15. Dehşet Maskeleri

5.9K 436 142
                                    

Bir ipin üzerinde dengesini korumaya çalışarak yürüyen bir cambaz gibi hissediyordum son zamanlarda. İnsanlar merakla beni izliyor hatta içten içe düşmemi bekliyordu adeta. Düştüğümde gülmek için pusudaydılar, düşersem yalnız düşeceğimi biliyorlardı çünkü. Bu insan cümbüşünün şu an hayatımda olan insanlardan olduğunu düşünmüyordum. Ne kadar iyi anlaşamasak da Uzay dahil hiçbirinin kötülüğümü istemediğini bir şekilde biliyordum. Belki bir içgüdü, belki sadece umuttu ama önemi yoktu. Sebebi ne olursa olsun sonuçta burada düşmemi bekleyen insanlar belki de hiç tanımadıklarımdı. Beni boğuyorlar, dizlerimin titremesine sebep oluyorlardı. Ben de böylece yere çakılıyordum.

Ezgi'nin gece yarısına kadar uyumayıp o yokken aç kalmamamız için yapıp dolaba koyduğu yemeklerin arasından rastgele bir tencere almış, tabağımı epey doldurarak mutfakta oturmuştum. Diğerleri üç saat kadar önce gitmişti, iki hafta boyunca gelmeyeceklerdi. Ben ve Uzay ise bu kasvetli evde baş başa kalmıştık. O odasında takılıyorken ben de biraz televizyon izlemiş, can sıkıntım geçmeyince de kendimi yemeğe vermiştim. Televizyonun sesi arkadan gelse de düşüncelerimden başka hiçbir şey duyduğum yoktu.

Hayatımın düz bir yolda ilerlediği günler geride kalmıştı. Şimdi farkında olmadan zikzaklar çize çize yürümeye çalışıyor, çoğu zaman sendeliyordum. Hayatına kolay kolay insan almayan biri olan ben son bir ayda hiç olmadığı kadar kalabalıkla içli dışlı olmuştum. Belki de tüm yaşananların yanı sıra bir de bu yoruyordu beni. Bilemiyordum. Uzay salona girdiğinde ona göz ucuyla baktım. O her zamanki tekli koltuğuna geçip otururken ben de elimdeki börekten koca bir ısırık aldım. Uyanınca aklı selim bir halde dün gece aniden beliren ve değişkenlik gösteren ruh halimi neye yoracağımı bilmiyordum. Her ne kadar kişisel sınırlarını ihlal etmemek için ondan uzak dursam da Uzay’ın tavırları düşüncelerimi kendine çeviriyordu. İlk kez onu merak ediyordum. Daha önceki tüm durumlar benimle ilgili bir şeyler olma ihtimalini kovalamak içindi. Şimdiyse sağlam kafayla olayları eleyip biçmiştim ve onun Zeyna’ya olan bağının derinliğine kendimce kanaat getirmiştim. O fotoğraftaki içten gülüşü aklıma sık sık geliyordu. Bir insanı buzdan duvarların arkasına sürükleyecek acıların varlığını biliyor olsam da hiçbir zaman onlardan birine tabi tutulmak istememiştim. Ailemi kaybettiğimde yaşadığım keder beni insanlardan soyutlanmışsa bile hiçbir zaman nefret etmemi sağlamamıştı. Zaten Doruk nefretin kötü bir şey olduğunu söylerdi.
Uzay da yüzündeki bakışlarımdan rahatsız olmuş olacak ki aniden başını bana çevirdi. Hazırlıksız yakalanmıştım. “Bir şey mi soracaksın?” diye sordu. “Geldiğimden beri suratımı inceliyorsun."

Omuz silktim. “Sorsam da cevaplamayacaksan kendimi niye yorayım ki? Sadece düşünüyorum.”

“Neyi?”

“Her şeyi ve hiçbir şeyi.” diye mırıldandım. “Belki de benden sakladıklarınızın ağırlığı altında her geçen gün daha da ezildiğimi."

Uzay ifadesiz gözlerle yüzüme baktı. “Öğrensen ne olacak?” diye sordu meydan okurcasına. “Daha çok ezilmeyeceğin ne malum?”

Şaşkınca öne doğru eğildim. “Yani gizlediğinizi inkar etmeyecek misin?”

Beni taklit etti. “Etsem de inanmayacaksan kendimi niye yorayım ki?”

Gözlerimi kıstım. Yüzümde bozulmuş bir ifadeyle “Doruk,” dedim. “Ondan hiç haber aldın mı?” Dayanamayıp zaten bildiğim bir soruyu sorduğumda Uzay dudağını ıslattı.

“Evet,” diye beni hayrete düşüren bir dürüstlükle yanıtladı sorumu. “Duymak istediğin cevap buysa onunla konuştum, iyi olduğunu da biliyorum.”

"Niye gelmediğini, nereye gittiğini... Hepsini biliyorsun öyleyse."

Dudağını kıvırdı. "Biliyorum, Dora. Ama bunu sana söyleyecek değilim."

Birinci TekilΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα