HALEF

By lemveli

937K 73.6K 46.4K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞

27.5K 2.2K 1.2K
By lemveli

"Buna rağmen sen hâlâ bataklıktaki nahif ama güçlü çiçeksin."

VI - "Bataklıkta Açan Çiçek"

Bazı tabutlar vardı, içindeki ceset toprağa gömüldüğünde üzerine çiçekler atılırdı. Bir ölü çiçeği ne yapacaktı? Yaşadığı süre zarfında bir kere bile çiçek almamış, değerli hissetmemiş birinin ölüsüne çiçek götürmenin ne anlamı vardı?

İnsanlar kendi vicdanlarını rahatlatmak için mezarlığa çiçekle gidiyordu.

Hiçbir zaman hayatımda çiçeklerin açtığını hissetmemiştim. Nitekim benim içim bir bataklıktı ve bataklıkta pek çiçek açamazdı. Bu bataklık içimdeki tüm hisleri, iyi niyeti kendine çekmiş, öldürmüş ya da kirletmişti. Ruhumda intihar için eğitilen duygular haricinde hiçbir his yoktu. Melankoli ve hüsran dolu ruhumda iyi diye adlandıracağım yegâne his, kalbimin onun yanında teklemesiydi. Ona karşı tuhaftı kalbim. Bazen tekler, bazen hızlanır, bazen göğüs kafesimi yarıp içimden çıkmak isterdi. Bazen ise durup beni âdeta ölüme sürüklerdi.

Bazı şeylerin gerçek olup olmadığını sorgulayan bir beynim vardı. Bilinçaltımın oynadığı oyun olma ihtimalinin yüksek olabileceğini tuttuğum biriydi Zamir. Onunla rüyalarımda tanışmıştım fakat bugün onun evinde uyanmış ve kocaman bir gün daha geçirmiştim.

Gerçek hayatta hissetmediğim tüm duyguları, rüyalarda iliklerime kadar yaşatan adamdı o: Zamir Hancıoğlu.

Asırlar kadar uzun süren zaman dilimi içerisinde gözleri hâlâ üzerimdeydi.

Gözlerimi kısarak ona bakarken gülüşümü bastırmak için çabalıyordum. Neden mi? Çünkü Zamir Hancıoğlu hastalanmıştı. Dün bana hastalanmayacağını söyleyen, ateşim olduğu için beni azarlayan ve tedavi eden adam şu an mendille burnunu silerken alayla izlediğim için öfkeli gözlerle bana bakıyordu.

Sesimi kalınlaştırarak Zamir'i taklit ettim. "Bir şey olmaz bana."

Zamir, gözlerini kısıp, sesini inceltip beni taklit ederek, "Çok tatlısın," dedi. Elime aldığım yastığı ona fırlattım, havada yakalayıp bana göz kırptı. Durmadı. "Gitme, Zamir." Etrafımda yastık kalmadığı için ona doğru uzanıp omzuna vurdum. Etkilenmese bile omuzlarını benden kurtarmaya çalışması az da olsa canını acıttığım anlamına geliyordu. Bu yüzden durmadan omuzlarına vurmaya devam ettim. Kurtulmak istercesine omuzlarını hareket ettirince elim göğsüne değdi. Birden beklemediğim şekilde inlediğini duydum ve geri çekildim. Yüzü buruşmuş ve acıyla inlemişti. Ama çok kötü vurmadığıma yemin edebilirdim.

"Ne oldu?"

"Hiç." Kısa ve net cevabı beni tatmin etmemişti.

"Orada ne var?" diye sordum. Çünkü ilk geldiğimde de ona yastık fırlatmıştım ve koşar adım yukarı çıkmak zorunda kalmıştı. "Aç, bakacağım."

Zamir'in ifadesi anında değişti ve muzip bir şekilde güldü. "Soyunmamı mı istiyorsun?" Her cümlemi yanlış anlamayı nasıl başarıyordu?

"İki dakika ciddi ol be!" diye cırlayıp yukarı çıkmaya yeltendim, beni kolumdan kavrayıp durdurdu. Kolumu elinden kurtarmaya çalıştığım sırada Zamir'in bakışları bileğime indi.

"Bilekliğin güzelmiş," dedi ifadesiz sesle. "Deden mi aldı?"

Gözlerimi kıstım. "Hayır." Ardından sırf ona inat olsun diye, "Âşık olduğum adam aldı," dedim. Aslında kimin aldığını katiyen bilmiyordum. Mezun olduğum gün gizemli bir notla kapının önünde bulmuştum. "Bunu taktığına pişman olmayacaksın." Böyle yazılmıştı notta. Üzerinde kuş tüyü detayı olan ince bir bileklikti ve çok güzeldi. O zamandan beri neredeyse hiç çıkarmamıştım. Kolumla âdeta bir bütün olmuştu.

"Demek birine âşıksın?" diye sordu tek kaşını kaldırarak. Sanırım istediğim sonuca ulaşmış ve onu kızdırabilmiştim.

Onu onayladım uslanmadan. "Evet."

"Âşık olduğun adam bu evde benimle kalmana nasıl göz yumuyor?" diye sordu sinirle. "Pardon ya adam dedim."

Çenemi dikleştirdim. "Beni kaçırdın sen."

Zamir ilk kez kahkaha attı. Gülüşü ince bir melodi gibi kulak perdemden sızdı ve doğrudan içime girip tüm bedenime yayılmıştı. Her damarımı sarmalayan sesinin güzel tınısı bir an için bedenimi titretmek istedi fakat zorlukla da olsa kendimi dizginleyebildim.

"Ben seni kaçırmadım, keçi." Elini saçlarından geçirip dudaklarını kıvırarak bana baktı. "Sen bana kaçtın."

"Nah sana kaçtım!" diye hiddetle bağırdım yüzüne doğru.

"Oha! Zamir'in yeni sürümü çıkmış!"

Başımı kaldırdım, elinde bir kâse mısırla Baran, salona inen merdivende durmuş bize bakıyordu. Kaç dakikadır bize bakıyordu bilmiyorum ama film izliyormuş gibiydi. Sinirlerim iyice gerildi. Delirmemek adına salondan koşar adım çıkıp odama girdim, kapıyı Zamir'in gelme ihtimaline karşılık kilitledim.

Gözlerim ilk kez krem renkli odada dikkatle gezinirken her şeyin oldukça düzenli olduğunu fark ettim. Tavana kadar uzanan ve tüm duvarı kaplayan aynalı dolapta benim için alınan kıyafetler vardı. Duvarın kenarında büyük pencereye yapışık tek kişilik yatak vardı. Yatağın yanında Zamir'in ben uyurken sırtını yasladığı komodini gördüm, kalbim kasıldı. Bütün gece orada oturmuştu. Elini yanağıma koymuş ve uyumamı sağlamıştı. Bazen sigara yakmıştı ama kokusu beni rahatsız etmemişti.

Bir anda yatağın karşısındaki makyaj masasına odaklandım. Elim çekmeceye gitti, ilk kez baktığımı anımsamıştım. Çekmecede makyaj malzemeleri bulmayı beklemiyordum kesinlikle. Gözlerim anında rujlara takılırken elim dudak tonuma yakın pembe ruja gitmişti. Ruju özenle dudaklarıma yedirdiğim anda bir hapşırık sesi dikkatimi dağıttı. Kapıya doğru ilerledim, Zamir tekrar hapşırıp odasına girdi ve kapıyı kapattı.

Yanına gidip gitmemek arasında kaldım ve odamdan çıkmaya cesaret edemedim. Ne zaman onunla yalnız kalsam saçmalıyordum. Ona tatlı demiştim! Bundan ötesi yoktu ki. Bir de birine âşık olduğum yalanını atmıştım ve bu meseleyi deşeceği kesindi.

Öte yandan dedemin telefonundan beni arayan adam bir daha aramamıştı. Telefonu bir an olsun yanımdan ayırmasam da hiçbir çağrı yoktu.

Kapım çaldığında irkildim. Baran, "Benim, Naz." Biraz bekledikten sonra ona kapıyı açtım.

Elinde tuttuğu tepsiyi bana uzattı. "Vefa borcunu ödemelisin bence." Merakla baktığım tepsiyi itinayla tepsiyi elime tutuşturdu. "Çocuk grip oldu. Ateşi yok ama hasta ve halsiz. Bunları ona götür."

"Tamam," dedim ifadesiz tutmaya çalıştığım bir tonla. Sanki dünden razı değilmişim gibi...

Tepsiyi alarak Zamir'in odasının önüne geldim, durdum. Baran, "Girsene içeri. Seni ısırmaz," dedi. Gözlerimi kısarak ona döndüm.

"Kapıya kulak dayayacakmışsın gibi hissediyorum."

Baran eliyle alnına vurdu. "Foyam ortaya çıktı desene."

Kapı sadece bir kez tıklatıp içeri girdim, sola döndüm. Zamir, sırtı kapıya doğru dönük şekilde ince yorgana sarılmış durumda yatağında yatıyordu. İçeri girdiğimi fark ederek kıpırdandı fakat dönmedi.

"Baran, hiçbir şey istemiyorum," dedi agresif bir ses tonuyla. "Çık git."

"Gideyim?"

Sesimi duyunca kıvrak bir hareket ile döndü. Tepsi elimde yaklaştım, komodinin üzerine bıraktım. Tepsiyi bırakırken komodin üzerinde gördüğüm kitaba kaşlarımı birleştirerek baktım. Kitabın ismini okumuş olmama rağmen sohbet başlatmak niyetiyle, "Yeraltından Notlar mı?" diye sordum. Kitabı okumuştum ve çok sevdiğim kitaplar arasındaydı.

"Evet," diye yanıtladı beni. "Suç ve Ceza'dan sonra alıp okumak istedim."

Başımı evet anlamında salladım. Suç ve Ceza asla bitiremediğim, Yeraltından Notlar ise bir günde bitirdiğim bir kitaptı. Aynı kitapları okuyor olmamız bir an tuhaf gelse de "Güzel seçim," dedim. Ardından elime aldığım ilacı ona uzattım. "Haydi, iç şunu."

Elimden ilacı alarak dudaklarına götürdü ve sudan bir yudum alıp sırtını yatağa yasladı. "Bana bakacak mısın?"

Sert ama bir o kadar da istihza dolu bir şekilde, "Bakıcın mıyım senin?" diye sordum. "İyilik olsun diye getirdim ilaçlarını." Külliyen yalan...

Yüzündeki gülümseme birden silindi, başını doğru söylüyorsun der gibi onaylayarak salladı. Bir an için onun yanına oturmak, benimle ilgilendiği gibi onunla ilgilenmek istesem de bundan vazgeçtim. Zamir'in hiçbir soruma cevap vermiyor olması beni çileden çıkarıyordu. Sorularıma cevap verene kadar ona karşı zerre kadar gevşeme ve tolerans gösteremezdim.

Odadan çıkmak için hareketlendiğim anda Zamir, kolumdan tutarak beni durdurdu. "Turan basın açıklaması yaptı."

"Ne?" Soruma cevap vermek yerine eline aldığı telefonu bana uzattı ve videoya tıklayarak başa sardı. Binadan çıkarken görülen Turan'ın önünü magazinciler kesmişti. Lakin, Turan şaşkınlık ya da panik halleri içerisinde değildi. Basını kendisi çağırmış, kendinden emin bir tavırla bekliyor gibiydi. Turan'ın yanında aile avukatımız Alp Bey vardı. Turan, Alp Bey'in önüne geçerek magazincilerin sorularını yanıtlamaya başladı:

"Turan Bey, Azim Akşahin uyuşturucu kaçakçılığı mı yapıyor?"

Turan, soruyu soran muhabire kısa ama sinirli bir bakışın ardından kendisini toparlayıp, "Tabii ki hayır," dedi. "Uyuşturucu kaçakçılığı yapan kişi gemi için seçtiğimiz kaptandır. Tüm malları gemiye o dâhil etti. Yıllardır ismimiz tek bir vakaya karışmazken şimdi nasıl böyle bir şey üstümüze yıkılabilir, anlamıyorum. Kaptan Ömer Akyüz her yerde aranıyor. Kendisi tarafından görevlendirilmiş olan adamlarının hepsi bulundu ve suçlarını itiraf ettiler. Bir tek kaptan kaldı. En ağır cezayı almasını amaçlıyoruz."

Bir kadın muhabir öne çıkarak, "Bunu yalnızca bir kişinin planlamasına imkân var mı? Birilerinin azmettirdiğini düşünüyor musunuz?" diye sordu.

Başını yana eğen kuzenim, "Bilmiyoruz ama eğer öyle biri varsa emin olun bunun bedelini adalet önünde ödeyecek," dedi.

Turan derin bir nefes alırken başka bir muhabir, "Azim Akşahin mahkemeye çıkacak mı?" diye sordu.

Turan, "Benim dedem suçlu mu ki mahkemeye çıksın?" dedi. Sesinin tonundaki buz gibi duruş tenimin ürpermesine neden oldu. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyordu?

"Mihrinaz Akşahin nerede?"

Turan, muhabirin sorusunu sabırsız bir şekilde, "Size Mihrinaz Hanım'ın konumunu söylemek zorunda değilim," diye yanıtladı.

Fakat muhabir, "Viyana'da olduğuna dair söylentiler var," diye diretti.

"İzninizle." Avukat Alp Bey ve daha şimdi yeni fark ettiğim güvenlik şefi Ertan Bey, Turan'ı arabaya doğru götürdü. Elimle kalbimi tuttum. Video bittiğinde Zamir, telefonu titreyen ellerimden aldı.

"Turan'la konuşacaksın."

Gözlerimi gözlerine kilitledim, kaşlarımı çattım, "Neden?" diye sordum.

Ziyadesiyle ciddi bir sesle, "Şöyle ki bir planım var," dedi. "Turan bir basın açıklaması daha yapacak ve bu açıklamada, Kaptan Ömer'in adamlarının yerini Yelda adlı bir kadının söylediğini bildirecek."

Boş bakışlarla ona bakarken, "Anlamıyorum seni," dedim.

Zamir, daha açıklayıcı olmak adına "Bak," dedi. "Bunlar bir çete, tamam mı? Ve bu çetenin eski bir üyesi daha vardı. Ömer'in sevgilisiydi hem de. Sonra Ömer'den ayrıldığı için çeteden de ayrıldı. Turan adamların yerini kadının söylediğini basında açıklayarak yemlerse, Ömer hemen harekete geçer. Bunun intikamını almak için vakit kaybetmeden kadının evine gidecektir. Onu kesin öldürür ve sonra da cinayet başında yakalanır ve asla aklanamaz."

"Kadının evi?"

Zamir, kendinden emin bir ifadeyle, "Onu da buldum," dedi ve ardından adres yazılı olan kâğıdı parmakları arasında tutup bana uzattı. "Şimdi, Turan'ı gizli numaradan arayacağız. Viyana'dasın ama unutma. Deden dönmene izin vermiyor diye dönmüyorsun. Israr da etse gitmeyeceksin hiçbir yere."

Başımı tamam anlamında salladım, kalbim boğazımda atıyordu âdeta. Heyecandan ellerim titriyordu. Zamir ellerimi tuttu. Bunu o an beklemiyordum. Avucunun sıcağı elimin tersindeki soğuklukla bütünleşirken tepkilerimi kontrol etmekten dahi acizdim. Dokunuşları beni yakıyordu ama ben sanki karların arasında kalmışım gibi titriyordum. Şefkat: Bana apansızın hissettirdiği duygunun bu olduğundan neredeyse emindim. Zamir Hancıoğlu, bana şefkat besliyordu. Hiçbir zorunluluğu olmamasına rağmen bana iyi davranıyordu. Neden? İşte burada kopuyordu her şey. Çünkü bana tek bir yanıt vermekten bile kaçıyordu.

Zamir'in kara irisleri üzerimdeyken ne yapacağımı bilemeyerek yere baktım. O an gördüm. Gölgelerimiz ahşap zemine vuruyordu. Gölgelerimiz yan yanaydı ve çok güzeldi. Onun kocaman gölgesi benim küçük gölgemi tüm kötülüklerden korumak istiyormuş gibiydi. Sanki gölgesi gölgemin kalkanıydı.

İçimde biriken kelimelerin ağıtları, ruhumda yer eden uçurumdan intihar eden gerçeklerin günahlarına bulaşmıştı. Kirlendiğimi hissediyordum. Şu an bir telefon konuşması yapacak, dedemi kurtaracak ama bir kadının da ölümüne sebep olacaktım.

Dedem için değer miydi? Değerdi, biliyordum. O suçsuzdu ve bunu ispat etmenin tek yolu o kadını piyon yapıp Ömer'i yemlemek, tutuklanmasını ve asla aklanmamasını sağlamaktı.

İstemeye istemeye elimi Zamir'in sıcak avucunun içinden çektim. Elimi çekmemle hızlıca telefonu eline aldı. Konuştuğumuz gibi gizli numaradan Turan'ı arayarak hoparlöre açtı. Telefon çalarken kalbim neredeyse göğüs kafesimi parçalayacak gibiydi.

İkinci çalıştan sonra Turan sert sesiyle, "Alo?" dedi.

"Turan, benim." Cılız çıkan sesimi duyan Zamir, destek verircesine sırtımı sıvazladı.

Heyecanlı, meraklı ve öfke dolu bir şekilde, "Mihrinaz!" dedi. "Neredesin? İyi misin? Aklım çıktı, kızım. Neredesin?"

Söyleyeceğim yalan dilimden düşmek istemedi ama kendimi mecbur ederek konuştum: "Viyana'da."

"Yalan söyleme. Dedemi bırakıp oraya gitmeyeceğine kalıbımı basarım. Söyle, neredesin? Gelip alacağım seni."

Kendimi toparlayarak, "Viyana'dayım, Turan. Dedem şu an gelmeme izin vermiyor," dedim. "Sana söylemem gereken önemli şeyler var. Dinle beni dikkatle." Ona Zamir'in bana anlattıklarını tek tek anlattım. Turan afalladı ama planın neredeyse kusursuz olduğunu fark edince kabul etti.

Ciddi bir sesle, "Mihrinaz, bu bilgilere nasıl ulaştın bilmiyorum ama Türkiye'de olduğundan eminim. Ya birileri bulursa izini? Yanımda olursan korurum seni," dedi.

Onu inandırmak adına, "Dedem tüm önlemleri aldı, Turan," dedim. "Merak etme beni. Lütfen dediklerimi yap. Seni yine ararım."

Kapatmama müsaade etmeden, "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sordu. "Banka hesaplarına dokunmamışsın."

Sesimin duygusunu belli etmeden, "Nakit param var," dedim. "Görüşürüz."

"Görüşür müyüz sahiden?"

Buruk bir şekilde gülümsedim beni görmemesine rağmen. Görüşüp görüşmeyeceğimiz meçhuldü ama sanki eminmişim gibi söyledim: "Elbette, kuzen."

Telefonu kapattığım anda bütün bedenim şiddetle sarsılıp titremeye başladı. Az önce bir kadının ölüm fermanını kendi ellerimle imzalamıştım. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için dişlerimi sıkarken Zamir, sırtımı sıvazlayarak rahatlamam için çabaladı. Tutamadım ve gözlerimden yaşlar boşalıp gitti. Zamir, "Şişşt," diye beni yatıştırmaya çalışsa da gözyaşlarıma engel olamadı. Bilakis yaşlar her defasında daha kocaman olup akıyordu. Hissediyordum. Kötü biri olduğumu hissediyordum. Bir katil olduğumu hissediyordum. Zebani misali hissettiğim bu kirli hisler, içimin küf kokmasına neden oluyordu. Zamir uzun süre elini sırtımdan çekmedi.

Başımı kaldırıp ona baktım, gözlerimiz çakıştı. Kara gözleri sanki sürgün edildiğim fakat bundan memnun olduğum ıssız bir çöldü. Bakışlarımızın etkisiyle olsa gerek, kara gözleri yumuşak bir ifade aldı ve bu kupkuru çölde bir ağaç filizlendi.

"Buna mecburdun." Sesi bana çölde su uzatmış gibi merhametliydi.

Gözlerim bulanıklaşırken, "Dediğin gibi, başka yolum yoktu, Zamir."

Beni gözüyle ve sözüyle onayladı. "Yoktu." Ses tonunun tınısı merhamet kozasını parçaladı ve daha çok iyileştirici bir etkiye büründü. Bu çölde yeşeren ağaçlar orman yarattı.

"Onu kurban ettim." Belki de ondan çok kendimi kurban etmiştim. Kendi benliğimi kirletmiş, içimdeki tuvale tüm kirleri fırçayla saçmıştım. Ben, o kadından çok kendimi öldürmüştüm belki de.

Beni teselli etmek adına, "Eskiden bir çete üyesi olduğuna bakılırsa pek masum sayılmazdı," dedi. Bu durum onu etkilememiş gibiydi. Belki de alışıktı, bilmiyordum. Sonuçta silah kullanmayı profesyonel bir şekilde biliyordu, çetenin içindeki üyelere kadar bilgisi vardı ve birini kurban etmek planını kurgulayan oydu.

Yorgun bir ifadeyle ona baktım. "Ya ben?" Sesim çatlamıştı. "Ben de artık masum değilim." Aklımı yitirmiş bir hâlde acıyla güldüm. "Bir enkazdan farkım yok."

Bordo renkli perdeden sızan rüzgârın soğuk esintisi bedenime tırmandı, üşüyerek kollarımı omuzlarıma sardım. Üşümüştüm. Dün ateşimin yüksek olduğunu düşündüğüm zaman bunun normal olduğunu idrak etmem uzun sürmedi.

Zamir demin üzerine örttüğü battaniye ile bütün bedenimi sardı. Ona engel olacak gücü kendimde bulamadım, yatağa uzanmamı sağladı. Ardından elini alnıma koyarak, "Ateşin yok," diye mırıldandı. "Üşüyor musun?"

"Neden soruyorsun?"

"Sana sarılmak için sebep arıyorum," dedi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Şu an belki de en çok ihtiyacım olan birinin bana sarılmasıydı ama yine de bu fikrini destekleyemezdim.

"Üşümüyorum."

Huysuzca, "Peki," dedi. Kaşlarımı çatarak bedenimi tamamen ona doğru döndürdüm.

"Bana saygı duyuyorsun. Hayır dediğimde anlayışla karşılıyorsun." Bu cümlelerim daha çok durumumuzu özetlemek istermiş gibiydi. Sarılacağı taktirde bana iyi hissettireceğini biliyordu ama izin vermediğim için bunu yapmıyordu.

Yoğun bakışları üzerimde toplandı, yüzümde gezindi. Dudaklarıma, burnuma, yanaklarıma ve en sonunda gözlerime bakarak durdu. Bana göre oldukça dolgun olan dudaklarını kıpırdatarak tuhaf bir şekilde, "Seni ürkütmek istemiyorum," dedi.

"Ürkek biri değilim."

Zamir tebessüm etti. "Tüm kaygısız, umursamaz, ukala tavırlarının ardında duygusal, ürkek küçük bir kız çocuğu var. Bunu seni ilk gördüğümden beri anlamıştım."

Kaşlarımı havalandırdım. "Nasıl yani?"

"Dalgalı bir denizin ortasında parçalanmış bir kayıksın sen. Ne sahile varabiliyor ne de dibe batıyorsun. Öylece denizin ortasında pervasızca sallanıyorsun."

Hiçbir şey söylemedim. Söyleyemedim. Kelimeler kendi intihar iplerinden asıldıklarında tüm cümleleri tükettim.

Omuzlarımda tüm kırgınlığını, üzüntülerini, acılarını mürekkebe akıtan bir yazarın yükü vardı.

Bazen kafamı ellerimin içine alarak ezmek, yok etmek istiyordum. İçinde öyle gürültüler vardı ki onu susturmak için hiçbir şey işe yaramıyordu. Zihnimin her köşesinde çığlıklar seslendiğinde ellerimi başıma götürdüm.

Katilsin sen.

Günahkârsın.

Vicdansızsın.

Hıçkırdım. "Değilim." Zamir bana uzanmak istedi, yerimde doğrulup başımı duvara vurdum. "Değilim!"

Zamir, beni kendine doğru çekti, ellerimi göğsüne yasladım. "Değilim." Hıçkırdım tekrar. Beni göğsüne bastırdığında ellerim kucağına inmişti. Ona teslim oldum. Yine ve yeniden ona teslim oldum. Yakıcı elleri sırtıma giderken bir eli saçlarımdaydı. Başımı kaldırarak çenemi omzuna yasladım, burnuma metalik parfümün kokusu geldi.

"Değilsin," dedi, benimle beraber . "Düşündüğün hiçbir sıfat sana ait değil."

"Acıyor," dedim aciz çıkan sesimle. "İçim acıyor."

Sırtımı sıvazladı. "Senin bir suçun yok. Plan benim, onu uygulayacak olan da Turan. Tüm suç bizim, tamam? Sen masumsun."

"Zamir," diye yakardım. "Uyuyayım. Bu sefer ben oturayım yerde. Sen gel yanıma. Olur mu?"

Dolu gözlerime bakarak başını salladı. "Elini de tutayım mı?"

"Tut," dedim ağlamaklı sesle. "Bırakma. Yani rüyalarda. Rüyalarda beni hiç bırakma."

"Bırakmam. Yani rüyada. Rüyalarda seni hiç bırakmam," dedi ve ardından yatağa uzanmamı sağladı. Zamir yere uzandı, geri çekilerek duvara sindim. "Aynı hastaneyi hayal et, tamam mı? Gelip bulacağım seni orada."

Derin ve sert nefes alışverişini işitiyordum. Elimi tuttu. Karşı koymadım, elimi çekmedim. Çünkü ikimiz de biliyorduk ki elim olması gereken yerdeydi. Onun avucunda.

Uykuya yenik düşmeden, "Bul beni," diye fısıldadım. "Kaybettim yolumu."

Oradaydım. Hastanedeki büyük bekleme salonunda, Zamir'in her daim oturup beni beklediği o noktadaydım. Oysa sadece hayal etmiştim burayı. Ama şimdi noktasına kadar aynı yerdeydim. Yere oturarak Zamir'le rolleri değiştirdiğimde omuzlarım çöktü. Gelip gelmeyeceğini bilmeden onu beklemek ölüm gibiydi.

Zaman dilimleri hızlı bir şekilde akarken onu gördüm. Koridoru dönerek büyük adımlarla geldi ve tam yanımda durdu. Zamir Hancıoğlu sahnedeydi.

Yanıma oturunca bedenime tatlı bir esinti dokundu. Yavaşça ona döndüm, gözlerimiz birleşmişti.

Evet, ben ona bakmadan önce o, beni izlemeye başlamıştı. Zamir'in, karanlığı dahi diz çöktürecek niteliğe sahip efsunkâr bakışları, beni yanmakta olan mum gibi eritirken ne yapacağımı bilmiyordum.

"Geldim," diye fısıldadı.

Zorlukla gülümsedim. "Geldin."

"Hep gelirim."

Başımı salladım. "Hep gelirsin. Ama niye gelirsin?"

"Soru yok, Kıvırcık." Bu defa güldüm. Onun bu repliğine o kadar aşinaydım ki öfkelenemedim. İşine gelmeyen her soruda bu yanıtı verip kurtuluyordu benden.

Elimi tuttu, irislerimin bile titrediğine yemin edebilirim. Zamir kavisli kaşlarını tuhaf biçimde çatarken, "Âşık olduğun o herif kızmasın?" diye sordu. "Şu an ona ihanet ediyorsun. Gizli saklı benimle rüyada buluşup el ele tutuşuyorsun resmen."

"Aptal," deyip elimi kurtarmak istedim, buna müsaade etmedi.

"Hop dedik!" Elimi sıktı. "Gelip o alsın bakalım seni elimden. Yiyorsa tabi."

"Rüyama nasıl girdiğini anlatacak mısın?"

Dudaklarını kıvırarak, "Kendi kendine cevap vermek ister misin?" diye sordu.

Kafamı aşağı yukarı salladım. "Soru yok?"

Onaylayan mırıltı eşliğinde, "Soru yok," dedi.

Zamir bana baktı. Uzun kirpiklerini sarmalayan katran karası gözlerinin içinde her zamanki gibi benim yansımam saklıydı. Gözleri benim atıldığım dipsiz kuyuya benziyor ama korkunç görünmüyordu hiç. Karanlığı sırtlanan gözleri, yüzümün her zerresinde gezinirken ondan uzaklaşmak istedim. Ama sadece istedim. Çünkü ondan uzak kalacak kadar irademin olmadığının bilincindeydim. Tuhaftı. Gerçek hayatta birbirimizi yiyorduk, kedi köpek gibiydik ama bu hastanede bambaşka bir ilişkimiz vardı.

"Bu hastanenin yerleşkesi nerede?"

Zamir'in gözleri çenemden gözlerime doğru tırmandı. "Ankara'da."

Başka soru sormadım, cevaplamayacağından neredeyse emindim. Elini sıktım. Bunu o kadar içtenlikle yapmıştım ki kalbim tekledi. Zamir de bunun farkına varmış olacak ki gülümsedi. Ve o da elimi sıktı. "Bu aramızda şifre olsun mu?"

"Nasıl bir şifre?"

