HALEF

By lemveli

910K 72K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

XIV - ❝Güzel Bir Şey❞

22.4K 2.3K 907
By lemveli

"Kırılan yerlerimi onaracağını söyledi.

Ama kendisi beni kırarsa ne olacağını söylemedi."

XIV - "Güzel Bir Şey"

Sabahın ışıkları yüzüme vurarak beni uykudan ayırmaya çalıştığında gözlerimi zorlukla açıp doğruldum. Dünün anıları beynime hücum etti, gözlerim hızla yerde yatan Zamir'e ilişmişti. Hâlâ oradaydı. Yerde kaşları çatık, rahatsız bir ifadeyle uyuyordu. Tebessüm etmekten kendimi alamamıştım. Sırf kal dediğim için tüm geceyi yerde geçirmesi içimden ılık bir şelalenin akmasına neden oldu.

Yorganı üzerimden atarak yataktan çıktım. Zamir hâlâ derin bir uyku çekmekteydi. Acaba rüyasında ne görüyordu? Hiç başkalarının rüyalarına giriyor muydu mesela? İçimde alevlenen kıskançlık duygusuna anlam veremeyerek ayağımla onu dürttüm.

"Kimlerle fink atıyorsun sen?"

Zamir irkilerek uyandı, gözleri tam açılmamıştı. Sağ elini kaldırıp gözlerini ovmaya başladı, yüzünde saf şaşkınlık vardı. "Ne?"

"Kimlerin rüyasına girdiniz Zamir Bey?"

"Tövbe, tövbe!" Doğrularak oturur pozisyona geçti ve bana baktı. "Senin bana garezin mi var? İnsan böyle uyandırılır mı?"

Ellerimi göğsüme yerleştirerek, "Ben uyandım. Sen de uyanmalısın," dedim, hiçbir neden bulamayarak.

"Göbeğin benimle mi bağlı senin?" Güzel soruydu ama cevabım olmadığı için geçiştirmek zorundaydım.

Gözlerimi kısarak, "Haydi, kalk," dedim. "Gül ve Nart'a ayıp olacak. Ben de üzerimi değiştirip geliyorum." Gece uyuyor taklidi yaptığım aklıma geldi, ciddi bir sesle, "Hem sen neden burada uyudun? Yoksa yokluğuma dayanamadın mı?" diye sordum. Oyunculuğu kesinlikle düşünmem gerekiyordu.

Bozguna uğradı. "Sen kalmamı istedin ya?"

Yüzümü buruşturup, başımı iki yana sallayarak, "Ayıp ya," dedim. "Resmen şu an gencecik bir kıza iftira atıyorsun. Benimle uyumak istediğini söylemek çok mu zor geldi?"

"Ama," diyeceği sırada elimle onu durdurdum.

"Sus!" dedim filmlerdeki o tuhaf tını eşliğinde. "Daha fazla dinlemek istemiyorum yalanlarını. Zorla uyuduğunu söyleyeceksin neredeyse!"

Yüzümde nasıl bir mimik vardı, bilmiyordum fakat bu onu gerçekleri söylemekten vazgeçirmişti. "Tamam," dedi omuzlarını düşürerek. "Sensiz uyumak istemedim."

Zaferle gülümsedim. "Anladım. Bu seferlik seni bağışlıyorum. Çekilebilirsin."

Zamir homurdanarak odadan çıktı. Dolaptan, yüzümdeki kocaman sırıtış eşliğinde Gül'ün aldığı kıyafetlerin içerisinden gri taytı ve bol beyaz kazağı hızlıca üzerime geçirdim. Saçlarımı yukarıdan sade bir topuz yaptıktan sonra ayağıma terlik giyip odadan çıkıp banyoya yöneldim. Zamir banyodan ellerindeki suyu sıçratarak çıktı.

"Ellerini kurula."

Omuz silkti. "Kuruyacak kendi kendine."

"Gıcıksın sen, gıcık!" Suratımı buruşturarak banyoya girdim. İşlerimi bitirmiş, ferahlamış ve salona geçmiştim. Gördüğüm manzara beni şaşırtmıştı. Gül ve Nart, büyük bir kahvaltı masası hazırlamıştı. Zamir de aynı benim gibi masaya bakarken mahcup gözlerle Nart'a döndü. "Kardeşim, utandırıyorsun bizi." Elini Nart'ın omzuna yerleştirdi. "Benim hazırlamam gerekirdi. Alarm kurmayı unutmuşum."

Gül, yüzüne yerleştirdiği kocaman tebessümle, "Hiç önemli değil," dedi. "İçimizden geldi. Öğlen uçağımız var. O zamana kadar bunlarla uğraşmanızı istemedik."

"Öğlen mi?" diye sordum aniden. "Bu kadar erken mi?"

Bunu söylemem Zamir'e tuhaf gelse de hoşuna gittiğine emindim. Bunu yüzündeki ifadeyle de açıkça belirtmişti. "Neden erken gidiyorsunuz?"

Nart, memnuniyetsiz bir mimikle, "Kaynanam öyle emretti," dedi. Dudu Peri'ye benzettiği kaynanasını o an nedensizce merak etmiştim.

Uzatmadan kahvaltıya geçilince çayı getirmek için mutfağa girdim. Sıcak çayı yanmadan masaya taşıyabildiğim için kendimle gurur duyuyordum. Çünkü doğduğumdan beri tek bir ev işi dahi yapmamıştım. Dedem kendi tabağımı dahi taşımama izin vermezdi neredeyse. Kendime çay yapmayı ve birkaç Hatay yemeği pişirmeyi bile yirmi yaşımdan sonra gizlice Rana teyze ve Asiye abladan öğrenebilmiştim. Bu yüzden kendimi yakmamam benim için büyük bir başarıydı.

Gül, Nart ve Zamir'in bardaklarını doldurduktan sonra kendi bardağımı da doldurup sandalyeme oturdum ve şahane kahvaltının tadını çıkardım. Sanırım artık sevdiğim içeceğin çay olduğunu gizlemekten vazgeçmek üzereydim. Çünkü kalabalık ortamlarda içilen çayın tadı daha güzel gelmişti.

Nart, "Bir şeye ihtiyacınız varsa alalım şimdiden," dedi. Zamir dönüp bana baktı.

"Bir şey lazım mı sana?"

Başımı iki yana salladım. Gül merakla, "Hiç mi dışarı çıkamazsınız?" diye sordu. Bu defa da ben Zamir'e bakmıştım.

"Çıkacağız. Mihrinaz'ı dedesiyle görüştüreceğim."

Kalbim bu cümleyle şiddetli bir şekilde çarpmaya başladı, yüz ifademi kontrol edemiyordum. Elimdeki çatal tabağımın üzerine düşüp tiz bir sesin yankılanmasına sebebiyet verdi, derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalışıyordum. Gözlerimi Zamir'in gözlerine çevirerek bunu gerçekten yapıp yapmayacağını sorguladım fakat o bana yalan söylemezdi. Saklardı bir şeyleri, hatta çoğu zaman susardı fakat yalanla asla kandırmazdı beni.

Nart endişeyle, "Dedesi ya Mihrinaz'ı almak isterse?" diye sordu.

Zamir, ağzına attığı sosisi dişleriyle parçalarken cevap vermek için acele etmedi. Lokmasını yuttuktan sonra sakin sesle, "Koruyamayacağı torununu yanına alıp tehlikeye atmayacak kadar akıllı bir adam o," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Dedemin neden beni koruyamayacağını düşünüyorsun?"

Kendinden emin bir tonla, "Düşünmüyorum," dedi. "Gerçek bu. Seni göndermesinin tek sebebi yanında tehlikede olmandı zaten."

"Peki ya Turan? Dedem onunla kalmama neden müsaade etti?"

Omuz silkti. "Dedeni bilmem ama ben, kuzenine zerre kadar güvenmiyorum."

Nart, "Onunla birkaç kez karşılaşmıştık," dedi, konuya dâhil olarak. "Burnu havada bir tip."

Başımı onayla salladım. "Evet, öyledir. Demirhanların tek erkek torunu."

Zamir merakla, "Senden ne kadar büyük?" diye sordu.

"Yaşıtız. Aramızda birkaç gün var."

Zamir hiçbir şey söylemeden düşünceli tavırla yemeğine döndü, birkaç dakika herkes susmuştu. Bunu fırsat bilerek ağzıma bir dilim peynir attım ve çay içtim.

Nart sessizliği bölerek, "Ankara'ya gelirseniz beklerim," dedi. Gelirseniz... İkimize birden söylemişti bunu. Bunu düşünüp mü dile getirmişti yoksa öylesine ağzından mı kaçırmıştı? Dün Zamir'le kalmayacağımı iddia ediyordu ama şimdi fikir mi değiştirmişti?

Zamir başını salladı ağır ağır. "Eyvallah, kardeşim."

Onun söyledikleri aklımı kurcalarken kaşlarım benden bağımsız şekilde çatılmıştı. Turan gerçekten ne istiyordu? Beni korumak mı? Yoksa bana zarar vermek mi? Eğer sadece maksadı beni muhafaza etmekse neden bana kötü davranmıştı? Dedemle konuşmama niye müsaade etmemişti? Peki, eğer zarar vermek niyetindeyse bunu hemen yapmak elindeyken, neden yapmamıştı? Sorular beynimin içini kemirmeye başladı, neye inanacağımı, kime güveneceğimi bilmiyordum. Ömer meselesinde ona destek çıkmıştım. Sonra dedem beni göndermişti ve ardından Ömer yüzünden hapse girmişti. Bunların hepsinin bir alakası var mıydı? Turan, dedemin aleyhine bir şey yapmış olabilir miydi?

Zihnimin içine aheste bir şekilde şeytan sinmişti. İnini zihnime saklayan şeytan beni kendi ailemden, doğduğumdan beri birlikte büyüdüğüm insanlardan şüphelenmeye mecbur bırakıyordu.

Zaman ve şeytan. Benim en büyük düşmanımdı. Çünkü her ikisi aleyhime işliyordu.

Şakaklarımı ovduğum sırada Zamir'in gözlerini üzerimde hissetmiştim. Hiçbir şey söylemeden dikkatle yüzüme bakıyor, sanki içimden geçenleri duyuyor gibiydi. Ona gülümsemek istedim. Tüm bu olanlara rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi arsızca ona gülümsemek istedim. Ama bunu yapacak duygunun kırıntısını dahi bulamadım kendimde.

Gül ve Nart, kahvaltıdan birkaç saat sonra gitti. Zamir, beni yalnız bırakmamak için onları uğurlayamamıştı. Onlar gittikten sonra evdeki sessizlik girdabını büyütmüş, zihnimin içerisindeki sesler koşuşturmaya devam etmişti.

Odamdaydım. Yatağın ucunda oturmuş hayatı sorguluyordum.

Her zaman bardağın dolu tarafını görmemiz gerekirdi değil mi? Benim bardağım bile yoktu. Elimden düşüp kırılmıştı ve parçaları şu an beni kanatıyordu.

Sıcak avuçlarımı çenemin altında birleştirerek sessizliği dinledim. Zamir, salonda kitap okuyordu. Gül ve Nart, her ikimize birkaç kitap almıştı ama henüz kitaplara bakma fırsatı bulamamıştım. Kitap okuduğu birkaç dakika onu izlemiş, sonra bu görüntünün beni etkilediğini anlayarak oda olarak adlandırılan duvarların arasına geçtim.

Tuhaf bir şekilde benimle konuşmaya çalışmıyordu. Normalde düşünceli olduğumu anlayıp hemen müdahale eder, yüzümü güldürür ya da yaramı deşip beni ağlatması gerekirdi. Fakat beni kendine hâlime bırakması ondan beklenecek bir hareket değildi.

Birkaç saat böyle devam ettiğinde gelen sesle irkilmiştim. Kulaklarımı kabartarak sesi daha iyi duymak adına gölge gibi çekildiğim odadan çıktım. Ses koridordan geliyormuş gibi hissetmiştim ama öyle değildi. Ses kapının dışından geliyordu. Kapının önüne geldiğimde Zamir'in de aynı benim gibi sesi duyup geldiğini anlamıştım.

Zamir, saniyesinde kapıyı açtığında içeri giren kedi ürkmeme neden olmuştu.

"Bu bir kedi!"

Bana alayla baktı. "Ben at sanmıştım. İyi mi?" Küçücük gri kedi Zamir'in uzattığı eli koklayıp avucunun içine otururken dikkatlice onları izliyordum. Kedi miyavlamayı kesip mırlamaya başladı, Zamir dişlerini göstererek gülümsedi ve bana baktı. "Gördün mü? Mutluluk belirtisi bu."

Onun sevinci bana da bulaştı, kapıyı örterek dizlerimin üzerinde yere oturdum. "Çok küçük."

"Kaybolmuş olmalı."

"Sosis pişireyim mi ona?" diye sordum.

Zamir bana gözlerini belerterek baktı. "Küçücük kediye sosis verilir mi?"

"Hiç evcil hayvanım olmadı," dedim. "Sokak kedilerine sosis verdiklerini görmüştüm."

Zamir, başını şiddetle iki yana salladı. "Kendisi sosis kadar bunun asla yiyemez. Ben aşağı inip bir şeyler alırım. Sen kapıyı arkamdan kilitle."

"Ben yalnız mı kalacağım?" Tedirgin şekilde kediye baktım. Hayır, ondan korkmuyordum. Fakat evin içinde ilk kez onunla yalnız kalmak beni istemsizce rahatsız etmişti.

"Seni yiyecek hâli yok, Mihrinaz."

Zamir, telefonunda birkaç araştırma yaptıktan sonra markete inmek için dışarı çıktı. Kapıyı çıkar çıkmaz kilitledim ve kedinin peşinden salona girdim. Etrafı kolaçan eden minik, en son başını kaldırıp bana bakmıştı. Gözlerimiz kesiştiğinde eğilerek ona elimi uzattım. Elimi ve parmaklarımı iyice kokladıktan sonra avucuma oturması bir oldu. Mırlamaya başlayarak avucumda kıvrıldı ve iyice küçüldü. Uyumuştu. Saniyeler içerisinde uykuya dalmıştı.

Yarım saat yerde oturup elimi kıpırdatmadım ve uyumasını izledim. Zil sesiyle ürküp uyandı, avucumdan indi. Zamir, "Aç," demişti hemen. Anında kapı kilidini çevirip açtım, içeri kocaman poşetlerle girdi.

"Bunlar ne?"

"Onun için aldım," diyerek poşetleri boşaltmaya başladı. "Sen biraz su ısıtır mısın?" Mutfağa giderek dediğini yaptım, birkaç dakika sonra salona dönmüştüm. Zamir, salonun ortasına küçük yumuşacık bir kedi yuvası kurmuştu ve heyecanla kedinin gelip orada uzanmasını bekliyordu. Onun bu heyecanı bana da geçmişti. İkimiz de kedinin yapacağı şeyi beklerken o, gelip Zamir'in ayaklarına sokulmuştu. Zamir, bana dönerek eline aldığı poşetle mutfağa girdi. "Sen ilgilensene. Ben yemeğini hazırlayayım."

Fakat kedi onun peşindeydi. Mutfağa onu takip ederek girdi, Zamir hâlâ onun farkında değildi. "Seninki arkanda."

"Ha?" diyerek arkasını döndü, yüzü yeniden aydınlanmıştı.

Zamir'i ilk kez bu kadar mutlu görüyordum...

Kedinin ayağına dolanmasını umursamadan onun için aldığı küçük biberona süt tozu ve ısıttığım suyu ilave ettikten sonra onları karıştırdı, elinin üzerine dökerek ısısını yokladı. Ardından eğilerek kediyi yerden aldı ve salona götürdü.

Zamir, biberonu onun ağzına götürdüğü an kedi, açlıktan çıkmış gibi biberonu içmeye başlamış, kısa zaman sonra da bitirmişti. Onun bu hâli gözlerimin dolmasına sebep oldu, kendimi nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Annesi neredeydi acaba? Onun yalnız kalmasının sebebi neydi?

Zamir ikinci kez biberonu ağzına götürdü, bu defa deminkine nazaran daha az iştahla içti sütünü. Zamir, onun tüylerini taradı ve ıslak mendille temizledi. Zaten yeni doğmuş bir kediydi, bu yüzden tertemizdi. En fazla birkaç aylıktı.

Zamir onu temizleyip yatağına bıraktı. Kedi de sanki bunu bekliyormuş gibi anında uyudu. Onun uyumasının ardından Zamir, aldığı yiyecekleri mutfağa; şampuan, tarağı, kum ve çantayı banyoya yerleştirmişti. Salona geri döndü, "Burada mı kalacak?" diye sordum.

Endişeyle, "Kalmasın mı?" dedi. "Baksana küçücük."

Başımı salladım. "Pekâlâ," dedim. "Ama onu bir veterinere götürmen lazım. Aşı yapılmalıdır belki."

Kararımdan caymamdan korkuyormuş gibi, "Merak etme," dedi. "Tüm sorumluluk bende olacak." Küçücük bir kedi koskoca adamı heyecanlandırmaya yetmişti. Tuhaf.

"İsmi ne olacak?"

Omuz silkti. "Bilmem. Sen ne istersin? Cinsiyetine baktım. Dişi."

Aklıma gelen ilk ismi söyledim. "Suzi?"

Önce yüzünü buruşturdu. Sanırım bu ismi fazlasıyla ciddiyetsiz bulmuştu. Fakat bir dakika geçmeden, "Tamam. İsmi Suzi," dedi.

Suzi'ye bakarak iç çektim. "Hoş geldin, Suzi." Uyurken göze çarpan masum hali ağlama isteğimi şiddetlendirirken, gözlerimi sıkıca yumdum, "Karanlık hayatımıza hoş geldin..."

"Belki aydınlanır hayatımız?"

Fısıltıyla, "Kim bilir," dedim. "Belki de."

Suzi karanlık çökene kadar uyumuş, Zamir ile ben de başında beklemiştik. Ona birkaç saatte alışmıştık sanırım. Nefes alması bile içimde tuhaf güzelliklere sebep olmuştu.

Suzi uyandığında Zamir tekrar onu yedirmiş ve uyutmuştu. Camdan gökyüzüne bakıyordum. İskenderun'da çoğu zaman yıldızlar bariz şekilde görülürdü aAma Antakya'da yıldızların görülme oranı şimdi olduğu gibi daha fazlaydı. Yıldızlar gökyüzünü boydan boya sararken ay da sağ tarafta hükümranlığını yayıyordu.

Aniden kulağımda bir nefes hissettim ve sonrasında o aşina olduğum sesi işittim: "Yıldızlar ve ay sarılmış. Sen de bana mı sarılsan?"

Kalbim göğüs kafesimi yarıp onun avuçlarına kuş misali konmaya hazırlandığında derin bir nefes aldım. Yorgun bir sesle, "Zamir biliyor musun, ben hissettiğim gibi yaşamaya alışkın değilim."

Kısık bir sesle, "Ben seni alıştırırım," dedi. "Haydi, sarıl bana."

O an içimden geçen tek şey kelimenin tam anlamıyla dediğini yapmaktı: Ona sarılmak. Zamir'e sarılmak ve onun parfümünün kokusunu içime çekmek... Peki, ya sonra? Birbirimize bu kadar alıştıktan sonra nasıl kopacaktık? Nasıl onu bırakıp dedemin dizinin dibine geri dönecektim?

Kalbimde taşan yoğun duygulara galip gelemedim. Kollarımı açarak Zamir'in bedenini sararken başımı göğsüne saklamıştım. Yontamadığım karışık hislerim iyice kabardı, ellerim titriyordu. Kelimenin tam anlamıyla üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum. Buz tutan kalbim onun bedenine temas ettiği an erimişti.

Birkaç saniye sonra Zamir'in kollarını sırtımda hissettim. Beni her iki koluyla sıkıca kavrarken başım hâlâ hızlı atan kalbinin üzerindeydi.

Onun kalbi benim nabzımdı sanki o an.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Gözlerimi sıkıca kapattım. Cevap aradım fakat bulamadığım için sesimi dahi çıkarmadım.

"Bir gün her şey bittiğinde," diyerek duraksadım ve devamını getiremedim. Düşüncesi bile zihnimdeki meşalelerle beni yakarken nasıl bunu dillendirebilirdim? Beni bırakır mıydı? Her şey bittiğinde, güvende olacağım kesinleştiğinde, benden vazgeçer miydi?

Zamir yavaşça, "Seni bırakmam keçi," dedi. "Bırakmam." Bırakma. Ben bile gitmek istesem beni bırakma.

Göğsünden başımı çekmeden, "Ya koşullar?" diye sordum.

"Hiçbir şey umurumda değil." Kollarını sıklaştırdı. "Ben senden vazgeçmem. Karşımda deden bile olsa vazgeçmem." Vazgeçme. Benim için savaşmana ihtiyacım var, Zamir.

"Neden?"

"Nedenlere ihtiyacımız yok." Bir elini kaldırarak saçlarımın arasına daldırdı. "İhtiyacımız olan tek şey, şu anımız."

Başımı aşağı yukarı salladım. "Şu anımız." Saçlarımla oynamasını kolaylaştırmak için başımı omzuna çıkardım ve koluna yasladım. Zamir rahatça saçlarımla oynamaya başladığında gözlerimi kapatmıştım. "Zamir, bazen bencillik etmek istiyorum. Kimseyi umursamadan seninle sonuna kadar gitmek istiyorum. Sonunu görmeden, yolumu bilmeden... Ama sonra zihnim bulanıyor. Her şey karışıyor. Kendimi senden giderken buluyorum."

Güldü. "Önce şunu anlamanı istiyorum, Kıvırcık," dedi keyifli bir sesle. "Sen benden gidemezsin. Bundan sonra olmaz." Gitmenin bana ne kadar uzak bir kavram olduğunu tüm damarlarımda o an hissetmiştim.

Ona cevap vermemiştim. Birkaç dakika aynı pozisyonda kalmış, sonrasında telefonunun çalmasıyla ayrılmak zorunda kalmıştık. Zamir, cebindeki telefonu homurdanarak çıkardı, "Özür dilerim," dedi. "Önemli."

Ve konuşmak için salondan çıktı. Kaşlarımı çatarak parmaklarımın ucunda peşinden gittim. Odasına girip ışığı açmış ve kapıyı kapatmıştı ama biraz açıklık vardı. Gölgemin düşmeyeceği şekilde durup onu dinlemeye başladım.

"Herkes zaten onu Viyana'da biliyor," dedi. "Hayır, görüştüreceğim onu dedesiyle." Karşı tarafı dinledi bir müddet. "Azim Akşahin'i etkisiz hâle getirmeden Mihrinaz'ı onunla buluşturacak kadar geri zekâlı değilim. Torununu görecek ve sonra paşa paşa bana teslim edecek."

Zamir'in sesi ilk defa bu denli acımasız, duygusuz çıkmıştı sanırım. Sanki demin Suzi'ye şefkat gösteren o vicdanlı adam değilmiş gibiydi. Daha birkaç dakika önce sarıldığım adam şimdi beni dedemden ayıracağını hiç umurunda değilmiş gibi seslendiriyordu. Zaten onunla dönmem gerektiğini ben de biliyordum. Ama bunu bu denli dile getirmesi canımı acıtmıştı.

"Şimdi kapatmam gerek," dediği an irkilip salona doğru koştum. Salona girdiğimde Suzi hâlâ uyuyordu ama pozisyonunu değiştirmişti. Şimdi normal bir insan gibi sırtüstü yatmış ve kollarını yukarı doğru kaldırmıştı. Onun bu hâline bakarken ensemde hissettiğim nefesle kalbim hızlandı.

"Çok tatlı değil mi?" Bu ses tonu... Aşina olduğum, beni etkileyen tonda çıkan sesine karşılık tebessüm ettim. Onu dinlediğimi, konuşmasından rahatsız olduğumu söylemeyecektim. Eğer söylersem bana zaten açıklama yapmayacak, geçiştirecekti. Sonra tedbir alacak ve bundan sonrasında onu dinlememi engelleyecekti.

Bu yüzden hiçbir şey belli etmeden başımı ona çevirdim. "Öyle."

"Hazırlan. Bu gece dedenle buluşacaksın."

O an heyecandan ellerimin titrediğine yemin edebilirdim. Dolu gözlerle Zamir'in koyu renkli harelerine baktım. "Gerçekten mi?"

Kafasını onayla salladı. "Belen civarlarında."

Dudaklarımı yalayarak, "Kaç saate çıkarız?" diye sordum.

Zamir, sol elini kaldırıp kolundaki saate baktı. "Yarım saate çıkmış oluruz."

"Tamam," dedim aceleyle. "Gidip hazırlanayım." Yanından geçip gitmek isterken Zamir beni durdurdu. Kolumu nazikçe tutarken ona sorarcasına bakıyordum.

"Mihrinaz," dedi sakin bir sesle. "Bu yaptığıma beni pişman etmezsin değil mi?"

Çatlayan sesle, "Etmem," dedim. Boğazımı tırmalayan acıya engel olamamıştım. Ağlama isteği her saniye başı artarken Zamir, bunu fark ederek başparmağını gözümün altına getirdi.

Keyiften uzak bir şekilde gülümseyerek, "Kurallarımızı unutma," dedi. "Ağlamak yasak."

Yarım saate kadar üzerimi değiştirmiş, banyoda yüzümü yıkayıp çıkmıştım. Saçlarımı aşağıdan toplarken kapıda Zamir'i bekliyordum. Kendi odasından çıktı, gözlerim üzerindeydi. Siyah pantolonu, gri kazağı, siyah montu ve başına giydiği şapkayla çok karizmatik görünüyordu. Onu bu hâliyle üniversitede görsem birkaç dakika durup izleyebilirdim sanırım. Hatta Hazal onunla anında gidip tanışırdı. Benim aksine Hazal, çok girişkendi ve bu konularda hiç çekinmezdi. Sanırım sebebi dedemin Azim Akşahin olmasıydı.

Zamir'in gözleri beni bulduğunda kaşlarını çatmış ve odama yönelmişti. Ne yaptığına anlam veremedim, elinde tuttuğu koyu yeşil bereyle geldi. Bereyi başıma geçirdiğinde birkaç adım gerilemiştim. "Ne yapıyorsun sen ya?"

"Kırmızı kulaklarla güzel görüneceğini mi sanıyorsun?"

Kendimden emin bir sesle "Güzel görünmeye ihtiyacım yok," dedim. "Ben zaten güzelim."

Zamir başını iki yana sallayarak botlarını giydi. "Dedesinin etkisine şimdiden girmeye başladı."

Gözlerimi kıstım. "Bu arada şapka sana hiç yakışmadı."

Botlarını giydikten sonra ayağa kalkıp bana baktı. Kaşlarını kaldırarak ciddi bir şekilde, "Çarpılacaksın," dedi. Kapıyı açarak geçmem için geri çekildi.

Omzumun üzerinden, "Dedem için böyle süslendiğini düşünüyorum," diye ona laf atıp korkuyla asansöre doğru koştum.

Asansöre basıp beklemeye koyuldum, Zamir de kapıyı kilitleyip yanıma gelmişti. "Laf atıp kaçmak?"

Yarım ağız gülerek, "Çiçek ve çikolata da alalım mı?" diye sordum ona sataşmak adına.

Bana göz kırptı. "Seni çiçek ve çikolatasız aldım ben, Kıvırcık." Kalbimi hissetmiyordum.

İtiraz ederek homurdandım. "Sen öyle san!"

Didişerek aşağı inmiş ve arabaya binmiştik. İçerinin havasızlığından ötürü arabanın camını açtım. Zamir de aynı benim gibi camını açtıktan sonra arabayı çalıştırdı. Birkaç dakika sonra Antakya'nın sokaklarındaydık. Antakya, dedemle sık sık geldiğimiz bir yerdi. Buranın restoranlarını çok severdik ve bu yüzden neredeyse ayda birkaç kez dedem, ben ve Turan, gelip yemek yerdik. Belen ise pek uğramadığımız bir ilçeydi ve oraya yabancı olduğumu söyleyebilirdim.

Zamir arabayı bilindik yollara doğru sürdü, başımı geriye yasladım. Antakya ve İskenderun'a en yakın ilçe Belen'di. Sanırım bu yüzden burası seçilmişti görüşmek için. Merak ediyordum, Zamir, dedemi nasıl etkisiz hâle getirebilmişti? Dedem beni görüp sonra Zamir'e mi verecekti?

"Ne düşünüyorsun yine?"

Omuz silktim. "Sanki sorsam cevap vereceksin."

Bana göz ucu baktı. "Tek bir soru sor. Söz cevap vereceğim."

Bedenimi ona doğru döndürdüm. "Dedemi seninle kalmama nasıl ikna ettin?"

Zamir'in yüz ifadesi değişmedi. Sinirleneceğini düşünmüştüm fakat sanki bu soruyu soracağımı bekliyormuş gibiydi. "Turan'ın ve Cihan'ın seni koruyamayacağını anlaması için yeterince şey oldu. Hem benimleyken Ekin'in adamlarının peşimizde olduğunu, onlardan kurtulduğumuzu duymuş. Senin güvende olduğun kanısına da buradan varmış sanırım."

Hiçbir şey söylemedim. Bunun yerine elimi uzatıp radyoyu açmış ve kanallar arasında gezinmeye başlamıştım. Bazılarında hava durumunu anons eden spiker, bazılarında hiç tanımadığım ünlülerle röportaj vardı. En sonda bir şarkı bulup geri çekildim.

"Görmek, beraber olmak seninle

Çok güzel belki ama düşlemek bambaşka..."

Bu şarkıyı duyduğuma emindim ama sözleri tam ezberimde değildi. Zamir'in tepkisini merak ettim, çaktırmadan ona baktım.

Mırıldanıyordu. Şarkıyı biliyor ama sessizce mırıldanıyordu.

"Tenin almış beyazlığını aydan

Saçlarının rengi geceden

Bundan geceye sevdam"

Karanlıkta belirgin olmasa da ellerimin, tenimin rengine baktım. Beyaz tenli olduğumu elbette biliyordum ama sanki o an bunu kendime kanıtlamak gereği duymuştum.

Şarkıyı söylerken kimi düşlediğini ya da aklına kimi getirdiğini delicesine merak ediyordum.

Şarkı bitene kadar Zamir, sessizce şarkıyı söylemiş hatta bazen ritme uygun parmaklarını direksiyonun üzerinde hareket ettirmişti. Şarkı bittiğinde ise benim sabrımın da tükendiğini hissetmiştim.

"Kimin için dinlediniz bu şarkıyı Zamir Bey?" Aptal Mihrinaz! Ona hesap mı soruyorsun?

Zamir başını bana çevirip, "Bakıyorum beni kıskanmaya başladınız, Mihrinaz Hanım?" dedi. Yüzünde muzip ifade hâkimdi.

Yüzümü buruşturarak, "Senin neyini kıskanacağım ben?" dedim. Bakışlarım ona kaydı. Allah var, çok yakışıklıydı... O şapkanın ona kattığı karizmayı betimleyemiyordum bile. Bir şapka bir adama bu kadar mı yakışırdı?

Gözlerimi ondan ayırıp yola odaklandım, hiçbir şey söylememişti. Söylese tartışmanın uzayıp gideceğini bildiği için her zaman susmayı seçerdi. Benim durmayacağımdan emindi. O susunca ben de susardım ve konu kapanırdı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yine konuşmaya başlardık. Hiçbir kavgamızda ona tam anlamıyla kızamamıştım bu zamana kadar. Ne olursa olsun, bir şekilde ona karşı kötü bir duygu beslemem mümkün olmuyordu. Sanki onun o yumuşak ses tonu tüm kötü şeyleri silip süpürüyordu.

Gerçekten kalbimi kırdığı bir an vardı. En son bu arabaya bindiğimde bana, "Sesini duymak istemiyorum," demişti ve bu beni fazlasıyla kırmıştı. Fakat kırgın halimi sözleriyle, dokunuşlarıyla onarmıştı.

Belen'e ulaşmamıza az kalmış, içim titremeye başlamıştı. Ellerim buz kesti, "Isıtıcıyı aç," dedim titrek sesle.

Zamir anında bana döndü. "Kaban üzerinde, Mihrinaz. Araba da sıcak?"

Birkaç derin nefes alarak ellerime baktım. "Üşüyorum."

Zamir gözlerini, saniyelik bir sürede yola çevirdikten sonra tekrar bana döndü. Ellerime baktığımı anladığında sağ elini bana uzatarak elimi tuttu. Sıcak elleri buz tutmuş ellerimle birleştiğinde içimden bir ateş yükselmişti.

"Elin buz gibi," dedi endişeyle. "Mihrinaz, toparla kendini. Sen güçlüsün."

Her iki elimi avucuyla sardı, derin nefesler almaya başladım. "Neden güçlüyüm? Güçlü olmak iğrenç bir şey. Güçlü olunca herkes bir beklenti içerisine giriyor. Mihrinaz ağlamaz, o güçlü. Mihrinaz yıkılmaz, o güçlü. Mihrinaz'a bir şey olmaz. Neden?"

Arabayı kenara çekti. Ani frenle öne doğru savruldum, susmak zorunda kalmıştım. Zamir, ellerimi alarak iki avucunun arasına sıkıştırdı ve onları ısıtmaya başladı. Sonrasında sıcak nefesini soğumaya devam eden ellerime doğru üfledi. Onun bu hareketini ağzım açık izlerken umursamadan devam ediyordu.

İyileştirici bir sesle, "Tamam, güçlü değilsin. Narin ve kırılgansın," dedi, beni yatıştırmaya çalışarak. "Nahifsin. Çok güzelsin aynı zamanda." Gülümsedim kendimden bağımsız olarak. Bana bu denli güzel sözler sarf etmesi içimdeki titremeyi anında geçirmişti. "Ne zaman kırılsan ben, seni onarmak için yanı başında olacağım."

Son cümlesiyle beraber gözlerim irice açıldı. "Sahiden mi?"

Başını salladı kendinden emin bir şekilde. "Sahiden." Kömür karası gözlerindeki parıltıya inandım o an. Belki ona bu kadar sürede inanmamam gerekirdi ama ben ona inandım. Kırıldığım anların hepsinde beni onaracağına inandım. Dudaklarımı aralayarak kısık bir sesle, "Gidelim o zaman," dedim.

"Gidelim."

Elimi bırakmadı. Arabayı tekrar çalıştırdığında sol eliyle direksiyonu, sağ eliyle de elimi kavramıştı. Ellerim artık ısınmıştı. Daha doğrusu, ellerimi Zamir ısıtmıştı. İstemsizce tebessüm ettim ve elini sıktım. O an başını bana çevirmişti.

Bu bizim aramızda bir şifreydi. Ne demişti? Güzel bir şey. El sıkmak güzel bir cümle anlamına geliyordu. Seslendirmesi kelimelerle mümkün olmayan güzel bir şey. O da benim elimi sıktı. Ve bana güzel bir şey söyledi...

Continue Reading

You'll Also Like

336K 13.9K 37
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
1.8M 49.1K 26
asker ve yeni aile kurgusu Barın elindeki çakıyı incelerken "fazla ses yapıyorsun. Dikkat et." diyerek konuştu. Ses falan yapmıyordum. Askerdim ben...
273K 14.5K 48
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
2.6K 510 5
İki elzem Bir aşk ... Kalplerimizin acıyla beslenip büyüyeceğini kim bilebilirdiki ... bazı kalpler acıyla büyürdü . Aşk acı dolu kalplerimize yasak...