krew

By byarisa

72.9K 7.6K 2.2K

insanlar kendilerinden farklı,güçlü olan her şeyden korkarlar. fantastik/fanfiction by; arisaak More

'1|begin
'2|party
'3|guests
'4|betrayer
'5|first b l o o d
'6|proposal
'7|doors
'8|corky
'9|bite one
'10|preparation
'11|voices of?
'12| she's wakeup
'13|prince13,smok
'14|vampire kingdom
'15|end with begins
'16|can i trust you?
'17| call me rio, honey
'18|grimorium verum/m. past
'20|find her
'21|bloody jesus
'22|awakening
'23|black witch
'24|own strain
'25|inaccessible
'26|beautiful song
'27|zamiana
'28|who are you gemma?
'29|two rope℘
30|born'an death
'31|vic.
'32|fire and earth
'33| devil

'19|lips on fire

1.9K 218 59
By byarisa

Smok'un koruduğu Gemma.

Yağmurun sürdüğü yumuşak toprakların üzerinde savsak adımlarla yürüyordum. Gücüm kalmamıştı. Ormanın derinliklerinde, başıboş ve avcısına zorluk çıkarmayacak yorgun bir av gibiydim. Doğduğumdan, annemin rahmine düştüğümden bu yana defterime kanlı mürekkep sıçramış, sayfaların her biri ruhum gibi çürümeye başlamıştı. Acılar içinde kıvrandığım yoktu ya da hayata isyan ettiğim. Sadece hiçbir şeyi anlamlandıramıyordum. Annemin aptal fantastik bir kurguya kurban gitmesini, etrafımdaki herkesin bu çamurlu bataklığa çekildiğini zannederken bataklığın tam ortasında benim olmamı ve onları çekmemi.

Suçluluk duygusu her yerdeydi. Annemin ya da büyükannemin kaderi benim seçebileceğim bir şey değildi yine de tüm hücrelerimde hissediyordum bu duyguyu. Lona'yı benim yüzümden dönüştürmüşlerdi, kitabı ve beni kullanabilmek için. Arkadaşımdan huzura erebileceği bir ölüm çalmıştım ve bunun doğruluğu kafamda gel gitlere neden oluyordu. Seçim günü eve dikilen korumalar, baloda beni saklama çabaları.

Ben mühürdüm.

Beni koruyan ateş ise Smok'dan başkası değildi.

"Tanrım." Gözyaşlarından önümü göremediğimde ıslanan ve yüzüme yapışan saçlarımı parmaklarımla toplayarak geriye atmış ve kesik bir nefes vererek havada buharlaşmasını izlemiştim. Ormanın derinliklerinde kasabalıların uğramadığı, lanetli olduklarını düşündükleri yerdeydim. Üç kız kardeşi temsil eden üç yaşlı ağacın ortasında.

Diğer ağaçların arasından özenle seçilmiş, birkaç kilometre aralarında boşluk oluşturarak derin bir daire çizmişti. Çizilen derin daireyi saran birkaç metrelik çukur, insanların geçmesini önlemek ya da uyarmak içindi. Çukura saplanmış kırmızı tabelaya çarpı işareti konulmuştu. Çukurdan bacaklarımı genişce açarak atlamış ve burnumu çekerek nefes almaya çalışmıştım. Ya doğru değilse? Ölümü göze alarak anlattığı kelimeler sahiden masaldan ibaretse? Büyükannemin ya da annemin bunlarla hiçbir alakası yoksa ne yapacaktım. Yapabileceğim en iyi şey sevinmek olurdu çünkü lanetli fısıltıların üzerinde doğmuş ve ateşten bir gücü taşıyacak olan mühür olmak istemezdim. İnanmak istemesemde azıcık kalan mantığım her şeyi kadının anlattıklarına çıkarıyordu.

Krew'in beni saklamak istemesi, Jimin'in konuştuğumuz akşam 'özelsin,kanında var' demesi ve söylediği her bir kelimenin buraya çıkıyor olması. Büyükannemin ölen kız kardeşleri olduğunu biliyordum ve sadece her şeyin tesadüf olmasını istiyordum. Mühür ya da her ne saçmalıksa daha güçlü bir karaktere verilebilirdi, taşıyabilecek birine.

"Ben o kadar güçlü değilim. Onların hiçbiriyle savaşamam."

Dedim büyük ağaçların gölgesinde eğilirken.

"moc jest we krwi"

Keskin fısıltıyla avuçlarını kulaklarıma kapatıp çığlık atmış ve ağaçlara saklanan kargaların uçuşarak güneşin batarken kızıla çaldığı gökyüzünde kara bulutlar gibi süzülmesine neden olmuştum. Fısıltıdan çok genç bir kızın kulağıma yaklaşıp son gücüyle tiz bir şekilde bağırması gibiydi. Zihnimde dolanan kargaları da uçurtmuş ve ağaçların önünde diz çökmemi sağlamıştı.

"krew jest wszędzie"

Daha kalın bir çığlık diğer kulağımda inlediğinde tekrardan bağırmış ve hıçkırıklarımın arasından nefes almaya çalışmıştım. Dünyada duyabileceğim en yüksek sesi duymuşum gibi çığlıkların ardından yüksek çınlamalar duyuyor ve bitmesi için tanrıya yalvarıyordum.

"Sus artık!"

Tüm vücudum yağmur damlalarının düştüğü yumuşak toprağa serilmişti. Vücudum alev alıyordu, gözlerimin kanla dolduğunu hissettiğimde göz kapaklarımı açamadığım ve her zamankinden daha güçlü olan fısıltıların ne dediğine anlam veremeden öylece ağlamaya devam ettim. Dayanılır bir işkence değildi, kulaklarımda değil zihnimdelerdi ve onları susturmak imkansızdı. Kanımın damarlarımdan çekildiğini hissettiğimde gözlerim sonuna kadar açılmış, içimde anlam veremeyeceğim kadar büyük bir kin birikmişti. Fısıltıların kan istediğini anlıyordum, intikam istiyorlardı.

Kargalar kara bulut şeklinde dağılıp, iğrenç seslerini yeryüzünden uzaklaştırınca sadece önümdeki üç ağacın geniş ve canlı yapraklarının uçuşması ile yutkundum. Ortanca ağacın dallarında gördüğüm silüetle kaşlarım sonuna kadar çatılsa da fısıltılar deli gibi artmaya başlasa da odağımı sadece oraya çevirmiştim.

En yüksek daldan çukurla sarılı daireye atlamış, ayaklarının altında atladığı yerde büyük bir gürültü oluşmuştu. Adımları bana doğru çevirdiğinde ellerimi daha çok kulaklarıma bastırıp gözlerimi sıkıca yumdum. Eğer onu görmezsem her şey bitecek gibiydi çünkü bana karşı attığı her adımda fısıltılar zihnime tırnaklarını kazıyordu. Bunca zamandır beni yönlendiren her ne ise Taehyung'dan deli gibi kaçınıyordu.

Kulaklarıma kapattığım eller sertçe çekildiğinde derin bir nefes aldım ve gözlerimi sonuna kadar açtım. Yağmurdan dolayı kahve saç tutamları ıslanmıştı, kasılan gergin kaslarının üzerini örten siyah tişörtü rüzgarla uçuşuyordu, toprağa çığlık attıran postalları ise tam önümde duruyordu, benim hizama gelebilmek için eğilmişti. Kendine çektiği ellerimi sıkıca kavrayıp, beni de kendine çektiğinde aldığım derin nefeslerin yerini onun kokusu bırakmıştı. Burnumu dayadığım omzundan ve ıslak saçlarından kokusunu soluyor ve güçsüz bedenimi tamamen ona yaslıyordum. Bu gerçek miydi?

"Taehyung." Boğuk mırıltım yakınımda olan kulağına çarpsa da tepki vermedi. Nasıl anlamıştı burada olduğumu ya da bu halde olduğumu?

"Ne dediler?" Çelik gibi sert ses tonuna karşılık gözlerimi yumdum.

"Moc jest we krwi. Krew jest wszędzie."

"Güç kandadır. Kan heryerde."

Kendi kendine düşünüyormuş gibi konuştuğunda beni rahatlatmaya çalışmadığını hissettim. Bunu yapması için bir sebep yoktu. Fakat benim ona yakınlaşmam için bir sebebim vardı.

"Çok kötüyüm. Beni götürebilir misin?"

Zaten yorgun olduğum için güçsüz çıkan sesime bikaç saniye tepki göstermemiş sonrasında ise hafifçe geriye çekilip yüzüme bakmıştı. Kahverengi irisleri benimkilerde sabitlendiğinde yüzündeki sinirli ifadeyi fark etmemle yalandan gülmeme engel olamadım.

"Beni okuyamıyorsun değil mi? Az önce ne yaşadıysam, ne duyduysam hiçbirini bilemiyorsun."

Az önce ondan yardım dilenirkenki halime karşılık daha güçlü durmam onu şaşırtmış gibi duruyordu. Alevlerin içinde kavrulan gözleri hala bana odaklıydı, yüzlerimizin arasında az bir mesafe vardı ve kendimi çekmiyordum.

"Neyin peşindesin?"

Sabit bir şekilde sorduğu soruya karşılık yüzümü biraz daha yaklaşırdım ve ağlamaktan kızaran gözlerimi kıstım.

"Söylesene asıl sen neyin peşindesin? Sadece benim bildiğim yada yapabileceğim bir şey için burada değil misin şu an?"

Gülümsediğinde dudakları dudaklarıma hafifçe değmiş, soğuktan kızaran dudaklarıma daha soğuk alevler sıçramıştı. Burunlarımız birbirine değecek kadar yakındı, gözlerimizin arasında kısa bir mesafe vardı ve gülümserken bile değiyorsa konuştuğumuzda-

"Senin için buradayım."

"Benim peşimdesin yani?"

Deli gibi atan kalbimi avuçlarımın arasında sıkmak istedim. Onun sahip olduğu şey yüzündendi yaşadığım her şey. Onun karar verebileceği bir şey değildi içindeki ateş ya da kaderi fakat annemin gitmesi, bu durumda olmamın sebebi o'ydu. Ortada bir suçlu arıyordum, kendimi atmamak için onu ateşe atıyordum. Dudaklarını yumuşak bir şekilde dudaklarıma bastırdığında gözlerimi kapatmıştım, ne yaptığımız hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ellerime sarılı elleri ıslak kollarımdan yukarıya doğru alevler çizerek çıkarken yoğun ve sıcak öpücüğünün içinde, büyük bir yangının ortasında kalmış gibi hissediyordum. Yağan yağmur bile etrafımızı saran ateşi söndürmüyordu, ağaçların yapraklarını savuran rüzgar ateşi körüklüyordu. Islak dudaklarını dudaklarımdan titreyen çeneme indirip, bana nefes hakkı tanıdığında zehir soluduğumu hissettim. Burnunu yanağıma sürtmüş, boynuma çıkan ellerini çekmeden önce gözlerini açmıştı. Kahve irisinin etrafını alan alevlere bakarken büyülenmiş gibi hissediyordum, manzaradan farksızdı gözleri.

"Her şeyi öğrendin."

Boğuk mırıltısına karşılık ondan hafifçe uzaklaştım ve eski sabit ifademe geri döndüm.

"Ailenin kim olduğunu, benim kim olduğumu."

Bunca yıldır okul bahçemde gezinen vampirin beni bu olaylar silsilesine atacağını bilemezdim.

"Büyükannenin kardeşlerinin ruhu burada." Dedi arkasındaki üç ağaca kısa bir bakış atıp.

"Büyücüler öldükten sonra külleri ağaçların altına gömülür. Bir sonraki nesile daha fazla güç verebilmek için. Her biri beni öldürmen için yalvarıyor Gemma, duyabiliyor musun?"

Tüm ormanı çevreleyen ağaçların uğultusu dairenin etrafına toplanıyor, cehennem ateşindeki çığlıkları şeytanın kuyruğuna takılıp üstümüzde geziniyordu. Tüm orman büyücü mezarıydı. Güçlü olabileceğim en büyük yerde bu kadar güçsüz olmamın sebebi karşımdaki adam mıydı?

"Mühürü koruyan sensin."

Belli belirsiz mırıtlıma karşılık hafifçe gülümsedi. Ölüm meleğinden farkı yoktu.

"Mührü yakacak olan da benim."

+

"Gemma?"

Miyeol'un yarı uyanık sesine karşılık uykusuzluktan, yorgunluktan ve ağlamaktan kızaran gözlerimi kaçırmış ve arkamı hafifçe dönerek, Taehyung'un üzerime geçirdiği kalın ceketini askılığa asmıştım. Beni bıraktıktan sonra nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Gemma bana bak." Miyeol'un kuşkucu sesiyle iç geçirmiş ve birkaç damlanın daha ıslattığı yanaklarımı ellerimin tersiyle silmiştim. Küçük bir çocuk gibi her şeye ağlamak istemiyordum. Elimden başka bir şey gelse belki..Belki ne yapacağımı bilsem.

"Şşş."

Arkadaşım çoktan halimi anlayıp kollarını nemli bedenime sardığında başımı omzuna yaslamış ve evdekilerin duymaması için olabildiğince sessiz olmaya çalışmıştım.

"Bir şey sorma. Açıklayabilecek durumda değilim."

Onaylar anlamda başını sallamış ve hafifçe benden çekilip bakışlarını yüzümde gezdirmişti. Nasıl bir halde olduğumu az çok tahmin ediyordum ama gözleri yerinden çıkacak gibi olduğuna göre fazlasıyla berbattım. Çok geçmeden banyonun yolunu bulmuş ve hafifçe arkadan kilitledikten sonra duşakabine ilerlemiştim. Ilık suyu açıp, çamura bulanan ve nemli kıyafetlerimi kenara atıp duşa girmiştim. Suyun dokunduğu her yer alevler içinde yanan tenime iyi geliyordu, zihnimdeki sular da durulmuştu. Taehyung'un söylediği şeyden sonra ne yapmam gerektiği önümde açıktı fakat korkuyordum. Her karakter güçlü olmak zorunda değildi, kafasına koyduğu her şeyi başaramazdı. Olayları mantık çerçevedir bile alamasam da Taehyung ile baş edebilecek biri değildim; o ise niyetini açıkça belli etmişti.

Şampuanı sertleşen saçlarıma iyice yedirip vücudumun tamamen yumuşadığına emin olduktan sonra hızlıca duştan çıktım ve Miyeol'un girmeden önce koyduğu misafir havlusuna sarıldım. Benden biraz daha minyon olduğu için kendine bol gelen şeylerden rahat birkaç parça koymuştu, hızlıca üzerime geçirdikten sonra saçlarımı taramış ve daha iyi bir şekilde banyodan çıkabilmiştim.

Salonda volta atan ve tırnaklarını çoktan kemirmeye başlayan arkadaşıma bakarak iç geçirdim ve vücudumu hafifçe uzun koltuğa bıraktım. Dünki partiden dolayı konfetiler, yemek kapları ve süsler hala duruyordu. Evde Miyeol'dan başka kimse olmadığını anlayınca rahat bir nefes vermiştim.

"En azından..Taehyung ile ne alakan olduğunu söyle."

Dün beni bıraktığını görmüş olmalıydı. Öldürmek zorunda olduğunuz birine ceketinizi verip eve götürür müydünüz? Beni orada bıraksa pek tabii zatüreden öleceğime emindim.

"Beni öldürmek istiyor."

Ruhsuz mırıltıma karşılık volta atmayı bırakmış ve şaşkınlıkla yüzüme bakakalmıştı.

"Ne..Neden?"

Gözlerimi kapatıp başımı yumuşak yastığa bastırdım.

"Töre cinayeti."

Miyeol uzun bir süre ses çıkarmayınca hala şaşkın olduğunu düşünüp gözlerimi açmıştım ve kaşlarını çatmış, kumral saçlarını iki yana ayırmış dünden kalma bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu. En azından birinin bir şeyler bilmesi lazımdı fakat demiştim, battığım bataklığa çekemezdim kimseyi. Yalnızlıktan korkacak kadar bencildim fakat kimsenin hayatı pahasına yanımda durmasına müsade edemezdim.

"Ailem büyücüymüş, ben mühür denilen bir saçmalıktan ibaretim ve Taehyung'un bu mührü yok etmesi lazım."

"Dün ne oldu tam olarak? Bir şey mi içirdiler sana?"

Sakin kalmak istercesine parmaklarını şakaklarına götürdüğünde kıkırdadım. Tanrım deliriyordum.

"Bütün bunlar imkansızmış gibi konuşma. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı biliyorsun Miyeol. Daha kendim hiçbir şeye inanamıyorken sizi de inandıramam."

"Ama sen.." dedi inanamıyormuş gibi. "Yani sen normalsin. Öyle bir şey olsa fark edilmez miydi bu zamana kadar?"

Her şeyi sindirmeye çalışıyor gibi duruyordu. Lona'nın başına gelenlerden sonra benim ne olduğumu öğrenmek..üç ay öncesine kadar en korkuları iyi bir üniversiteye gidememek olan kızlar olarak geldiğimiz durum o kadar trajikomikti ki. Okullar kapanmıştı ve sınava bir aydan biraz fazla kalmıştı.

"Bilmiyorum Mi." Yastığı başıma bastırmaya devam ederken karşımdaki koltuğa oturduğunu hissettim. Vücudumun her bir eklemi sızlıyordu, kulaklarımdaki çınlama tazeydi.

"Pekala.." derin bir nefes aldı. "Büyükannenle ne yapacaksın?"

Hâlâ tam detayları bilmiyordu. Büyükannemin gençken büyük bir acının ortasına atıldığını ve gözüne bürünen kinle kendi gücünü korumak için neslini ortaya attığını. Ona karşı nasıl hissetmeliydim bilmiyordum. Beni büyüten ve bu yaşa getiren oydu, hiçbir zaman hakkını ödeyemezdim ve ona cephe alamazdım. Annemin nerede olduğunu bulana kadar onu görmek istediğimden de emin değildim.

"Bir süre onu görmek istemiyorum." Gözlerimi tavana diktim. "Beni korumak için yaptığını düşünsem bile hiçbir şey anlatmadı bana."

"Tüm bu olanlar gerçek olmayabilir." Miyeol mantıklı bir şeyler düşünmeye çalışır gibi yüzünü buruşturup yüzüklü parmaklarıyla yüzünü sıvazlamıştı.

"Taehyung hakkında.." dudaklarımda hissettiğim yumuşaklık tekrar aklıma gelince birkaç saniyeliğine kaşlarımı çattım. Öpüşmüş müydük biz?

"Onlarla baş edemezsin." Miyeol çaresiz bir şekilde yüzüme baktığında yutkundum ve bakışlarımı ona çevirdim.

"Edecek bir yol biliyorum."






Continue Reading

You'll Also Like

36.8K 847 23
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
1.8M 97.1K 48
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
191K 15.8K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
7.6M 420K 78
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...