Nutuk

By WattpadClassicsTR

17K 755 245

Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaleme alınan Nutuk (Söylev) yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Bölüm 51
Bölüm 52
Bölüm 53
Bölüm 54
Bölüm 55
Bölüm 56
Bölüm 57
Bölüm 58
Bölüm 59
Bölüm 60
Bölüm 61

Bölüm 41

44 3 0
By WattpadClassicsTR







Delegeler Daha Yolda İken Başlayan Yunan Saldırısı

Efendiler, İtilâf Devletleri, delege kurulumuz aracılığıyla yaptıkları tekliflerin cevabını almayı beklemeden, daha delegelerimiz yolda iken, Yunanlılar bütün ordusuyla ve bütün cephelerimize karşı saldırıya geçtiler.

Görüyorsunuz ki, Efendiler, Yunan taarruzu konferans ve barış hikâyesini bize zorunlu olarak terk ettiriyor. Şimdi izin verirseniz, size bu saldırıyı ve sonucunu bildireyim:

Yunan ordusunun Bursa ve doğusunda önemli bir grubu, Uşak ve doğusunda diğer bir grubu vardı. Bizim de kuvvetlerimiz, Eskişehir'in kuzey-batısında Dumlupınar'da ve doğusunda olmak üzere iki grup halindeydi. Bundan başka, Yunanlıların İzmit'te bir tümenleri, bizim de ona karşılık Kocaeli Gurubu bulunuyordu. Yunanlıların Menderes boyundaki birliklerine karşı da birliklerimiz vardı. Yunan ordusunun Bursa ve Uşak gurupları, 23 Mart 1921 günü ileri harekâta geçtiler. İsmet Paşa komutasında bulunan Batı Cephesi birlikleri, bildirdiğim gibi, Eskişehir'in kuzey-batısında yığınak yapmıştı. Karar, savaşı İnönü mevzilerinde kabul etmekti. Ona göre tedbir alınıyor ve hazırlıklar yapılıyordu. Düşman, 26 Mart akşamı, İsmet Paşa'nın işgal ettirdiği mevzilerin sağ kanadı ilerisine yanaştı. Ertesi günü bütün cephede karşılaşmalar oldu. Düşman 28'de sağ kanadımıza saldırıya geçti. 29'da her iki kanattan saldırdı. Düşman, yer yer önemli başarılar elde ediyordu. 30 Mart günü şiddetli savaşlarla geçti. Bu savaşların da sonucu düşman lehine oldu.


İkinci İnönü Zaferi ve İsmet Paşa'nın Metristepe'de Gördüğü Durum

Bundan sonra sıra bize geliyordu. İsmet Paşa, 31 Mart günü karşı saldırıya geçti ve düşmanı yenerek, 31 Mart-1 Nisan gecesi geri çekilmeye mecbur etti. Böylece, inkılâp tarihimizin bir sayfası, ikinci İnönü zaferiyle yazılmış oldu.

Efendiler, düşman çekilirken, Batı Cephesi Komutanı ile 1 Nisan günü yapılan yazışmalar, o günün duygularını tespit eden belgelerdir. O duyguları yeniden canlandırmak için, izin verirseniz, o günkü yazışmalardan bazı telgrafları olduğu gibi okuyacağım:

1.4.1921

Metristepe

Saat 18.30'da Metristepe'den gördüğüm durum: Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri dayanan ve artçı olması muhtemel olan bir düşman müfrezesi, sağ kanat grubunun saldırısı ile düzensiz olarak çekiliyor. Yakından takip ediliyor. Hamidiye yönünde karşılaşma ve faaliyet yok. Bozöyük yanıyor. Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silâhlarımıza terk etmiştir.

Batı Cephesi Komutanı

İsmet


1.4.1921

Ankara


İnönü Savaş Meydanında Metristepe'de Batı Cephesi Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşa'ya

Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Muharebeleri'nde üzerinize yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Milletimizin bağımsızlık ve varlığı, dahice idareniz altında görevlerini şerefle yapan komuta ve silâh arkadaşlarınızın kalbine ve vatanseverliğine büyük bir güvenle dayanıyordu. Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.

Adınızı tarihin şeref abidelerine yazan ve bütün millete size karşı sonsuz bir minnet ve şükran duygusu uyandıran büyük gazâ ve zaferinizi tebrik ederken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanı seyrettirdiği kadar, miletimiz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin ufkuna da baktığını ve hâkim olduğunu söylemek isterim.

Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal


Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Hazretleri'ne,

Zulüm ve zorbalık dünyasının en zalimce hücumlarına karşı yalnız ve şaşkın kalan milletimizin, maddî ve manevi bütün yetenek ve kuvvetlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete getiren Büyük Millet Meclisi'nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa!

Kahraman askerlerimiz ve subaylarımız adına, askerlerimizle avcı hatlarında omuz omuza vuruşan tümen ve kolordu komutanları adına takdir ve tebriklerinize büyük bir iftiharla teşekkürlerimi arz ederim.

Batı Cephesi Komutanı

İsmet


Güney Cephesi'ndeki Harekât

Saygıdeğer Efendiler, İnönü Muharebe alanını ikinci defa yenilerek terkeden ve Bursa'ya doğru eski mevzilerine çekilen düşmanın takibinde, piyade ve süvari tümenlerimizin gösterdikleri anılmaya değer yararlıkları anlatamayacağım. Yalnız, genel askeri durumu tam olarak açıklayabilmek için, izin verirseniz, Güney Cephemize giren bölgede yapılan harekâtı özetleyeyim:

Güney Cephesi Komutanı Refet Paşa'nın emrinde bulunan üç piyade tümeni, Dumlupınar'da hazırlanmış bir mevzide bulunuyordu. Bundan başka, bir süvari tümeni ve bir de süvari tugayı vardı. Bu mevziin sol kanadında bulunuyordu. Güney Cephesi Komutanının aldığı görev, düşmanı bu mevzide durdurmaktı. Uşak doğusundaki mevzilerimizden hareket eden üç piyade tümeni ve bir kısım süvari Dumlupınar mevzilerine saldırdı. 26 Mart'ta birliklerimiz, mevzilerini terke mecbur oldu. Güney Cephesi Komutanı, bundan sonra kuvvetlerini esaslı bir hatta durdurmayı ve yeniden düzen almayı başaramadığı için, kuvvetler ikiye ayrıldı. 8. ve 23. Piyade Tümenleri ile 2. Süvari Tümeni'nden meydana gelen kısmı, kendi emri altında, Altıntaş'a doğru çekildi. 57. Piyade Tümeni ile 4. Süvari Tugayı'ndan meydana gelen öteki kısım Fahrettin Paşa'nın emri altındaydı. Düşman bütün kuvvetiyle Fahrettin Paşa kuvvetlerine yönelerek doğuya yürüdü. Refet Paşa kuvvetlerine karşı, Dumlupınar'da yalnız bir piyade alayı bıraktı. Refet Paşa, sonradan 23. Tümeni Altıntaş üzerinden güneye, Fahrettin Paşa emrine verdi. Altıntaş yönünde, düşmanın hiçbir hareketi olmadığı anlaşılınca, Refet Paşa, yanında bulunan kuvvetlerle kuzeye getirtildi.

Doğuya doğru ilerleyen düşmana karşı, Fahrettin Paşa kuvvetleri çeşitli yerlerde savaşlar vererek Afyon'un doğusuna çekildi. Düşman, Afyonkarahisar'ı işgal ettikten sonra, Çay-Bolvadin hattına kadar ilerledi ve orada durdu. Bu düşman karşısında, Fahrettin Paşa, 57. ve 23. Tümenlerle birlikte, Güneyden Adana bölgesinden gelen 41. Tümeni'de alarak, bir karşı hat oluşturdu.


Yunan Ordusunun Genel Taarruz Plânında Pek Göze Çarpan Bir Yanılma

Efendiler, askerî strateji konusunda fazla düşünce ileri sürmekten kaçınma taraftarı olmakla birlikte, Yunan ordusunun bu defaki genel saldırı plânında göze çarpan bir yanılmaya işaret etmek isterim.

Yunan ordusunun Uşak grubunun, Dumlupınar'dan sonra, Eskişehir'e doğru yürümesi gerekirdi. Afyon üzerinden Konya'ya doğru yönelmesi, kuvvetlerini asıl kesin sonuç alacağı alandan uzaklaştırarak, işe yaramaz ve tehlikeli bir durumda bırakmıştır. İnönü'deki başarı bizim tarafa kaldıktan sonra, bu kuvvetlerin, kendilerini tehlikeden kurtarmak için bir an önce hızla geri çekilmelerini sağlamaktan başka bir şey düşünmeyeceklerine şüphe yoktu. İnönü'de zafer kazanan kuvvetlerimiz, Eskişehir, Altıntaş üzerinden Dumlupınar'a yönelerek bu mesafenin önemli bir kısmında demiryolundan fazlasıyla yararlanma imkânı bulunduğuna göre, Afyonkarahisar'ın doğusunda bulunan Yunan gurubu geri çekilme hattını kesebilir ve böylece, pek büyük bir ihtimalle o grubu büyük bir felâkete uğratabilirdi. Nitekim, bu düşüncenin uygulanmasına geçmekte bir an gecikilmemiştir. İlk serbest kalan tümenler derhal Güney Cephesi Komutanı Refet Paşa'nın emrine verilerek harekete geçirilmiştir.

İnönü Meydan Savaşı'ndan alınan sonuç üzerine, Yunan ordusunun Uşak grubu, derhal geri çekilmeye başladı. Refet Paşa 7 Nisan 1921 tarihinde komuta merkeziyle Çöğürler'de, 4. ve 11. Tümenler Altıntaş bölgesinde, 5. Kafkas Tümeni ve kuvvetli bir alay durumunda olan Meclis Muhafız Taburu Çöğürler güneyinde, 1. ve 2. Süvari Tümenleri Kütahya bölgesinde bulunuyorlardı. Fahrettin Paşa, Çay ve Afyon'dan çekilen düşmanı kovalayıp sıkıştırırken, Refet Paşa da düşmanın Aslıhanlar civarında bulunan bir alayına, bu saydığımız kuvvetlerle, yani, üç piyade tümeni ve bir taburla taarruz etti. Bir taraftan da kuzeyden daha iki tümen, 24. ve 8. Tümenler güneye doğru gönderildi. Aslıhanlar'daki Yunan alayı, Refet Paşa'nın saldırısını durdurdu ve çok zaman kazandı. Bu süre içinde geriden gelen birliklerle iki tümene kadar desteklendi. Bu kuvvetler Afyon'dan çekilen kuvvetlerin kendilerine katılmalarını sağladı.

12 Nisan 1921 günü, Refet Paşa'nın emrinde kuzeyden güneye ve doğudan batıya saldıran kuvvetlerin toplamı şöyleydi:

Kuzeyden gelen 4,5, 11, 8, ve 24 doğudan ilerleyen 57, 23 ve 41. Tümenler ki, toplam olarak sekiz piyade tümeni ve bir piyade taburu... 1. ve 2. Süvari Tümenleri çok uzak mesafelerden dolaştırılarak ve ancak düşman yenildiği takdirde etkili olabilecek; fakat o günkü savaşta hiç de işe yaramayan düşman gerisindeki Banaz hedefine gönderilmişti. Refet Paşa'nın komutası altına verilen kuvvetler, saldırılarında başarı kazanamadılar, aksine fazla can kaybı oldu. Düşman, Dumlupınar mevzilerine hâkim olarak yerleşti ve orada kaldı. Refet Paşa kuvvetleri de Dumlupınar'ın on kilometre kuzeydoğusunda olmak üzere, Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattına çekilip durdu. Aslıhanlar Muharebesi diye anılan bu çarpışmalar bu şekilde sona erdi.


Refet Paşa Kendisi Yenildiği Halde Düşman Yenilmiş Sayıyordu

Efendiler, savaş sırasında, savaş hatlarındaki bazı kısımların ileri geri dalgalanışı ve özellikle Afyon doğusunda bulunan düşman tümenlerinin Dumlupınar'ın ilerisinde bıraktıkları bir alaylarının yenilip safdışı edilememesi yüzünden, düşman kuvvetleri Dumlupınar'a kadar çekilme imkânını bulabilmiştir. Bundan sonra, Yunan kuvvetlerinin, sağlam bir savaş hattı tutmak üzere geri yürüyüşleri, Refet Paşa'nın savaşının sonucu hakkında yanlış bir yargıda bulunmasına yol açtı. Gerçekten de Refet Paşa, kendisi yenildiği halde, düşmanın yenilip geri çekildiğini, sandı ve bunu beş gün süren Dumlupınar Meydan Muharebesi'nde, düşmana son darbenin vurulabildiğini bildiren telgrafıyla bize de haber verdi. Biz de, pek tabiî memnun olarak büyük takdir ve tebriklerde bulunduk. Fakat, durumu iyice anlamak için telgraf başında kendisine sorduğum sorulara aldığım cevaplardan, durumun bildirildiği gibi olmadığı şüphesine düştük. Sonunda anlaşıldı ki, düşman kendi maksadına ve genel durumuna uygun olarak, Dumlupınar'da savunması kolay, hâkim ve sağlam bir mevzi alıyordu. Aksine, Refet Paşa'nın ise, biraz geride, bütün kuvvetleriyle Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattını tutması gerekti.

Efendiler, durum sakinleşmeye başladıktan sonra, Refet Paşa'nın komuta ettiği orduda, kendisine karşı güvenin kalmadığı anlaşıldı. Durumu yerinde incelemek üzere, Ankara'dan Fevzi Paşa Hazretleri, Batı Cephesi'nden de İsmet Paşa, birlikte bizzat Refet Paşa'nın komuta merkezine gittiler. Refet Paşa'nın komuta durumunun bir süre daha devamı tercih edilmekte olduğundan, konuyu ona göre bir hal çaresine bağladılar. Fakat, zaman geçmeden, bu durumun devam ettirilmesinin mümkün ve doğru olmadığı düşüncesi belirdi. Bu sebeple, ben bizzat Fevzi ve İsmet Paşaları alarak, Refet Paşa'nın yanına gittim. Durumu yakından inceledim ve konuyu derhal şöyle bir çözüme bağladım. Refet Paşa'nın komutası altında bulunan Güney Cephesini, Batı Cephesine bağlayarak İsmet Paşa'nın komutasına verdim. Kendisine de, Ankara'da bir görev verilmek üzere oraya dönmesi gerektiğini bildirdim.


Refet Paşa, Türk Ordusuna Başkomutan Olmak İstiyordu

Refet Paşa, Ankara'ya döndüğü zaman şöyle bir çözüm yolu düşünmüştüm. İsmet Paşa, artık Genel Kurmay Başkanlığı'ndan istifa ederek, kendisini tamamıyla, genişletilmiş olan Batı Cephesi Komutanlığı'na verecek. Millî Savunma Bakanı bulunan Fevzi Paşa Hazretleride,vekâletle yürütmekte olduğu Genelkurmay Başkanlığı'nı asil olarak üzerine alacak. Ondan boşalacak Millî Savunma Bakanlığı görevini de Refet Paşa yapacak.

Refet Paşa, aslında yine askerî bir görev almak istiyordu. Fakat benim bulduğum çözüm yolunu beğenmedi. Diyordu ki: "Millî Savunma Bakanı bulunan Fevzi Paşa'nın görevinden çekilmesini gerektiren bir durum yoktur. İsmet Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı'ndan ayrılmasını zorunlu buluyor ve bana da bu aralık bir görev vermeyi düşünüyorsanız, çözüm şeklinin ona göre düzenlenmesi mümkündür."

Ben, her nasılsa, Refet Paşa'nın düşüncesinde gizli olan maksadı birdenbire kavrayamadım. Çünkü, biraz sonra anlar gibi olduğum görüş asla hatırıma gelmemişti. Anlayamadığım noktayı açıklatmak için kendisine sordum ve dedim ki: "Yani siz mi Genelkurmay Başkanı olmak istiyorsunuz?" Gerçi açık bir cevap vermedi ama, ben, maksadın tamamen bundan ibaret olduğunu kabul ettim. Bunun üzerine şu görüşü ileri sürdüm: "Genelkurmay Başkanlığı, bizim teşkilâtımıza göre, bugün fiilî olarak Başkomutanlık makamıdır. Siz, daha Türk ordusuna Başkomutan olacak vasıfları kazanmış değilsiniz. Bunu hatırınızdan çıkarınız!"

Refet Paşa, verdiği cevapta dedi ki: "Öyleyse ben de Millî Savunma Bakanlığı'nı kabul etmem." "O, sizin bileceğiniz iştir" dedim ve bıraktım. Gerçekten kabul etmedi ve izin alarak, Kastamonu ormanlarında, Ecevit denilen yerde bir süre dinlenmeye çekildi. Refet Paşa'nın Millî Savunma Bakanlığı'na getirilişi, bundan sonra ortaya çıkan başka bir durum üzerine olmuştur.

Londra Konferansı'ndan Dönen Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey'in İmzaladığı Sözleşmeler

Saygıdeğer Efendiler, İkinci İnönü Zaferinden sonra, Londra'ya gitmiş olan delegeler kurulumuz geri döndü. Konferansın olumlu bir sonuca varmamış olduğunu biliyorsunuz. Fakat, delegeler kurulu Başkanı ve Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey1, kendiliğinden İngiltere, Fransa ve İtalya diplomatlarıyla ilişki ve görüşmelerde bulunarak, herbiriyle ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamış bulunuyordu. Bekir Sami Bey'in İngiltere ile imzaladığı bir sözleşme gereğince, elimizde bulunan bütün İngiliz esirlerini geri verecektik. Buna karşılık, İngilizler de bize, kendi ellerinde bulunan esirlerimizi iade edeceklerdi. Yalnız, Türk esirleri arasında Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm veya kötülük yapmış olduğu iddia edilenler serbest bırakılmayacaktı.

Hükûmetimiz, elbette böyle bir sözleşmeyi kabul edip onaylayamazdı. Çünkü, böyle bir sözleşmeyi onaylamak demek, Türk uyruklu olanların, Türkiye içindeki hareketleri üzerinde, yabancı bir hükûmetin bir çeşit yargı hakkını onaylamak olurdu.

Bu sözleşmeyi kabul etmemekle birlikte, İngilizler, bazı Türk esirlerini serbest bıraktıklarından, biz de karşılık olarak elimizde bulunan İngiliz esirlerinden bir kısmını serbest bıraktık.

Daha sonra, 23 Ekim 1921 tarihinde, Kızılay İkinci Başkanı Hamit Bey'le İstanbul'daki İngiliz Komiseri arasında yapılan anlaşma üzerine, Malta'da bulunan bütün Türk tutukluları ile elimizde bulunan bütün İngiliz tutuklularının karşılıklı olarak serbest bırakılması kararlaştırılmış ve bu karar uygulanmıştır.

Efendiler, Bekir Sami Bey, resmî görüşmeler ve konuşmalar dışında, sırf kişisel olarak da Lloyd George ile bir görüşme yapmış... Aralarında söylenen sözler steno ile yazılmış... Bu zabıt, imza da edilmiş... Fakat, ben Bekir Sami Bey'in elinde bulunan sayfa hakkında bana bilgi verildiğini hatırlamıyorum. Son zamanlarda Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Bekir Sami Bey'den bu sayfayı istettim ise de, Bakanlığa gönderdiği bir mektupta, o zaman bu sayfa tercümelerinin bana gösterildiğini, gerek aslının gerek tercümelerinin, Dışişleri Bakanlığı'ndan ayrılırken ilgili dosyada bırakıldığını bildirmiştir. Dosyalarda bu belge bulunamamıştır. Dışişleri Bakanlığı'nda da hiç kimsenin bu belge metni hakkında bilgisi yoktur. Ben de belirttiğim gibi, hiçbir vakit haberdar edildiğimi hatırlamıyorum.

Efendiler, Bekir Sami Bey ile Fransız Başbakanı Mösyö Briand arasında da, 11 Mart 1921 tarihli bir sözleşme imza edilmiştir. Bu sözleşmeye göre, Fransa ile Millî Hükûmet arasındaki düşmanlığa son verilecek. Fransızlar, silâhlı çetelere, biz de mücahitlerimize silâhlarını bıraktıracağız... Zabıta kuvvetlerimize, Fransızlar subayları alınacak... Fransız tarafından kurulacak zabıta kuvvetleri olduğu gibi kalacak... Fransa'nın boşaltacağı yerlerle, Elâzığ, Diyarbakır ve Sivas illerinin ekonomik gelişmesi için yapılacak faaliyetlerde üstünlük hakkı ve Ergani Madenlerini işletme hakkı da Fransızlar'a verilecek... v.b.

