve Rauf Bey çekişmesi gibi görenlerin düşünüşlerinin de anlamsız bir kararla yetinilmesine yol açtığı şüphesizdir.

Efendiler, bu karar yüzünden Rauf Bey ve arkadaşlarına bir süre daha partinin içinde partiyi yıkma fırsatı verilmiş oldu.

İstanbul'daki bazı gazetelerin, memleket ve Cumhuriyet'in yüksek yararlarına zarar verici nitelikteki yayınları da, orada öyle bir hava yarattı ki, Meclis, İstanbul'a bir İstiklâl Mahkemesi göndermeyi zorunlu gördü.


Hilâfeti Kaldırmanın Zamanı da Gelmişti

Saygıdeğer Efendiler, her meselede ve her uygulama aşamasında kendisini söz konusu ettirmiş olan Halife'ye ve Hilâfet'e bir defa daha dokunacağım.

1924 yılı başında, büyük çapta bir ordu Harp Oyunu yapılması kararlaştırılmıştı. Bu Harp Oyununu İzmir'de yapacaktık. Bu münasebetle, 1924 yılının Ocak ayı başında İzmir'e gittim. Orada iki ay kadar kaldım.

Hilâfet'in kaldırılması zamanının geldiğine orada iken karar vermiştim. Bu işin nasıl yapıldığını kısaca özetlemeye çalışacağım:

Başbakan İsmet Paşa'dan 22 Ocak 1924 tarihli bir şifre aldım. Onu olduğu gibi bilginize sunayım:


Şifre

Türkiye Cumhurbaşkanlığı Yüksek Katına

Bir süreden beri gazetelerde, Hilâfet Makamının durumu ve Halifenin kişilikleri ile ilgili olarak yanlış anlamalara yol açabilecek yayınlara rastlanması ve özellikle arasıra İstanbul'a giden Hükûmet üyelerinin resmî kurulların kendisiyle görüşmekten kaçınmaları ve çekinmeleri dolayısıyla, Halife'nin büyük bir üzüntü duyduğu; bu yüzden Başmabeyincilerinin Ankara'ya veya güvenilir bir kişinin İstanbul'a kendi yanına gönderilmesini rica ederek, duygu ve düşüncelerini ulaştırmayı düşünmüş ise de, yanlış yorumlanabilir endişesiyle bundan da vazgeçtiklerini söyledikleri, Başkatip Bey tarafından bir yazıyla bildirilmektedir. Bu yazıda, ayrıca uzun uzadıya ödenek işi de anlatılarak, Hilafet Hazinesi'nin gücünü aşan ve yükümlülüğü dışında kalan giderler için Maliye hazinesince yardımda bulunulacağı yolunda Hükûmet'in yazdığı 15 Nisan 1923 tarihli yazının incelenmesi ve gereğinin yerine getirilmesi istenmektedir. Durum, Hükûmetçe görüşülecektir. Sonucu ayrıca bildiririm, efendim.

İsmet

Bu telgrafa cevap olarak, makine başında yazdığım telgraf şudur:


Makina başında

İzmir

Ankara'da Başbakan İsmet Paşa Hazretleri'ne

İlgi: 22.1.1923 tarihli şifre,

Hilâfet makamı ve Halife'nin şahısları ile ilgili yanlış anlamalar ve yanlış yorumlar Halife'nin kendi yanlış tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. Halife, kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile ecdadı padişahların yolunu tutmuş görünmektedir. Cuma Alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndererek ilişkiler kurmak, gösterişli gezintiler, saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul etmek, onların şikâyetlerini dinleyerek onlarla birlikte ağlamak gibi davranışlar bu cinstendir. Halife, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı karşısındaki durumunu düşündüğü zaman, İngiltere Krallığı ile Hindistan Müslüman halkı veya Afgan Devleti ile Afgan halkı arasındaki durumunu bir ölçü olarak almalıdır.

Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife'nin ve Halifelik Makamının gerçekte, ne dinî ve ne de siyasî bakımdan hiçbir anlamı ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atamaz. Bizce, Hilâfet Makamı, olsa olsa tarihî bir hâtıra olmaktan öteye bir önem taşıyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmî heyetlerin kendisiyle görüşmelerini istemesi bile, Cumhuriyet'in bağımsızlığına açık bir tecavüzdür. Başmabeyincisini Ankara'ya göndererek veya güvenilir bir kimseyi kendi yanına getirterek, Hükûmet'e duygu ve dileklerini ulaştırmak istemesi de, Cumhuriyet Hükûmeti ile karşı karşıya bir durum alması demektir. Buna da yetkili değildir. Kendisi ile Cumhuriyet Hükûmeti arasındaki yazışmalarda Başkâtibi aracı kılması da yersizdir. Başkâtip Bey'in böyle bir küstahlıktan sakınması gerektiği, kendisine bildirilmelidir. Halife'nin yaşayışı ve geçimi için Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ödeneğinden mutlaka daha aşağı bir ödeneğin yetmesi gerekir. Maksat, gösterişli ve debdebeli bir hayat sürmek değil, insanca yaşamak ve geçimi sağlamaktan ibarettir. "Hilâfet Hazinesi" ile ne denmek istendiğini anlayamadım. Hilâfetin hazinesi yoktur ve olamaz. Kendisine ecdadından böyle bir hazine kalmışsa, açık olarak bilgi alınmasını ve bana bildirilmesini rica ederim.

Halifenin aldığı ödenekle yerine getirilemeyen yükümlülükler nelermiş; 15 Nisan 1923 tarihli yazısıyla, Hükûmet ne gibi vaatlerde bulunarak Halife'ye bildirilmiştir? Lütfen bunu da belirtiniz. Halife'nin oturacağı yeri tesbit edip açıklamak, Hükûmet'in şimdiye kadar yapmış olması gereken bir görevdi. İstanbul'da, milletin boğazından kesilmiş paralarla yapılmış bir çok saraylar ve bu sarayların içindeki bir çok kıymetli eşya ve malzeme, Hükûmet'in durumu tespit etmemesi yüzünden yok olup gidiyor. Halife'nin yakınları, sarayların en değerli eşyalarını Beyoğlu'nda, şurada burada satıyorlar diye söylentiler vardır. Hükûmet bunlara, bir an önce el koymalıdır. Satılmak gerekiyorsa, Hükûmet eliyle satılmalıdır. Hilafet kadrosu ciddi olarak incelenerek, yeni baştan düzenlenmelidir ki, başmabeyincilerin ve başkâtiplerin varlığı, Halife'yi hâlâ saltanat hülyası içinde uyutmasın! Fransızlar, kral hanedanını ve yakınlarını Fransa'ya sokmakta, bağımsızlıkları ve hâkimiyetleri için yüz yıl sonra, bugün bile sakınca görüp dururken, hergün ufuktan kendileri için bir saltanat güneşinin doğmasına duacı bir hanedan mensuplarıyla ilgili tutumumuzda Türkiye Cumhuriyeti'ni nezaket ve safsataya kurban edemeyiz.

Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açık olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükûmetçe, ciddî ve esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim, efendim.


Gazi Mustafa Kemal Türkiye Cumhurbaşkanı Hilâfetin, Şer'iye ve Evkaf Vekâleti'nin Kaldırılması ve Öğretimin Birleştirilmesi Kararı

Bu yazışmadan sonra Harp Oyunu dolayısıyla İsmet Paşa ve Millî Savunma Bakanı bulunan Kâzım Paşa da İzmir'e gelmişlerdi. Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa da, zaten orada bulunuyordu. Hilâfetin kaldırılması gereğinde görüşlerimiz birleşmişti. Aynı zamanda Şer'iye ve Evkaf Vekâletlerini de kaldırmak ve öğretimi birleştirmek kararında idik.

