3.Bölüm: "Soyun, soyun, soyun!"

1.1K 79 14
                                    

3.Bölüm

Soyun, soyun, soyun!

3 gün sonra

Uzun bir yolun ardından yolu saraya bağlayan eski kâgir köprüden geçiyorlardı. Köprü çok geniş sayılmazdı, altında gökyüzünün maviliğini almış olan berrak bir göl vardı. Gölün üstünde ahşap bir kayıkta kürek çeken iki adam görmüştü Isabel. Bazıları da bu köprüden geçmek yerine küreğin suya çarptığındaki nahif şarıltıyı dinleyerek gölden geçmeyi tercih ediyorlardı belli ki.

Şu ana kadar her şey yolunda gitmişti. Molalarda kızlar toplanmış ve orada ne yapacaklarını planlamışlardı. Manastırda derslerden nasıl kaytaracaklarını veya dersi nasıl kaynatacakları hakkında konuşmalar gibi değildi bu. Daha endişe dolu, daha kahkahasızdı. Hatta Agatha herhangi sorun çıkarmayıp tamamen ortama ayak uydurarak kızları afallatmıştı. Bu mucize gibi bir şeydi doğrusu.

Dine buradaki herkesten daha çok düşkün olan Louyse, "Yapacak tek şey tanrıya dua etmek," diyordu. "Umarım sarayda tapınak çok yakındır. Aksi halde kafayı sıyırabilirim."

Onun en yakın arkadaşı Bernette, "Yakın olduğuna eminim, Louyse. Sen merak etme. Oraya ulaşınca tanrıya sığınacağız ve bizi sağ salim oraya ulaştırdığı için ona şükür mumları dikeceğiz. Hem de bir sürü," deyip Louyse'un omzunu sıvazlamıştı.

Planlamalara göre Evonna, Penelope, Bernette ve Louyse kardeşti. Bernette ve Louyse bu rolü yapmakta çok zorlanmayacaklar gibi görünüyordu. Zaten görünüş olarak da, huy olarak da birbirlerine çok benziyorlardı ve birbirlerine bir kardeş gibi bağlılardı. Soyları Kont Hombuert'in eşinin kardeşine uzanıyordu. Yine bir soy bağı vardı Isabeller ile.

Yol boyunca Rahibe Fanya'nın yaptığı yemeklerden yemişlerdi ve bir tavernada oturup bir şeyler yemeye ihtiyaç duymamışlardı. Zaten hepsinin midesi gerilimden dolayı adeta büzüşmüştü. Boğazlarından çok da lokma geçtiği söylenemezdi. Meg haricinde. Meg eğer korku, endişe veya olumsuz bir duygu ile yüklüyse yedikçe yerdi. Kızlar da haliyle yiyemediklerini ona vermişti ve Meg onları da yemişti. Sonra da midesinin bozulduğu hakkında söylenip durmuştu, sürekli tuvalet molası için durmak zorunda kalmışlardı.

Isabel pencereden bakarken gözlerine ilişen sarayın ne kadar görkemli olduğunu fark etti. Bir şehir kadar kocaman olan sarayın kuleleri adeta göklere uzanıyordu. Kulelerinden daha alçakta olan kubbeli yapıları daha genişti ve saray adeta debdebenin vücut bulmuş hali gibiydi.

Elini sıkan Diane'in ellerine bakmak için başını oradan çekti. Gözlerini ellerinden sonra kızın koyu renkli gözlerine yönlendirdi, sıcak bir biçimde gülümsedi.

İçi kıpır kıpırdı, heyecanlıydı, bir su gibi kaynıyordu içindeki duygular. "Sonunda geldik!"

"Evet," dedi Diane. "Sonunda geldik."

"Yol boyunca sizinle tartışmamak benim için önemli bir başarıydı, kızlar. Teşekkür ederim," diyen Agatha'ya çevirdiler gözlerini. Vereda'nın hoş kıkırtısı duyuldu Agatha'nın bu sözlerine karşılık.

"Sanırım yaşadığın endişeden kaynaklı olarak bizimle uğraşmayı unuttun, Agatha," dedi Diane sırıtarak.

"Galiba, fakat genelde stresimi atmak için iyi bir seçenek olurdunuz benim için. Bu sefer fazla stresli olmalıyım ki sizi bile unuttum."

"Bunu sarayda telafi edersin," dedi Vereda. "Bol bol uğraşacak vaktin olur bir süre."

"Belki. Belki de hiç olmaz."

Sarayın avlusunda durdular. Herkes faytondan inmeye başladı. Onları karşılamak için gelen bir uşak, onun inmesine yardım etti. Cılız uşak, ondan sonra Diane'e ve o faytonun içindeki diğerlerine de yardım etti. Isabel kurumuş çamurlu ayakkabısını platforma koyup ardından yere indirdikten sonra baharın o neşeli, aynı zamanda biraz da serin havası yüzüne bir sille gibi vurdu. Rüzgâr koyu renkli, dalgalı saçlarını yaladı ve geriye doğru itti. İçine derin bir nefes çekti ve gözlerini bahçeye iliştirdi.

Zehir Kadehleri Leydisi (Devam Edecek.)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin