Zehir Kadehleri Leydisi (Deva...

Oleh nursu_cugalir

13K 797 169

"Sıradan bir erkeği etkilemek kolaydı. Sıradan bir erkeği bunu yapmasını bilen her kadın etkileyebilir ve yat... Lebih Banyak

ZEHİR KADEHLERİ LEYDİSİ
Karakterler (Temsili Görseller)
1.Bölüm: "Başını eğ, itaat et."
2.Bölüm: "Çocuk yapamazsın ki aptal!"
3.Bölüm: "Soyun, soyun, soyun!"
4.Bölüm: "Zehirli Isabel..."
5.Bölüm: "Güzel kokan hoş kızlar!"
6.Bölüm: "Hazırlan, gidiyoruz."
Aşırı Güzel Yeni Kapağımız

7.Bölüm: "Ailem yok benim!"

1K 74 14
Oleh nursu_cugalir

Kapıyı sessiz bir şekilde açsalar da biraz gıcırdadı. Isabel birinin bunu duyup gelmesinden korkarak arkasına baktı. Horlama sesleri biraz olsun azalmamıştı. Böylece kimsenin uyanmadığından emin olarak kapıdan çıktılar.

"Tanrı aşkına! Yaptığımız şeye bak," diye söylendi Diane.

"Hadi hadi!" dedi Isabel, Diane'in elini tutup onu çekiştirerek. Sarayı kasaba yoluna bağlayan köprüden geçmeye başladılar. "Söylenmeye gerek yok. Gidip biraz eğlenelim tüm bu başımızı yoran kral bozuntusunun ardından."

"Pekâlâ Matmazel Isabel, yolu biliyor musunuz acaba? Sadece meraktan soruyorum."

Isabel, Diane'in yüzüne önce bön bön birkaç saniye boyunca baktı. Ardından omzunu silkti. "Bulabiliriz. Karşımıza çıkan ilk tavernaya gireriz."

Diane, Isabel bir umutsuz vakaymış gibi ona bakmaya başladı. "Eğer bu işten sağ salim kurtulabilirsek tıpkı Louyse gibi tapınağa gidip Tanrı'ya köpek gibi dua edip şükredeceğim. Üstüne bir de mumlar dikeceğim. Bir senin için, bir de benim için."

"Öyleyse tapınağın yerini şimdiden öğrenmeye başlasan iyi olur."

"Sen delisin, Isabel. Biliyorsun, değil mi?"

Isabel, Diane'e bakıp omuz silkti. "Deli değilim. Sadece biraz eğlenmeyi seviyorum." Kaşları kalktı. "Genciz, hayat kısa. Ayrıca bundan sonra önümüzde kokuşmuş, engebeli bir yol var. Son günlerin biraz tadını çıkarmaktan ne zarar gelebilir ki?"

"En son 'ne zarar gelebilir ki' diyerek bir işe atıldığımızda ayağımıza atılan falakalar yüzünden iki gün boyunca yürüyememiştik, bunu hatırlatmama gerek var mı?"

Isabel'in yüzünde kocaman, samimi bir gülümseme oluştu. "Ah o falakalar... Daha ilk gün dolmadan manastırı biraz özlemeye başlamış olabilirim."

"Manastırdan nefret ediyorum!" diye yakındı Diane. "Burası nedense daha iyi bir yermiş gibi geliyor. Fakat... Kral William'ın anlatıldığı biri gibi olmadığına dair şüpheler var kafamda."

Isabel bu konuda arkadaşına hak veriyordu. Kral William'ın ses tonu bile tüyler ürperticiydi, tuhaf bir adamdı. Belki de ilk defa bu kadar üst mertebede birini gördüğü ve bunu yadırgadığı içindi bu hisler. Belki de önyargı ile yaklaşıyordu. Bilmiyordu. Fakat ona karşı şu anlık içinde çok iyi hisler olduğunu söyleyemezdi.

Diane'in bu konu hakkındaki görüşüne sustu, kendisini bildirmedi.

Biraz yürüyüş ve dedikodu eşliğinde şehre ulaştılar. Şehir bu saatte ölü olsa bile Isabel kenarlarda içip sızan ayyaşların olduğunu görüyordu. Küçük taşlarla yapılmış yolun üzerinde yürürken soğuk hava yüzünü sessizce yalıyor ve kafasına taktığı başlığı arkaya doğru sıyırıp omuzlarına dökülmesini sağlıyordu. Manastırın aşağısındaki kentten bile daha ölüydü burası. Orası genelevlerden uzun çoraplarıyla ve orta halli durumunun el verdiği kadar alabildiği tunikleriyle çıkan adamlarla dolu olurdu. Kiminin elinde birası olurdu, kiminin elinde şarabı, bazıları ise içkisini gideceği tavernaya saklar ve orada içip orada sarhoş olurdu. Lakin burası sırtına çuval yükleyip gece bile çalışan birkaç sıska, üstü başı kirli çocuk ve kenarda köşede ağızlarından akan salyalarıyla sızan sarhoşlar haricinde bomboştu.

"Buralar iki genç kız için çok tehlikeli," dedi Diane başını dik tutup güçlü görünmeye çalışarak.

"Saçmalık!" dedi Isabel. "Ayrıca hançerlerimiz var."

Diane sanki Isabel espri yapmışçasına güldü. "Bu çok etkili olur."

"Unuttun mu Diane, kaç yıllık dövüş eğitimimiz var bizim."

"Isabel, çoğu zaman seni zeki sanıyorum ama sonra bir aklının olmadığını düşünüyorum."

Isabel gözlerini devirdi. "İyi, tamam!"

"Bilmediğimiz bir şehirde, bilmediğimiz yollarda..." diye söylenmeye devam etti Diane yol boyunca yaptığı gibi. Ama Isabel'e etki etmiyordu bu yakınmalar. Bunları çok görmüştü.

"Evet!" diyerek sesini heyecanla yükseltti Isabel gördüğü ahşaptan, derme çatma bir binaya karşı. Koyu kahverengi gözleri bir anda çakmak taşı gibi olmuştu. "Burası taverna olmalı."

"Girelim öyleyse," dedi Diane sonunda teslim olmuşçasına. Hatta bir yandan o da bunu istiyor gibiydi her ne kadar belli etmemeye çalışsa da.

Tavernaya girdiler. Girdikleri anda Isabel'in burnunu yanık yağ ve alkol kokusu doldurdu. İkisi karışınca güzel ama bir yandan da berbat duygu yüklü koku yayıyordu. Taverna aynı zamanda adam kokuyordu, berbat olan duygu yükü de buradan geliyor olmalıydı.

Masalar bakır bira maşrapalarıyla doluydu. Oturaklarda hepsinin yüzü kızlara dönmüş olan koca koca adamlar oturuyordu. Taverna cılız mum ışıklarıyla aydınlatılmıştı. Gecenin hançer gibi keskin olan soğuğundan korunmak amaçlı olsa gerek, şömineyi yakmışlardı ve içindeki ateş çatırdayarak yanıyor, etrafı daha sıcak bir hale getiriyordu. Ahşap ve muhtemelen eski bir bina olduğu için gezinen insanlara bir sürü kulak tırmalayıcı gıcırtılar eşlik ediyordu.

Isabel başlığını geriye atıp, etrafı süzmeyi kesip adamlara baktı. Adamlardan biri, "Ooo, kızlar!" diye bağırdı bira maşrapasını yukarıya kaldırarak.

Isabel adama kötü bir bakış atarak Diane ile müsait bir masaya ilerlemeye başladı. Masaya huzurla oturmaya çalıştılar ancak tavernadakilerin gözleri hâlâ kızların üzerindeyken bu huzuru korumak zordu.

Çalışan sadece üç kişi var gibi görünüyordu. Yaşlı bir adam tezgâhta duruyor, yemekleri pişirip para alıyor; orta yaşlarda erkeksi bir yüz ifadesine sahip olan ama pembe bir elbise giyen kadın tavernadakilerle dostça sohbetler edip tezgâhtan içki götürüyor; kadından daha genç duran ama saçlarına yavaştan aklar inmiş olan adam da kadınla aynı şeyi yapıyordu. Isabel adamla kadının surat benzerliğinden dolayı onların kardeş, tezgâhtaki adamın da babaları olduğunu tahmin ediyordu.

Pembe elbisesi vücuduna dar gelen o şişko kadın onlara doğru yürüdü ve eğilip, "Arzunuz var mıydı?" diye sordu. Biraz yabancılamış gibi bakıyordu. Ne tesadüf ki Isabel ve Diane'in bakışları da çok farklı değildi.

"İki bira fena olmaz," dedi Isabel.

Kadın başını sallayıp babası olduğunu düşündüğü kişiye kendi aralarında kurduğu işaret dili ile iki bira hazırlamasını söyledi. Sonra tekrardan kızlara döndü. "Nereden yolunuz düştü gecenin bu saatinde? Yolunuzu mu kaybettiniz yoksa?" Kızların üstlerinde başlarına baktı. "Sizin gibilerin buraya pek yolu düşmez de."

"Sizin gibiler derken?" diye sordu Diane saldırgan bir tavırla.

"Varlıklı ailenin kızları gibi görünüyorsunuz."

Isabel'in beyninde aile kelimesini duyduktan sonra şimşekler çarpmaya başladı. Varlıklı bir ailenin kızları... Bir ailenin kızı olmak nasıl hissettirir bunu bile bilmiyordu. Hatta bir aile birbirine nasıl davranır, bir aile nasıl olunur hiçbir fikri yoktu.

Diane yutkundu. Aile konusunda Isabel'den daha ketumdu, daha çok aşabilmişti bu konuyu. Isabel ise bu konunun üzerine her zaman daha çok düşmüş ve daha hassas olmuştu.

"Yok, değiliz," dedi Diane. "Sizin gibi insanlarız işte."

"O zaman bu elbiseleri çalmış olmalısınız," dedi kadın göz kırparak, yüzünde ise hınzır bir gülümseme vardı.

"Çalmayı seven insanlar olduğumuz söylenemez," dedi Isabel. "Her neyse, biralarımız nerede kaldı?" diyerek kadını masalarından uzaklaştırmaya ve konuyu dağıtmaya çalıştı.

"Önce paraları görelim!" dedi kadın esmer elini uzatarak. Avuç içini açıp kızlardan para bekledi.

Manastırdayken gittikleri tavernalarda genellikle içip yenildikten sonra parayı verirlerdi. Bu yüzden burada böyle bir şey olacağını hiç akıl edememişti. Yanına getirdiği paraları çıkardı ve kadının avucuna koydu. Kenarları biraz yamuk işlenmiş, biraz aşınmış bakır paraları kadın aldı ve sonrasında biraları kızların önüne koydu.

"Burası hiç daha önce gittiklerimize benzemiyor," dedi Diane birasını yudumlarken. Bir yudum aldıktan sonra yüzü ekşidi. "Ayrıca biraları da berbat!"

Isabel maşrapasının ince kulpundan tutup dudaklarına yaklaştırdı. Biradan bir yudum aldı. Beklediği kadar kötü değildi aslında. Sadece biraz fazla acıydı. "Fena değil."

"Madem biralar senden..." Diane para çıkarıp masaya koydu. "Buraya o kadar gelmişiz, tavuk yemeden de gitmeyelim, değil mi?"

Isabel sırıtmaya başladı. "Tam da bunu bekliyordum işte. Bir tabak tavuk kapıp geliyorum o zaman." Oturduğu sandalyeden usulca kalktı ve Diane'in masaya bıraktığı parayı avuçlarının içine alıp soğuklarını hissederek tezgâha doğru yürüdü.

Yaşlı adam, kız geldiği anda gözleri ona döndü. Adam yaşlı ancak bir o kadar da kıvraktı. Hareketleri otuz yaşında bir adamı aratmayacak cinstendi. Biraz erken yaşlanmış gibi bir hali vardı.

