Nutuk

By WattpadClassicsTR

16.7K 726 245

Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınan Nutuk (Söylev) yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61

Bölüm 51

60 4 0
By WattpadClassicsTR







Meclisteki Muhaliflerin Çeşitli Saldırı ve Hareketleri

Meclis'teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün sonra, "İslâm Hilafeti ve Büyük Millet Meclisi" adlı broşürün ortaya çıktığını, bütün Meclis'in ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini bildirmiştim. Bundan önce, çevrilmek istenen bir dolap vardır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi, 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, sonuçları itibariyle gezim boyunca da devam etmişti. İzin verirseniz, bu konu ile ilgili olarak hatıralarınızı canlandırmaya yarayacak birkaç söz söyleyeyim:

Saygıdeğer Efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçimi kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili bir önerge hazırlamışlar... Önergede nelerin yer aldığını öğrenmiştim.

2 Aralık 1922 günü, Meclis'in İkinci Başkanı Adnan Bey'in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir söz işitildi: "Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu'nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu'nun tutanağı var." Bu, söz "okunsun" sesleriyle karşılandı. İki milletvekili: "Önemlidir, okunmasını teklif ederiz" diyerek genel havayı açığa vurdular.

Başkan: ".... Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi yöntemdendir" dedi.

"Beni Vatandaşlık Haklarından Mahrum Etmek"


Teklifi Üzerine Meclis'te Yaptığım Konuşma

Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis'te yapılan görüşmeleri o güne ait Tutanak Dergisi'nde okumak mümkündür. Fakat Yüksek kurulunuzu bu sıkıntıdan kurtarmak için, izin verirseniz, o oturumda yaptığım konuşmanın bir kısmını olduğu gibi bildireyim:

Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim: "Efendim! Bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat, doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, izin verirseniz birkaç kelime ile düşüncemi bildirmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati1, Mersin Milletvekili Salâhattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya, benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14. maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız, orada deniliyordu ki: "Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilebilmek için, Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler, yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler."

Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim, bugünkü millî sınırların dışında kalmıştır. Fakat, bu böyle ise bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istilâ hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır. Eğer, düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.


Teklif Edilen Maddedeki Şartlar Bende Neden Yoktu.

Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar'daki savunmalarımı yapmamaklığım gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturmaya mahkûm olsaydım, Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra, Diyarbakır'a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamaklığım gerekirdi. Bu Efendiler'in istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye'yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep'te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemekliğim ve bugün millî sınırlar dediğimiz sınırları fiili olarak çizmemekliğim gerekirdi.

Zannediyorum ki, ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiçbir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum. Ben zannediyorum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslâm dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum. Fakat bu durumumdan dolayı bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bırakılacağımı asla hatırıma getirmezdim ki, yüce Meclis'te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabilsin. Bu bakımdan ben anlamak istiyorum. "Bu efendiler, gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar?

Yine bu Efendilere karşı söylüyor ve soruyorum: Milletvekili oldukları için elbette bütün milletin vekili sıfatını taşıyorlar. Yalnız, bu Efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?

Efendiler, beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu Efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden, resmen yüce topluluğunuza, bu efendilerin seçim bölgeleri halkına ve bütün Millete soruyorum ve cevap istiyorum!"


Milletin Bana Karşı Gösterdiği Sevgi ve Güvenin Samimi İfadeleri

Bu sözlerim, ajans ve basın aracılığıyla yayınlandı. Millet, yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi. Hemen memleketin bütün seçim bölgelerindeki halk tarafından Meclis Başkanlığı'na protesto telgrafları yağdı. Bu kanun tasarısına imza koyan milletvekili Efendilerin de seçim bölgeleri halkı, kendilerini ve kendileriyle görüş birliğinde olanları suçlamakta gecikmedi. Milletin, benim için gösterdiği bu sevgi ve samimi olarak belirtmesi bakımından, kıymetli birer hatıra olarak saklamakta olduğum bu telgraflar büyük bir dosya tutmaktadır. Bu dosyadaki telgraflar, zamanında basında da yer almıştı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin Rize'nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim:

Üç milletvekili beyin, Seçim Kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı gerekli bulmamıştık. Şimdi Milletvekili Osman Efendi'den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur:

1- (Övücü ve samimî sözlerden sonra) Şahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız aleyhinde, sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lânetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.

2- Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla bildiririz, efendim.

İmzalar

25.5.1923


Yeniden Seçim Yapılması Kararı

Saygıdeğer Efendiler, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, olaylarına işaret ettiğimiz tarihte gösterdiği karışık psikoloji, üzerinde ciddî olarak durup düşünülmeyi gerektiren bir durum almıştı. Bütün Millette, Meclis'in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. Meclis'te durumu soğukkanlılıkla ve uzak görüşlülükle düşünüp değerlendiren üyeler bile, üzüntülerini açığa vurmaktan kendilerini alamadılar. Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkân yoktur. Bu zorunluluğa ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey'e, kalmakta olduğu istasyon binasında Hükûmet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.

Rauf Bey'in dairesinde toplanan Bakanlar Kurulu'na, Meclis'in yenilenmesini Meclis'e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa bir tartışmadan sonra, Hükûmet üyeleri ile görüş birliğine vardık. Aynı gece, Meclis'teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Gurubu Yönetim Kurulu'nu da Bakanlar Kurulu toplantısına çağırdım. Bu Yönetim Kurulu içinde teklifimi yersiz bulup yadırgayanlar oldu. Görüşme ve tartışmalar ertesi güne kadar sürdü. Buna rağmen, bu kurul ile de anlaştık. Ondan sonra, derhal Gurup Genel Kurulu'nu topladım. Orada memleketin içinde bulunduğu genel durumu, acele olarak yapılması gereken memleket işlerini anlattım. Meclis'in artık bu görevleri yerine getirme yeteneği kalmadığını belirterek, ispat ederek, Meclis'ten, seçimleri yenileme kararı vermesini istemek gerektiğini bildirdim. Gurup Genel Kurulu, konuşmalarımı ve açıklamalarımı yerinde buldu. Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923'te Meclis'e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye bir önergeyle, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, "Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir" şeklindeki bir kanunu oybirliği ile çıkardı.

Meclis'in bu kararı vermesi, inkılâp tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan sıkıntıyı anlamış olduğunu göstermiştir.


Lozan Konferansı'nın İkinci Safhası ve Yeni Seçimlerde Milletin Gösterdiği Uyanıklık

Efendiler, Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te yeniden toplandı. Delgeler Kurulumuz Lozan'da yeniden barışı sağlamaya çalışırken, ben de yeni seçimler ile meşgul oluyordum.

Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilân ederek katıldık. Görüşlerimizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilân edecektim.

Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde, milleti aldatarak, çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çok olduğunu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafında büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı.

Bütün millet, ilân ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesine imkân kalmadığı anlaşıldı.


Nurettin Paşa'nın Bağımsız Milletvekili Olma Faaliyeti ve Yayınladığı Hal Tercümesi

Gerçekten, bazı seçim bölgelerinde bağımsız milletvekili olma faaliyetinde bulunanlar başarı sağlayamadılar. Bu arada, o zaman daha Birinci Ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa'da milletvekili olmak faaliyetinde bulunmuştu, mümkün olmadı. Nurettin Paşa, bu isteğini daha sonra bir ara seçimde Bursa'da gerçekleştirdi.

Paşa'nın kendi başına ve bağımsız olarak milletvekili seçilebilmek için, her zaman olduğu gibi, kendi yöntemince ve gerektiği şekilde propaganda yaptırmaktan geri kalmadığı da anlaşılmıştı. Bu yoldaki girişimlerden ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle ,hal tercümesidir.

Nurettin Paşa, yeni seçim yılı olan 1923'te, Abit Süreyya Bey adında bir şahsa, (A.S.) baş harflerini taşıyan bir hal tercümesi yayınlattı.

Abit Süreyya Bey, Abdülhamid'in başkâtiplerinden rahmetli Süreyya Paşa'nın oğludur. Meşrutiyetten önce, Nurettin Paşa gibi ve onunla birlikte Padişahın gönüllü yardımcısı idi. Birinci Dünya Savaşı'nda İzmir'de ve İstiklâl Savaşı'nın sonunda, Nurettin Paşa komuta merkezinin bulunduğu İzmit'te ordu müteahhitliği yaptı. Nurettin Paşa'nın hal ve tercümesinin yer aldığı broşürü hazırlayan Abit Süreyya Bey değildir. Broşür kendisine yazılı olarak verilmiştir. Ondan, adının baş harflerini koyması ve ortağı bulunduğu Matbaa-i Osmaniye'de bastırması Nurettin Paşa tarafından rica edilmiştir.

Bu broşürün kapağında şu yazılar okunur:

"İzmir Fâtihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar Savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretleri'nin hal tercümesi."

Efendiler, ondokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürünün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum. Ben, bu hal tercümesinin memleketin bütün aydınları tarafından okunmasını çok yararlı ve eğitici buluyorum. Yalnız, bu broşürü okuyanların veya okuyacak olanların, broşürde temas edilen olaylar ve işlerle ilgili olarak başka ve güvenilir kaynaklardan da bilgi edinerek, metinle gerçeği karşılaştırmaları ve ona göre hüküm vermeleri gerekir.

Bu broşürün niteliği ve nasıl bir anlayışı ortaya koyduğu konusunda bir fikir edinebilmek için, bazı noktalarını hep birlikte gözden geçirelim:

Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır:

"Kütülamare'nin kuşatıcısı, Bağdat'ın savunucusu, Yemen, Selmanpâk, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir fâtihi."

Nurettin Paşa'nın kendi kendine takındığı "kuşatıcı" galip", "fatih" ünvanları hakkındaki görüşümü belirtmeyi daha sonraya bırakarak, broşürün metnine girelim.

Paşa, Konyar adındaki Türk aşiretinden rahmetli Mareşal İbrahim Paşa'nın oğlu ve Hazret-i Peygamber soyundan gelen Ayan üyesi ve Şeyhü'l-Vükelâ Bursalı merhum Rıza Efendi'nin torunlarından imiş... Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap'tır. Babası ve büyük babalarıyla da övünmektedir. Burada, babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius'a, babası ve anası Türk olan Attila'nın "ben de, büyük ve asil bir milletin evlâdıyım" dediğini hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Resmî okullardaki öğrenim dışında öğrenim de görmüş olan Nurettin Paşa, 1893'te Harp Okulu çıkışlı olup, Hassa Ordusu Erkân-ı Harbiyesi'ne atanmış..

Nurettin Paşa, kurmaylık tahsili yapmamış ve o sınıfa girmemiştir. Bu bakımdan ordu komuta merkezine kurmay olarak atanamaz. Olsa olsa, bir askerî birliğe gönderilmeyip ordu kurmaylığında komuta merkezi emir subaylığı veya buna benzer bir görevle alıkonulmuş olabilir... Genç bir teğmen için, askerlik görevine buradan başlamak, elbette övünülecek bir başlangıç sayılmaz.. Askerî bir birliğe tayin edilmek ve orada askerliğin disiplin ve güçlüklerine alışmak şarttır.

Nurettin Paşa, 1887'de gönüllü olarak Türk-Yunan Harbi'ne katılmış ve Başkomutanlığı'na tayin edilen Gazi Osman Paşa'nın yaverliğine ve İstanbul'a dönüşünde padişah yardımcılığına, refakat subaylıklarına getirilmiş.

Bilindiği üzere, Gazi Osman Paşa, İstanbul'dan Selânik'e kadar gitmiş fakat savaş meydanına gitmeden Selânik'ten geri dönmüştür. Savaşa katılmamış bir komutanın yaverliğine ve birtakım refakat subaylıklarına tayin edilmiş olmak, bilmem ki, ne dereceye kadar anlatılmaya ve övünülmeye değer görülebilir.

Nurettin Paşa, "sırasıyla yarbaylığa ve albaylığa yükseltilmiş ve 1908 yılı başlarında Selânik'te Üçüncü Ordu Kurmaybaşkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayin" edilmiş... Nurettin Paşa'nın hangi sıra albaylığa kadar yükselmiş olduğu, Meşrutiyet'in ilânından sonra rütbesinin yeniden binbaşılığa indirilmiş olmasıyla anlaşılıyorsa da, Selânik'te, Üçüncü Ordu Kurmay Başkanlığı Özel Şube Müdürlüğü'ne tayinini anlamak güçtür. Çünkü, benim de Kurmay Başkanlığı'nda bulunduğum bu orduda, denildiği gibi, bir özel şube yoktu. Belki de ordu komutanı olan babası, oğlu için, özel ve gizli işlerle uğraşan bir özel şube kurmuş olacak...

Nurettin Paşa, Üçüncü Ordu Komutanı bulunan, "babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet inkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine hizmet ve yardımda bulunmuşlar...."

Hal tercümesi broşüründe, Nurettin Paşa'nın iki defa Sultan Hamit tarafından tutuklattırılıp sorguya çekildiği, bir defasında sürülmesine ve diğer bir defasında da askerlikten kovularak altı yıl hapsine karar verildiği ve fakat babasının, araya girip yalvarması üzerine kurtulduğu hikâyesinden sonra... "İstanbul'dan bir yolunu bulup yine Rumeli'ye geçerek, 1908 Meşrutiyet İnkılâbının hazırlanmasına ve gerçekleştirilmesine diğer arkadaşlarıyla birlikte hizmet etmiştir" sözleri yazılıdır.

Nurettin Paşa,'nın gördüğü zulmü kısaca anlatmak gerekirse, diyebiliriz ki, Sultan Hamit, Nurettin Bey'e hürriyetçi düşüncelerinden dolayı kızdıkça, onu yarbaylığa, albaylığa yükselterek sırmasını arttırır ve sevilip okşansın diye babasına teslim edermiş...


Nurettin Paşa'nın ve Babası Mareşal İbrahim Paşa'nın Meşrutiyet İnkılâbında Nasıl ve Ne Dereceye Kadar Rol Oynadıkları Konusundaki Hatıralarım

Mareşal İbrahim Paşa'nın Üçüncü Ordu Komutanlığı, oğlu Nurettin Bey'in babasının yardımcılığı ve Meşrutiyet İnkılâbında nasıl ve ne dereceye kadar rol oynadıkları konusu üzerinde de bir parça bilgi vermek isterim. Bunun için geçmişle ilgili kısa bir hatıramı anlatmama izninizi rica ederim.

Efendiler, çeşitli vesilelerle duymuş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben kurmay yüzbaşı olur olmaz, Sultan Hamid tarafından Suriye'ye sürüldüm. Orada üç yıl kaldıktan sonra, o zaman Üçüncü Ordu bölgesi olan Makedonya'ya nakledildim. Ordu merkezi Manastır'dı. Ordu Mareşallığı adı altında bir komuta makamı da vardı. Üçüncü Ordu Komutanı, Selânik'te otururdu.

Orada da Mareşallık Kurmay Kurulu diye bir kuruluş vardı. Ben 1908 yılında kolağası rütbesiyle bu kuruluşta görevliydim. Hürriyeti getirmeye çalışan gizli cemiyetle pek yakından ilgim vardı. Yanyalı Esat Paşa, Üçüncü Ordu Komutanıydı. Süleyman Paşa-zâde Ali Rıza Paşa, kurmay başkanı'mızdı O zaman binbaşı bulunan rahmetli Cemâl Paşa ve yine binbaşı olan Fethi Bey (bugünkü Paris Büyükelçisi) ve ben, Mareşallık Kurmay Kurulunu oluşturuyorduk. Her üçümüz de Cemiyetin üyesi idik. Cemiyetin başarıya ulaşması için çalışıyorduk.

