HALEF

By lemveli

937K 73.6K 46.4K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞

18.8K 1.7K 925
By lemveli

"İliklerime adını diktin sen."

XIX - "İliklere Kadar İlk"

Suzi'nin başını okşamaya devam ettim, Zamir'in yoğun bakışları üzerimdeydi. Biraz daha beni izlemeye devam ederse gözlerinin karanlık kuytularına hapsolacağımı hissedebiliyordum. Ama içinde mayınlar taşımasına rağmen küçük bir çocuğun masumiyetini andıran sıcak bakışları vardı. Ve ben her zaman bu bakışına karşı gardımı indirir, duvarlarımı tırnaklarımla söküp atardım. Ve enkazın altında ilk ben kalırdım. Bir tek bakışı beni öldürür, bazen ise yeniden doğururdu.

"Üşüyeceksin." Sesinin sıcaklığı ve kibarlığı beni sardı. Gece ince pijamamla tam burada uyuduğumu, yorganı ise üzerine örttüğümü ona söylemek isterdim. Söyleyemedim. Dilime vurduğum paslı kilit dudaklarımın ayrılmasına müsaade etmedi. "Mihrinaz," dedi. Gözlerimi gözlerine diktim ve devam etmesini bekledim. "O kadına sen gördüğünden daha ileri bir seviyede dokunmadım."

Konuşmak istedim ama kelimeler dilimden yuvarlanmadı ve dudaklarımdan çıkmadı bir türlü. Zamir, sustuğumu gördüğü zaman devam etmişti: "Sana yemin etmeme rağmen bana inanmadın. Ben de o yüzden seni inandırmaktan vazgeçtim. Kadınla evine gittim ve boynuna ilaç enjekte ederek onu uyuttum. Eldivenlerimi takıp tüm evini aradım. Telefon ve bilgisayarını aldım. Bu kadar."

Yorgun gözlerle, "Neden bunları şimdi anlatıyorsun?" diye sordum.

"Yeminle başlayan cümlemi dahi umursamadın sen," dedi, çaresiz sesle. "Neyi nasıl anlatacağımı şaşırdım."

"O zaman neden kendinden iğrendiğini söyledin ve onunla yattığını kabul etmiş gibi davrandın?"

Elini saçlarından geçirip, "Çünkü onun belini kavrarken gördün beni," dedi kısık bir sesle. "Ve o da bana dokunuyordu."

Kaşlarımı çatarak, "Benim dokunduğum sırtına dokunuyordu," diye düzelttim onu.

Başını eğdi. "Bu yüzden kendimden iğreniyorum zaten."

Fısıltıyla, "Her şey zaten karmakarışıktı Zamir," dedim. "Bu fazlaydı."

"Çok fazlaydı," diyerek beni onayladı. "Düzeltmeye çalışsam? Düzelmez belki ama çabalarım ben. Hiç yorulmam."

Sırtımı soğuk duvara yaslayarak fersiz gözlerimi ondan ayırmadım. "Biz senle neden çok az güldük? Neden hep ben ağlayan, sen teselli eden taraf oldun?"

Dudakları titrerken, "Güldüremedim seni," dedi. "Ağlamak yasak dedim ama hep ağladın sen. Tüm acıları en çok sırtlanan sen oldun."

Ellerime baktım. "Bir kadının katili oldum ben."

"Planı ben yaptım. Onu uygulayan da Turan'dı. Senin hiçbir suçun yok."

"En başından beri," dedim ama devamını getiremeden boğazımda oluşan taş konuşmamı engelledi. Yutkunup kendimi toparlamaya çalıştım. "Hep gelip beni teselli ettin. Sana binlerce soru sordum ama tek bir cevap dahi alamadım. Kendimi, çocukluğumu, tüm geçmişimi anlattım sana. Karşılığında ise hep kapalı kutu oldun bana. Her zaman ve her koşulda sen susmayı seçtin Zamir."

Elleriyle yüzünü kapattı. "Haklısın."

Bitkin sesle, "Haklı olmak istemiyorum," diye fısıldadım. "Mutlu olmak istiyorum."

