EYLÜL (Raflarda)

By Hadadelamor90

5.4M 205K 50.2K

Karısının ölmesiyle tüm dengeleri değişen ve kızının öğretmeniyle yeniden aşkı tadan bir baba ile aşkı hiç um... More

EYLÜL ~ DİLHUN
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
EYLÜL ~ MAKUS
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
EYLÜL ~ 3
Final Videosu
🌸Duyuru🌸
LAVİNİA TANITIM
🍀
EYLÜL ÖN SİPARİŞE AÇILDI
EYLÜL İÇİN CANLI YAYIN
EYLÜL 3 Alıntısı

35. Bölüm

72K 3.5K 1.1K
By Hadadelamor90

Medya: PİNK - Try

Tutkunun olduğu yerde
Bir alev yanacaktır
Alevin olduğu yerde
Birileri yanmaya mahkumdur

Keyifli okumalar 🦋

•••••••••••

EYLÜL

"Çek o pis ellerini üzerinden!" diyerek bize doğru bir adım attı. Adım atmasıyla da kulakları sağır eden kuvvetli bir silah sesi mağaranın içinde yankılandı.

Silah sesine eş zamanla kendi çığlığımın sesi, kulaklarıma dolduğunda bir anda zaman dondu sanki. Herkes ağır çekimde etrafımdan siliniyordu. Sıkıca sarmalandığım beden beni bir anda boşluğa itti, kulağımdan inanılmaz bir çınlama sesi yükseldi.

Başımdan yüzüme doğru sızmaya başlayan bir sıcaklık hissediyordum, burnuma da barut kokusu doluyordu. Kuvvetli bir el tarafından hızlıca çekildim. Tanıdık, güvenli koku barut kokusunun yerini alınca kesik kesik aldığım soluklarla gözlerimi sıkıca kapattım ve başımı Poyraz'ın kaskatı kesilmiş bedenine bastırdım.

Hissettiğim panikten dolayı bedenimin titremesini durduramıyordum. Poyraz'ın elleri de endişeyle bedenimde gezinip bir şeyim olup olmadığını kontrol ediyordu.

Kuvvetli bir hıçkırıkla çözüldüğümde Poyraz'ın bedenimde gezinen elleri durdu ve güvenli kollarıyla bedenimi hızlıca sarmaladı. "Sakin ol menekşem, yanındayım."

Poyraz'ın söylediklerini zar zor algılıyordum. Boşta kalan ellerimle gömleğinin yakasına sıkıca tutunup hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Poyraz'ın sırtımda sakinleştirmek için şefkatle gezinen elleriyle ve ciğerlerime doldurduğum güvenli kokusuyla titremelerim azalırken bir anda Poyraz'ın kokusuna kan kokusu karışınca korkuyla başımı göğsünden kaldırdım, gömleğindeki kan lekesine baktım.

Dudaklarım dehşetle aralandı. "Poyraz kan!"

Poyraz'ın gözleri anlayışlı bir ifadeyle yumuşadı. "Ben iyiyim." deyip parmaklarını alnıma sürterek gezdirmeye başladı.

Bir şeyi siliyor gibiydi.

Çok geçmeden gömleğindeki kan lekesine alnımdan silmeye çalıştığı kanın sebep olduğunu anlayınca hızlıca başımı geriye çevirdim. Başımı geriye çevirmemle birlikte içimde büyük bir kıyamet koptu ve dünya sessiz bir çığlıkla etrafıma yığıldı sanki. Karşıma çıkan manzara beni büyük bir korkunun içine sürüklediğinde Engin'in dağılmış yüzüne dehşetle baktım.

Dudaklarımdan yeni bir çığlık firar etmeye hazırlanırken avuç içimi sıkıca dudaklarıma bastırdım ve gerçeğe gözlerimi sıkıca kapattım.

Poyraz, ani bir refleksle başımı kendisine çevirip yüzümü gerginlikten buz gibi olmuş avuç içlerinin arasına aldı. "Sakın bakma, yoksa kolay kolay aklından silemezsin." diyerek başımı göğsüne bastırdı.

Yeniden bedenimi esir alan titremeyle Poyraz'ın kollarında hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Kalbimin uğuldadığını hissediyordum ve üşüyordum. Göğsümde gittikçe büyüyen bir sızı vardı, canımı yakıyordu. Dizlerimde bedenimi taşıyacak daha fazla güç kalmayınca ayakta kalabilmeye zorladım kendimi. Havayı saran kan kokusu ise midemi bulandırmaya başlamıştı.

Yanımda birinin sesini duyuyordum ama kime ait olduğunu algılayamıyordum. Kendimi dahi hissedecek gücü bulamıyordum. İliklerime kadar dolan ağırlık hissi, beni sersemletecek kadar güçlüydü, tüm algılarımı kapatmıştı.

Yabancı ses; "Bu o mu? N'oldu burada?" diye sorunca Poyraz'ın göğüs kafesi öfkeli bir soluklu şişti. "Kendini vurdu korkak."

Yabancının sesi yeniden kulaklarıma doldu. "Kaldırın şu leşi gözümün önünden!"

Ona bakma isteği ile dolup taşınca Poyraz'ın bilinçsizce sıktığım kollarını bırakıp başımı sakladığım boyunduruğun altından çıkardım.

Bakışlarım, yabancı sesin sahibini bulurken yanımızda duran ve tüm ciddiyetiyle sağa sola talimatlar veren adama baktım. Kalın, gür sesiyle orantılı vücut yapısı, kendinden emin duruşuyla çevresine ufak çaplı panik yaşatacak bir havası vardı.

Etrafımız bir anda polislerle sarılınca bakışlarımı yabancının üzerinden çekip tedirginlikle onlara döndüm. Kimisi mağaranın köşelerine yerleşmiş etrafı inceliyor kimisi de yabancının talimatıyla arkamdaki cesede müdahale ediyordu. Yanımdaki hareketlilik artınca Poyraz'ın fazlasıyla huzursuz çıkan sesi ona bakmama sebep oldu.

Oldukça gergin ve soğuk duruyordu. "Gidelim artık."

Beni kucağına almak için üzerime eğilince titreyen elimi göğsüne yaslayıp onu durdurmaya çalıştım. "Yürüyebilirim Poyraz."

Sözlerime Poyraz'ın yalnızca kaşları çatıldı. Beni duymuyormuş gibi kucağına aldı. Hissettiği kaybetme korkusundan dolayı olmalıydı ki bana yeni doğmuş bir bebek gibi davranıyordu. Diretmek istemedim. İtaat ederek kollarımı boynuna dolağımda yabancı sesin sahibi bize döndü. Az önceki ciddi ifadesinin aksine gülümseyerek bana baktı. "Başka şartlarda tanışıp adamımın hayatına renk kattığın için sana teşekkürlerimi sunmak ve sırf bu yüzden dakikalarca başının etini yemek istesem de ki bunları daha sonra yine yapacağımdan emin olabilirsin, tanışmamız bugüne kısmetmiş, ben Ya..."

Poyraz, öfkeli bakışları hızla adama çevirip dişlerinin arasından sertçe tıslayarak devam etmesini engelledi. "Kapa çeneni Yasin, sırası değil!" diyerek arkasını döndü ve mağaranın çıkışa doğru hızlıca adımlamaya başladı.

Bir an Yasin ismini duymamla aynı ismi daha önce duyduğumu anımsadım. Sonrasında da Poyraz ile Demir'in o gece anlattığı arkadaşı olduğunu hatırlayınca ona dikkatle baktım. Onun da bakışları bizim üzerimizdeydi. Gülümseyerek göz kırptı ardından başını yanındaki polislere çevirerek onlara talimatlar vermeye devam etti.

Başımı çaresizce sevdiğim adamın boyun girintisine yasladım ve gözlerimi kapattım. İçimde canımı yakan öylesine büyük bir ağırlık vardı ki hissettiğim bu ağırlıkla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum dahası bu ağırlıkla başa çıkabilecek gücü kendimde hiç bulamıyordum.

Mağaranın içindeki karanlığa alışmış gözlerim dışarıya çıkmamızla ağrınca daha da sıkı kapattım gözlerimi ve yaslandığım kuytuya iyice gizlendim. Poyraz da derin bir iç çekip arabaya doğru ilerlemeye devam etti.

Arabanın yanına gelince ise Poyraz beni arabanın içine bırakırken bakışlarım az ilerimizdeki arabasına yaslanmış, sessizce bizi izleyen Beren'e kaydı. Bakışlarımı fark eder fark etmez bir suçlu gibi hızlıca gözlerini kaçırıp başını öne eğdi.

Poyraz'a Beren'in kim olduğunu sormak istesem de asıl cevaplarımın Beren'de olduğunu biliyordum lakin onunla konuşmak için kendimi hazır hissetmiyordum.Tek istediğim Poyraz'ın güvenli kollarıyla sarmalanmaktı. Poyraz da isteğimi anlamış gibi beni kollarının arasına alınca başımı göğsüne yasladım ve ıslak kirpiklerimi birbirine bastırıp sessizce yolun bitmesini bekledim.

Yol boyunca arabanın içine ölüm sessizliği hakim oldu. Ne Poyraz ne Cesur tek kelime etmedi. Kendimde de konuşacak cesareti bulamıyordum. Sanki ağzımı açsam kıyamet kopacak gibi hissediyordum. Bir diğer kıyameti de Poyraz'dan bekliyordum. Konuşmasa bile öfkeli nefesi sürekli boynuma vuruyordu. Başımı yasladığım bedeni de hâlâ kaskatıydı. Bakışlarım ellerine kayınca yumruklarını sıktığını fark ettim ve yanılmadığımı anladım. Öfke patlaması yaşamamak için kendini adeta sıkıyordu.

Eve geldiğimizde Poyraz arabadan inip beni yeniden kucağına almaya yeltenince onu durdurmaya çalıştım fakat öfkeli bakışlarının odağı bir kez daha ben olunca direnmeyi bırakıp usulca ona teslim oldum.

Poyraz beni kucağına alıp benimle birlikte hızlı adımlarla eve doğru ilerledi. Bizi öyle gören Ela da korkudan büyüyen gözlerle kapının önünde tedirginlikle beklemeye başladı. Yanına vardığımızda başımı ona iyiyim anlamında sallarken Poyraz'ın ruhsuz sesi kulaklarıma doldu. "Melis nerede?"

"Odasında Poyraz Bey, ödevlerini yapıyor."

Poyraz başını sallayıp doğruca merdivenlere yöneldi ve hızlı adımlarla yukarıya çıkmaya başladı. Odamın olduğu katı es geçip yukarıya çıkmaya devam ettiğini görünce odasına götürdüğünü anladım.

Odasına girer girmez direkt banyoya yöneldi. Banyoya girince beni yavaşça yere indirdi. İlk kez banyosuna giriyordum. Bakışlarımı banyoda gezdirdiğimde odasının aksine banyonun büyük bir çoğunluğuna hakim olan rengin siyah olduğunu fark ettim. Banyonun ortasında simsiyah yuvarlak bir küvet bulunuyordu. Köşesinde de yine siyah, mat bir duşakabin vardı. Bakışlarım tavana kayınca tavanın da odadaki gibi camdan tavan olduğunu gördüm.

Neden banyoda olduğumuzu anlamaya çalışırken Poyraz elimden tuttuğu gibi duşakabine doğru ilerledi.

Ne yani yıkanacak mıydık?

Gözlerim şaşkınlıkla büyüse de seri adımlarına ayak uydurmaya çalıştım.

Duşakabine girmemizle Poyraz beni kendine doğru çevirdi ve tam karşımda durup aramızdaki kısacık mesafeyi kapattı. Karşımda öylesine dağılmış bir ifadeyle duruyordu ki o ifadesinin karşısında boğazımda küçük bir hıçkırık belirdi. Gerçekliğime tutunmak istercesine yüzüme bakıyordu, nefesi titriyordu. Gözlerim bir kez daha dolunca Poyraz'ın parmakları yüzümde gezinmeye, kesik soluklarımız da birbirine karışmaya başladı.

Eli alnıma gelince birden durdu ve kaşları öfkeyle çatıldı. Hızlıca suyu açtı. Su aktıkça ıslanan saçlarımı sıkı sıkıya yaptığım at kuyruğundan kurtarıp; "O şerefsizin pis kanını üzerinden ben temizleyeceğim." dedi.

Sözlerinin ağırlığıyla dolan gözlerimden akmaya başlayan yaşlar, yüzümden akan suya usulca karıştığında Poyraz'ın saçlarımı yıkamasını sessizce bekledim ve içimde hissetmeye devam ettiğim ağırlıkla akan suyun kırmızıya dönüşmesini izledim.

Poyraz da fazlasıyla sessizdi. Sessizliğin altındaki öfkesi beni ürkütüyordu. Saçlarım tamamen temizlenince dudaklarını başımın üzerine bastırıp derin bir nefes aldı. "O pisliğin sana ilgisi mi vardı?"

Dakikalardır sormasından korktuğum soru şimdi tam karşımdaydı. Ne diyecektim ki ona?

Bedenimden buz gibi bir ürperti geçerken yavaşça çenemi yukarı kaldırıp çaresizce yüzüne baktım. Benden cevap bekleyen mavilikleri öfkeyle sarmalanmış sabırsızca üzerimde geziyor, verdiği sert soluklar tenimi daha da ürpertiyordu.

Öfkeli bakışları, tedirgin bakışlarımın üzerinde durunca ne cevap vereceğimi ya da anlatmaya nereden başlayacağımı bilemeyip hızlıca bakışlarımı ondan kaçırdım ve arkasındaki boşluğa baktım.

Benim bakışlarımı kaçırmamla  Poyraz'ın dudaklarından inleme sesi gibi boğuk bir; "Ahh!" nidası dökülünce yeniden ona baktım.

Başını geriye yatırmış, gözlerini sıkıca kapatmış, dudaklarını da sertçe birbirine bastırmış bir halde suyun yüzüne çarpmasına izin veriyordu.

Çok kısa bir müddet o şekilde bekledi ardından; "Neden bana söylemedin?" diye sorduğunda başını dik konuma getirip öfke tufanıyla sarmalanmış maviliklerini gözlerime kenetledi.

Telaşla dudaklarımı araladım. "Poyraz bak ben..." Duraksadım. Söyleyecek bir şey bulamayınca araladığım dudaklarımı kapatmak zorunda kaldım.

Ben susunca Poyraz başını iki yana salladı. "Neden iş bu noktaya gelinceye kadar sustun?"

Çenesi de öfkeden git gide kasılmaya başlıyordu ve bakışlarının soğukluğu karşısında benim tedirginliğim iyice artıyordu. "Evet bakışlarından, sözlerinden rahatsız oluyordum ama gerçekten işin bu noktaya geleceğini hiç tahmin edemedim, böyle olmasını istemezdim." dedim fısıltı gibi çıkan bir sesle.

Sözlerim üzerine Poyraz elleriyle yüzünü sertçe sıvazladı. "Ne zamandan beri sana ilgisi vardı?" diye sorduğunda ses tonunun şiddeti iyice artmış, boynundaki damarları belirginleşmişti.

Kesik bir soluk alıp sonunu düşünmeden hızlı hızlı konuştum. "Bilmiyorum, yani belki de en başından beri vardı ama son zamanlarda fazlalaşmıştı sanki."

"Ve sen sustun, öyle mi?" diyerek sinirle gülmeye başladı. "Bu pislik her Allah'ın günü sözleriyle ve bakışlarıyla seni taciz ederken sen bana bir şey söylemeyip sustun!" dediğinde maviliklerinde öylesine deli bir öfke oluştu ki o ifadenin karşısında sertçe yutkundum. "Poyraz ben sana bir şey olmasından, o adam yüzünden başının belaya girmesinden korktum."

Poyraz duyduklarına inanamıyormuş gibi yüzüme bakıp eliyle kendini işaret etti. "Benim mi başım belaya girecekti? O pislik yüzünden yani öyle mi?"

Sorusuna verecek cevap bulamayınca başımı yere eğdim. Bir umut kızgınlığının geçmesini bekledim lakin sessizliğim beklediğimin aksine Poyraz'ı daha da öfkelendirdi. "Birinin bakışı sana değecek diye benim ödüm kopsun ama adamın biri sevdiğim kadını her Allah'ın günü pis bakışlarıyla taciz ederken benim bundan haberim bile olmasın. Şaka gibi ya Allah'ım delireceğim." diyerek bağırdığında yankılanan sesinden dolayı başımı kaldırıp korkuyla yüzüne baktım.

Öfkesi tüm bedenini esir almış, karşımda patlamaya hazır bir volkan gibi duruyordu. Islanmış saçlarını sertçe karıştırdı ve öfkeden kora dönen maviliklerini ters bir ifadeyle yüzümde gezdirdi. "Neden bana söylemedin Eylül, neden sana zarar verme gücü bulana kadar sustun? Eğer bana söyleseydin senin bugünü yaşamana izin verir miydim? Ya sana orada bir şey olsaydı? Ya seni öl..." Cümlenin devamını getiremeden sustu ve öfkeli yüz ifadesi bir anda acı çeker bir ifadeye büründü.

Öylesine güçlü bir ifadeydi ki bu o ifadenin karşısında benim nefesim kesildi.

Yüzü, büyük bir acı girdabında kasılmış gibiydi. "Senin başına dayanmış o lanet olası silahı gördüğümde ölüyorum sandım, haberin var mı? O tetiğe basacak da gözlerimin önünde kayıp gideceksin diye aklımı yitiriyordum ben. Sen o namlunun ucundayken akıttığın her gözyaşının nasıl canımı yaktığına dair hiçbir fikrin var mı?"

Poyraz'ın titreyen sesiyle boğazımda çırpınan yumruyu bastırmak için zora ki bir şekilde yutkundum ve içim suçluluk duygusuyla ezilirken dudaklarım arasında can bulan pişmanlığımı fısıldadım. "Özür dilerim."

Poyraz'ın bakışları, dolan gözlerime takılı kalınca onu daha fazla üzmemek için kendimi sıkarak gözlerime dolan yaşları geri göndermeye çabalayıp ağlamamayı başardım.

Poyraz ise sakinleşmek için derin bir nefes alıp suyu kapatarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve avuç içini kalbimin üzerine bastırıp birkaç saniye öylece bekledi. Ardından kalp ritmimi hissetmiş olmalı ki gözlerini kapattı. "Bir daha atmama ihtimalinden öylesine  korktum ki... Sensiz kalma düşüncesi beni dehşete düşürdü."

Tam bir aptal gibi davranmış, ömür boyu zihnimizden silinmeyecek bir günü kendi ellerimle hem kendime hem de Poyraz'a inşa etmiştim. İçimi çekip dudaklarımın titremesini engellemek için dudaklarımı sertçe dişledim ve başımı göğsüne yaslayıp kollarımı beline doladım. "Tüm bunları sana yaşattığım için çok özür dilerim sevgilim."

Poyraz ıslak bedenimi korumacı bir tavırla sarıp beni kendine iyice bastırdı. Kıpırdamadım, kıpırdamak güven bulduğum kollarının arasından çıkmak istemiyordum. Ayrıca Poyraz'ın da bedenimi hissettikçe yavaş yavaş korkularından arınıyor gibi bedenimin gevşediğini hissediyordum.

Birbirimizden kopmak istemezcesine bir süre öylece kalıp sessizliği paylaştık fakat bir süre sonra bedenim elimde olmadan tepki vermeye başladı. Poyraz da ufak ufak titremelerimi fark edince;
"Hasta olmadan üzerini değiştirsen iyi olacak." dedi.

Başımı yasladığım göğsünden kaldırıp tamam anlamında salladığımda gömleğinin açık kalan kısmından görünen tenini öpme isteğime engel olamadım ve dudaklarımı tenine bastırdım. Öpmemle birlikte Poyraz'ın dudaklarımın altındaki bedeni yeniden kasılırken parmakları kollarımı kavradı, beni göğsünden ayırarak sırtımı arkamdaki duvara yasladı. "Kesinlikle seninle sınanıyorum." Aç kalmış yırtıcı bir hayvanın avına baktığı gibi dudaklarıma bakıp ben daha ne olduğunu anlayamadan hızlıca dudaklarımı kavradı akabinde kaybetme korkusunun verdiği hisle sertçe dudaklarımı öpmeye başladı.

Kuvvetli öpüşüne aynı şekilde karşılık verip parmaklarımı sırt kaslarına bastırdım ve korkusunu almak istercesine bedenime iyice bastırdım. Bu onu daha da delirtti, boğuk bir inlemeyle beraber beni içine hapsetmek istercesine öpüşünü derinleştirdi.

Bu defa bedenim üşümekten değil iliklerime kadar hissettiğim aşktan dolayı titriyordu. Kalbimin soluksuz ritmi tüm bedenimde fütursuzca geziniyor, ayaklarımı yerden kesiyordu.

********

Saatler sonra ise odamda keyifsizce otururken içeriye Poyraz girince ona bakıp ayağa kalktım. Dalgın mavilikleri yine gölgelenmişti. Bu mesele yüzünden canı epey sıkılacaktı. Pişmanlıkla dudaklarımı kıvırdığımda yanıma gelip alnımdan usulca öptü. "Nasıl oldun?"

"Daha iyiyim." diyerek bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Bir yere gideceği belliydi.

"Bir yere mi gidiyorsun?"

Kızgın soluğu dudaklarıma yayıldı. "Şu meseleyi halletmem gerekiyor."

Hissettiğim suçluluk duygusuyla dudaklarımın arasından keyifsiz bir nefes verdim. Omuzlarında yeterince yükü yokmuş gibi üzerine yenisi ben eklemiştim. İstemeden de olsa ona sürekli zarar vermeyi bir şekilde başarıyordum.

Çaresizce başımı sallamakla yetinince Poyraz parmaklarını koluma sardı ve üzerime eğilip bir kez daha sıcak dudaklarını alnıma bastırdı. "Daha fazla bunları düşünmeni istemiyorum, tüm bu yaşananları beraber unutacağız anlaştık mı?"

Tüm bu yaşananları unutmam çok zordu. Hele ki aklımda cevap bekleyen onca soru varken, düşünceler içimi kurt misali kemiriyorken bu imkansızdı. Sorularıma cevap verecek kişiyle bir an önce konuşmam gerekiyordu. Poyraz yanımdan ayrılacağı sırada onu durdurup kararsız bir sesle; "Poyraz, Beren buraya gelebilir mi?" diye sordum.

Tek kaşı hafifçe kavislendi, çok kısa bir müddet gözlerime baktı. Ardından belli belirsiz başını sallayıp odadan çıktı.

Poyraz odadan çıkınca daha fazla yalnız kalmayı istemeyip Melis'in odasına gittim.

İçeriye girmemle birlikte yastığının altına bir şey gizlemeye çalıştığını gördüm. Benim olduğumu anlar anlamaz derin bir; "Ohh!" çekip; "Sen miydin? Babam sandım." dedi.

"Bir sorun mu var?"

Dudakları sıcacık bir tebessümle kıvırıp elini yastığının altına sokarak altından kırmızı bir çiçek çıkardı.

Yanına gidip yatağına oturdum ve elindeki solmuş çiçeğe baktım. Gözlerim çiçeğin üzerinde gezinirken Melis cıvıldayan sesiyle konuşmaya başladı. "Bu çiçeği dün bana Emir vermişti, ben de yastığımın altında saklıyordum. Az öncede bakmak için elime almıştım ki sen içeriye girince babam girdi sandım. Ödüm koptu. " diyerek kıkırdadı.

Öylesine masum ve doğaldı ki dudaklarım saatler sonra ilk kez tebessümle kıvrılmıştı. Üzerine eğilip başının üzerinden öptüm. "Evet, çok güzel bir çiçek bu ama baban görmezse iyi olur."

"Bence de." deyip bir kez daha gülümsedi. Gülümsemesinin üzerinden birkaç saniye geçmemişti ki aklına bir düşünce gelmişçesine gülümsemesi silindi.