O tarihlerde, Üçüncü Ordu bölgesine bağlı Serez'deki tümenin ve Serez bölgesinin Komutanı, Mareşal rütbesinde bir kişiydi. Bu kişi, Sultan Hamid'in olağanüstü güven ve itimadını kazanmış bulunuyordu. Rütbesinin Mareşal olmasına, Esat Paşa'nın kendinden daha ast bir rütbede bulunmasına rağmen, İstanbul ile Serez arasında güvenli bir bölge bulundurmak maksadıyla, Serez'den uzaklaştırılamazdı. İşte bu önemli komutan, Mareşal İbrahim Paşa idi. Oğlu Nurettin Bey (Nurettin Paşa)de, babasının yanında bulunurdu. Meşrutiyet'in İlânından önceki günlerde, bir binbaşı, Mareşal İbrahim Paşa'nın komutanlık bölgesinde, istibdat idaresinin aleyhinde konumuşş. Bir casus bunu jurnal etmiş... O zaman Selânik'te Merkez Komutanı bulunan Yarbay Nâzım Bey, olayı yerinde soruşturmak üzere İstanbul'dan görevlendirildi.

Cemiyet2, Nâzım Bey'i bu görevden alıkoymak üzere vurdurdu. Yaralanan Nâzım Bey İstanbul'a getirildi. Olayın soruşturmasına İstanbul'dan birinin değil, ancak orduca gösterilecek bir görevlinin gidebileceği görüşü telkin edildi. Ben görevlendirildim. Görevim, hiç şüphesiz istibdat aleyhinde bulunmuş olan binbaşıyı kurtarmaktı.

Önce Serez'e gittim. Mareşal İbrahim Paşa'yı ziyaret ettim. Görüşme sırasında anladım ki, Paşa'nın büyük bir endişesi vardır. Paşa, kendi bölgesinde, Sultan Hamid ve istibdat idaresi aleyhinde bir tek kişi bile bulunmadığı ve bulunamayacağı yolunda Sultan'a güvence vermişti. Buna rağmen söz konusu binbaşı için yapılan jurnal, Sultan Hamid'in Mareşal İbrahim Paşa'ya olan güvenini sarsacak nitelikteydi. Bu jurnalda yazılanların doğrulanması, İbrahim Paşa'nın durumunu kötüleştirecekti. Bunu istemiyordu. Ben derhal Paşa'nın endişesini anladım ve dedim ki: "Paşa Hazretleri, devletli şahsınızın bölgesinde, Zâtışahane aleyhinde duygular besleyen bir tek kişinin bile bulunabileceği düşünülemez. Yapılmış olan jurnalda yazılanların yerinde soruşturulması, devletli şahsiyetiniz tarafından kurulmuş olan disiplini ve aşılanmış olan bağlılık duygularını kolayca ortaya koyacaktır. Arzu buyurursanız, yapacağım soruşturma raporunun bir örneğini zâtıdevletlerine göndereyim."

İbrahim Paşa, bu sözlerimden çok ferahladı. Benden memnun oldu ve oğlu Nurettin Bey'i çağırtıp, benim çok iyi ağırlanmamı ve olay yerine gidebilmem için kolaylık gösterilmesini emretti.

Soruşturmanın sonucu, binbaşıyı kurtardı. Jurnal vereni iftira ettiği için cezaya çarptırdı. Mareşal İbrahim Paşa da, sultana kendi bölgesinde, aleyhte bir tek kişinin bile bulunamayacağını ispat ederek Zâtışahane'nin kendisi hakkındaki güven ve itimadını bir kat daha arttırdı.

Mareşal İbrahim Paşa'nın bu yolla kendisine beslenen güveni bir kat daha arttırması, çok geçmeden, kendine bütün Makedonya'yı istibdada karşı olanlardan temizleme görevini hazırladı.

Bu noktayı biraz açıklayayım: Cemiyet, bütün Makedonya'da teşkilâtını genişletti, faaliyetini hızlandırdı. Artık hemen hemen açıktan açığa ve korkusuzca çalışmalara başlandı.

Selânik'te, Ordu Mareşallığı'nda bulunan Esat Paşa'ya güven kalmadı. Kurmay Başkanımız olan Ali Rıza Paşa hakkında şüpheye düşüldü. Bunlar birer birer, Sultan Hamid tarafından sorguya çekilmek üzere İstanbul'a geri çağrıldı. Ordu Mareşallığı'na her bakımdan güven ve itimat uyandıran Mareşal İbrahim Paşa tayin edildi ve Selânik'e gönderildi.