"Ben..." Konuşamadı. Elleriyle yüzünü tamamen kapatırken ağzından çıkan kelimeleri seçemedim. Bunu fark etmiş gibi elini yüzünden çekti ve başını kaldırdı. Kızaran gözleri beni şaşırtmıştı. Ağlamak istiyordu ama bunu yapmaktan dahi acizdi sanki. "Ben bir kuşu altın kafesinden aldım ve onu korumak istedim. O uçmak istedi, bencillik edip kanatlarını yaraladım benimle kalması için. Onu kendime hapsederek koruyacağımı sandım ama yapamadım. Kurşunlardan bedenini korumak isterken aslında kalbini ve ruhunu delik deşik ettiğimin farkına varamadım."

"Zamir..."

Konuşmama izin vermedi. "Altın kafesin senin için en güvenli yermiş." Gözlerini benden kaçırarak kucağımdaki Suzi'ye indirdi. "Turan'ın seni alması en mantıklısıymış..."

Kalbimin acıdığını hissederken, "Ne yapacağız biz?" diye sordum.

"Konuşacağız," dedi temkinli bir sesle. Gözlerini gözlerime dokundurdu, içimde fokurdayan o duygu yeniden kabarmıştı. "Sen soracaksın, ben de cevaplayacağım."

"Cevaplarına nasıl inanacağım?"

"Babamın mezarının üzerine yemin ederim."

Başımı onayla sallayarak Suzi'yi aldım ve ayağa kalktım. "Burada konuşmayalım," diyerek kapı kolunu kavradım ve kapıyı açarak ona gelmesini işaret ettim. "Suzi'yi yatırıp odana geleceğim."

İçeri girdim, dışarısının ne kadar soğuk olduğunu o an anladım. Suzi'yle beraber salona girdim, Baran'ın kanepede uyuduğunu görüp Suzi'yi onun yanına bıraktım. Önce Baran'ı kokladı ve ardından arkasını dönerek göğsüne yaslanıp, uyumaya başladı. Suzi'nin başını okşadım, Baran'ın üzerindeki yorganı çekerek karnına kadar kaldırdım ve salondan çıktım. Koridora vardığımda kalbimin titrediğini hissedebiliyordum. Kalbim sanki göğsümün içerisinden kayıp mideme inecek kadar kayganlaşmış gibiydi. Heyecanın alevi iliklerimi dahi ateşlerken avuç içlerimin terlediğini hissedebiliyordum. Avuçlarımı birbirine sürterek kurulamaya çalıştıktan sonra Zamir'in odasının önüne geldim ve yarısına kadar açık olan kapıdan içeri sızdım.

Zamir, dün uyuduğum ve toplamaya üşendiğim yatağında oturmuş, yastığı koklayarak yerine bırakmış ve bana dönmüştü. "Yastığımda kokularımız karışmış, birkaç saç telin yatağa düşmüş," diye mırıldandı. "Bunu hayal etmiştim ama böyle değil."

Çalışma masasının önündeki sandalyeye oturarak ona döndüm. "Nasıl?"

"Sabah saçlarının kokusu burnumda uyandığımda dağınık yatakta ay gibi parlayan yüzünü görmeyi hayal etmiştim."

"Bunları yaşayamayız çünkü biz sevgili değiliz."

"Doğru," diyerek beni onayladı. "Zaten olmamız da gerekmiyor."

Nart'ın, Zamir'e söylediği cümleler aklıma düştü. "Onu el bebek, gül bebek büyüten dedesini bırakıp seninle mi kalacak? Hem hangi sıfatla? Sevgilin mi bu kız senin? Değil. Hiçbir şeyin değil." Haklıydı belki de. Zamir benim neyimdi ki? Hiçbir şeyim.

İç çekerek, "O kadar kitap okudum ama bizi tanımlayacak bir söz bulamadım," dedim. Tarifi benzersiz bir bakış attı.

"Belki hiçbir söz bizi ifade etmiyor ama bu, yine de o kadına dokunarak aramızdaki adsız ilişkiye ihanet ettiğimi değiştirmiyor."

Başımı iki yana salladım. "Bu konuda yorum yapmayacağım."

"Tenine parmağımın ucunun dahi değmemesini talep ettin benden," diyerek yutkundu. "Şu an bu bana o kadar zor geliyor ki."

Bu konuda konuşmak istemediğim için onu geçiştirerek, "Sorularıma cevap verecektin," dedim. Aylar sonra ilk defa belki de ona soru soracaktım ve bana soru yok klişe cümlesiyle cevap veremeyecekti. Zamir Hancıoğlu artık bana bir şeyler anlatacaktı. Bunca zamandır hep ben ona konuşmuş, içimdeki tüm her şeyi ortaya dökmüştüm. Şimdi ise sıra ondaydı.

Fakat anlatacakları neden beni korkutuyordu? Neden üzüleceğimden, kırılacağımdan, içimin acıyacağından çekiniyordum? Neden konuşmasından çok susmasını istiyordum?

"Sor." İlk defa... Zamir Hancıoğlu ilk defa sınırsız bir kavramı barındıran tonla, sor, demişti.

O an ne soracağımı şaşırmıştım. Birkaç dakika düşündükten sonra ensemi kaşıyarak, "Rüyalardan başlayalım," diye mırıldandım. "Nasıl başardın?"

Sanki bunu bekliyormuş gibi elini deri ceketine attı ve içinden çıkardığı şeyi havaya kaldırdı. Bu benim arabada bulduğum bilekliğimin aynısıydı. Gözlerim şaşkınlıkla irileşti, bilekliğe baktı. "Bunu postacıya verdim ve kapınıza bırakmasını istedim," dedi sakin sesle. "Ben yıllardır rüyalarımı istediğim gibi yönetebiliyorum. Birkaç kişinin rüyasına girmeyi de başardım. Annemin, Baran'ın, Nart'ın... Açıkçası birisiyle aynı rüyayı görmek için ilk önce, o insanla bir bağlantımın olması gerekiyor ama seninle bağlantımız yoktu. Yıllardır taktığım bu bileklik bir bağlantı olabilir diye düşündüm. Hediye kutusuna üzerinde not ekleyerek sana gönderdim. Bilekliği takacağını, uyurken kimin aldığını sorgulayacağını düşündüm ve haklı çıktım."

Notta yazan cümle beynimde yankılandı: "Bunu taktığına pişman olmayacaksın."

Dikkatimi tekrar ona verdim, "Aşırı zor oldu rüyana girmek. Birkaç gece meditasyon yaptım ve sonra başardım. Zaten bir kere başarmak yetecekti. Çünkü dikkatini çekeceğimden emindim. Sonra sen, her gece aynı yeri hayal edip uyudun ve böylelikle her defasında aynı yerde buluşmaya başladık. Artık çok daha kolaydı, çünkü aramızda kuvvetli bir bağ oluşmuştu. Her defasında yanıma oturup elimi tutuyor, bana teselli veriyordun," dedi. "Ha," diyerek ekledi. "Neden babamın öldüğü hastaneyi ve o anı seçtiğimi soracaksındır. O an benim en çıplak hâlimdi. Benim en büyük acıya mahkûm edildiğim andı. Hani sana karşı kapalı olduğumu düşünüyorsun ya, aslında en başından beri çıplak ruhumu görmene izin verdim. Ben o an, babasını kaybeden küçük bir çocuktum. Sen de o çocuğun elini tutan bir melektin."

"Ama o hastane senin rüyandı," diyerek itiraz ettim. "Ben senin rüyana girmiş olmadım mı?"

Başını iki yana salladı. "Sen rüyanı kontrol edemiyorsun ki." Alnındaki teri sildikten sonra devam etti. "Senin bilekliği kimin getirdiğini düşünmen yetti. Ben senin rüyana girdim ve sonra senin rüyanı kendiminkine çevirdim." Fatih'in okuduğu kitapta da vardı sanırım böyle bir şey. Yani mümkün müydü?

Gözlerimi kıstım. "Bunu nasıl yapabilirsin ki?"

Kendinden emin bir sesle, "Sana demiştim," dedi. "İnsan istediği her şeyi yapabilir. Bize bir zihin verildi. İsteyen onu kontrol eder, istemeyeni ise zihni kontrol eder. Bu kadar basit. Lucid rüya, astral seyahat hakkında çok kitap okuyup araştırma yaptım. Bunların üzerinde yıllardır çalışıyorum. Uyku düzenim bozuldu, sinirlerim yıprandı ama değdi. Çünkü seninle tanıştım."

Saçlarımı ensemde gelişigüzel toplayarak, "Beni nerede görmüştün ilk?" diye sordum.

Zamir birkaç dakika cevap vermedi. Kollarımı göğsümde birleştirerek cevap vermesini beklemeye başladım. Birden Zamir ayağa kalktı, sorularıma artık cevap vermeyeceğinden neredeyse emindim. Fakat o gelip tam önümde durdu.

"Hani seninle gülemedik ya," dedi üzüntüyle. "Öncesinde biraz gülelim mi?"

"Nasıl?"

