ALANZO BALAAM

By meryemc

507K 46.9K 19.5K

'Wattys 2019 Fantastik kategorisi kazananı' (Baş Şeytan Serisi'nin ilk hikayesidir.) Şeytanlar, doğumlarından... More

Vediâ: bir
Vediâ: iki
Vediâ: üç
Vediâ: dört
Vediâ: beş
Vediâ: altı
Vediâ: yedi
Vediâ: sekiz
Vediâ: dokuz
Vediâ: on
Vediâ: on bir
Vediâ: on iki
Vediâ: on üç
Vediâ: on dört
Vediâ: on beş
Vediâ: on altı
Vediâ: on yedi
Vediâ: on sekiz
Vediâ: on dokuz
Vediâ: yirmi
Sermest: yirmi bir
Sermest: yirmi iki
Sermest: yirmi üç
Sermest: yirmi dört
Sermest: yirmi beş
Sermest: yirmi yedi
Sermest: yirmi sekiz
Sermest: yirmi dokuz
Sermest: otuz
Sermest: otuz bir
Sermest: otuz iki
Sermest: otuz üç
Sermest: otuz dört
Sermest: otuz beş
Sermest: otuz altı
Sermest: son
Karakterler⋆
İnkarnadin: giriş
İnkarnadin: bir
İnkarnadin: iki
İnkarnadin: üç
İnkarnadin: dört
İnkarnadin: beş
İnkarnadin: altı
İnkarnadin: yedi
İnkarnadin, sekiz
İnkarnadin, dokuz
İnkarnadin, on
İnkarnadin, son

Sermest: yirmi altı

10.5K 1.2K 731
By meryemc

MiyaGi, Самая

1 Nisan, 2020

꧁꧂

Kalbimde bir yağmur vardı. İçim ağlıyor muydu yoksa orada havalar biraz kasvetli miydi bilmem, yüzüme bir somurtu olarak yansıyordu. Shiva'ya mutsuzluğumun zevkini yaşatmamak için, yanına gitmeden önce, bir süreliğine parmaklarımı dudak kenarlarıma yerleştirerek yukarı çekmiştim.

Tedirgindim, hırslıydım ama diken üstündeydim. Saatlerce Balaam'ı görmedim, çekindim ve artık biliyorken ona nasıl bakacağıma karar veremedim. Gerçi her halükarda gözlerimin derinlerini kontrol edemiyordum. Orada bir şeyler yeniliyordu.

Birkaç kat aşağıda, tamamen Shiva'ya özel olan altından bir kat buldum. Hiç şaşırmadım. Ta ki Shiva'yı görene kadar. Yalnızca birkaç dakika önce kuaförden çıkmış gibi görünen benimkine benzer sarıya boyanmış, parlak saçları gözlerimi kamaştırmıştı. Saçındaki sarı geçişleri bile aynı sayılırdı.

Taşların üzerine yatırılmış sekiz farklı bedenin etrafında dolaşıyordu. Bedenler ölü gibiydi, etraflarında dolaşan kara büyüyle yaşıyorlardı sanki. Bazılarının organları eksikti, saçları ya da tenlerinde değişik yaralar vardı. Birisinin bedeni ıpıslaktı. İçlerinde öyle bir beden vardı ki en korkunçlarından biriydi; henüz küçüktü ama kollarıyla bacakları kırık, yamuktu. Yine de oldukça iriydi, teni el değmemiş gibi pürüzsüzdü. Yüzü yoktu, soyulmuştu. Sadece kömür karası saçları oradaydı, karanlığın bir diğer adı gibi ışığı çekip yok ediyorlardı.

Gözlerimi oradan çekerek Shiva'ya baktım. O da bana bakıyor, yüzündeki iğrenmişliği saklamıyordu. Her zamanki güzel sahte gülümsemesini takındı, ellerini saçlarında dolaştırdı. "Güzel duruyor, değil mi?"

"Benimki gibi."

"Ay, hayır." diyerek cırladı. Gerçeği aslaya kabul etmeyen katı bir tonda konuştu: "Senden önce başka birinde görmüştüm, çok beğenmiştim. O artık yok ve ben buradayım. Muhtemelen sen de yakında yok olursun."

E, o da bendim?

Cevabımı yutkunarak geri gönderdim. "Saçlarınız çok güzel olmuş aslında. Baş şeytan çok beğenecek."

"Biliyorum." dedi, emin bir tonda.

"Onlara nasıl bakmanız gerektiğini biliyor musunuz?" Son derece sorgulayıcı bir tavır takındım, bu da onu pür dikkat dinlemeye zorladı. "Ben her banyoda tutkal dökerim. Yetenek ister tabii."

Histerik bir kahkaha attı. "Yetenek mi? Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun?"

Bunun bir çok cevabı vardı. Soylu orospu gibi. Tabii bunu da yuttum şimdilik, zamanı gelirdi belki.

"Şimdi, gördüğün gibi etraf kan dolu." Eliyle, zarif bir tavırla, çevresini gösterdi. "Onları temizle."

Orada birkaç şeytan daha vardı, bu görevin içlerinden birine ait olduğuna emindim.

"Benden birini avlamamı ya da kaçırmamı isteyin. Pislettiğiniz şeyi temizlememi değil. Çünkü..." Kesinliği belirtircesine gözlerine baktım. Gülümsedim. "Yapmam."

"Alanzo, her istediğimi yapacağını söylemişti." Kaşlarından teki havalandı. "Ve bunu yapmanı istiyorum."

Sadece durdum.

"O zaman bir soralım, ne dersin?" diyerek başını hafifçe sağa eğdi, zorlayıcı şirin görüntüsünün altında sinsilik yatıyordu. Gözlerini başka bir yöne çevirerek seslendi. "Alanzo?"

Birkaç saniye sonra baş şeytanı tam karşımda, Shiva'nın yanında buldum. Gözlerim ondan kaçmaya çalıştı ama onlarla savaştım, sadece titreyerek korkak korkak emrime uydular. Havanın bir an boğuklaştığını, tek gerçeğimin o olduğunu hissettim. Nefesim kesildi. Bana bakarken asıl beni görüyor olması kendimi çırılçıplak hissettirdi.

Ateş kırmızısına içten içe yalvardım, beni yakmadan çekilsin diye. Öyle de oldu, Shiva'ya döndü.

Shiva bıkkın bir tavırla "Burayı temizlemesini istedim ama reddediyor." dedi.

Balaam'ın gözleri kanları takip etti, ardından da bir hançer keskinliğinde bana döndü. "Oldukça gerekli görünüyor."

Bunu bekliyordum.

Ama o benim sakin tepkimi beklemiyordu.

Kanı, hava yardımıyla olduğu yerden sıyırarak kaldırdım. Kuruyan kanı ısıyı arttırarak tekrar sıvı hale getirdim. Parça parça havada asılı kalan kan birleşti, odanın kenarında duran şeytanın üzerine attım. Şeytan kafasını eğip tişörtündeki kana karşın afallarken Shiva'ya ve Balaam'a baktım. "Daha iyi mi?"

"Evet." diyerek ellerini çırptı. Gözümün önüne beden koruyucusu Lola geldi, henüz Shiva bedeni ele geçirmemişken kesinlikle yaşananlar daha çekilebilirdi.

Balaam pür dikkat bana bakıyorken Shiva koluna dokundu. "Buraya gelmişken bedenlerin ne durumda olduğunu görmek ister misin?"

Balaam başını iki yana salladı. "Gerek yok, herkes zamanında hazır olacak."

"Ama o..." Shiva gözle görülür biçimde gerildi ve başını hemen yanında yatan, kırık bedene çevirdi. "Biliyorsun, bedenini bu şekilde canlı tutmak biraz zor."

"Zorluğuna karar vermek bana kalsın, Beatriz." dedi, parmaklarında büyüsü gezindi. Bedenlerin etrafındaki kara büyü de ona aitti.

"Peki onu canlandırmak istediğine emin misin? Öldüğünden beri uykudaydı. Bilirsin, o..." Shiva doğru kelimeyi aramak için bekledi. "Farklı olanlardan biriydi."

Baya bir uğraşıp bulduğu kelime için onu tebrik etmek istedim. Literatürde diplerde gezinen en zor kelimeyi çıkarmıştı.

"Namaah istiyor. Bir bildiği vardır." dedi Balaam, Shiva'nın tedirginliğini ustalıkla es geçerek. "Savaş yakın Beatriz ama o uzun bir süre daha burada olmayacak. Dikkatini ve tüm ilgini yakın zamanda aramıza döneceklere vermeni tavsiye ederim."

Savaş yakın.

Benim körüklediğim savaş.

Yoğun düşüncelere dalmadan kendime gelebildim. Yapmam gereken son şey, Balaam'a zihnimdekileri duyurmaktı. İçimde beni bile duyamadığım şeylere şahit olursa eğer hiçbir savunmam kalmazdı.

Ne savunması be? Adama düşüyorsun daha ne, tutana aşk olsun.

Anında gözlerim Balaam'a çevrildi, kesin bunu duymuştu. Öyle bir yoğun öfkeyle söylemiştim ki, kirli sakalını baş parmağıyla kaşır gibi yapıp dudaklarımı gizlemesinden belliydi bu.

Shiva, Balaam'a biraz daha yaklaştı. Adamın içine girecekti yakında, umarım ateşlerinde kavrulurdu da bu küçümseyici ifadeyi bir daha görmezdim.

"Vay canına." dedim, nutkum tutulmuş gibi. "Birlikte çok hoş görünüyorsunuz. Buralarda hiç ressam var mı, sizi birlikte çizmeliler."

Iyk, kendimden nefret ettim resmen. Ama dayanmam lazımdı, daha önce birçok kez yalan söylemiştim ve rol yapmıştım. Hayatım rolden ibaretti.

Shiva afalladı. Balaam'ın kaşları havalandı.

Shiva'nın dudaklarında sorgulayıcı bir gülümseme belirdi. "Güzel fikir."

"Bulabilirim sizin için." diye ekledim. "Yeteneğim olsaydı ben yapardım. Ah, ne asaletli bir çift!"

Shiva, Balaam'ın bana kitlenmiş gözlerine baktı. Yüzü düştü, yine de dik durdu. "Güzel olurdu..."

Balaam sadece "Resimlerden hoşlanmam." dedi, soğuk bir tavırla. Eh, sen onu benim külahıma anlat Balaam efendi! Çekmecesindeki fotoğrafı unutmamıştım.

Nasıl unutabilirdim ki? Oraya bakışını, özlemini, pişmanlığını ve öfkesini. Tüm yaptıklarımı bir kalemde sildirebilirdi bana. Eğer ki farkında olsaydı...

Shiva, Balaam'ın cevabından memnun olmamıştı, tekrar bana sardı. Eliyle bedenleri işaret etti. "Vücutların temizlenmesi gerekiyor."

Balaam neredeyse atlarcasına daldı ortaya. Arkasında duran şeytanlardan birini çağırdı, şeytan da gergin bir şekilde yanına geldi. "Sen erkekleri temizle, Redor. Geri kalanları da Amari."

"Hepsini halledebilirim." dediğimde baş şeytandan yayılan ürkütücü bir sessizlik oldu. "Sözümü geri aldım."

Ardından Balaam gitti, Shiva da bedenleri kontrol etmeye başladı. Biz de Redor, üzerine ısıttığım kanı attığım şeytan, denen şeytanla görevlerimizi yerine getirmeye başladık. O an Meredith'in burada olmasını istemiştim, birlikte Shiva'ya laf sokabilirdik.

Ne yazıkki saatlerce yalnız kaldım, Shiva'nın birbirinden garip isteklerini yerine getirdim. Yakında adım atacağı yerleri bile bana sildirtecekti.

Redor, yüzümdeki öfkeyi hissetmiş olacak ki gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Elimdeki kanlı bezi ona fırlattım, parmağımı tehdit edercesine salladım ve ifadesiz kalmasını sağladım.

Bir süre sonra Shiva gitti. Benim de bedenleri temizleme işim bitti, Redor'un temizlediği o korkunç bedenin yanına gittim. Taş geniş olduğu için bol bol boş yer vardı, ben de oraya oturdum.

Redor, bükülmüş kolu temizlerken inanılmaz gergindi. "Sorun ne, şeytan?"

Bana ters bir bakış attı. "Yerine gelecek kişiyi tanımıyor musun?"

"Yüzü bile yok, nasıl tanıyayım?" dedim, gözlerimi kısarak.

"Baş melek Gaviel ve Haruda'yı öldüren soylu şeytan."

Bunu, uzun bir süre önce Balaam'ın bana verdiği kitapta okumuştum. Baş melek Haruda'nın ölümünde Namaah'ın da parmağı vardı. "Soylu melek öldürünce ne oluyor, Redor?"

Sorum belki tehlikeliydi.

Dudaklarını kararsızca büktü. "Bilmiyorum. Öldüren şeytanın bir daha o meleğe dokunamadığı söyleniyor. Gerçi bu daha önce hiç denenmedi çünkü hiçbir melek diriltilmemişti."

Gözlerimi kırpıştırarak dediğinin değerini ölçtüm. Balaam'ın işaretlendiğini biliyordum ama bu anlama geliyorsa... O zaman Balaam, soylu melek Bahram'a zarar veremezdi. Bu çok ama çok kötüydü.

Hepsine özür borçluydum, belki de daha fazlasını. Bir nevi kendi türüme -onlar benim olduğum şeyden tiksinerek bahsetse de- ihanet etmiştim. Şeytanlardaki bu durgun ve gerginlik, meleklerin dirilişi bulması yüzündendi. Her biri saatli bomba gibiydi ve düzeneği ben kurmuştum. Yine süperim.

Birden kapı açıldı ve Shiva, Irina'yla Ursula'yı yanında getirmiş bir halde içeri girdi. İkizlerin elinde ikişer tane kafa vardı. Bunlar, benim Mara'yken avladığım türlere aitti. Shiva'yla Balaam'a kendimce bir savaş açıp yalnızca saatler içerisinde iki düzine yaratık öldürdüğüm o günler... Şimdi neler neler yapmazdım.

İkizler farklı farklı bedenlerin yanına gitti. İlk önce sivri tırnaklarla kafalardan bir parça kopardılar, ellerinde parçalayıp ezerek yumuşak hale getirdiler. Ardından da... Bedenleri o parçalarla beslemeye başladılar.

Yüzüm iğrenmişlikle kasıldığı da çenemi omzuma silermiş gibi yaparak başımı çevirdim.

"Amari, onlara yardım et." dedi, Shiva.

Sakin kalmayı kendime tembihleyerek oldukça yavaş adımlarla Ursula'nın yanına gittim. Kopardığı parçayı bana uzattı, aldığımda kendime yeni bir tane çıkardı. Eliyle ne yapmam gerektiğini gösterdi.

Elimdeki parça bir dudağın yarısı ve yanağın küçük bir kısmıydı. Derin bir nefes alarak tavuk didiklermiş gibi onunla uğraştım. Shiva'nın beni keyifle izleyişi, yaptığım iştem memnunmuş gibi göründüğümde kesildi.

Ama koruyucu şeytanın ağzından içeri sokarken elimin hareketini izleyememiştim. İyiki Balaam onlardan biri değildi veya Ursula ile Irina gibi beslenmiyordu. Yoksa onu öptüğümde üstüne kusar-yok yok, ben yine seve seve yapardım kesin.

Alanzo Balaam, imdadıma yetişti. Beni yanına çağırdı. Masasının dibinde biterken ellerim havada asılıydı, başka bir şeytan koruyucusunun ağzına tıkacağım yüz parçası elimden kayıp Balaam'ın masasına düştü.

Ezilmiş parçayı elimin tersiyle, masayı siler gibi, yere attım. Başımı kaldırarak Balaam'a baktım. Gözleri yerdeki şeye baktı, ardından bana çevrildi. Ben de yanlış yaptığımı düşünerek eğildim, elimin içine geri topladım.

Ellerimi arkama aldım, beni neden çağırdığını söylemesini bekledim. Acaba geçirdiğim saatlere acımış ve beni kurtarmış mıydı? Umarım öyledir.

"Meredith aradığı şeyi bulmuş, seninle Göküstü'nde buluşmak istiyor." Bir anlığına yüzünden anlayışlı bir ifade geçtiğini gördüm. "Birlikte gitmeniz, bir orduyu göndermekten daha mantıklı geldi."

Aradığı şey. Mara ve Milcom muydu?

Heyecandan ellerim titrerken parçayı bir daha düşürdüm ama ne o, ne de ben buna takıldık. O tepkimi izledi, ben de onaylamakla yetindim.

Saniyeler sonra kendimi Göküstü'nün girişinde buldum. Bir süre orada bekledikten sonra artık iş işten geçti dercesine iç çektim ve içeri girdim. Göküstü toparlanmıştı, hala etrafta kırıklar olsa da kulübe güzel bir hava katmıştı.

Fazla kalabalık değildi, anladığım kadarıyla hala tadilattaydı. Sirenler göletlerini onaranlara söyleniyorlardı, tek göz bir kadın bardaki içkileri düzenliyordu, koltuklar değiştiriliyordu.

Yanına gidecekken Troy'u gördüm, o da aynı anda beni fark etmişti. Birbirimizin burda ne aradığını sorgulayan bakışlarımız ve beni gördüğüne sevinen yüzüyle olduğu yerde durdu. Meredith'in yanına oturduğumda Troy'a gelmesini işaret ettim.

"Hazır mısın?" diye sordu, Meredith.

"Dur seni kankamla tanıştırayım." Meredith şaşkınlıkla bana baktı, ardından da hemen dibinde duran Troy'u gördü.

Onu kısaca inceledikten sonra "Alnındaki hain yazısı neden arkadaşın olduğunu kanıtlıyor. Söylemesen bile anladım." diye homurdandı. Kalan içkisini tek dikişte bitirdi.

Troy bana sorgularcasına bakıyordu. Ben de ona açıkladım: "Biliyor, endişelenme. Hatta Balaam da biliyor ama birbirimizi bilmiyormuş gibi davranıyoruz."

"Şaşırmadım." Gözlerinden üzgün bir ifade geçti. "Bir sene çalıştığın sınavdan yine geçemedin, he?"

"Geçeceğine dair umudun mu vardı, Peri?"

"Muhattabım değilsin, Şeytan."

"Adı Meredith, o da Troy." dedim, mutlulukla. İyi anlaşacaklardı.

"Meredith?" Troy yutkundu. "O mu?"

Aklıma Ambrogio ile yaşadığımız küçük sorun geldi. Ambrogio, burada Meredith'e ona aşık olmuştu. Sonra da ruhunun bir kısmını Balaam'a verip onu kurtarmıştım. Şu an iyi durumdaydı.

Gerilerek Troy'a sordum. "Ambrogio buralarda yok, değil mi?"

Meredith'in bana bakarak duraksadığını, hatta donakaldığını gördüm.

"Gidelim." dedi, sadece. "Şimdi."

Troy'la onun arkasından baktık. Son anda koşmayı akıl ederek peşinden gittim. "O da neydi, Meredith?"

"Hiç." Sırtını gererek savaşa hazırlanırmış gibi bir tavır takındı. "Aileni görmeye hazır mısın?"

Başımla onaylayarak peşinden gittim. Uzun bir yoldu. Venues ormanından geçtik, bu da her ne kadar hızlı olsak da en az yirmi dakikamızı aldı. Ardından, normal bir ormana ulaştık. Hava buz gibiydi, ağaçların seyreldiği yerdeki göl donmuştu. Gölün dibindeki evi de karlar kaplamıştı. Hala atıştıran kar saçlarımızda ve kıyafetlerimizde duraksıyor, eriyordu.

Hiç duraksamadık, fark edilmeyelim diye. Milcom ve Mara'nın yeniden kaçaması istenilen son şeydi. İçeriye hiç vakit kaybetmeden daldığımızda efsane ikiliyi salonda bulduk.

İkisinin de büyüyle alakası yoktu ama yer masasının üzerinde iki kazan fokurduyordu. Onlarca kitap açılmış, masanın üzerine dağılmıştı. Etrafta ağır bir koku vardı. Brevius Milcom, ayaktaydı ve etrafı turluyordu. Bizi görünce durdu tabii. Severina Mara ise bağdaş kurmuş, bacaklarının arasına aldığı kitabı inceliyordu. O, daha sakin bir şekilde başını kaldırdı.

Severina'nın saçları sarılığını kaybetmiş, solmuştu ve beyaza yaklaşmıştı. Yüzü birkaç yaş almıştı. Gözleri grileşmişti. Ben o bedendeyken çok daha farklı görünüyordum ama beden onun için yaratılmışçasına şekil almıştı.

"Hoş geldin, Meredith." dedi, Mara. Kaşlarını çatarak bana bakmıştı ama üzerinde fazla durmadan ayağa kalktı, Milcom'a yaklaştı. "Biz de ne zaman bulacaksın diye merak ediyorduk."

"Kesinlikle." dedi Milcom, kollarını sıvayarak. "Artık senden kurtulmanın vakti geldi."

"Bekle." Mara, Milcom'un omzuna dokundu. Gözlerinde deli bir parıltı belirdi. "Biraz eğlenmek hakkımız."

İç çekerek koltuğa oturdum, bacak bacak üzerine attım. Meredith'in uyaran bakışı ve annemle babamın gözlerini kısmasıyla "Burada ne yapıyorsunuz?" diye sordum. "Kızınızı ölüme terk ettiniz ve sonuç olarak tatildesiniz, öyle mi?"

"Şu şeye de bak." dedi annem, babama. Sesinde alay vardı. "Konuşuyor."

Arkama yaslanarak aynı tonu sesime ekledim ve gülümsedim. "Dur daha yeni başlıyorum, sevgili anneciğim."

İkisi de dondu, birden görünürden kayboldular.

Meredith "Amari!" diye neredeyse çığlık atarcasına bağırdı. "Onları anca bulmuştum. Yine gittiler!"

Meredith'in onları neden tekrar tekrar kaybettiğini anlayabiliyordum. Milcom bir kaçış uzmanıydı, yıllarca kayıplara karışmıştı. Meredith ise en iyi iz sürücüydü ama onları bulamıyordu. Çünkü Milcom kaçmıyordu. Havayla oynuyordu, bunu kulağıma hava fısıldamıştı. Havayla ilgili güçlerim o kadar ilerlemişti ki bana her şeyi ispiyonlar olmuştu. Milcom onu büküyor, kendini tamamen gizliyordu. Görünmez oluyordu, yanındakini de bu şekilde gizleyebiliyordu.

Güldüm, başımı geriye atarak. Severina ve Brevius'un hatlarının kıvrımları gözlerimin önündeydi. Hava bana yardım ediyordu, ona çekilmesini emrettiğimdeyse tekrar boyun eğdi. Milcom havayla başa çıkamayınca görünür hale geldi.

Üçü birden bana bakıyordu. "Şimdi, konuşalım mı?"

Meredith buna şahit olduktan sonra beni kendi halime bıraktı, tekli koltuklardan birine geçti.

"Nasıl geri döndün?" dedi Mara, duygusuz bir şekilde.

"Bir sevinsen fena olmazdı." Gülümseyişimin onları sinir ettiğini görebiliyordum, bu yüzden kesmedim. Çünkü kesersem hayal kırıklığım dolardı dudaklarıma, belki yaşlar tetiklenirdi. Onlara olan nefretim böyle vururdu dışarı. "Mutlu musunuz?"

İkisi de cevap vermedi.

"Neden beni doğurdun, açıklama istiyorum." dedim, sakinliğimin sınırını korumaya çalışarak. "İtip kakmak için mi?"

"Öleceğimi biliyordum. Sen de tek geri dönüş biletimdin." Konuşan Severina'ydı, hiç sakınmadan gözlerimin derinlerine bakıyordu. Canımı yakmaktan, bundan zevk almaktan geri durmuyordu. "Baş şeytan olmayı bıraktığımda türler arasında başıma ödül konuldu. Eninde sonunda hata yapacak, ölecektim. Biz de bir yol bulduk. Hamile kaldım, kendimi sana bağladım ve sen doğduktan hemen sonra Milcom'dan beni öldürmesini istedim. Şeytan çocuğunun laneti onu sevenler tarafından öldürülmektir, sen de bunu gerçekleştirmek için doğdun. Böylece benim için mükemmel bir taşıyıcı oldun."

