HALEF

By lemveli

937K 73.6K 46.4K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞

15.8K 1.7K 502
By lemveli

"Yıllarca yaşadım ama adımı bilmedim.

Hep şarkılar çaldı ama ben hiç dans etmedim."

XVIII - "Adımı Söyle Bana"

"Mihrinaz?"

İrkilerek başımı sağ tarafa çevirdim, Büşra'nın bana uzattığı kupayı parmaklarımla kavradım. İçine baktım, benim için portakal çayı yaptığını gördüm. Çaydan birkaç yudum aldıktan sonra arkama yaslandım ve önümdeki televizyonu izliyormuş gibi yapmaya devam ettim.

"Zamir hâlâ Suzi'yi getirmedi."

Omuz silktim. Yaşanmaması gereken o günden tam iki gece geçmişti ve artık üçüncü gecedeydik. Bu iki geceyi Zamir, arabada ve kapının önünde geçirmiş, hiçbir şekilde benimle iletişime geçmemişti. Çoğu zaman Baran'ı arayıp Suzi'yi alır ve birkaç saate geri verirdi. Fakat eve adım dahi atmamıştı.

Bana önce hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığına dair yemin etmiş, sonra tüm suçlamalarım karşısında susmuştu. Hangisi doğruydu peki? Yemini mi yoksa suskunluğu mu?

Kapı zili çaldı, Büşra ayağa kalkarak koridora doğru ilerledi ve kapıyı açtı. Sessizlik. Zamir, sanki sessizliğe dair yemin etmiş gibiydi. Sesini neredeyse üç gecedir kesinlikle duymuyordum.

Büşra, "Büsü," diyerek Suzi'yi alıp döndü. Kapının kapanma sesini henüz duymamıştım. Zamir hâlâ açık olan kapıdan salona bakıyordu. Bunu hissedebiliyordum. Bu his bacaklarımın ve kollarımın karıncalanıp uyuşmasına neden olurken her saniye başı artan ona doğru dönme isteğimi zorlukla bastırdım. Onunla kesinlikle göz göze gelmemem gerekiyordu. Ne zaman gözlerine baksam o siyah hareler, beni etkisiz hâle getirir, üzerimde azalmasını istemediğim bir baskı kurardı. Bu yüzden de ona bakmama kararımı zor da olsa uygulamaya koymuştum.

"Soğuk girdi eve. Kapıyı kapat Büşra." Sesimin havadan daha da soğuk olduğuna kalıbımı basabilirdim. Zamir, sesimden dolayı üşümüş olacak ki dışarısının daha sıcak olduğuna kanaat getirdi ve kapıyı yavaşça kapattı.

Büşra kucağındaki Suzi'yi ayaklarımın üzerine bırakarak, "Böyle yapma," dedi sakince. "Lütfen onu dinle."

"Anlatmayacağı veyahut anlatamayacağı şeyleri nasıl dinleyebilirim?"

Büşra başını salladı. "Muhakkak anlatması gerekiyor," diyerek çenesini avucuna yasladı. "Anlatmalı."

"Peki, ben inanır mıyım?"

"Eğer dürüstlüğünden taviz vermezse neden inanmayasın ki?" diye sordu Büşra. "Hem dediği her şey çelişkili. Ne kabul etti ne de reddetti. Gizlilik yeminine sadık kalması gerektiği içindir büyük ihtimal."

Gözlerimi kıstım. "Gizlilik yemini?"

Büşra ağzını eliyle kapatıp, "Bunu söylememem gerekiyordu," dedi boğuk bir sesle.

"Gizlilik yeminini askerler etmez mi? O bir asker mi?" Daha önceden bunu prova etmiş gibi nötr bir surat takınmaya başladığında sinirlenmiş ama bunu belli etmemiştim. Her şeyi elbette bir gün öğrenecek, doğru ve yanlışlarıma karar verecektim. Bu belirsizlik sonsuza kadar süremez, Zamir, Baran ve Büşra, her şeyi benden gizleyemezdi.

Başımı eğerek kucağımda uyuyan Suzi'nin başını okşamaya başladım. Hayatımda masumluğunu hissettiğim yegâne varlık oydu. Onun varlığı bana iyi geliyordu. Her ne kadar yanında kendimi kirli hissetsem de içimdeki tüm kötülükleri temizlediğini hissediyordum.

"Geç oldu," diyerek Büşra bana imalı bakış attı. "İyi geceler."

"Baran benim odamda uyuyakaldı. Sen ne yapacaksın?"

"Salonda uyurum," dedi kayıtsızca. "Tabii Suzi'yle beraber ışığı kapatıp çıkarsan?"