Elini uzattı, "Gel benimle." Elini bundan böyle bana sürmeyeceksin minvalinde söylediklerim aklına geldi, elini geri çekti. Ayağa kalktım. Zamir, giymem için dolabından bana paltosunu verdi. Büşra'nın diğer odada uyuduğunu anımsadım, paltoyu alarak üzerime geçirdim ve Zamir'le beraber sessizce dışarı çıktık. Zamir etrafı kolaçan etti, beni önüne alarak yürümeye başladı.

"Nereye?"

"Markete."

Bir şey söylemeden beraber markete girdim. Zamir, sessizce reyonlar arasında gezinmeye başladı. Peşindeydim. Durdu, ben de durdum ve döndüğü tarafa baktım. Zamir eline aldığı büyük kedi ve köpek mamalarını kucaklayarak yanımdan geçti, "Onları ne yapacağız?" diye sordum.

"Şu an o repliğimi çok özledim Kıvırcık," dedi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Soru yok demeyi özlemişti. Kasada sıraya girdik, dayanamayıp güldüm. Görmemesi için başımı eğip gülmeye devam ettim. Sesli şekilde kıkırdamamak için kendimi zor tutuyordum.

Kulağıma sıcak bir nefesle, "Saklama bu güzel manzarayı," dedi. Ona baktım. Göz kırptı, kasa sırası geldiği için bir adım öne geçti ve ücreti ödeyerek poşetleri eline aldı.

şmek üzereydim.

şersem tutar mıydı acaba?

Mihrinaz, kendine gel ve aptallık etme.

Peki.

İçimdeki sesleri susturmaya çalıştım ve Zamir'in peşine takılarak marketten çıktım. Eski bir binanın arka tarafına geçtik. Burası bomboş bir araziydi ve her tarafı otlarla çevriliydi. Muhtemelen yakında bina yapılacaktı çünkü etrafına tuğlalar yığılmış, ortası az da olsa otlardan temizlenmişti.

Zamir ıslık çaldı, gözlerimi belerterek ona döndüm ve maksadını anlamaya çalıştım. Tekrar ıslık çaldı ve karanlıkta bize bakıp parlayan birkaç göz gördüm. Zamir'in arkasına saklanarak, "Onlar ne?" diye sordum.

"Ayı."

Omzuna vurdum. "Seni sormadım. Onları sordum!"

Zamir, gülerek benden uzaklaştı ve telefonunu çıkararak feneri yaktı. Işık yandığı an gördüğüm şey bir sürü irili ufaklı köpekler oldu. Zamir'i tanıyan köpekler ayağımızın dibine kadar geldi. Poşetten çıkardığı köpek mamasını açarak boş bir tahta parçasının üzerine döktü. Küçük köpekler hemen mamaları yemeye başladı, büyükler birkaç adım gerilemişti.

Büyüklerin yemek yememesine karşılık Zamir'e, "Neden onlar yemiyor?" diye sordum.

"Önce çocuklarının doymasını bekliyorlar."

Küçük köpekler iştahla yemeğini yerken büyükler kenarda durup onlara bakıyor ve sabırla bekliyordu. Ama aç olduklarına neredeyse emindim. Onların bu hâline daha fazla dayanamayıp avucuma biraz mama doldurdum ve anne köpeklerden birkaçını beslemeye başladım. Anne köpek yedikten sonra önce elimi, sonra tüm yüzümü yalamış ve kucağıma atlamıştı. Belki de çekinmem gerekirdi ama onun gösterdiği sevgiye karşılık vererek başını ve boynunu okşamaya başladım. Zamir de benim gibi diğerlerini eliyle beslemiş, ardından küçüklerin yediği tahtanın üzerini tekrar kuru mamayla doldurmuştu. Bu sefer büyük köpekler yemeye başladı, Zamir ve ben küçüklerle oynamaya koyulduk.

Gülümseyerek simsiyah bir köpeği kucağıma alıp sevmeye başladım. Gözlerim mutluluktan dolmuş, bu anın güzelliğiyle büyülenmiştim. Kocaman bir tebessüm eşliğinde, "Bunu hiç unutmayacağım," dedim. "Bana hiç yaşamadığım muhteşem bir an yaşattın. Teşekkür ederim."

"Seni sevindirebilmişsem ne mutlu bana," dedi. Köpeği bırakarak ayağa kalktı. "Haydi, kalk. Daha işimiz var."

Kucağımdaki ufaklıktan ayrılmak zor olsa da dediğini yaparak onu bıraktım ve ayağa kalktım. "Soğukta üşüyorlar mı acaba?"

"Onlar için beş büyük kulübe aldım." Başıyla arka tarafı gösterdi. "Temiz su kapları da var. Komşular daima yeniliyor sularını."

"Ne zaman yaptın bunları?"

Omuz silkti. "Birkaç gündür bunlarla uğraşıyorum."

"Seni tanıyorlar."

Onaylayan mırıltı eşliğinde, "Evet," dedi. "Veteriner buraya gelip hepsine aşı yaptı. Artık sağlıklılar ve başlarını sokacak bir evleri var."

Büyülenmiş bir sesle, "Zamir," diye fısıldadım.

Konuşmama izin vermedi. "Seni hiç mutlu edemedim." Yutkundu. "Hatta hayatına girdiğimden beri bir kaosun içine yuvarlandın. Fakat onları mutlu edebildim. Kendimi işe yaramaz hissettiğimde dönüp onlara bakacağım artık."

"İşe yaramaz değilsin sen," diye onu inkâr ettim. Bir şey söylemedi ve ilerlemeye devam ettik. Binanın önüne geçtik, Zamir arabaların olduğu tarafa gitti ve bu sefer de kedileri çağırmaya başladı. Kedilerden biri arabanın altından çıkıp miyavlarken gülümsedim ve ona mama verdim. Bacaklarıma sürtünerek yemeğini yemeğe başladı. Zamir diğerlerini de çağırmaya başladı. Beş kedi etrafımıza toplandı, hepsinin önüne iki avuç kuru mama bıraktım. Başımı kaldırarak, "Onlar nerede kalıyor peki?" diye sordum.

Arkasını dönerek, "Birinci katta kalan bir teyzenin bahçesinde," dedi. "Ama teyze çok besleyemiyor maddi durumu yüzünden."

"Teyzeye sürekli mama alıp verirsin o zaman."

Başını salladı. "Evet. Ben de öyle düşündüm."

Başını eğerek kedilere bakmaya başladı, ne kadar güzel göründüğünün farkında değildi. Sanki gökyüzündeki tüm ay ve yıldızların ışığı onun vicdanının yansıması gibiydi. Zamir Hancıoğlu, Hatay'ın Antakya ilçesinde, unutulan eski bir apartmanın çevresinde karanlığa rağmen ışıldıyordu. Anlamıştım ki vicdan, bir insanı güzel yapan tek şeydi. Ve çoğu insan sırf bu yüzden çok çirkindi. Zamir ise çok güzeldi.

Yıllarca İskenderun'un en zengin ve güçlü isimlerinden olmama rağmen onun yaptığını yapmamıştım. Sokakta kedi, köpek gördüğümde markete girip onlara mama almamış, su vermemiştim. Bunca yıl aslında ben hiç yaşamamıştım. Oysa şu an nefes aldığımı hissedebiliyordum. Bu karanlıkta hakiki ışığı hissedebiliyor, kalbimin belki de ilk defa hak ederek çarptığını duyuyordum. Bugün yıllardır varlığından haberim dahi olmayan vicdanımın kırıntılarını bulup toplamıştım. Sonunda... İyi bir insan olacaktım...

"Hislerim çok karışık," diye, mırıldandım. "Suzi'den sonra bunu yaşamak bir ilkti."

Zamir, karanlığı utandıracak kadar kara gözleriyle bana baktı. "Bu bizim ilkimizdi."

"Bu anı hiç unutmayacağım gibi geliyor."

Temkinli bir sesle, "Unutmayacaksın," dedi. "İçine kazınan bir şeyi unutman mümkün değil."

Ona doğru bir adım attım. "Peki, senin içine kazınan an hangisi?"

Rüzgâr esti ve Zamir'in kokusunu burnuma getirdi. Hava soğumaya yüz tutarken paltosu bedenimi sıcak tutuyordu. Rüzgâr tekrar esti, bu kez bana doğru gelen rayihasını kokladım. Bunu fark etti, sesli şekilde yutkunduktan sonra iç çekti ve benden uzaklaştı. Yaptığı harekete ve soruma cevap vermemesine anlam veremediğim için şaşkın gözlerle ona baktım. Bir şey olmamış gibi eğilip kedilerin başını okşamış ve

İstemsizce, "Yine aynı şeyi yapıyorsun," dedim arkasından. "Sorularıma cevap vermek yerine kaçıyorsun benden."

