HALEF

By lemveli

937K 73.6K 46.4K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞

17.2K 1.6K 1.1K
By lemveli

"İhanet asla kapanmayacak bir yara açar. Unutma."

XVII- "Yaşanmaması Gereken Gün"

"İnsanın zihni neyle meşgulse rüyasında onu görür. Hele içiniz rahat olmadı mı, gerçeğe ne kadar da uyar rüyalarımız!"

Kitaptaki söz zihnimin duvarlarına keskin bıçakla kazınırken yorgun gözlerimi yumup açtım ve Suç ve Ceza kitabının arasına ayracı koyarak kapattım. Bu kadar çok kitap okumuş olmama rağmen Suç ve Ceza'yı neredeyse bir yıldır bitiremiyordum. Hep yeniden başlıyor ve kısa kısa okuyup koltuğun başına bırakıyordum. Belki de bitmesinden korkuyordum, bilmiyordum. Tıpkı şu an ilerlediğim yol gibiydi bu kitapla ilişkim. Yürüyordum ama ilerlediğimden daha fazla durup soluklanmam gerekiyordu.

Zamir gittikten sonra bir saat uyumuş, kitap okuyup Suzi'nin yemeğini hazırlamıştım. Biberonla onu beslerken biraz çekinmiştim ama açtı ve onu beslemem gerekiyordu. Yemeğini yedikten sonra Suzi evi gezmiş, hatta banyoda onun için ayırdığımız yere tuvaletini bile yapmıştı. Akıllı bıdık.

Elim cebimdeki çakmağa gitti. Her tarafı çizilmiş, gümüş çakmağı elime alıp inceledim. B.H. Üzerinde bu yazı vardı: Bilal Hancıoğlu.

Zamir, babasının üzerinden çıktığını söylemişti. Onun için anlamı çok büyük olmalıydı ve çakmağı bana vermişti. Kalbim bu düşünceyle hızını artırırken gözüm kolumdaki bilekliğe ilişti. Kuş tüyü sembolü. Eskiden bu sembol benim için hiçbir şey ifade etmezdi fakat hediye edildiği günden beri özeldi sanki. Hakikatin, doğruluğun, ilahi adaletin simgesiydi. Hatta Mısır'da, ışıkla da ilişkilendirilmiş. Nitekim, karanlık hakikati gizlediğinden, hakikatler ancak ışık altında görülebilirdi. Zamir'in arabasında bu bilekliğin aynısı vardı. Aklıma iki ihtimal geliyordu ya gerçekten bilekliğim yıprandı diye yenisini almıştı ya da bu bilekliği o almıştı. Yani o kadar müddet hayatımda mıydı?

Kendi kendime sorduğum soruya cevap aradığımda çalan kapı buna engel olmuştu. Ayağa kalkarak çakmağı cebime attım ve Baran'ın, "Aç bakalım kapıyı İskenderun güzeli!" diyen sesini duydum. Başımı iki yana sallayarak kilidi çevirdim ve kapıyı açtım.

Büşra ile Baran, ellerinde birkaç torba ve çantayla eve girdiler, kapıyı tekrar kilitlemiş, Büşra'nın bana sarılmasına müsaade etmiştim. Dikkat ettiğim ayrıntı ise Büşra'nın karnıydı. "Büyümüş," dedim tuhaf bir heyecanla.

"Evet," dedi kocaman gülümseyerek. "Büyüdü."

Salona geçtik, Baran etrafa bakarak, "Fena sayılmaz," dedi. "Neyse ki reçellerimi getirdim."

Büşra, "Çok güzel bir ev," dedi, tebessüm ederek. "Bir şeye ihtiyacın var mı?"

"Hayır," dedim. "Bir tek ekmek kalmadı sanırım."

Baran gözlerini kısarak, "Ayıp ettin," dedi. "Yolda gelirken hem kahvaltı ettik hem de sıcacık ekmekler aldık."

"Teşekkür ederim."

Baran yanağımı sıktı. "Bir şey değil, güzellik."

Mutfağa geçip kendime sandviç hazırlayarak yemeye başladım. İçeri giren Büşra, "Afiyet olsun," dedi.

"Sen de ister misin?" diye sordum. Yavaş yavaş paylaşmanın nasıl bir şey olduğunu öğreniyordum ve bu, tahmin ettiğimin aksine güzel bir histi.

"Ben daha demin Hatay kahvaltısı yaptım. Şahaneydi."

Başımı salladım. "Öyledir."

"Mihrinaz," dedi sorarcasına. "Sen neden şiveli konuşmuyorsun?"

Omuz silktim. "Bizim evde şiveli konuşulmazdı." Portakal suyumdan birkaç yudum aldım. "Dedem bile çok nadir şiveli konuşur."

"Anladım," dedi. "Benim babam tam bir Mersinli gibi konuşurdu. O kadar içten konuşurdu ki."

Dudak bükerek, "O olaydan sonra hiç mi görüşmediniz?" diye sordum.

Kederli bir sesle, "Hayır," dedi. "Hiçbiri beni görmek istemiyor."

"Burada büsü var! Büsü, büsü." Baran yüksek sesle konuşarak mutfağa girdiğinde kaşlarımı çattım.

"Ne var?"

Büşra heyecanla, "Kedi mi var evde?" diye sorup ayağa kalktı ve etrafa bakmaya başladı. "Büsü deriz biz kediye."

Sandviçimden ısırık alarak, "İsmi Suzi," dedim sakince. Suzi, sanki onun hakkında konuştuğumu anlamış gibi gelip ayağıma dokundu.

"Çok tatlı!"

Baran heyecanla, "Bu gece benimle uyusun mu?" diye sordu.

Başımı iki yana sallayarak, "Benimle uyuyacak," diye karşı çıktım ona. "Ben Zamir'in odasında Suzi'yle, Büşra benim odamda, sen de salonda uyuyacaksın."

Baran kaşlarını yukarı doğru kaldırarak, "Zamir'in yatağında?" diye sordu. "Siz birlikte misiniz?"

"Aptal!" diye bağırdım. "Yatağı iki kişilik diye dedim!"

"Sığıyor musunuz bari yatağa?" Baran muzip şekilde bana sırıttı, gözlerimi kısıp ona ölümcül bakışlar atmaya başladım.

"Baran, seni parçalarım!"

"Tamam, tamam," diyerek geri geri gitti ve mutfaktan çıktı. "Kızma şampiyon."

Ayağa kalkıp mutfağı toparlarken Büşra, Suzi'yi kucağına alıp sevmeye başlamıştı. Baran ise salonda hiç kullanmadığım televizyonu açtı. Zamir... O yoktu. Yokluğu daha şimdiden kendini anımsattı, içim titriyor gibi oldu. Onu aramak, nasıl ve nerede olduğunu sormak, ne zaman geleceğini öğrenmek istiyordum. İsteseydi, o beni arardı değil mi? Gerçi, Turan'ın bana verdiği telefonun numarasını bilmiyordu. Belki de Baran'ı aramıştı ama daha benimle konuşmamıştı.

Bulaşıkları kurulamaya gerek duymadan ellerimi yıkayıp havluya sildim ve salona girdim. Baran, kanepeye yayılmış şekilde televizyon izlerken, "Zamir'le konuştun mu?" diye sordum.

Gözünü televizyondan ayırmadan, "Evet," dedi. "Yemek yediğinden emin olmamı söyledi." Derdi sadece yemek yemem miydi gerçekten?

"Öğlen bir şeyler söyleriz."

Baran bana döndü. "Zamir'in maaşı iyi dedik ama her gün dışarıdan söyle demedik. Yemek yapsana, kızım!"

"Kalk kendin yap öküz!" diye tısladım ona âdeta bir yılan gibi. "Yemek yapmak kadın işiymiş gibi konuşursan eğer o reçellerini balkondan atarım. Ayrıca yemeği sen söyleyecek ve ücreti de sen ödeyeceksin."

Başını iki yana sallayarak, "Kınıyorum seni Naz," dedi. "Beni reçellerimle tehdit etmen hiç hoş değil. Hem ayrıca çok güzel yemek yapıyorsun diye şey ettim ben."

"Cimri herif," diye homurdandım. "Sanki pişirdiğim yemeği yiyebilmiş gibi konuşuyor."

Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı. "Sen kazandın." Gülümsedim. "Ne isterseniz sipariş verin. Parasını Zamir'den almayacağım."

Ellerimi birbirine çırparak, "Büşra!" diye bağırdım. Büşra salona girdi, "Baran bize yemek ısmarlıyor!" diye cıvıldadım âdeta.

Gözleri kocaman açıldı. "Nasıl başardın bunu?"

Baran itiraz ederek, "Cimriymişim gibi konuşmayın," dedi. Küskün bir tavırla kollarını karnında kavuşturdu.

Ona döndüm. "Akşam bizi dışarı çıkarırsan bir daha sana cimri demeyiz."

Baran'ın gözleri belerdi. "Naz, olmaz."

"Zamir yok ki!" diye çıkıştım. "Haydi ama. Dışarı çıkmak istiyorum. Çok sıkıldım."

Kafasını şiddetle iki yana sallayarak bana karşı çıktı. "Olmaz. Beni öldürür."

"Haberi olmayacak! Bir şeyler yiyip döneceğiz."

Büşra bana katılıp, "Bence de. Hemen döneriz," dedi. Baran, ikiye karşı bir kalmanın verdiği rahatsızlıkla yerinde kıpırdandı.

"Peki."

Büşra'ya beşlik çaktım, Baran bize ters ters baktı, ardından reçel kavanozlarından birini almak için ayağa kalkıp mutfağa geçti. Öğlen iskender, pizza, patates kızartması sipariş verip patlayana kadar yedik. Büşra ile Baran uyumuştu. Gecenin geç saatlerinde yola çıkmışlardı ve normal olarak yorgun düşmüştüler. Onlar uyurken ben de Suzi'yle vakit geçirmiş, biraz kitap okumuştum. Zamir hâlâ beni aramamıştı. Baran'ı arayıp benimle konuşmak isteyeceğini düşünmüştüm ama bunu yapmamıştı. Sadece birkaç dakikasını bana ayıramaması canımı sıkmıştı açıkçası... Fakat yine de akşam dışarı çıkacağım için mutlu sayılırdım. Antakya'yı İskenderun kadar olmasa da severdim.

Dışarı çıkacağım için çocuk gibi heyecanlanmıştım. Beni dört duvara mahkûm eden insanları merak ediyordum. Dedeme düşman, soyadımıza düşman... Kimdi? Bizi bu ayrılığa mahkûm eden kimdi?

Uyuyakalmıştım. Farkında bile olmadan bunları düşünerek uykuya dalmıştım. Beni uykumdan uyandıran Büşra oldu. Gözlerimi zorlukla açarken, "Uyan," dedi kısık sesle. "Bugün gitmezsek hiçbir yere götürmez bu bizi."

Parmaklarımla gözlerimi ovdum zorlukla da olsa kalktım. Önce banyoda yüzümü yıkamış, ayıldıktan sonra üzerimi değiştirmiştim. Aynanın önüne geçtim, yüzümün oldukça solgun olduğunu fark ettim. Çekmeceyi açıp Gül'ün çeşit çeşit aldığı makyaj malzemelerine baktım. Önce rimel sürdüm. Ardından yüzüme nemlendirici ve canlandırıcı olduğu yazılı kremi yedirdim. Sonrasında fondötenin üzerini okudum. Ağır bir yapısı olduğunu anlayınca onun yerine tenimin rengine oldukça yakın olan pudrayı ince dokunuşlarla yüzümde gezdirdim. Rengi belirsiz ama dudaktaki kusurlu çizgileri yok eden ruju da sürdükten sonra aynadaki görüntümü beğenmiştim.

Büşra, kapıyı çalarak içeri girdi, bana bakarak gülümsemişti. "Çok güzel olmuşsun." Ardından kaşlarını çattı. "Ama allık yok."

Omuz silktim, malzemelere göz gezdirdi ve bulduğu allığı yüzüme sürdü. "Bak şimdi renklendi yüzün!"

Aynaya dönüp baktım, haklı olduğunu fark ettim. Yüzüme bir renk gelmiş ve çok daha canlı görünmüştüm. Görüntüme bakarak tebessüm ettim ve Büşra'yla beraber odadan çıkıp Baran'ın yanına geçtik. Baran'ın sırtı bize dönüktü ve ceketinin ceplerini kurcalıyordu.

"Biz hazırız," dedim. İrkilerek arkasını döndü.

"Kızım, sessiz sessiz gelinir mi?"

"Sessiz gelmedik ki."

"Size laf yetiştirmek de mümkün değil zaten. Haydi, çıkalım."

Aşağı indik. Baran, binanın hemen önüne park ettiği arabasını kumanda ile açtı. Beyaz Toyota'sına bakıp, "Fena sayılmaz," dedim, burun kıvırarak.

"Akşahin arabamızı beğendi. Ne büyük lüks!"

Gülerek arkaya geçeceğim sırada Büşra bana öne geçmemi belirtti gözleriyle. Bu hareketine anlam veremesem de öne geçtim. Baran, en son arabaya bindiğinde dikiz aynasından Büşra'ya anlamını çözemediğim bir bakış atmıştı.

Kaşlarımı çatarak, "Ne oldu size?" diye sordum.

"Bize olan aylar önce oldu."