Hükûmetimizce, bu sözleşmenin de kabul edilmemesinin sebeplerini sıralamaya gerek yoktur sanırım.

Bekir Sami Bey, İtalya Dışişleri Bakanı bulunan Kont Sforza ile de 12 Mart 1921'de bir sözleşme imzalamış.... Bu sözleşme gereğince, İtalya'nın konferans sırasında, İzmir ve Trakya'nın bize verilmesi konusundaki isteklerimizi desteklemesine karşılık, biz de İtalyan Devleti'ne Antalya, Burdur, Muğla, Isparta sancaklarıyla Afyonkarahisar, Kütahya, Aydın ve Konya sancaklarını sonradan tayin edilecek kısımlarında ekonomik faaliyetler için üstünlük hakkı tanıyacaktık. Bundan başka, bu bölgelerde, Türk hükûmeti veya Türk sermayesi tarafından yapılamayacak olan ekonomik işlerin İtalyan sermayesine verilmesi ve Ereğli Madenlerinin bir İtalyan-Türk şirketine devri kabul edilmekte idi.

Elbette bu sözleşme de, hükûmetimizce redden başka bir işlem göremezdi.

Efendiler, İtilâf Devletleri'nin Londra'ya barış yapmak için gönderdiğimiz Delegeler Kurulumuz Başkanı Bekir Sami Bey'e imza ettirdikleri sözleşmelerdeki maddelerin, Sevres Projesinden sonra aralarında imzaladıkları Üçlü Anlaşma (Accord Tripartite) adı verilen ve Anadolu'yu nüfuz bölgelerine ayıran bir anlaşmayı millî hükûmetimize başka adlar altında kabul ettirme maksadına dayandığı açıktır. İtilâf Devletleri'nin politikacıları, bu maksatlarını, Bekir Sami Bey'e kabul ettirmeyi de başarmışlardır. Bekir Sami Bey'i, Londra'da Konferans görüşmelerinden çok, teker teker yapılan konuşmalarla oyalamaya çalıştıkları anlaşılıyor. Millî Hükûmet'in bağlı bulunduğu prensiplerle, bu prensiplere bağlı bir Dışişleri Bakanı'nın tuttuğu yol arasındaki uyuşmazlığı açıklamak maalesef mümkün değildir.

Bekir Sami Bey, ikinci defa Avrupa'da bulunduğu sırada, bana bazı hususları bildirdiği gibi, dönüşünde de bir rapor vermişti. Gerek bildirmiş olduğu hususlarda, gerek raporunda yer alan bazı düşünceler, ne yazık ki, Bekir Sami Bey'in, Türk milletinin gerçekleştirmeye çalıştığımız amaç ve ülküsünü tam olarak kavramış ve o çerçeve içinde hareket etmekte olduğundan şüphe ettirmeyecek ve tereddüde düşürmeyecek nitelikte değildi.

Bekir Sami Bey, Avrupa temaslarının, üzerinde bıraktığı etki ve anlayışlara göre görüş ileri sürüyordu.

12 Ağustos 1921 tarihli bir şifreli telgrafında, bizim politikamızı eleştirdikten sonra, diyordu ki: "Daha fırsat elde iken, akıllıca bir siyaset takip etmek, memleketi sürüklendiği büyük bir çıkmazdan kurtarabilir. Olaylar bir bütün olarak incelenerek, memleketi selâmete çıkaracak bir tutumu benimsemek şartttır. Aksi takdirde, tarih ve millet karşısında hiçbirimiz sorumluluktan kurtulamayız.

Milletin mutluluğu ve Müslümanlığın selâmeti adına isabetli bir tutumun benimsenmesini ve bir an önce bildirilmesini rica ederim."


Bekir Sami Bey Ne Olursa Olsun Barış Yapmak İstiyordu

Bekir Sami Bey, her ne pahasına olursa olsun barış yapma taraflısıydı. Bu görüşünü, 24 Aralık 1921 günlü raporunda şöye açıklıyordu:

".. Savaşın sürüp gitmesinin, bu memleketi, bu milletin varlığını tehlikeye koyacak kadar yıkıp yok edeceğini ve katlanılan bütün fedakârlıkların boşa gitmiş olacağını kesinlikle düşünmekteyim. Savaşın devam ettirilmesinin dış ve iç düşmanlarımızın ekmeğine yağ süreceğine, korktuğumuz belâ ve felâketleri memleketin başına kendiliğinden çekeceğine bütün varlığımla inanıyorum. Zâtıdevletlerinin üzerine düşen görev, dünyada hemen hiçbir siyaset adamının omuzlarına yüklenmeyen en ağır bir yüktür. Tarihte, beş altı asırda değil, belki on beş asırda bir kimseye ancak kısmet olabilen bir görevi üstlenmiş bulunuyorsunuz. Her türlü aşırılıktan sakınarak, bugünün yararları uğruna geleceğin gerçek yararlarını feda etmeyerek, Türklük ile beraber bütün İslâm dünyasının geleceğini güven altına almak için, pek yakın bir zamanda fazlasıyla gerçekleştirilebilecek millî ve islâmi gayeyi kurtarmak ve güçlendirmek için, hattâ geçici olarak fedakârlığa bile katlanmak sayesinde, zâtıdevletlerinin dünya tarihinde ölümsüz bir isim kazanması ve Müslümanlık binasına yeni bir şekil veren şahsiyet olması mümkündür. Aksi halde, Türk Milletinin ve bütün Müslümanlık dünyasının esaret ve aşağılığa mahkûm olacağı bendenizce şüphesizdir. Adınızı, kıyamet gününe kadar bütün Müslüman kuşaklar için kâinatın övüncü olan Yüce Peygamber Efendimiz'den sonra en kutsal bir ad ve yadigâr olmak üzere arkanızda bırakmak şerefini ve fırsatını kaybetmemenizi, vatanseverlik ve Müslümanlık gereği olarak bildirmeyi bir kutsal görev sayarım, Efendim Hazretleri."

Bekir Sami Bey, bütün bu düşüncelerle, özet olarak, esaretten ve aşağılıktan kurtulmak için, kendisinin Londra'ya yaptığı sözleşmeler çerçevesinde Millî Mücadele'ye son vermeyi teklif ediyordu.

Efendiler, Bekir Sami Bey'in bu düşünceleri bende olumlu bir etki yaratmamıştı. İleri sürdüğü düşünceler ve bunların dayandığı mantık, kendisiyle görüşme ve tartışmanın bile gereksiz ve yararsız olduğu kanaatini uyandırmıştı.


Meclis'te Belirmeye Başlayan Siyasi Gruplar

Efendiler, yüce kurulunuzu biraz da Büyük Millet Meclisi içinde kendini gösteren durumlarla temasa getirmek istiyorum. Biliyorsunuz ki, Büyük Millet Meclisi'ne milletçe üye seçilirken, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yönetim kurulları da ikinci seçmenler arasında bulundular. Buna göre, denilebilir ki, Büyük Millet Meclisi, bütünüyle, aynı zamanda Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin siyasî bir grubu niteliğinde idi. Gerçekten de, başlangıçta bu yolda hareket edilmişti. Cemiyet'in temel ilkeleri, Meclis Genel Kurulu'nun da temel ilkeleri durumundaydı. Biliyorsunuz ki, Erzurum ve Sivas Kongresi'nde tespit edilen ilkeler, İstanbul'daki son Meclis-i Meb'usan'ca da kabul edilip desteklenerek, Misak-ı Millî adı altında özetlenmişti. Bu ilkeler, Birinci Büyük Millet Meclisi tarafından da kabul edilerek, o çerçeve içinde memleketin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını sağlayacak barış ve güvenliğin elde edilmesine çalışılıyordu. Fakat zaman geçtikçe, Meclis'te ortaklaşa bir çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirleme başladı. En basit konularda oylar dağılıyor. Meclis'ten iş çıkamıyordu. Bazı kimseler, bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar meydana getirme faaliyetine geçtiler. Bütün bu faaliyetler, meclis görüşmelerinin düzenli olarak yürütülmesini sağlama ve görüşülen konular üzerinde oyları dağıtmadan olumlu iş çıkarma gayesini güdüyordu.