Durdu. Ağır ağır bana döndü, omuzları sanki yılların yükünü taşıyormuş gibi düşüktü. "Cevaplarım seni üzecek diye ben susuyorum, geri zekâlı!"

Öfkeyle, "Üz beni!" diye bağırdım. "Aylardır sustun ve teselli ettin. Şimdi konuş ve acıt canımı. Beni yaralayan kişi sen ol!"

Karanlıkta kalmaya yemin etmiş hayatlarımız, ruhumuzdan sökülmeyecek siyahlıklar, grilikler vardı. Beyaz tek bir noktaya sahip olmayan iki beden ve iki mecruh ruhumuz şu an karşı karşıyaydı. Öfkeliydik, kızgındık ama yine de birbirimize kıyamıyorduk. Bu bizim düştüğümüz en dipsiz çelişkili kuyuydu. İçime birçok kez yeşillikler eken bu adam şu an tüm ağaçlarımı birkaç sözüyle kökünden kurutacağını söylüyordu. Ben ise canımı yakan o olacağı için içten içe memnundum. Bu nasıl bir döngüydü böyle?

Dudakları dümdüz bir çizgi hâlinde gerildi, cevap vermek için kendini sorguladı birkaç dakika. "Özür dilerim." Ona birkaç adım atarak tam önünde durdum, ağlamaklı sesle tekrar, "Özür dilerim," dedi. Sol gözünden bir damla yaş yanağına düştü, parmağım sanki vazifesi buymuş gibi yaşı yanağında yakaladı ve düşmesine izin vermedi.

Zamir'in gözü tekrar sulanırken bu sefer parmağım kirpiklerinin yanında bariyer gibi durmuş ve yaşın düşmesine izin vermeyeceğini açıkça belirtmişti. "Seni yaralayan adam olmayacaktım ben!" diye isyan etti. "İyileştirecektim ben seni. Koruyup kollayacak, hiç canını acıtmayacaktım."

Ela gözlerime yaş doldu, "Acıtacağını biliyorum ama bunu senin yapacağın için de mutluyum," diye fısıldadım.

Gözlerindeki siyahlık kül rengine dönüştü, aciz bir sesle, "Yapma bunu," dedi. "Teselli etme beni." Kirpiklerimden yaş yuvarlanıp düştü. "Sakın ağlama. Parmağımın ucunun dahi tenine değmesini yasakladın. Ben silemem o gözyaşını."

Yutkunarak mırıldandım: "Parmağının ucu değmesin dedim," diye. Zamir'in bunu anlaması bir dakika sürmüştü. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken zaman kavramını yitirmiş, kalbim ritimlerini bozmuş, bacaklarım ve ellerim işlevini kaybetmişti. Zamir, dudağını ıslanan yanağıma getirdi, kendime çekerek içime hapsetmeyi isterdim. Kaburgalarımda adının kazılı olduğu bir mahpushane vardı. Zamir'i oraya alıp sonsuza kadar saklamayı arzuladığım en büyük ve imkânsız şeydi belki de.

Zamir'in soğuk dudakları yanağımdaki yaşın üzerini yorgan gibi örterken paltosunun içinde yanıp tutuştuğumu hissettim. Buzdan dudakları yanaklarımı yakarken titreyecek gibi olmuş ama kendimi toparlamıştım.

Dudakları yanağımdan çekildi, sanki yer ayaklarımın altından kayıp gidecekti. Zamir alnını alnıma yasladı, iç çektim. "İçim gidiyor sen böyle yakınımda olduğunda."

İtirafım aramızdaki duvarların tuğlalarını yıktı, Zamir tebessüm etti. Dudakları çizgi hâlinden çıkıp genişledi, tebessümü içimdeki ölü olan tüm cesetleri diriltmişti. "Benim seni her gördüğümde içim gidiyor, Kıvırcık."

"Kıvırcığım de bana." Zamir'in gözleri büyürken, "Lütfen," diye direttim.

Öldüğümde dahi anımsayacağım eşsiz bir ses tonuyla, "Kıvırcığım," demişti. Yemin ederim bu ses tonunu ömrüm boyunca unutmayacağım.

