HALEF

Door lemveli

910K 72K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... Meer

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞

18K 1.8K 629
Door lemveli

"Bazı yaraların iyileşmesi için önce acıması gerekmez mi?"

XVI - "Uçuruma Koşmak"

Beklenmedik bir sis her tarafımı sarmış, sonu görünmeyen, zifirî karanlık yolda beni, ağır bir dram içine gömmüştü. Geçmişimi anımsadığımda birçok kişi hakkında çok şey bildiğimi, bazılarını kendim kadar iyi tanıdığımı düşünüyordum. Dedemi, Turan'ı ezbere bilirdim. Şu an bildiklerimin ipi elimden alınsa da bu böyleydi fakat şimdi yan odadaki adamı tanımıyordum. Ben bu adamdan ne umabilirdim, bilmiyordum. Benim üzerimde, dedemin ve hatta Turan'ın üzerinde gizemli bir baskısı vardı. Soyut, temeli olmayan birçok endişelerim bugün kendini doğrulatmıştı. Ben, Zamir Hancıoğlu'na güvenerek hata etmiştim. Doğduğumdan beri benimle her adımını aynı atan Turan'a silah doğrultarak bunu bana açıkça göstermişti. Turan'a gelince... Zamir'i vurmayacağından emindim. Peki ya Zamir? O yapar mıydı? İşte tam olarak bu noktada çelişki kuyusuna düşüyordum. Bilmiyordum! Zamir'in ne yapacağını ne yapabileceğini kestiremiyordum. Çünkü ben onu zerre kadar tanımıyordum.

Uyuyamayacağımı anlayarak ayağa kalkıp terliklerimi giydim ve sessizce odadan sızdım. Zihnimin aksine ev oldukça sessizdi. Çıt dahi çıkarmadan Zamir'in odasına geldim, kapısı çok az açıktı. İçeriden lamba ışığı dışarı yansıyordu. Uyanık olma ihtimaline karşılık kapıyı araladım ve içeri doğru başımı uzattım. Gördüğüm manzara ise beni şaşırtmaya yetmişti. Zamir uyuyordu, fakat koluyla göğsünün arasına giren Suzi'yi görmek bana sürpriz olmuştu.

Birkaç saniye duraksadım, derin bir nefes alıp komodinin üzerindeki telefonuna doğru hareketlendim. Telefonu aldım, bildirim kısmından gelen mesajlara baktım.

Baran:şra'yla yarın orada oluruz.

Aras: Hâlâ bitmedi mi işin?

Ekran kilidini açmak için parmağımı orta düğmeye bastığımda önüme parmak izi yönlendirmesi ve şifre klavyesi gelmişti. Zamir'in eli yatağın dışında sayılırdı. Parmağını ekrana dokundurursam açılırdı telefon, değil mi? Telefonu titremekte olan elimle Zamir'in koluna dokunmamaya çalışarak başparmağına yakınlaştırdım. Başparmağını dokundurdum ama telefon açılmamıştı!

"Keçilere yasak."

Kalbim ritim sesiyle şiddetlenirken irkilerek gözlerimi açtım ve oturduğum yerde geriye gittim. "Ne?"

"Şifre keçilere yasak. Haydi, dene."

Telefonu komodinin üzerine bıraktım. "İstemez."

Zamir, kolunda uyuyan Suzi'ye dikkat ederek doğruldu. Suzi, gözlerini açıp ona baktı fakat sonra yeniden uykuya daldı. "Neyi merak ediyordun?"

"Hiç."

Tek kaşını havalandırdı. "Hiç?"

Başımı salladım ve ayağa kalkarak odasından hışımla çıkıp salona girdim. Peşimden geleceğine emindim. Nitekim öyle de olmuştu. Zamir, uykunun etkisinden dolayı boğuk sesle, "Aynı evde birbirimizin arkasından iş mi çevireceğiz?" diye sordu.

Gözlerimi kısıp iğneleyici tonla, "Sen sanki bunu yapmıyor musun?" diye sordum. "Dedemi, Turan'ı resmen parmağında oynatıyorsun. Turan'a nasıl silah doğrultursun sen? Onu geçtim, sen nasıl ikna ettin onu? Ha, nasıl?"

"Seni güvende tutmak isteyen herkes benim yanımda kalmana göz yumar."

Öfkeyle bağırmaya başladım: "Neden? Nesin sen? Kimsin?"

"Bağırma," dedi kısık bir sesle. "Suzi uyanacak."

Göğsüne şiddetli şekilde vurdum, "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?"

Zamir inleyerek birkaç adım geri gittiğinde hatırlamıştım. Defalarca göğsüne vurduğumda bu tepkiyi verirdi. Bu sefer ise ne olduğunu öğrenecektim. Zamir, derin nefes alırken tişörtünün ucundan tutup yukarı doğru kaldırdım. Bileklerimden tutup bana engel oldu. "Ne yapıyorsun sen?"

Ateş topuna dönen ela gözlerimi kapkara gözlerine dokundurdum. "Göreceğim!"

Bileklerimi bıraktığı an demin tuttuğu yerlerin buz kestiğine yemin edebilirdim. Yutkunarak tişörtünü kavradım ve yukarı doğru kaldırdım. Zamir kollarını kaldırarak bana yardımcı olurken kalbim göğüs kafesimin içerisinde titriyordu âdeta. Gözlerimi kırpmadan tişörtünü sıyırdım, çıplak göğsü karşımdaydı. Göğsü yara izleriyle doluydu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Bunlar... Nasıl oldu?"

Cevap vermeden doğruca gözlerimin içine baktığında ifadesinde çok şey gizlediğinin farkındaydım. Elimi uzatıp dokunmak istediğimde geri çekildi. "İyileştirmeyi beceremeyeceğin yaralara dokunup daha da acıtma beni."

Dolan gözlerle, "Sen sanki benim canımı acıtmıyor musun?" diye sordum.

Zamir'in boğazı düğümlendi. Siyah gözlerine yaşlar dolarken, "Yemin ederim, hiçbir zaman seni incitecek bir şey yapmak istemedim ben," dedi. "En başından beri tek maksadım seni korumak oldu."

İlk yaş benim gözlerimden aktı. "Ben sana nasıl inanayım? Bu kadar şeyden sonra hâlâ bana hiçbir şey anlatamıyorken ben sana nasıl inanayım, Zamir?"

Başını iki yana salladı. "İnanmak için sebep gerekmez. İnsan inanmak isterse gözü kapalı inanır. Sebeplere, nedenlere ihtiyaç duymaz."

"Nasıl oldu bunlar?"

"Görevde."

"Asker misin?" diye sordum. Babasının şehit düşen bir tuğgeneral olduğunu hatırlayarak bunu sormuştum. Aklıma ilk bu ihtimal gelmişti.

"Sen bana inanmayan birisin. Ben bu koşullar altında sorularına cevap veremem, Mihrinaz," dedi sakin sesle. "Lütfen."

Hiçbir şey demeden başımı eğdim ve çıplak göğsündeki yaralara baktım. Ayaklarım beni istemsizce ona doğru yakınlaştırdı, bu defa geri çekilmedi. Boğazıma oturan taşa rağmen kendimi yeniden ağlamamak için sıkmaya devam ettim. "Dokunmak istiyorum."

Beni inkâr etti. "Acıtmak istiyorsun."

"Bazı yaraların iyileşmesi için önce acıması gerekmez mi?"

Bu kez beni onaylamıştı. "Dokun. Acıtarak iyileştir o zaman."

Parmağımın ucuyla yanık izlerine dokunduğumda Zamir'in yüzündeki ifade değişmedi. Fakat gözleri... Gözlerinde sanki canlandırdığı anıların içine girmiş gibiydi. Anımsadığı hangi kötü hatıranın iziydi bunlar? Bilmiyordum. Peki, neden sebebini bilmediğim yaraları iyileştirmek istiyordum?

İçimde dayanılmaz bir ağırlık duydum, bu yükü sadece ona daha yakın olarak atacağımı biliyordum. Bu yüzden belki de yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Zamir'in göğsüne dikkat ederek ona sarıldım. Parmak uçlarımda yükselmiş, çenemi çıplak omzunun üzerine yaslamıştım. Ellerim kuvvetli kollarından içeri girip sırtında buluştuğunda hâlâ hareketsizdi.

Tanrım... Burası neresiydi tam olarak? Omzu neden odamdaki yastık gibi hissettiriyordu? Kolları neden evimin duvarları gibi güven veriyordu bana? Bakışları neden her akşam yorgun geldiğimde önüme konulan yemek kadar sıcaktı? Her bir yanı neden evim gibiydi?

"Böyle hissettirmen doğru değil."

Bana sarıldı. "Doğru değil," dedi. Kollarının arasındaki bedenimi mümkünmüş gibi daha sıkı sardı. "Ama sence de çok güzel bir hata değil mi?" Hataydı. Saatler önce aileme karşı olan bir adamdı ama şimdi ben, onun kollarının arasında evimi bulmuş gibiydim. Güvenilmeyecek olan o değildi belki de: Kendimdim.

Onayladım, "Çok güzel bir hata..." Düşünmeden, ölçüp biçmeden söylediğim cümle içimi rahatlatmıştı. Neden her şeyi içime atıyordum ki zaten? İyi ya da kötü her içimden geleni söylersem rahatlardım belki de. Gözlerimi huzurla kapattım. "Birkaç dakika daha beni bırakmaz mısın lütfen?"

"Bırakmam." Avucumu yavaşça sırtında gezdirdim. Hissederek. İliklerime kadar onu hissederek yaptım bu hareketi. Zamir'in bedeni tenlerimizin temasıyla gerilmişti. Kendini sıktığını hissedebiliyordum. Benim temasım onu etkilemişti! Bundan gurur duyarak çıplak sırtını okşamaya devam ettim. "Mihrinaz," dedi bedenini kasarak. "Hareketsiz durabilir misin?"

Gülümsedim ve şuh bir sesle, "Neden?" diye sordum.

"Dur dedim."

"Durmazsam?" diyerek ona meydan okudum. Bu deli cesareti temasımızdan doğmuştu, bundan emindim. Onu etkilemek beni cesaretlendirmişti ve kendimi iyi hissettirmişti. Bir kadın gibi hissetmiştim. İlk defa hem de. Yirmi üç yıl boyunca her zaman küçük bir kız çocuğu gibi görürdüm kendimi. Fakat şu an bambaşkaydı.

"Durmazsan eğer tişörtün gider."

Kulağına doğru kıkırdadım. "Gitsin."

Zamir, hızlıca tişörtümü üzerimden sıyırdı, kahkaha atmaya başladım. Yüz ifadesini betimleyemezdim ama bunu beklemediği aşikârdı. "Sen yine mi atlet giydin?"

Gülmeye devam ederek, "Beklentini yine mi karşılayamadım?" diye sordum. Beni kendine doğru çekti.

Başımı kaldırıp yüzlerimizi aynı hizaya getirdi ve büyüleyici bir tonla, "Benim beklentim senin bedeninden değil," dedi. "Buradan." Avucunu kalbime doğru sertçe bastırdı. O an avucunun sıcaklığı kalbimdeki ışıkları yakmış, tüm karanlık damar yollarımı aydınlatmıştı.

Kaç dakika öyle kaldık, bilmiyordum. Zaman kavramını çoktan yitirmiş olmalıydık. En son "Ayaklarım uyuştu," dedim. Beklemediğim bir şey yaparak beni omzuna attı. "Zamir!" diye bağırdım. "Ne yapıyorsun?"

"Sessiz ol," diye uyardı beni. "Suzi uyuyor."

Zamir beni kendi odasına götürdü, sesimi çıkaramadım. Belki de sesimi çıkarmak istememiştim. Bilmiyordum. Beni iki kişilik yatağın yanında yere indirdi, yatağın tam ortasında uyuyan Suzi'ye baktım. Zamir yatağın sağ tarafına geçerek, "Haydi, uzan," dedi. Yatağın sol tarafına uzandım. Ortada Suzi, diğer tarafta da Zamir vardı.

Tereddütle, "Gece bizi ısırır mı?" diye sordum. Alayla gülmüştü.

"Saçmalama."

Omuz silktim. "Hiçbir zaman bir kediyle uyumadım."

Muzip bir ifadeyle, "Benimle de aynı yatakta uyumadın," dedi. Yüzümü buruşturdum. Haklıydı. Hiç birlikte uyumamıştık çünkü onu yerde yatmaya mecbur etmiştim her defasında.

"Senin beni ısıracak hâlin yok ya."

Bana göz kırptı. "Emin olma bence." Kalbim göğsümün derinliklerine doğru kaydı, Zamir'e baktım. Saçları uzamıştı. En son birkaç gün önce saçlarına dokunduğumda parmaklarım o yoğunluğun içinde kaybolmuştu. Bunu anımsadığımda yine aynı şeyi yapmak istedim. Sakalları ise eskisi gibi uzun değildi ama artık eskisi kadar bana acı vermiyordu.

Donuk sesle, "Bugün için özür dilerim," dedi. "Kendimi kontrol etmeliydim belki de. Ama olmadı." Cevap aradım ama bulamadım. Dudaklarıma benden bağımsız bir kilit vurulmuştu sanki. "Ne olursa olsun, senin sevdiklerinden birine zarar verme girişiminde bulunmamalıydım." Konuşmadığımı gördüğünde daha fazla üstelemedi. Sustuk. Dakikalarca, belki de saatlerce... Zamir'in gözleri kapanmak üzereydi, Suzi ortamızda yuvarlanmış şekilde çoktan uyumuştu. Ben ise pürdikkat onlara bakıyordum, yorgun gözlerle.

Gece sessizliğe, ben ise bu ana teslimdim.

Uykulu bir sesle, "Uçuruma koşarak gidilebileceğini sende gördüm," dedi ve uyudu.

İlk defa uzak da olsa aynı yatakta uyumuştuk. Daha saatler önce ailemden birine silah çekmesine ve bayılmama neden olmasına rağmen yanımda gözlerini yummuştu. Güvenimi kıran, sonra onaran adamla beraber uyuyacaktım. Bir müddet onu izleyip zihnimde yankılanan cümlesiyle uykuya dalarken içimden aileme ihanet edip etmediğimi sorguluyordum.

Bir ses beni uykunun derinliklerinden çekti, irkilerek gözlerimi açtım. Bir anlık nerede olduğumu sorgulamış, Zamir'in çıplak sırtını görüp anımsamıştım. Beraber uyumuştuk. Gözlerim karanlık gecenin tablosu gibi görünen pencereye dokundu, olduğum yerde doğruldum.

"Ne oldu?" Bana cevap vermeyip komodinin üzerindeki suya uzandı ve tek dikişte kocaman bardağı bitirip derin nefes aldı. "İyi misin?" Elimi omuzuna götürdüm, terlediğini fark etmiştim. "Terlemişsin."

Başını iki yana salladı. "Değilim."

"Ne oldu?" Yatakta kayarak onun karşısına geçtim, oldukça yitik hâli görüş açıma girdi. Bana cevap vermedi, elimi uzatarak terli yanağına dokundum. "Zamir, kâbus mu gördün yoksa?"

"Kâbusumun yıldönümü bugün." Babasının ölüm günü olmalıydı.

Kaşlarım havalanırken, "Bugün mü?" diye sordum. Elimi yavaşça yüzünde gezdirdim. "Üzgünüm."

"Çok acıyor bazen," dedi sessizce. "Gerçekten içimin yandığını hissedebiliyorum. Sanki biri iliklerimi ateşe vermiş gibi ve ben, bu yangını söndürmekten acizim. Zamanla geçer demişlerdi bana. Yalan söylediler."

Dudaklarım seğirirken boğazım düğümlendi, "Vatan sağ olsun, üzgünüm," dedim tekrar.

"Babama ağlayamadım bile cenazesinde. Çünkü güçlü görünmem gerekiyordu."

Yanağındaki elimi ansızın tutup kucağına indirdi ve sıktı ama bu, güzel bir şey demek değildi. Bundan emindim. "Ama kendimi teselli ettim hep. 'Benim babam kahraman,' dedim. 'Başkalarının çocukları yaşasın diye beni babasız bıraktı,' dedim. Onun dostları bana çok güzel amcalık etti belki ama kimse bana baba, anneme eş olamadı."

Ellerimizin üzerine Zamir'in gözyaşı düştü, avuç içlerimin terlediğini hissediyordum. Zamir ağlıyordu. Ruhunun en çıplak hâliyle karşımda oturmuş ağlıyordu. "Yemin ederim, o ambulans sesi geldiğinde ben babamın öldüğünü anlamıştım."

Dudaklarından bir hıçkırıp kopup aramıza düştü. "Annem bayıldığında kalp krizi geçirecek gibi oldum. Bayılmak istiyordum ama işte, erkek adamım ya kendimi sıktım... Ağlamaya ihtiyacım varken dimdik ayakta durduğum için nefret ettim erkeklik kavramından." Yutkundu ve sustu birkaç saniye. "Ben, bugün hem babamı hem de annemi kaybettim."

Başımı iki yana sallayarak ona itiraz ettim. "Kaybetmedin."

"Kaybettim!" dedi acıyla. Başını kaldırıp ağlayan gözlerini gözlerime dikti. "Annem beni her gördüğünde fenalaşıyor. Babama benzediğim için! Ben anneme sarılamıyorum. Gidip babamın mezarına sarılıyorum ama kanlı, canlı anneme dokunamıyorum! Onun elinden yaprak sarma yiyemiyorum, çorba içemiyorum. Ben sadece anneme uzaktan bakabiliyorum."

"Git," dedim aniden. "Zaten Büşra ile Baran gelecek. Git gör anneni ve babanı."

"Seni yalnız bırakamam."

"Büşra ile Baran gelecek. İtiraz kabul etmiyorum. Gidiyorsun." Gitmek istediğini biliyordum. Bu onun en doğal hakkıydı ne de olsa. Birkaç dakika Zamir içini çeke çeke ağlamaya devam etti. Gözyaşlarım seri şekilde akıp ona eşlik ederken ellerimiz bir an olsun ayrılmıyordu. Elini sıkarak yanında olduğumu belli ettim. O da benim elimi sıktı. Bundan başka yapacak bir şey, söylenecek bir cümle de yoktu zaten.

"Belki bir gün ben de gelirim seninle." Gözyaşlarımız akmaya devam ederken her ikimiz de gülümsedik.

Kaşları havalandı. "Gelir misin?"

Buruk bir gülümseme eşliğinde, "Gelirim," diye fısıldadım ve başımı çıplak göğsüne yasladım. O an ilk defa birisinin çektiği acının bana geçmesini dilemiştim.

Keyfini yerine getirmek adına, "Ağlamak yasak desem beni öldürürsün değil mi?" diye onunla dalga geçtim.

"Sarılırım," dedi ve sıkıca sarıldı. Gözyaşlarımız, iç çekişlerimiz bitene kadar ayrılmadık. Teri teninde soğurken nefesleri düzenli bir hâl almıştı.

Dakikalar akıp gittiği sırada, "Ben bilet bakayım," diyerek kıpırdandı.

