EYLÜL (Raflarda)

Par Hadadelamor90

5.4M 205K 50.2K

Karısının ölmesiyle tüm dengeleri değişen ve kızının öğretmeniyle yeniden aşkı tadan bir baba ile aşkı hiç um... Plus

EYLÜL ~ DİLHUN
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
EYLÜL ~ MAKUS
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
EYLÜL ~ 3
Final Videosu
🌸Duyuru🌸
LAVİNİA TANITIM
🍀
EYLÜL ÖN SİPARİŞE AÇILDI
EYLÜL İÇİN CANLI YAYIN
EYLÜL 3 Alıntısı

17. Bölüm

69K 3.7K 883
Par Hadadelamor90

Medya: NİCK JONAS - Close ft. TOVE LO

Keyifli okumalar 🦋

•••••••••••

EYLÜL

Tunç'a söz verdiğim gibi pizzaları aldıktan sonra Tunç'un kapısı çalmadan önce eve girip üzerimi değiştirdim. Ardından telefonumu, anahtarımı ve pizzaları alarak karşı daireye geçtim. Kapıyı çalar çalmaz Tunç beni gülümseyerek karşıladı. "Hoş geldin, ben de seni bekliyordum."

"Biraz geciktim kusura bakma, akşam trafiğine takıldım."

"Önemli değil, geç hadi."

Tunç'un kapının önünden çekilmesiyle birlikte içeriye girdik ve mutfağa geçip keyifli bir akşam yemeği yemeye başladık. Öylesine mutluydum ki mutluluk resmen çeneme vurmuş, hiç durmadan sürekli konuşuyor, Tunç'un başını şişiriyordum. Düşündüğümün aksine Tunç da beni keyifle dinliyordu. En azından keyifle dinliyor görüntüsü vardı. Bir süre daha sohbet ettikten sonra sohbetin sonunda sıra film izlemeye gelmişti, izleyeceğimiz filmi seçmek için mutfaktan çıkarken Tunç'u, kahveleri yapması için mutfakta bırakarak içeriye girdim.

İzleyeceğimiz filmi seçince açmak için laptopa yöneldim fakat laptopun şarjı bitmiş olmalıydı ki denememe rağmen açılmamıştı. Etrafıma şarj aletini aramak için bakındığım sırada masanın üzerinde duran beyaz bir laptop gördüm, onu daha önce hiç görmediğimi fark ettim. Yeni olmalı diye düşünerek ona doğru yöneldim ve onun şarjına bakmak için kapağını açtığımda nefesimin kesildiğini zannettim.

Ekranda evimin canlı görüntüsü vardı ve salonumu kaydediyordu. Tedirginlikle kaşlarını çattım ve görüntüden çıkıp masa üzerinde duran Eylül klasörüne tıkladığımda kalp atışlarım yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Klasörde evimin eski kayıtlarının olduğunu görünce titremeye başlayan parmaklarımı güçlükle hareket ettirdim ve onları tek tek açmaya başladım. Gördüğüm her manzara başımdan kaynar suların dökülmesine sebep oluyordu. Kimisinde televizyon karşısında oturuyor, kimisinde banyodan çıkmış bornozlu hallerimle koltuk üzerinde yayılıyordum. Bazısında Duman'ı seviyor, bazısında ise iç çamaşırlarımla odanın içinde dolaşıyordum. Bazı görüntülerde de Poyraz'la konuştuğumuz anlar vardı. Klasördeki görüntüler bu şekilde uzayıp giderken sadece görüntülerin olduğu videoların seslerinin olmadığını anladım.

Gözyaşlarım izlediğim görüntülerle birlikte usulca aktığında nefes alışverişlerim bedenimi yoracak şekilde hızlanmıştı. Korku, tüm bedenimi esir alınca titreyen bedenim benim kontrolüm dışında kaçma isteğiyle ayağa kalktı. Kaçıp gitmek istesem de gözlerimi görüntülerden ayıramıyordum. Geri geri adımlamaya başladığım sırada sert bir bedene çarpınca durmak zorunda kaldım ve korkuyla yutkundum. İliklerime kadar korku hissediyordum. Başımı geriye çevirip Tunç'un yüzünü görmekten, gerçekle yüzleşmekten ölesiye korkuyordum. Sesli aldığım nefesler göğüs kafesime ağrı doldururken başımı yavaşça çevirmeye başladım. Ve onu görür görmez karşılaştığım yüz ifadesi, asırlar boyunca zihnimden silinmeyecek bir iz bıraktı ruhumda. Her zamanki Tunç'tan farklı bakan gözleri bedenimin daha da titremesine sebep oldu. Gözleri, sapıkça duygulara bürünmüş saplantılı bir âşık gibi bakıyordu gözlerime. Hiç tanımadığım bir adamın gözleriydi sanki o gözler.

Gözlerinden etkilenmemeye çalışarak onu es geçtim ve hızlı bir şekilde kapıya doğru yönelip kapıyı açtım, ben kapıyı açar açmaz arkamda belirerek tek eliyle kapıyı itip kapattı lakin elini kapıdan çekmedi. Ona doğru dönünce kapıyla bedeni arasında sıkışıp kaldım. Hızla inip kalkan göğüs kafesim bana yakınlığı yüzünden ona değmek üzereydi. Korkuyla gözlerine bakmaya başladım.

Benim korku dolu bakışlarımın aksine bakışları alayla gölgelenmişti. "Nereye gidiyorsun?"

Sesindeki şehvet içimi ürpertince tedirginlikle gözlerine bakmaya devam ettim. "Bırak da gideyim."

Yüzünden belli belirsiz bir gülümseme geçti ve yüzümü gözleriyle tarayıp dudaklarımda durdu. "Gecemiz daha yeni başlıyor Eylül."

Korku iliklerime kadar ilmek ilmek işlenmeye devam ederken aklıma Poyraz'ı aramak geldi. Onu arayıp bir kez bile olsa telefonunun çalmasını sağlarsam merak eder ve gelir diye düşünmeye başladım. Bu düşüncemi gerçekleştirmek için, "Su içmek istiyorum," deyip bedeniyle kapı arasından çıkarak mutfağa yöneldim.

Titremeye başlayan parmaklarımla cebimden çıkardığım telefondan alelacele rehbere girip Poyraz'ın adını tıkladım fakat daha arama tuşuna basamadan Tunç arkamda belirip telefonu elimden çekti. "Neden onu arıyorsun?" diye bağırıp telefonumu tezgâha çarptı.

Cevap veremeyip dağılan telefonumdan gözlerimi çekmeyi başarabildiğimde dehşetle yüzüne baktım ve o an ölüm hissini uyandıran gözlerini gördüm. Hayatımda ilk kez ölümü bu kadar yanımda hissettiren o gözleri gördüm. Ölümün nefesi boynumda usulca dolanırken gözlerimden yaşlar yeniden süzülmeye başladı.

Tunç gözyaşlarıma bakıp öfkeyle kaşlarını çattı. "Neden onun evine girmesine izin veriyorsun?" diye bir kez daha bağırınca gözlerimi kapattım.

Gözlerimden yaşlar hızlıca akmaya devam ederken parmaklarını yanağımda hissedince gözlerimi açtım ve yanağımdaki parmaklarından kurtulabilmek için başımı geriye çektim. Bu onu daha da öfkelendirdi ve başımın arkasından sert bir şekilde saçlarımı tutup geriye çekilmemi engelledi, ardından başımı sabit tutup yanağımdaki gözyaşlarımı silmeye başladı. O sildikçe ben daha çok ağlıyordum. Kendimi zorladığımda cılızlaşmaya başlayan sesimle onu durdurmak istedim. "Tunç, bırak beni."

Başımın arkasındaki elini saçlarımın arasına tamamen geçirip sıktı ve canımı yakacak şekilde öfkesini saç derimden çıkarmak istercesine çekmeye başladı. "Onda olup da bende olmayan ne var Eylül? Neden ona hissettiklerini bana hissetmiyorsun? O adam kötü dediğim hâlde neden hayatına girmesine izin veriyorsun?" Çok kısa bir müddet sustu. Saçlarımı bırakacağını zannederken tutuşunu daha da güçlendirip dişlerini sıktı. "Her kadın gibi gücü sevdin değil mi? Bu güç kötü olsa bile seni cezbetti öyle değil mi?" Başını aşağı yukarı hareket ettirdi. "Benim de silahım var Eylül, ben de adam öldürüyorum ve inan bana bundan çok zevk alıyorum. Kötü biriyim, tıpkı onun gibi." Duraksadı ve gözlerime baktıkça çehresi kasıldı. "Bana da ona baktığın gibi baksana. Beni de onu arzuladığın gibi arzulasana. Ama onun çok parası var değil mi? İstediğin paraysa onu da bulurum Eylül, yeter ki benim ol, beni sev."

Tunç her söylediği sözü fısıltıyla söylemiş, bir eliyle saçımı çekerken diğer eliyle de yanağımı okşamıştı. Bense sadece titriyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Yanağımdaki parmaklarından kurtulmak için dikkatini dağıtmak istedim ve titreyen dudaklarımı güçlükle araladım. "Evime kamerayı nasıl yerleştirdin?"

Çok büyük bir iş başarmış gibi gururla gülümsedi. "Kapının aralık olduğu geceyi hatırlıyor musun? İşte o gece evine ben girmiştim ve kamerayı yerleştirecek uygun bir yer aramıştım, sonrasında da kapını bilerek açık bırakıp evden çıktım ve o gece seni bekledim."

Şaşkınlıkla ona bakakaldım ve dudaklarımın arasından, "Neden?" sorusunun dökülmesine engel olamadım.

O ise gülmeye başladı. "Korkup bana sığınman için tabii ki de," dedi ve hızla kaşlarını çattı. "Ama sen ısrarla kapıyı ben açık unuttum dedin. Ertesi sabah senin evde olmadığını anlayınca yeniden evine girdim ve kamerayı yerleştirdim. Ardından seni büyük bir şevkle izlemeye başladım."

Saniyelik değişen yüz ifadesi beni daha da ürkütüyordu. Gözlerini vücuduma indirip arzuyla gülümseyince geriye doğru bir adım atmaya çalıştım fakat saçımdaki eli buna izin vermedi ve dudaklarımın üzerine boğukça fısıldadı. "Hele ki iç çamaşırlı hallerini izlerken arka arkaya gelmemi sağladın, inan bana çok keyifliydi. O anlar yanına gelip seni altıma almamak için kendimi zor tuttum. Görüntülerinle bu kadar zevk aldıysam tadını alınca neler hissedeceğimi düşünemiyorum bile."

Sözleri midemi altüst etmişti. Kusmak üzereydim ve titreyen bacaklarımın beni daha fazla taşıyamayacağını çok iyi biliyordum. Yanılmadığımı da anlamam çok geç olmadı ve yere doğru sendeleyince Tunç saçımdaki elini çekip sert bir şekilde kolumu tuttu. "Ama sonra anladım ki Poyraz denilen o pislik evine girdiği için o gece öyle söylemişsin," dedi. Ardından durdu, kızgın ve bir o kadar da kırgın bir ifadeyle yüzüme bakmaya başladı. "Neden bana ihanet ettin Eylül? Neden o adamın evine girmesine izin verdin? Seviştiniz mi onunla?"

Tunç'un söylediklerini kaldıracak ne gücüm ne de dermanım kalmıştı ama iyi bildiğim bir şey varsa ona vereceğim her ters cevapla onu daha çok kızdıracağımdı. Sakinliğimi korumaya çalışarak elimi yukarı kaldırıp parmak uçlarımla yanağına dokunmayı istedim. Amacım, biraz olsun zaman kazanmaktı. Sonu ne olursa olsun bana sahip olmasına asla izin vermeyecek, sonuna kadar direnecektim.Yanağına dokunacağımı anlayınca sıktığı kolumu bıraktı ve yanağına dokunmama izin verdi. Bu midemi bulandırsa da, canımı yaksa da ona dokunmaya başladım. "Sana asla ihanet etmedim Tunç, onunla sevişmedim."

Dokunuşlarımla gözlerini kapatır kapatmaz dizimle kasıklarına sert bir tekme geçirdim ve onu tüm gücümle ittim. Onun iki büklüm olmasıyla birlikte masa üzerinde duran anahtarımı alıp evinden koşarak çıktım. Korku, mantıklı düşünmemin önüne geçince bedenim yeniden kontrolüm dışında hareket etmeye başladı. Titreyen parmaklarımla anahtarı kapı deliğine sokup kapımı açtım ve hızla içeriye girdim.

Tam kapıyı kapatıyordum ki çok daha öfkeli bir Tunç'la karşı karşıya geldim. Kapımı sert bir şekilde itip açtı ve dengemi kaybettirip yere düşmemi sağladı. "Seni sürtük!"

Kapımı kapatınca yere doğru eğildi ve üzerime doğru gelmeye başladı. Ben altından seri bir şekilde ayağa kalkmaya çalışırken ayağımdan yakalayıp tekrar yere düşürdü. Boşta kalan ayağımla arka arkaya attığım tekmelerle elinden kurtulmaya çalıştım. Yüzüne gelen sert tekmelerim sayesinde eli hafifçe aralanınca ayağımı kurtarıp ayağa kalktım.

"Benden kaçamazsın Eylül," diyerek o da ayağa kalktı ve kollarımdan yakalayıp kitaplığıma doğru sert bir şekilde savurdu beni.

Kitaplığa çarpmamla bazı kitaplar üzerime düşerken Tunç beni yeniden tutup masanın üzerine doğru fırlattı. Masamdaki vazo ile birlikte masadan kayıp yere düştüğümde, vazodan kırılan parçalar kaşımı delip geçince yüzümden akan sıcak kanı hissetmeye başladım. Canım çok yanıyordu. Tunç yeniden üzerime doğru gelince elimdeki vazonun kırık sivri parçasını hızla omzuna sapladım. O, acıyla bağırmaya başladığı sırada zar zor ayağa kalktım ve omzundaki parçayı çıkarmasını fırsat bilerek göğsüne doğru tekme attım. Maalesef iyi eğitimli bir polisti ve ayağımı havada yakalayıp beni yeniden yere çarptı. Üzerime doğru bir kez daha geldiğinde yan tarafımda duran Duman'ın mama kabını fark ettim ve hızlı bir şekilde yüzüne çarptım. Çarpmamla birlikte sersemlediğini görür görmez ayaklanıp kapıya yöneldim.

Çok geçmemişti ki belimde ellerini hissedince ondan kurtulmak için sırtımı gövdesine yaslayıp arkamda duran aynaya doğru onunla birlikte onu geriye iterek koşmaya başladım ve sırtının sert bir şekilde aynaya çarpmasını sağladım. Sırtının çarpmasıyla birlikte dudaklarından, ''Ahh!'' diye bir inleme koparken sarsılan ayna üzerimize yıkılınca birlikte yere düştük. Tüm ayna üzerimize kırıldığında daha fazla direnemeyeceğimi anlayıp bu defa yerden kalkmaya yeltenmedim. Kollarım, boynum, ellerim, yüzüm, gözüm kan içinde kalmıştı ve artık direnecek gücüm kalmamıştı.

Benim aksime Tunç yerden kalktı ve üzerime çıkıp ellerini boğazıma geçirdi. "Bana yar olmayacaksan o pisliğe de yar olamayacaksın," diyerek tüm gücüyle boğazımı sıkmaya başladı.

Boğazımı öylesine kuvvetli sıkıyordu ki gözlerim gitgide büyümeye, ölüm bedenimle yer değiştirmeye başladı. Ölüyordum ve yapabildiğim tek şey çaresizce korkunç yüzüne bakabilmekti. Nereden geldiğini anlamadığım, son anda bulduğum güçle yeniden kasıklarına dizimi geçirdim. Beklemediği darbeyle acıyla kıvranmaya başlayınca ayağa kalktım ve topallayarak mutfağa gittim. Tezgâha varmamla birlikte belimde ellerini hissedince hızla ona döndüm. Elindeki portmantodan aldığını düşündüğüm levyeyi tam yüzüme geçireceği sırada ani bir refleksle tezgâh üzerinde duran bıçağı kavrayıp karnına geçirdim. Elindeki levye anında yere düştü. Gözleri kocaman açılarak, "Seni küçük fahişe," dedi ve bir anda gözlerime bakıp gülümseyince korkum, nevrimi döndürdü.

