Slytherin Prensesi

By Melissa-Black

270K 11.8K 13K

"İnsan kim olduğunu seçemez. Ne sen onun kızı olarak doğmayı seçtin, ne de ben bir Black olarak doğmayı." ~Bi... More

1. Bölüm - Geçmişin Ardında Kalanlar
2. Bölüm - Maskelerin Ardına Saklanan Ruhlar
3. Bölüm - Bulanık Sulardaki Yılan
4.Bölüm - Siyahın Ters Yüzü
5.Bölüm - Kalbindekini Biliyorum
6.Bölüm - Hala Çözmeye Çalıştığım Şeyler
7.Bölüm - Şans Yalnızca Ruh Halidir
8.Bölüm - Kısa Bir An İçin Parmaklarım Çapraz
9.Bölüm - Sıradaki Hatama Benziyorsun
10.Bölüm - Kadeh Kaldıralım Kavga Ettiğimiz Zaferlere
11.Bölüm - Duman İle Kırılan Aynalar
12.Bölüm - Ruhun Katmanları
13.Bölüm - Ödün Vermeden
14. Bölüm - Cesaret Seni Hataya Sürükler
15.Bölüm - Sen Umutsun
16.Bölüm - Siyahın Siyaha Karışması
17. Bölüm Part 1 - Nefret Ettiğim Her Şey
17. Bölüm Part 2 - Nefret Ettiğim Her Şey
18.Bölüm - Başka Bir Zamana İhtiyacımız Var
19. Bölüm - Çünkü Cehennemi Ben Yükselttim
21. Bölüm - Melekler ve Ufkun Birleştiği Yer
22. Bölüm - Benim Bütün İstediğim
23. Bölüm - Sayfaların Çevrildiğini Hissediyorum
24. Bölüm - Ne Dilediğine Dikkat Etmelisin
25. Bölüm - Benimle Birlikte Yürüyebilir Misin?
26.Bölüm - Kafesteki Ruh
27. Bölüm - Yolları Saran Buzullar
28. Bölüm - Üzerinde Olduğun Yola Güven
29. Bölüm - Cennet(ten) Gönderilmiş Gibi
30. Bölüm - Bütün Aynalar Paramparça
31. Bölüm - Uçurumun Kenarındaymışız Gibi
32. Bölüm - Bütün Günahların Sebebi
33. Bölüm - Aile Seni Terk Etmez
34. Bölüm - Güneş Işığı İle Doldur
35. Bölüm - Bütün Dalgalardan Sonra
36. Bölüm - İyi Bir Şey Düşünmüyorum
37. Bölüm - Bazen Sahip Olduğumuz Her Şey Bu
38. Bölüm - Eğer Genç Ölürsem
39. Bölüm - Fırtınada ki Sığınak
40. Bölüm - Söylenecek Bütün Saçmalıklar
41. Bölüm - Mücadele Seni Sen Yapar
42. Bölüm - Ünün Hakkındaki Söylentileri Duydum
43. Bölüm - Bahar Yağmurunda Neşe Var
44. Bölüm - Kapalı Kapıların Ardında
45. Bölüm - Ve Rüzgar Sadece Esiyor
46. Bölüm - Ateşle Oynayacaksan Doğru Yapsan İyi Olur
DUYURU

20. Bölüm - Duvarların Ardındaki Hayaletler

5.5K 296 518
By Melissa-Black


Kapılar kapanırken gök bir kez daha gürledi.

Alice, merdivenlerin tepesinde, gözleri ondan en uzak köşede olan içeri girmiş adamdaydı. Uzun boylu adam, ıslak cübbesine aldırmıyordu ama elleri, önündeki ıslak birkaç saç tutamını düzeltmekten geri durmadı. Ardından başını kaldırdı ve onu izleyen kıza baktı.

Koyu yeşil gözler, elalar ile kesişti.

Alice, derin bir nefes aldı.

Tom, gülümsedi.


***


-> 23Violins - The Prophecy

Tom Riddle'ı fark eden tek kişi elbette kızı değildi.

Slytherin evi, Lordu normal cübbeler içinde Hogwarts'ın duvarları arasında görmeyi beklemiyordu. Her biri şaşkın bir ifade ile ona bakarken ve ne için orada olduğunu sorgularken, diğer evlerin mırıltıları da onlara eşlik ediyordu.

Özellikle kızların. Kendilerinden yaşça büyük bu adama her biri ilgiyle bakıyordu.
Birde, Slughorn. Eski öğrencisini tekrar görmekten fazlasıyla mutluydu. "Tom! Sevgili oğlum!"
Tom, gözlerini sonunda Alice'den çekti ve saygılı bir öğrenci gibi eski öğretmenine döndü.

"Profesör Slughorn. Sizi tekrar görmek çok güzel." Onlar bir sohbete başlarken Alice hala olduğu yerde, bir heykel ile yarışabilecek kadar katı bir şekilde duruyordu.

Tom Riddle oradaydı. Karanlık Lord yanı başındaydı. Babası Hogwarts'taydı.

Aklından tonlarca düşünce geçiyordu. Neden geldiği, ne planladığı, ne istediği. Ve gelmek için seçtiği bu zaman onu şüpheye itiyor, aklında bitmek bilmeyen bir puzzle gibi dolanıyordu.

Arkadaşlarının her biri onu izliyordu ancak hiç birisine bakmamakta ısrarlıydı. Gözleri, hala babasının siluetindeydi. Gözleri onu inceliyordu. Bir işaret, bir karşı atak bekliyordu. Tom her şeyi bir nedenle yapardı. Şu an bu duvarların ardında olması asla sıradan bir ziyaret için değildi. Bu kadarını bilecek kadar iyi tanıyordu onu Alice. Sonunda hareket etti ve ağır ağır merdivenleri indi.

Basamaklara dokunan her bir adımının farkındaydı Tom. Kızının taş kesilmiş bedeninin ve şüpheci hislerinin farkındaydı. Ve zihnine çektiği yüksek kalkanların da. Ardında dolanan düşünceleri okumaya ihtiyacı yoktu, zaten her birini biliyordu.

Alice merdivenleri indiğinde, içindeki bir parça, onu her zaman tetikte tutan parça babasından kaçması gerektiğini fısıldıyordu. Uzağa. En uzağa. Tom'un ona ulaşamayacağı kadar uzağa.

Ama yapmadı. Kaçacak kadar korkak olduğundan değil, kaçacak kadar cesur değildi. Tom Riddle, ona Hogwarts'ın korunaklı duvarlarının ardında da ulaşıyorsa artık her yerde ulaşabilirdi.

Bu bir mesajdı.

Büyük Salon ona hiç bu kadar uzun gelmemişti. Attığı her adım ile sanki geri gidiyor, mesafe asla kapanmıyordu.

Riddle cadısı koşmamak için çaba sarf etmek zorundaydı. Tuhaf bakışlarının, kontrol çabalarının ve babasının kendisini etkileyen varlığının bile dikkat çektiğini biliyordu ama o an bunu umursamıyordu.

O salonu adımlayıp hala gerçek olduğunu reddettiği babasına yürürken Slytherin evindekiler oldukça gergindi. Her biri ne yapacağını bilemiyordu.

Rodolphus ayağa kalktığında, Severus kolunu tuttu ve başını salladı. Buna karışmaları dikkat çekerdi. Olduğundan daha dikkat çekerdi.

Slytherin Prensesi gözlerini kapatıp açtı ve son bir adım daha atıp durdu. Slytherin Kralı başını kaldırdı ve ona döndü.

Baba kız, uzun bir zaman sonra yeniden bir aradaydı.

"Alice!" dedi Slughorn her zamanki neşeli ses tonuyla. "Sana bahsettiğim öğrencim Tom'u hatırlar mısın?"

Birinci sınıftaki ilk dersinden sonra Slughorn onu çağırıp, Tom'u tanıyıp tanımadığını sormuştu. Dumbledore, ona Horace'ın babasının eski öğretmenlerinden olduğunu okul başlamadan söylemişti. Alice o zamanlar buna hazırlıklıydı. Kolay bir şekilde yalan söyleyip adamı geçiştirmişti.

Ama şimdi, o yalanı devam ettirebilir miydi emin değildi. Yanındaki adamın varlığı onun tüm savunmalarını kırıyor, gücü ile kendini bastırıyordu.

Nasıl unutabilirim? diye düşündü. "Hatırlamıyorum, Profesör."

Tom Riddle'ın gözleri ışıldadı.

"Bu Tom Riddle." ardından kendinden çok daha uzun olan eski öğrencisinin omzuna dokundu. "Alice'e senden bahsetmiştim. Bir akrabalığınızın olup olmadığı sordum ama seni tanımadığını söyledi." Slughorn bir kaç yorumda daha bulunuyordu ama Tom dinlemiyordu.

Elbette Alice'in söylediği bu beyaz yalandan haberi vardı.

Beş yıl boyunca kimliğini gizlemiş, okulda onu tanıyan insanlara -McGonagall ve elbette Dumbledore hariç- herkese kendisini tanımadığını söylemişti. Koca bir yalandı ama Alice Riddle yalan söylemekte ustaydı.

Genç kız gözlerini kaçırmadan ona bakmayı sürdürürken Tom başını hafifçe eğdi. "Aslında doğruyu söylemiyor efendim." Alice'in rengi attı. Ulu orta kim olduğunu söylemeyecekti, Dumbledore okuldaydı. Sahi neredeydi o?

"Öyle mi?" Slughorn kaşlarını çattı ve ikisine baktı.

"Kendisinin ebeveynleriyle tanışıyorum, ne de olsa aileyiz." hafifçe gülümsedi ve eski öğretmenine döndü. "Ancak o doğmadan çok önce ailesi ile bazı konularda anlaşmazlığa düştüğümüz için görüşmüyoruz. Beni tanımıyor olmasını anlıyorum."

Alice iyi bir yalancı mıydı? Birde babasını görmeliydiniz.

Horace başını salladı. "Bu çok üzücü. Bu kadar yıl sonra belki artık bir şeyleri düzeltmenin zamanı gelmiştir Tom. Ne dersin? Sence de öyle değil mi Alice?"

"Bunun için buradayım efendim."

Alice soruya cevap vermemeyi tercih etti. Aklı Tom'un söylediklerindeydi. Onun burada olmasının bir nedeni vardı. Kendisinin henüz çözemediği ve öğrendiğinde hoşuna gitmeyecek bir gerçek.

İki Riddle tekrar bakıştılar.

Slughorn başka şeylerden bahsetmeyi umursamayıp bu konunun üstüne gitmekte oldukça kararlıydı. Ancak o sırada yanlarına gelen Aritmansi Profesörü Harold Ellis buna engel oldu.

Horace iç geçirdi ve iki kıymetli öğrencisine birazdan geleceğini söyleyerek uzaklaştı. Onları başbaşa bıraktı.

Tom bir adım atarak aradaki mesafeyi biraz daha kapattı. Tüm bedenini pna çevirip önünde dururken, ellerini yağmurdan daha da koyulaşmış pelerinin önünde bağladı. Asası kolunun yeninden görünüyordu.

Alice, küçük bir kız gibi kollarını göğsünde bağlamakla, korkak birisi gibi kaçıp gitmek arasında tereddütlüydü ama ikisini de yapmadı. Rahat bir nefes aldı ve sol eliyle saçlarını taradı.

Bellatrix iç geçirdi ve başını eğdi. Lord bu kadar yakınındayken yanına gidemiyor olmak keyfini kaçırıyordu ama onu kısa bir süre sonra tekrar görmüş olmaktan memnundu. Rodolphus bunun farkında rahatsızca kıpırdandı ama bir şey söylemedi.

"Oh Yüce Merlin!" Lana mırıldandı. Herkes gibi o da Lord'u ve Prensesi izliyordu. "Bu bir şaka falan olmalı, birinin bana çimdik atması lazım."

Walden fırsatı kaçırmayıp kolunu kıvırdı. "Ovv!" dönüp ona vurdu.

"Şışşt." dedi Leonardo. "Yeteri kadar ilgi çekici bir durumun içindeyiz. Sessiz kalamaz mısınız?"

"Sessiz kalmamız neyi değiştirecek?" dedi Rodolphus ona mırıldanarak. "Onlara baksana."

Gözler, birbirine mesafeli duran iki aile üyesini izledi.

Benzerlikleri, onları ilk kez yanyana gören Slytherin için çarpıcı bir durumdu. Ayrı ayrı gördükleri iki Riddle, onlara göre oldukça farklıydı. Güçlüler miydi? Evet. Ama Alice'i her zaman görmedikleri annesine benzediğini düşünürlerdi. Oysa ki bir o kadar babasının fiziksel özelliklerine sahipti. Onun dik duruşuna, ince ellerine sahipti. Çıkık elmacık kemiklerini ve biçimli çenesini almıştı. Ve gözleri. Tom Riddle'ın yeşil gözleri, onda çoğu zaman ela olarak görünse de zaman zaman yeşilliği ile hayat buluyordu.

Akraba olmadıklarını inkar edecek tek bir canlı bile bulamazsınız yeryüzünde.

"Ayrı ayrı güçleri yeteri kadar merak uyandırıyordu." dedi Barty sırıtarak.

"Ama şimdi," dedi Narcissa "bir aradayken onlara bakmamak, tutulmaya sahip bir gökyüzünü izlememek gibi bir şey."

Sarışın Black kızı haklıydı. İkisi bir aradayken, tüm asaletleri ve bastırmaya gerek duymadıkları güçleri ve zarafetleri ile büyük salonun ortasında dikilirken onlara bakmamak imkansızdı.

Şimşek mumları titretip, salonu ve içindekileri aydınlattı. Işık, iki varisin üstünde parladı ve söndü. Ve gök bir kez daha gürledi.

Sessizliği bozan Tom oldu.

"Güzelliğini annenden aldığını söylemişlerdi."

"Hakkımda duyduğunuz tek şey bu mu, efendim?"

Öğrencilerin büyük bir kısmı onlara bakıyor, yakınlarında bulunanlar neler konuştuklarını anlamaya çalışıyordu. Herkes gizemli misafiri merak ediyordu.

Eski Hogwarts öğrencisi, okul zamanında olduğu gibi yine tüm bakışları üstüne toplamıştı.

Tom'un dudaklarında bir gülümseme belirdi.

"Ah çok fazla şey duydum Allison. Ailen seninle gurur duyuyor olmalı."

Genç kızın elleri karıncalandı ama gülümsemesine karşılık verdi. "Asla şüphem yok."

Tom ona doğru bir adım attığında Alice'in bedeni gerildi ve onu kaçması için uyardı. Bütün iradesi ile olduğu yerde kaldı.

"Ailen hakkında konuşuyor musun yoksa ben gibi sırlar mı?"

"Ben sizin için sır diyemem. İlişkimin olmadığı insanlardan bahsetmeyi sevmiyorum. Buna babamda dahil."

Tom Riddle'ın gözlerinde tehlikeli bir ışık parlayıp söndü. Bu bir uyarıydı işte ama Alice bazen pervasız, çoğu zaman istediğini almaya direten birisiydi. Ve o an istediği şey babasına itaat etmekten çok doğruları ona korkmadan haykırmaktı.

"Yarı Riddle, yarı Smith, kusursuz bir safkan. Kusursuz musun? Yoksa o görünüşünün altında kırıklarla dolu bir kız çocuğu mu var?"

"Her birimiz maskelerin ardına saklanmıyor muyuz? Sizin içinde öyle değil mi, efendim?" Tom mesafeyi kapattı. Alice, onun üstündeki yansımayı hissediyordu. Gözlerini kıstı, tüm dikkatini topladı ve gerçeklik tılsımının ardına baktı.

Babasının yeşil gözlerini saran duman dağıldı ve irislerinin etrafını kırmızı bir hare sardı.

Kan kırmızısı gözler, zihnine işlerken nefesi kesildi ve bu sefer geriye çekildi.

"Maskelerimiz olmadan nasıl devam edebiliriz değil mi Allison?" sağ eliyle kızın omzuna dokundu ve dövenin olduğu yeri yavaşça okşadı. "Nasıl insan oluruz? Nasıl evlat oluruz? Yada bir kız çocuğu veya baba? Veya kurtarıcı."

İşaret teninde hareketlenirken hatırlamak istemediği acı kolunu uyuşturuyordu. İğneler ardı ardına tenine batarken, kanı efendisine tepki veriyordu. İtaat ediyordu. Ama o değil. Alice, itaat konusunda her zaman kusurluydu.

"Neden buradasın?" soru bir tıslama ile döküldü dudaklarının arasından.

"Şışşt, şışşt. İnsanlar izliyor. Yalanlarımızı ortaya çıkartmana gerek yok."

Kız gülümsedi hatta kıkırdadı. Bu daha çok acısına verdiği bir tepkiydi.

"Her gerçeklik tılsımı bir gün yok olur." Tom elini geriye çekti ve pelerinin önünü tuttu. Alice, asasının kaydığını sandı bir an ama o emin olamadan babası kendisine eğildi.

"Bugün değil." kulağının yanındaki dudaklar onu ürpertti. Dışarıdan, bir veda öpücüğü gibi görünüyordu. İki aile üyesi, iki Riddle. "Yakında görüşeceğiz küçük yıldız."

Tom geri çekildiğinde Alice oldukça sarsılmıştı. "Güzel rozet." dedi göğsündeki metale bakarak ve geriye döndü.

Yavaş bir şekilde Slughorn'a ilerlerken bir şey hatırlayarak durdu ve geriye döndü.

"Allison," dedi oldukça tatlı bir sesle. Gözleri önce Slytherin evinde dolandı. Takipçileri ve o yola adım atmak için sabırsızlanan her birine göz attı. Diğer evde bulunan bir kaçına daha baktı ve sonunda yeniden kızına döndü. "Umarım doğum günü hediyeni beğenmişsindir. Seçmek için oldukça düşündüm."

Yüzüne yayılan gülümseme Alice'in içindeki bir şeyleri harekete geçirdi. Korku, endişe, öfke, kan tutkusu, acı... Adlandırmayacağı kadar çok karmaşaya girmişti. Her birini tadıyor gibiydi. Yeniden orada, bir heykel gibi dikiliyordu.

Gök gürleyince gülümsedi. Onun gülümsemesi de Lord'un yaramazlık peşindeki gülüşü gibiydi. "Hediyeyi beğenmediğimi dile getirmek kabalık olurdu. Teşekkürler."

Tom, gülümsemesini düşürmedi bile. Ve bu onu daha da endişelendirmekten başka bir işe yaramadı.

Bir gecede babasını hiç görmediği kadar gülümserken görmüştü. Ve Lord Voldemort gülümseyecek, bir duygu emaresini açık açık yüzüne yerleştirecek birisi değildi.

Ama yapmıştı ve yapıyordu. O gece Hogwarts ziyaretinden herkesin hatırlayacağı bir şekilde gülümsüyordu.

Saygılı bir şekilde başını eğdi, Slughorn'a kısaca veda etti ve geldiği gibi, sessiz ama o kadar büyük bir etki bırakarak dışarı çıktı.

Alice, babasının ardından baktı. Kapı üstüne kapandığında derin bir nefes alıp başını dikleştirdi ve arkadaşlarına döndü.

Onlarda en az kendisi kadar şaşkın görünüyordu. Fısıltılar yeniden Büyük Salonu sararken, kendine bir kez daha yürüme emri verdi ve yanlarına ulaştı.

Onu ayakta tutan güç bedeninden çekilirken koltuklardan birine oturdu, biraz önce yaşadığı şeyin her gece gördüğü kabuslardan birisi olmasını diledi.

---

-> James Vincent McMorrow - Ghosts

"Alice," Narcissa gayet sakin bir sesle konuşuyordu. Diğer herkes biraz önce olanları anlamaya çalışırken daha fazla dikkat çekmek istemiyordu. Ancak Alice'in, hayalet hali elbette dikkat çekici bir unsurdu. "toparlan."

Bunu söylemesi her biri için kolaydı. Alice'in zihni çalışıyor, her bir kelimeden anlam çıkarmaya çalışıyordu. Tom buradaysa bir nedeni vardı. Elini kolunu sallayarak Dumbledore'un olduğu yere geliyorsa kesinlikle bir planı vardı.

Ona söylemediği çok şey vardı.

"Bak," William yalan bir şekilde gülümsedi. "beklenmedik bir durum olduğunun farkındayız. Ama herkes seni izliyor."

"En azından bir kısmı." Barty asasını çevirirken sanki normal bir şeymiş gibi etrafa göz atıyordu ama aslında kimlerin onları izlediğini kestirmeye çalışıyordu.

"Prenses." Adrian tereddütle ona uzandı ve elini tuttu. Bu hareketi bütün Slytherin evinin bakışlarını toplamaya yetmişti. Ancak Narcissa onlara bakmak yerine birkaç akşamdır dikkatini çeken kuzenine bakıyordu.

Çoğu kişi gibi o da, Slytherinlilere bakıyordu ama Sirius'un ifadesi boştu. Yinede Adrian'ın yaptığını görmüştü. Gözleri bir an onlara baktıktan sonra kendisine bir şeyler anlatan James'e döndü.

"Üstüne gitmeyin" Leonardo, Marcus'un sandalyesini tekmeledi ve onu yere düşürdü. Gülüşmeler gelirken devam etti. "Daha çok dikkat çekiyorsunuz."

Alice her şeyin farkındaydı ama cevap vermiyordu. Düşünceleri belli bir şey üzerinde yoğunlaştığında elini Adrian'ın tutuşundan kurtardı ve önüne düşen saçları geriye itti. O derin bir nefes aldığında Bella koltuğunda dikleşti.

"Tut onu!" sesi alçak ama keskindi. Gördüğü görüş onu bir kaç saniye öncesinden olsa bile uyarmıştı. Fakat Alice Riddle her zaman kendi kafasına eseni yapardı.

Adrian onu tutamadan koltuktan fırlamıştı. Ona uzanan William'ın kolunun altından geçti, kendi etrafında tam tur döndü ve kapıya koştu.

Tekrar tüm bakışlar üzerindeydi.

"Alice!" Slughorn odanın bir ucundan endişe ile bağırdı ama Slytherinli kız sadece ellerini kapıya uzatıp itti. Asasız büyüsü kapıları sadece kendisinin geçebileceği şekilde aralarken, arayıcı kıvraklığı ile aralarından geçti ve ardından tekrar kapattı.

Şimdi soğuk koridorda tek başınaydı.

Bir saniye bile beklemeden koştu.

Biraz önce olduğu gibi sanki yol hiç bitmiyordu. Alice koştukça kendini daha çok labirentte gibi hissediyordu. Daha da hızlandı ve son köşeyi döndü. Tom, açık olan büyük kapının önünde sırtı dönük duruyordu.

Onun geleceğini biliyordu. Bu planı yapmışsa, bunu da ön görmüştü. Bunu istemişti.

"BABA!" Alice tüm gücüyle haykırdı.

Sesi çıplak koridorda yankılandı. Tom, ağır ağır ona döndü. Ellerini biraz önce olduğu gibi önünde birleştirdi ve içerideki maskesinin aksine boş bir şekilde durdu. Tek bir ifade olmadan, bir duygu göstermeden.

"Allison. Yakında görüşeceğimizi söylemiştim."

Genç kızın göğsü hızla inip kalkıyordu. Kısa koşusundan çok damarlarındaki adrenalinin etkisiydi, belki de korkunun.

Tekrar hareketlendi ve bu sefer aralarındaki mesafeyi kapatan kişi o oldu. Yine de ondan uzakta durmayı seçerek araya bir mesafe bıraktı. Yakındı ama babasının ona uzanamayacağı kadar uzaktaydı.

"Neden geldin?" içerideki soruyu tekrar yineledi. Ancak bir cevap yada karşılık alamadı. Elleri kıvrıldı, tırnakları tenine battı. "Sana bir soru sordum!"

"Dikkatli ol." Tom'un gözleri tehlikeli bir şekilde parladı. Gerçeklik Tılsımı yine üstündeydi, ona eski görüntüsünü sağlıyordu. "Kiminle konuştuğunu unutuyor gibisin."

"Ah gayet farkındayım, baba." sol kolunu havaya kaldırdı ancak bu babasının ilgisini çekmiyordu. "Sayende asla unutmuyorum, kim olduğumu."

"Ve kime ait olduğunu."

Kendisinden bir nesneymiş gibi, varlığının bir önemi yokmuş gibi bahsedilmesi gergin olan sinirlerini daha da gerdi. "Ben. Kimseye. Ait. Değilim." gücünün kontrolünü kaybetti, koridordaki meşaleler öfkesi ile dans etti ve duvarlarda büyük gölgeler oluşturdu.

Buna karşılık Tom, başını hafifçe sağ omzuna doğru eğdi. Tüm meşaleler söndü ve ikisini sadece dışarıdan gelen ışık ile başbaşa bıraktı.

Alice, karanlığa alışmak için gözlerini kırpıştırırken aniden çenesini kavramış bir el ile geriye doğru gitti.

Korku ve korunma içgüdüsü ile kendini tutan eli kavradı ve kurtulmak için kıvrandı. Ama babasının tutuşu oldukça sıkıydı, canının yanmasını umursamıyordu. Oysa Sirius, onu tutarken her zaman buna dikkat etmişti. Öfkeli olduğunda da, ondan nefret ettiğinde de.

Hayatında büyük roller oynayan iki erkek arasındaki fark buydu.

