EYLÜL (Raflarda)

By Hadadelamor90

5.4M 205K 50.2K

Karısının ölmesiyle tüm dengeleri değişen ve kızının öğretmeniyle yeniden aşkı tadan bir baba ile aşkı hiç um... More

EYLÜL ~ DİLHUN
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
EYLÜL ~ MAKUS
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
EYLÜL ~ 3
Final Videosu
🌸Duyuru🌸
LAVİNİA TANITIM
🍀
EYLÜL ÖN SİPARİŞE AÇILDI
EYLÜL İÇİN CANLI YAYIN
EYLÜL 3 Alıntısı

53. Bölüm

72.2K 3.4K 1.2K
By Hadadelamor90

Medya: MABEL MATİZ - Bir Hadise Var

Keyifli okumalar 🦋

•••••••••

EYLÜL

Annemle babamı geçirmek için havaalanında bulunduğumda bu defa yanımda Poyraz vardı ve ikimizin de yüzünde mutluluk okunuyordu.

10 günlük süre zarfında düğünün detayları ayrıntılı bir şekilde konuşulmuş, düğüne gelecek kişiler belirlenmiş, kalacak yerler ayarlanmıştı ayrıca düğünün iki hafta sonra yapılmasına karar verilmişti.

Poyraz da bu sırada tüm bu detaylarla özenle ilgilenmiş, içimde hiçbir ukdenin kalmaması için elinden geleni yapmıştı. Poyraz'ın bu uğraşları annemle babamın da dikkatini çekmiş özellikle babamın son günlerde Poyraz'a karşı biraz daha ılıman yaklaşmasına sebep olmuştu.

Alihan ise isteme gecesinin sabahına anlamadığımız bir şekilde apar topar Almanya'ya dönmüştü. Aniden dönmesinin sebebini Güneş'e bağlasam da çok fazla üzerinde durmayı istememiştim.

Düşüncelerimden annemin sesiyle çıktım. Ona baktığımda gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Her ayrılık vakti geldiğinde tıpkı şu an da olduğu gibi güzel gözlerini doldurur, içimi cız ettirirdi.

Titreyen sesiyle; "İki hafta sonra görüşmek üzere kızım." deyince hüzünle söylendim."Annem sen söyledin işte. İki hafta sonra görüşeceğiz zaten, lütfen doldurma güzel gözlerini."

"Sanki elimde mi kızım?" diyerek kaşlarını çatıp huysuzca homurdandı. "Sen de anne olunca anlarsın ne demek istediğimi, yaşı kaç olursa olsun evlattan ayrılmanın nasıl zor geldiğini o gün anlarsın. Ayrıca ben yokken sakın aç kalayım deme, vallahi zayıflar çirkin gelin olursun benden söylemesi."

Annemin serzenişe gülümseyerek başını salladığımda yanağına uzanıp kırışmaya yüz tutmuş yanağının üzerinden öptüm. Ardından sıkıca boynuna sarıldım.

Ben anneme sıkı sıkı sarılırken babam da Poyraz'ın elini sıkmakla meşguldü ve kendi aralarında anlayamadığım bir şeyler konuşuyorlardı. Daha doğrusu babam konuşuyor, Poyraz tüm ciddiyetiyle, sabit ifadesiyle yüzüne bakıyordu.

Annemden ayrıldıktan sonra babama dönüp yanlarına doru yürümeye başladım. Ben yanlarına varınca babam sustu ve başını bana çevirdi. Bizi uzaktan izleyen korumalara doğru kısa bir bakış atıp; "Kendine dikkat et kızım." dedi.

"Beni merak etme baba, ben burada oldukça güvendeyim." dememle birlikte babam başını Poyraz'a çevirdi. Poyraz belli belirsiz babama başını salladığında sanki aralarında sessiz bir anlaşma yapıyorlardı.

"Siz de kendinize dikkat edin ve gidince beni aramayı unutmayın."

Babamın bakışlarını yeniden beni bulunca sıkıca sarıldı. ''Senin iyiliğini istediğimi sakın unutma.''

Babamın fısıtısıyla ondan ayrılıp anlayışla yüzüne baktım. ''Biliyorum baba.''

Babam göz kırpıp annemle birlikte yanımızdan ayrıldı. Onlar gözden kaybolur kaybolmaz Poyraz bana dönüp dudaklarını saçlarıma bastırdı. ''Nihayet seni evimize götürebileceğim, bu ayrılık bana çok ağır geldi, çok özledim seni. Evin içinde seni göremedikçe, sesini duyamadıkça, soluduğun havayı soluyamadıkça çıldıracakmışım gibi hissettim, nefesim kesildi. Bir daha böyle bir ayrılık yaşamak istemiyorum."

Poyraz'ın keskin fısıltısı kulaklarıma ulaştığında göz bebeklerimi titretmeye başlamış, yüreğimi tüm sıcaklığıyla kucaklamıştı. Onun varlığı her seferinde bambaşka diyarların kapılarını aralıyor, beni fütursuzca içine hapsediyordu. "Ben de seni çok özledim sevgilim, bir daha hiç ayrılmayalım."

Poyraz sıcak bir tebessümle yeniden başımın üzerinden öpüp elimi güçlü elinin arasına aldı ve hızlı adımlarıyla havaalanının çıkışına doğru ilerlemeye başladı.

Havaalanının çıkışında bizi bekleyen arabalara doğru yaklaştığımızda görüş alanıma yavaş yavaş Cesur girince şaşkınlıkla ona baktım. Havaalanına gelirken yanımızda yoktu. Şimdi ise ağzı kulaklarında bizi bekliyordu.

Cesur'u tanıdığım günden beri ilk kez yüzünün bu kadar güldüğüne, heyecandan yerinde duramadığına şahit oluyordum. Buna Beren'in sebep olma ihtimali kalp atışlarımı hızlandırırken gözlerimi Cesur'un üzerinden ayırmadan yürümeye devam ettim.

Tam Cesur'un yanına gelmiştik ki Poyraz çalan telefonu yüzünden yanımızdan biraz uzaklaşınca gözlerimi kısıp merakla Cesur'a baktım. "Seni ilk kez bu kadar mutlu görüyorum Cesur." deyince daha da gülümsedi.

Onun gülümsemesi beni epey heveslendirmişti. Coşkuyla; "Yoksa Beren seni affetti mi?" diye sordum.

Sorduğum soruyla Cesur'un dişleri tamamen gün yüzüne çıktı ve tasdik edercesine başını salladı. Bir an midemde kelebekler uçuştu. Hissettiğim heyecana yenik düşerek ona sarılmak için öne atıldım fakat yüzündeki gülümsemesi anında yok oldu ve ani bir atakla geri çekilip ona sarılmamı engelledi. "Eylül üzgünüm ama hastaneden yeni çıktım, yeniden hastanelik olmak istemiyorum." diyerek Poyraz'ı işaret etti.

Başımı yavaşça Poyraz'a çevirdiğimde Poyraz'ın ters ve sert bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. Bakışlarından etkilenmemeye çalışarak Cesur'a dönüp gülümsedim. "Seni affetmesine çok sevindim."

Cesur keyifle sırıtıp; "Onu birde bana sor." diyerek arabanın kapısını açıp buyur anlamında eliyle arabanın içini işaret etti.

Cesur'un beklemediğim hareketine şaşkınlıkla bakınca Cesur göz kırptı. "Bugünlük beni affet, içim içime sığmıyor."

Cesur'a gülümseyerek arabaya bindim. Tam koltuğa yerleşiyordum ki telefonum çalmaya başlayınca telefonu çantamdan çıkarıp arayana baktım. Arayan İlayda'ydı ve muhtemelen annemleri soracaktı. Lakin yanıldığımı anlamam uzun sürmedi. Telefonu açar açmaz ben daha cevap bile veremeden İlayda ağlamaklı bir sesle; ''Eylül sana çok ihtiyacım var.'' dedi.

Hissettiğim korkuya yenik düşerek; ''Noldu?'' diye sorunca yüksek çıkan sesimden dolayı Cesur başını arabanın içine uzattı. ''Bir sorun mu var?''

Ona iyi olduğumu belli edercesine başımı sallayıp İlayda'ya odaklanmaya çalıştım. ''İlayda iyi misin, N'oluyor?''