Gülümsedim. Kaşlarımı kaldırarak, "Mesajı aldık," dedim ve Suzi'yi kucaklayarak Zamir'in kokusunun hâlâ kalıcı olduğu odaya girdim. Neden bu odada uyumak istediğimi bilmiyordum. Yokluğuna katlanamayan benliğim bu odada onun kokusuyla kendini teselli ediyordu belki de. Cihan'la kaldığım günlerde ondan hiçbir şey yoktu ve bu beni delirtmişti. Fakat şimdi odasında, yatağındaydım. Sanırım bu biraz iyi geliyordu bana.

Ona neden alışmıştım ki?

Her şey bittiğinde, yollarımız ayrıldığında ne olacaktım?

Hiçbir yerde hiç kimse olduğumu hissettiğim an gözlerimi sıkıca yumdum ve bu hissin geçmesini bekledim. Ben Mihrinaz'dım. Sadece Mihrinaz. Soyadımla değil adımla sürdüreceğim bir hayatım, karakterim ve varlığım vardı. Hiçlik hissini kovacak, kendime ve özüme dönecektim. Ben vardım. Dün de vardım, bugün de varım. Yok olmayacak, pes etmeyecektim. Yaşadıklarımın beni yıldırmasına müsaade etmeyecektim.

Birkaç dakika kendi kendimi teselli ettikten sonra Suzi'yi yatağa bırakarak üzerimi değiştirdim ve yatağa girmek için yorganı kaldırdım. Tam o an bedenime gelen titreme dalgasıyla elime aldığım yorganı katladım ve daire kapısına doğru ilerledim. Kapı kilidini yavaşça çevirip kulpu kavradım, beynime hücum eden tereddütlerden kurtulup kapıyı açabilmiştim. Oradaydı. Sağ duvara yaslanmış şekilde uyuyordu. Bacakları merdivenlere doğru uzanmış şekildeydi ve başı sol omzunun üzerine düşmüştü. Üzerinde paltosu vardı ama soğuk duvarlar onu üşütmüş olmalıydı. Elimdeki yorganı sırtını yasladığı duvarla arasına sıkıştırdım ve tüm bedenini saracak şekilde üzerini örttüm.

Ona bakmak aynadaki yansımama bakmak gibiydi âdeta. Aynı benim gibi yorgun ve yitik görünüyordu. Hâlimizin perişan olmasının nedenlerini merak ediyordum. Zamir bunu yapacak biri değildi. Peki, neden önce inkâr ettiği suçlamalarıma cevap vermek yerine suskunluğunu tercih etmişti?

"Neden yapıyorsun bunu bize?" İçimi çeke çeke ağlamaya başladım. Uyanmayacağından emindim çünkü. Çok yorgun olduğu geceler uykusu ağır olurdu. "Beni iyileştirmeyi kendine borç bilen adam." Hıçkırdım. "Beni üzüyorsun..."

Zihnime çakılı kalan suskunluğu beni her geçen dakika daha çok yıkarken gözlerimi üzerine yatırdım ve sırtımı duvara yaslayarak onu izlemeye devam ettim. İçimde dolu dolu acının olduğu bir boşluk asılıydı ve sebebi olan adam tam karşımda tüm kalkanlarını indirmiş şekilde uyuyordu.

Onu uyurken izlemek her şeyi affetmek gibiydi...

Dudağım seğirirken Zamir'i izlemeye devam ettim. O sıcak yorganla mayışıp uykusuna devam ederken ben titriyordum. Kasımın kavurucu soğuğu duvarlara sinmişti ve beni üşütüyordu. Fakat onunla aynı yorganı paylaşmak düşüncesi hiç cazip değildi.

Gözlerimi aniden yumdum. Acım, yaram, ağrıyan ruhumun sebebi tam karşımda uyurken gözlerimi kapatma gereği duymuştum. Bunu yaptığım taktirde acımın hafifleyeceğini düşünmüştüm fakat nefesinin sesi kulağıma çarparken bu mümkün değildi. Aylar önce benim bir hayatım vardı. Geceleri gördüğüm bir rüya, hayranı olduğum ama ismini dahi bilmediğim bir karakter vardı. Her sabah geç kaldığım bir kahvaltı soframız, beni sevgisiyle saran dedem, benden hoşlanmayan ailem vardı. Düzenli olarak görüştüğüm arkadaşlarım, beni delirten platonik aşığım vardı... Her şey daima normal niteliklere sahip olurken bir gün rüyamdaki adam benimle konuşmaya başlamış, ertesi sabah karşıma çıkmıştı. Silahlı saldırılara uğramış, kaçırılmak istemiştim. Bunlar olmamalıydı. Ben bunları yaşamamalıydım.

"Neden ben?" Gözyaşlarım yarışmadaymış gibi hızla yüzümü ıslatırken, "Neden sadece ben?" diye sordum tekrar. "Benim bir hayatım vardı. İyi ya da kötü bir ailem vardı. Zaten ben tüm hayatım boyunca kimin çocuğu olduğumu bilmeden, anne ve babamın yüzünü görmeden eksik büyümüştüm. Birkaç kalan parçam vardı. Onlar da alındı elimden. Sen de kayıp gittin elimden Zamir. Sen de..."