İbrahim Paşa'nın Selânik'e gelmekte olduğu haberi üzerine, Cemâl Bey (rahmetli Cemâl Paşa), ne olur ne olmaz düşüncesiyle, bir vesile yaratarak merkezden uzaklaştı. Arkadaşım Fethi Bey, zaten daha öncesinden Jandarma Okulu Komutanlığı'na geçmişti. Merkez de Ordu komutanı ve Kurmay Başkanı adlarına yalnız ben bulunuyordum. Yeni gelen komutana Üçüncü Ordu Komutanlığı'nı ben devir ve teslim edecektim. Gerçekten de öyle oldu.

İbrahim Paşa, yanında oğlu Nurettin Bey olduğu halde, trenle geç vakit Selânik'e vardı. Doğruca komutanlık dairesine geldi. Orada kendisine durumu anlattım. Gece olmasına rağmen, ordu komuta merkezinde görevli bütün komutanları birer birer görmek istedi. Herkes gelip kendini tanıtıyordu. Mareşal Paşa, her yeni tanıdığı kişiye, kendisinin ne kadar şiddetli olduğunu insanı yok edebilecek güçte bulunduğunu anlatmaya çalışır, birtakım tavırlar takınarak, hiç de yakışık almayan sözler söyleyerek, arasıra çizmeli ayaklarını yere vurarak, ilk andan itibaren korkutma politikası uygulamaya başladı.

Gece evime gittim. Ertesi gün erkenden bir süvari, bir binek atı getirdi ve Mareşal Paşa'nın beni istediğini söyledi. Daireye geldiğim zaman anladım ki, benim göreve devam edebileceğimi emretmiş...

Şimdi Efendiler, gelelim, ihtilâl ve inkılâp safhasına...

İbrahim Paşa'nın korkutma politikası, ihtilâl komitesinin gözdağı verici tutumuyla karşılandı. Paşa, hiddet ve şiddetini bir tarafa bırakmak mecburiyetini duydu. Bu arada en çok Cemâl Bey (Cemâl Paşa) aracılığıyla İhtilâl Cemiyetinin kuvvetinden ve girişimindeki ciddiyetten İbrahim Paşa'nın oğlu haberdar edildi. Babasının Cemiyet aleyhinde bir harekette bulunmaması için uyarıldı ve Paşa'dan teminat istendi. Söz gelişi Paşa, Cemiyet aleyhinde hareket etmeyeceğini göstermek üzere, Cuma Namazını filân camide kılacak ve ikinci safta namaza duracaktır gibi birtakım isteklerde bulunuldu. İşte Nurettin Bey bu gibi şeyleri babasına duyurmak için aracı olarak kullanılıyordu. Fakat önemli işlerde daha çok görevlendirilen ve çalıştırılan, babasının emir subayı Nurettin Bey değil, Cemiyetin üyesi ve memuru olan, komutanlık makamının emir subayı Yüzbaşı Kâzım Nâmi Bey (şimdi yazar ve öğretmendir) idi.

İbrahim Paşa, Cemiyetin uyarılarına uymak zorunda bırakıldı. Fakat, Cemiyetin teşkilâtından, girişimlerinden kararlarından ve yaptığı işlerden hiçbir vakit haberdar edilmemiştir.

Hürriyet ve Meşrutiyet'in ilânından da, ne İbrahim Paşa'nın ve ne de oğlu Nurettin Bey'in daha önce hiç bir şekilde ve asla haberleri de olmamıştır. Meşrutiyet'in ilânı konusunun tamamen içinde bulunduğum ve bütün detay ve safhalarıyla şahsen ve yakından ilgili olduğum için, bu konudaki hâtıralarım olduğu gibi aklımdadır.

Hürriyet ve Meşrutiyet İlânı ile ilgili gösterilerde erken davrandığı sanılan Üsküp'teki hazırlıkları, Selânikte ve diğer yerlerde yapılacak hazırlıklara uygun bir şekilde düzenlemek için Üsküp'e gitmiştim. Oradan dönüşümde ve artık her yerde fiilî gösteriler başladıktan sonra, Mareşal İbrahim Paşa beni çağırdı ve şunları söyledi: "Beni Ordu Komutanlığı'nda bırakacak mısınız, bırakmayacak mısınız? Bırakılmayacak isem, şahsım tecavüz ve hakarete uğratılmadan hemen İstanbul'a hareket edeyim." Hattâ Paşa, bürosu üstünde duran yazı hokkasını eline alarak aynen hatırımda kalan şu kelimeleri de ekledi: "Burada benim yalnız bir hokkam var, onu alır, giderim."