''Hiç iyi değilim Eylül. Annemle babamın biliyorsun, son günlerde zaten araları kötüydü. Bu sabah her şey iyice sarpa sardı.'' Hayal kırıklığıyla dolu kırgın bir soluk aldı. ''İnanabiliyor musun babam annemin üzerine yürüdü eğer aralarına girmeseydim ona vuracaktı.''

Söylediği son cümlenin ağırlığıyla bir an yutkunamadığımı hissettim. Adeta görünmez eller tarafından boğazım sıkılıyor, İlayda'nın yaşadığı dehşeti içimde yaşıyordum. ''Ciddi olamazsın değil mi? Senin baban böyle bir şey yapmaz.''

İlayda böyle bir cümle duymayı bekliyormuş gibi kendini bırakarak ağlamaya başladı. ''Çok korktum Eylül, karşımda sanki hiç tanımadığım bir adam vardı. Nasıl bu hale gelebildi?''

İlayda telefonda öyle çok ağlıyordu ki ne yapacağımı bilemedim. Tek bildiğim bana ihtiyacı olduğuydu. ''Neredesin şimdi pastanede misin?'' diye sorunca hıçkırıklarının arasından güçlükle; ''Evdeyim bu halde pastaneye gidemedim, belki öğleden sonra geçerim.'' dedi.

Karşımda o varmış gibi başımı salladım. ''Tamam ben şimdi yanına geliyorum.'' dediğim sırada ciğerlerime dolan tanıdık kokuyla başımı yanıma çevirince Poyraz'ın oturduğunu gördüm. Tedirginlikle yüzüme bakıyordu.

Telefonu kapatıp bedenimi tamamen ona döndürdüm ve olanları hızlı bir şekilde ona da anlattım. ''Uzun lafın kısası İlayda'nın bana şu an ihtiyacı var, yanında olmam lazım.''

Poyraz bu durumdan hoşlanmadığını belli edercesine sert bir solukla doldurdu göğüs kafesini. ''Daha yeni kavuşmuştuk.'' Ağzının içinde anlamadığım bir şeyler geveledi. Tam olarak ne dediğini anlamasam da laflarının odağının, buna sebep olan adama olduğundan emindim.

Huysuz bir homurtuyla beni yanına iyice çekerek kulağıma doğru eğildi. ''Yokluğunda biraz daha dişimi sıkabilirim.'' Burnunu kulak arkama sürtüp koklar gibi nefes aldı. ''Ama bu gece koynumdan çıkamazsın.''

Poyraz'ın sözlerinin odağı bu kez direkt kasıklarım olmuştu. Kasıklarımdaki güçlü sızı onu istediğini belli edercesine kendini belli edince başımı hevesle salladım.

POYRAZ

Onca ayrı kaldığımız günden sonra Eylül'ü bırakmayı hiç istemesem de ne yazık ki buna mecbur bırakılmıştım. Sığ bir nefesle ciğerlerimi doldurup Melis'in odasının olduğu koridora yöneldim. Tıpkı benim gibi o da hevesle bekliyordu Eylül'ün evimize gelmesini ve yine benim gibi hayal kırıklığına uğrayacaktı.

Kapısının önüne gelince içeriden gelen müzik seslerini duydum. Hareketli bir müzik çalıyordu. Anlaşılan keyfi yerindeydi ve dans ediyordu. Zaman zaman bunu yaptığına şahit olmuştum. Özellikle de Eylül'le birlikte olduğumuzu öğrendiği günden sonra dans etmeyi sıklaştırmıştı. Kapıyı yavaşça araladığımda beni görür görmez dans etmeyi bıraktı ve bakışlarının odağı yanım oldu. Samimi bir hevesle Eylül'ü arıyordu gözleri. İçimin burkulduğunu hissedip odasına girdim. Benim yalnız girmemle Melis'in gözlerine belli edercesine hayal kırıklığı yerleşti. ''Öğretmenim nerde?''

Müziği durdurup yatağına adımladım. ''İlayda ablanın yanına uğraması gerekti ama akşama gelecek.'' diyerek yatağının ucuna oturdum.

