MİM

By cigdemgah

1M 73.3K 6.9K

Sıradan bir hayatı olan Feza, üniversitede öğrencisidir aynı zamanda bir hastanede de danışman olarak çalışma... More

GİRİŞ
1.Bölüm
1.Bölüm - 2
2.Bölüm
2.Bölüm - 2
3.Bölüm
3.Bölüm - 2
4.Bölüm
4.Bölüm - 2
5.Bölüm
5.Bölüm - 2
6.Bölüm
DUYURU - I
6.Bölüm - 2
7.Bölüm
7.Bölüm - 2
8.Bölüm
DUYURU - II (NUN)
8.Bölüm - 2
9.Bölüm
Yazar'dan Not
9.Bölüm - 2
10.Bölüm
10.Bölüm - 2
11.Bölüm
11.Bölüm - 2
12.Bölüm
DUYURU - VAV
12.Bölüm - 2
13.Bölüm
13.Bölüm - 2
14.Bölüm
14.Bölüm - 2
15.Bölüm
15.Bölüm - 2
16.Bölüm
16.Bölüm - 2
17.Bölüm
17.Bölüm - 2
18.Bölüm
18.Bölüm - 2
19.Bölüm
19.Bölüm - 2
20.Bölüm - 2
21.Bölüm
22.Bölüm
22.Bölüm - 2
23.Bölüm (Final part 1)
23.Bölüm (Final part 2)
DUYURU - MİM
DUYURU - EZHERAN
NUN KİTAP OLDU ⭐️

20.Bölüm

16.8K 1.1K 44
By cigdemgah

Ölümün ne demek olduğunu aklımda toparlayamıyorum. Benim için ölüm on iki yaşında ki bir kız çocuğunun flu hatıralarından ibaret. İnsan henüz en sevdiklerinden birini kaybetmemişse ölüm onun için duru bir kelime olarak görünüyor, ölümün acısı tam olarak bilinmiyor. Ölüm birinin yokluğunun yanı sıra ona ait olan her şeyin de onunla birlikte yitip gitmesiydi. Sonradan hatırlandığında sanki bir rüyayı andıran o derun hatıraların artık hiç hatırlanamaması mesela... Zaten en dayanılmazı da bu değil mi? Asıl ölüm onu hatırlayacak tek bir kişinin dahi varlığının geride kalmaması... Ha! Bir şey daha var evet en kötüsü olarak anılan o da şu ki; ölümün eteklerinden tutmuş birinin beşer de gördüğü son anıya yaşayanın şahit olması... İşte ben bu iki en kötü olayı yaşadım. Hatırlamasam da aklımın bir yerlerinde bunu yaşadığımı bildiğimi biliyorum.

Psikolojik olarak başımızdan geçen travmatik, dehşet verici bir olayı kaldıramayacağımızı düşündüğümüz zaman onu kendi üstümüzden atar ve sorumluluğundan kaçarız. Onu anıyı siler ve hiç yaşanmamış sayarız. Sevgili hocamın bana hatırlatamadığı o sildiğim anılarda babamın ölümü vardı... Hatıralarımdan silinen o anı ile birlikte ölümün ne demek olduğu da tamamıyla yok oldu. Belki de bu demekti ölüm... Hatırlayamamak yahut hatırlanmamak... Birkaç anının içinde de bir babanın yüzünü anımsayamamak...

Talha benim aksime ölümün ne demek olduğunu biliyordu. Annesinin elinden kayıp gitmesinin acısını yaşamıştı ve bugün bile hala anılarının acısını sızlattığını biliyordum. En değerlisini kaybetmesi ile anlamıştı ölümün ne demek olduğunu. Şuan onda ki seri kanlı hal babasının ölümünün acısının ne ölçüde olduğunu da gözler önüne seriyordu.

"Onunla normal bir baba oğul ilişkimiz yoktu. Daha çok patron gibiydi bana. Bahadır onun için ne ise bende onun için öyleydim." demişti Talha. Nuh beyden bahsederken: "Şimdi gerçekten matem de olmam mı gerekiyor?" diye sormuştu ardından bunu sanki 'nasılsın' der gibi bir soru şeklinde sormuştu.

Cevap veremedim. Durgundu. Üzgündü ama üzgün olduğunun farkında değildi. Suskundu. Bu susuşu belki de kendisinin bile bilmediği babasının matemini içinde tuttuğu içindi. Bahadır gelip de ona babasının öldürüldüğünü söylemesi ile birkaç saniyenin ardından, o şoku üstünden attıktan hemen sonra, normal davranmaya başlamıştı. Bahadır'a Yavuz'a yardım etmesini ve Aden'i defnetmesini söylemişti. Ardından beni alarak eve gelmişti. Haber bizim ile ulaşmıştı eve. Leyla sessizce ağlıyordu, Bella da öyle. Nuh beyin mükemmel bir kişiliği olduğundan değildi bu üzüntü buna emindim. Bu kadar yas içinde bulunmalarının sebebi ölümün zamanlamasının onların yüreklerinin depremine denk getirmesiydi.