Korkudan ne yaptığımı bilemeyip bıçağı daha da karnına bastırınca öksürmeye başladı. Ellerimde hissettiğim sıcaklığa baktığımda karnından sızan kanı gördüm ve korkuyla bıçağı bıraktım. Ben bıçağı bırakır bırakmaz o da dizlerinin üzerine düştü.

Ölüyordu...

Panikle ona bakıp delirmiş bir hâlde etrafımda gözlerimi gezdirdim ve kapıya doğru koşmaya başladım. Evden çıkıp koşar adımlarla merdivenlere yönelerek hızla aşağı indim ve kendimi dışarı attım. Saat oldukça ilerlemiş olacak ki etrafta kimse yoktu. Delirmiş gibi etrafıma bakındığımda bir anda Poyraz'ın, Cesur'un açtığı kapıdan indiğini gördüm.

Ona doğru koşmaya başlayınca beni fark etti ve yüzünde aniden beliren korku ifadesiyle bana doğru koşmaya başladı. Cesur da koşarak onu takip ediyor, aynı korku ifadesi onun yüzünde de beliriyordu. Onların koşmaya başladığını gören diğer adamları da arabadan inip bana bakmaya başladılar.

Poyraz'ın yanına gider gitmez ayaklarım daha fazla bedenimi taşıyamadı ve dizlerimin üzerine düştüm. Poyraz da aynı hızda dizlerinin üzerine çöküp yüzümü ellerinin arasına aldı ve ona bakmamı sağladı. Endişesi ve korkusu yüzünü bir hayli germişti. "Eylül, n'oldu?" diye korkuyla haykırınca gözyaşlarım yeniden akmaya başladı.

Kontrolünü zar zor sağladığım titreyen sesimle arka arkaya soluksuzca konuşmaya başladım. "Onu öldürdüm. O, o öldü, istemeden oldu. Be-ben onu öldürmek istemedim, ben ke-kendimi korumak istedim ama o öldü."

Sözlerim üzerine Poyraz'ın gözlerinin korkuyla büyüdüğünü görünce ağzımdan büyük bir hıçkırık koptu.

Poyraz hıçkırıklarım arasından sesini duyurmaya çalıştı. "Eylül, kendini kimden korumak istedin?"

Cevap vermek istiyordum ama içimdeki ağlama isteği daha baskın geliyordu. Güçlükle cevap vermeye çalıştım. "Tunç, evime kamera yerleştirmiş. Bilgisayarındaki kayıtlarını görünce bana saldırdı. Ben onu öldürmek istemedim, yemin ederim istemedim."

Hissettiğim acı ve bir insanı öldürmenin verdiği ağırlığı daha fazla kaldıramayıp kendimi karanlığa bıraktım. Karanlığa giderken duyduğum tek ses Poyraz'ın adımı haykırışıydı.

***

POYRAZ

Karanlık...

Gecenin karanlığı göğü sararken etrafımı da sinsi bir duman gibi sarmaya başladığından habersiz yol alıyordum. Eylül'ün güzel yüzünü bir an önce görüp huzur bulmak için evine doğru büyük bir özlemle gidiyordum lakin tüm dengemi altüst edecek olan kördüğüme gittiğimden bihaberdim.

Evinin yakınlarında araba durunca arabadan iner inmez bir anda Eylül'ün bana doğru koştuğunu fark ettim. Yüzü gözü kan içindeydi ve üzerindeki beyaz kazak neredeyse kanla kaplıydı. O halini gördükçe gözümün değdiği her noktasında ciğerim nefessiz kalmaya, kıyametim kopmaya başladı. Korku ve panik tüm bedenimi esir alınca tüm gücümle ona doğru koşmaya başladım.

Koşuyordum... Koştukça yeniden ciğerlerime dolmaya başlayan nefes, bu defa ciğerlerimi patlatacakmış gibi bedenime acı veriyordu. Koştukça yer ayağımın altından kayıyordu.
Koştukça ona yetişememekten korkuyordum.

Yanına varmamla birlikte yere düştüğünde yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

Burnundan, kaşından, dudağından kan akıyordu ve yüzündeki kesiklerden yüzü neredeyse tanınmayacak hale gelmişti. Korku ve endişe tüm kaslarımı bir bir gererken olup biteni duydukça tüm bedenim alev alev yanmaya başladı.

Eylül bir anda bayılınca da içimden bir parçanın koptuğunu hissettim. Hızla onu kucağıma alıp Cesur'a başımla sert bir şekilde evi işaret ettim ve öfkeyle haykırmaya başladım. "O itin cesedini de o bilgisayarı da istiyorum."

Öfkeli haykırışıma Cesur başıyla onaylayıp eve doğru hızla yöneldiği sırada Eylül kucağımda arabaya doğru koşup adamlarımdan birinin kapısını açtığı arabaya bindim. "Kemal hemen eve gelsin!"

Yanı başımda dikilen adam, "Peki efendim," dedi ve kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna yerleşerek gazı kökledi.

Eylül'ün sımsıkı tuttuğum bedeniyle birlikte eve doğru hareket edince kalbime ağır gelen kan içindeki yüzüne baktım. Öfkeyle dişlerimi sıkıp gözlerimi üzerinde gezdirmeye başladım. Üzerindeki kanla kaplı kazağın bazı yerleri yırtılmıştı. Yüzündeki kesiklerin aynısından kollarında, ellerinde de vardı ve sağ kolundaki kesik derindi. Aynı zamanda elleri de kanla boyanmıştı. Bir anda gözlerim koklamaya kıyamadığım boynunda durdu. Eylül'ün başını hafifçe yukarı kaldırıp boynuna baktım. Bembeyaz teni kıpkırmızıydı ve kuvvetli bir şekilde sıkıldığı belli oluyordu.

Neler olmuştu böyle? Eylül neler yaşamıştı? Koca bir ağırlık kalbimi kaplarken dudaklarımı araladım. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum ama damarlarıma dolanan acı sesimi de kesmişti. İçimdeki öfke patlamasına hâkim olmaya çalıştığım sırada bedenimden kuvvetli bir titreme geçti.

***

Cesur ise diğer adamlarla beraber hızla merdivenlerden yukarı çıkıp Eylül'ün açık kapısından içeriye girdi. Girdiğinde gördüğü manzarayla olduğu yerde durup etrafına bakmaya başladı. Her yer cam kırıklarıyla doluydu. Portmantonun aynası parçalanmış, kitaplığındaki kitaplar yere düşmüş, masa devrilmişti. Masanın etrafında da parçalanmış vazo ve kan izleri vardı. Aynı kan izlerinden kapının girişinde de vardı. Cesur biraz daha dikkatli baktığında salonun her yerinde kan izlerinin olduğunu gördü. "Bu evde neler oldu böyle?" dedi mırıldanırcasına. Ardından kaşlarını çatıp mutfağa yönelirken mutfaktan çıkan adamların şaşkınlıkla ona bakan yüzlerine baktı. Yüz ifadelerine daha da kaşlarını çatıp, "N'oldu?" diye sordu.

"Ceset yok abi."

Bu defa kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Nasıl yok?"

Adamları sessiz kalınca hızla mutfağa girdi ve yerdeki kan izlerini gördü. Yerde aynı zamanda levye de vardı. Gözleri tezgâha kayınca kanlı ellerle tezgâhın tutulmuş olduğunu gördü.

"Yaşıyor!" diye bağırınca tüm adamları bellerindeki silahlarına sarındı. Aynı şekilde kendi de silahına sarınıp bağırmaya devam etti. "Evin her yerini arayın!"

Adamları evi ararken Eylül'ün evinden koşar adım çıkıp karşı daireye yöneldi. O kapı da aralıktı. Birkaç adamıyla birlikte Tunç'un evine girdi. Hızla gözlerini etrafta gezdirdiğinde adamları ise çoktan evin içine dağılmıştı.

"Her yeri arayın!" diye yeniden bağırdığı sırada bakışları, açık olan bilgisayara kaydı. Bilgisayarın yanına gider gitmez ekranda Eylül'ün bornozlu görüntüsünü görünce hızla bilgisayarın kapağını kapattı. "Şerefsiz," dedi dişlerinin arasından.

Evin içini arayan adamları yanına gelince de bilgisayarı alıp onlara döndü. "Yok mu?"

Adamlardan biri başını iki yana salladı. "Abi evde kimse yok, temiz."

Dişlerini daha da sıktı ve Tunç'un kayıt yapabileceği tüm cihazları alıp evden çıktı. O sırada Eylül'ün evini arayan diğer adamları da kapının önüne çıkmıştı. "Burada da kimse yok."

Sinirle derin bir nefes alıp merdivenlere yöneldi. Poyraz'ın delireceğini çok iyi biliyordu.

***

POYRAZ

Araba evin önünde durur durmaz kucağımda Eylül ile birlikte arabadan indim ve koşar adımlarla eve yöneldim. Eylül'ün ise hâlâ kendine gelmemiş olması beni tedirgin ederken aynı zamanda daha da gerilmeme sebep oluyordu.

Kapıyı açan Ela, beni ve kucağımda kan içindeki Eylül'ü görünce korkuyla öfkeden kasılmış yüzüme bakmaya başladı. Onun bakışlarını es geçip içeriye adımladım. "Benimle hemen gel."

"Tabii Poyraz Bey."

Birlikte hızlıca ikinci kattaki odaların birine girdik. Benim telaşlı ve endişeli hallerim Ela'nın da paniklemesine sebep oluyordu. Eylül'ü yavaşça yatağa bırakıp bakışlarımı üzerinden ayırmadan endişeyle konuştum. "Su ve bez getir hemen."

Ela ses tonumdan hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı ve başını salladı. "Hemen getiriyorum Poyraz Bey," deyip kapıya yöneldi.

"Melis uyudu mu?" Tam odadan çıkıyordu ki sesimle yeniden durmak zorunda kaldı ve bedenini bana çevirdi. "Uyudu efendim."

Cevap vermeyip başını sallamakla yetinince su ve bez getirmek için odadan koşar adım çıktı. Ela'nın odadan çıkmasıyla birlikte başımı Eylül'e çevirdim. Kan içindeki yüzü bir kez daha canımı yakınca küçük bir soluk verdim. Onun yerinde olmak için her şeyimi verirdim. Acıyla yutkundum. Bedenindeki acısını yüreğimde ağırlıyordum. Parmaklarım saçlarının arasına karıştığında fısıldamaya başladım. "Acını dindirmek için canımı veririm menekşem."

Saniyeler sonra Ela içeriye girince ise ayağa kalkıp elinden bezle suyu aldım ve Eylül'ün yüzünü temizlemeye başladım. Canını daha fazla yakmamak için korkarcasına elimi yüzünde gezdiriyordum.

"Ona n'oldu?" Çekindiği her hâlinden belli olan Ela'ya çevirdim bakışlarımı. Ürkek bir hâlde bana bakıyordu. Ne diyebilirdim ki? Cevap vermeyip yeniden Eylül'e döndüm. Yüzünü tamamen temizleyince elleri ve kolları için bir kez daha su istedim. Ela'nın yeniden getirdiği suyla ellerindeki ve kollarındaki kanı da temizlediğimde bu defa Ela'dan kıyafet istedim. Ela kıyafetleri de getirince, "Değiştirince haber ver," diyerek odadan çıktım ve kapının önünde beklemeye başladım.

Beklemeye devam ederken başımı kapıya yaslayıp gözlerimi kapattım. Kulaklarım uğulduyordu.

"Poyraz." Duyduğum sesle gözlerimi açınca karşımda Kemal'i gördüm. Telaşla bana bakıyordu. "Bu saatte neden beni çağırdın? Kötü bir durum mu var yoksa?"

Cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki Ela odadan çıkıp Eylül'ün üzerini değiştirdiğini haber verince Kemal'le birlikte yeniden odaya girdim.

Kemal önce Eylül'e baktı, ardından bana çevirdi bakışları. Belli belirsiz başımı salladığımı görünce Eylül'ün yanına gidip muayene etmeye başladı. Eylül'ü muayene etmeye başlamasıyla birlikte kollarımı göğsümde bağlayıp az ileriden onları izlemeye başladım. Kemal'in Eylül'ü muayene edişini çatık kaşlarımla izliyor, onu bu hale getiren adama sürekli lanet ediyordum.

"Yüzüstü çevirir misiniz? Sırtını muayene edeceğim." Kemal'in sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp onlara yaklaştım ve Eylül'ü yavaşça yüzüstü çevirip sırtını açtım. Sırtını açınca ise aldığım nefesimi tuttum. Aldığı darbelerden dolayı sırtı neredeyse simsiyahtı. Gözlerimi kapatıp yumruklarımı sıkmaya başladım. Avuç içlerime parçalarcasına bastırmaya devam ettiğim sırada Kemal'in sesiyle gözlerimi açtım.

"Öncelikle geçmiş olsun."

Kemal'in sözleriyle bakışlarımı Ela'ya çevirip çıkması için işaret ettim. Ela'nın odadan çıkmasıyla birlikte Kemal'in asık ve gergin yüzüne baktım. "O iyi olacak mı?"

Belli belirsiz başını salladı. "Poyraz, ona ne oldu? Çok fazla darbe almış."

Sinirle yüzünü sıvazladım ve kesik kesik aldığım nefesimi yavaşça bıraktım. "Saldırıya uğramış."

Kemal sorgulasa da cevap alamayacağını bildiği için yeniden başını sallayıp çantasından çıkardığı ilacı iğneyle çekti ve Eylül'ün koluna vurdu. "Kesikleri derin ve ciddi değil, kısa sürede toparlayacaktır. Sağ kolundaki yarası da dikiş gerektirecek kadar derin değildi. Boynundaki ve sırtındaki morarmaların ise biraz vakti var. Vücudunda da ezilmeler var. Mümkün olduğunca yan yatsın. Bir süre yatarken ve kalkarken canı acıyacaktır. Bolca dinlenmesi lazım," dedi, ardından küçük bir kağıda ilaçları yazıp bana uzattı. "Bu ağrı kesiciler bir süre rahat uyumasını sağlayacaktır."

Sıkıntılı bakışlarımı kağıdın üzerinden Eylül'e çevirdim. "Neden hâlâ uyanmadı?"

"Yaşadığı stresten dolayı bayılmış, yaptığım iğne de rahatlatıp uyutmaya devam edecektir. Merak etme, endişe edecek bir durum yok. Bir saate kadar da uyanabilir, sabaha kadar da uyuyabilir," diyerek ayağa kalktı ve yanıma gelip anlayışla gülümsedi. "Endişelenme, kısa sürede vücudu toparlayacaktır."

Yeniden Eylül'e baktım ve sıkıntıyla nefesimi içime çektim. "Tek isteğim acı çekmemesi."

Kemal de bakışlarını Eylül'e çevirdi. "Ağrıları dinmeyecek gibi olursa haberim olsun," dedi ve çantasına uzandı. "Tekrardan geçmiş olsun."

Başımı sallayınca odadan çıktı. O odadan çıkınca Eylül'ün başucuna oturup sessizce onu izlemeye başladım. İçimdeki öfke hüzünle birleştiğinde boğazımda düğümleniyor, genzimi yakıyordu.

O sırada çalan telefonuma bakışlarımı çevirince Cesur'un aradığını gördüm ve alelacele ayağa kalkarak odadan çıkıp telefonumu cevapladım. "Söyle."

Cesur'un sıkıntılı sesi kulaklarımı doldurdu. "Abi bir sorun var?"

İçime oturan yeni sıkıntıyla sabırsızca konuştum. "Nedir?" Cesur'un huzursuzluğu telefonun diğer ucundan bana geçiyordu ve bu kanımı daha da alevlendiriyordu. Sert bir şekilde dişlerimin arasından, "Konuş!" diye tıslayınca bir çırpıda döküldü. "Abi adam ölmemiş, biz gittiğimizde yoktu, gitmiş."

Cesur'un sözleri kulaklarımda yankılanmaya başlayınca ağır ağır duvara yaklaştım ve destek almak istercesine duvara tutundum. "Nasıl gitmiş? Nereye gitmiş?"

"Her yeri aradık abi ama yoktu."

Gözlerimi kapatıp sakin kalmak için derin bir nefes aldım ve gerginlikten kasılan ensemi ovmaya başladım. "Gelir gelmez adamlarla birlikte odama gelin."

"Tamam abi."

Telefonu kapatıp, "Kahretsin!" dedim ve sertçe yere fırlatıp sırtımı duvara yasladım. O adam ölmediyse Eylül için mutlaka hareket edecekti. Yumruklarımı sıktım. Hayatın bana yaşattığı acılara, kederlere o kadar çok alışmıştım ki ama şimdi aynı acıyı, kederi yeniden yaşamaktan her hücreme kadar korkuyordum.