Birisi nefretine rağmen onu koruyordu.

Bir diğeri öfkesine rağmen onu umursamıyordu.

"Sen, her zaman bana aitsin Allison. Ve bunu sadece sen değil-" boş elini salladı ve kızın boynunu kaplayan tılsımı bozdu, Jake'in ona bıraktığı morlukları açığa çıkarttı. "diğerleride unutmuş görünüyor."

Tutuşu altında Alice'in bedeni kaskatı kesildi.

Biliyordu. Burada olmasının nedenlerinden birisinin gövde gösterisi olduğunu biliyordu. Müritlerine varlığını göstermek, Alice'i bir arkadaş gibi gördükleri an farklılığını onlara hatırlatmak için. Başka şeyler de vardı. Ama o an ilgilendiği tek şey buydu yada düşünebildiği tek şey.

Çenesini kavrayan beyaz uzun parmaklar sıkılaştı ve yüzünü ona doğru eğdi.

"Neden geldiğimi biliyorsun. Geçen hafta yaşadığınız şeyden haberim var. Aslında bir çok şeyden haberim var Allison." parmakları yanağına gömüldü. "Bazen benim için koca bir hayal kırıklığı oluyorsun."

Sen de benim için. demek istedi ama yapamadı. Cesareti bir yere kadardı ve o bazen nerede susması gerektiğini bilirdi.

Göğsünde çarpan kalbini dizginlemeye çalıştı. Dumbledore buradayken, okulun içindeyken ne yapabilirdi ki? Ne kadar ileriye gidebilirdi? Teninden bir ürperti geçti. Bu sorunun cevabını biliyordu aslında.

Tom için sınır yoktu.

Alice büyük bir güç uygulayarak onun tutuşundan kurtuldu ve oldukça geriye çekildi. Sızlayan çenesine dokunmamak için ellerini sıktı. "Biliyorum. Onlarla iletişimde olduğunu, her yaptığımı sana rapor ettiklerini biliyorum! Bana ihanet etmelerini sağladın!"

Tom güldü. Gerçek içten gelen bir gülüştü. Güzel yüzü, gülünce yumuşadı ve daha yakışıklı bir hal aldı. Daha insan, daha ulaşılabilir, daha içten. "Onlar sana sadık değiller."

"Ve sana da değiller! Çünkü senden korkuyorlar!" Durması gerektiği çizgiyi bu sefer geçmişti.

Karanlık Lord, ifadesiz yüzüyle ama öfkeyi beslediği gözleriyle kızına baktı.

Bu sefer gülümseyen küçük Riddle'dı.

"Bir gün tüm krallığın çökecek baba. Bütün o küçük askelerin, eteğinde dolaşan yalakalar gidecek. Başındaki taç boş bir metal olacak. Ve yapayalnız kalacaksın! Seni seven, yanında olan kimse olmayacak! Yapayalnız öleceksin!"

İleriye gitmek konusundaki düşüncelerini hatırlamalıydı Alice, onu bu kadar öfkelendirmemeliydi. Öfkesinin sonuçları asla iyi şeyler getirmiyordu. Ama o bir Slytherin'di, sadece muhteşem lanetler atmayı bilmiyordu. Kelimeleri ile de insanları vurabilirdi.

Ve sadece Slytherin olan kendisi değildi.

"Senin gibi değil mi?" Kendi yumuşak ve alaycı sesine karşılık, Tom'un sesi ölüm gibi soğuktu. "Kolundaki iz ve başındaki taç parladığında, etrafındakiler sana sırt çevirecek değil mi? Kimse seni hatırlamayacak. Kimse varlığını bilmeyecek. Seni sen yapan şey benim küçük yıldız. Ben düşersem, sen de düşersin."

Alice derin bir nefes aldı ve başını dikleştirdi.

Ancak onların bu baba kız konuşması, bir başka kişi tarafından bölündü.

"Tom." Albus Dumbledore'un sesi arkalarında yankılandı ve ardından meşaleler bir bir yanmaya başladı.

Karanlık dağılıp, soğuk koridoru sıcaklık kaplarken Alice artık daha iyi hissediyordu. Ufak adımlarla geri çekildi.

Tom ise hala öfkeliydi ancak eski uslu haline dönerek, Dumbledore'a baktı. "Profesör."

"Gittiğini sanıyordum."

"Kızıma merhaba demek istemiştim."

Alice ona bir bakış attı.

"Okulda olmak için uygun bir zaman olmadığını sana söylemiştim. Şimdi lütfen, git. Alice'i bir başka zaman görebilirsin." Dumbledore politika adamıydı ama bu bilgisiz öğretmen tavırlarından, hoşlanmıyordu Alice. Yaşlı adama dönüp kaşlarını çattı.

"Ah evet," Tom bir an gözlerini kapatıp açtı "Slytherin Varisi. Unutmuşum." gözlerini kaydırıp kızın elaları baktı. "Hagrid'i kontrol ettiniz mi Profesör Dumbledore?"

Dumbledore ona bir cevap vermedi. Ellerini önünde bağlamış, tıpkı Tom gibi bekliyordu. Ancak Alice onun tetikte durduğunun farkındaydı, ellerinin arasında asası olduğuna emindi. Tıpkı babası gibi.

"Ben de öyle düşünüyordum." başını hafifçe eğdi. Bu saygıdan ziyade alaylı bir tavırdı. Dumbledore'u yok sayarak döndü, yeşil gözleri parlarken "Tekrar görüşeceğiz Allison." dedi

Üstünü düzeltti ve ardından pelerinin başlığını başına çekti. Sessiz bir şekilde arkasını dönüp fırtınaya adım attığında Alice hala olduğu yerde duruyordu.

Lord, sislerin arasında kaybolana kadar bekledi. Dumbledore kapıyı kapatıp sürgülediğin de kendini bırakıp ve duvara yaslandı. Adrenalin bedeninden akıp giderken soğuk taşlardan destek alıyordu.

"Alice?" Dumbledore onun omzuna dokundu. "Sarsıcı bir konuşma olduğuna eminim."

"Neden buradaydı Profesör?"

Albus iç geçirdi, "Tom burada okurken de, mezun olduğunda da Hogwarts'ı sevdi. Tıpkı senin gibi burası onun için bir evdi." durdu. "Yürüyebilecek misin? Büyük Salona dönsek iyi olacak."

Alice başını sallayıp duvardan ayrıldı. Başka bir şey demeden Dumbledore'un devam etmesini bekledi.

"Buraya bana bir teklifte bulunmaya geldi."