Baran'ın sesi... Tuhaftı. Sanki şu an aylar öncesine dönmek istiyormuş gibiydi. Sanki bir şeyleri değiştirmek için her şeyi yapabilecekmiş gibiydi ses tonu. Pişmandı belki de? Büşra'yı aldattığı, Büşra'nın da ondan intikam almak sebebiyle ihaneti seçtiği için pişmandı sanki. Gerçi Baran ihanet etmediğini söylüyordu ama bunu bir kadına izah etmek mümkün müydü?

"Haydi," diyerek Baran'ın dikkatini dağıttım. "Acıktım ben."

Baran arabayı çalıştırırken, "Öğlen dünyaları yemiştin," diye homurdanıyordu.

Daha dün bayılıp hastanelik olmuştum ve yediklerime dikkat etmem söylenmişti. Fakat bayılmamın yediklerimle ilgisi olmadığına yemin edebilirdim. Zamir, benim aç kalmama asla müsaade etmez, tıka basa doyana kadar masadan kalkmama izin vermezdi. Son birkaç gündür döner yesem de bana zararının dokunduğunu düşünmüyordum. Sadece o an Turan için korkmuştum ve bu korku, hayatımda ilk defa bayılmama neden olmuştu.

Baran'a yolu tarif ederken bu sokakları ne kadar özlediğimi yeni fark etmiştim. Eski Antakya Sokakları diye adlandırılan yere geldik. Baran arabayı Zenginler Mahallesi'ne sürmüş ve sonra gideceğimiz restorana yakın bir yerde park etmişti. Arabadan inerek etrafa baktım ve tebessüm ederek Büşra ile Baran'a döndüm. "Haydi, gelin."

Müzeyyen Antakya isimli restorana girdiğim an kendimi Hatay'ın kalbinde gibi hissettim. Asılı olan devasa avizeye baktım. Yer olmasını ümit ederek üst kata doğru kaldırdım bakışlarımı. Yanımıza gelen garson, "Hoş geliksiniz," dedi, Hatay şivesiyle.

Başımı sallayarak, "Üst katta yer var mı?" diye sordum.

"Vardır."

Birlikte yukarı kata çıktık ve kenardaki bir masaya oturduk. Oturduğumuz masa devasa avizenin en kolay aydınlattığı noktada idi ve alt kat bile rahat görünüyordu. Mekânın duvarları taştandı fakat koyu kahverengi tahtadan yapılma detaylarla süslenmiş, birkaç renkli tablolar asılmıştı. Masalar sade beyaz örtüyle kapatılmıştı. Hataylıların şık masaya ya da örtüye pek ihtiyacı olmazdı. Çünkü önemli olan masanın donatılmasıydı.

Büşra, "Çok yöresel ama şık," diyerek, etrafa hayran hayran bakmaya başladı.

Baran kulağıma eğildi ve kısık bir sesle, "Lütfen çok acı şeyler sipariş verme," dedi.

Garson geldi, "Aşur, abagannuş, çökelek salatası, süzme yoğurt ama üzerinde yağ olmasın," diyerek, sevdiğim mezeleri sıraladığımda her ikisi de ağzı açık bana bakıyordu. "İçli köfte, oruk, kâğıt kebabı bir de ortaya muhammara olsun. Yemeklerde acı az kullanın lütfen. Muhammara için de bayat ekmek varsa biraz getirin. Hepimize ayran. En sonda künefe yeriz büyük ihtimal."

"Hazırlanan yemekler gelsin mi yoksa hepsi aynı anda mı gelsin?" diye sordu garson.

"Ayran ve mezeler erken hazır olur. Onlar gelsin. Yemekler de sırasıyla gelebilir."

Garson not alıp giderken Baran, ağzı açık bana bakıyordu. "Dediklerinden sadece ayranı biliyorum Naz."

"Ben kâğıt kebabı duymuştum."

Göz kırptım. "Burası Antakya. Saçma sapan pizzalarınızı bir kenara atmanız gerek."

Baran merakla, "Çok gelir miydin buraya?" diye sordu. Büşra, elini çenesinin altına yaslamış şekilde bana odaklanmıştı.

Özlem dolu bir sesle, "Çok gelirdik," dedim. "Antakya'nın bu sokaklarını ezbere bilirim. Dedem hep Turan'la beni getirirdi. Başka çocuklar etten nefret ederken Turan ve ben, her türlü yöresel yemeğe aşinaydık. Dedem her defasında yeni denediğimiz yemekler için bize hediye alırdı. Kendine benzetmek isterdi bizi ve benzetti de. Hiç yemek seçmeyiz biz. Ama diğer kuzenlerim Leyla, Aysar ve Anıl çok farklı. Sizin gibi sağlıksız şeyler tüketirler sürekli."

Baran iç çekti. "Turan seni götürdüğünde bir şeylerin düzeleceğini sanmıştım Naz. Takip cihazı sayesinde eve telefon açtı ve hâlâ orada olup olmadığını sordu. Ben de söyledim. Hem Zamir'i hem seni korumaktı niyetim."

Ilık bakışlarımla Baran'ı teselli ettim. "Biliyorum Baran. Arkadaşını korumanı anlayabiliyorum."

"Peki neden döndün Zamir'le?" Bu soruyu kendime dahi soramamıştım. Ben Zamir'e neden dönmüştüm? Cihan'la kalıyordum ama Turan'ın koruması altındaydım. Dedemin dahi haberi vardı. Ben neden kaçmıştım peki?

"Zamir'e haksızlık yaptık biz Baran," dedim, aklıma ilk geldiği şekilde. "Ondan habersiz evi terk etmem haksızlıktı. Hem Turan'la aram bozuktu o zaman. Bambaşka birine dönüşmüştü ve ben onu tanıyamıyordum."

Büşra, "Bence de" diyerek bana katıldı. "Zamir sabah uyandığında evi başımıza yıktı. Baran'a itiraf ettirene kadar dövdü onu. Sonra ikimizi de evden kovdu."

Ertesi sabah uyandığında odamın kapısını çalıp ses vermediğim için duş aldığımı düşünen, sonra yine kapımı çalan ve en sonunda içeri giren Zamir'i düşündüm. Banyoda başıma bir şey geldiğini bile düşünmüş olabilirdi. Odadaki banyoya girmiş ve beni bulmadığı an hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşamış olmalıydı. Acaba o an aklına ilk ne gelmişti? Kaçırılmış olmam mı? Yoksa kendi ayaklarımla gitmiş olmam mı? İlk hangi ihtimali düşünmüştü?

Ayran ve mezelerimiz geldi, Büşra'nın gözleri parlamıştı. Mezelerin tadına bakmaya başladıklarında her ikisi de bu lezzetlere bayılmıştı. Bir an Zamir'in de burada olmasını istediğimi fark ettim. Eve çoğu zaman yemek sipariş verirdik ama tam olarak istediğim gibi olmazdı. Çoğu zaman yolda dağılır ya da soğurdu yemekler.