Acemi bir şekilde, parmaklarımın ucunda boyuna yetişmeye çalıştım. Ne yaptığımı ölçmek istiyormuş gibi bana bakarken gözlerimi yumarak dudaklarımı dudaklarının üzerine örttüm ve ilk defa onu öptüm. İlk defa temas eden dudaklarımız cesaretime anlam veremeyerek şaşkındı. Aynı Zamir gibi. Fakat bu şaşkınlığını umursamayarak onu yavaş yavaş öpmeye başladım. Zamir sanki buz kesilmişti. Hiçbir tepki vermeyen bedeni dağ gibi önümde durmuş ve kıpırdamıyordu. Dudaklarını kaç kez öptüm bilmiyordum. Isınan dudakları yanan tenimin tesiri altındaydı ve bu müthiş bir histi. Bunu onunla yaşamak ise bambaşkaydı. Yirmi üç yıldır beklediğim kişi, rüyama girip zihnimi kontrol eden bu adammış meğer. Tüm yaşamım boyunca ben onun yolunu gözlemişim ama ondan haberim yokmuş...

Onu yeniden öpmek isterken dudaklarımızın arasına giren tuzlu su beni ondan ayırdı.

Zamir Hancıoğlu ağlıyordu. Kirpiklerinden gökyüzündeki siyah bulutlara rağmen dökülmeyen yağmurlar düşüyordu.

Onun gözyaşları bana dedemin benden ayrıldığı zaman ağlamasını hatırlatmıştı.

Bu sahneyi biliyordum. Bu sahnenin adı ayrılıktı.

"Hayır," diye itiraz ettim. "Gidemem ben bundan sonra. Gidemem senden. Göndereceksin değil mi beni? Turan'la döneceğim."

Başını sağa çevirerek gözyaşlarını benden sakladı. Yanağını omzuna yaslayarak silerken, "Yapma," dedi. "Bunu yapma."

"Neyi yapmayayım, geri zekâlı? Bunu mu?" diye bağırdım ve onu kolundan tutup kendime çevirdim. Hiçbir şey söylemesine izin vermeden onu yine öptüm ama bu sefer öpüşüm kısa olmayacaktı. Geri çekilmeyecektim. Aramıza okyanus kadar gözyaşı girse de geri adım atıp onu kendimden ayırmayacaktım.

Zamir birkaç saniye öylece durmuş, ardından sanki o da yıllardır bunu bekliyormuş gibi beni özlemle öpmeye başlamıştı. Dudaklarımız âdeta bir yapboz parçası gibi birleşip hareketlendi, kanatlandığımı sanmıştım. Bedenimin, ruhumun ve kalbimin tarifi benzersiz bir hisle sarmalandığını hissederken Zamir'in eli havalandı. Bir an belimden tutup beni kendine çekeceğini düşündüm. Ona söylediğim lanet sözcükler aklına gelmiş olmalıydı ki eli, belimin hizasında temas etmeden havada kaldı. Alnımı alnına sürterek dudaklarımdan benden bağımsız bir inleme çıkmasına ve öpüşüne devam etmesine müsaade ettim. Zamir'in boğazından yükselen boğuk inleme neredeyse bayılmama neden olacaktı. Fakat tüm ruhum şu an onun öpüşüne tutunuyordu. Sanki şu an ayrılsa ruhum çökecek, bedenim ayaklarının altına yığılacaktı.

Üşüyordum. Titriyordum. Yanıyordum. Dudaklarım dudaklarında gülerken, gözlerimiz ağlamaya devam ediyordu. Hepsini aynı anda iliklerimize kadar yaşıyor ve hiçbirinden vazgeçemiyorduk. Onunla gülmek ve onunla ağlamak... Onunla ilkler yaşamak... Onun beni birazdan üzeceğini bile bile gözlerimi kapatıp öpüşmek... Pişman olur muydum? Belki. Bu ihtimale karşılık devam ediyor muydum? Evet.

Saf tutkuyla elimi ensesine götürerek başını kendime doğru çektim. Evet, hiçbir erkekle öpüşmemiştim ama yüzlerce kitap okuyup film izlemiştim. Bu yüzden kendime güveniyor ve yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyordum. O bana dudakları hariç dokunmasa bile benim ona dokunmaya hakkım vardı.

Aklımı uçurmuştu... Ben ise onun tüm ruhunu uçurmuştum.

Bedenim tarifi benzersiz bir hisle kasıldı, daha fazla dayanamayacağımı anladım, dudaklarımı dudaklarından zorlukla ayırdım ve geri çekildim. Zamir'in yüzüne baktım. Kızaran gözleri, ağlamaktan ıslanan yanakları, taşımak zorunda olduğu ağırlıkla çöken omuzlarıyla karşımdaydı. Birbirimizden farksız olduğumuzu biliyordum. Aynı onun gibi dakikalardır ağladığım için yüzüm berbat bir hâldeydi.