"Bir tabak tavuk alabilir miyim? Tam kızarmış olursa harika olur," diye rica etti Isabel.

Yaşlı adam mum ışığıyla derinleşen kırışık teninin üzerindeki vahşi bakan mavi gözleriyle Isabel'e dik dik baktığında Isabel önce ne yapması gerektiğini zar zor da olsa hatırladı ve elindeki tüm parayı ahşabın üzerine bıraktı. Adamlar işlerini garantileyerek çalışıyorlardı, parayı almadan kıllarını bile kıpırdatmıyorlardı.

Yaşlı adam parayı aldıktan sonra tepsinin üzerindeki kızarmış tavuk yığınından tabağa biraz koydu ve ardından Isabel'e verdi. Isabel samimi olmasına özen göstererek gülümsedi ve ardından buraya yakışık olmayacak kadar nazikçe teşekkür etti.

Tabağın içindeki tavukların muazzam kokusu ciğerlerine dek işliyor ve yüzünü oraya gömme isteği uyandırıyordu. Ne var ki bunu deli gibi istese de buna karşı koymak durumundaydı.

Arkasına dönecekken arkasında tosladığı pürüzlü kaya gibi bir cisimle beraber duraksadı. Kaşlarını çatıp tosladığı şeye bakınca bir kayaya değil de genç bir adama olduğunu görünce ağzı şaşkınlıkla aralandı. Adamın yüzündeki sert bakışı gördüğünde tam özür dilemeye yeltenecekken adamın sözleri onu durdurdu.

"Ne dikkatsiz şeysin sen böyle!"

Isabel dikkat edince elindeki biranın üzerine döküldüğünü gördü. Adamın siyah, önü kapalı pelerininin göğüs kısmı bira sayesinde sırılsıklam olmuştu. Isabel dikkatli olmadığı için kendini çok suçlu hissediyordu.

"Ben... Özür dilerim."

"Bunu nasıl telafi edeceksin şimdi?" deyip kaşlarını çatan genç adamın yakışıklılığını Isabel yeni yeni fark etmeye başlıyordu. Koyu kumral rengindeki saçları ensesine kadar uzanıyordu ve dağınık bir şekilde arkaya doğru atmıştı. Bu ışıkta gözlerinin rengini net bir şekilde göremese de açık kahverengi olduğunu az çok fark edebiliyordu. Uzun boyu, yiğit bir fiziği olduğu gibi yüz kemikleri de belirgindi. Ve sanki öfkesi de biraz sahte gibiydi. Öfkeli görünmek için kendini zorluyor gibiydi.

Kibar davranmaya gayret ederek, "Biraz sonra kurur, merak etme," dedi Isabel adama. Sonra Isabel nezaket eğitmeni Rahibe Anne'in, görse Isabel'e lanet okuyacağı bir hareket yapıp adamın ıslak göğsüne dokundu. "O kadar da ıslak değil ayrıca. Ama eğer istediğin şey buysa yanımda biraz para var."

"İstemez, paran kalsın," dedi adam kaşlarını biraz gevşetip omuz silkerken. "Buralarda az bilinen bir tüccarın gelecek vaat etmeyen yaramaz kızısındır sen büyük ihtimalle. Babandan gizli gizli kaçırdığın parayı almak istemem. Malum bu aralar tüccarların da işleri vasat."

İşte şimdi sinirlenme sırası Isabel'deydi. Cidden buralarda aile kavramı tüm sohbetlerde olmazsa olmaz bir şey miydi? Buraya geldiğinden beri onu en hassas olduğu yerden vurup vurup duruyorlardı.

Nasıl olsa daha görmem, bunu söylemem bir risk oluşturmaz diye düşünerek, "Ailem yok benim!" dedi sert bir şekilde. "Sen ne kadar önyargılı, düşüncesiz, sersem, vahşi bir adamsın! Üzerine sadece biraz içki döktüm diye söylediğin şeylere bir bak. Senin gibi kendini beğenmiş adamlardan nefret ediyorum."

Adam birkaç saniye boyunca durdu ve bir şey demeden Isabel'in yüzüne baktı. Dedikleri dolayısıyla şaşırmış gibi görünüyordu. Isabel'den böyle şeyler duymayı beklemiyor gibiydi. Zaten Isabel de bunları dedikten hemen sonra pişman olmaya başlamıştı dediği tüm her şey için. Kimsen onun dramatik hayat sorunlarını bilmek zorunda değildi. Ve adama ettiği tüm kötü sözler için ayrı bir pişmanlık duyuyordu. Biraz abartmış olabilirdi.

Adam tam bir şey diyecek gibi olurken onlara en yakın masadaki bir adam, "Hırçın kız!" diye bağırdı ve ardından sarhoş bir kahkaha attı. "Sevdim bunu."

"Önüne bak Finjio," dedi genç adam. Bu sırada Isabel ile olan anlamsız, birkaç saniyeden ibaret olan ancak Isabel'e saatler gibi gelen gerginlik verici bakışmaları devam ediyordu.

"Neden önüme bakayım ki?" Finjio denilen adam ayağa kalkıp pis pis sırıtmaya devam etti. Kesinlikle ayık gibi değildi, içtiği içkilerden dolayı da biraz sersemliyordu. "Gece yarılara buralara gelen böyle hırçın kızlara ne yaparlar biliyor musun?" diye sordu Isabel'e.

Isabel'in hissettiği şarap dolu nefes kokusu onu iğrendirip öğürme isteği uyandırdı. Gözlerini sonunda genç adamdan çekip gevezelik eden ve yüzüne koca bir yumruk çakma isteğini tetikleyen Finjio'ya baktı. Adam orta yaşlarında, bira içmekten dolayı dağ gibi göbek yapmış, kendini salıvermiş, kafası bir milyon tipik bir taverna herifiydi işte. Manastırda yaşarken böyleleriyle çok mücadele etmişti Isabel ile Diane. Ama sonunda kendini kabul ettirmişti zorla da olsa.

"Ne yaparlarmış?" diye sordu Isabel cesur ve sert bir sesle. Bu sırada onlara doğru gelen Diane'i görebiliyordu.

Sarhoşluğun etkisinden dolayı zar zor şekilde, "İstersen bunu uygulayarak göstereyim," deyip Isabel'in bileğinden tuttu Finjio.

Isabel bileğine dokunan terli el yüzünden gövdesine yayılan öfke dolu sıcaklığıyla elden kurtarmaya çalıştı bileğini. Ardından bileğindeki el beklenmedik ve ani şekilde gevşemeye başladı. Isabel daha ne olduğunu doğru düzgün anlayamamışken az önce tartıştığı genç adamın siyah eldivenli ellerini Finjio'nun boynuna yılan gibi sarılı bir halde gördü. Deri eldivenlerin içindeki iri ve güçlü eller Finjio'nun boynunu iyice sıkıyor, adamın yüzünü kıpkırmızı ediyordu. Finjio nefes almak için çırpınıyor ve çıplak elleriyle genç adamın eldivenlerini tırmalayarak kendini ondan kurtarmaya çalışıyordu.

Isabel'in kalbi davul misali güm güm atmaya başladı. Her şey o kadar ani gelişmişti ki ne yapacağını bilemiyordu. Kimse de müdahale etmiyor, sanki güzel bir gösteri yapıyorlarmış gibi zevk içinde izliyorlardı. Adam orada ölüp kalsa kimsenin umurunda olmayacak gibiydi. Evet, kötü bir adama benziyordu, en azından Isabel'e karşı. Ama şu anda bu şekilde, hadsiz bir adamın elleri arasında kıvranarak ölmeyi hak ettiğini düşünmüyordu.

"Dur!" diye bağırdı genç adama. Ancak genç adam hiç duracağa benzemiyordu. Domates gibi kıpkırmızı olan adam ölene kadar pes etmeyecek gibiydi. "Dur dedim sana!"

Sanki onu duymuyor gibiydi. Isabel gerçekten endişelenmeye başlıyordu.

Seri bir hareket ile çorabının içindeki hançeri çıkarıp onu kınından hızlıca kurtardı. Hançerin keskin bıçağını Isabel ayakları ucunda yükselerek içindeki tereddüt ile ama bir o kadar cesur bir şekilde adamın boynuna dayadı.

"Dur, yoksa boğazını keserim," dedi tehditkâr bir sesle.

Tavernadan şaşkın sesler yükseldi. "Ooo, sert kız!"

Genç adamın öfkeden kararmış gözleri boynuna dayanmış olan hançere yöneldi ve ardından elleri yavaşça gevşemeye başladı. Finjio'nun nefes almaktan mahrum kalmış ciğerleri yavaşça nefes almaya başlarken Isabel hançerini genç adamın boğazından bir sakatlık çıkmadan önce çekti. Finjio'nun mutluluğu ne yazık ki uzun sürmedi. Genç adam biraz geriye doğru adımlayıp adama sert bir yumruk attığında Finjio masaya devrilip yere tereyağı gibi düştü.

"İğrenç herif seni!" dedi genç adam tükürürcesine.

Genç adamın yanına onunla neredeyse aynı yaşta gibi görünen ama ondan daha kısa boylu ve daha kısa saç kesimli bir adam geldi. "Dostum, gel şöyle, biraz sakinleş," diyerek onu oturtmaya çalıştı ama genç adam onu duymuyor gibiydi.

Isabel adamın yanına gelen arkadaşını umursamadan, "Sen ne yapıyorsun?" diye bağırdı öfkeyle.

"Şehrimi iğrenç adamlardan arındırmaya çalışıyorum," dedi adam işini yarım bıraktığı için Isabel'e kızgın gibi görünürken.

"Öyleyse biri seni de arındırmalı."

Tavernadan yine, "Ooo!" sesleri yükseldi. Bu bir süre sonra sinir bozucu olmaya başlıyordu.

Genç adamın arkadaşı bu lafa karşılık gülmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Parmaklarını dudaklarına götürüp yana döndü.

"Gel Diane, çıkalım şu pis yerden," deyip Diane'in koluna asıldı Isabel. Kızla beraber kapıya hızlı adımlar atmaya başladılar.

Isabel'in kalbinde adeta bir deve dolaşıyordu. Buraya gelirken olmasını tahmin ettiği şeyler hiç de bunlar değildi. Evet, başka bir şehirdeyken kendini kabul ettirmek için buna benzer olaylar yaşamıştı fakat o her zaman kendisini savunmayı bilmişti. Gerektiğinde koca koca adamlarla kavga edip ağzı burnu kan içinde, dayak yemiş bir halde manastıra döndüğü de olmuştu. Şimdi onun yerine başka biri onu savunmaya geçtiğinde buna izin verdiği için kendine karşı duyduğu öfke bambaşkaydı. Şu ana dek kendi başının çaresine kendisi bakmıştı. Bir gecede bu değişemezdi.

Bu adamı büyük olasılıkla bir daha görmeyecekti ama yine de kızgındı. Midesi ateş yuvasına dönmüştü adeta.

Hançerini tavernada bıraktığını hatırladığında bir küfür savurdu. "Sikeyim ya!"

Diane'in sorularını duymazdan geldi, sanki bir şey kulaklarına baskı yapıyordu. Tekrar o tavernaya gidemezdi. Bu yüzden yoluna devam etti.

Belki de Diane'in sözünü dinleyip buraya hiç gelmemeliydi. Arkadaşına bir özür borçluydu.

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

49.4K 1.7K 22
Kuruluş Osman - Alaeddin ve Gonca Alaeddin Gonca'nın ihanetini öğrendikten 3 yıl sonrası
Algon Oleh cicek8899

Fiksi Sejarah

25.5K 1.2K 25
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
20.7K 759 56
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
488K 43.1K 79
Üniversite öğrencisi Eylem; bol bol gezmeyi, kahkahalarla gülmeyi ve kelebekleri fazlasıyla severken, kitaplardan, yalnızlıktan ve ciddi olan her kon...