Keşke... Burada olsaydı.

Yemekler sırayla geliyor, her ikisi de hayatlarında daha önce yemek yememiş gibi davranıyordu. Aşina olduğum, uzun zamandır özlem duyduğum lezzetlere kavuştum fakat içimde buruk bir mutluluk vardı. Çünkü yanımda dedem yoktu. Turan yoktu. Zamir de yoktu. Bu üç kişiye özlem duyduğumu hissettim. Nedense onlar bir araya geldiğinde üzülen ben oluyordum? Turan, dedeme karşı gelip beni almak isterken Zamir'le karşı karşıya gelmişti. Birbirlerine silah çekmişlerdi... Hangisinin yanında tam mutlu olabiliyordum? Hangisi beni hiçbir çıkarı olmadan korumak istiyordu? Turan yalanlar söylüyor, Zamir ise her şeyi gizlemiyor muydu? Hangisi masum sayılırdı?

İki saate yakın zaman diliminde yemeklerimizi ve tatlılarımızı bitirdik. Baran, hesabı isteyip gergin bir şekilde beklerken Büşra ve ben, birbirimize bakıp kıkırdıyorduk. Garson hesabı getirdiğinde Baran, kaşları çatık şekilde hesaba baktı, ardından cüzdanını çıkarıp parayı göremeyeceğimiz şekilde kutunun içerisine tıktı. Garsonu çağırıp kutuyu ona uzatırken, "Üstü kalsın," dedi.

"Baran ilk defa bahşiş verdi!"

"Hem de yüz lira."

Ona takılmak adına, "Benimle birlikteyken cimriliğin ortadan kalkıyor, Baran," dedim.

"Hayır," diye itiraz etti. "Seninle birlikte olmak beni iflasa sürüklüyor, Naz."

"Baran sen ne iş yapıyorsun? Sormamıştım daha önce."

Büşra konuya atılarak, "Baran bir hacker," dedi. "Reçel yemediği zamanlar bu işi yapıyor."

Baran, "Bilgisayar başında reçel yiyerek hackerlik yapıyorum," diyerek onu düzeltti.

Restorandan çıkıp arabaya doğru ilerlerken, "Büşra, sen?" diye, sordum.

"Güzel Sanatlar okudum. Ressamım."

Baran, "Sen kesin özel kolej ve üniversitede eğitim aldın. Hatta işletme ya da ekonomi okudun, değil mi?" dedi. Gülümsedim.

"Doğru. İşletme okudum."

Üniversite yıllarımızdan konuşarak arabanın olduğu sokağa vardık. Gözlerim tanıdık birini gördü. Sanrı olduğuna inanmak istediğim kişiye başımı çevirdiğimde ayaklarım uyuştu. Gözlerimi kısarak ona bakmayı sürdürdüm, kesinlikle beni fark etmemişti. Çünkü tüm dikkati belini kavradığı kadındaydı.

Zamir Hancıoğlu, belini kavrayıp kendine yasladığı kadınla beraber arabasının yanında dikiliyordu.

Tüm uzuvlarım işlevini yitirmiş, bacaklarım ve ellerim titremeye devam ederken boğazıma oturan taşa rağmen ona baktım. Gülüyordu. Kadının gözlerinin içine bakarak gülüyordu. Karnıma yumruk yemiş gibiydim. Gidip üzerine kusmak ve ona ne kadar iğrenç olduğunu göstermek istiyordum.

Kumral kadın, elini Zamir'in sırtına götürdü, başım dönmeye başladı. Daha dün okşadığım sırtına yabancı bir kadın dokunuyordu. Bu temastan sonra kadından uzaklaşacağını umdum fakat aksine Zamir, onun kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. Kadın kahkaha atarak neredeyse Zamir'in ağzının içine girdi.

Baran, kolumdan tutup beni geri çektiğinde bile gözümü onlardan ayıramıyordum. "Naz, haydi." Baran beni çekiştirmeye başladı. "Gidiyoruz."

Oysa şimdi sadece şurada dizlerimin üzerine düşüp gördüğüm manzaranın beni nasıl yıktığına hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Ellerimle yüzümü kapatmak ve durmadan hıçkırmak istiyordum. Sonra onun yüzüne tükürmek, ona tokat atmak ya da üzerine tüm öfkemi, kırgınlığımı, acımı kusmak...

Baran beni çekiştirmeye çalışıyordu ama ben sanki yere çivilenmiş gibiydim. Kıpırdayamıyordum. Gözlerim onların üzerinden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Aramızdaki mesafe aşılmayacak kadar çok değildi fakat kilometreler varmış gibi hissettim. Zamir, bizim aramıza yollar çizmişti. O yolların arasına tuğlalar dizmek de benim borcum olmuştu böylece.

"Bırak kolumu." Sesim öyle keskin çıkmıştı ki ben bile ürpermiştim. Baran, anında elini kolumdan çekti, gözlerimi kısarak Zamir ve yanındaki kadını izlemeye devam ettim. Zamir kadını belinden tutarak kendine çekerken onu öpmesini bekledim. Kalbim durmuştu âdeta. Bekledim... Kaç saniye, dakika doldu, bilmiyordum ama Zamir kadını öpmedi. Hatta gözlerini kadından çekip etrafta gezdirmeye başladı.

Bir... İki... Üç!

Zamir'le gözlerimiz birleşti. Siyah gözleri beni gördüğü an yerinden çıkmıştı sanki. Şaşkın ifadeyle bana bakarken ifadesiz gözlerimi gözlerine diktim. Kadının belindeki eli boşluğa düştü, hızla sağa ve sola baktı, ardından kadını itti.

Baran, "Naz," dedi çaresizce. "Gidelim lütfen."

Zamir'in gözleri üzerimdeyken gülümsedim. Gülümsememe acıyla baktı. Onu gözlerimdeki ateşle yakıp Baran'a, "Gidelim," dedim. Sakin bir şekilde Baran'ın arabasına doğru adım attım. Baran, sırtıma elini koyarak beni ön koltuğa bindirirken Büşra da seri bir şekilde arkaya geçmişti. Herkes kendi yerine geçti, Baran arabayı çalıştırdı. Motorun sesi kulağıma doldu, aynadan tekrar onlara bakmak istemiş ama bunu yapmamıştım.

Araba geri gidip dönecekken bir anda önümüzde Zamir'in belirmesi ile durduk ve öne doğru savrulduk. "Baran, durma!"

"Saçmalama!"

Zamir, arabanın önünde durup ellerini kaputa koymuştu. Gözleri gözlerime kilitlenmişti fakat ben ona bir saniyeden fazla bakamadım. İğrenmekten korkuyordum. Bu kaçınılmazdı ve bir şekilde, beni bu kaçınılmaz sona doğru itmişti, şimdi ise ayağa kalkmamı bekliyordu. Oysa bu yer bir kuyuydu ve o kadar derindi ki ben, dibe çekilmekten başka hiçbir şey yapamıyordum.

Gelip kapımın önünde durdu, "Baran," dedim. "Ben hayatımda daha önce kimseye yalvarmadım dedemden başka. Şimdi sana yalvarıyorum. Gaza bas ve beni buradan götür." Bir saniye bile geçmeden Baran gazı kökledi. Zamir, refleksine yenilerek bir adım geri çekildi. Ve araba hızla ondan uzaklaşıp yola atıldı.

Büşra, "Peşimizden gelecek," dedi emin bir sesle.

"Gelemez," diyen Baran'a çevirdim başımı. "Mesaj attı bana. Birkaç saate biter işi."

Kendime engel olamadım. "İşi o kadını yatağa atmak mı?"

Baran rahat bir tonla, "Belki de," dedi. "Bilmiyorum tam ama maksadı o gibi görünüyordu."

Sesli şekilde kahkaha attım. "Saçma." Başımı geriye atarak kahkahamın sesini yükselttim. "Gece geldiğinde görev diye saçmalayacağından o kadar eminim ki."

Yüreğim bir torbanın içinde acımasızca denizin derinliklerine atılmıştı. İhanetin derinliklerine gömülen kalbim, acılar içinde bağırırken tüm çığlıkları deniz yutuyor, duyulmasına müsaade etmiyordu. Sessizliğe gömülmüştüm. Okyanusun en dibinde bütün içim cayır cayır yanıyordu.

Büşra, beni dürterek endişeyle, "İyi misin?" diye sordu.

Tekdüze bir tonla, "Bilmem," diye yanıtladım sorusunu.

Baran, neredeyse kadife kadar yumuşak bir sesle, "Eminim bir açıklaması vardır."

"Senin bahanelerin gibi bir açıklama mı Baran?"

"Büşra!"

Büşra öfkeyle, "Ne?" diye bağırdı. "Kızı yatağında buldum. Bin bir bahane sundun bana!"

Baran, elini direksiyona vurarak, "Ben seni aldatmadım!" dedi hiddetle. "Siz kadınlar... Bir kere bizi dinleseniz olmaz mı?"

Başımı yavaşça ona çevirdim. "Yalanlarınızı mı dinleyelim Baran?" diye sordum. "Ben dedemin, Turan'ın çok yalanını dinledim. Ama Zamir'in yalanlarını dinlemeyeceğim."

"Büşra beni dinlemedi, Naz. Gitti sırf beni öldürmek için başkasıyla beraber oldu. Ha öldüm o ayrı tabii. Ben onu aldatmadım! O kıza elimi bile sürmedim. Ama o... Bunu gerçekten yaptı. Bize ihanet etti. Sen dinle Zamir'i. Lütfen sadece dinle."

Hiçbir şey söylemedim. Sessizlik üzerime ansızın çöreklendi, gözlerimi yumarak başımı cama yasladım. Bedenim uyku için direnirken kalbimdeki sancıyı hissettim. Gözlerim kapalı olmasına rağmen dolmuş, ağlama isteğim şiddetlenmişti. Beni bu duruma mecbur bıraktığı için onu affedebilecek miydim?

Zaman kavramını yitirip, zihnimin içerisinde kaybolurken bedenim aniden onu ürperten soğuğa tepki vererek irkildi. Gözlerim yavaşça açıldı, onun simasını görmek beni afallatmıştı. Kucağındaydım. Kolları beni sıkıca sarsa da bedenimi saran soğuğa karşı yetersizdi. Fakat bu önemli bir ayrıntı değildi. Önemli olan onun kucağında olmamdı. Ve bana dokunuyor olmasıydı.

"Bırak!" dedim sert sesle. "Yere indir beni hemen."

Beni indirmesi için denizden çıkan balık gibi çırpınmaya başladım. Bir balığın karadaki hâlinden zerre kadar farkım yoktu. Onun kolları, balığa karanın getirdiği gibi bana da ölüm getirecekti.

"Uyumuştun." Zamir'in sesi öylesine mahcup çıkmıştı ki... Kendinden emin konuşmasından eser dahi kalmamıştı. Annesinin en sevdiği vazosunu kıran çocuk gibiydi şimdi karşımda.

Öfkeyle, "Sana beni yere indir dedim!" diye yeniledim isteğimi.

Başka zaman olsa benimle sonuna kadar çekişirdi ama şimdi dediğimi yaparak indirdi. Binanın önünde olduğumuzu fark edince arkamı döndüm ve birden yürümeye başladım.

"Nereye?"

"Sana ne?"

"Öylece çekip gidebileceğini mi sanıyorsun?"

"Aynen öyle!"

Kolumdan tutarak beni kendine çevirdi. "Eve gidiyoruz."

Kolumu ellerinden kurtararak gözlerinin içine bakıp, "Bir daha sakın bana dokunma," dedim. Sesim sert, kararlı ve sinirliydi. "Sakın. Parmağının ucu bile benim tenime değmeyecek."

"Mihrinaz."

"Senden iğreniyorum!" diye bağırdım. Etraftan geçen birkaç kişinin bize bakması bile umurumda değildi. "İğrenç herifin tekisin sen. Duydun mu beni?"

Bana uzanmaya çalıştı, geri çekilerek engel oldum. "Lütfen," dedi aciz bir sesle. "Eve gidip konuşalım."

Tükürürcesine, "Senin gibi bir şerefsizle konuşacak hiçbir şeyim yok benim," dedim. Kızacağını düşündüm ama tepki vermeden önümde durmaya devam etti.

"Açıklayabilirim."

Güldüm. Keyiften yoksun gülüşüme çaresizce bakarken, "Ona nasıl dokunduğunu mu açıklayacaksın?" diye sordum. "Yoksa ona nasıl güldüğünü mü?"

"Yemin ederim." Duraksadı. Birkaç derin nefes aldıktan sonra, "Hiçbir şey gördüğün gibi değil," dedi.

"Ben gidiyorum."

"Gidemezsin!" diye aniden kükredi ve beni bir anda dirseklerimden tuttu. Tutuşu güçlüydü. Beni kendine çekmeye çalışırken çırpınıp kollarından çıkmak istedim ama bu nafile bir girişimdi.

"Allah'ın cezası!" Omuzlarımı hareket ettirerek ondan kurtulmaya çalıştım. "Bırak beni!"

Bağrışmalarımız esnasında çevreden geçen birkaç kişi bize bakmış ama istiflerini bozmadan devam etmişlerdi. Zamir beni sokağın ortasında öpseydi herkes kınardı, gelip ayrılmamız gerektiğini söyleyen bile olurdu. Kavga ediyor olmamıza ve beni zorla tutuyor olduğunu görmelerine rağmen kimse müdahale etmiyordu! Bu kadar mıydı yani? Beni şu an burada öldürse bile kimse sesini çıkarmayacak mıydı? Geldiğimiz son nokta bu muydu?

"Sakin ol!" dedi beni zapt etmeye çalışarak. "İnat etme. Eve gidelim. Anlatacağım her şeyi sana."

"Ya yine gitmek istersem?"

"O zaman Turan'ı ararız. Gelir seni alır."

Çırpınmayı bırakıp başımı kaldırdım. "Bunu yapacağına neden inanayım?"

"Bundan sonra seni zorla tutamam."

Gözlerimi kısarak ondan uzaklaştım. Hiçbir şey söylemeden yanından geçip apartmana ilerlerken arkamdan geliyordu ama o yokmuş gibi davranıyordum. Apartmanın önüne geldim, açık kapından içeri girdim. Apartman o kadar eskiydi ki bir kapısı bile yoktu. Fakat burayı bilerek seçmişti. Etrafta tek bir güvenlik kamerası dahi yoktu çünkü.

Merdivenleri çıkıp dairenin önüne geldik, Zamir kapıyı çaldı. Büşra kapıyı açtı, en az bizim kadar gergin görünüyordu. Arkasında Baran vardı ve Baran'ın kucağında Suzi, meraklı gözlerle etrafa bakıyordu. Kimseyi umursamadan Zamir'in odasına geçtim. Zamir de aynısını yapıp peşimden gelmiş ve kapıyı kapatmıştı.

Hışımla döndüm ama o, sakin bir sesle, "Oturur musun?" dedi.

Dün gece onunla uyuduğum yatağa oturmamı mı istiyordu? Asla! Çalışma masasının önünde duran sandalyeye oturdum. Yatağa oturmadan önce sandalyeyi yatağa doğru çevirdi, yüz yüze oturmamızı sağladı.

Boğazını temizleyerek, "Mihrinaz," dedi. "Ben geceden Ankara'ya gittim. Sabah ezanıyla babamı ziyaret ettim. Birçok insan vardı orada. Askerler, akrabalarımız ve annem. Anneme görünmemek için çok çalıştım ama beni fark etti ve..."

"Ve?"

Omuz silkti. "Kriz geçirdi. Babamın askerleri aldı beni götürdü. Teselli ettiler her zamanki gibi." Biraz durdu. "Sonra beni arayıp Hatay'a dönmem gerektiğini söylediler. Görevle ilgili. O kadından öğrenmem gereken şeyler vardı."

"Onunla yatacaktın." Başını eğdiğinde, "Yatacaktın değil mi?" diye sordum tekrar.

"Telefonu lazımdı bana." Sesi utanç doluydu.

"Soruma cevap ver!" diye inat ettim.

"Sadece o bilgilere ulaşmam gerekiyordu."

Dişlerimin sinirden birbirine değdiğini hissettim. "Yattınız mı?"

Fısıltıyla, "Mihrinaz," dediğinde gözlerimi kıstım.

"Ben arabada kaç saat uyudum? Sen ne zaman geldin?"

"Bir saat sonra."

Gözlerim doldu, inanmak istemeyerek, "Yattın onunla," dedim. "Dokundun ona. Hem de bu kadar ağır bir günde sen gidip kendini mi tatmin ettin!"

"Mihrinaz!" diye bağırdı başını kaldırarak. "Sadece o lanet bilgilere ulaşmalıydım. Ne tatmin etmesinden bahsediyorsun? Kurma kafanda!"

Dudaklarım seğirdi. Kalbimin üzerine balyozla vuruldu. "İğrençsin sen! İğreniyorum senden!"

Ağlamaklı sesle, "Yapma," dedi. "Beni o şekilde gördüğün için kendimden yeteri kadar iğreniyorum ama sen bunu yapma."

Kuruyan dudaklarımı yalayarak, "Gideceğim," dedim. "Turan'ı arayacağım ve beni gelip almasını isteyeceğim."

Cebimden Turan'ın bana hastane çıkışında verdiği telefonu çıkardım ve onu aradım. Telefon bir kere çalar çalmaz Turan'ın sesi kulağıma dolmuştu. "Alo?"

"Kuzen?" Yutkundum. "Nasılsın?"

Heyecanla, "İyiyim," dedi. "Kusura bakma, arayamadım seni. İşlerim yoğundu."

"Bir sorun mu var?"

"Yok bir sorun," dedi temkinli şekilde. "Birkaç günlük buralarda olmayacağım sadece. Yeni bir iş anlaşması için İstanbul'a gideceğim. Birkaç davete de katılmam gerek."

Ağzım açık kaldı. Turan gidiyorsa ben ne yapacaktım peki? "Kaç güne dönersin?"

"Bir şey mi oldu Mihrinaz?"

"Yok," dedim, sesimi sabit tutmaya çalışarak. "Sadece yalnız gideceğin için endişelendim."

"Kemal dedemle olacağım," diye açıklama yaptığında derin nefes aldım.

"Tamam," dedim. "Dedem nasıl?"

"İyi. Merak etme. Sen dikkat et kendine. Bir şey olursa ara beni. Dedem izin vermese bile ben gelip seni alırım." Onunla ettiğim tüm kavgaları unuttum her zamanki gibi. Dedem, Cihan, Fatih haklıydı. Turan aynı Turan'dı; kibirliydi, ukalaydı, bencildi ama bana zarar vermezdi. Çünkü o da bana baktığında kendi çocukluğu görürdü ve kimse kendi çocukluğuna ihanet etmezdi.

Alayla, "Sanki yapmadığın şey," dedim. Dedemden izinsiz gelip çantayı çalmasını, akşam beni gelip almasını ve bana yalanlar söylediği günleri hâlâ unutmuş değildim.

Turan şirin bir tonla, "Mihrinaz, affettin bence sen beni," dediğinde tebessüm ettim.

"Ettim. Hoşça kal, kuzen." Onunla vedalaşıp telefonu kapadım. Konuşmamı bekleyen Zamir'e baktım. Hâli perişan görünüyordu ama bu benim umurumda olmayacaktı. O beni önemsemiş miydi? Hayır. Ben de aynısını ona yapacaktım. "Ben bir müddet burada kalacağım." O an Zamir'in gözlerinin parladığına emindim. "Ama sen burada kalmayacaksın. Turan gelip beni alana kadar gözümden uzak bir yere git."

Yüzünde hakiki bir üzüntü peyda olurken bakışlarını benden alıp yere indirdi ve başını salladı. "Haklısın." Ellerini birbirine kenetledi. "Ama ya ben olmadığım zaman ters bir şey olursa? Baran pek silah kullanmayı beceremez."

"Şu an beni ilgilendiren tek şey buradan bir an önce çekip gitmen."