Dudaklarını büke büke yanıma gelip kucağıma tırmandı. ''Ama ben onu çok özlemiştim.''

Aynı özlem bende de vardı ve içimdeki özlemi, dile dökemeyeceğim kadar tarifsizdi. Yavaşça kolunu okşayıp; ''O da seni çok özledi. Geldiğinde bolca vakit geçirirsiniz.'' dedim.

Buruk bir tebessümle başını salladığında bakışlarımı dans ettiği müziğe çevirdim. ''Yine mi dans ediyordun?''

Neşeli bir sesle; ''Evet çünkü çok seviyorum ve vazgeçemiyorum.'' deyince bakışlarımı ona geri çevirdim. Sevdiği şeylerden vazgeçememe huyunu benden aldığını biliyordum. Gözlerimi kısarak onu anlayabildiğimi ifade etmeye çalışsam da beni yanlış anlayıp tedirginlikle yüzüme baktı. ''Dans etmeme kızıyor musun?''

Gülümseyerek; ''Hayır.'' dedim. ''Neden kızayım? Dans etmeyi seviyorsan dans edebilirsin ayrıca sevdiğin bir şeyden vazgeçememek kadar doğal bir durum yoktur.''

Melis rahatlamış gibi nefes aldı. ''Bir an korktum.'' diyerek elini kalbinin üzerine götürünce eğilip elinin üzerinden öptüm. ''Seni mutlu eden her ne varsa sana zarar vermedikleri sürece onlardan asla vazgeçme.''

Melis'in gözlerinden muzip bir parıltı geçti. ''Beni çok mutlu eden kişiler de var, onlardan da vazgeçmemeliyim değil mi?''

Kuşkuyla yüzüne baktım. ''Kimler mesela?''

Melis heyecanla; ''Arkadaşlarım.'' deyince cümlenin devamını duymayı şiddetle reddettim. Emir denilen çocuğun adını duymaya katlanamazdım. Hele ki Eylül yanımda yokken bu konuyla ilgili sağlıklı bir konuşma yapabileceğimi hiç sanmıyordum. Konuyu değiştirme ihtiyacı içinde; ''Ee baba kız olarak bugünü nasıl geçirelim?'' diye sordum.

Melis düşünür gibi parmaklarını çenesinin altına yerleştirip bakışlarını boşluğa tutundurdu. Muhtemelen birlikte film izlemek isteyecek ya da ona kitap okumamı isteyecekti. Belki de o gece çok eğlendiği için yeniden pasta yapmayı isteyecekti.

Bir süre bekledi hatta umduğumdan daha uzun bir süre bekledi. Bu meraklanmama sebep olsa da sessiz kalmayı tercih ettim. İstediği her neyse kendi karar vermesi için herhangi bir müdahalede bulunmayı doğru bulmadım.

Çok geçmeden bakışlarını tutundurduğu boşluktan ayırıp gözlerime baktığında hiç beklemediğim ifadesi karşısında telaşa kapıldığımı hissettim. Gözlerinde bariz bir şekilde hüzün vardı. ''Bir sorun mu var?'' diye sordum aceleyle. ''Neden birden hüzünlendin?''

İçimi ateşe verecek kadar mutsuz bir sesle; ''Şeyy.'' dedi. Gözyaşları neredeyse akmak üzereydi. ''Beni annemin mezarına götürür müsün?''

Sessizlik... Melis'in odada yankılanan sorusuyla derin bir sessizlik sardı etrafımızı. Sessizliğin girdabından küçük bir alev peydahladı. Büyüdü, büyüdükçe bizi ortasına alan kalın bir çember oluşturdu. Alevlerin gücü önce bedenimi yaladı ardından iliklerime kadar kavurdu. Tüm fonksiyonlarımı yitirmeme sebep olacak kadar tek tek her bir zerremi yaktı. Küle çeviriyordu, en hafif rüzgarda bile dağılıp yok olacak simsiyah bir küle çevriliyordum. Acıyla baş edebilmek için gözlerimi kapatıp yutkunmak istedim lakin zehirli dumanı gözlerimi de boğazımı da yakacak kadar güçlüydü.

Gözlerim sulanma isteğiyle sızladı.