Yaslandığım yerden doğruldum ve gerginlikle çalışma odama ilerlediğimde merdivenlerde Ela ile karşılaştım. "Başında bekle, uyanır uyanmaz haberim olsun."

"Peki Poyraz Bey."

"Ayrıca Melis'in, Eylül Hanım'ın burada olduğundan haberi olmayacak."

"Siz nasıl isterseniz."

Ela ile konuştuğum sırada Demir odasından çıkınca Ela'ya söylediklerimi duydu ve endişeyle yanıma geldi. "Abi neler oluyor? Eylül mü burada?"

Demir'e cevap vermeden çalışma odama yürümeye devam edince Demir de beni takip etmeye başladı.

Çalışma odasına girdiğimizde ise nefes almak için hızlıca pencereye yöneldim ve pencereyi aralayıp ihtiyaç duyduğum havayı içime çekmeye başladım. Eylül'ün yaşadıklarıyla sarsılmış, Cesur'un söyledikleriyle allak bullak olmuştum.

Nefes almaya çabalarken Demir'e dönmeden, "O burada ve bir süre burada kalacak. Gözümün önünde olacak," dedim.

"Bir durum mu var abi? Neden o burada?"

Demir'in sorusuyla ellerimi ceplerime yerleştirdim ve ona dönüp içimdeki öfkeyi dışarıya haykırdım. "Piçin teki tarafından saldırıya uğradı."

Demir'in şaşkınlıkla gözleri açıldı ve korkuyla yüzüme bakmaya başladı. "Kim tarafından? Yoksa Emin Sancaktar'ın adamları mı?"

"Hayır, onlar değil," dedim ve yeniden dişlerimi sıktım. "Karşı dairesinde oturan it tarafından saldırıya uğradı. Onu elime geçirdiğim-" deyip cümlemin devamını getirmeden sustum. Ardından bakışlarımı Demir'in yüzünden çekip pencerenin önünden ayrıldım ve masama yöneldim. Demir de sessizce beni izliyordu.

Bir süre sonra Cesur ve adamlarım içeriye girdiler. Sabırsızca Cesur'un yüzüne bakınca Cesur elindeki laptopları, flashları ve Eylül'ün evinde buldukları böcek kamerayı bana uzattı.

Gerginlikle elinden çekip aldım. "Görüntüleri yedekleyebileceği her şeyi aldın mı?"

"Aldım abi."

Elimdekileri masanın üzerine bırakıp hızla ayağa kalkarak Cesur'un karşısına dikildim ve öfkeli bakışlarımı Cesur'un gözlerine diktim. "Adam nerede?"

"Eve girdiğimizde kimse yoktu abi. Boğuşma Eylül Hanım'ın evinde yaşanmış. Mutfakta çok fazla kan vardı. Muhtemelen Eylül Hanım adamı bıçaklayınca öldüğünü sanıp kaçmış, adam da bıçağı çıkarmadan ortadan kaybolmuş."

Ellerimi sinirle saçlarımın arasından geçirdim. "Nasıl kaybolur lan? Bıçaklanan adam nasıl o kadar çabuk gider? Nereye gider? Hiç mi yerde kan izi olmaz? Nasıl bulamazsınız?"

Cesur mahcupça başını öne eğdi. Cesur sessiz kalınca söze Serdar girdi. "Evleri, tüm apartmanı, komşularını, çevreyi, çevredeki evlere kadar her yeri aradık Poyraz Bey ama adam yoktu."

Ellerimi saçlarımın arasından çekmeden saçlarımı daha sertçe çekiştirdim ve odanın içinde volta atmaya başladım. Sakinleşemeyince yeniden Cesur'a dönüp laptopları işaret ettim. "Hangisi?"

"Beyaz olan."

Masama doğru ilerledim ve sandalyeme oturup Cesur'un dediği beyaz laptopu açtım. Tek tek tüm kayıtlara bakmaya başladım. Her görüntüde büyüyen nefretim, Eylül'ün iç çamaşırlı görüntüleriyle aleve dönüştü. Son kaydı açınca ise oturduğum yerden hızlıca ayağa kalktım ve nefesimi tutmuş bir hâlde görüntüleri izlemeye başladım. Son kayıtta Eylül'ün boğuşma anları vardı. Eylül eve girer girmez Tunç'un tokadıyla yere düşüyor, Tunç üzerine gelince de tekmeleyerek ondan kurtuluyordu. Ama kurtulduğu sırada Tunç onu yakalıyor, önce kitaplığa ardından masaya fırlatıyordu. Görüntüler Eylül'ün masa üzerinden düşüşüyle kesilince tuttuğum nefesimi bıraktım.

Eylül'ün yaşadıklarına şahit olmak içimde tuttuğum öfkemin oluk oluk bedenimden akmasına ve vücudumun koyu bir öfke nöbetiyle kıvranmasına sebep oldu. Elime aldığım laptopu sertçe masaya çarpmaya başladım. Laptop parçalara ayrılırken elimde kalan son parçasını da duvara fırlattım. Ardından bana endişe ile bakan adamlarıma döndüm ve şiddetli bir haykırışıyla odayı doldurdum. "O piçi hangi taşın altına girdiğiyse bulup bana getireceksiniz. Her deliğe bakacaksınız. Eğer siz onu bulmadan o it, Eylül'e yaklaşırsa işte o vakit karşıma çıkmadan önce hepiniz kendi işinizi bitirin!"

Demir de dahil tüm adamlarım gözlerimde gördükleri ifadeyi çok iyi bildikleri için hızla başlarını sallarken, ellerimi masanın üzerine koydum ve ant içmiş bir şekilde yeniden haykırdım. "Seni bulduğumda karşımda inleyeceksin Tunç, seni yeryüzünden silmem için inim inim inleyeceksin!"

EYLÜL

Gözlerimi açtığımda vücudumda hissettiğim yoğun ağrı yaşadıklarımın hızla gözlerimin önüne üşüşmesine sebep oldu. Nerede olduğumu anlamak için panikle doğrulmaya çalışırken ağrılarım ve duyduğum tanıdık ses kalkmama izin vermedi.

"Sakin ol Eylül, güvendesin."

Bakışlarımı sese çevirdiğimde ayakucumdaki sandalyede oturan Poyraz'ı gördüm. Saçları hafifçe dağılmış, heybetli gövdesini saran siyah gömleğinin iki düğmesi açılmıştı. Bir ayağını ise dizinin üzerine koymuş, ayağını gergin bir şekilde titreterek beni izliyordu.

Ona bakınca ayağını titretmeyi durdurdu ve ayağa kalkıp yavaşça yanıma doğru adımladı. O yanıma gelirken oturma pozisyonu almak için hareketlendiğimde ağrılarım bıçak gibi bedenime saplanınca, hafifçe yüzümü buruşturup ağzımdan istemsiz bir acı nidanın çıkmasına engel olamadım.

"Dur lütfen, kendini zorlama. Ben sana yardım ederim," diyen Poyraz'a çevirdim yeniden bakışlarımı.

Gözlerinde gördüğüm hüzün, acı ve şefkat suçluluk duygumu daha da perçinleştirdi. Ben hapse mi girecektim? Sevdiğim çocuklardan, özenerek yaptığım mesleğimden uzak mı kalacaktım? Ya ailem? Onların yüzüne nasıl bakacaktım?

Gözlerim hızla dolmaya başladığı sırada Poyraz'ın yardımıyla oturma pozisyonu alıp sırtımı kadife yumuşaklığı hissi veren yatağın başlığına dayadım. Dayanır dayanmaz sırtımda hissettiğim acıyla da dudaklarımdan yeni bir haykırış çıkmaması için alt dudağımı dişledim.

Poyraz da yatağa, yanı başıma oturunca dudağımı dişlemeyi bırakıp yüzüne baktım. Sessizce gözlerimi izliyor, ne hissettiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Gözyaşlarımı fark eder fark etmez kaşlarını hoşnutsuzca çatıp dişlerini sıkmaya başlayınca bakışlarımı kaçırdım ondan ve cansız sesimle mırıldandım. "Neredeyim ben?"

"Evimdesin."

Demek ki beni evine getirmişti. Melis beni görünce... Gerçeğin soğukluğu düşüncelerimi sert bir şekilde zihnimde bölünce panikle yeniden gözlerine baktım. "Ya Melis, beni o haldeyken gördü mü?"

Panikle sorduğum soruyla kaşları şaşkınlıkla havalandı ve yüzüme bakmaya devam etti. Yüzümün her noktasını tek tek taradığı sırada okyanus mavilikleri acı dolu bir ifadeyle gölgelendi. "Bu haldeyken bile Melis'i mi düşünüyorsun?"

Neden böyle bir soru sorduğunu anlayamasam da sorusuna kaşlarımı çatarak cevap verdim. "Elbette onu düşünüyorum, o daha çocuk, onun beni o hâlde görmesi ruhunda birçok yaraların açılmasına sebep olabilir. Ben buna sebep olmak istemiyorum."

Büyük bir dikkatle beni izlemeye devam ediyordu. Belli belirsiz başını salladı. "Merak etme geldiğimizde uyuyordu, hâlâ uyuyor."

Başımı sallayıp bakışlarımı üzerime çevirdim. Üzerimdeki kan temizlenmiş, kıyafetlerim değiştirilmişti. Aklımdan, "Üzerimi o mu değiştirdi?" sorusu geçerken Poyraz hissetmişçesine aklımdaki sorumu cevapladı. "Üzerini Ela değiştirdi."

Soru dolu bakışlarım onun maviliklerine çevrildi. "Ela?"

"Bu evde çalışanlardan biri."

Anlıyorum anlamında başımı sallayıp bakışlarımı tekrardan üzerime çevirdim ve yanmaya başlayan gözlerimi kapattım. İçimi kemiren asıl soru ise midemi bulandırıyor, tüm benliğimde fütursuzca yankılanıyordu. Cesedi bulmuşlar mıydı? Derin bir nefes aldım. Onun gözlerine bakıp da bu soruyu sormaya cesaretim yoktu. Gözlerimi açtım ve gözlerim hâlâ kendi üzerimdeyken sormak için dudaklarımı araladım. Fakat sormayı denesem de başaramıyor, kendimde bu soruyu sorma gücü bulamıyordum. Gözyaşlarım yeniden doldurunca gözlerimi, görüş alanımı bulanıklaştıran gözyaşlarımı geri göndermek için arka arkaya gözlerimi kırpıştırdım ve kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Poyraz Bey, yemin ederim amacım onu öldürmek değildi," dedim ve sustum. Bir insana ölümü katan ellerime bakışlarım kayınca dudaklarım titredi. Yüzümü hafifçe buruşturup canlılığını tamamen yitirmiş sesimle, "Sadece kendimi korumak istemiştim," dedim ve boğazımda düğümlenen hıçkırığı bastırmaya çalışmak için yutkundum.

Ona bakmasam da dikkatle beni izlediğini hissediyordum. Cansız sesimle konuşmaya devam ettim. "Ben ona direndim ama o çok güçlüydü. Zar zor elinden kurtulmayı başardığımda mutfağa gittim. O bana yeniden levye ile saldırınca o panikle elime geçen bıçağı karnına..." dedim ve devamını getiremeden susup tiksintiyle ellerime bakmaya devam ettim. Tüm suç elleriminmişçesine öfkemi onlardan çıkarmak istedim ve tırnaklarımı tüm gücümle bastırarak üzerlerinde gezdirmeye başladım. "Ben polise teslim olmak istiyorum."

Poyraz'ın kesik soluğu kulaklarıma dolduğu sırada Poyraz hızla ellerime uzanıp beni durdurdu. "Kendine zarar vermeyi keser misin Eylül? O ölmedi."

Sözleri kalbimin teklemesine sebep olunca şokla açılmış bakışlarımı ona çevirdim. "Na-nasıl?"

"Ölmedi, yaşıyor."

İtirazla dudaklarımı araladım. "Ama bu nasıl olur? Ben onu bıçakladım, o yere düştü."

Sıkıntılı bir nefes aldığında gözleri öfkeyle kısıldı. "Sen onu yere düşünce öldüğünü sanıp oradan uzaklaşmışsın ama o arkandan ayaklanmış ve kaçmış."

Ayaklanıp kaçmış mıydı? Bu gücü nasıl bulabilmişti ki?

Sorularıma cevap ararken Tunç'u ilk bıçakladığımdaki yüz ifadesi geldi gözlerimin önüne. Gözlerime bakıp ürkütücü bir şekilde alayla kıvrılmıştı dudakları. Şimdi ise arkamdan ayaklandığını hayal edince içimden güçlü bir titreme geçti. Kollarımla bedenimi sarıp düşüncelerimden korunmayı istesem de Poyraz'ın ellerinin hâlâ ellerimin üzerinde olduğunu görünce vazgeçtim. Yine de onu öldürmemiş, bir canı almamış olmama sevinmiştim. Kendimi sonsuza dek affedemez, bunun ağırlığı altında ezilirdim.

Sevinçle gözlerinin içine bakıp, "Yani katil olmadım mı?" diye sordum.

Çattığı kaşlarını bozmadan ellerini ellerimden çekti. "Olmadın," diyerek ayağa kalktı.

Odanın içinde sabırsızca ve öfkeyle dolanmaya başladı. Her adımında kendiyle mücadele verir hale bürünüyordu. Sabırsızlığı ve öfkesi arasında sıkışıp kalmıştı sanki. Bir adım sonrasını merak ediyor ama duyacaklarını kaldıramamaktan korkuyor, bu da onu daha da öfkeyle çırpındırıyor gibiydi. Nihayet kendi savaşını bitirip bana döndü ve yine öfkeden kısılmış mavilikleriyle yüzüme baktı. "Dün gece neler oldu Eylül, neden o adam sana saldırdı?"

Kararsızca ona baktım. Yaşadıklarım bir bir gözümün önüne gelince bakışlarımı ondan çekip dışarıya çevirdim. İçeriye dolmaya başlayan güneş ışığı havanın aydınlanmak üzere olduğunun habercisiydi. Her şeyi ona anlatmalı mıydım? Her ayrıntıyı bilmeli miydi? İçimde bir yerlerde susmayan bir ses anlatmamamı söylüyordu. Nedensizce anlatmaktan korkuyordu.

Kısa bir süreliğine sessiz kaldım. Ardından Poyraz'la ilgili kısımları atlayarak anlatmaya karar verdim. Dışarıya bakmaya devam edip, "Benim ona film sözüm vardı. İlayda'nın yanından çıkınca onun sevdiği pizzalardan alıp film izlemek için evine gittim," dedim ve başımı ona çevirme isteğiyle doldum bir anda. Ona baktığımda ise bakışlarını dikkatle üzerime dikmiş, öfkeden kaskatı olmuş çenesiyle bana baktığını gördüm. Boynunda belirginleşen damarlarında gözlerimi gezdirmeye başladım. Damarları sert bir şekilde atarken soğuk bakışlarıyla bana bakıyor, içimin üşümesine sebep oluyordu. Etkisinden hızlıca çıksam da anlatıp anlatmama konusunda hâlâ kararsızdım. Kendimde anlatma gücünü bulamıyordum. Üzerimdeki kazağın kollarını çekiştirerek avuç içlerimde topladım ve onlardan destek almaya çalışarak anlatmaya devam ettim. "Pizza yerken çok güzel sohbet etmiştik, onun bir anda böyle değişebileceğini hiç düşünememiştim." Hissettiğim hayal kırıklığı gözlerime yansımış olacak ki Poyraz'ın sertçe soluduğunu duydum ve kendimi toparlayıp yeniden konuştum. "Yemekten sonra film izlemek için salona geçtiğimde o kahveleri yapmak için mutfakta kalmıştı. Her zamanki film izlediğimiz," der demez Poyraz'ın patlamaya hazır bir volkan gibi durduğunu fark ettim. Ağzımdan çıkan her söz öfkesini harmanlıyor gibiydi. Duyduklarının daha fazlasına tahammülü yokmuş gibi yüzüme bakıyordu. Gözlerindeki çelikten ifade ve çizgi halini almış dudakları da yanılmadığımı açıkça hissettiriyordu. O ifadesinin karşısında sertçe yutkundum ve tekrardan dudaklarımı araladım. "Her zamanki film izlediğimiz laptopun şarjının bitmiş olduğunu görünce başka bir laptop daha gördüm. Onu açtığımda salonuma kamera yerleştirdiğini anladım. Görüntüleri izler izlemez gitmek istedim ama o, o sırada görüntüleri izlediğimi görmüş ve arkamda beni izlemeye başlamış. İşte o dakikadan sonra karşımda bambaşka bir Tunç vardı."

O anları düşündükçe ürperiyor, korku yeniden bedenimi esir alıyordu. Avuç içlerimdeki kazağı serbest bırakıp titreyen elimi kolumun üzerine götürdüm ve hafifçe sıvazlamaya başladım. "Evinden gitmek istedim ama izin vermedi. Neden bunları yaptığını sorduğumda da beni sevdiğini söyledi."

Söylediklerim üzerine Poyraz, sözlerimi sindirmek istercesine gözlerini kapatınca bakışlarımı yüzünden eline kaydırdım. Yumruk yaptığı ellerini var gücüyle sıkıyordu. Bedeni de tamamen kaskatı kesilmişti. Tunç'la onun hakkındaki konuşmalarımızı ona anlatmamı engelleyen his ise nedensizce beni korkutmaya devam ediyordu. O kısımları atlayarak anlatmaya başlayınca gözlerini açtı lakin soğuk ifadesi hâlâ yerli yerindeydi.

"Kapımın açık olduğu gün, aslında eve kendisinin kamerasına yer bakmak için girdiğini ve korkup ona sığınmam için kapımı açık bıraktığını anlatmaya başladı. Transa geçmiş gibiydi, çok korkunçtu," deyip kolumu sıvazlamayı bıraktım ve kollarımla bedenimi sardım.

Poyraz da şaşkınlıkla bana bakarken başını geriye yatırıp, "Ahh!" dedi acı çeker gibi dişlerinin arasından. Ardından bana bakınca öfkeli maviliklerinin yandığını gördüm. Bakışlarında deli bir öfke vardı. Bakışları ile duruşu, birbirlerinin zıttıydı. Korkmamam için sakin görünmeye çalışıyordu ama her an öfkesiyle odayı yakıp yıkacak gibi bakıyordu. Anlatacaklarımı çabuk bitirebilmek için konuşmaya devam ettim. "Ondan korktuğumu belli etmeden sakin kalmaya çalışarak onu kızdırmamaya çalıştım. Bulduğum ilk fırsatta ondan kurtularak evinden çıktım ve kendi evime girmek istedim ama o da arkamdan geldi ve ben kapıyı kapatamadan içeriye girdi. Ardından aramızda boğuşma başladı. Ona direndim ama o çok güçlüydü, karşı koyamadım. Tüm gücüm bittiğinde kendimi onun inisiyatifine bıraktım. O ise beni öldürmeyi istedi," diyerek elimi boğazıma götürdüm.

Dokunur dokunmaz yüzümü acıyla buruşturdum. Poyraz, tek kelime dahi etmiyordu. Bakışlarının aksine inatla ağzını açmıyordu ve onun bu sessizliği beni fazlasıyla tedirgin ediyordu. İçimi çektim. "Son bir kez elinden kurtulunca mutfağa gittim. O levye ile bana saldırınca ben de onu... Gerisini biliyorsunuz işte," diyerek sustum.

Anlattıklarımın her anını yeniden yaşıyormuşum gibi hissetmiştim. Burnumun direği sızlarken onun karşısında ağlamamak için kendimle savaş vermeye başladım. O da kendiyle savaş veriyor, gerginlikten kasılan omuzları ve çehresi, patlamaya hazır olduğunu bağırıyordu. Yüzündeki ifadesi ise beni korkutmaya başlamıştı. Sanki Tunç'u bulsa, benim yarım bıraktığım işi o tamamlayacakmış gibi yüzüme bakıyordu.

"Hemen polise gitmeliyim ve tüm yaşananları onlara anlatmalıyım."

Nihayet sessizliğini kırıp sert sesinin dudaklarının arasından çıkmasına izin verdi. "Polise gitmeye gerek yok."

"Nasıl yok? O adam hasta, başka birine de zarar vermeden yakalanması lazım."

Sert bir solukla şişirdi göğüs kafesini. "O herifi hangi deliğe girdiyse bulup çıkaracağım ve sonra," deyip sustu ve bakışlarını benden kaçırdı.

Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. "Ve sonra ne Poyraz Bey?"

Yeniden yanıma gelip oturdu. Cevapsız bıraktığı sorularıma bir yenisini daha eklerken gözlerime baktı ve sanki o soruyu hiç duymamış gibi, "Bu süre zarfında burada kalacaksın Eylül, o adam bulunana kadar güvenliğin için benim yanımda olacaksın," dedi.

Kaşlarımı yavaşça çatıp ona baktım. "Burada mı kalacağım? Olmaz Poyraz Bey, burada kalamam."

Duyduklarından memnun olmamışçasına bu defa o kaşlarını çattı. Sesinde ise yüzünün aksine öfkeden çok endişe vardı. "Yeniden o eve gidemezsin Eylül. O herifin nerede olduğunu şu an bilmiyoruz. Bulunana kadar da güvende değilsin. O saplantılı bir psikopat ve sana zarar vermeden senin peşini bırakmayacağına eminim."

Söyledikleriyle korku bir kez daha iliklerime kadar işlenince tedirginlikle soludum. Aslında haklı olduğunun farkındaydım. Yine de bu evde kalamazdım. "Bu süre zarfında İlayda'nın yanında kalabilirim, hem o ailesi ile birlikte yaşıyor."

Ona karşı çıkmamdan hoşlanmadığını kısılan gözlerinden anlayabiliyordum. O da bunu açıkça belli edip sakinliğini korumaya çalışarak tane tane konuşmaya devam etti. "Arkadaşının ailesinin zarar görmesini istemezsin değil mi? O adamın arkadaşının ailesine neler yapabileceğini tahmin ediyorsundur?"

Korkuyla ona baktım ve Tunç'un bana yaptıklarını bir bir gözlerimin önüne getirdim. Beni sevdiği hâlde öldürmek istediyse onunla arama girmek isteyen kişiye kim bilir neler yapardı? Bedenimden tekrardan ürperti geçince aklıma gelen düşünceyle Poyraz'ın gözlerine panikle bakmaya başladım. "Ya size bir şey yaparsa?"

Sözlerimin üzerine gözlerindeki çelikten ifade anında silindi ve gözlerimin içine odaklandı. Uzun uzun gözlerime bakmaya başladı. Onun için gerçekten endişelendiğimi fark edince de uyandığımdan beri ilk kez dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme yayıldı.

"Bana bir şey yapamaz," dedi ve bir anda beklemediğim bir hamleyle yatağın üzerinde duran elimi güçlü elinin arasına aldı. Yüzünü daha da yüzüme yaklaştırıp boşta kalan elini yanağımın üzerine koydu. "Seni artık yanımdan ayıramam Eylül, seni göz göre göre o herifin bulmasına izin veremem. Seni yeniden bu hale getirmesine, canını yakmasına göz yumamam. Sana yeniden dokunmasını kaldıramam. Beni anlıyorsun değil mi?"

Sıcak fısıltısı ve erkeksi kokusu benliğime dolmaya başlarken gerginlikten buz kesilmiş eli de kan akışımı hızlandırmıştı. Saatlerdir korkudan atan kalbim aradığı huzuru bulmuş, heyecan içinde çırpınmaya başlamıştı. Sıcacık nefesi vücudumu titretiyor, tüm beynimi uyuşturuyor gibiydi. Sözleri karşısında yeni doğmuş bir bebek gibi hızlı hızlı nefes almaya çabaladım ve zar zor gözlerine baktım. Samimi bir duygu yoğunluğu ile bakıyordu yüzüme. Birden gözleri dudaklarıma kayınca aldığım nefesi tutmaya başladım.

Çok kısa bir an dudaklarıma baktıktan sonra kendini geriye çekip ayağa kalktı ve ellerini ceplerine yerleştirerek yeniden eski, ciddi haline büründü. "O yüzden burada kalacaksın Eylül."

Başımı iki yana salladım. "Bu doğru olmaz Poyraz Bey."

"Tek bir doğru var Eylül, o da senin benim yanımda güvende olman."

"Peki ya Melis? Melis'e ne diyeceğiz?"

Düşünmeden tereddütsüz bir şekilde sorumu cevapladı. "Ev sahibinin evinden çıkardığını söyleyeceğiz." Ciddi mi diye yüzüne bakınca son derece ciddi olduğunu gördüm. Kendi söylediğini desteklercesine başını salladı. "Ve evet, ev sahibin olarak seni o evden çıkarıyorum."

Sözlerine hafifçe tebessüm ettim. "Tunç'la aramda geçenleri ona anlatamam. Burada yatmamı nasıl açıklayacağım ona?"

Bana doğru sert bir bakış atıp elini cebinden çıkarttı ve işaret parmağını tehditkâr bir biçimde bana doğrultu. "Bir daha o herifin adını ağzına almayacaksın Eylül!" Sıkıntıyla ona bakarken de ekledi. "Ufak bir kaza geçirdiğini söyleyeceğiz."

Sessiz kaldım ve sessizce yüzüne baktım. Bir süre sessizliği paylaştık. Bir süre sonra da aramızda asılı kalan sessizliği çalmaya başlayan telefonu bozdu. Telefonunu kulağına götürüp konuşmaya başlayınca ben de onu izlemeye başladım. Uzun boyuna ve güçlü bedeninin ardında gizlenen yorgun vücuduna baktım.

Omuzlarında taşıdığı yükün ağırlığı... Sürekli öfkeyle bakan mavi gözleri... Dipsiz bir kuyu gibiydi ve ben kendimi o kuyuda kaybolmuş gibi hissediyordum. Kimdi bu adam? Gerçekten de karısını öldüren bir katil miydi? Neden kalbim sürekli bu gerçeği reddediyordu?
Neden ona sığınmak, sadece ona inanmak istiyordu? Korkmam gereken asıl kişi oyken neden onun yanında kendimi güvende hissediyordum? Neden ona bu kadar güveniyordum?

Sıkıntıyla nefesimi verdim. Gergin yüzünü izlemeye devam ettikçe bu saate kadar uyumadığını fark ettim. Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Ne yani, tüm gece başımda mı beklemişti?

Telefon konuşmasını bitirdiğini görünce hızla bakışlarımı üzerinden kaçırdım.
Bana doğru yaklaşmaya başladığını adım seslerinden anladım. Nefes alışverişleri hızlanmıştı.
Gergindi. Az önceki hâlinden bile çok daha fazla elle tutulur gergin bir hali vardı ve gerginliği tüm odaya yayılmıştı. Ona bakmasam da bunu çok net hissediyordum.

"Eylül, bana her şeyi anlattın mı?"

Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim. "Nasıl yani? Evet, anlattım."

Başını şiddetle sağa sola salladı. "Hayır, anlatmadın." Bana inanmadığını görünce başımı öne eğdim, o ise konuşmaya devam etti. "Benim o adamı bulabilmem için aranızda geçen her konuşmayı bilmem lazım Eylül. Şimdi bana anlatmadıklarını da anlatmanı istiyorum."

Hızla başımı kaldırıp şok olmuş bir hâlde ona bakınca yüzündeki kendinden emin ifadesini bozmadı. "Aklından geçenleri okuyabiliyorum Eylül. Bana her şeyi anlatmadığının da farkındayım. Şimdi bana öyle bakmayı bırak ve anlatmadıklarını da anlat." Yine de kararsız kalmıştım. Kararsız olduğumu anlamış olmalı ki sakinliğini korumak için derin bir nefes aldı ve yanıma oturdu. "O herif, iş yerine günler öncesinden istifa dilekçesini vermiş, anlaşılan o ki dün geceyi bekliyormuş."

Duyduklarıma inanamamıştım. "Nasıl olur? O, mesleğine çok âşıktı."

Sıktığı dişlerinin arasından sinirle tısladı. "Demek ki o kadar iyi tanıyamamışsın Eylül."

Sessiz kalıp anlatacaklarımı toparlayama çalıştım. Aslında anlatmaya hem korkuyor hem de utanıyordum. Derin bir nefes aldım ve ne tepki vereceğini merak ettiğim için gözlerine odaklandım. Kalp atışlarım ağzımın içinde atarken, "Şey... Yani o, sizinle aramda bir şey var sanıyordu. Anlarsınız ya, sevgili gibi," deyip bakışlarımı kaçırdım. Utanmıştım, yanaklarım da çoktan kendini ele verip utandığımı ona haykırmıştı. Kaçamak bakışlarla yüzüne bakınca tepkisiz bir hâlde öfkeli maviliklerinin ardından beni izlemeye devam ettiğini gördüm. Yeniden konuştum. "Ben onun evinden gitmek istediğimde ve o beni engellediğinde sizi aramak istedim. En azından bir kez bile çalsa geleceğinizi düşündüm ama o sizi aradığımı gördü ve aramama izin vermedi." Çenesi yeniden kasılmaya başlamış, soluk alışverişleri hızlanmıştı. Öfkesinden etkilenmemeye çalışarak konuşmaya devam ettim. "Neden sizi aradığımı sordu. Sizde olup da onda olmayanın ne olduğunu sormaya başladı. Sizi eve alarak neden ona ihanet ettiğimi sordu. Sürekli sorular soruyordu. Sizi kendiyle kıyaslayıp eksik olan tarafını bulmaya çalışıyordu. Onu sevmeme nedenimi anlamaya çalışıyordu."

Gözlerim boynuna kayınca damarlarının yeniden belirginleştiğini ve sert bir şekilde seğirdiğini gördüm. Kendini sıkıyordu. Çok fazla sıkıyordu hem de. Ağzımdan çıkan her söz öfkesini katlarken odaya sığamadığını hissedebiliyordum. Haline hüzünle omuzlarımı düşürdüm ve Tunç'un boğazımı sıktığında söylediği sözlerini söyledim. "Ve sonra boğazımı sıkarken ona yar olmayacaksam size de yar olmayacağımı söyledi."

Utanarak gözlerimi kaçırmayı istesem de gözlerinde gördüğüm ifadeyle orada çakılıp kaldım. Okyanusun maviliklerini andıran gözleri, derinlerine karışan karanlığa bürünmüştü sanki. Gitgide koyulaşmış, sessizce ölümün soğukluğuna yol almış gibiydi.

Gözlerinin soğuğunda üşüdüğüm sırada yavaşça ayağa kalktı. Gözleri hızla gözlerimden gittiğinde sanki aramıza da duvarlar öre öre, benden tamamen uzaklaşarak gitti.

Neden bana böyle hissettirmişti bilmiyorum ama gözlerimden gittiğinde burnumun direğinin sızladığını hissetmiştim. İçime sebepsiz bir sıkıntının oturmasına sebep olmuştu.

Sert sesi dudaklarından ruhsuzca döküldü. "Zor bir gece geçirdin, biraz dinlensen iyi olur. Bir şeye ihtiyacın olursa kızlar hizmetinde olacak."

Sessiz kalıp başımı sallayınca odadan çıktı. Çıkmasıyla birlikte odada bıraktığı soğukluğuyla daha da üşüdüğümü hissettim. Kollarımı bedenime sardım ve gözlerimden yaşların düşmesine izin verdim. Anlattıklarımla ondan etkilendiğimi anlamış, karşılığı olmadığı için mi aramıza duvar örmüştü? Boş yere heveslenmeyeyim diye mi gitmişti? Neden gitmişti? Düşündüklerim içimi yaktıkça sessizce ağlamaya devam ettim.

••••••••••••

Selamm🌸

Umarım beğenirsiniz🙏🏻

Aşkla kalın, sevgiyle nefes alın💜

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

4M 34.6K 10
Aşk,uçurtmalara benzer paşam... Sen ne kadar seversen sev,ne kadar özgür bırakırsan bırak o kendi karar vermeli ne kadar yükseleceğine... Çocukluğumu...
3.6M 167K 46
Komik, kendi halinde dişli bir kadın karakter! Koca mavi gözü ve 'Deli Feride' lakabıyla gerçekten de sevilesi. Minyon, maskot bir dişi! Feride! Dis...
10.9K 3.6K 15
Hayatı zorluklarla geçen hasta bir kız... Yıllar önce onu görüp aşık olan bir adam... ******** Uzun bir süre psikolojik destek gören Hazal, mesleği o...
BERCESTE Par Hope

Roman d'amour

3.3M 157K 71
"Umarım bir gün yüzün yüzümde uyanmak mümkün olur , yoksa bu dünya yaşanacak gibi değil." BERCESTE 09.07.20 Yetişkin içerik barındırmaktadır.