Birinci Tekil

By antided

364K 24.6K 9.9K

Dora'nın hayatı on sekizinci yaş gününde, tek dayanağı olarak gördüğü ağabeyi Doruk'un aniden ortadan kaybolu... More

00. Esrarengiz Başlangıçlar
01.Şehrin Rüzgarı
02. İkilem Dolu Bir Aşama
03. Gurur Kırıklığı
04. Şimşeğin Fısıltısı
05. Okyanusun Grisi
06. Dik Duruş
07. İlk Adımlar
08. Gerçekler Sandığımızdan Daha Yakındır
09. Karmaşık Renkler
10. Keskin Şüpheler
11. Bilinçsiz Benimseme
12. Yalanların Sıkı Düğümü
13. Sessizliğin Çığlığı Büyüktür
14. Başkalarının Acısını Hissetmek
16. Büyü
17. Herkesin Sırları Vardır
18. Hüzünlü Bir Buse
19. Eşik
20. Harlanmış Ateş
21. Duygu Gelgitleri
22. Zirvenin Dibi
23. Ölümün Kıyısı
24. Uçsuz Meçhuliyetler
25. Alev Alan Ruhlar
26. Karmaşa Ve Karşılaşma
27. Aşkın Karmaşık Testi
28. Kalbe Yenik Düşmek
29. Sınırsız Evren
30. Kemal ile Görüşmek
31. Dora'nın Richard ile İmtihanı
32. Yenik Kabulleniş
33. Yaratılmışların Gücü
34. Seçimler Kaderimizi Belirler
35. Aşk İtirafı
36. Birikmişler
37. Yakalanmak
38. Sözler Silsilesi
39. Bir Buse Borcu
40. Hezimet ve Enkaz
41. İki Seçenek
42. Açığa Çıkan Gerçekler
43. Cinayet
44. Uzay Boşluğu
45. Zaman Çizelgesi
47. İnce Sızılar
46. Koray'ın Umudu
48. Uzay'ın Hırçınlığı
49. Kargaşalar Zinciri
50. İkilem
51. Şatafat
52. Yüzleşmelerden Kaçılmaz
53. İçsel Kaçış ve Kaçırılma
54. Düşman İni
55. Uzay'dan Bir Ses
56. Tahammül
57. Uç Noktaların İmkansız Kesişimi
58. Geçmişin Esamesi
59. Kaybetmek
60. İnziva
61. Sarmaşık
62. Buhran
63. Final
64- Özel Bölüm

15. Dehşet Maskeleri

6K 436 142
By antided

Bir ipin üzerinde dengesini korumaya çalışarak yürüyen bir cambaz gibi hissediyordum son zamanlarda. İnsanlar merakla beni izliyor hatta içten içe düşmemi bekliyordu adeta. Düştüğümde gülmek için pusudaydılar, düşersem yalnız düşeceğimi biliyorlardı çünkü. Bu insan cümbüşünün şu an hayatımda olan insanlardan olduğunu düşünmüyordum. Ne kadar iyi anlaşamasak da Uzay dahil hiçbirinin kötülüğümü istemediğini bir şekilde biliyordum. Belki bir içgüdü, belki sadece umuttu ama önemi yoktu. Sebebi ne olursa olsun sonuçta burada düşmemi bekleyen insanlar belki de hiç tanımadıklarımdı. Beni boğuyorlar, dizlerimin titremesine sebep oluyorlardı. Ben de böylece yere çakılıyordum.

Ezgi'nin gece yarısına kadar uyumayıp o yokken aç kalmamamız için yapıp dolaba koyduğu yemeklerin arasından rastgele bir tencere almış, tabağımı epey doldurarak mutfakta oturmuştum. Diğerleri üç saat kadar önce gitmişti, iki hafta boyunca gelmeyeceklerdi. Ben ve Uzay ise bu kasvetli evde baş başa kalmıştık. O odasında takılıyorken ben de biraz televizyon izlemiş, can sıkıntım geçmeyince de kendimi yemeğe vermiştim. Televizyonun sesi arkadan gelse de düşüncelerimden başka hiçbir şey duyduğum yoktu.