"Güzel bir şey," dedi sakin bir sesle. "Söylenmeyecek kadar güzel bir cümle düşün. Daha keşfedilmemiş olsun hatta. Ne zaman birbirimize iyi bir şey söylemek istersek bunu yapalım." Başımı onayla sallayınca Zamir yeniden elimi sıktı. Gülümsedim. Tekrar elimi sıktı, gülümseyerek, "Yeter!" dedim.

Tanımlayamayacağım bir ses tonuyla, "Yetmez," demesine karşılık kaşlarımı çattım.

"Uyandığımızda yine didişeceğiz biliyorsun, değil mi?"

Beni anında onayladı. "Kabak gibi oyacaksın beni."

"Evet." Zamir, yanıtımla beraber bedenini tamamen bana döndü, yüzü yüzümün hizasına gelmişti. Kirpiklerimin arasından ona bakarken ne yapacağımı bilemedim. Muzip bir serseri gibi gülerek kalbimin yuvasından kayıp gitmesini sağladı, sesli şekilde yutkundum.

"O zaman şu anı değerlendirsem sorun olmaz?"

Fısıltıyla, "Ne gibi?" diye sordum. Dudağını kıvırdı.

"Soru yok, Bonus Kafa." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Soru yok." Yüzüme çarpan nefesinin oluşturduğu heyecanla ne yapmam gerektiğinin bilincinde olmadan, öylece ona baktım. Yaklaştı. Yaklaştı. Dudakları ile dudaklarımın arasında varla yok arası mesafe kalırken ellerim titredi. Zamir bunu fark ederek tuttuğu elimi sıktı ve o mesafeyi kapatmak istedi.

Beni öpecekti. Yani neredeyse. Ta ki Zamir'in görüntüsü kaybolana kadar.

Kulağıma dolan sesler beni uykumdan ayırdığında ilk duyduğum şey Baran'ın, "Lan el ele tutuşup neden uyudunuz siz?" demesi oldu.

Zamir, "Sana hesap mı vereceğim?" diye hiddetle ona bağırdı, uykudan tamamen ayılıp yatakta doğruldum ve hâlâ elimi tutan Zamir'in elini bıraktım. Bana döndü, oldukça sinirliydi ama bu sinirinin bana olmadığından emindim. Tekrar Baran'a döndü. "Benim odamda ne işin var senin?"

"Keçi seni gebertti sandım!"

"Sensin be keçi!" diye cırladım. Zamir elini hızla kulağına götürmüştü.

Baran, "Odadan çıkmayınca ben de sana bir şey yaptı sandım," diye açıkladı durumu. "Kapıyı da çaldım ama sesiniz çıkmadı."

Baran'a bakarak, "Katil miyim ben?" diye sordum. Baran bu dediğime gülerken ben gülmedim. Kaptan Ömer'in eski sevgilisi Yelda'yı yem olarak kullandığımız aklıma geldi. Taş kesilmiştim. Tek bir cümlenin yüreğimi ne denli ezmiş olduğunu ancak birkaç dakika içerisinde hissettim. Boğazımda biriken acı tat genzimi yaktı, göğsümü yerinden sökmek isteyen kasılma hissi öfkelenmeme neden oluyordu.

Bitkin bir hâlde ayağa kalkmak istedim, Zamir kolumdan tutup beni durdurdu. Yorgun ve fersiz bakışlarımın hedefini ona çevirirken Zamir, başıyla Baran'a gitmesini söylemişti. Baran'ın çıkmasıyla odada sessizlik hâkim oldu. Zamir beni yatağa oturttu.

Kadife gibi çıkan sesiyle, "Sen katil değilsin," diye fısıldadı karanlık odaya doğru. "Kendini suçlama."

"Bu çok ağır bir vicdan azabı."

"Biliyorum," dedi. Gözlerini sıkıca yumup açtı. "Yani anlıyorum. Ama deden kurtulacak."

"Dedem kurtulduğunda ne olacak?"

"Bana cevaplamayacağım sorular sormaktan vazgeç."

İç çektim. "Kendimi paramparça hissediyorum."

"Kırılasın varmış. Dokunmaları yetti."

"Sanki bir bataklık beni dibe çekiyor."

Zamir kısık sesle, "Bir bataklıktayız ve batıyoruz," dedi. "Buna rağmen sen hâlâ bataklıktaki nahif ama güçlü çiçeksin."

Kinayeyle, "Bataklıkta açan çiçeğin kime ne faydası olur ki?" diye sordum. Gözlerini gözlerime mum gibi dikerek ona odaklanmamı sağladı.

Merakla, "Lotus çiçeğini hiç duymadın mı?" diye sordu. Başımı duymadım anlamında iki yana salladım.

