FİZÂNİ

By safiye-20

10.7K 849 199

Hücrelerime kadar kıyıldığımı hissettim, paramparça olup toz taneleri kadar görünmez oldum. Ben oldum, hisset... More

TANITIM
SON DURAK -1
SON DURAK -2
ANSIZIN
ÇARESİZ
YAŞAMAK İÇİN UMUT
ÇELİŞKİ
KARANLIK
YABANCI
KABUS
MECBURİYET
İLK ADIM
LİSA
ESARET
HiS
YANILGI
GERÇEK
GECE
HASRET
İHANETİN ATEŞİ
YARA
ŞÜPHE
KIRILAN GÜVEN
BEKLENMEDİK
İTİRAF
VEDA
KABULLENİŞ
HÜSRAN
UÇURUM
MAHRU
KARGAŞA
Duyuru
KIRGIN
ZİFİRİ AŞK
KIŞ ÇİÇEĞİ
HUZUR
MÂZİ
ZARAH

MAHKUM

286 25 2
By safiye-20


"Adamı henüz bulamadık, yakınlar da bir karargâh daha var. Büyük ihtimalle bir daha ki hedefi ya o karargâh olacak ya da bizim karargâh."

Bu sefer ben sormadan kısaca özet geçmişti.

"Ama ne olursa olsun o adamı bulacağım, yüzünü görmesem bile adını öğreneceğim!"

Sözleri ant içer gibiydi.
Pek de bulma tarafdarı olmasamda
"Umarım bulabilirsin." dedim.

"Bulacağım nedenini bilmiyorum ama bu adamı bulmadan ölmek istemiyorum."

Bu fikri hoşuma gitmemişti.

"Oldukça saçma bir şey söylediniz."
dediğimde gülümsedi.

"Saçma değil Lisa, bizim diğer insanlara nazaran ölüm riskimiz daha fazla."

Bu sözleri üzerine dudaklarım alay edercesine yukarı kıvrıldı.

"Tıpkı burada yaşayan insanlar gibi, onların da ölüm riski daha fazla."

Bana hak veren bir bakış attığında gözlerini kapatıp açtı.
Bir şey söylemesine fırsat vermeden
"Aranızda ki tek fark buradakiler masum ve mazlum siz ise-"

"Lütfen Lisa bu konuyu kapatalım."

Benimle konuşmaktan kaçındığı tek konu buydu.
"Peki" demekle yetindim.

Sessizlik uzun sürmedi .

"Ailen, biraz onlardan bahseder misin?"

Böyle bir soru sormasını beklemiyordum. Aile kelimesini duymak duygulanmama sebep olmuştu.

"Beş kişilik bir aileyiz, ablam evli bir tane yeğenim var."

"Yeğenin mi? Ablanın mı kızı"

Başımla onu onaylarken devam et dercesine bana bakıyordu.
Sınırlarımı korumak zaman geçtikçe zorlaşıyordu.

"Erkek kardeşim üniversiteye gidiyor,
annem....hayatını bizi yetiştirmeye adamış bir ev hanımı,babam ise siyasetle ilgileniyor."

İlgiyle beni dinlemişti. Ailemi birine anlatmak iyi hissettirmişti.

"Baban siyasetle uğraşan bir adam öyle mi? Ne tuhaf senin gibi kızı olması"

Ne demek istediğini anlamaya çalışırken kaşlarım çatılmıştı.

Gülümsedi.

"Yanlış anlama Lisa, tanıdığım hiçbir siyasetçinin kızına benzemiyorsun."

Beni daha önceden tanımış olduğu kızlarla mı kıyaslıyordu. Bir yanım bu kıyaslama karşısın da somurtmuştu.

"Siyasetçilerin kızı nasıl olur hiç bilmiyorum Komutan Dean, ben zaten sizin tanıdığınız kızlar gibi olamam!"

Olmayı tercih bile etmezken düşüncelerimde bile yer vermiyordum.

General Dean Brave gülümsedi.

"Evet, onlar asla senin gibi olamaz Lisa."

Bu isimle hitap etmesi canımı sıkıyordu. Kendimi ait hissetmekten korkuyor gibiydim. Ama bu olasılık az önce konuştuğumuz konu kadar imkansızdı.

"Bunun farkında olmanız ne güzel!"

Gülümsediğini hissettim.
Bir yandan da günlerdir aklımı kurcalayan soruyu sormak istiyordum.

"Elbette farkındayım." dedi.

Ayağa kalkıp demir kapıya yönelmesi zamanının dolduğuna işaretti.

Derin bir nefes alıp soruyu sordum.

"Siz burada ki mahkumları hiç dışarı çıkarmıyor musunuz?"

Sormak istediğim diğer bir soru ise siz hiç burada ki mahkumlara duş alma gibi bir izin vermiyormusunuzdu, gerçi bunu dile getiremezdim. Sanırım bunu kendi imkanlarımla halletmeliydim.

Biraz düşündükten sonra konuştu.

"Çıkıyorlar ama iki ayda bir.... galiba senin iki ayın doldu."

Söyledikleriyle beynimi bambaşka düşünceler istila etti.

Çıkıyorlar ama son nefeslerini verdiklerinde, karanlık hücreye götürülürken, istediklerini söylemediklerinde sevdiklerinin gözlerinin önünde öldürülürken, ağır işkencelerin sonucunda iki ay içinde hayatta kalmayı başarabiliyorlarsa çıkabiliyorlar.

Güneşi ne zaman görebiliyorlar son nefeste ve son nefese yaklaştıklarında.

"Lisa bugün çıkmak istiyorsan çıkalım."

Son sözleriyle kendime geldiğimde "İstiyorum" dedim.

Diğer insanları görmek istiyorum, bu kadar acımasızlığa karşı suskunluğunu görmek istiyordum.

Hücrenin kapısını açarken " İstersen hırkanı al soğuk olabilir."dedi.

"Feracemin üzerine hırka giymiyorum o zaman örtümün hiçbir manası kalmıyor Komutan Dean."
Elbette bunu ona söylemedim. Anlayacağını da sanmıyordum inancına ters düşüyordu.

Hücreden koridora çıktığımızda soğuk duvarlar içimi ürpetti. Az ilerimizde ki
hücreden acı bir inilti yükseldiğinde kalbimi işgal eden acı ve çaresizlikle gözlerimi kapayıp açtım.

Duraklayan adımlarla hiç bir ses duymamış gibi ilerleyen General Dean ban döndüğünde zulme alışık olan ama diğer yandan da vicdanı sızlayan bir adamın gözlerini gördüm.

"Vaz mı geçtin?" dedi.

"Sesi duymadın mı?" dediğimde "Duydum, içeride ki mahkum için üzülme merak da etme onun sorgusu artık bende."

O mahkuma sahip mi çıkacaktı.
Acı bir tebessümle ona baktım merak etmeyecektim ama üzülecektim.
Keşke bütün mahkumların sorgusu onda olsaydı.

Dışarı çıktığımızda güneş olmasına rağmen esen rüzgar üşümeme sebep olmuştu. Gözlerim fazla aydınlığa alışmak da epeyce zorluk çekmişti.
Binanın arkasına doğru ilerlediğimizde şiddetli bir öksürük irkilmeme sebep olurken Dean bana döndü.

"Örtünle yüzünü kapatır mısın? Çabuk ol!"dediğinde gözleriyle etrafı kolaçan ediyordu.

Eşarbımın bir kenarıyla yüzümü kapadığımda iğneledim.

"Sorun ne?"dediğimde sağ tarafıma geçti. Şuan ki konumum hemen arkasındaydı.

"Sonra söylerim."derken diğer binanın köşesinden iri yarı göbekli bir asker köşeyi dönerken peşi sıra iki asker dah geliyordu.

İki askerin bedenleriyle kıskaca aldığı mahkumun hâli hiç iyi görünmüyordu.
İki büklüm olmuş bir vaziyetteydi. Şiddetli bir öksürük yine kulaklarımıza ulaştığında bu öksürüğün sahibi mahkumdan başkası değildi.

"Yüzbaşı Adam, mahkumun nesi var?"

Göbekli asker yani göbekli yüzbaşı pos bıyıklarının altından umutsuzca konuştu.

"Ölümcül, sekiz aydır buradaydı."

Yüzbaşının acımasız kırımızı bakışları bir an beni bulsada Dean döndü.
Bakışlarım iki askerin tuttuğu ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan mahkumu bulduğunda mahkumun yüzü siyah bir örtüyle özenle kapatılmıştı.

Kafasını yere eğmiş olan mahkum yavaşça başını kaldırdığında gözlerinin açıkda olduğunu fark ettiğimde alnına düşmüş olan saç tutamlarının arasından bir çift karanlık ve keskin bakışların esiri olmayı beklemiyordum.

Kalbim ürkek bir ceylanın kalbi misali atmaya başladığında bu keskin bakışların asla ölümcül bir hastaya ait olmadığı bir kesindi. Bakışları ölümcül bir hastanın bakışlarından ziyade ölümü andırıyordu.
Siyah harelerin kısıldığını farkına vardığımda gözlerinde korkudan eser yoktu. Bakışlarımı hızla çektim.

Bu bakışmamız ayın güneşe tutulması gibiydi. Bu anı ancak bu tabir özetleyebilirdi. Bir yabancıya bu kadar uzun bakmam fazlasıyla yanlıştı. Ben ne vakit sınırları ihlal eden biri olmuştum.

Birkaç dakikalık,her yer karanlık...

"Anladım generalim hemen işe koyulacağım."

Göbekli yüz basının sözleriyle kendime gelmiştim.
Generale selam verip yürümeye başladı. Şiddetli öksürük gittikçe uzaklaşırken General Dean döndüm.

"Sekiz aydır burada mı? İşgencelerin sonucunda ölümcül bir hastalığa mı yakalanmış."

"Evet, ben buraya geldiğim zamanlarda getirmişler. Adı Ferzah İmran genç biri, öleceğini de sanmam."

Acımasız bir general edasıyla konuşmuştu.
O karanlık bakışlı adam kesinlikle Ferzah İmran değildi. O adam başka biri gibiydi. Yoksa şu gecede ki gölge gibi olan adam mı? Çelişkilerle dolu Nurfeza saçmalama dediğinde ona hak verdim. Hücre köşelerinde iyice senarist, hayalperest olup çıkmıştım.

Kalbimdeki Nurfeza neden şuanda minnet duyduğu Dean Brave bir anda olsa nefret etmişti.
Ama sadece bir an...

Köşeyi döndüğümüzde derin bir nefes alıp yüzümdeki örtüyü indireceğim sırada Dean endişeli bir sesle "Sakın indirme." dedi.

Sana söyleyeceğim demesine rağmen meraklı tarafım ısrarlıydı.

"Neden kapatıyorum ki?" diye sordum.

Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı.

"Karargâhda ki askerler pek iyi gözle bakmazlar Lisa" dediğinde bu sebeple olduğunu az çok tahmin edebiliyordum ama her daim olduğu gibi bu gerçeğe de inanmayı reddetmiştim.

Bundan sonra elimden geldiğince yüzümü de kapatacaktım.

"Teşekkür ederim"dedim.
Ne için dercesine bana baktığında tebessüm ettim.

"Beni koruduğun için"

Elbette beni koruyanın Rabbim olduğunu biliyordum, Dean sadece bir vesileydi.

"Dostluğum ve kardeşim yerine koyduğum sen için yapmayacağım şey yoktur."

İçimi kaplayan sıcak duyguyla gülümsedim.

Ben ona ailemden bahsetmişken o bahsetmemişti. Acaba sormadığım için olabilir miydi?

"Senden ailenden bahseder misin?"

"Ailem mi?"dedi.

Sesinde alay vardı.

"Benim kız kardeşim den başka bir ailem yok!"

Bu yüzden mi beni ilgiyle dinliyordu annem dediğim zaman gözünden gelip geçen kırgınlık, babam dediğim zaman aynı şekilde gözlerimden gelip geçen nefret.

"Babamı hiç görmedim bizi çok küçükken terk etmiş, annem ise on beş yaşıma geldiğimde sevgilisiyle beraber bizi ardında bırakıp gitti."

Sevgiyi tatmayan insanlardan zulüm sudur etmez de ne ederdi?

"Afedersin"dedim.

Hatırlamak istemediği anıları ona hatırlamış olduğum için kendimi kötü hissetmiştim.

"Önemli değil Lisa, hiçbiri umrumda değil.....kalbimde ölü olan insanların hayatımda ne değeri olabilir ki!"

Tek bir kelime edemedim.Mutlu bir ailesi olan ben onu nasıl anlayabilirdim, sadece hissettiğim zaman onu anlayabilirdim. Fakat arada bir bağ olmadan insan nasıl hissedebilirdi ki. Bir bağ olmadan hissettiğim her şey yarım kalırdı.

Aramıza sessizlik hakim olurken sadece adım seslerimiz duyuluyordu.

"Albay Brave yürüyüşe mi çıktınız?"

Tok sesin sahibi olan asker kelimeleri bastırarak dile getirmişti.

Fazla ukala bir tipi vardı. Gözlerinde ki ifade hiç tekin değildi. Sanırım askerle has olan karizmatik hâli ukalalığını artıyordu.

"General Dean demek istedin galiba Albay Honest" dediğinde askerin bakışlarında ki kıskançlık bariz belli oluyordu.

"Afedersiniz General Dean
unutmuşum"dediğinde bile hâlâ gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.

"Bir daha ki ne unutmazsın, eğer unutursan hatırlatmasını bilirim."

Albay çarpık bir gülüşle olduğum tarafa bir adım attı. Fazla egoluydu.
İyi ki de yüzümü kapatmıştım, örtülü olmasına rağmen bile sanki yüzde örtü yokmuş gibi bakıyordu.

"Bu o meşhur Nur Barlas mı?"dedi.

Gözleri eksik olan bir şeyi tamamlamak ister gibi bakıyordu.
Gözlerinde ki kıskançlık kıvılcımları etrafa saçılıyordu.

"Ne buluyorsun bu kızda, bizim kızlarımız da olmayıp da bu kız da var olan ne?"

Bakışları sözlerini yalanlar nitelikteydi. Tehlikeli bakışlarından gözlerimi hızla çektim.

Dean bakışları öfkeyle parladı.
"Bu seni ilgilendirmez!"

Sert sesine rağmen Albay Honest sesli bir şekilde güldü.

"Sadece merak ediyorum Generalim"

Sesindeki iğneleyici tonla konuşmuştu.

"Bittiyse gidebilirsin."

"Ona değer vermeye de mi başladın, aslında oldukça güzel-"

"Haddini aşıyorsun Ethan!"

Bu çıkış albaya ağır gelmiş olacak ki yüzünün ifadesi değişmişti. Aralarında geçmişe dayanan bir düşmanlık ya da anlaşamamazlık olduğu bir kesindi.

"Peki generalim size iyi günler!"dediğinde bakışları yine beni ziyadesiyle ürkütmüştü.

Albay tamamen uzaklaştığında Dean döndüm.

"Ne kadar saygısız bir asker."

Sözlerim üzerine Dean gayet ciddi bir tavırla konuştu.

"Onun saygısızlığı bana has, ondan önce generalliğe terfi ettiğim için bana öfke duyuyor."

Gözlerinde ki kıskançlık dan az çok tahmin etmiştim. Hakkım da söylediklerine ne demeliyim tam bir iğrençlik abidesiydi.

"Onun adına senden özür dilerim, ima ettiği şey tamamen saçmalık!"

Duyduğum şiddetli öksürük sesiyle arkamı döndüğümde Dean ne dediğini kavrayamamıştım, bakışlarım öksürüğün sahibini ararken bulamayıp hüsranla Dean olduğu tarafa başımı çevirdim.

"Lisa beni dinliyor musun?"

"Hayır, o öksürük sesini sende duydun mu?

"Duymadım az önce ki mahkumun öksürüğünün etkisinde kalmış olabilirsin." dediğinde yanılmadığıma emindim.

"Artık gitsek iyi olur birazdan eğitim için toplanacaklar."

Hiçbir şey söyledim, geri döndüğümüzde geldiğimiz yol boyunca ilerledik.

"Yarın görüşürüz Lisa."der demez hücreye girmeden kapıyı kapatıp gitmişti.

Yoğun düşüncelerimle başbaşa kaldığımda askerlerin postallarının sesi bahçe de ritim tutturmuş bir şekilde yankılanırken General Dean Brave ne söylediğini tam olarak anlayamasamda duyabiliyordum.

▪️▪️▪️

BALAMİR KASABASI

1,5 ay önce

Uyumak için kapadığı gözlerini sertçe tekrar açtığında derin bir nefes alıp verdi. Bu kaçıncı gözünü açıp kapatışıydı saymayı bırakalı çok olmuştu. Bu durum canını sıkarken nedensizce hoşnutta oluyordu.

Hoşnut duymak da bütün düşüncelerini rahatsız ediyordu.
Günlerdir gözlerini kapladığında, yalnız kaldığında aklına sadece biri geliyordu.
Adını dahi bilmediği o kız.

Hızla yattığı yerden doğrulup adımlarını pencerede sonlandırırken bir şeyi yapıp yapmamak da kararsızdı. Kızı belleğinden atmak için belkide resmini çizmeliydi.

Portre çizmeyi bırakalı çok olmuştu. O kızı belleğinden yok etmek izin çizmeliydi. Adımları bu defa odasından çıkarken holün sonunda ki odanın kapısını açtı. Boya kokusu ciğerlerine dolarken içli bir nefes alıp verdi.

Tuvalin başına oturduğunda fırçayı kavrayan kemikli parmakları bir an duraklasa da etkisinde kaldığı sarıp sarmalayan gözleri resmetmeye başlamıştı bile.

Son dokunuşları yaparken sadece on dakika geçmişti.
Tamamladığı durgun,ay parlaklığını andıran iyileştirmek ister gibi bakan çehreye dalıp gitti.

Başını iki yana salladığında kenarda duran örtüyü hızla çizdiği portrenin üzerine kapatırken o kızı tekrar görmek istediğini hissetmişti.
O an ustasının sözlerini hatırladı.

"Birşeyin olmasını istediğinde ya hayırla iste ya da hiç isteme. Yoksa o istediğin şey karşına büyük bir imtehan olarak gelir."

Açık pencereden gecenin karanlığına baktı. Bir an gece de kendini gördü. Yanıldığını düşündü ama yanılmadığını gayet iyi biliyordu.

▪️▪️▪️

Dışarı çıkmamın üzerinden üç gün geçmişti. Dean her gün eksiksiz gelirken yeni kitaplarda getirmişti. Getirdiği kitaba göz atarken altı çizili olan satırlarda durakladım.

"Nothing on earth pust more pressure on the humon mind nothing."
"Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz."

Satırların altını ondan başka kimse çizmiş olamazdı. Kulakları sağır eden bir ses duyduğumda uzandığım yerden sıçrayarak kalktım.
Birkaç dakika bile geçmezken bahçeyi dolduran asker sesleri hiç hayra alamet değildi. Ne yapacağımı bilemez halde beklerken Dean aklıma gelmişti.

Ne yaptığını düşünürken hücrenin kapısı açıldı. Dean endişeli bir şekilde içeri girerken kapıyı kapadı.
Neler olduğunu sormama fırsat bile vermezken konuştu.

"Eşyalarını topla Lisa, birazdan seni almaya geleceğim" dediğinde onun endişesi bana da geçmişti.

"Yoğun bir saldırı altındayız."

"O adam mı?"dedim.

"Buna hiç şüphem yok! Ama onu yakalayacağım!"

Yani saldıran zulme son vermek isteyen taraf mıydı? O zaman neden eşyalarımı toplayıp gidecektim ki?

Cebinden anahtar çıkarıp kapıya yöneldi.

"Ben gelene kadar sakin kapıyı açma! Yoksa seni kaybederim."

Anlamayarak yüzüne baktım.
"Nasıl?"dedim.

"Yoksa ölürsün Lisa!"

Yutkundum.
Zulme son vermek isteyen insanlar neden beni öldürdün ki?

"Tamam" derken çoktan kapıyı kapatıp çıkmıştı.

Diğer hücrelerdeki mahkumların sesleri koridorda yankılanırken korkuyla kapıyı kilitledim.
Koridorda artan sesler karşısında endişelenmiştim. Mahkumların kapısını kim açmıştı ki?

Silah sesleri şiddetini arttırırken sandalyenin üzerine çıkıp neler olduğunu görmeye çalışmam boşunaydı. Dumanların süratle yükselmeye başladığı gökyüzü korkunç görünüyordu.