Asık suratına bakıp yüzünü ellerimin arasına aldım. "Neden bir anda yüzün düştü bakalım senin?"

Karasız bir sesle; "Şeyy..." deyip sustu.

"Evet dinliyorum."

"Ben senden bir şey isteyeceğim."

Merakla yüzüne baktım fakat kedi misali bakışlarını görünce yine beni zor durumda bırakacak bir şey isteyeceğini anladım.

Başını öne eğip; "Haftaya cumartesi Emir'in doğum günüymüş, evinde bir parti yapacakmış. Tüm sınıfı davet etti ve özellikle benim gelmemi istediğini söyledi. Ben de o partiye gitmeyi çok istiyorum." deyince gözlerim korkuyla büyüdü. "Acaba babamdan izin alabilir misin? Zaten Emir'in annesi seni de davet edecekmiş. Birlikte gideriz olmaz mı?"

Melis sözlerini sonlandırdığında üzerime sıcak bastığını hissettim. Poyraz böyle bir şeye kesinlikle izin vermezdi. Hele ki Melis'in, Emir'in doğum gününe gitmesine asla izin vermezdi ve ben ona böyle bir şey sorduğumda vereceği tepkiyi düşünmek dahi istemiyordum.

Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunup ellerimi Melis'in yanaklarından küçük ellerine indirdim. "Tatlım biliyorsun ki babanın bu konularda tutumu biraz sert. Yani izin vermesi imkansız gibi bir şey."

Melis dudaklarını sarkıtıp; "Biliyorum ama lütfen bir kez şansımızı deneyelim. Belki yanımda sen olunca izin verir. Lütfen öğretmenim lütfen." diyerek yalvarmaya başladı. "Sen izin istersen verir, lütfen beni kırma."

"Ama tatlım."

"Lütfen öğretmenim, sana kesinlikle izin verir."

Melis'in ısrarı karşısında ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırmıştım. "Ama izin vermezse boş yere ümitlenip üzülmüş olacaksın."

"Söz veriyorum üzülmeyeceğim. N'olursun bir kerecik şansımızı deneyelim."

Melis öylesine yalvaran gözlerle gözlerimin içine bakıyordu ki daha fazla karşı koymayı istemedim. Sıkıntıyla nefesimi verip; "Tamam şansımı deneyeceğim." dedim.

Melis, sevinçle boynuma atlarken  Poyraz'ın bu defa hem beni hem Melis'i hem de Emir'i çiğ çiğ yiyeceğinden emindim.

1 SAAT SONRA

Elimdeki kahve ile birlikte pencereden kararan havaya baktım. Güneş çoktan batmış, karanlığın arasında belli belirsiz turuncuları kalmıştı. Birazdan o turuncular da gidecek yerine kopkoyu bir siyahlık yerleşecekti. Tıpkı bugün içime yerleşen siyahlık gibi...

Odamın kapısı çalınca başımı geriye çevirdim ve içeriye giren Ela'ya baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Eylül, Beren geldi seni bekliyor." deyince şaşkınlıkla kaşlarım havalandı.

"Sen, Beren'i tanıyor musun?"

Garip bir şey duyuyormuş gibi yüzüme baktı. "Evet, yani birkaç kez onu burada görmüştüm."

Ben bir kez daha Ela'nın dediklerine şaşırırken kapının gerisinde Beren belirdi ve usulca; "Girebilir miyim?" diye sordu.

Girmesi için başımı aşağı yukarı hareket ettirdiğimde Ela bana dönüp; "Bir şey içmek ister misiniz?" diye sordu.

Beren istemediğini belli edercesine elini sallayınca; "Teşekkür ederiz, şimdilik bir şey istemiyoruz." dedim.

Ela da; ''Pekala.'' diyerek odadan çıktı. Şimdi Beren'le odada baş başaydık. Garip bir şekilde ikimizde susuyorduk ve ben, söze ilk kimin girmesini gerektiğini kestiremiyordum.

Aramızda asılı kalan sessizlikten Beren sıkılmış olacak ki; ''Eylül." deyip bana doğru bir adım atınca yatağımın karşısındaki koltukları işaret ettim. "Oturalım mı?"

Beren dudağı sarkıtarak koltuğa oturunca yanına oturdum. Tam bedenimi ona çevirmiştim ki beklemediğim bir anda sıkıca sarıldı ve fısıltıya dönen sesiyle; "Sana bir şey olacak diye çok korktum." dedi.

Tereddütsüz sarılmasına karşılık versem de sessiz kalmayı tercih ettim. Beren de sarılmamla rahatlamış gibi derin bir nefes verip benden ayrıldı.

Yine sessizleşmiştik ve benim daha fazla sessizliğe sabrım yoktu. İçimi kemiren soru dilimin ucuna gelince küçük bir nefes verdim. "Beren sen kimsin?"

Beren suçlu suçlu gözlerini kırpıştırarak ellerime uzandı. "Eylül biliyorum kafan çok karıştı ama sana her şeyi en başından anlatacağım."

"En iyisi."

Anlatmaya nereden başlayacağının kararsızlığını yaşadığının farkındaydım. Yüzünde huzursuz, gergin bir ifade vardı. Çok kısa bekledi sonra karar vermiş olmalı ki hafif bir öksürükle boğazını temizledi ve derin bir nefes verip; "Ben kendimi bildim bileli Poyraz Bey benim hep hayatımdaydı. Yani onu sürekli babamın yanında görürdüm. Her defasında babama oyuncak yapımında yardım eder, saatlerce birlikte sohbet ederlerdi. Bir nevi oğlu gibiydi." Sustu, dediğini anlamamı istercesine yüzüme baktı.

Beren'in sözlerini idrak etmemle kimden bahsettiğini anlamam aynı anda oldu. Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. "Yoksa baban Süleyman Efendi mi?" diye sorduğumda Beren gülümseyerek tasdik edercesine başını salladı. "Evet, babam o benim. Geçen gün Melis'le ve Poyraz Bey'le müzesine gittiğinizde babam seni, Poyraz oğluna çok yakıştırmış." diyerek kıkırdı.