Hayatımın düz bir yolda ilerlediği günler geride kalmıştı. Şimdi farkında olmadan zikzaklar çize çize yürümeye çalışıyor, çoğu zaman sendeliyordum. Hayatına kolay kolay insan almayan biri olan ben son bir ayda hiç olmadığı kadar kalabalıkla içli dışlı olmuştum. Belki de tüm yaşananların yanı sıra bir de bu yoruyordu beni. Bilemiyordum. Uzay salona girdiğinde ona göz ucuyla baktım. O her zamanki tekli koltuğuna geçip otururken ben de elimdeki börekten koca bir ısırık aldım. Uyanınca aklı selim bir halde dün gece aniden beliren ve değişkenlik gösteren ruh halimi neye yoracağımı bilmiyordum. Her ne kadar kişisel sınırlarını ihlal etmemek için ondan uzak dursam da Uzay’ın tavırları düşüncelerimi kendine çeviriyordu. İlk kez onu merak ediyordum. Daha önceki tüm durumlar benimle ilgili bir şeyler olma ihtimalini kovalamak içindi. Şimdiyse sağlam kafayla olayları eleyip biçmiştim ve onun Zeyna’ya olan bağının derinliğine kendimce kanaat getirmiştim. O fotoğraftaki içten gülüşü aklıma sık sık geliyordu. Bir insanı buzdan duvarların arkasına sürükleyecek acıların varlığını biliyor olsam da hiçbir zaman onlardan birine tabi tutulmak istememiştim. Ailemi kaybettiğimde yaşadığım keder beni insanlardan soyutlanmışsa bile hiçbir zaman nefret etmemi sağlamamıştı. Zaten Doruk nefretin kötü bir şey olduğunu söylerdi.
Uzay da yüzündeki bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki aniden başını bana çevirdi. Hazırlıksız yakalanmıştım. “Bir şey mi soracaksın?” diye sordu. “Geldiğimden beri suratımı inceliyorsun."

Omuz silktim. “Sorsam da cevaplamayacaksan kendimi niye yorayım ki? Sadece düşünüyorum.”

“Neyi?”

“Her şeyi ve hiçbir şeyi.” diye mırıldandım. “Belki de benden sakladıklarınızın ağırlığı altında her geçen gün daha da ezildiğimi."

Uzay ifadesiz gözlerle yüzüme baktı. “Öğrensen ne olacak?” diye sordu meydan okurcasına. “Daha çok ezilmeyeceğin ne malum?”

Şaşkınca öne doğru eğildim. “Yani gizlediğinizi inkar etmeyecek misin?”

Beni taklit etti. “Etsem de inanmayacaksan kendimi niye yorayım ki?”

Gözlerimi kıstım. Yüzümde bozulmuş bir ifadeyle “Doruk,” dedim. “Ondan hiç haber aldın mı?” Dayanamayıp zaten bildiğim bir soruyu sorduğumda Uzay dudağını ıslattı.

“Evet,” diye beni hayrete düşüren bir dürüstlükle yanıtladı sorumu. “Duymak istediğin cevap buysa onunla konuştum, iyi olduğunu da biliyorum.”

"Niye gelmediğini, nereye gittiğini... Hepsini biliyorsun öyleyse."

Dudağını kıvırdı. "Biliyorum, Dora. Ama bunu sana söyleyecek değilim."

"O benim abim!" diye çıkıştım. "Elbette bana söyleyeceksin, söylemelisin. Beni neden terk ettiğini bilmek zorundayım."

Uzay bir sigara yaktı. Dalı dolgun dudaklarının arasına yerleştirirken "En büyük sorunun ne, biliyor musun?" dedi ilgisizce. "Her şeye kendi pencerenden bakıyorsun. Bir soru sorduğunda hemen cevabı duymak istiyorsun ama asla karşındaki insanları anlamaya çabalamıyorsun." Başını onaylamazca salladı. "İnsanların senden bir şeyler saklamaya meraklı olduğunu mu zannediyorsun?" İstifini bozmasa da bakışları beni döver gibiydi. "Bazen bazı şeyler vardır, mecbur kalırız bunları yapmaya. Doruk'un gidişi de böyle bir mecburiyetti işte. Senin terk ediliş sandığın şeyin bir başkasının yok oluşu olma ihtimali hiç aklına geldi mi?"

Bana attığı zehirli oklar yüzünden seslice yutkunmam gerekti. O ise pür dikkat yüzüme bakıyordu. "Ya sen?" dedim. "Sen benden çok mu farklısın? Benim aradığım şey cevaplar, fazlası değil. Ancak sen," İşaret parmağımı ona doğru uzattım. "Sen hatalar yaptığında bunu benim gibi meraktan değil keyfine yapıyorsun."

Sırıttı. "Ne gibi hatalar yapıyorum mesela?"

Sigarasının dumanı yüzüme doğru geliyordu. Suratımı ekşittim. "Bana karşı böyle kaba olmak gibi hatalar." diye homurdandım. "Kalbimi kırman, sürekli beni terslemen... Daha sayayım ister misin?"

"Kendini çok mu önemli sanıyorsun?" diye sordu. "Gözlerini aç bak, dünya senin etrafında dönmüyor. Ayrıca sana karşı hiçbir tavrımın bana zevk verdiği de yok. Ben buyum. Beğenip beğenmemek sana kalmış."

"En kolayı beni olduğum gibi kabullenin diyip kenara çekilmek galiba," dedim alayla. Gözlerim dalmıştı. "Benden önce sen baksana bir kendine. Ben buyum, ben böyle istiyorum, ben, ben, ben... Hayatında hiç 'sen' diyebilmenin huzurunu tattın mı?" Başımı iki yana sallayarak kendi sorumu kendim cevapladım. "Sanmıyorum."

Uzay bir şey söylemedi. Gözleri keskince bakıyor, yüzüme yakıcı harfler çiziyordu. Onun mavi okyanuslarında boğulduğumu hissederek ayağa kalktım ve yanından ayrıldım. Nedense bu konuşma beni rahatlatmak şöyle dursun daha da germişti. Uzay içimi kemiren şeytanın sesi olmuş, benden gizlenenlerin ağırlığına dayanamayacağımı bir tokat gibi suratıma çarpmıştı. Ben de kendi çapımda ona laf atmaya çalıştıysam da boşaydı. Uzay'ın bana karşı olmasa da Zeyna'ya karşı sadece kendini düşünen biri olmadığını öyle veya böyle biliyordum. Üstelik tartışmayı kişiselleştiren bizzat bendim. Dolayısıyla orada daha fazla kalıp aramızda soğuk rüzgarların esmesine sebep olmak doğru değildi.

Sonraki iki gün tekdüze geçti. Reha ile sık sık mesajlaşıyor, onun bana attığı doğa fotoğraflarını inceleyerek odamda zaman öldürüyordum. Uzay da o günkü konuşmamızı çoktan unutmuş olacak ki kendi halinde takılıyor ve bana sataşmıyordu. Doğrusu bu işime geldiğinden ben de mümkün mertebe karşısına çıkmamaya çalışıyordum. Ancak canım epey sıkılmıştı şimdiden ve neredeyse iki haftayı daha böyle geçirmeyi düşünmek bile beni boğuyordu. Bu nedenle bugün Uzay'a haber vererek Koray'ın evine doğru yürümeye başladım. Mutfakta kek yapmış, birazını bize ayırdıktan sonra kalan kısmını Koray'a götürmeye karar vermiştim. Bunu görünce mutlu olacaktı. Buradaki tek güvendiğim insan olma onuruna nail olan arkadaşıma sürpriz yapacağımdan geleceğimi söylememiştim aynı zamanda. Sırıtarak elimdeki kaba baktım ve başımı kaldırıp güneşin önünü kapatan bulutları inceledim. Kasvetli havaları pek sevmesem de buraya geldiğimden beri alışmıştım buna. Bulutlar da benim soru işaretlerim gibiydi, diğerlerine karşı içimi tam anlamıyla ısıtacak güneşi gizliyordu. Ancak yine de güneş bir yerlerdeydi ve görünmese de dünyaya ışık saçıyordu. Aynı şekilde ben de birkaç haftadır birlikte yaşadığım ama güvenme konusunda problemler yaşadığım arkadaşlarımı seviyordum. Tıpkı güneş gibi önümün açılmasını bekliyordum kısacası.

Ayağım bir taşa takıldığında kendimi yerde buldum. Şaşırarak kafamı indirdiğimde neyse ki keki koyduğum saklama kabının kapağı açılmamıştı. Homurdanarak doğruldum. Dizim acımıştı. Önüme bakmam gerekirken göğe bakarsam olacağı buydu elbette. Neyse ki Koray'ın evine az kalmıştı ve oraya kadar dayanabilirdim. Yine de dizimde açılmış yaranın nasıl olduğunu tam olarak görmek istedim. Yüksek kaldırıma çöküp ispanyol paça pantolonumun paçasını yukarı doğru sıyırdım. Dizimde pek ciddi olmasa da kanamış bir kısım vardı. Muhtemelen düşerken taşa çok sert sürtünmüştü. O taşın orada ne işi olduğunu düşünerek bir kere daha söylendim ve dizime doğru üfledim. Küçükken ne zaman yaralansam Doruk böyle üflerdi. Bu hareketim onu andırdı. Gerçi bana her şey onu hatırlatabilirdi.

Baş parmağımla yaraya hafifçe dokundum. İçgüdüsel bir hareketle elimi üstüne bastırırsam artık sızlamayacağını düşünme gafletinde bulunmuştum. Keşke dokunmakla iyileşebilseydi. Böylece sadece dizimdeki değil kalbimdeki yarayı da onarmanın bir imkanı olurdu. Dudağımı ıslatarak elimi çektiğimde tuhaf bir şekilde sızısı geçmişti. Şaşırarak dizime baktığımda gördüğüm şeyle dehşete düştüm. Yara yok olmuştu!

Az önce aklımdan geçirdiğim uçuk fikir gerçekleşmişçesine gözlerimi büyüttüm ve dizimi daha dikkatli inceledim ama yoktu, demin az da olsa kana boyanmış dizim şimdi hiç yaralanmamış gibi tertemizdi. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Hayal mi görüyordum? Hayır, değildi. Uyanık olduğuma adım kadar emindim. İçimde bir yerlerde derin bir ürperti duygusu açığa çıkarken kalbim hızlandı. Neler oluyordu? Yanımdan geçip giden insanlar bana kısaca bakıp yoluna devam ederken panikle ayağa kalktım. "Tamam Dora, sakin ol." dedim kendi kendime. "Bunların mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır." Ellerim hafifçe titriyordu. Bir an önce Koray'ın yanına gidip onun beni yatıştırmasına ihtiyacım vardı. Kendimde değil gibiydim. Keki koyduğum kabı bile almadan koşmaya başladım.

Evine az kaldığı için oraya ulaşmam çok zaman almadı. Kapısının önüne geldiğimde sertçe yumruk attım kapıya. Korkuyordum.

Korkma, kendine ve bize merhaba de.

Zihnimde yankılanan bu sesle dudaklarımın arasından bir çığlık kaçarken kapıyı daha hızlı çaldım. Kendimden geçmiş gibi yumruk atarken kapı açıldı ve Koray'ın şaşkın bakışları beni buldu. "Dora?" dedi uykulu gözlerle bana bakan Koray. "Burada ne işin var?" Halime baktığında bilinci bir anda yerine gelmiş gibiydi. "Bekle, sana ne oldu? Hayalet görmüş gibisin."

Hiçbir şey demeden kendimi kollarına attım ve ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bile bilmiyordum. Yaranın bir anda iyileştiğini görmek beni şaşırtmıştı belki ama asıl korkunç olan şey kafamın içinde dönüp dolaşan o yabancı sesti. İşin tuhafı yabancı olduğu kadar tanıdıktı da. Hayatım boyunca hiç duymadığım bir sesti, buna emindim ama aynı zamanda içimde bir şey o sesi bir yerden tanıyordu. Benim sıkı sarılışıma Koray da nihayet karşılık vermeyi akıl edebildiğinde başımı omzuna gömmek az da olsa rahatlamıştı beni. Hiç değilse o ses artık tekrarlamıyordu. Koray'ın sırtımı sarışını hissederken ne kadar süre öyle beklediğimi bilmiyordum. O geri çekilip beni içeriye alana kadar bile bir boşlukta süzülüyor gibiydim. Koray beni salonundaki koltuğa oturttu ve karşıma geçti. Aramızda bir sehpa vardı ama ben beni tüm bu garipliklerden koruyabilecekmiş gibi ona tutunmak istiyordum. "Daha iyi misin?" dedi bana getirdiği suyu yudumladığımda. Derin bir soluk almayı denedim. Zorlukla gri gözlerimi kaldırıp onun kahveleriyle buluşturduğumda yaşlarım dinmişti.

"B-bilmiyorum," dedim kekeleyerek. "Çok kötü hissediyorum Koray."

Elini uzatıp benim dizimdeki elimi kavradı ve güven verircesine sıktı. "Ne olduğunu anlatmak ister misin?"

"B-ben sana geliyordum," dedim güç bela. "K-kek yapmıştım." Etrafa baktım. Doğru ya, onu yerde bırakıp kaçmıştım! Kafamdan aynı anda o kadar fikir geçiyordu ki buna şaşırmadım. "S-sonra bir anda takılıp düştüm. Dizim kanıyordu." Duraksadığımda Koray devam edecek cesareti bulabilmem için bana zaman tanıdı. "B-ben de yaraya dokundum. K-küçükken Doruk böyle yapardı. Ö-önce üfler sonra da dokunurdu ve daha hızlı iyileşeceğini söylerdi." Kekelemelerimin arasından kendimi ifade etmeye çalışmam hayli acınasıydı. Koray hâlâ sabırla asıl olaya gelmemi beklerken onu daha fazla oyalamadım. Az da olsa toparladığım için "Elimi çektiğimde..." diyebildim. "Yara yok olmuştu."

Koray dehşetle gözlerini irileştirdi. Bir anda onu bu kadar şoke eden şeyi az önce ben de yaşamış ve iliklerime kadar üşümüştüm. "Emin misin?" dedi hayretle. "Dora, iyi gördüğüne eminsin değil mi?" Elini ensesine attı ve onaylamamla ağzının içinde bir şeyler geveledi. "Hemen geliyorum." O yanımdan hızla kalkıp giderken ben öylece arkasından baktım. Gözlerindeki ifadede şaşırmaktan öte bir şey vardı. Çok geçmeden Koray elinde bir bıçakla geri döndü ve karşıma oturdu. Bıçağı gördüğümde irkilerek geri çekildim. Beni cadı falan zannedip öldürecek miydi? Bu saçma fikirle kendime içsel bir tokat atarken bunu fark etmeyecek kadar düşünceliydi Koray. "Dinle Dora," dedi aramızdaki gergin sessizliği sonlandırarak. "Korkma, sana zarar vermeyeceğim. Sadece bir şey denememiz gerekiyor." Bıçağı sehpanın üstüne bırakıp kazağının kolunu sıyırdı. Ben kalbim boğazımda atar halde onu izlerken Koray bıçağı tekrar kavradı ve avcuna yaklaştırdı.

"Ne yapıyorsun!" diye telaşla bağırarak elini tutmaya çalıştım ama Koray geri çekti.

"Önemli değil, gerçekten de dokunduğun anda yaranın nasıl kaybolduğunu anlamaya çalışacağız."

"Saçmalama," diye yeniden itiraz ettim. "Büyücü müyüm ben? Bunu nasıl yapabilirim ki? Mantıklı bir açıklaması vardır illa ki."

Koray başını iki yana sallayarak gözlerime baktı ve birden bıçağı tenine batırdı. Avcundan oluk oluk kan akarken ben ona hayretle baktım. Koray bıçağı yerine bırakıp dişlerini sıktı ve elini bu kez bana uzattı. "Hadi, dokun." Kararsız bir ifadeyle aramızdan kimin delirdiğini anlamaya çalıştım. Koray büyük bir ciddiyetle -ki onu böyle görmeye pek alışık değildim- elini önümde salladı. "Acımıyor Dora, korkma ve dokun."

Ayağa kalktım. "Sen delirmişsin." Ona baktım. "Beni anlayacağını sanmıştım." Gidecekken sağlam eliyle bileğimi tuttu ve güven verici bir bakışla baktı yüzüme.

"Bana güven Dora," dedi ikna edici bir ses tonuyla. "Lütfen." Aramızda yaşanan kısa bakışmaya son vererek titreyen parmaklarımı narince avcuna bastırdım. Beyaz tenim onun kanına dokunduğunda kırmızıyla buluştu. İkimiz birbirimize bakarken "İçinden o an geçirdiğin şeyi geçir." diye ikaz etti beni. İtaatkâr bir şekilde dediğini yaptım. Yarasının iyileşmesini umarak gözlerimi indirdiğimde bunun ahmakça olduğunu bilsem de parmaklarımın arasından minicik bir ışık yayıldı. Koray'ın kaşlarının çatıldığını görmesem de hissedebiliyordum. Elimi çektiğimde gördüğüm manzarayla bir kez daha aynı ürpertiyi içimde hissettim. Koray önce demin kanarken şimdi sapasağlam olan avcuna sonra bana baktı.

"B-bu nasıl?" diyebildim cümleyi tamamlayamayarak. "N-nasıl olur?" Avuçlarımı kaldırıp elime baktım. Tüm bunlar ne demekti? Aklım almıyordu. Koray elimi tekrar tuttuğunda telaşla geri çektim. "Ben neyim böyle?" derken o benden daha hızlı kendine geldi. "Gerçekten de bir büyücü müyüm?"

"Bir şey yok, korkma güzelim," derken o da ayağa kalkmış ve yüzümü avuçlamıştı.

"Bırak beni Koray," dedim. "S-sana zarar verebilirim. Görmedin mi? Ben... Ben bir canavarım."

"Değilsin," Koray başını eğip gözlerimizi kesiştirdi.

"A-ama bir insan bunu nasıl yapar?" diye inlercesine konuştum. Damarlarımdaki tüm kan çekilmiş gibiydi. Az önce vücudumda isyan eden tüm hücreler uykuya dalmıştı adeta. "Bir ucube gibi yaranı iyileştirdim az önce. Nasıl bu kadar soğukkanlı kalabiliyorsun?" Gözlerindeki güveni hiçe sayarak yutkundum. "Bu normal değil."

"Normal," diye tekrar itiraz etti. "Diğerleri için olmasa da bizim için bu çok normal, Dora."

Gözlerini son cümlesiyle kaçırdığında üstüme çöken ölüm haline rağmen son gücümle geri adım attım. Zihnim söylediklerini tartarken "Bu ne demek?" dedim. "Sen neyden bahsediyorsun?"

Koray derin bir nefes aldı."Biz normal insanlar değiliz Dora. Hiçbir zaman olmadık." Kaşlarım havalandı. Konuşurken sesinde bezginlik vardı. "Bak. Bunları konuşmak için doğru bir anda değiliz." Koluma uzandı. "Biraz dinlenmen lazım, çok yorgun duruyorsun."

Şuh bir kahkaha attım. "Dalga mı geçiyorsun?" diye gülüşlerimin arasından sorarken bir adım daha geriye atmayı ihmal etmemiştim. "Şaka mı hepsi Koray? Ne saçmalıyorsun sen böyle? Normal değilmişiz!" Tekrar güldüm ama gözümden birer damla yaş aktı. Bilincimi kaybetmek üzereydim. "Yalvarırım bütün bunların senin bir oyunun olduğunu söyle."

Koray çaresizce yüzüme baktı ve "Değil," dedi. "İzle." Çenesinin ucuyla sehpada duran kanlı bıçağı gösterdi. Kafamı çevirip baktığı şeye bakarken bir anda bıçak havalandı. Ben büyük bir korkuyla ona baktığımda Koray da kırmızı gözlerini bana çevirdi. Bakışları eski halini alırken bıçak yere düştü ve çıkardığı ses milyonlarca defa kafamda yankılandı.

Kırmızı.

Geriledim. Bir adım daha. Bir adım daha. Dudaklarım yaşadığım afallamadan ötürü titredi. Uzay'ın kızıl bakışları kafamda can bulurken başıma büyük bir ağrı saplandı. Ayağım bir şeye daha takıldığında sırt üstü düştüm. Koray bana doğru yeltendiğinde her şeyi bir bulutun üstünde izliyor gibiydim. "Yaklaşma!" diye haykırdım. Geriye doğru sürünerek kaçmaya devam ederken başımdaki ağrıya o melodik ses de eşlik etti bu defa.

Artık zamanı geldi Dora. Bizi buldun.

"Dora!" Koray bir şeyler söylerken hiçbir şeyin farkında değil gibiydim. Gözlerim sımsıkı kapandı. Uzay'ın arabasından çıkıp eski depoya gittiğim o günü anımsadım. Sonra onu bağlı bir adama bir şeyler söylerken görüşümü. Bir anda bana dönen bir çift kırmızı göz ruhumu temelinden sarsarken beni zorla tutuşunu hatırladım. Her şey yavaş yavaş yerine otururken dilim tutulmuştu. Uzay bana ne yapmıştı böyle! Kendimi yeniden o odada uyanırken hatırladım. Bana düştüğüme dair söyledikleri yalanı. Düşmemiştim, kaçarken Uzay'a yakalanmıştım. Sonra gözleri yine kırmızı olmuştu. Tıpkı demin Koray'ın kızıllaşan gözleri gibi. Hiçbiri hayal değildi.

Hatırlıyordum, her şeyi hatırlıyordum!

Continue Reading

You'll Also Like

106K 4.2K 32
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
3.7M 308K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
116K 12.1K 32
Ayza Serisi evreninde geçen, karakterlerin daha önce yazılmamış ufak hikayeleri. :)
9.5K 1.4K 25
"Tüm gece hüzünlü bir melek gibi burada takılmana izin verecek değilim." Hiç tökezlemeden ayağa kalktı, sol elini koluma yerleştirip beni çekti ve y...