Yokluğuyla varlığı bir olan eşyalarımı çantama koyduğumda silah seslerine bomba sesleri de karışmıştı. Hücrenin kapısına sertçe vurulduğunda irkildim. Dean sesini duymak içimi rahatlatırken anahtarı hızlıca çevirip demir kapıyı açtım.

"Hazır mısın Lisa?" dediğinde başımla onu onayladığımda gidelim derken çoktan koridora çıkmıştık. Hücrelerin kapıları sonuna kadar açık ve içleri bomboştu. Koridorda bir kaç insan vardı.

"Diğer mahkumlara ne oldu?"

"Kaçtılar!" sesi sertti.

"Nasıl kaçtılar, kim kaçırdı?"

"Esedullah!!"dediğinde diline alışık olmayan kelime tuhaf çıkmıştı.
Haftalar önce koridorda bu ismi duymuştum.

"O kim ki?"

"O adam!"

Gözlerim irice açıldı. Bizim o adam dediğimiz kişi halk arasında "Esedullah" diye anılıyormuş.

Sanırım kendisi de yeni öğrenmişti.
Esedullah ne demekti.
Allah'ın aslanı.
Halkın içinde övgü ve itibar sahibi olan bu adamın karşısında kim durabilirdi ki!

Sararmış otların arasında ilerlerken sararmış otlara rağmen oldukça uzağımızda olan yeşil orman dikkatimi çekmişti. Ardımız sıra patlayan bombaların sesi kesildiğinde kargaşayı bu kadar soğukkanlı karşılamama şaşırıyordum. Silah sesleri eşliğinde bağırma, haykırış sesleri karargâhı hükmü altına almıştı. Orada bulunan askerlerin hiçbirine acıma duygusu hissetmiyordum. Ormanın olduğu taraftan bize doğru yaklaşan askeri fark ettiğimizde Dean durdu.

Selam veren asker emin bir şekilde konuştu.

"Generalim orada hiç mahkum yok."
Dean olumlu anlamda başını salladı.
Bakışlarım yüzünde gezinirken gözleri tehlikeli bir ifadeye bürünmüştü.
Ne zaman çıkardığını bilmediğim silahını askerin alnına dayadığında gözünü kırpmadan askerin alnında delik açmıştı.

Parmaklarımı dudaklarıma götürüp bir adım gerilediğimde ufak bir çığlığın firar etmesini
engeleyememiştim. Ateşlemiş olduğu silah diğer silah seslerine karışmıştı.

"Onu neden öldürdün?!"

Böyle bir sahneye ikinci kez tanıklık etmek benim lehime olmuştu.

Gözlerinde acıma duygusu diye birşey yoktu.

"Eğer onu öldürmeseydim sana kaçmak için yardım ettiğimi Albay Honest bildirecekti. Bunu bildirmesi kötü sonuçlara yol açardı."

Sararmış otların üzerinde yatan cesede bakmaktan gözlerimi sakındırdım.

"Ne gibi?"dediğimde cevabı az çok tahmin edebiliyordum.

Dean güldü.

"Nefesini konuşmaya değil, koşmaya harcamalısın Lisa"

İstemeyerek de olsa sözüne itaat ettim.
Karargâhtan yeterince uzaklaştığımızda nefes nefese kalmıştım. Ormanın ağaçlarına nazaran daha küçük olan bir ağacın altında durduk.
Karargâhtan dumanlar yükseliyordu.
Karargâhta vahşeti andıran görüntülerin meydana geldiğini bilmek zor değildi. Orada bulunanlara zerre merhamet duymuyordum. Oradakiler insan sıfatında olsalar bile insanlıktan çıkmış canilerdi.
Yaptıkları zulümde boğulsunlar.

Dean sırtını ağaca yaslayıp ormanin zıttı olan gözlerini kapatıp açtı.

"Eğer onu öldürmeseydim komutanına her şeyi iletirdi. Buraya ulaşamadan bizi yakalarlardı. Sonrasını dile getirmek bile istemiyorum, o asker Albay Ethan sağ koluydu. Buralarda güvenebileceğin birine ihtiyacın her zaman oluyor."

Bu gibi şeylere bazen akıl sır erdiremiyordum. Onun oturduğu yerin oldukça uzağına oturmuştum, bedenim yarısı gölgede kalıyordu.

"Sanırım Cyrus senin sağ kolun."