Elimi sıkışan kalbime götürdüm. Kalbim sanki bir taşın altında eziliyormuş gibiydi. Nefes almam zorlaştığında ağzımı açarak derin nefes almaya çalıştım. En son bu hâl Zamir, Turan'a silah doğrulttuğunda olmuştu. Gözüm kararmaya başladı, kendimi sıkarak nefes almaya devam ettim. Bu sefer bayılmayacaktım ve kendimi kontrol edecektim.

Kalbim neredeyse taşa dönmüştü ve artık kaburgalarıma ağır geliyordu. Göğsüme batıyordu yüreğim... Birkaç derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimi yumup açarak yaslandığım soğuk duvardan doğruldum. "Her şey düzelecek," diye fısıldadım. Kendimi teselli etmekten başka çarem yoktu. Şu an kendimi bir yalana inandırıyordum ama mecburdum. "Ben çok mutlu olacağım. Çok hem de."

Gözlerim Zamir'in üzerine ilişirken biraz daha sakinleşmiştim ve nefeslerimi düzenli bir hâle getirebilmiştim. Rüyasında ne gördüğünü, istediği zaman rüyama nasıl girdiğini, nasıl çıkabildiğini merak ediyordum. Bana bunu dahi anlatmamıştı. Fark ediyordum da Zamir bana her zaman ketum olmuştu. Baran ve Büşra, görevini bilirken ben her şeyden bihaberdim. Beni evine götürdüğü günden bu yana değişmişti? Hislerimiz mi? Belki... Ben ona birçok şey anlatmıştım. Tüm çocukluğumu, acılarımı, dedemi, annesizliğimi, babasızlığımı... O bana ne anlamıştı? Babasının şehit olması ve annesinin onu gördüğünde krizler geçirmesi haricinde ne biliyordum hakkında?

Hiç.

Zamir beni kendi hiçliğine mahkûm etmişti.

Her şeye rağmen geçen süre içerisinde çok düşünmüştüm. Tek bir şeyden emindim: Zamir o kadınla yatmamıştı. Bunu önce inkâr edip sonra susmasının başka bir sebebi vardı ve ben bunu öğrenecektim.

Gözlerimi kapadım. Ani gelen bir uykuya teslim olduğumda birkaç dakika ya da saat kadar sonra uyanmıştım. Üşümüştüm. Zamir ise yorganına sarılarak uyumaya devam ediyordu. Daha fazla burada kalmanın beni hasta edeceğine kanaat getirdim, ayağa kalkarak kapının kolunu çevirdim. Fakat açılmadı. Kaşlarımı çatarak birkaç kere denedim ama kapı yine açılmadı. Kilitlenmişti!

Alnıma vurarak kapıyı birkaç kere tıklattım. Baran ve Büşra'nın uyanıp kapıyı açacağını sandım ama o kadar yavaş vuruyordum ki duymaları imkânsızdı. Zamir'i uyandırmamak için kapıyı daha fazla çalamadım. Uyandığında beni burada görmesini istemiyordum kesinlikle.

Tekrar yerime oturdum, kelimenin tam anlamıyla donmak üzereydim. Üzerimde ince pijama takımım ve çorabım haricinde hiçbir şey yoktu. Zamir ise benim kalın yorganımla gayet iyi görünüyordu.

Sadece bir an o yorganın altına girip başımı omzuna bırakmak istedim.

Dolan gözlerimle onu izledim. Kirpiklerinin duruşunu, dudaklarının üzerindeki çizikleri, kaşlarını, alnına dökülen birkaç saç tutamını... Hepsini ezberledim. Bir ressam olsam onu bakmadan çizebilirmişim gibi hissediyordum.

Yakından çok daha güzeldi sanki.

Dudak bükerek, "Bana her şeyi anlatacağın günü bekliyorum," dedim sessizce. "O gün geldiğinde umarım..."

Tamamlayamadım. Boğazımda oluşan taş, cümleyi tamamlamama izin vermedi. Elimi saçlarımdan geçirirken Zamir'in iç çekişini duyup heyecanla ona bakmıştım. Uyanmamıştı. Hâlâ uyuyordu.

En son dedemi bu şekilde sabaha kadar izlediğimi hatırlıyordum.

Hastanedeydik. "Ateşi yüksek ama ilaç verdik. Bir saat sonra kontrole geleceğim."

Sadece on yaşındaydım. Doktor gittikten sonra dedemin yanında oturarak ona gülümsedim.

"Haydi," dedi dedem, sevecen sesle. "Ertan seni eve götürsün."

Başımı şiddetle iki yana salladım. "Burada kalacağım. İtiraz kabul etmiyorum. Sen uyu."

Dedem hasta olduğunda çocuk gibi olurdu ve ben ona büyüklük taslamaya başlardım. Kendimi bildim bileli bu böyle olmuştu. Bu yüzden dediğimi yaparak gözlerini yummuştu. Ben de ışığı kapatarak kanepede oturmuştum. Uyuduğu zaman horlayan biriydi ama hasta olduğunda asla horlamazdı. Altı yaşındayken gece su içmek için kalktığımda dedemin horlama sesini duymayıp ağlayarak odasına girdiğim günü hatırlıyordum. Öldüğünü sanmıştım. Oysa ateşi vardı ve hastaydı. Şimdi olduğu gibi.

Dedem ne zaman hastalansa sessiz uyurdu ve ben, gece neredeyse her yarım saatte bir gelip, parmağımın ucunu burnuna getirerek nefes alıp almadığını kontrol ederdim.

O gece hastanede de bunu yaptım. Beyaz havluyla terleyen alnını defalarca sildim, nefesini kontrol ettim. Her defasında daha çok anladım onun bendeki değerini ve önemini...

Çocuktum ama hiç uyumadım. Büyümeyi deli gibi isterken ben dedemin hastalandığı gecelerde hiç uyumadım. Büyümek umurumda olmadı...

Doktor saatler sonra gelip hâlâ uyanık olmama şaşırmış, ardından dedemin ateşini ölçerek, "Dedene çok güzel bakıyorsun, prenses," demişti.

Dedem gözleri kapalı olsa da gülümsemişti...

Gözümü kırpmadan sabaha kadar onu izlemiştim. Eskiden onun ölümsüz olduğuna inanırdım. Sonra bir gece öldüğünü görmüş ve kâbustan ağlayarak uyanıp yanına koşmuştum. Yatağında onu bulamadığımda attığım çığğa tüm ev uyanmıştı.

Amcam koşarak, "Ne oldu?" deyip yanıma çökmüştü.

Titreyen sesle, "Dedem," dediğimi hatırlıyordum.

Sonra bir ayak sesi gelmişti. Bu ayak sesi dedeme aitti. Gelip yanımda durduğunda başımı dahi kaldırmadan ayaklarına sarılmıştım.

Onun ölebileceği fikri beynime kazınırken bu beni güçsüzleştirmişti. Hastalandığında kesinlikle uyumamamın sebebi de buydu. Uyursam ve ona bir şey olursa kendimi asla affetmeyeceğimi biliyordum çünkü.

Dedemi her ateşi çıktığında sabaha kadar izlerdim. Tüm yüzü... Hafızamdaydı. Kendisi ise her daim kalbimin en güzel odasında ikamet etmekteydi.

Zamir'i sabaha kadar donarak izlemiştim. Yorganının ucunu bile tenime değdirmemiştim. Belki görmüyordu ama ben yine de inadımdan vazgeçemezdim. Vazgeçsem de ona bunu bildirmezdim. Her ne olursa olsun o kadının beline dokunması bile tutarlı bir nedendi benim için.

Bedenimi döndürerek kapıyı birkaç kez tıklattım. İçeride bir hareketlenme oldu ve sonrasında kapı açıldı. Kendimi içeriye atmadan önce bir saniyelik Zamir'e baktım ve uyanır gibi olduğunu gördüm. Eve girip kapıyı kapattım aceleyle.

Baran merakla, "Ne oluyor?" dedi. Derin bir nefes aldım.

"Gece kapıyı üzerime kilitlediniz."

Baran saçlarını karıştırarak, "Dışarıda olduğunu bilmiyordum," dedi. "Neden çıkmıştın ki?"

Omuz silktim. "Zamir sorarsa üzerini senin örttüğünü söyle, tamam mı?"

"Kocası eve geç geldiği için onu salona gönderen kadınlar gibisin, Naz. Gece kıyamayıp üzerini mi örttün?"

Yüzümü buruşturdum. "Koca mı?"

Başını sallayarak benimle dalga geçmeye devam etti. "Karı koca, kedi köpek gibisiniz. Hiçbir farkınız yok."

"Baran, seni çok pis döverim!"

Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırıp mutfağa girerken ben de odaya geçti. Dün giydiğim gri taytı tekrar üzerime geçirip üzerine de aynı renkte salaş kazak giydim. Aynada görüntüme baktım, kıpkırmızı gözlerim bağıra bağıra bana sesleniyordu âdeta. Saçımı gelişigüzel topladıktan sonra odadan çıkıp banyoya girmiş ve yüzümü soğuk suyla yıkamaya başlamıştım. Uykum geliyordu fakat beynim donmuş gibiydi.

Yüzümü yeniden yıkadığım sırada açık olan banyo kapısının önünde Büşra belirmişti. "Baran gece dışarıda kaldığını söyledi."

Yüzümü kuruladıktan sonra, "Evet," diye onayladım onu. "İçim geçmiş. O sırada kilitlediniz herhâlde kapıyı."

"Kusura bakma."

"Zamir neden kapıda uyuyor?"

"Aslında otele gidip geliyor. Duşunu orada alıyor, yemeğini orada yiyor ama geceleri burada."

"Neyse," diyerek banyodan çıktım. "Beni ilgilendirmez."

Mutfağa girdim, Baran, her zamanki gibi reçel kavanozu önünde oturmuştu ama bu sefer önünde bilgisayar da vardı ve dikkati ekrandaydı. Yanına yaklaşarak, "Ne yapıyorsun?" diye sordum.

Bilgisayarın ekranını kapkara yaptı bir anda. "Bir sayfanın güvenlik seviyesini artırıyorum."

"Anladım." Aslında anlamamıştım çünkü bilgisayar kullanmayı sevmezdim ve mecbur kalmadıkça kullanmazdım.

Büşra, "Sana çay yapıyorum," dedi, başımı salladım. Bana sürekli değişik çaylar yapardı. Açıkçası yaptığı çaylar beni sakinleştiriyordu ve rahatlamamı sağlıyordu. Daha çok siyah çayı sevmeme rağmen çok az içmeyi tercih ederdim. En son Gül'ün demlediği siyah çayı, baklavayla içmiştim ve ben takıntımı atlatmıştım.

"Baklava çekti canım."

Büşra bana döndü. Gözleri ışıl ışıldı. "Baklava... Benim de canım çekti."

Gülerek, "Aşerdin mi yoksa?" diye sordum.

Başını heyecanla aşağı yukarı salladı. Ardından Baran'ı işaret etti, anlayıp Büşra'ya göz kırptım. Elimi Baran'ın omzuna attım, bana yandan bakış atıp tekrar ekrana odaklandı. "Barancığım," dedim. Beklenmeyecek derecede şirin bir sesle. "Bana baklava alsana."

"Sen de mi hamilesin?"

Omzuna yumruk geçirdim. "Canım çekti ya! Haydi, bir koşu al gel."

Sert bir soluk aldı. "Mihrinaz." Öfkelenmiş miydi o? "Başıma çıkarma şunu, tamam mı?"

"Ben kendim için istiyorum."

Gözlerini kısarak bakmaya devam etti. "Ben de yedim bu yalanınızı, değil mi? Sabrımın dibini ekmekle sıyırıyorum artık. Lütfen."

Baran'a yüzümü buruşturarak baktıktan sonra reçelinden biraz yedim ve Büşra'nın yaptığı çaydan içtim. Baran kahvaltısını bitirmiş reçelini kaşıklıyordu. Kaşığındaki reçel üzerine döküldü, "Ağzımı bulamadım ya!" diyerek üzerini temizlemeye başladı.

Kıkırdadım. "Allah'ın sopası yok derler."

"Sizde de ne göz var be!" Homurdanarak ayağa kalktı. "Üzerimi değiştirip gidiyorum almaya."

Büşra'yla birbirimize beşlik çaktık. Baran bize öldürücü bakışlar atarak mutfağı terk etti. Büşra, gülüyordu fakat gözleri acı doluydu. "Büşra," diyerek onun eline dokundum. "Neden sana böyle davranmasına izin veriyorsun? Anlat her şeyi. Hastane kayıtlarını at önüne. Utandır onu."

Büşra'nın gözleri anında doldu, "Olmaz," dedi. "Son nefesimde bile itiraf etmem. Sana da ettirmem."

"Söz verdim zaten."

"Bir Akşahin sözünde her zaman durur, değil mi?"

Tebessüm ettim. "Her zaman."

Büşra, "İlk defa aşerdim," dedi heyecanla. "Tatlı yiyince ne oluyordu?"

"Bilmem," diye mırıldandım. "Neden cinsiyetini öğrenmeye gitmiyorsun?"

Başını iki yana sallayarak gülümsedi. "Sürpriz olmasını istiyorum."

"Bebek doğduktan sonra nerede kalacaksın? Düzenli bir hayatın olmak zorunda."

Gözlerini aşağı indirerek elleriyle oynamaya başladı. "Mersin'e dönerim büyük bir ihtimal. Resim yapıp sağlarım bir şekilde geçimimizi. Dışarıda çalışmam mümkün değil. Ona bakacak kimsem yok."

Yumuşak bir sesle, "Annene anlatabilirdin," dedim. "Anneler evlatlarına kıyamaz bence."

Beni onaylamadığı her hâlinden belliydi. Acıyla gülümsemiş, "Benim annem, asla babamın sözünü çiğnemez," dedi. "Babam öl dese ölür. Babam Büşra öldü dedi ve ben öldüm."

"Sen bir şey yapmadın ki!" diye itiraz ettim. "Eğer namus onlar için cinsel ilişkiyle sınırlıysa bunu yapmadığını anlatabilirsin."

"Bana sağır olmak isteyen insanların kulağının dibinde haykırsam ne değişir?" Gözlerini gözlerime dokundurdu. "Ben fısıltımın ulaşacağı insanları artık yakınımda istiyorum. Küçük bir yerde doğdum ben, Mihrinaz. Babam ve anneme bazı şeyleri anlatamam, izah da edemem. Çocuğumun babası belirsiz mi? O zaman ben sürtüğün tekiyim. Annem, babam, kardeşim ve tüm komşular için bu böyle biliniyor. Onları değiştiremem. Ailemi değiştirsem akrabalarımı, komşularımı değiştiremem. Anlayamazsın. Sen ve ben, bambaşka dünyalarda doğup büyüdük. Ben ne zorluklarla okudum biliyor musun? Sabah 5'te yüzümü şalla kapatıp sokakları süpürdüm tanınmamak için. Sonra duş alıp okula giderdim, okuldan sonra garsonluk yapardım. Akşam eve koşa koşa giderdim. Çünkü eve geç gittiğimde beni azarlayan bir babam vardı. Her akşam kalbim boğazımda koşardım eve ben. Geceleri köpek gibi derslerimi çalışırdım. Çünkü babam okumam için tek kuruş harcamayacaktı ama çeyizim için servet ödemeye hazırdı. Ben böyle bir aileden çıktım. Şimdi kime ne anlatayım? Söyle. Anlatsam kim anlar beni?"

Büşra'yı pürdikkat dinlerken ne kadar zıt kutuplar olduğumuzu o an anlamıştım. Ben bunları hiçbir zaman yaşamamıştım. Şımarığın tekiydim ve yaptığım tek şey sabahları geç uyanmaktan ibaretti. Oysa o, iki işte çalışıp hem de okumuştu. Ben ise dedemin eğitimimiz konusunda yaptığı baskıya bile zor katlanırdım. Okul bittikten sonra bazen holdinge gidip patronluk taslardım ama çok nadir çalışırdım.

Oysa... Okumak için sokakları süpürmüş, garsonluk yapmıştı.

"Ama senin de acıların var," diyerek devam etti. "Mesela annenin nasıl koktuğunu bilmiyorsun." Ağzım açık ona baktığımda omuz silkti. "Acılarından kaçma Mihrinaz. Onlarla yüzleş. Sen baba kucağı görmedin, anne sevgisini hissetmedin. Senin de yaşından ve boyundan büyük yaraların var. Ben hissettim ama sonrasında mahrum bırakıldım. Hangisi daha kötü sence? Anneni bir daha koklayamamak mı? Yoksa nasıl koktuğunu bilememek mi?"

"İkisi de çok kötü."

Başını salladı. "Haklısın. İkisi de berbat bir durum."

"Kapanmaz mı yaralarımız?"

Çenesini yukarı doğru kaldırarak, "Asla," dedi keskin bir dille. "Hiçbir zaman iyileşmeyiz biz. Ailenin açtığı yaraları hiç kimse, hiçbir şey kapatamaz."

Sessizce, "Bazen onları merak ediyorum," dedim. "Kıvırcık saçlarımın anneme çektiğini düşünüyorum. Gözlerimi dedemden aldım ama bence babamın da gözleri elaydı. Amcam dedeme pek benzemez ama bence babam çok benziyordu."

Kendine yaptığı çaydan içerek, "Yerinde olsam ben de merak ederdim," dedi. "Beni geride dedemle bırakacak kadar ne yaşamış olabilirler ki?"

"Eğer beni geride bırakacak kadar onlar için değersizsem," diyerek soluk aldım. "Sadece mezarlarının yerini öğrenmek isterim." Dakikalarca öylece oturup sessizliğe kapıldım, dış kapının açılma ve kapanma sesi kulaklarımıza doldu. Baran, birkaç saniye sonra elinde tuttuğu baklava kutusuyla içeri girdi, kalkıp kendime bir çay doldurdum ve tabak çıkardım. Baran, baklava kutusunu masaya bıraktı, "Kim yedi bunları?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Zamir."

Hiçbir şey söylemeden kendi tabağıma bir adet alıp yemeğe başladım. Baran, "Siz durgun musunuz?" diye sordu. "Aşermeniz mi geçti yoksa?"

"Ben aşermedim Baran!" diyerek onu tersledim. "Sadece canım çekti."

"Niye kızıyorsun ki?" diye sordu. "Şaka yapmıştım."

"Başıma ağrı girdi sanırım."

Baran dolaba doğru yöneldi. "Şuraya ilaç alıp bırakmıştı Zamir." Birkaç dolabı daha kurcaladıktan sonra en son buzdolabının yanında aradığını buldu ve bana bir bardak su doldurarak ilaçla beraber masaya bıraktı. "İçmeyi unutma."

Gülümseyerek, "Teşekkür ederim," dedim. Göz kırpıp bilgisayarını almış ve salona geçmişti.