Çok çirkindik. Biz çirkindik ama bu anımız çok güzeldi.

Tüm bedenim soğurken dudaklarım yanıyordu âdeta. Gözlerimden yeni yaşlar aktı, "Bu anda takılı kalabilir miyiz?" diye sordum.

Başını iki yana salladı. "Anlatmam gereken şeyler var." Bakışı içimi delip geçti, cümlesi ise kalbimi deşmek niyetindeydi.

Daha biraz önce anlatmasını, beni kanatmasını talep etmiştim değil mi? Pişmandım. Şu an anlatmasını katiyen istemiyordum. Biliyordum, anlattıktan sonra tüm hayatımızın seyri değişecekti. Ayrılacaktık. Yine ayrı kalacaktık ve benim buna tahammülüm yoktu.

Hıçkırdım. "İlk defa susmanı istiyorum." Kulaklarımı ellerimle kapattım. "Şimdi ben ilk defa sesini duymak istemiyorum."

"Mihrinaz," dedi aciz sesle. "Lütfen..."

Kısık bir sesle, "Bu ses tonundan nefret ediyorum," dedim. "Seni sarsan şeyler beni öldürür Zamir."

Sert bir şekilde, "Ölmeyeceksin," dedi. "Duydun mu beni? Ölmeyeceksin!" Onun öfkesi kulaklarımı tırmaladı, şakağındaki damarların seğirdiğini gördüm.

Zihnindeki depremlerin sesi içimde yankı yaptığında iç çektim. Her ikimizin zihni aslında düzensiz, yıkıktı ve bir kaosun içinde her ikimiz rüzgâra karşı aciz bir dal gibi savruluyorduk. Birazdan anlatacağı şeyler yüzünden huzursuzluk iliklerime kök salmış, tüm damar yollarımı tıkamıştı bile.

Gözlerimi uzayan sakallarına dokundurdum, elimi uzatarak sakallarını okşadım. "Sakallarına dokunmadı değil mi o kadın?"

"Dokunmak istediği an geri çekildim. Orası senin."

"Benim," diye tekrarladım. "Evim gibi hissettiriyor."

"Eve gerek duyacak biri olmadım hiç," dedi. "Dört basit duvarı ev diye nitelendirmek çok saçma. Ev şu an bu sokak olamaz mı? Baksana içimiz sıcacık ama bedenlerimiz üşüyor. İlkimizi yaşadık tam bu noktada. Tam da burası evimiz olmasın mı? Adım attığımız her taşın üzeri bile olabilir."

Gülümsedim. "Olsun. Tüm evren bize ev olsun."

Parmak boğumlarımla sakallarına dokundum, acı dolu bir tebessüm dudaklarımın üzerine oturdu. İçime çöreklenen tuhaf hisse isim dahi koyamazken zihnimin derinliklerinden gelen bir cümle kaburgalarımda yankılandı.

Ben... Sakalları arasında derin ve kıyısız denizler barındıran bir adama vurulmuştum sanırım. Her dokunduğumda çaresizce çırpınıp boğulurdum. Nitekim ne yüzmeyi bilirdim ne de sevmeyi...

Continue Reading

You'll Also Like

606K 34.4K 47
Mavi gözlü bir dev, Yeşil gözlü ruhu güzel katil bir kadın. "Bir hikaye başlıyor; okursan ölürsün. Ölürsen, ölürüm." Kor adam, yanık bir hanın mahzen...
7.9M 212K 68
ŞİMDİ EPSİLON YAYINEVİ KATKILARIYLA TÜM KİTAPÇILARDA... ------- "Biz, aynı rengin iki farklı tonuyduk. Bir yanda soğuk bir gecenin üzerine dökülen ay...
1.3M 108K 45
✍🏻 Fantastik değil. Kitap oldu. § Ben bir şey görmedim, dedi hepsi. Ben duymadım, Ben yoktum, Ben gitmiştim, Ben henüz gelmemiştim, Ben bilmiyo...
9.6K 686 13
Bana emir verme Komutan!. Ben senin askerin değilim. dedim bağırarak. dahada sinirlenmişti yumruğunu dahada sıktı sözlerime karşı. Tim bizi izliyord...