Genç cadı kaşlarını çattı.

"Ne teklifi?"

"Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü olmak istiyor."

Alice bir an, Dumbledore'un onunla dalga geçtiğini düşündü fakat yüzündeki ciddi ifadeden böyle olmadığının farkındaydı. Yine de kendini tutamadı ve kahkaha bastı.

"Karanlık Lord ve öğretmenlik mi?" kıkırdadı. "Yok daha neler!"

"Yıllar önce, mezun olduğu zamanlarda o zaman müdür olan Dippet'a, kalıp kalamayacağını, yeni KSKS profesörü olmak istediğini söylemişti. Elbette Dippet daha genç olduğunu, biraz tecrübe kazanıp bir kaç yıl içinde sormasını istemişti. Ama gelmedi, çünkü Dippet görevden ayrılıp yerine ben geçince buraya gelmek benimle karşılaşmak istemedi."

Bu mantıklı bir şeydi. Mantıksız kısmı ise babasının bu kadar büyük bir güç ile yükselirken neden öğretmenlik gibi bir şey için geldiğiydi.

"Bu mantıklı değil. Planları böylesine iyi giderken buraya, sizin karşınıza niye geldi."

"Buraya Lord Voldemort olarak değil, bir öğrenci olan Tom Riddle olarak geldi."

"Yine de," dedi Alice Salonun kapıların önünde dururken "Beni daha çok endişelendiren, gerçekten neden burada olduğu? Onun asla bir sebebi olmaz. Bu teklif sadece bir kılıf. Babam asla kendini tehlikeye atacak bir harekette bulunmaz."

Albus gülümsedi. "Tom her zaman zeki birisi olmuştur. Ama o zekanın sana geçtiğinin kendisi de farkında." Alice bu yorumdan çok hoşlanmasa da belli etmedi. "Buraya başka sebeplerle gelmiş olabilir, haklısın. Ancak bir sebebi de senin hediyesine verdiğin tepkiyi görmek için olduğunu düşünüyorum."

"Eh," dedi Alice alayla, "umarım açık bir şekilde belli etmişimdir."

Müdür buna güldü yine de bir yorumda bulunmadı. "İçeri girelim. Horace ve arkadalarının seni merak ettiğine eminim."

Büyük kapıları araladı ve önce kızın geçmesine izin verdi.

İçeri girdikleri an kısa bir süre sessizlik oldu fakat ardından uğultular hızlı geldi. Alice gülümsedi ve bina sorumlusuna ilerledi. "Efendim çok özür dilerim, size haber vermem gerekirdi ama Profesör Dumbledore'a acil iletmem gereken bir durum vardı."

Kusursuz maskesi yerinde, yetenekli oyunculuğu onunlaydı. Sanki bir şey olmamış, Büyük Salonu koşarak terk eden o değilmiş gibi davranıyordu.

Slughorn ve diğer öğretmenler şaşkınca göz kırpıştırdılar.

"Sizleri endişelendirdiysem özür dilerim efendim."

"Lütfen bir daha bu şekilde davranma, durum ne kadar acil olursa olsun." Profesör Diamond hayal kırıklığı ile başını salladı. "Hepimizi korkuttun doğrusu."

"Özür dilerim efendim."

"İyisin. Evet iyisin sorun yok. Ben işlerin Tom ile ilgili olduğunu düşünmüştüm." Slughorn onun omzunu patpatlarken gülümsemesini yerinde tuttu. Aslında onunla ilgili ama siz yine bir şeyleri görmüyorsunuz.

"Hayır hayır Profesör. Dediğim gibi profesör Dumbledore'a gitmem gerekiyordu."

"Alice sizi endişelendirdiği için üzgünüm Horace. Onun kapının dışında yakaladım neyse ki." Dönüp kendisine baktı. "Neden gidip başkanlara haber vermiyorsun Alice? Bu gece herkes burada uyuyacak. Gerekli hazırlıkları yapın."

Alice başını eğdi ve geriye dönüp meraktan deliren arkadaşlarına yürüdü. O ilerlerken Profesör Ellis'in kapıları açmayı beceremediklerini şaşkınca anlatmasını duydu. Tabii ki de çıkarken onları oyalayacak bir büyü yerleştirmeyi ihmal etmemişti.

"Adrian, Clara, Archie, Barbara, Phil." sınıf başkanlarının isimlerini ardı ardına sıralarken yanlarına ulaştı. "Bu gece herkes büyük salonda uyuyacak. Slytherinlileri bir yere toplayın ve ardından kupa odasındaki tulumlardan dağıtmaya başlayın."

"Alice," dedi Adrian, yanına yaklaşarak.

"Şimdi değil Adrian.

"Ama Alice-" Alice iç geçirdi ve Walden'a döndü. "Yemin ediyorum bu evde en çok ama Alice lafını işitiyorum! Şimdi değil dedim!"

Bunun üstüne söylenecek bir şey yoktu. Alice'in rol yaptığının farkındaydılar ama ardında sarsılmış, bedeni titreyen bir kız olduğunu da görüyorlardı.

"Black," dedi Bellatrix'e bakarak. Bellatrix kıvırcık saçlarını geri itti ve iç geçirerek ayağa kalktı. "Clara'ya yardım edin. Ve sizde." ancak Black kızı uzaklaşmadan bileğini yakaladı.

"Bundan haberin var mıydı?" diye sordu sert bir sesle.

Bellatrix'in koyu gözleri uzun zaman sonra ilk kez korkusuzca baktı Slytherin Prensesinin gözlerine "Yoktu." diye cevapladı kısaca.

"Umarım öyledir." Alice onun bileğini serbest bıraktı ve kupa odasına yöneldi. Sırtında günlerdir hissettiği bakışlar vardı. Bir yanı dönüp ona her şeyi anlatmak istedi. Ona sığınmak, unutmak için kıvrandığı herşeyi ona hatırlatan babasından ona saklanmak istedi. Diğer yanı ise onu bastırdı.

Bu gece öğrendiği bir şey varsa o da aldığı nefes bile haber ediliyordu. Sirius'u kendi karanlığına çekmeyecekti. Bunda kararlıydı.

---

-> Fleurie - Breathe

Kahvaltıdan önce Dumbledore herkesi ortak salonlarına geri göndermişti. Gecenin huzursuzluğunu atmak, bir duş almak ve yeni kıyafetler giymek fikri fazla cazipti.