Yanaklarım mahcubiyetten dolayı ısınmıştı. Bakışlarımı yere indirmeyi istesem de Beren utandığımı anlamış gibi benim üzerimde durmayarak kendi hikayesini anlatmaya devam edince bakışlarımı sabit tuttum. "Babam oyuncak yapımı dışında oyuncak sevkiyatı da çok yapardı ve ben, özellikle bu sevkiyat aşamasında sık sık peşine takılırdım. Yeni yerler görmeyi çok severdim. Sağ olsun babam da beni hiç kırmazdı. Yine böyle peşine takıldığım bir gün..." diyerek yeniden sustu, birden puslanmaya başlayan bakışlarını boşluğa tutundurdu.

Bakışlarında garip bir hüzün oluşmuştu. Gözleri dolmaya başlayınca boşluğa tutunan bakışlarını kırpıştırdı. Ardından içini çekerek anlatmaya devam etti lakin gözleri hâlâ o boşluktaydı. "15, 16 yaşlarındayım. Sevkiyat için yola çıktığımızda Poyraz Bey'den bir telefon geldi. Apar topar Poyraz Bey'in evine gittik. Daha doğrusu Adnan Bey'in evine gittik. Muhtemelen sıkıntılı bir durum vardı. Babamın beni eve bırakmaya bile fırsatı olmamıştı ve ben ilk kez Adnan Bey'in evine gidiyordum. Babam içeriye girdi, bense bahçede kalmayı istedim çünkü hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir bahçe görüyordum. Bahçeyi gezmeye karar verdim. Yavaş yavaş bahçeyi gezerken erik ağacı görünce adımlarımı ağaca doğru atmaya başladım. Üzerinde o kadar çok erik vardı ki resmen dalları aşağıya sarkıyordu. Eriği de öyle çok seviyorum ki bir tane koparırsam kimse bir şey demez diye düşündüm ve gittim kopardım. O kadar lezzetliydiler ki dayanmadım bir tane daha bir tane daha derken ağzımı, ceplerimi eriklerle doldurdum. Keyfim de oldukça yerindeydi. Taa ki onun sesini duyana dek..."

Bakışlarını tutunduğu boşluktan bana çevirdi. Gözlerinin içi tamamen dolmuştu. Neler oluyordu? Kimden bahsediyordu? Demir'den mi, Cesur'dan mı yoksa başka birinden mi? İçimde git gide büyümeye başlayan merakla gözlerinin içine baktım. ''Kimin sesini?''

Burnunu çekti. "Gelen Cesur'du ve benim ağaçtan erik topladığımı görünce beni hırsız sanıp kovalamaya başladı. Arkamdan o kadar çok bağırıyordu ki yakaladığı anda beni öldüreceğinden neredeyse emindim. Hızlı bir şekilde koşmaya devam ettim, bir taraftan da arkama bakıyor gelip gelmediğini kontrol ediyordum. O an hissettiğim adrenalinin tarifi anlatamam sana. Tekrar başımı geriye çevirdiğimde arkamda olmadığını gördüm, tam onu atlattığımı düşünüyordum ki başımı öne çevirmemle onun bedenine çarpmam aynı anda oldu. Kolumu sertçe kavradı. Bana öyle kötü bakıyordu ki korkudan kalbim yerinden çıkacak sandım." dedi ve gülümseyerek başını iki yana salladı. "Cesur beni bahçeden atmak için peşinden sürüklemeye başlayınca ben de ona yalvarmaya başladım. Çünkü babamı Adnan Bey'e ve Poyraz Bey'e karşı mahcup edeceğimi düşünmüştüm ayrıca babam erik topladığım için bahçeden atıldığımı duyduğu an bana çok fena kızacaktı. Bu sefer de Cesur'dan değil babamdan korkmaya başladım. Cesur ise Süleyman Efendi'nin kızı olduğumu öğrenince bahçeden atmaktan vazgeçip rotasını babama doğru çevirdi. Ne kadar yalvarsam da boştu, ısrarla sürüklüyordu. Onu ikna etme yolları düşünüyordum ama korkudan aklıma, ağlamak dışında hiçbir çözüm gelmiyordu. Başka çözüm bulamayınca ben de babama söylememesi için başladım ağlamaya. Öyle böyle bir ağlama değildi. O kadar çok ağlıyordum ki Cesur ağlamamdan nihayet bıkınca çekiştirdiği kolumu bırakıp bu defa beni susturmak için uğraşmaya başladı." diyerek yeniden gülümsedi.

Onları öyle düşününce benim de yüzümde ufak bir tebessüm oluştu.

Beren gülümsemesini bozmadan; "Babama söylemezse susacağımı söyledim. Cesur da anında ikna oldu, babama söylemeyeceğini söyleyip beni bıraktı. Rahatlamıştım. İyiliğine aklımca karşılık vermek için -teşekkür ederim suç ortağım- diyerek cebimdeki topladığım eriklerden uzattım. Cesur halime gülümseyince ilk defa o an gerçekten yüzüne baktım. Yanağında çok güzel bir gamzesi vardı, gülümsedikçe içine batıyordu. İşte ona orada aşık oldum ve o günden sonra hiç kimsenin hayatıma girmesine izin vermedim.''

Başını öne eğdi. Demek bir türlü anlatamadığı aşkı Cesur'du. Şaşırmıştım ama nedense aynı zamanda mutlu da olmuştum. "Yani o adam Cesur'du öyle mi?"

Ellerimin arasındaki ellerini sıkınca başını kaldırıp yüzüme baktı. Usulca başını salladı. "Evet, sana anlatmayı istedim ama Cesur'u nereden tanıdığımı anlatamayacağım için sana söyleyemedim."

"Neden anlatamazdın ki?"

"Çünkü benim Poyraz Bey'i ya da Cesur'u tanıdığımı kimse bilmemeli. Evet, ben bir öğretmenim ama benim asıl görevim okullardaki yolsuzlukları ortaya çıkarmak. Bir nevi Poyraz Bey'in ajanlığını yapıyorum."

Kafam karışmıştı. "Bu nasıl oldu peki? Kendin mi istedin böyle bir görevi?"

"Evet, sırf Cesur'a daha yakın olabilmek için istedim bunu. O günden sonra birkaç kez Cesur'u gördüm ama hiç konuşmaya cesaret edemedim. O da benimle hiç konuşmadı. Sadece birbirimize bakıyorduk o kadar. Sonra ben üniversiteyken Adnan Bey'in öldüğünü ve Cesur'un, Poyraz Bey'in sağ kolu olduğunu öğrendim. Mezun olur olmaz Poyraz Bey'in karşısına çıktım. Cesur'u görebilmek umuduyla okullarının birinde çalışmak istediğimi söyledim ardından çalışmaya başladım. Tesadüf ki bir gün çalıştığım okulda bir öğretmenle müdürün yolsuzluk yaptığına şahit oldum. Hemen Poyraz Bey'e haber verdim. O olaydan sonra Poyraz Bey, benden bu tarz olayları takip etmemi istediğini ama işin tehlikeli bir boyutu olduğunu ve kimliğim ortaya çıktığında zarar görebilme ihtimalimin olduğunu söyledi. O gün orada Cesur da vardı, donuk bir ifadeyle beni izliyordu. O sırada, Poyraz Bey bu görevi kabul ettiğim taktirde kendimi korumayı öğrenmem için beni Cesur'un çalıştıracağını söyleyince sorgusuz sualsiz kabul ettim. Amacıma ulaşmıştım. O günden sonra her gece Cesur'la birlikte çalıştık. İstediğim gibi yan yanaydık ayrıca güzel bir arkadaşlığımız oldu. Bugün bildiğim ne varsa her şeyi Cesur'un sayesinde öğrenmiş oldum."

Aklıma, Beren'in sevdiği adamdan bahsederken aramızda geçen konuşmalar geldi. Hayatında birinin var olduğunu ama onun kayıtsız kaldığını söylemişti.

Beynimdeki sis perdesini dağıtarak Beren'e baktım. "Şimdi sevgili misiniz? Yani bana ondan bahsederken sevdiğimi biliyor ama sessiz kalıyor demiştin."

Derince içini çekti. Sesine bezenmiş bir pişmanlıkla; ''"Ben bir hata yaptım.'' dedi. ''Yani, Cesur'a hissettiğim aşk içime sığmıyordu. Bir gece onunla çalışmaya gitmeden önce Griffon'da biraz içmiştim. Çakır keyfi olmuştum. Onun yanına gidince de içkiden aldığım cesaretle onu öpmeye kalktım. O ise sarhoş olduğumu söyledi ve beni öpmedi. O günden sonra da bir daha asla eskisi gibi olamadık, bana hep düşmanıymışım gibi davrandı."

Avuçlarımın arasındaki ellerini destek olmak istercesine tekrardan sıktım. "Nedenini sordun mu hiç?"

"Hayır sormadım, daha doğrusu sormaya cesaret edemedim ve kendimi tamamen işime verdim. Bu okuldaki amacım da Engin denilen herifin açığını yakalamak içindi. Poyraz Bey ondan şüphelenir şüphelenmez benim bu okula başlamamı, onu izlememi söyledi. Her gün onunla ilgili Poyraz Bey'e rapor veriyordum ama kahretsin ki adamın hiçbir açığı yoktu. Sonra Zehra Öğretmen ortadan kayboldu. Kadının kimi kimsesi yoktu, kendi halinde biriydi. Muhtemelen o yüzden onu seçti. Zaten kadını da Poyraz Bey'in gücünü kullanarak korkutmuş. Belalı bir mafya olduğunu anlatıp durmuş. Tüm bunlardan Poyraz Bey'in de haberi olduğunu, sesini çıkardığı anda onu da acımasız bir şekilde öldüreceğini söyleyerek sürekli tehdit etmiş. Kadını öylesine korkutmuş ki her isteğini sorgusuz sualsiz yaptırtıyormuş. Yine bir gün, Poyraz Bey'in onunla görüşmek istediğini söyleyerek zorla evine götürmüş ve ona orada tecavüz etmiş. Sonra da bir daha o evden çıkmasına izin vermemiş. Düşünebiliyor musun? Adamın evinin altında gizli bir sığınağı varmış ve onu oraya kapatmış. Bizim tek hatamız o pisliğin daha önce peşine adam takmamış olmamızdı. Çünkü bu kadar ileri gidebileceğini hiç tahmin edememiştik, biz ondan sadece yolsuzluk yapmasını bekliyorduk. Zehra Öğretmen ortadan kaybolunca Poyraz Bey peşine adamlarını taktı ama artık çok geçti." deyip soluklanmak için durdu. Kaşları çatılmıştı.

Bense duyduklarıma inanamıyordum. İçimde derinlerde bir yerlerde bir sızı belirdiğinde Beren kaşlarının çatışını daha da derinleştirip anlatmaya devam etti. "Ben de zaman zaman onu izledim ama okuldan eve, evden okula gelip giden bir adamdı sadece. Evinde saklayabileceğine hiç ihtimal vermedim. Zaten pencereleri sürekli açıktı ve evde ondan başka kimse görünmüyordu. Çoğu zaman günahınımı alıyoruz diye düşünmeden edemiyordum. Ayrıca Zehra Öğretmen sığınakta olduğu için komşuları bile bir şey anlamamış. Taa ki bugüne kadar."

Gerginlikten ellerim buz gibi olduğunda gözlerimin de yaşardığını fark ettim. Gözlerimdeki yaşlardan kurtulmak için kirpiklerimi kırpıştırıp sabırsızlıkla duyacaklarımı bekledim. Beren, ellerimi daha çok sıktı. "O pisliğin evi birinci kat. Biz piknikteyken mahallenin çocukları evin önünde top oynarken top camı kırıp içeriye girmiş. Çocuklar önce korkmuşlar ama evde kimsenin olmadığını anlayınca kırılan camı daha da kırıp toplarını almak için içeriye girmişler. Girdiklerinde Zehra Öğretmen'in inlemelerini, çığlıklarını duymuşlar, hemen ailelerine haber vermişler. Aileleri de polise haber vermiş. Zaten biliyorsundur Yasin Bey emniyet amiri. Yasin Bey, Poyraz Bey'i arar aramaz Poyraz Bey onlardan önce soluğu evde almış ve kapıyı kırarak içeriye girmiş. Sonrası da bildiğin gibi."