1924 yılı Martı'nın birinci günü Meclis'in tarafımdan açılması gerekiyordu.

23 Şubat 1924 günü Ankara'ya dönmüştük. Burada da gereken kimselere kararımı bildirdim.

Mecliste bütçe görüşmeleri yapılıyordu. Hanedan'ın ödeneği ile Şer'iye ve Evkaf Vekâletleri'nin bütçeleri üzerinde durulmak gerekiyordu. Arkadaşlarımız bu maksada göre görüşme ve eleştirilere başladılar. Görüşme ve tartışmalar devam ettirildi. 1 Mart günü, Büyük Millet Meclisi'nin beşinci çalışma yılı dolayısıyla verdiğim söylevde, şu üç noktayı özellikle belirttim:

1- "Millet, Cumhuriyet'in bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesin ve sonsuza dek korunmasını istemektedir. Milletin isteği, Cumhuriyet'in denenmiş ve olumlu sonuçları görülmüş olan bütün esaslara, bir an önce ve tam olarak dayandırılması şeklinde ifade edilebilir."

2- "Millet kamuoyunda tespit edilen, eğitim ve öğretimin birleştirimesi ilkesinin bir an önce uygulanmasını gerekli görüyoruz."

3- "Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini de görmüş bulunuyoruz."

2 Mart günü, Parti Grubu toplantıya çağrıldı. İşaret ettiğim bu üç konu ortaya atıldı ve görüşüldü. İlkeler üzerinde anlaşmaya varıldı. 3 Mart günü, Meclis'in birinci oturumunda, Başkanlığa gelen evrak arasında şu önergeler okundu:

1- Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının, Hilâfet'in kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili kanun teklifi.

2- Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının Şer'iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye Vekâleti'nin kaldırılması ile ilgili kanun teklifi.

3- Manisa Milletvekili Vâsıf Bey ve elli arkadaşının, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili önergeleri.

Başkanlık kürsüsünde oturan Fethi Bey: "Efendim, birçok imzalarla gelen bu kanun tekliflerinin hemen görüşülmesi ile ilgili önergeler vardır. Yüksek oyunuza sunacağım' dedi ve bu tekliflerin ilgili komisyonlara gitmeden hemen görüşülmesini oya koyarak, kabul edildiğini bildirdi.

İlk itiraz, Kastamonu Milletvekili Halit Bey'den geldi. Görüşmeler sırasında Halit Bey'e bir iki kişi daha katıldı. Tekliflerin lehinde uzun konuşmalar yapan birçok değerli konuşmacılar kürsüye çıktı. Önerge sahipleri dışında, rahmetli Seyit Bey'in ve İsmet Paşa'nın ilmî ve inandırıcı konuşmaları her zaman için okunmaya değer. Bu konuda yapılan görüşme ve tartışmalar beş saat kadar sürdü. Saat 18.45'te görüşmeler bittiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 429, 430 ve 431. kanunlarını çıkarmış bulunuyordu.

Bu kanunlara göre "Türkiye Cumhuriyeti'nde Millet işleriyle ilgili kanunları yapma ve yürütme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu Hükûmete verildi"; "Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılmış" oldu.

Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumlarıyla, bütün medreseler, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı.

Halife, görevinden uzaklaştırıldı ve Hilâfet Makamı kaldırıldı. Uzaklaştırılan Halife ve tarihten izi silinmiş Osmanlı Hanedanının bütün mensuplarına, Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturma hakkı süresiz olarak yasaklandı.

Continue Reading

You'll Also Like

5.5K 728 13
'Umarım ölürsün Lee Taeyong, cesedinin çilek kokacağına eminim.'
2.8M 146K 64
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
1.3M 100K 27
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
5.2K 608 20
Çukuruma herkesi çekerken bende o çukurda kayboluyordum. Yalanlar ve acılarla birlikte. Ancak bu odadaki herkes yalancıydı. Bazıları üzmemek için baz...