İçim mahşer yerine dönerken tek yapabildiğim acıyla Melis'e bakmak oldu. Şu ana kadar onu annesinin mezarına hiç götürmemiştim. Gerek yaşının küçüklüğünden gerekse güvenliğinden dolayı bunu yapmamıştım. Handan öldüğü günden beri, 8 yıl boyunca her hafta mezarına gitsem de Melis'i annesine götürememiştim.

Aramızdaki sessizlik uzayınca Melis; ''Ben kötü bir şey yaptım.'' diye mırıldanarak başını öne eğdi. ''Bade söylemişti. Bayramlarda dedesinin mezarını ziyarete gidiyorlarmış. Annesi gitmediklerinde dedesinin üzüleceğini söylüyormuş. Biz hiç gitmedik. Ben gidildiğini bilmiyordum. Onu üzdüğüm için özür dilemek istiyorum.''

Melis'in titreyen sesini duymamla birlikte dudaklarımın arasından engel olamadığım iniltiye benzer bir ses çıktı. Elimi göğsüme bastırdım. Kalbimin tam orta yerine koca bir suçluluk duygusu oturmuştu. Yükü öylesine ağırdı ki kalbimi adeta paralamış, güçlü bir kasırganın ortasında kalan küçücük bir tekne gibi beni parçalarıma ayırmıştı.

Melis eğdiği başını gözlerime çevirince ıslak kirpiklerinin karşısında derin bir karanlığa gömüldüm. An durdu. Ciğerlerim nefessiz kaldı, nefes almaya çabaladım ama almaya çalıştığım nefes binlerce iğne olarak boğazıma geri döndü. Batıyordu. Çok fazla batıyordu.

Haykırmak istedim. Hiçbir suçunun olmadığını, tüm suçun benim olduğunu haykırmak istedim... Konuşamadım. Ona bir suçunun olmadığını anlatamadım. Boğazıma batan binlerce iğne sesimi de kesmişti.

Melis'i kucağımdan indirerek ayağa kalktım. Büyük bir hiçlikte kaybolmuş gibiydim. Ne yapacağımı bilmeden etrafıma baktım. Annesini koruyamayıp onu annesiz bıraktığım gibi üstüne suçluluk duygusunu da yüklemiştim üzerine. Özür dileyecekti annesinden. Benim seçtiğim hayatın bedelini, küçük yüreğiyle ödemeye çalışacaktı.

Melis'in yüz ifademi görmemesi için arkamı döndüm. Buz gibi bir duvara çarpmış gibi hissediyordum. Dağılmak üzereydim. Gözlerimi kapatıp içimdeki feryadın dinmesi için yumruk yaptığım elimi sıktım. Öyle çok sıktım ki avcumun içine yayılan sıcaklıkla kanadığını hissettim lakin acısı, içimdeki pişmanlıkla boy ölçüşemezdi.

''Götürmeyecek misin baba? Çok istiyorum.''

Melis'in sesiyle gözlerimi aralayıp arkama döndüğümde çaresizce bana baktığını gördüm. Ruhum bedenimden ayrılmış gibiydi. Ruhum yaralarından öpmeye çalışıyordu. Bedenim karşısında duruyordu. Başımı hafifçe yana eğip yüzüne bakmaya devam ettim.

Son bir ümitle fısıltıya karışan sesiyle; ''Gidelim baba.'' dedi.

Ağlamaya yüz tutmuş bir çabayla dişlerimi sıkıp başımı yeniden dik konuma getirdim ve Melis'in umutsuz bakışları ablukasında adımlarımı dolabına yönlendirdim. Ellerim titriyordu. Titreyen ellerimle dolabından montunu alarak karşısına dikildim. Melis montunu görünce yüzündeki umutsuzluk ifadesi yerine saf mutluluğa bıraktı. ''Bu evet demek ki?''

Saf mutluluğu karşısında içimin kıyıldığını hissedip önünde diz çöktüm.  Olabildiğince alçak bir sesle; ''Sen kötü bir şey yapmadın.'' dedim. ''Yaşın çok küçüktü. Küçüklerin mezara gitmesini doğru bulmadığım için ben götürmedim. Bir suçlu varsa o da benim. Ayrıca güvenliğin için gitmedin. Emin ol ki annen buna hiç üzülmedi. Aksine sen güvende, iyi olduğun için mutlu oldu.'' Duraksadım ve ayağa kalkıp montunu giymesine yardımcı oldum. ''Ama bundan sonra ne zaman gitmek istersen seni ona götürürüm.''

Heyecanlanmaktan korkarcasına; ''Sahiden mi?'' diye sordu.

Gülümsemeye zorladım kendimi. ''Evet.'' diyerek onu kucağıma aldım. ''Hadi şimdi gidelim.''

Melis başını sallayınca telefonuma sarılıp Cesur'u aradım. Bizimle devamlı gelen korumaların sayısını arttırmasını söyleyerek telefonumu kapattım ve Melis'in yüzündeki kocaman gülümsemesinin eşliğinde odadan çıktım.

Dakikalar sonra araba hareket ettiğinde ise içimdeki suçluluğu ve acıyı atabilmiş değildim. Gömüldüğüm karanlıktan çıkamadığım gibi üzerine rahatsız edecek boyutta tedirginlik de eklenmişti. Bir anlık suçluluk duygusuyla Melis'e tamam desem de onun için endişelenmekten kendimi alamıyordum. Onu ilk kez mezarlığa götürüyordum. Doğru mu yapıyordum, bilmiyordum. Psikolojisi bunu kaldırır mıydı, hiç bilmiyordum. Tek bildiğim annesine gitme istediğine kayıtsız kalamadığımdı.

Bakışlarımı Melis'e çevirdim. Buruk bir tebessüm vardı yüzünde. Hem gittiği için mutlu hem de mutsuzdu. Saçlarından öpüp kucağıma çektim. Sıkıca bastırdım küçük bedenini göğsüme. Evlat kokusu dolunca ciğerlerime, burnumu boynuna yaslayıp bir kez daha soludum güzel kokusunu. İçime huzurunu bıraksa da içimdeki yangına su serpmemişti. Her şey çok mükemmelmiş gibi birde rutubetli havanın boğuculuğu sinmişti üzerime.

Buna sebep olan havaya baktım. Tamamen kapalıydı, yoğun bir gri sarmıştı gökyüzünü. Mezarlığa yaklaştıkça yollarda kasvetli bir hale bürünüyordu. Topraklı yollardan geçmeye devam ettik. Lastiklerin izleri yola karışıyordu. Karıştıkça yerden küçük bir kum fırtınası kalktı ve havanın griliğinde usulca yok oldu. Çok geçmeden arabanın canıma bir yağmur damlası düştü. Sıkıntıyla soludum. Bu, mezarlıkta çok duramayacağımız anlamına geliyordu. Zihnimin dinginlik köşelerine çekilmek için başımı geriye yatırıp gözlerimi kapattım.

Yaklaşık 40 dakikalık yolculuğun sonunda mezarlığının arkasında arabalar peş peşe durdu. Bakışlarımı adamlarıma çevirdim. Cesur, ne istediğimi çok iyi bildiği için sayıları tam da yerindeydi.

Benim bakışlarımın aksine Melis'in bakışları soğuk mezarlara takılı kalmıştı. ''Annem burada mı?'

Başımı salladım. Annesi buradaydı. Tam 8 yıldır, soğuk toprağın altında benim yüzümden tek başına yatıyordu. Onu korkutmamaya çalışarak kısaca ölümden ve mezarlıktan bahsettim. Anladığını belli edercesine gözlerini kapatıp açınca onunla birlikte arabadan indim.

Arabadan iner inmez soğuk bir rüzgar anında yüzümüzü yaladı. Sağdan soldan üşüşen tozlar üzerimize çökünce Melis gözlerini korumak istercesine elini yüzüne siper etti. Vaktimiz kısıtlı olduğu için Melis'in elinden tutarak adımlarımı mezarlığın içine atmaya başladım. Hemen arkamızdaki bir ordu dolusu korumayı kapının girişinde bırakmayı yeğledim. Hem ölülere saygıdan hem de Melis, annesiyle rahatça konuşabilmesi için yanımızda sadece Cesur ile Serdar'ın gelmesine izin verdim.

