2.Bölüm: "Çocuk yapamazsın ki aptal!"

1K 80 8
                                    

2.Bölüm

Çocuk yapamazsın ki aptal!

Faytonlar dört kişilikti. Isabel'in olduğu yerde Diane, Agatha ve Vereda vardı. Kurgulanmış toplumsal kişiliklerine göre Isabel ve Diane kardeşlerdi. Kral'ın Özel Hizmetkârları'ndaki güzel Jane ise Isabel'in babasının beşinci metresinden olan kızıydı; yani Diane ve Isabel'in üvey kardeşiydi.

Agatha ve Vereda kız kardeşlerdi, aynı zamanda Diane ve Isabel'in kuzenleriydi. Her şey en iyi bir şekilde planlanmıştı ve hepsinin soy bağı vardı söyleneceklere göre. Diğerleri de Hombuert soyundan geliyordu ama Isabel onların ne olduklarını henüz aklında tutamamıştı.

Çoğunlukla kimseyle anlaşamayan Agatha'nın Vereda ile iyi anlaştığı tartışmasız bir gerçekti. Vereda da Agatha gibi sarışın, güzel bir kızdı. Ama Agatha'nın boncuk gibi olan mavi gözlerinin aksine koyu yeşil gözleri pek de dikkat çeken bir yapıda değildi. Vereda resim yapmakta her zaman çok iyi olmuştu. Herkes onun yaptığı resimlere hayran kalır ve onun gibi çizmek isterdi. Ayrıca Isabel kadar olmasa da binicilikte de çok iyiydi.

"Tüm buraları geride bırakmak ne tuhaf..." dedi Agatha başını cama yaslamış bir halde. Geçtikleri patikanın çiçeklenmiş ağaç dallarını izliyordu muhtemelen.

Isabel, Agatha'ya hak veriyordu. Yıllarını geçirdikleri bu taş yapıların içinde sıkışmış halde bulunmak ona bazen acı veriyordu fakat şimdi buradan da kurtulmak acı verdiği kadar garip de hissettiriyordu. Bunca zamandır kendini bilmediği, hiç görmediği ailesinden, yerinden, yurdundan alıkonulup bir hapishaneye tıkılmış gibi hissetmişti. Ancak şimdi ne hissedeceğini bilmiyordu. Ona tüm bitkileri öğretip karıştırıldığı zaman nasıl bir zehirli etki yaratabileceğini öğreten Rahibe Fanette'i, ara ara sinirini bozan –ara ara değil, her daim- Başrahibe Belda'yı, ona acımasız sporlar yaptırıp geceleri her yerinin ağrımasına sebep olan Rahibe Dyanna'yı özleyecekti. Tüm rahibeleri... Belki de her hafta güzelce yıkanıp burnunun şen şakrak olmasını sağlayan saten çarşaflarını bile özleyecekti.

Küçüklüğünden beri hiçbir rahibeyi pek sevmeyen Diane, "Buradan kurtulduğum için mutluyum," dedi. "Artık her akşam çocuk gibi içtiğimiz o sütler yok. Derste alıştırmaları iyi yapamadığımız zaman elimize vurulan bir sopa yok."

"Orada bizi nelerin beklediğinden haberimiz yok. Umarım bu mutluluğun boşa çıkmaz," dedi Isabel. "Bilirsin, kralın kirli işlerini yapacağız. Umarım yapacaklarımız düşündüğümüzden daha zevkli olur."

"Adam öldüreceğiz," diyerek gerçekleri hepsinin yüzüne tokat gibi vurdu Vereda. "Bunun neresi zevkli olabilir ki? Nereden baksan, nereden tutsan aynı şeye çıkıyor. Bir insanın son nefesinin bizim elimizden olacağı düşüncesi tanrı ile yarışmak gibi bir şey değil mi?"

Diane siyaha yakın koyu kahverengi gözlerini pörtletti. "Bunu dinci Rahibe Luiza duysa beynine beş ok atılmışa dönerdi," dedi kıkırdayarak.

Agatha iç çektiğinde bej rengi elbisesinin altındaki göğüsleri şişti. "Psikoloji dersimize giren Rahibe Eloisee, öldüreceğimiz adamların bunları hak ettiği konusunda bizi ikna etmişti oysaki, Vereda. Bence öldüreceğimiz insanlar tanrının lanetlediği, kötü insanlar olmalı. Diğer şekilde neden masum insanları öldürelim ki?"

Isabel daha önce hiç birini öldürmemişti, buna fırsatı bile olmamıştı. Ama bu konuda Agatha'ya hak veriyordu. Ancak kötü insanlar, başka bir insanın elinden ölebilirdi. Eğer kötü değilse tanrı onun ölmesine izin vermezdi, değil mi? En azından Rahibe Eloisee ve Rahibe Luiza böyle diyordu ve bu da içine tuz serpiyordu. "Kralın sevmediği, devlete kötülüğü dokunan kötü insanları ülkemizden arındırmak bizim işimiz. Vazifelerimizi yapmaktan başka çaremizin olmadığını varsayaraktan bunu en iyi şekilde gerçekleştirmeye bakacağız."

Diane, "Ayrıca kralın iyi biri olduğu anlatıldı bize," dedi kızlara cesaret verici bakış atarak. "O iyi biri olduğu için onun gibi iyi insanları öldürmemize izin vermez."

Aklına gelen ilk düşünce ile, "Ya sandığımız gibi biri değilse?" deme cesaretini buldu Isabel. "Yanlış anlamayın, onun iyiliğinden şüphem yok o kadar anlatılanlara karşı. Sadece diyorum ki... Ya anlatıldığı kadar iyi biri değilse?"