Talha sakindi. Sadece ona başsağlığı dileyen insanlara verdiği tek kelimelik karşılıklar dışında ağzını bıçak açmıyordu. Gece uyumuyordu, yemek yemiyordu. Gece yarısı olup da herkes dağıldığında evden çıkıyordu o da. Sabaha karşı geliyordu. Çoğu kez sabah namazında görüyordum yüzünü. Uyuması için üstelemiyordum bende. Sükuta bürünmüştü. Bazı insanlar acısını en derin susarak kusarlar. Eğer susarak konuşuyorsa onu duymalıydım.

Leyla harap olmuştu. Kendi ölümünü düşlerken en yakının ölümünü görmek onu çökertmişti. Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. İnci hanımın da ondan aşağı bir yanı yoktu. İkisinin de birbirini tesellisi anne-kızı her zaman kinden birazda olsa yakınlaştırmış gibi duruyordu. Buna Leyla adına seviniyordum.

Yavuz'u o günden sonra hiç görmedim. Cenazeye de katılmadı sonra ki günlerde taziye içinde gelmedi. Onu haklı buluyordum. Babasını öldüren bir adamın cenazesine katılmayışını anlayabiliyordum. Hem o da yakın bir dostunu kaybetmişti bu da öfkesine öfke katıyor olmalıydı. Tuhaf olan şuydu ki Yavuz annesi ve babası –yani teorikte ki ailesi- başsağlığı için gelmişti. Hatta Bulut bile, hemen yanında ise karısı Zeynep vardı. Onları bir aile olarak bir arada gördüğümde Yavuz'un onların mutlu mesut aile tablosunu görmemesine sevindim.

Ev hiç olmadığı kadar kalabalık. Hatta birkaç hafta öce yapılan düğünümüze dahi bu kadar insan katılmamıştı. Bazı yüzler tanıdıktı ama yarısından fazlasını tanımıyordum. Nuh bey öldükten bir hafta sonra taziye evini ikiye ayırmak zorunda kaldık. Çünkü Talha'nın Mardin'den gelen misafirleri İnci hanımın bulunduğu eve gidip ona başsağlığı dilemeyi istemediler. Buna rağmen bile yalıdan çok bizim evimize gelip başsağlığı dileyenlerin daha fazla olduğunu gördüm. Bunun sebebi de elbette ki yeni lider adayının Talha olmasıydı. Bu taziye bittikten sonra bir iç savaş çıkacağı belliydi. Halime abla vasiyetin açıklanacağı gün dengelerin belirleneceğini söyledi. Eğer ki Nuh bey tıpkı hayatta olduğu gibi Talha'yı mirasından men ederse onun lider olmasının zor olacağını söyledi Tuğra, Bu da demektir ki tüm mal varlığını Leyla ve İnci hanım paylaşacaktı ki İnci hanım asla Talha'yı kendi sınırlarının yakınına dahi yaklaştırmayacaktı. Bunun sorun olmadığını düşünüyor Buğra çünkü Talha'nın Zeyd gibi bir avukatı var oldukça İnci hanım asla bir imparatoriçe olamazmış. Onun bu söylediğine inanmak istiyor bir yanım, diğer yanım ise Talha'nın mirastan reddedilmesini ve bu alemin dışına çıkmasını istiyor. Ki onun peşini bırakmayacaklarını bildiğimden bu ihtimali de içimden atıyorum hemen.

Aziz bey, karısı Şüheda hanım, büyük oğlu Cafer, erkeklerden küçüğü Zübeyr, küçük kızı Ebrar, ortanca kızı Safiye, taziye de birer defa yüzlerini gördüklerim kardeşinin çocukları ve kuzenleri vs... Tıpkı köklü bir aşireti andıran tüm Hassaniler Talha'nın tarafına geçtiler. Nuh bey öldüğü için elbette ki Talha'nın onları kabul etme ya da etmeme şansı yoktu -ki zaten bunu kendisi de çok istiyordu- ailevi törelerden bahsederken Nazar abla, Bahremoğlu ailesine bir vefa borcu için yanlarında kalmak istediklerini söyledi. Artık sadece Talha'yı koruyorlar, onu bilgilendiriyor, ona itaat ediyorlar ve onun bir sözünü abartısız kanun gibi benimsiyorlardı.

"Hassani soyadı nereden geliyor?" diye sorduğumda Tuğra heyecanla:

"Arap kökenleri var, hatta Aziz abinin babası onların büyük büyük atalarının Haşhaşilerden geldiğini söylüyordu." dediğinde aklımda beliren Haşhaşi suikastçıları olduğundan şaşırarak ona bakmıştım ki Buğra gözlerini devirerek:

"Sadece bir uydurma." dediğinde aklımdakileri silkeledim. Her ne olursa olsun Aziz Hassani'nin ailesi benim gözümde bir teşkilat gibiydi. Uçan kuştan haberlerinin olması beni ürkütüyordu. Hatta büyük oğlu Cafer'in Borsa değerleri üzerinde oynadığı esprisini Buğra ve Tuğra ciddi bir şekilde yaptığında bu beni hiç güldürmedi ve aklımda düşündüğümden daha da fazlası olduğunu onlarla vakit geçirdikçe görüyordum. Talha'nın bahsettiği masada daha da güçlü olması için onun Hassanilere neden ihtiyaç duyduğunu onlar Talha'nın yani bizim tarafımıza geçmesi ile daha net anlamıştım.

İnsanın matemi, sevincinden daha kalabalık olur. Buna şu geçtiğimiz birkaç hafta içinde kanaat getirdim. Artık hemen hemen herkesi aklıma kazımıştım. Kimler dost, kimler düşman, kimler ihanet ediyor, kimler yaranmaya çalışıyor, kimler mecburen orada ve kimler gerçekten acılarımızı paylaşmaya çalışıyor. Acımızı paylaşanlar arasında Hare Akad da var mesela. Taziye için geldiğinde sabahın çok erken saatleriydi. Yanında babası Hicaz bey vardı. Çok oturmadılar Hare'nin Talha ile karşılaşmak istemediği aceleci tavrından anlaşılıyordu. Bu yüzden sadece beni ve Leyla'yı görüp ayrıldı. Onu çok zayıflamış gördüm bitkindi de... Lakin yine güzelleştiğini söylemeliyim. Berzah'ın yokluğu onu yaralasa da hüznün onu güzelleştirdiği muhakkaktı ve onu terk edip gitmesine rağmen hala gözlerinden Berzah'ın düştüğünü görebiliyordum. Öyle ki gözünden bir iki damla yaşın düşmesi Nuh beyin vefatının acısı olamazdı, bundan emindim.

Hare'nin ziyaretinden iki sonra ise Zeyd'in karısı olan Gazel Şems geldi. Yine müthiş bir tevafuktur -tıpkı düğün gününde ikisinin de gül göndermesi gibi- oda tıpkı Hare gibi çok vakitsiz bir anda çıkageldi ama onun aksine Gazel gece gelmişti. Talha çıktıktan hemen sonraydı. Zeyd'in kardeşi Can ile beraber gelmişti. Buğra Zeyd'in karısının geldiğini söyledi de onu karşılamak için beklemeden salona gittim. Gördüğüm kadın karşısında küçük bir an şaşırdım. Zeyd'e layık olup olmaması konusunda değil, sadece Talha'nın ve Yavuz'un onun hakkında söyledikleri hususunda. Her neyse... Söyleyebileceğim şu ki, Hare de Gazel de gerçekten mükemmel insanlar. Öyle ki birine naifliğinden yoluna güller serpilir ötekine ise zarafetinden...

Bu arada son üç gündür uykusuzum. Talha bir yanda annem diğer... Sağlık durumu iyi değil. Bir kaç gün için hastaneye yatırıldığını benden saklayan Aslı ve Onur'a ise kızgınım. Her ne kadar başımın kalabalık olduğunu söyleyip bahane etseler de bana söylemek zorundaydılar. Akşam olup da etraf sakinleştiğinde hastaneye annemin yanına gidiyorum. Onun yanında kalıyor sabaha karşı dönüyorum. Aslı hamile olduğu için yanında sabahları refakatçilik ediyor akşam ise onun yerini ben alıyordum. Onur zaten kalamıyordu çünkü küçük bir rehberlik işi almıştı ve buradayken boş durmak istemiyordu. Tüm bu işler üst üste birikmişken bende uykusuz kalıyor yorgun düşüyordum.

Bahadır beni eve getirdiğinde saat 05:27 ydi. Etraf yarı aydınlıktı. Bahçede ki korumalar dışında kimse etrafta yoktu. Eve girip hemen odama çıktım Talha'yı aradı bakışlarım ama sadece sessizlik ile karşılaştım. Onu özlemiştim. Gerçek anlamda özlemiştim. Son zamanlarda tanıdığım hali ona hasret duymamı gerektirmişti. Zaten yüzünü göremiyordum. Yüzünü gördüğüm o kısacık anlarda ise başımı yastığa koyar koymaz uykuya dalıyordum. Ezan okunmasına daha vardı bu yüzden uyumak yerine Kur'an-ı Kerim'i açıp okumaya başladım. Birkaç sayfanın ardından sabahtan bu yana başımda oluşan ağrı şiddetlenmeye başladı. Sonunda kendiliğinden geçmeyeceğini düşünmeye başladım ve ayağa kalkıp mutfağa gittim. Ağrı kesicilere son zamanlarda epey ihtiyacımız olduğundan bir sürü biriktiren Halime abla onları bir kutuya koyup üst rafa kaldırmıştı. Ne kadar uzansam da kutuya yetişemedim bu yüzden birkaç adım ileride üst raflar için kullandığımız iki basamaklı mutfak taburesini getirip üçüncü basamağa çıktım. Kutuyu elime alıp ineceğim sırada oldu ne olduysa. Merdiven kaydı ilaç kutusu düştü, bende ardından dengemi kaybedip düşerken başım yerde bulunan tekli tabureye çarpmasın diyerek kolumu başıma siper ettim. Gerisi karanlık.

Göz kapaklarımı bin bir zorlukla açtığımda odamın tanıdık tavanıydı beni ilk olarak selamlayan görüntü. Etraf loştu. Göz kırptığımda kirpik diplerimin acıdığını hissettim. Yutkundum. Ne olduğunu hatırlamaya çalıştım ve düştüğümde başımı çarptığım zemin aklımda ki son görüntüydü. Elime baktığımda bileğimin sarındığını gördüm. Diğer kolumda ise serum takılıydı. Birden doğrulmaya niyetlendiğimde yine başıma bir ağrı saplandı, sersemledim. Aynı anda bir gölge kolumdan tutup doğrulmama yardım etti:

"Yavaş."

Talha'nın, pencereden vuran ışıkla aydınlatıldığı kadar, yüzünü gördüğüm an içimin belirsiz yanı rahatladı. Derin bir nefes aldım. Elinden tutarak doğruldum. Uzanıp arkamda ki yastığı düzeltti. Geriye yaslandım.

"Işığı açayım." dedi ayağa kalkmaya niyetlenerek ama elinden tutarak onu durdurdum.

"Açma."

Yüzünün yarısını görmesem de bana olan bakışları gözlerimin önünde ezberdeydi. Yüzümün yorgunluğunu gözlerimde ki nemi görsün istemiyordum. Az sonra bunu anlamış gibi ellerimi avuçladı. İçimin körpe kuyularından bir yerlerden birkaç duygu gelip tur attı yüreğimin eteklerinde, ağacımın dallarına çarpıp okşadı. Bir süre sessizlik oluştu aramızda. Talha'nın ellerimi tutan ellerinde uzunca bir süre oyalandı bakışlarım ve usuldan yüzüne kaydı. O an nereden geldi bilmiyorum gözümden bir damla yaş Talha'nın elimi tutan elinin üstüne düştü. Fark ettiğinde beni kontrol eder gibi başını sağa yatırarak gözlerimin içine baktı.

"Ne oldu?" diye sordu merakla. Burnumu çekip elimle ıslanan yanağımı sildim ve ona gülümsemeye çalıştım.

"Seni özlemişim."

"Bunun için mi ağlıyorsun?" omuzlarımı silktim. Ona göre basit gibi görünse de sevgim için büyük, derin bir histi onu özlemek. Sevgiyi ölçüte bindirdiğim zamanlarda söylemiştim daha çok seven tarafın ben olduğumu. Ondan belki Talha beni hassas görüyordu. Zaten en çok seven en hassas hissedendi, öyleydim. Birkaç saniye sonra yüzünde ki gülümsemeyi gördüm. O düşeyazan gülüşü köz kırptı bana. Etrafımda ki karanlığı yardı ve bana bir ferahlık verdi. Uzanıp alnımdan öptü bir sır fısıldıyormuşçasına. Bana sarıldığında başımı göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldım. Ta ki kokusu ciğerlerimin ücralarına ulaşıncaya dek. Çenesini başımın üstüne koydu: "Düştüğünü söylediklerinde çok korktum." dedi sesinde ki duygu hala varlığını hissettiriyordu, çok endişelenmişti.

"Birkaç basamaktan bir şey olmaz." diyerek onu rahatlatmaya çalıştm.