Baklavayı kırılan hevesimle yedim. İlacımı da içtikten sonra Suzi'yi besleyerek ayağa kalktım. Koridorda ardımdan gelen Suzi'yi görünce duraksadım. Kapıya patileriyle dokunan Suzi, ses çıkarmaya çalışıyordu. Durup ona bakarken kapı iki kere tıklanmıştı. Suzi bu sese tepki vererek tırnaklarını kapıya geçirdi. Zamir, Suzi'yle oynuyordu. Aralarında bir kapı olmasına rağmen birbirilerinden vazgeçemiyordu ikisi de. Suzi'nin yanına geldim, başını kaldırıp bana baktı. Kapının arkasına geçerek kolu çevirdim ve Suzi'nin geçebileceği şekilde açtım.

"Kızım," dedi Zamir. Üç gün sonra ilk defa sesini duymanın getirisi olan heyecan içime işledi. "Gel bakalım." Kapıyı kapatarak onları yalnız bırakıp Zamir'in odasına girdim ve raflarını karıştırmaya başladım. Gözlerim rafların arasındaki siyah bir deftere ilişti, uzanarak defteri aldım ve açtım.

"Cehennemin yakıcı ateşi, cennetin huzurlu meltemi...

İkisi de değilsin.

Hislerimin adı olmasa da artık bende senin adın var.

Ve ben bir gün sana adını söyleyeceğim."

Z.H

Akşama kadar Zamir'in yazdığı sayfayı binlerce kez okudum. El yazısını ezberlemiş, her harfin kalbimin üzerine kazınmasını sağlamıştım. Yemek yemeyi dahi unutmuş, ancak umursamamıştım. En son Baran, bana kendisinin hazırlamış olduğu meyve tabağını yedirmiş ve ısrarlarım sonucunda odayı terk etmişti. Büşra, tüm gün Suzi'nin nazını çekmişti. Çünkü hanımefendi Zamir'in kucağından inmiyor, eve sadece birkaç ihtiyacını karşılamak için geliyordu. Büşra yemeğini biberonda hazırlamış Zamir'e vermiş ve Suzi, böylelikle tüm gününü onunla geçirebilmişti. Sadece birkaç günde birbirilerine bu denli bağlanmaları çok tuhaf ama hoştu.

Eskiden saatlerin çetelesini tutan bir insandım ama şimdi günlerin dahi nasıl akıp geçtiğini anlayamıyordum. Zaman zihnimde kendi kavramını yitireli aylar olmuştu. Değişime maruz kalmıştım. Şımarıklıktan başka bir şey bilmezdim ama şimdi bambaşka şeyler yapacak bir insana dönüşmüştüm. Misal, bir insanın ölümüne sebep olacak birine... Yelda'yı bir türlü unutamıyordum. Hiçbir şey düşünmediğim anlarda zihnimin tam orta yerine gelip oturuyor ve beynimin birkaç dakikalık donmasına sebep oluyordu. Kaptan Ömer'in eski sevgilisi Yelda... Çetenin tek kadın üyesi... Zamir'in planı ve Turan'ın önderliği ile ölüme gönderdiğimiz Yelda'yla bir gün hesaplaşıp hesaplaşmayacağımızı merak ediyordum. Öte yandan dedem ve Turan'ın hapiste yatan Ömer'e ne yaptığını dahi bilmiyordum. Mahkemesi olmamıştı sanırım ve onu öldürmek için mahkeme kararını bekliyorlardı.

Böyle bir hayatım yoktu eskiden.

Ve ben kesinlikle bu denli vicdansız biri değildim.

Uzanarak defteri okudum, yataktan uyuşuk hâlde çıkarken yürümeye bile takatimin olmadığını hissediyordum. Buna rağmen yataktan kalkıp kendimi koridora attım, mutfaktan çıkan Baran'la karşılaştık.

"Güzellik," diye seslendi bana. "Gel yanıma cips gömelim."

Başımı sallayarak onunla beraber salona girdim, sehpanın üzerindeki cips kâsesini kucağıma aldım. "Ne izliyorsun?"

"Hiç."

Gözlerimi kısarak bilgisayarına dikkatlice baktım, "Bu Cédric!" diye bağırdım.

Baran, "Sessiz ol!" diye tısladı bana. "Dalga geçiyorlar sonra benimle."

Ona bakarak, "Bu çizgi film bizim zamanımızda pek yayınlanmıyordu. Ne zamandan beri izliyorsun?" diye sordum.

"Küçük kız kardeşim izlerdi. Ben ortaokula giderken yayınlanmaya başlamıştı."

Gülerek, "Ben de kuzenlerimle izlerdim," dedim. "Haydi, izleyelim."