Melis gittikçe ürkek adımlar atıyordu. Gerildiği her halinden belliydi. Güven vermek istercesine elini daha çok sıktım. Başını bana çevirip gergin bir tebessümle gülümsedi. Onun gerginliği huzursuz hissetmeme sebep olunca şansımı denemek için, ''Eğer kendini hazır hissetmiyorsan geri dönebiliriz, hazır olduğunda geliriz.'' dedim.

''Hayır baba gitmek istiyorum lütfen geri dönmeyelim.''

Derince içimi çekip bakışlarımı Cesur'a çevirdim. Onun da bakışları Melis'in üzerindeydi ve onun için endişelendiği açıkça belli oluyordu. Yürümeye devam ettim fakat havada asılı kalan bir tuhaflık seziyordum. Tuhaflığın sebebini idrak edince başımı geriye çevirip o ana dek gözüme çarpmayan mezarlık görevlisini aradım. Ortalıkta yoktu. Yeniden önüme döndüm.

Tam annesinin mezarına birkaç adım kalmıştı ki gördüğüm manzaranın dehşeti tüm sinir uçlarımı ansızın uyuşturdu. Nefes alamadığımı hissettim. Handan'ın mezar taşının kenarından, kanı üzerinde kurumuş bir el görünüyordu. Bakışlarımı güçlükle elden alabildiğimde kanın devamını takip ettim. Kanın yoğunlaştığı yere gelince ise mideme yumruk yemiş gibi hissettim. Beyaz mezar taşında o kanla, Handan'ın adının hemen üzerinde; SIRA SENDE POYRAZ! yazıyordu.

Ben adımlarımı durdurunca Cesur ile Serdar da adımlarını durdurdu ve bakışlarını baktığım yere odakladılar. Cesur yazıyı görür görmez korkuyla; ''Sikeyim baskın!'' deyince Melis'in küçük bedenini kucaklayıp bedenimi siper etmeye çalıştım. Göz ucuyla arabaya baktım. Arabayla aramızda oldukça mesafe vardı ve kendimi feda etsem bile Melis'i yara almadan arabaya yetiştirmem imkansızdı.

Uğuldamaya başlayan kulaklarımda Serdar'ın sesini zar zor duyabildim. Geride kalan korumalara gür sesiyle; ''Baskın!'' diye haykırınca herkesin eli belindeki silahlara gitti.

''DEVAM EDECEK''

•••••••••••

Herkese merhaba🌸
Ben geldim ama iyi mi geldim kötü mü geldim bilemedim🤷‍♀️
Kitabımız burada bitmiştir.

Eylül 3'ü yayınevime teslim ettim ama çıkış tarihi henüz netleşmedi. Netleşir netleşmez haber vereceğim.

Eylül'ün bölümleri bir süre burada kalacak daha sonra yine kaldırmak zorunda kalacağım. Umarım Eylül'ü sevmişsinizdir.

Şimdilik benden bu kadar.

Desteklerinizi ve oylarınızı da bekliyorum🦋

Aşkla kalın, sevgiyle nefes alın💜

Continue Reading

You'll Also Like

3.3M 157K 71
"Umarım bir gün yüzün yüzümde uyanmak mümkün olur , yoksa bu dünya yaşanacak gibi değil." BERCESTE 09.07.20 Yetişkin içerik barındırmaktadır.
57.1K 7.2K 17
Adı Bürge İlya Solmaz... O evin Asi Kızı'ydı ve bir gün babasına baş kaldırdı. Sonra kendi mutluluğunu bulmak için özgürlüğe kanat çırptı... Bazen ha...
130K 15.6K 52
Adam, yüreği hırsla kavrulan vahşi bir aslandı, kadınsa onun inine habersizce girmiş körpe bir ceylan... Kuzey'in oğlu ile Güney'in kızının dolu diz...
149K 7K 24
TÖRE YE KURBAN EDİLDİ HAYATLARI. 17 SİNDE ABİSİ YAŞINDAKİ ADAMA GELİN OLDU HEVİN . KAN DAVASİ BİTSİN DİYE KÜÇÜCÜK KIZI GELİN ALDI ALAZ AĞA. BİRİ BAB...