"Ayağını burkman bile benim için tehlikeli. Bu konuşmayı daha önce yapmıştık."

"Ciddi değilsin değil mi?"

"İnsan, sevdiğinin kirpiğine dahi rüzgar değsin istemiyor."

Başımı kaldırıp ona baktım. Bir kez daha gözlerim doldu ve birkaç haftadır saklamaya çalıştığım korkum karanlık kuyulardan bir vaveyla kopardı. Hızla bir kepenk daha attım o korkulara... Talha'nın beni bu denli seviyor oluşunun imtihanının korkusu içimi kemiriyordu. Silkeledim kendimi, içimden bir istiğfar çektim, derin bir nefes aldım, sessiz bir şükrün ardından uzanıp yanağından öptüm Talha'yı. Bana bakıp gülümsediğinde ağacımın etrafında ki bulutlar dağılmıştı az da olsa, hamd olsun.

"Kaçıncı level bu Talha Bahremoğlu."dedim çatallaşmış sesimi neşeli tutmaya çalışarak ve ona takılarak. Gülümsemeye çalıştım: "Beni kendine mecbur bırakıyorsun."

"Muhtemelen de başarıyorumdur." Güldüm. Talha geri çekilip bana bakmaya devam etti. Yüzün de güzel gülümsemesi ile bu defa ciddi bir şekilde sordu: "İyisin değil mi?"

"Yorgunluktan olmalı, başım döndü, dengemi kaybettim. Şimdi iyiyim elhamdülillah."

"Nazar'a söyleyeyim de yemeğini getirsin." Talha ayağa kalktı.

"Aşağıda yiyelim. Bu kadar matem yetmez mi?" onu artık aramızda görmek istiyordum. Sessiz geçen akşam yemekleri bu kadar yeterdi zannımca. Talha birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gülümsedi.

"Yeter." odanın ışığını açtıktan sonra kapıyı kapatıp çıktı.

Yemekten sonra Talha çalışma odasında ciddi bir şeyler okurken elimde ki kahveyi masasına gömüldüğü dosyaların arasına bıraktım. Karşısına geçip oturdum. Uykusuz olduğu belliydi. Cenaze işlerinin ardından taziye için gelen tüm o misafirleri karşılamış, boş kalan şirket koltuğunu doldurmaya çalışmış, bazen benden bile sakladığı gizli görüşmeler yapmıştı. Bir telaşı vardı, birkaç tahminim olsa da ne olduğunu anlamlandıramıyordum. Eğer bilmem gerekseydi Talha bunu söylerdi. Gerçi son zamanlarda doğru dürüst görüşemiyorduk ama önemli bir şey olsaydı mutlaka söylerdi, buna inanmaya çalışıyordum. Kendi fincanımdan bir yudum aldığımda acı kahve boğazımı yaktı.

"Yavuz dan bir haber var mı?"

"Yok." Uzun bir sessizlik oldu. Talha'nın okuduğu ve hoşuna gitmeyen şeyler için kağıdı sertçe atması dışında başka ses yoktu odada. Gözlerim ile taradığım kitaplığın tüm köşesini ezberledikten sonra:

"İşler oldukça yoğun görünüyor." dedim kendi kendime konuşur gibi. Talha gözlerini bana çevirip elinde ki dosyayı kapattı. Başka bir dosya alıp incelemeye başladı bir yandan da konuşuyordu.

"Şirketin yaptığı anlaşmaları gözden geçirmem gerek. Tüm ortaklarla konuşup yeni düzende ki şartları belirlemeliyim."

"Bunu yapmak yerine neden eskiler ile devam etmiyorsun?"

"Çünkü babam olmaması gereken işler yapıyordu. Buna bir son vermeliyiz. Ayrıca yeni lider olacaksam kendime has kurallar belirlemeliyim ki bir fark ortaya koyalım." Kaşlarımı çattım. Talha kahvesinden ilk yudumu aldı.

"Lider mi? Şimdi sen masaya lider oldun öyle mi?"

"Daha değil. Toplantı gününe kadar halletmem gereken işler var."

"Nasıl işler?"

"Birkaç müttefik ve birkaç kişiyi red gibi." anladığımı belirtircesine başımı salladım. Aslında anlamıyordum sadece Talha aklımda ki sorulara cevap verdiğinde bazı şeyleri mantıken kabul edebiliyordum. Bu yüzden saçma sapan şeyler düşünmek yerine ona sordum:

"Kaç kişi var bu Karmasa da?"

"Bende dahil 11."

"Hepsi yasadışı işler yapan nüfuzlu kişiler mi?"

"Çoğu değil."

"Ama olanlar da var ve sen buna karşı gelmiyorsun öyle mi?" Talha elinde ki kağıtları masaya bıraktı Bir süre yüzüme baktı neyi nasıl anlatması gerektiğini düşünüyor gibiydi. Sonunda bulup ciddi bir ses tonu ile konuşurken şaşırtıcı derece de açıklayıcıydı.

"Zekeriya Olgun nam salmış bir silah kaçakçısı. Babamın eskiden yaptığı işi babam liderliği bıraktığında ona devir etti. O ise bu işi Halid ile sınırda kaçak olarak sürdürdü. Şimdi Halid öldü ve ellerinde bir kamyon dolusu silah var. Şuan Zekeriya malı aldığı adamların mafya olduğunu anlayı da bu işte yalnız kaldığını fark ettiğinden sahibi değilmiş gibi kenara çekilip işi eskiden kim yapıyorsa o yapsın diyerek bize yığmaya çalışıyor. Şimdi ben gidip onun ensesinden elimi çekersem bu işi de üstlenirsem hem nereden geldiğini unutur, hem de bizi ezer."

"Bundan nasıl emin olabilirsin. Sadece yardımını istiyor olamaz mı?" Talha saf mısın der gibi güldü:

"Sadece bir Arap mafyasının kurşununa onun değil benim denk gelmemi istiyor. Güç farklı bir olay Feza. Bu adamlar yönetmek eyleminin tadını varınca tiryaki olurlar ve hükmetmeye başlarlar. Hükmedemediğini ise ortadan kaldırırlar. Onlar çok zengin olmak istemiyor kral olmak istiyor. Söz sahibi olmak, en güçlü kişi olmak istiyor. Başkalarına hükmetme zevki bir hastalık ve bu masada hasta ruhlu bir sürü insan gördüm ben."

"Peki sen? Hasta olduğun hissine kapılıyor musun?" Talha gözümün içine baktı. Bu soruyu daha önce düşünmüş gibiydi, geriye yaslandı.

"Bazen.. ama bunun koruma içgüdüsünden kaynakladığını düşünüyorum. Şöyle.. birinin beni öldürme emrini verdiğini duysam yapacağım şey ölmemeye dikkat etmektir. Lakin birinin benim ailemden birini öldürme emrini vermesi... Bunun dayanılmaz hissi beni lider olmam konusunda tetikliyor. Emredilen taraf olup her an bu korkuyla yaşamaktan ise emreden taraf olup ölüm fermanlarının çıkmasını engellemek sence de daha mantıklı değil mi?"

"Daha çok bu karanlığı bana gri gösteriyormuşsun gibi hissediyorum."

"Hayır Feza, bunun doğru olduğunu biliyorum."

"Peki bunu nasıl başaracaksın? Öldürerek kan akıtarak göz korkutarak mı düzen sağlayacaksın?"

"Hanif Şems'i tanıyor musun?" Gazel'in babası olduğunu anımsadım. Başımı salladım: "O adam eski bir kabadayı değil ya da bir mafya değil ama karamasa da bulunan insanlardan daha güçlü. Neden biliyor musun?"

"Neden?"

"Çünkü bizim korkutarak silahla sağladığımız düzeni Hanif Şems onların sevgilerini kazanarak yapıyor. Buna bir katil bir kabadayı ya da bizim gibi güçlü işadamları da dahil." Talha'nın yapmayı tasarladığı şeyi anlamıştım. Kahvemden bir yudum daha aldım. Az önce emreden taraf olmak ile söylediği şeyler beni korkutmuştu ama Hanif Şems'i örnek alması bir yanımı rahatlattı. Bakışlarım kahve fincanımdayken tekrar sordum:

"Peki bu Hanif Şems senden daha mı güçlü?"

"Bunu test etmek için ne yazık ki çok geç, çünkü adam birkaç ay önce öldü. Lakin kızının Zeyd'in eşi olması Zeyd'i masada lider bile yapabilir. Çünkü onun sahip olduğu aydınlık taraftakiler masada ki düşmanlarını sindirmek için yeter de artar bile."

"Zeyd ve liderlik mi? Lider olmak isteyeceğini sanmıyorum."

"Kim bilir belki de isteyecektir."

"Seninle karşı karşıya gelse bile mi?"

"Evet."

"O halde aranızda çıkacak olan savaşta silah çekecek değilsin değil mi kardeşim dediğin adama?" Talha'nın yüzünde çarpık bir gülüş oluştu. Elbette yapmazdı. O halde ne olacaktı? Kafam yavaştan dönmeye başladığında. Emin olduğum tek şeyi Talha'ya söyledim: "Zeyd ile karşı karşıya gelmek istemiyorsun ama lider olacağını da biliyorsun ve sende lider olacaksın."