Ciddi olup olmadığımı ölçmek istermiş gibi bana baktı, ciddiyetimi anlayıp kaldığı yerden yeniden başlattı. Bu bölümü hatırlıyordum kesinlikle. Cédric'in kıskançlıklarının konu alındığı bölüm, bana Leyla ve Aysar'la oturup çizgi film izlediğim günleri hatırlatmıştı. Turan her zaman gelip benimle alay eder, onlardan büyük olduğumu ve artık dizi, film izlemem gerektiğini belirtirdi. Harry Potter izleyerek bana hep hava atardı. Bir gün beni odasına kapatıp Harry Potter filminin ilk bölümünü açmış ve izlemem için baskı yapmıştı. Sonuç mu? Ben Hermione Granger, Turan ise Harry Potter kıyafetleri ve asa yaptırmış ve evde defalarca büyü yapmaya çalışmıştık. Güzel günlerdi ve asla tekrarı olmayacaktı... Hiçbir çocukluğun telafisi olmadığı gibi benimkinin de yoktu. Yaşanıp bitmiş, tarihe geçmişti çünkü. Her şey ve herkes gibi...

Baran, "Kendi çocuk hâlimi görmek ve onunla konuşmak isterdim," dedi sessizce. "Ona söyleyecek çok şeyim var."

"Keşke ilerleyip düştüğümüz yollardan gelseler peşimizden. Dönüp onlara neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğretsek. Düşeceği yerleri ezberletsek... Acısız bir hayat yaşasalar."

İtiraz ederek, "Ama o zaman hep çocuk kalırlar," dedi. "Acıdan geçmeyen büyüyemez derler."

"Kim büyümek ister? Kim acılara katlanmak ister? Tek derdimiz pijamalarımızla ve üşüyen ayaklarımızla televizyon önünde kanalın açılmasını beklemek, çizgi film izlemekti. Yemek masasında bile gözümüz ekranda olurdu. Çok nahif değil mi sence de? Oysa şimdi bak ne hâldeyiz."

"Yataktan fırlayıp salona koşar adım giderdim." Özlem dolu bir soluk aldı. "Bazı kanallar ücretliydi ve biz ortalama bütçeli bir aileydik. Tüm harçlığımı o kanallar için toplayıp babama vermiştim."

Dayanamayıp Baran'ın yanağını sıktım. "Tatlı çocuk."

Sırıttı. "Huyum kurusun çok tatlıyım."

"Şımarma hemen sen de."

Kapının tırmalanma sesi kulağımıza doldu, "Zamir aşkı depreşti yine," diyerek ayağa kalktı Baran.

"Zamir bir şey yedi mi?" diye sordum merakla. Tüm gün kapının önündeydi ve sabah sadece baklava yemişti.

Baran omuz silkti. "Evden hiçbir şey istemedi."

Baran kapıyı Suzi'ye açmak için koridora giderken kalbim göğüs kafesimin içinde titredi. Zamir'le konuşma isteği her saniye başı artarken içimi kemiren birden fazla duygu vardı. Zamir'in gördüğüm manzarayı inkâr etmesine ihtiyacım vardı. Sonuna kadar inkâr etmesine, kabul etmemesine deli gibi ihtiyaç duyuyordum. Fakat onunla konuşacağım taktirde bunu yapacağının garantisi yoktu. Susabilirdi ve en kötüsü yapmadığı hâlde kabullenebilirdi. Bu üç günde çok düşünmüştüm. Geldiğim tek kanı Zamir'in asla başka bir kadınla birlikte olamayacağıydı. Olamazdı. Nokta.

Baran, Suzi'yi Zamir'e verdikten sonra geri döndü ve kanepenin üzerine nevresim takımı sererek uyumak için hazırlanmaya başladı. Ayağa kalkarak kapının önüne doğru gittim, Zamir ve Suzi'nin sesi çıkmıyordu. Elimi uzatarak kapının soğuk demir koluna dokundum. İnce, damarlarımın belli olduğu parmaklarım kolu kavradı, kalbim boğazımda atmaya başlamıştı.

Kapıyı açtım. Zamir, başını ağır ağır kaldırdı. Asırlar gibi süren ve benim kalp krizi geçirmeme neden olacak saniyelerden sonra gözlerimiz birleşti.

"Adımı söyle bana." Deftere yazdığı cümleyi okuduğumu anlaması uzun sürmemişti. Birkaç saniye duraksadıktan sonra yutkundu.

"Ay Tenli Kadın."

Bu, arabada mırıldandığı şarkının adıydı.

Ve benim adımdı...

Continue Reading

You'll Also Like

39.2K 923 30
Babasının yer altı dünyasının en büyük mafyasına borcu olduğu Güneş, mafyalar tarafından kaçırılıyor.(+18)
2.2K 689 4
Yanıma yaklaştığında arkasına sakladığı papatyaları çıkarıp bana uzattı. Papatya uzatan eline iki taraftan ellerimi sarıp, gözlerine baktım tarifsiz...
7.9K 508 33
Sosyal anksiyetesi olan kıza kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bir mesaj, kızın hayatını ne kadar değiştirebilirdi? 0532*******: Korkuyor musun? Ad...
78.2K 3K 69
Beyaz Savaş; yalanlarla gerçeğin, sevgiyle nefretin, ölümle yaşamın, kılıçlarla kalkanların, sessizlikle seslerin, sırlarla açıkların, karanlıkla ışı...