Kahvaltıya kadar hala biraz vakit varken Slytherinliler, diğer sınıfları sağ salim ortak salona götürdükten sonra dün akşamı rahat konuşmak adına dışarı çıkıyorlardı.

Alice hala gergin, Bellatrix tuhaf bir huzursuzluktaydı. Walden'ın gereksiz şakalarına bile tepki verecek bir halleri yoktu.

"Jane ve Lana nerede?"

Bella omuz kıvırdı. "Jane'in baya bir başı ağrıyordu, Hastane kanadından ilaç alıp geleceklerdi."

Alice bir cevap vermedi. Elleri saçlarına uzandı ve sıkıntısını atmak için onları parmağına dolamaya başladı. Aklı hala babasının gelişindeydi. Bütün gece uyuyamamış, uyuduğu kısa zaman dilimlerinde ise kabuslara savaşmıştı. İç geçirdi ve bahçe kapısına giden son köşeyi döndü.

Okulda son dönen olaylar herkesi geriyordu ancak tüm yedilerin arasında olan gerilim gözle görülür bir biçimdeydi. Her an bir lanet asanın ucundan fırlamaya hazır durumdaydı. Dün olanlar tüm herkesi bir araya toplaması gerekirken aksine herkesi kutuplaştırmıştı.

Bahçe kapısından ve Büyük salon arasındaki bir koridorda yine birçoğu karşı karşıya gelmişti. Daha ağırlıklı olarak Gryffindor ve Slytherin öğrencileri vardı. Aralara serpilmiş bir iki Ravenclaw ve Hufflepuff'ta vardı.

Marie Turner, onlara yardım ettikleri zamandan beri daha da büyük bir nefret besliyor gibiydi. "Bakın sevgili katiller sürüsü de buradaymış." nefretini kusmak için bu anı kaçırmadı.

Öfkesini kusmak için yer arayan diğer bir isim olann Alice fırsatı geri çevirmedi. "O çenene sahip olmayı öğretemedim mi hala sana?" herkesin arasından sıyrılıp öne geçti.

Yorgundu, uykusuzdu. Berbat bir gece ve gün geçirmişti. Son zamanlarda yeteri kadar problemi mevcuttu. Uğraştığı şeylerin yanında şimdi de Turner'ı çekecek havası yoktu. Başını salladı. "İtaat konusunda berbat bir aslansın."

Felix ve Roy, kıvılcımı yakalayarak asalarına sarıldılar ancak diğer Alice ve Eliza onlara engel oldu. Çapulculardan önce onların öne atılması biraz şaşkınlık yaratsa bile, James önce sözlü saldırıyı gerçekleştirmeyi son zamanlarda huy edinmişti.

"Bir yılandan asla eğitmen olmaz!" dedi tüm iğneyeliciliğiyle. "Tabii sürünmeyi öğretecekseniz o başka." Peter ve Sirius alayla buna güldüler.

Alice, duygu barındırmayan gözlerini Sirius'a çevirdi. Yüzündeki alaycı ifadeyi asasını kullanmadan dağıtmak istiyordu. Ama bunu ondan çok isteyen birileri varsa onlarda Rodolphus, Severus ve Adrian'dı. Özellikle Adrian.

Bu sefer, savaşı başlatmak isteyen Slytherinliler oldu. Ancak olay daha büyümeden, Hogwarts'ı iki kızın çığlık sesi doldurdu.

Korkuyu ve acıyı barındıran çığlıklar zamanı durdurdu.

"Lana?" Adrian şaşkınca mırıldandı ve ardından sese doğru koştu. Diğerleri de onu takip ettiler.

Neye gittiklerini bilmeden her biri büyük salona geri döndü.

---

~ Alice

Asla diğer kızlar gibi olmamıştım.

Onlar bebeklerle oynarken ben asasız büyüler yapıyordum. Onlar çay partilerinde annelerine eşlik ederken, ben şifalı otlar ezberleyip iksir kaynatıyordum. Onlar erkeklerle kıkırdaşıp, gezerken ben kitapların tozlu sayfalarında geziyordum.

Belki kanım yüzümden belki kişiliğim. Emin değilim.

Ben ölümle danslar etmiştim. Acılar sarmıştı yaralarımı çoğu kez ve daha da kanatmışlardı. Ancak onlar buna yabancıydı. Lana ve Jane ölümün taze dokunuşları ile çığlıklar atmış şimdi hıçkırıklara boğuluyorlardı salonun bir köşesinde. Ben ise... Dehşete düşmüştüm.

Tam anlamıyla dehşete düşmüştüm.

Büyük salondaki masalar hala kenarlara çekilmiş duruyordu. Orta kısım boştu. Dün geceki fırtınanın aksine bugün bulutsuz bir gökyüzü ve güneş vardı. Üstümüzdeki yapay gökyüzünden düşen ışıkla pırıl pırıldı. Aslında pırıl pırıl olan kandı.

Kan. Kan. Kan. Titredim. Ve bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım.

Jake Rosier bembeyaz bir şekilde bir melek olmasa da bir masumiyet ile önümde süzülüyordu. Kafası boynundaki ipten aşağı sarkmış bez bir bebek gibi sallanıyordu. Ama bitmemişti. Sahne kapanmamıştı. Bileklerini kesmişti. Yerdeki minik göl bundandı. Ve kan, ilk kez midemi böylesine bulandırdı.

Annemin ve daha çok kişinin ölümünü görmüştüm. Kan vardı yada yoktu ama hiç birinde böyle iğrenmemiştim. Kanın pas ve tuz kokusu tüm odayı sarmıştı. Sanki etrafımda dans ediyor ve parfüm gibi üstüme siniyordu. Bu düşünceyle geri adım attım.

Diğerlerinin geldiğinin farkında değildim bile. Herkes bu vahşeti izliyor ve sessiz çığlıklarıyla kaosa eşlik ediyordu.

Bella'nın belli belirsiz "Jake." diye mırıldandığını duydum. Adrian'ın Lana'yı sakinleştiren sesini. Walden'in derin nefesler eşliğinde Jane'i sakinleştirmesini. Kalanların tepkisizliği... Diğer sınıfların kızlarından gelen ağlama sesleri...

Kendimi tüm dış dünyaya kapatmış gibiydim. Vardım ama yoktum. Rüyadaydım ama uyanıktım. Her şey anlamını yitirmiş gibiydi.

Derin bir nefes aldım.