"Masa da ki 11 kişiden 10'u asil üyeyken biri hayalet üyedir. Yani söz sahibidir. İsterse ve lider olursa masayı dağıtabilir."

"Nasıl yani Zeyd masayı dağıtabilir mi?" Talha onaylayan bakışlar atarken başka bir soru sordum: "Peki ama şimdiye kadar neden dağıtılmak istenmedi masa."

"Çünkü lider hayalet üyeyi elinin altında tutar zorla yahut isteyerek onun güçlenmesini engellemek için tüm yolları kapatır. Hiç biri masayı dağıtacak kadar güçlü değildi."

"Ama Zeyd güçlü. Sadece iyi bir hukuk firmasının yöneticisi değil."

"Evet."

"Berzah peki?"

"O taraf tutmuyor. Ne beni ne Zeyd'i."

"Onu takdir ediyorum ve seni de Talha Bahremoğlu. Allah'a şükürler olsun."

Ayağa kalkarken Talha, birden ettiğim şükrün sebebi anlayamadığı için kaşlarını çatmış soru soran bakışlarını yüzüme dikmişti. Tepsiye koyduğum boş fincanlar ile birlikte kapıya giderken hala bana bakmakta olan Talha'ya döndüm ve başımı döndüren o soruların çıktığı kapıdan karşılaştığım cevaplar ile gülümseyerek cevapladım:

"Zeyd'in lider olmasını masayı dağıtmasını istiyorsun ve bu nasıl bir vefadır ki onun sorunlarını halletmek için kendi ellerini kirleteceksin. Yürekli adamsın vesselam ama Allah'tan dilerim ki ellerin de kalbinde hep şimdi ki gibi kalsın."

. . .

Sonra ki gün misafirimiz İnci hanımdı. Büyük salonda suratsız bir şekilde siyah takım elbisesinin içinde oturmuştu. Başında siyah bir vualet vardı ve tülü yüzünde ki yara izini kısmen kapatmıştı. Dışarıdan bakacak olursak eğer onun sevgili üvey kayınvalidem olduğunu bilmeseydim kesinlikle Türk olduğuna inanmaz yabancı bir kadının salonumuzda neden oturduğunu sorar dururdum. Onun bu tuhaf duruşunu yadırgamamak için kendimi zorla salonda ki diğer kişilere bakmaya zorladığımda onlarında tıpkı benim gibi İnci hanıma baktığını gördüm. Halime ablanın bakışlarını görünce gülmemek için dudağımı ısırdım. Nazar abla da bazı bazı kaçamak bakışlar atıyordu. Tuğra, İnci hanım onu görmediği için açıkça Buğra'ya bakıp İnci hanımı göstererek sırıtıyordu. Yavuz yine yoktu. Onu neredeyse bir aydır görmüyordum. Hala kendi matemindeydi. Belki de bir daha aramıza hiç dönmeyecekti bunun benden çok Bella'yı üzdüğünü şuan karşımda suratsız bir şekilde otururken görebiliyordum. Talha dalgındı. Ayakta pencerenin orada yine o derin ve önemli düşünceleri arasında bahçeye bakıyordu. Elleri ceplerindeydi. Nuh beyin ölümünden bu yana sürekli giydiği siyah takımları sabah ben istediğim için değiştirmiş bugün gri bir takım giymişti. Belki de son kez tüm aile bir arada böyle ciddi bir ortamın içinde olmamızın tek bir sebebi vardı; bugün Nuh Bahremoğlu'nun vasiyeti açıklanacaktı. Bugün vasiyet açıklanacak herkes kendi paylarına düşeni alacak ve bir daha karşılaşmamak dileği ile yoluna devam edecekti. Nuh beyin hayattayken vasiyetinden mahrum ettiğini söylediği oğluna bir şey bırakmayacağından emin olan İnci hanımın surat ifadesi cidden dayanılır gibi değildi belki de bu yüzden Talha geldiğinden bu yana bir kez dahi olsun onun yüzüne bakmamıştı. Leyla sıkılmış bir eda ile elinde ki telefon ile oynuyordu. Bella da elleri ile yüzünü kapatmış bir an önce şu fasıl bitsin, bu sıkıcı ortamdan çıksın ve odasına dönsün istiyordu. Sessizlik artık kulak tırmalayan bir hal aldığı anda:

"İnci hanım, bir şeyler içmek istemediğinize emin misiniz?" diye sordum tüm nezaketimi istemeyerek de olsa takınarak. İnci hanım ağır bakışlarını kaldırıp üzerime yuvarladığında gülümseyen bir ifade ile ona baktım. Ne de olsa misafirdi ve ben ev sahibesi olarak nezaketli davranmalıydım.