Ne diyeceğimi ne hissedeceğimi bilmiyordum. Tek hissettiğim, içimde göğsümü soluksuz bırakacak kadar sıkan güçlü bir elin varlığıydı.

Konuşacak cesareti bulunca titreyen sesimle; "Zehra Öğretmen nerede şimdi?" diye sordum.

Beren kızgın bir soluk aldı. "Hastanede. Hayvan herif belini kırmış. Tedavisini hemen başlanıldı ama yeniden yürüyebilecek mi hiç bilmiyorum. Poyraz Bey'in elinden geleni yapacağına eminim."

Akmaması için çaba sarf ettiğim gözyaşlarımı daha fazla tutamayınca elimin tersiyle sildim. "Umarım yeniden yürüyebilir."

"Umarım."

Bir süre ikimiz de sessiz kalıp düşüncelere daldık. Yaşadıklarım ile duyduklarım çok ağırdı, içimi müthiş bir ızdırap kaplamıştı. Odada ise sıkıntılı bir hava vardı ve odayı sadece nefes seslerimiz dolduruyordu. Sessizliği kırmak için ağzımı açtım ama konu hakkında söyleyecek bir fikrim yoktu. Çok sonra zihnimin derinliklerinde Melis belirince; "Melis senin kim olduğunu biliyor mu? Bana, seni pek tanıyor gibi gelmedi." dedim.

Beren başını sağa sola salladı. "Hayır, Melis beni ilk kez okulda gördü ve kim olduğumu bilmiyor."

"Ya Arzu Hanım?"

"Arzu Hanım da sadece Süleyman Efendi'nin kızı olduğumu, okulda sıradan bir öğretmen olduğumu biliyor. Babam, Poyraz Bey, Demir Bey ve Cesur dışında kimse ne iş yaptığımı bilmiyor." deyince gözlerimi kısıp Beren'e baktım. "Bana o gün Arzu Hanım'ı tanımadığını söylemiştin."

Beren sırıtmaya başlayıp; "Üzgünüm." deyince hafifçe omzuna vurdum.

"Peki Poyraz'la ilişkimizi ne zamandan beri biliyordun?"

"Aslında bilmiyordum, bugün mağarada Poyraz Bey gelince anladım."

Yüzüne hayretle baktım. "Ama nasıl olur? O adama benim için 'kadını' demiştin."

Beren yeniden sırıttı. "Dedim çünkü Poyraz Bey'in seni sevdiğini anlamıştım."

"Nasıl anladın?"

"Poyraz Bey seni okulda gördüğü gün benden sana göz kulak olmamı istedi. Bunca yıldır okullarında çalışıyorum daha önce hiçbir öğretmen için benden böyle bir şey istememişti."

Beren göz kırpınca iyice sıcak bastığını hissettim ve ayağa kalkıp balkonu işaret ettim. ''Kahvelerimizi balkonda içelim.'' diyerek ayağa kalktığımda Beren de ayağa kalktı. ''Olur.''

*********

Kahvelerimiz bittikten sonra Beren, Melis'e görünmeden gitmek isteyip evden ayrıldı. Bakışlarımı saate çevirdim. Saat epey geç olmuştu. Poyraz'la Demir de hâlâ yoklardı. İştahımın  olmamasına rağmen Melis'e mutfakta eşlik edebilmek için odamdan çıkıp onun odasına girdim. Her şeyden habersiz hevesle yemek yemeye inmeyi bekliyordu. Babasının yemeğe gelmeyeceğini öğrendiğinde dudaklarını bükse de benim varlığıma neşeyle tutunup az önceki hevesli hallerine geri döndü ve birlikte odasından çıkıp mutfağa indik. Masa çoktan hazırdı. Melis'in kıkırtıları eşliğinde oturup yemeğe başladık. Doğrusu yemek yiyor gibi görünüp sessizce onun yemesini bekledim. Yemek bitince de odasına çıkıp ona biraz kitap okuduktan sonra odama geçerek Poyraz'ı beklemeye başladım. İçimde garip bir huzursuzluk hissi vardı. Sıkıntıyla onu beklemeye devam ederken odamın kapısı açılıp içeriye Poyraz girince rahat bir nefes vererek ona baktım.

Fazlasıyla yorgun, dağılmış görünüyordu. Benim uyumadığımı görünce endişeyle bana bakarak yanıma adımladı. "Neden hâlâ uyumadın? Kötü bir durum mu var?

Başımı iki yana sallayıp içimi çektim ve kollarımı beline doladım. "Hayır, sadece sensiz uyumak istemedim." diyerek yatağımı işaret ettim. "Bu gece benimle birlikte uyur musun? Üşüyorum, sıcaklığını hissetmeme ihtiyacım var."

Poyraz hafifçe tebessüm edip yatağıma doğru benimle ilerledi.

•••••••••••

Herkese uzun bir bölümle merhaba🌸
Umarım sevdiğiniz ve keyifle okuduğunuz bir bölüm olmuştur🙏🏻
Yorumlarınızı merak ediyorum🤔
Desteklerinizi ve oylarınızı bekliyorum🦋
Aşkla kalın, sevgiyle nefes alın💜

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 167K 46
Komik, kendi halinde dişli bir kadın karakter! Koca mavi gözü ve 'Deli Feride' lakabıyla gerçekten de sevilesi. Minyon, maskot bir dişi! Feride! Dis...
570K 42.4K 56
Babasının ve annesinin yaşadığı aşkı sadece o döneme ait kılınmış, gerçeğe dönen bir masal gibi gören Rüzgar, aynı hislerin kendisinde vuku bulduğunu...
11.9K 614 51
"Beyaz kızıl gülleri çok severim.Aslında en sevdiğim çiçek mavi vanilya çiçeğidir ama,beyaz kızıl gülleride en az onlar kadar çok severim."demiştim ç...
1.3M 60.3K 39
Sevdalar ateşlerde, İhanet sürgünlerde gizlidir. **dikkat, yetişkin okurlar için**