"Senelerdir Brevius ile birbirimize sen geri gelesin diye katlandık yani. Gerçi Brevius işi hızlandırmak için beni baş şeytana sattı da neyse, o açıdan şikayet etmiyorum. Başta mırın kırın etsem de harika bir karar verdiğini düşünüyorum. Anlaşmayı imzalayan eline koluna sağlık." diye mırıldandım.

Tepkime şaşırmışlardı. Sanırım ağlamam, hesap sormam bekleniyordu. Yapmak istediğim oydu fakat bir gram bile umurlarında olmayacaktı; neden kendimi harcayayım ki?

"Ne demek istiyorsun?" dedi Brevius. "Bu kadar kısa sürede beynini mi yıkadılar?"

İç çektim. "Doğru noktaya bastın, evet. Balaam beynimi yıkadı." Onlar yokmuş gibi Meredith'e döndüm. "Baş şeytan onlara ne yapmamızı istedi?"

"Ne istersek." Bana uyum sağlayarak sanki karşımızda kimse durmuyormuş da kendi kendimize hayal kuruyormuşuzcasına düşündü. "Zindana atabiliriz, şeytanlar halleder. Ya da en eğlencelisi, onlara acıyı biz yaşatabiliriz. Böylece benden birkaç işkence yöntemi kapmış olursun. Çok yaratıcıyımdır ve şeytan vücudunu iyi tanırım."

"Ya da yerlerini ifşa ederiz. Eminim Severina'nın çok arayanı vardır. Belki de kandırılan Bona Dae'ler, Milcom'a sinirlidir." Sırıttım. "Aslında kaybolmadıklarını, yalnızca görünmez olduklarını anlatırız."

"Böylece diken üstünde yaşarlar." diye ekledi. "Güzel fikir, arada bir uğrama şartıyla kabul ederim."

Aynı anda ayağa kalktık, annem ve babam da öylece durmuş buraya bakıyorlardı.

"İntikam istemiyor musun?" dedi, Mara. Sesi etkiliydi, Shiva ile yarışacak derecede. Sonuçta baştan çıkarmasıyla ünlü bir soylu şeytandı ama etraftaki büyü çabalarına bakılırsa gücü yeterli değildi. "Haksızlığa uğradın, kızım. Karşılık vermen gerekmez mi?"

Kaşlarım havalandı. "Sizi öldürmemi mi istiyorsun?"

"Hayır, sadece merak ediyorum."

"Ben de uzun süre boyunca merak ettim. Ama sizden aldığım cevap tam bir hayal kırıklığıydı. Biliyor musunuz, istenmeyen çocuk olmak baya bayatladı." Yüzlerindeki alabora tüm okyanusumu mutlu etmişti. Göz kırptım. "Yine de sayenizde durdurulması zor bir güce kavuştum, şimdi de onunla eğleneceğim. Size de bol şans, bende ondan çok var bu arada."

Meredith ile birlikte arkamızda bir enkaz bırakarak çıktık. Evi darmadağın edip ateşe vermeyi es geçemezdik, hoş bir fırsattı.

Meredith, dondurucu soğukta ilerlerken konuştu, "Peşini bırakmayabilirler, Amari. Onları öldürmedik."

"İçimden gelmedi." Derin bir nefes alarak soğuk havanın ciğerlerime etki etmesini bekledim, ardından da bir buhar olarak geri verdim. "Yakında başka biri bunu bizim yerimize yapar. Başlarına ödül koymalıyız bence."

"Belki." Beni inceledi. "Rahatladın mı?"

"Ben hep rahatım."

"Üzgün değilsin yani?"

Cevap vermedim.

Meredith ile baş şeytanın yanına döndüğümüzde Balaam, ellerimizin boş olmasına anlam veremedi. Meredith, Milcom'un gücündeki eksikliği fark edişimi anlatarak onları rahatsız bir kadere mahkum ettiğimizi, soylu şeytanlara cehennemini böyle yaşatmayı seçtiğimizi söyledi. Eğer isterse tekrar bulup başlarını ona getireceğimizi de ekledi.

Ben de bu sırada kapıya yanaştım, Shiva'nın yanındaki muazzam görevime geri dönecektim.

"Nereye gidiyorsun, Amari?"

Umursamaz bir tavırla "Shiva'ya yardım etmeye." dedim.

"Şimdilik yeterli." Meredith yanından bana imalı bakışlar atıyordu, bu durum hoşuna gitmese de kabullenmiş gibiydi. "Burada kal."

Ondan uzak durmak için çabalamaya başlamışken tüm engellerimi yıkan bir kelimesi vardı. Kal. Ses tonunun, bunu söylerkenki yumuşamasında kayboluyordum.

Acaba gitmemi isterken sesi nasıl çıkardı? Bilmek istemiyordum, demesindi. Hiç.

Kara büyüsü sayesinde büyük masanın etrafındaki sandalyelerden birini kendi masasına çekti. "Gel."

Eğer gözleri bana dönük olsaydı eriyişimi görebilirdi. O görmese de Meredith görmüştü ve gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı, ben de ona el hareketi çektim.

Oturduğumda Meredith gitmişti. Kalbim de onunla gitmek istermiş gibi atıyordu. Bu sıralar giren ağır sancılar yoktu, o yüzden kalbimi görmezden gelebiliyordum.

Ellerimi gererek masadaki dağınıklığa baktım. "Ne yapmam gerekiyor?"

"Sadece otur."

Gözlerim yavaşça ona çevrildi. Ciddiydi, bir şeyler yazıyordu. Saçları biraz dağılmıştı, alnına düşen iki parça vardı. Kırmızı gözleri sakin sularda yüzüyordu, gerçi yüz hatlarının onca sert karmaşanın arasında nasıl böyle kalabiliyorlardı anlamıyordum.

Bakışlarım parmaklarına, oradan da el yazısına kaydı. Birinin yazısına hayran kalmak mümkünse eğer, şu anda sıkı takipçisiydim. Bağdaş kurmuş, masaya doğru eğilerek parmaklarının hareketine bakıyordum.

"Bunu çizmeyi biliyor musun?" diyerek açık bir kitaptaki sayfadan pentagramı gösterdi. Ama bu biraz farklıydı, ortasında yıldız değil de dairenin köşesine değen alevler vardı.

Başımı iki yana salladım. "Ama denerim."

Siyah tüylü kalemi bana verdi, mürekkebi de boş bir sayfayla birlikte önüme koydu. Nereden başlamam gerektiğini bilemediğim için bu süreçte hiçbir zaman düzgün daire çizemediğimi hatırladım.

Sandalyem hareketlendi, yanına ilerledi. Kağıt da benimle birlikte geldi. Balaam hiçbir şey söylemeden kalemi tutan elimi eliyle sardığında ağzımdan garip bir ses çıkarmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Elim yalnızca onunkinin altında hareket etti; o çizdi, ben izledim. Bıraktığı anda Alanzo'nun ismini yazıp etrafına küçük kalpler çizebilirdim. Ama böyle devam ederse de avuç içinde kalmaya alışacaktım. Tenim, tenini hissetmeye bağımlı olacaktı.

Oluşan mükemmel kopyaya baktım, bittiğinde elini çekmedi ve ben de kıpırdamadan durdum. "Şimdi sen dene."

Yeni bir kağıt verdiğinde onu hayal kırıklığına uğratmamak için dikkatle adımları takip ettim.

Tam sona yaklaşmıştım ki çizgim titredi.

"Ya ama..." diye itiraz etmeye başladım fakat Balaam'a baktığımda durdum. Zaman da durdu. Sağ dirseğini masaya koymuş, avuç içine yanağını yaslamış bana bakıyordu. "Şey... Iı..."

"Sorun değil."

Ne yapacağımı bilemediğimde saçmalardım. Bu da o anlardan biriydi; önümdeki kağıdı alarak yüzümü kapadım ve görüşünü engelledim. Bana öyle baktığında onun dışındaki her şey kayboluyordu çünkü.

Kağıdı elimden aldı, masaya koydu. Bu sırada da arkasına yaslandığı için rahatlamıştım. Elektrikli havayı nötrlemek için sordum: "Savaşı kazanacağız değil mi?"

"Bizim safımızda mı katılacaksın?"

Sorusu beni bugün üzen en büyük şey oldu.

"Amari?" dedi, üzerimdeki ağırlıktan kurtulmaya çalışırken. "Benimle birlikte mi savaşacaksın?"

Yanıtım en önemlisiymiş gibi baktı bana. Savaştan, şeytanlardan, meleklerden, kendinden, olduğumuz her şeyden...

Gözlerim içten içe titrerken mavi, kırmızıyla buluştu. "Evet."

İfadesi yumuşadı; eli yüzüme uzandı, saçımı yanaklarımdan ittirirken tenimde gezindi. Parmakları sanki değerli bir şeye değiyormuş gibi kırılmasından çekinerek nazikçe dokunuyordu.

"Melek öldürme laneti doğru mu?" dedim, neredeyse fısıldarcasına.

Durdu, elini çekti. Bakışları benden uzaklaştı. "Olabilir."

Durgunlaştığını anladığımda sırıtırcasına gülümsedim, onu neşelendirmeye çalıştım. "Neyseki orada olacağım."

"Ölmesen benim için yeterli." dediğinde bir sessizlik oluştu. Bunu sesli söylemek istemediği belliydi. Ben de şak diye bayılmamak için art arda kendimi cimcikliyordum o sırada.

"Aman, ne olacak?" Ellerimi iki yana açarak neşeli bir şekilde kıpırdandım. "Zafer alalım yeter. Siz Shiva'yla devam edersiniz."

Damarına basmıştım.

Damarına çok feci basmıştım.

Öyle ki birden kendimi masanın üzerinde buldum. Kollarım başımın iki yanına yapışmış, neredeyse öfkeden patlayacak damarlara sahip olan eller tarafından tutuluyordu. Balaam üzerime eğilmişti, gözleri o kadar alevlenmişti ki karşısındaki yüzüme ısı veriyordu.

Gözlerimin korkuyla açılmasına engel olamadım. Balaam'ı böyle gördüğüm başka bir anı hatırlamıyordum. Canavara bile dönüşebilir, beni parçalayabilirdi.

Konuşmaya korktum.

Sesi hırıltılı, öfkesiyle savaşır gibiydi. "Beatriz ile beni aynı cümlede kullanma. Sen yapma."

"Neden?" Son cesaret kırıntılarını da havadan aldım. "Ona yardım etmemi istiyorsunuz, onun sizi öptüğünü söylüyorsunuz, onun size dokunmasına bile izin veriyorsunuz. Sizinle aynı cümleye dahil olmayı hak ediyor."

Beni masaya o kadar sıkı bastırıyordu ki çatırdayan tahta, duvarlar gibi yarılmış ve kırmızıya çalan ateş kendini göstermeye başlamıştı.

Yüzünü iyice yüzüme yaklaştırdı. "Bir daha söylesene."

Başımı hızla iki yana salladım.

Tutuşu gevşedi, o an bedenime yaslı olan bedenini hissettim. Hızla inip kalkan göğsümü durduramıyordum. Hava da bana katılmış, etrafımızda bir fırtına rüzgarı oluşturmuştu. Rüzgar, havadaki elektrikten dolayı çatırdıyordu.

Balaam'ı istemediğim kadar öfkelendirebilmiştim. Aramızdaki skor tahtasında bana en az bin fark atmışken bu hareketimle onun önüne geçtiğimi düşünüyordum. Az daha kellemden olabilirdim sanırım.

"Üstümden kalkarsanız hani..." diye mırıldandım.

"Rahatsız mı oldun?" Başımla onayladım. "İyi, böyle kalıyorum."

Öylece kitlendim gözlerine.

"Beatriz'i hiç öpmedim." Alt dudağımın içini ısırarak zaferimi kutladım, ta ki diğer cümlesine kadar. "Son iki senedir beni tek bir kişinin öpmesine izin verdim."

"Onun yanınızda olmasına izin verdiniz."

Sesinde alay vardı. "Bu seni neden rahatsız ediyor, Amari?"

"Eh çünkü, izninizle, sizi sahipleniyorum."

Duraksadı, ters bir cevap vermesini beklerken kahkaha attı. Kulaklarım, sesin hoşluğundan titredi. Kalbim tekledi ve pılını pırtını toparlayarak midemin arkasına sakladı. Bu sefer de midemdeki kelebek hareketlenmesi içimin geçmesini sağladı.

Geri çekildi, doğrulmamı bekledi ama hala dibimdeydi. "Geri çekilirseniz nefes alacağım artık."

Sol kaşı havalandı. "Nefesini mi kesiyorum?"

Dediklerimi bu kadar incelemese ne olurdu sanki! Ben çoğunu düşünmeden söylüyordum, eğer filtrelersen söyleyecek kelimem bile kalmazdı.

"Üzerime yattınız!" diye cırladım, hızlı hızlı konuşuyordum da ne dediğimin anlaşılması zordu. Savunmam saldırımdan beterdi resmen. "Yani... Çıktınız... Ben altınızda sıkışıp kaldım- siz üst..."

Sustum.

Asıl, ortamın havasını tamamen değiştiren kelimelerim değil, söyleyiş tarzımın çok farklı sularda yüzerek boğuk halde olmasıydı.

Balaam'ın bunu öfkeden ziyade arzuyla yaptığını düşündüm bir anda. Aklımda canlanan sahneler zihnimin çaresizlikle bağırmasına sebep oldu. Kasılan bedenim, heyecanımla titreyen şehveti gözler önüne serdi.

"Anladım anlayacağımı." Alanzo Balaam, dilini alt dudağının üzerinde gezdirirken onu nefesimi tutarak izledim. "Merak etme, yakında o da olur."

Alanzo Balaam'ı emojiyle anlatsaydınız hangilerini kullanırdınız? *Başlangıcı ben yapayım: 😈🔥🕵🏻‍♂️

Bu dönemde hikaye arayanlar nerissavalerie 'nin hesabına uğramanızı tavsiye ederim, şahsen Cehennem Taşı Festivali'ne şimdiden düştüm vallaha😂

Continue Reading

You'll Also Like

56.6K 4.2K 31
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
824K 2.7K 1
Ayağıma büyük gelmiş ayakkabılara huysuzca baktım. "Ya bunlar bana olmadı!" "Prenses sen olmadığın içindir." "Ya da sen prens olmadığın içindir, ayı!"
4.9K 677 35
Işık tutamları göğe tırmanmaya başladığında güne batanlar kaçardı. • 25.8.22 19.4.23
VİSAL By Kelebek

Fanfiction

26.9K 1.8K 24
Gelen sesleri duyuyorum.Boğuk boğuk, gidip geliyor.. Bir inilti çınlıyor kulaklarımda, birileri olabildiğince ıstırap çekiyor. Bir sahne bu, sahnede...