"Lotus çiçeği bataklıklarda, çamurlu sularda yetişir ama üzerine en ufak toz parçası bile değse hemen yapraklarını sallayıp tozu itermiş. Aynı zamanda bataklıkta yetişmesine rağmen en temiz çiçek olarak bilinir, çünkü ona hiçbir kir tutunamaz, tutunsa bile yağmurla hemen temizlenir." Onun ağzından dökülen cümleler kalbime dokundu. Susmamasını ister gibi bir bakış attım. Sesinden bir şeyler duymaya ihtiyacım vardı. Bakışlarımın manasını çözdü, biraz duraksadıktan tekrar devam etti: "Ayrıca, yaratıcı Hindu tanrısı Brahma'nın Lotus çiçeğinden geldiğine inanılır. İnsanlar öldükten sonra yeniden dünyaya gelirse eğer Lotus çiçeğinin üzerinde doğdukları da bir inanç. Bunu düşünmelerinin sebebi ise günahlarının kirinden, çamurun içinde yeşeren Lotus gibi temizlenerek yenilenmiş bir şekilde doğabilirler. Lotus ruhun saflığını temsil eder, bataklıktan çıkan temiz ruhtur bu çiçek. Aynı senin gibi."

Bir bataklıktayız ve batıyoruz.

Bataklıktan çıkan temiz ruhtur bu çiçek.

Aynı senin gibi...

Kaşlarımı kaldırdım. Ona cevap vermek, aslında güçlü olmadığımı söylemek, hatta onunla inatlaşmak istedim. Ama bunun yerine dilime kilit vurdum. "Yatağında uyusam sorun olur mu senin için yerde uyumak?"

"Ben de senin odana geçerim?"

"Hayır!" diye atladım korkuyla. "Burada uyu. Yerde."

Tebessümü bir karanlığa ışık gibi doğduğunda, "Peki," dedi, başka yolu olmadığını kabul ederek. Dolaptan kendisi için yastık ve battaniye alırken onu izledim. Yatağına uzandım, bu yatağın benim yattığım yataktan daha rahat olduğunu hızlıca anladım. Yastığı ise onun kokusundaydı. Metalik, ağır, erkeksi parfümü. Bunların hepsiyle harmanlanan yastığa bastırdım burnumu, ardından gözlerimi yumdum.

Dakikalar birbirini kovalamaya başlamıştı ama ağzımdaki kuruluk uyumama müsaade etmiyordu. Gözlerimi açarak tepsinin içindeki bardağa baktım, Zamir tüm suyu içmişti. Bir yudum dahi bırakmamıştı. Yerimden kalkarak bardağı aldım ve Zamir'in yanından sessizce geçerek odadan çıktım. Uyku dolu gözlerle, paytak adımlarımla mutfağa indim ve bir bardak su doldurdum. Merdivenleri tekrar çıkmak üzere iken duyduğum tanıdık ses beni durdurdu.

Büşra'nın öfkeli bir şekilde, "En azından bir açıklama yapın bana," dediğini duydum. Hemen kapının sağ tarafına geçip onları dinlemeye başladım.

"Bildiğim çok şey yok, Büşra," dedi Baran. "Hem sen neden burada kalıyorsun? Sürekli burada kalacaksan ben geçeyim ayrı eve."

"Saçmalama," dedi. "Sizin için endişeleniyorum. Azim Akşahin'in birinci dereceli varisi sizin evinizde. Belaya bulaştığınızın farkında mısın sen?"

Baran, bir müddet cevap vermedi. Sonra oldukça öfkeli bir sesle, "Bunu Zamir'e de söylesene," dedi. "Tek bir kelime ettiğim an beni pişman ediyor."

Korku dolu tonla, "Baran, adam dışarı çıkınca torununu arayacak," dedi.

"Zamir bir şeyler düşünmüştür," dedi Baran. "En kötü ihtimal görevden alınacak."

Görev? Ne görevi? Zamir nerede çalışıyordu ki? Babası gibi asker olamazdı çünkü her zaman sakallıydı. Onu asla tıraşlı görmemiştim. Saçı da uzun sayılırdı. Alnına dökülen tutamları gördüğüme emindim.

Baran, "Eğer Zamir, Naz'ı dedesine vermeyip kaçırırsa," dedi ve birkaç saniye duraksadı. "Ben götüreceğim Naz'ı, Azim Akşahin'e. Başına bela açmasına izin vermeyeceğim. Hem Naz da ailesinin yanında olmayı tercih edecektir."

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 76.7K 67
İlk yalancının ilk yalanı, toprağa düştüğü andan itibaren, yatsıdan sonra yanan mum ona bebek gibi bakacaktı. Yalanın tohumu büyüyecek ve çiçek açaca...
7.9K 508 33
Sosyal anksiyetesi olan kıza kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bir mesaj, kızın hayatını ne kadar değiştirebilirdi? 0532*******: Korkuyor musun? Ad...
2.2K 689 4
Yanıma yaklaştığında arkasına sakladığı papatyaları çıkarıp bana uzattı. Papatya uzatan eline iki taraftan ellerimi sarıp, gözlerine baktım tarifsiz...
80.7K 5.5K 60
İtlerin korkulu rüyaları her daim onların sonunu getirmeye ant içmiş vatanı için herşeyini feda edicek yiğitlerdi Bu yiğitler sevdiklerini arkaları...