Bedenimi kollarının arasından zorlukla çekip çıkardım. "Ben de eşyalarını toparlayayım mı?"

Benim teklifim onu şaşırtmıştı. Fakat bunu belli etmeden onaylayan mırıltısıyla beni harekete geçirdi. Zamir'in dolapta kısa tatillerde kullanmak için ideal boyda bir el çantası vardı. O çantayı çıkararak diğer lambayı da yakıp odayı aydınlattım. Işığı tam açıp Suzi'yi rahatsız etmek istememiştim. Gerçi ışığa tepki verir miydi, bilmiyordum. Yatağa baktım hâlâ uyuduğunu görüp işime devam ettim. İki kazak, iki pantolonu dikkatle katlayıp çantanın yanına yerleştirdim. Parfüm ve diş fırçasını da kenar ceplere yerleştirdikten sonra cüzdanını çantanın cebine attım. Fakat çekmecedeki silahına dokunmamıştım. Zamir de bunu fark etmiş gibi telefonda konuşmasına rağmen bana durmamı işaret etti.

Telefon konuşmaları bittikten sonra odaya gelip çekmecedeki silahını aldı ve birkaç eşyasını da aldıktan sonra çantasını toplayıp kenara bıraktı. "Baran birkaç saate burada olur."

"Tamam. Uçağın ne zaman?"

"İki saate."

"Ben yalnız kalabilirim," dedim kısık sesle. "Sen git."

Dudakları gerilirken, "Emin misin, Mihrinaz?" dedi son kez. "Gitme dersen eğer..."

Başımı şiddetle iki yana sallayarak, "Git," dedim. "Uyuyacağım zaten ben de onlar gelene kadar."

Zamir, birkaç parça kıyafet alarak üzerini değiştirmek için başka odaya geçti, Suzi'nin başını okşamaya başlamıştım. Uykulu olmasına rağmen hoşuna gitmişti ve mırlamaya başlamıştı. Sevilmek her canlıya iyi geliyordu gerçekten de. Daha birkaç gün önce sokakta açtı belki de ama şimdi sıcak bir evdeydi, karnı toktu ve sanırım mutluydu...

Aşina olduğum ses, "Çıkıyorum," dedi. Başımı çevirerek kapıda duran Zamir'e baktım. Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigara ve elindeki çakmakla kapıya yaslanmış bana bakıyordu.

Vicdansız... Giderayak yine beni etkiliyordu.

Ayağa kalkarak kapının önüne geldim. Yerden çantasını aldı ve kapıyı açmak için hareketlendi. Bir anda zihnime düşen fikirle, "Uçağa silahla binebiliyorsun," diye mırıldandım. "Silah taşıma iznin var."

Zamir, bunu duydu ve döndü. Böyle bir şeyi akıl etmiş olmamı beklemediği aşikârdı. "Var." Kapıyı açarak bana döndü ve çakmağını bana uzattı. "Ateşlesene." Elindeki çakmağı alıp yukarı doğru kaldırdım ve demir kapağını açtım. Aynı anda içerisinden çıkan alev dalgasını Zamir'in dudakları arasındaki sigaraya dokundurdum. "Çakmak sende kalsın," dedi. Dudağındaki sigarayı parmağının arasına sıkıştırdı. "Fazla tüketmek istemiyorum."

Arkasını döndü, "Sanki başka bir çakmak alamazsın," dedim kinayeli tonla.

Durdu. Sadece başını çevirerek, "Sadece onunla ateşlerim sigarayı," dedi. "Babamın çakmağıydı. Şehit düştüğünde üzerinden çıkmıştı."

Ve gitti.

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

2.2M 208K 42
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...
338K 14K 37
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
1.5M 89.6K 41
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
12.8K 1K 41
Sabır kabınıza damlatılan bütün o sadakatsizlik, nefret ve sevgisizlik damlaları tıpkı kadim bir din gibi yüreğinizi sarmadan dökün gitsin. Avuç içle...