Jake bunu yapmazdı. Hiç bir safkan bunu yapmazdı. Bir batağa düşmedikleri sürece asla. Çünkü bencildik. Canımız tatlı gelirdi bize. Kıyamazdık kendimize. Hem o daha küçüktü. On beşindeydi. Bir Rosier'di. Saygın bir ailesi ve adı vardı. Yakışıklıydı. Başarılıydı. Mutluydu ve-

Bir nefes daha aldım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Ancak gözlerim yerlere boya gibi saçılmış olan kandaydı. Tüm asilliği ve canlılığıyla durumu göz önüne koyuyordu işte. Bir adım attım. Adımın söylediğini hayal meyal duydum. Tekrar bir adım attım.

Birisi kollarını belime doladı ve kendime geldim.

O beni geri çekmek için çırpınırken, itiraz kelimelerim yükseldi boğazımdan yukarı ancak dudaklarımdan çığlık şeklinde bir feryat olarak doldurdu salonu.

"Hayır!" beni tutan kişiyi savurmaya çalıştım. "HAYIR!" Ancak bir erkek olduğu belliydi. Beni geriye, girişteki diğerlerinin yanına çekti.

Önüme geçip, Jake'in bedeni ile arama girdi, gözlerime bakan grileri gördüğümde derin nefesler alıyordum. "Bırak! Bırak Leo!"

"Hayır, Alice!" ilk kez bana karşı sesini yükseltmişti. Gri gözlerinde ise şimşekler çakıyordu. Durum onlar içinde zordu. Birde bunun yanında bizimle uğraşıyorlardı. Omuzlarım düştüğünde o da omuzlarımı sıkan ellerini serbest bıraktı. "Bella bile şoka girmişken en azından sen ayakta kal." Gözlerim sıralardan birine oturmuş ve boş gözlerle Jake'i izleyen Bellatrix'i buldu. Rodolphus yanı başında durmuş sessizce bir şeyler mırıldanıyordu. Bella'nın onu duymadığı belliydi. Ancak bu olay onların ilk kaybıydı. Ve en korkunç.

Gözlerimi kaçırdım ve yanımızdaki diğerlerine döndüm.

Leonardo haklıydı. Ayakta durmalıydım. Şimdilik güçlü olmalıydım. Jake'i buradan çıkartana kadar kontrolü elimde tutmalıydım. Ben bir başkandım. Ama bir yandan da bir insandım.

Jake'in görüntüsü zihnimde dolanırken yutkundum.

Tüm yediler buradaydı.

"Profesörler" bağırmaktan ağrıyan boğazlarım feryat etmeye başlamışlardı. Ancak herkes tamamlayamadığım cümleyi anlamıştı.

"Haber verildi." Dedi James Potter duru bir sesle. Başımı salladım ve solumdaki Sirius'a döndüm.

Grileri yine bana soğukça bakıyordu ama onunda olan bitenden etkilendiği belliydi. Sonuçta bir insan ölmüştü. Kendini öldürmüştü. Diye beni düzeltti iç sesim. Onu her zamanki gibi takmadan ağzımı açtım ancak bir parıltı dikkatimi çekti.

Hufflepuff masasının bulunduğu taraftaki duvar parlıyordu. Kırmızı bir yazıyla.

Kırmızı... Yazı... Kandı.

Ah Merlin! Her şey kandı ve artık midemin bulanmaya başladığını hissediyordum.

Kendimi o parıltıya yönlendirdim. Leonardo'nun adımı söylediğini ve peşimden geldiğini hissettim. Masaya tutunarak destek aldım.

Kendi kanıyla yazdığı aşikârdı. Harfler ellerinin titrekliği ile kaymıştı. Aşağı inen çubuklar yamuk yumuktu ancak verdiği mesaj fazlasıyla netti.


Safkanlarda cezalandırılır.

~~~


Hepinize merhabaaa!

Biliyorum yine iki aylık bir beklemenin ardından bir bölüm geldi. Ve bu bölüm diğer bölümlere nazaran kısa. Yaklaşık 5.000 kelimelik bir bölüm ancak gidişat açısından daha fazla olayı yazamadım ve burada kestim.

SP'yi düşlediğim ilk andan itibaren, Jake'in ölümünü planlamıştım ve baba-kız karşılaşmasını Büyük Salon'da böyle düşlemiştim. Tabii siz yaklaşık bilmemkaçmilyonuncu versiyonunu okudunuz. Çok içime sinmediğini itiraf etmem gerek ama o kadar eski bir kurgu ki! Doğal olarak konuşmalarda, olaylarda değişti. Tıpkı koridor olayı gibi.

Bu bölüm Sirius ve Çapulcular çok yoktu ama az kaldı. Zaten aralarının düzelmesine de bir şey kalmadı. Biraz daha sıkın dişinizi. Eskisinden daha deli halde gelecek Sirice ve Jalice. :D

Neyse efendim.

Bu arada çok güzel tahminler geldi. Doğru bilenler oldu. Bazı kısımları yakalayanlar oldu. Tahminlerinizi okurken çok eğlendim doğrusu! Teşekkürler hepinize! :')

Beğendiğinizi umuyorum. Bayram dönüşü bir canlı yayın yapma niyetindeyim. Böylelikle bol bol dedikodu yaparız. 

Ah yeni Marvel hikayemi gördünüz mü? The Shadowy Night. Bir Hawkeye kurgusu. İlk bölümü hafta sonu gelecek, Song of Mirrors'ın ikinci bölümü de öyle. Sınavımdan sonra hikayeleri güncelleme düşüncesindeyim. Yarını atlatayım da bir.

Benim için dua edin, bu sefer sınavı geçmem lazım. :)

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Onun için gidiyorum ve sizi bana yazacağınız yorumlarla birlikte bırakıyorumm.

Bölümde sevmediğiniz ya da eksik olan bir şey var mıydı?

Ya çok sevdiğiniz kısım veya replik?

Neler düşünüyor benim sevgili okurlarım hadi bakalım yorumlara! :)

Ve elbette gelsin 21. Bölüm spoilerı ;

Cehennemi Alice yükseltti, peki cezası ne? Bir bedel ödemeli mi? Yoksa o masum mu? Peki aslanların evinde ona inanacak kişi/ler var mı?

Görüşmek üzere benim biricik okurlarım.

Sihirle ve sevgiyle kalın.

~Mells



Continue Reading

You'll Also Like

16.4K 1.8K 10
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
55K 7.5K 41
The Babysitter kitabının, 2. Kitabıdır. Felix evine bebek bakıcısı olarak girdiği ünlü iş adamına aşık olur. Ama hisleri karşılık bulduğunda, sonunda...
344K 13.1K 77
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
45.9K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...