Başıyla beni onayladı.
Sessizliğin uzun sürmesine izin vermedim.

"Şimdi ne olacak?"dedim.

"Gideceksin" dediğinde başımı hızla ona çevirdim.

"Nasıl gideceğim tek başıma mı? Ya sen?"dedim ve telaşla devam ettim.
"Sensiz gidemem ki?"

Mavi gözleri kaybolana kadar gülümsedi.

"Gitmek zorundasın Lisa"dedi.

Ne yani şimdi, bu bir veda mıydı?

"Burayı hiç bilmiyorum, senden başka güvenebileceğim kimse de yok!"

Sitemli sesimin hiçbir tesiri olmamıştı.
Üniformasının içinden orta boy bir poşeti çıkarıp bana uzattı.

"Bunun içinde bir kağıt var gidiş biletin gibi birşey, ormana girdiğinde sol tarafına doğru ilerle ormanın sonunda ise karşına bir köy çıkacak orada bir çok otobüs mevcut, o kağıdı Owen adında ki sürücüye ver. O seni güvenli bir şekilde şehrin merkezine ulaştıracaktır, sonra da arkana bile bakmadan buradan git!"

Tane tane konuştuğu sözlerini noktaladığında yutkundum.
Nasıl kaçacağımı bile ayarlamıştı.
Bir yanımın duyduğu minnet hat safhaya ulaşırken diğer yanım hüzünlüydü.

"Bana yaptığın iyilikleri nasıl-"

"Bana karşı borçlu değilsin Lisa" dedi.
Gözlerinde ki hüznü görebiliyordum. Dean Brave kardeşim dediği benden ayrılmak istemiyordu. Tıpkı diğer yanım gibi. O da benim için bir abi gibi değil miydi?

Derin bir nefes aldı.

"Ama illaki birşeyler yapmak istiyorsan benim için Tanrıya dua edebilirsin."

Bu sırada boynunda ki hac işaretini parmakları arasında çeviriyordu.
Doğru yolu bulup hidayete ermesi için dua edecektim.

"Edeceğim" dediğimde dudaklarına hafif bir gülümseme yayıldı.

"Gitme vaktin."

Ayağa kalktığında bende ona uymuştum.

"Peki sen ne yapacaksın?"

"Her zaman yaptığım şeyi yapacağım....savaşacağım."

Masumları katletmeye devam mi edecekti. Veyahutta o masumları kurtarmaya gelenleri öldürecekti.

"Eline silahını aldığın zaman vicdanının sesini dinle"dedim.

Gök mavisi gözleri bir çok duygu seline hakim oldu.

Tek başıma ormana girmeyi göze alamıyordum sanki içine girdiğimde beni hapsedecek gibiydi.

"Umarım tekrar karşılaşırız Lisa"

"Kaderimiz de varsa mutlaka karşılaşırız."

Gitmek için arkamı döndüğümde "Hoşçakal Nur"dedi.

Haftalar sonra ilk defa ismimle seslenmişti. Başımı çevirip omuzlarımın üzerinden duygu yüklü mavi harelere son kez baktım.

"Hoşçakal Dean."dedim.

Gülümsedi.
Gülümsedim.
Sanki o Nur diye tanıdığı ve sonra kardeşi yerine koyduğu kıza da veda etmişti.

Bir kadın ve erkekten dost olamazdı.
Bu düşüncemde istisnaya veyahutta bir açıklamaya yer yoktu.

Dean bakışları ve içimde ki çelişkilerle dolu Nur asla dost olamazdı.

Continue Reading

You'll Also Like

7.8K 541 37
Yeni bir güne uyanmıştım... Herşey çok güzel olsun istiyordum ama herşey berbattı. Çünkü annemle babam ayrılmıştı ve benim için o gün hayat bitmişti...
6.3K 1.1K 27
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
318K 20.8K 27
"...Sen bana abi diyen kıza, yüreğimin çektiği hasretliği nasıl bileceksin?!" dedi Abdullah. ~ Kocaman bir apartman düşünün, birbirine can olmuş Alla...
138K 3.7K 41
Yalan...Pembesi,beyazı olmayan tek rengi koyu siyah olan yalan.Masum sıfatının ardına gizlenen vicdan azabına gebe bir yalan. Bataklığa batarcasına b...