Zamir'le böyle konuşmak bir an için kalbimin acımasına neden olmuştu. Ama o kadını anımsadığımda suçluluk duygusu geldiği gibi gitmişti. Dün dokunduğum sırtına başka bir kadının dokunmasına izin vermişti. Benim belimi kavradığı eliyle başka bir kadını tutmuştu. O elini koparmadıkça ya da onu bu evden kovmadıkça içim nasıl rahatlayabilirdi?

Zamir, ağır ağır ayağa kalkıp odanın çıkışına doğru ilerledi, o an zamanın durmasını isteyecek kadar arsızdım. Gitmesi gerekiyordu ama şu anın donmasını ve burada kalmasını istiyordum. Gözlerimi sıkıca yumdum ve gidişinin kalbime giden tüm damarlarımı kurutmasına izin verdim. Bu en doğrusuydu. Onu görmek bana iyi gelmeyecek, ona olan öfkemi artıracaktı.

Baran'ın öfkeli sesini işittim. "Ona anlatmalıydın!" Bağırıyordu. "Anlattığın taktirde sana inanırdı! Böylece gidemezsin."

"Ne ona ne de size anlatamayacağım kadar hassas bir durum."

Büşra, "Değer mi?" diye sordu. "Buna değer mi?"

Baran, "En azından işini anlat ona," dedi. Sesi bu sefer daha sakindi. Zamir'i ikna etmek istediği barizdi.

"Hiçbir şeyi bahane olarak kabul etmeyecek."

Beni tanıyordu. Bunu bahanelere sığdırmayacağımı, bile isteye gördüklerime susmayacağımı biliyordu. En azından beni arayıp Hatay'a döneceğini ve işi olduğunu söylese bir nebze olsun hafiflerdi belki durum ama bunu dahi bana reva görmemişti.

Kapının kapanma sesi geldiğinde tüm bedenimden uzun bir üşüme geçmişti. Sanki o hastane koridorunda, oturduğu bekleme salonunun kapısını kapatmış gibi hissetmiştim. Fakat bunu ben istemiştim. Şimdi kapıdan dışarı çıktığı için onu suçlayamazdım. Zaten suçlanması gereken bir sürü hadise vardı.

Birkaç dakika geçtikten sonra Büşra ile Baran içeri girmişti. "Naz!"

Dönmesini isteyeceklerini biliyordum. Bu yüzden boş gözlerle her ikisini de süzüp, "Birkaç gün," dedim, sahte bir tebessüm eşliğinde. "Sonra ben gideceğim ve o gelecek."

Baran başını şiddetle iki yana salladı. "Konuştur onu! Anlatmasını sağla. Yatmaz o kadınla Zamir."

Gözlerimi kısarak, "Anlattığı taktirde ne değişecek Baran?" diye sordum.

Baran çenesini dikleştirdi. "Sen ona âşık mısın? O yüzden mi bu tavrın?"

Kaşlarım havalandı. "Sana ne?"

"Ne demek sana ne?"

"Bizim aramızda olanlar seni ilgilendirmez. Belki aşığım belki nefret ediyorum. Bu onunla benim aramda."

Baran hışımla odadan çıktı, gözlerimi devirerek önüme döndüm. Büşra ise hâlâ kapının önünde dikilmeye devam ediyordu. Başımı kaldırıp ona baktım. "Haydi, sen de bağırıp çağırıp dışarı çık."

Büşra, birkaç adım atarak gelip Zamir'in oturduğu yatağın üzerinde oturdu. "Bağırıp çağırmayacağım." Sorarcasına ona baktım. "Sana hiçbir şeyin gördüğün gibi olmadığını anlatmak istiyorum. Belki Zamir sana çok şey anlatmıyor ama sen ona inanıyorsan eğer birçok şeyi göz ardı edebilirsin."

"Anlamıyorum seni."

Derin nefes aldı. "Ben biriyle cinsel ilişkiye girmedim."

Ağzım yere değmek istiyormuş gibi kocaman açılırken gözlerim Büşra'nın şişkin karnına ilişti. "Hı?"

Etrafa bakarak, "Bunu ilk kez dile getiriyorum," dedi sessizce. "Baran beni aldattıktan sonra bunu ona ödetmek istedim. İhanete ihanetle karşılık verebilirdim ama başka birinin bana dokunmasına izin veremezdim. Bu yüzden Kıbrıs'ta Sperm Banka'sına gittim. Hamile kalmak için. Baran'ın onu aldattığımı düşünmesini istedim. Ama sonra olaylar değişti. Ailem beni evden kovdu. Gerçeği onlara bile söyleyemedim. Beni gözden çıkaran insanlara ne açıklayabilirdim ki?"

"Yani sen..."

Kafasını salladı. "Ben onu aldatmadım."

"Ya o da?"

Acıyla gülümsedi. "Ben onu birlikte uyuduğumuz yatakta bastım, Mihrinaz. O yatakta bana dokunmazdı ama başkasıyla yattı."

Tek kaşımı havalandırdım. "Hani hiçbir şey göründüğü gibi değildi?"

"Kanıtlamasını istemedim mi sanıyorsun? İstedim. Yapamadı. Kız yok oldu çünkü."

Büşra elini karnına getirerek duraksadı. "Önce çok pişman oldum. Hamile kalmayı sırf Baran'a ihanet etmiş gibi görünmek için istemiştim. O sırada teyzemden bana bir ev kaldı. Onu sattım ve tüm parayı hastaneye yatırdım. Sonra anne olmaya hazır olmadığımı fark ettim ve aldırmak istedim ama Zamir ile Baran engel oldu. Ailem zaten sildi beni. Zamir'in yardımlarıyla, bebeğimle yeni bir hayata başlamaya karar verdim. Aslında söylemiyorlar ama Baran'ın da yardımcı olduğuna kalıbımı basabilirim. Şimdi kimseye ihtiyacım yok. Resim siparişleri alıyorum. Geçimimi sağlayabiliyorum."

"Ben," dedim yutkunarak. "Ne söyleyeceğimi bilmiyorum."

Zihnimin içerisinde çığlık çığlığa koşturan Mihrinaz, çarptığı duvarların etkisiyle yalpalamış sonra ise düşmüştü. Onun düşüşü benim canımı yakmıştı. Bazı şeyleri algılamak istemiyordum. Bu yüzden zihnimin duvarlarında çığlıklarım yankılanıyordu. Fakat sonra mantığım tüm o haykırışlarımı bir isyanı bastırır gibi bastırıp yutuyordu. Mantığım yavaş yavaş hakikatleri çürütüyordu.

Her seferinde daha fazla düşüyor, yaralarıma yenilerini ekliyor, daha ağır acılara katlanmak zorunda kalıyordum. Bildiklerim yalan çıkarken her taşın altında bilmediklerim saklıydı. Taşlar ise ağırdı. Benim kaldırıp altına bakamayacağım kadar ağırdı hem de. Fakat onların altında benim tüm hayatım gizliydi. Dedemin sakladıkları, Turan'ın ve tabii ki Zamir'in...

Titreyen sesle, "Mihrinaz," diye seslendi bana. "Bu ikimizin arasında ebedî kalacak. Söz ver."

Gözlerinin içine baktım. Açık kahverengi gözleri bana ısrarcı bir şekilde bakarken bunu yapıp yapamayacağımı düşünüyordum. Böyle bir sırrı sonuna kadar taşıyabilir miydim? Büşra'nın ifadesinin altında ezildiğimi hissederken göğüs kafesimde sıkışan nefesimi dışarı verdim.

"Peki. Söz veriyorum."

Büşra, hiçbir şey söylemeden sessizce karşımda oturmaya devam etti, onu ikinci kez inceleme fırsatım olmuştu. Bembeyaz tenine dökülen doğal sarı saçları, çekici göstermeye yetecek nitelikteydi. Fakat yüzü... Yüzü çok daha güzeldi. Her kadını kıskandıracak derecede dolgun dudakları vardı ve bu dudaklarına her zaman dikkat çeken renkte ruj sürer, daha belirgin görünmesine sebep olurdu. Küçük burnu, açık kahverengi gözleri, sarı ve belli belirsiz kirpikleri, ince kaşları vardı. Hem kadınsı hem de şirin bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Her erkeğin ilk bakışta âşık olacağı biriydi. Hatta nedensizce hiç aşkı tatmayan Turan'ın bile onu görene kadar aynı fikirde kalacağını düşünmüştüm. Baran'ın onun gibi birini nasıl biriyle aldatabileceğini merak ediyordum...

"Acıktım," diyerek sessizliği bozdu. "Keşke restorandan bir şeyler alsaydık. Çok güzeldi yemekler."

Omuz silktim, hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı, omzuma dokunarak odadan dışarı çıktı. Büşra çıktığı an gözlerim boş olan yatağa ve Zamir'in yastığına ilişti. Daha dün burada uyuyup ağlamıştık. Ama şimdi yoktu... Çünkü yok olmayı seçmişti.

Ona onunla beraber sonuna kadar gitmek istediğimi söylemiştim. Yolumuzun taşlı, tozlu, çamurlu olduğunu bilmeme rağmen bunu istemiş ve söylemiştim. Fakat Zamir bizim yolumuzu ayağımızın altından çekmişti. Bunu bir başkası değil, bizzat kendisi yapmıştı. Tüm yeri ayağımın altından kaydırmıştı.

Ayağa kalktım, bacaklarım hafif titremişti. Kendimi Zamir'in uyuduğu tarafa attığımda yastığını kucaklayarak burnuma bastırdım. Kokusu anında burnuma doldu, şiddetli bir şekilde sarsılıp ağlamaya başladım. Ben ne yapacaktım? Bir yolum bile yokken nasıl devam edecektim? Bugün gördüklerimi ona hatırlamadan nasıl bakacaktım?

Dün onun yaralarını gördüğümü, çıplak sırtına dokunduğumu, ona istediğim gibi sarılabildiğimi hatırladığımda kalbime balyozla vuruyorlarmış gibi hissettim. Şu an kalbimi söküp çıkarsam belki içim daha az acırdı. Birileri içimde sönmeyecek bir ateş yakmış, kenarda durarak kül olana kadar yanmasını bekliyormuş gibiydi. Yanacaktım. Canım çok acıyacaktı. Kül olacaktım. Kül...

Gözlerimi kapatarak yastığına sıkıca sarılmaya devam ettim. Bugün orada olmasını dilemiştim değil mi? Ve dileğim gerçekleşmişti... Şimdi keşke bugünün hiç yaşanmamış olmasını dilesem biter miydi bugün? Unutulur muydu? İçimin acısı geçer miydi?

Odanın kapısı açıldı, sırtımı çevirip arkaya bakmadım. Birkaç hareketten sonra, "Pijamalarını bıraktım. Üzerini değiştir. Işığı kapatıyorum," demişti Baran. Sanırım bana olan siniri uçup gitmişti. Işığı kapatıp dışarı çıktı, yatakta doğrulup üzerimi değiştirdim ve ardından kapalı olan koyu renkteki perdeyi çektim.

Ay ve yıldızların ışığı odaya dolduğunda Zamir'in söylediği cümle gelmişti aklıma. "Yıldızlar ve ay sarılmış. Sen de bana mı sarılsan?"

Pencereyi açarak buz gibi havanın içeri girmesine izin verdim. Gözlerim aşağıya doğru kaydı, onu görmüştüm. Yerde oturmuş, sırtını arabasının kaputuna yaslamış bir Zamir Hancıoğlu. Dudaklarının arasına sigara sıkıştırmış ama onu ateşlememişti. Çünkü çakmağı bendeydi ve sadece o çakmakla yakardı sigarasını.

Onun bu perişan hâli içimde ince sızı oluşmasına neden olurken başını kaldıracak gibi olmuştu. Hemen bir adım geri gidip beni görme ihtimalini yok ettim. Elimi kalbime götürdüm, yerinden çıkacak gibi çarptığını fark ettim.

Birkaç saniye sonra perdenin arkasından tekrar aşağı baktım, başı eğikti. "Böyle olacağını tahmin etmezdim," diye fısıldadım esen rüzgâra doğru. "Bugünün yaşanmasını isterdim."

Başını kaldırdı o an. Tam geri çekilecektim ama gözleri gözlerimi yakaladı, artık çok geç olduğunun farkındaydım. Geceye meydan okuyan kara gözlerini ela gözlerime dokundurarak omuzlarını indirdi. Ardından dudaklarının arasında yakamadığı sigarasını alarak, "Özür dilerim," dedi. Bunu sesli dile getirmemişti sadece dudaklarını kıpırdatmıştı.

Başımı iki yana sallayarak, "Dileme," dedim sessizce.

Continue Reading

You'll Also Like

6.8K 633 18
"Sende bir çizik bile yokken ben de açtığın kabuk tutmayan yarayı sana nasıl anlatayım?" Hazan uzun zamandır uzaktan izlediği ilk aşkının, kendisi i...
7.9M 212K 68
ŞİMDİ EPSİLON YAYINEVİ KATKILARIYLA TÜM KİTAPÇILARDA... ------- "Biz, aynı rengin iki farklı tonuyduk. Bir yanda soğuk bir gecenin üzerine dökülen ay...
78.2K 3K 69
Beyaz Savaş; yalanlarla gerçeğin, sevgiyle nefretin, ölümle yaşamın, kılıçlarla kalkanların, sessizlikle seslerin, sırlarla açıkların, karanlıkla ışı...
15.2K 2K 8
Bazı ölümler bir son, bazı ölümler bir başlangıçtır. Çünkü kimileri ölür ve hikâyeleri biter, kimilerinin ölümü de birileri için yeni bir hikâye başl...