Yeri geldiğinde arz etmiştim ki, ilk Anayasamıza kaynaklık eden, 13 Eylül 1920 tarihli bir programı Meclis'e sunmuştum. Bu programın Meclis'te 18 Eylül'de okunan kısmından başka, buna esas olmak üzere, Büyük Millet Meclisi'nin temel niteliğini ve yönetim şekli ile ilgili görüşleri tespit eden ve Meclis'in açılışından sonra, okunup kabul edilen önergemi de bu kısımla birlikte, "halkçılık programı" adı altında bastırmış ve yayınlatmıştım. Belirttiğin gruplar, benim bu programımdan ilham alarak, bir takım ünvanlar takınmaya ve programlar tespit etmeye başladılar. Bir fikir vermiş olmak için bu gruplardan belli başlılarıın adlarını sayayım:

a) Tesanüt (Dayanışma) Gurubu

b) İstiklâl Gurubu

c) Müdafaa-i Hukuk Zümresi (Müdafaa-i Hukuk Topluluğu)

d) Halk Zümresi (Halk Topluluğu)

e) Islahat Gurubu

Bu gruplardan başka, isimsiz olarak özel maksatlı bazı küçük grupların da faaliyet halinde oldukları anlaşılıyordu.

Efendiler, bu isimlerini saydığım guruplardan her biri, Meclis görüşmelerinde disiplini sağlamak ve oyları birleştirmek maksadıyla kurulmuş oldukları halde, varlıkları aksini gösteriyordu.

Gerçekten de, sayıları çok, üyeleri sınırlı olan bu guruplar biribirleriyle yarışmaya kalkışmışlar ve biribirlerini dinlememek yüzünden Meclis'te neredeyse bir kargaşa doğurmaya başlamışlardı. Hele, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu Meclis'ten çıktıktan sonra, yani Ocak 1921 sonlarında, Meclis üyelerinin ve ortaya çıkan gurupların, genellikle her konuda toplantıya katılmalarını ve birlikte çalışmalarını sağlamanın, bir kat daha güçleşmeye başladığı görülüyordu. Çünkü, Misak-ı Millî'nin tespit ettiği ilkelerde, kayıtsız şartsız düşünce ve gaye birliği yer aldığı halde, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun ortaya koyduğu görüşlerde tam bir birlik sağlanmış görünmüyordu. Mevcut gurupları birleştirmek veyahut mevcut guruplardan birini destekleyerek iş görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ancak, bu yolla elde edilen sonuçların uzun ömürlü olamadıkları görüldü. İşe doğrudan doğruya benim el atmam zorunlu olmaya başladı. Nihayet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Gurubu adıyla bir grup kurulmasına karar verdim. Bu gurup için yaptığım programın başına bir ana madde koydum. Bu maddenin özü iki noktadan ibaretti. Birinci nokta şuydu: Gurup, Misak-ı Millî ilkeleri çerçevesinde memleketin bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını sağlayacak barış ve güvenliğin elde edilmesi için, milletin bütün maddî ve manevi kuvvetlerini gereken hedeflere yönelterek kullanacak, memleketin resmî ve özel bütün kuruluş ve tesislerinin bu ana gayeye hizmet etmelerine çalışacaktır.

Continue Reading

You'll Also Like

20.6K 1.5K 51
Lain Serisi Ⅱ #ladynoir Yazarın hayalini düşlediği yollardan ayak izlerim geçti. Galaksiden intihara hazırlanan yıldızlar bu yola düştü. Dolunayın sü...
121K 7.1K 13
Hepimiz çok okunmak isteriz. Daha iyi nasıl yazarım diyorsanız bu kitap tam size göre.
486 63 4
Ormandaki evinde yalnız yaşayan Jennie'nin yaralı bir kurt bulması ile başlayan bir öykü.. [taennie]
56.9K 2.9K 57
Supernatural repliklerinini yazdım her gün 10 tane yorum yapmayı oylamayı unutmayın iyi okumalar.Bu arada her gün saat 00.00-01.00 satleri arasında y...