Gerekenlerle görüştükten sonra, cevap verebileceğimi söyledim. Cemiyet adına yetkili olan diğer arkadaşlarla, İbrahim Paşa'nın komutanlığı konusunu görüştük. Bir zaman için kalmasında sakınca görmedik. Komutanlıkta kalacağını bildiren cemiyet kararını kendisine ben bildirdim.

Fakat, bir iki gün sonra, dağa çıkmış olan subaylardan, bir teğmen efendi, İbrahim Paşa'ya bulunduğu yerden hakaret dolu bir telgraf çekmiş... İbrahim Paşa, derhal beni çağırttı ve telgrafı uzatarak dedi ki: "Beni komutan olarak burada bırakacağınızı bildirmiştiniz. Bu hakaret nedir?." Komutan Paşa'ya Cemiyetce kendisi için aldığımız kararı, bütün teşkilâta duyuracak kadar zaman geçmediğini, özellikle dağ başında bulunan subaylarımızın herhangi bir telgraf merkezinden bu gibi telgrafları çekmelerine engel olmanın bugünlerde güç olacağını kabul etmesi gerektiğini söyleyerek kendisini yatıştırmaya çalıştım.

Fakat, aradan çok geçmeden, o zaman Yunan Sınırı Komutanı bulunan Muhlis Paşa, Cemiyetin Manastır'daki Merkez Kurulu tarafından Manastır'a davet edilmiş... Muhlis Paşa, Ordu Komutanı İbrahim Paşa'dan izin almaksızın Manastır'a gitmiş. Bu duruma canı sıkılan İbrahim Paşa, Muhlis Paşa'ya azarlayıcı bir yazı göndermiş.

Bunun üzerine, Muhlis Paşa'yı davet eden Merkez Kurulu, İbrahim Paşa'ya uzun bir telgraf çekmiş... Bu defa da Mareşal Paşa beni çağırarak telgrafı gösterdi ve: "ya bu ne?" dedi.

Telgrafı baştan sona kadar okudum. Bu telgrafta Konyar aşiretinden Mareşal İbrahim Paşa'nın bütün hayatı, geçmişi ve hayatının içyüzü açıklandıktan sonra, ağır ve hakaret dolu, kelimelerle, istibdat devrinin, Sultan Hamid kulluğunun ender rastlanır bir örneği olan İbrahim Paşa'nın hürriyet için çalışan bir çevrede, hürriyet için çalışanlara komuta etmek cesaretinde bulunmasına şaşılıyor ve hemen komutanlıktan çekilmesi ihtar ediliyor ve isteniyordu.

Efendiler, bundan sonra, İbrahim Paşa, gerçekten Selânik'te duramadı. Dediği gibi bir hokkasını alıp gitti.

Bu bilgilerden sonra, Nurettin Paşa'nın, Üçüncü Ordu Komutanı bulunan babası Mareşal İbrahim Paşa ile Meşrutiyet İnkılâbının yapılmasına ve ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle ve engelsiz olarak yürütülmesine ne yolda hizmet etmiş olduklarını anlamak kolaylaşmıştır, sanırım. Denildiği gibi, "ihtilâlin aşırılıktan uzak ölçülerle yürütülmesine" de etkili olamamışlardır. En ölçüsüz davranışlar, bizzat kendilerine yapılmış olan davranışlarla görülmüştür.

Continue Reading

You'll Also Like

4.3M 206K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
21K 2.6K 17
jeongguk'un kırmızı ipleri. fantastik, fluff!! 💌🧶 | 27622 - 25823
7.7K 672 16
Şeytanın bataklığına çekiliyorum.. 22.05.2020 - 22.05.2020 Tamamlandı ✔️✔️