"İstemiyorum. Feyza." ismimi yanlış telaffuz etmesi kastendi ve ben bu hareketine şaşırırken Tuğra kendini tutamayarak sesli güldü. Tekrar gülümsedim:

"Feza, İnci hanım. Yine de size gül şerbeti getireyim gergin havanızı alır." diyerek ayağa kalktım. Halime abla derhal benden önce davranarak mutfağa yöneldi. İnci hanım bugün cidden her zaman ki tatsızlığından daha da kötü bir halde olmalıydı ki söylediğim şeyi yanlış yorumlamıştı. Bu defa küçümseyen bir ifade ile konuştu:

"Şerbet kalsın ne de olsa bugün daha sizin çok ihtiyacınız olabilir."

Küstah misafirimizin fütursuz ses tonu salonda ki herkesi rahatsız etti. Bakışlarım Talha'ya kaydı. Lakin hareketsizdi ya duyamamıştı ya da oralı olmayacak kadar derin düşünceler içindeydi. İçimde ki tüm iyi niyeti az önce kullandığımdan bu defa nezaketli davranma koşunda ısrarcı olmadım.

"Hiç belli olmaz İnci hanım. Belki de giderken yanınızda götürmeniz için biraz ayırmalıyım."

"Benimle bu şekilde konuşma nasıl cüret edersin." dedi bu defa saklamadığı bir hiddetle. Talha'nın başı derhal sağa döndü sert bakışları İnci hanıma abandı. Ona fırsat vermeden yine yumuşak üslubuma devam ederek cevap verdim:

"Ev sahibesiyim, Talha'nın karısıyım. E sizin de gelininiz sayılırım. Biraz da olsa hakkım var sanki."

"Bugünden sonra hiçbir şey olacağız, emin olabilirsin."

"İnşallah." dedim tekrar gülümseyerek. İnci hanıma olan eski korkum Nuh beyin öldüğü hafta içinde ki tüm gözyaşlarını kuruttuktan sonra ki gün Zeyd'i arayıp vasiyetin ne zaman açıklanacağını sorduğu an yerini öfkeye bırakmıştı. Gerçek anlamda bir şok yaşadım. O çok sevdiği, uğruna Leyla'yı dahi gözünün görmediği kocası öldükten sonra matemi sadece bir hafta sürmüş ve vasiyetin peşine düşmüştü. "Zaten vasiyet belirlenmişti." diyerek Talha'ya kuruş bırakılmadığını ima etmişti. Sadece prosedür olarak vasiyetin açıklanma günü olduğu ve Zeyd'in de Talha'nın yanında vasiyeti açacağını bildiği için bize gelmişti. Onun bu hali para avcısı dul bir eşten farksız görünse de asıl amacı Talha'nın yüzünde ki o surat ifadesini görmekti ve bundan zevk duyarak Leyla'yı da alıp şu kapıdan çıkıp gitmekti. Tek isteğim Nuh beyin hayattayken Talha'ya davrandığı sert ahvalini bırakarak vasiyetini adaletli yazmış olmasıydı çünkü ancak o zaman Talha rahat bir nefes alabilir az da olsa babası için gerçek bir üzüntü yaşayabilir, belki onu sevdiğine gerçekten inanabilirdi.

Zorlu bir sükut ile geçirilen bir on beş dakikanın sonunda nihayet Zeyd ve babası Suat bey geldiler. Ancak onlar salona girdiğinde Talha bahçeden bakışlarını alarak bize döndü ve onları selamlayıp koltuğa oturdu. Beklemeden kalın sarı zarfı çıkardı çantasından Suat bey ve zarfın üstünde ki kırmızı mührü kırdı. Sonrası tam bir şok.

Continue Reading

You'll Also Like

55.7K 3.5K 23
Güneş Çelik hayatının her günü rol yapmak zorunda olan bir bankacıdır. Yalan gülüşlerin ve boş samimiyetlerin canını sıktığını en çok hissettiği and...
985K 21.4K 20
İlk aşkınızı hatırlıyor musunuz? Sarışın mıydı ya da kumral... Belki de esmerdi. Benimki mat siyahtı. Evet, yanlış okumadınız. Bildiğiniz mat siyah...
301K 27.1K 25
[Bazen doğru insanı yanlış seversin.] Hüzünlü bir güzellikti adam. Acıyla karılmış; azapla yoğrulmuştu... Ama öyle güzeldi ki, genç kadın biraz daha...
977K 42.1K 57
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...