Vereda, "Olur mu olur," diyerek karşılık verdi. "Şu ana kadar kralı bize bir tanrı gibi görmemizi sağladılar. Rahibe Luiza olmasa belki de ahmak gibi ona bile tapabilirdik."

"Kimse anlatıldığı kadar mükemmel değildir," dedi Diane. "Ama ben eminim ki kral gerçekten çok yardımsever, iyi biri."

"Saçmalamayı kesin, kızlar!" diye tepkisini ortaya koydu Agatha. Yine de Isabel onun gözlerindeki endişeyi görmüştü, yüzü ne kadar umursamaz görünse de. "Kral tabii ki iyi biri..."

"Şeyi düşünüyorum da..." Diane'in gözleri uzaklara dalmıştı. "Bir adamla cinsel ilişkiye girmek nasıl bir duygudur?"

Isabel her zaman bu tür konulardan kaçan biri olmuştu. Ama artık yavaş yavaş yenmeye başlıyordu. Yine de ne zaman arkadaşlar arası bu konu açılsa yanaklarının hafifçe kızarmasına engel olamıyordu.

Agatha, "Zevkli bir şey olacağı kesin!" dedi arsızca gülerek.

"Sanmıyorum," dedi Isabel. "Eğer hoşlanmadığın bir adamın tekiyse, tombul, yağ dolu bir adamsa, bunun neresi zevkli olabilir ki?"

"Isabel haklı," diye mırıldandı Vereda. "Ancak mesleğimiz gereği bize hoşlanmak yasak, âşık olmak yasak. Bu yüzden bir adamı yok etmemiz gerekiyorsa öldürmeden önce onu pençelerimiz altına almak için koynumuza almak şart."

"Biriyle evlenmek isterdim. Kitaplarda okumuştum. Evlendiğim adama yemek yapardım," dedi Diane. Her zaman yemek yapmayı sevmişti ve gerçekten çok lezzetli yemekler yaptığı bir gerçekti. O göreni korkutan, sert simasının altında aslında tatlı bir kız vardı. "Belki bir çocuğumuz da olurdu. Onu şatomda büyütürdüm."

"Çocuk yapamazsın ki aptal!" dedi Agatha dalga geçercesine. "Evlenemezsin de."

Isabel yüzüne vurulan bir gerçeğe daha boyun eğmek zorunda kaldı. Kızlar ergenliğe girdiğinden beri onlara kısır olmalarını sağlayan bir çay veriliyordu. Bu çayı her haftada bir kez içiyorlardı. Çayın tadı gerçekten berbattı. Genzi yakan sası kokusuyla kızlar bunu zar zor içiyor, bazıları da kusuyordu. Bu yüzden her cumartesi akşamı onlar için bir eziyetten ibaret olurdu.

Isabel açıkçası bu çayın tadının kusmuğa benzediğini düşünüyordu. Artık her hafta içmekten kurtulmuşlardı çünkü artık ne kadar uğraşsalar da çocuklarının olması imkânsızdı. Artık iş gereği istedikleri kadar adamla gönül rahatlığıyla ilişkiye girebilirlerdi. Ne mutlu!

"Dışarıya ne kadar yabancı olduğumuza inanamıyorum." Isabel yutkundu. "Çok şey bildiğimizi düşünüyoruz ama aslında toplumdan o kadar uzağız ki. Umarım orada bir budala gibi kalmayız."

"Bunun için yeterince eğitimden geçtik. Ayrıca yıllardır her haftada bir şehre inip insanların arasına da karıştığımızdan bir şeyler biliyoruz," dedi Diane. "Her şey iyi olacak."

"Umarım," dedi ve başını cama koydu Isabel. Kızlar sohbet etmeye devam ediyorlar ve içindeki endişeleri, merakları döküyorlardı. Ancak Isabel'in içindeki endişeler dışarıya dökülemeyecek kadar yoğundu.

Orada onları neler beklediğini bilmiyorlardı. Bu zamana kadar manastıra karşı içinde sakladığı bir öfke olmuştu. Dışa vurmak istediği fakat nefesiyle onu susturan bir öfke... Bu öfkenin temelinde yatan şey, nereden geldiğini bilmemesi ve herkesin bunu unutturmaya çalışmasıydı. Biliyordu, bir yere aitti ve Kral'ın Özel Hizmetkârları'ndan biri olmak için daha çok küçükken alınmıştı. Ancak nereye ait olduğunu bilmiyordu. Bu onu delirtiyordu. Annesi babası hayatta mıydı? Bir kız kardeşi, erkek kardeşi var mıydı? Eğer annesi babası hayattaysa neredeydiler? Onu nasıl almışlardı? Annesi babası acı çekmiş miydi? Onu arıyorlar mıydı?

Tüm bu sorular zihnini kemiriyordu. Her hafta. Her gün.

Hayatı asıl şimdi başlıyordu. Artık manastırdaki o durgun günlerin ve sıkıcı derslerle geçen saatlerin nesli tükenmişti. Dövüş derslerinden çıktıktan sonra akşam başlayıp sabaha kadar ağrıyan kolları için ona çay yapan bir rahibe, kılıç dersinde yaralanan tenine yumuşak bir şekilde merhem süren o yaşlı kadın olmayacaktı artık. Yepyeni bir dönem başlıyordu.

Zehir Kadehleri Leydisi (Devam Edecek.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin