EYLÜL (Raflarda)

By Hadadelamor90

5.4M 205K 50.2K

Karısının ölmesiyle tüm dengeleri değişen ve kızının öğretmeniyle yeniden aşkı tadan bir baba ile aşkı hiç um... More

EYLÜL ~ DİLHUN
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
EYLÜL ~ MAKUS
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
EYLÜL ~ 3
Final Videosu
🌸Duyuru🌸
LAVİNİA TANITIM
🍀
EYLÜL ÖN SİPARİŞE AÇILDI
EYLÜL İÇİN CANLI YAYIN
EYLÜL 3 Alıntısı

12. Bölüm

71.7K 3.8K 1K
By Hadadelamor90

Medya: AVA MAX - Sweet But Psycho

Arkadaşlar sizden bir ricam olacak. Ben sizler için bölümleri yeniden yüklüyorum lütfen siz de kitabın finalini, final spoisi olacak kişileri yazmayın🌸

Keyifli okumalar 🦋

••••••••••••

EYLÜL

Ertesi gün, sabaha karşı onun derin bakışlarını düşünmeye son verebildiğimde birkaç saat de olsa uyumayı başarmıştım. Uyandığımda ise tahmin ettiğimden de bitkin bir haldeydim. Yüzüme çarpan gerçek kimliği ile nihayet kabullendiğim kalbime sıkışan aşkıyla bedenim savaşıyor, ağırlığı altında eziliyor gibiydi ve bu his, tüm benliğimi darmadağın ediyordu.

Bedenimi zar zor yataktan kaldırabilmeyi başardığımda ayaklarım, cama vuran su sesine sürükledi beni. Kapalı hava, ruhumu daha da kasvete çekerken penceremi açtım ve yağmurun mistik kokusunun içime karışmasına izin verdim. Biraz da olsa huzur vermişti bu koku.

Geç kalmamak için penceremi kapattım ve okula gitmek için hazırlanmaya başladım.

Okula gittiğimde ise öğretmenler odasına girince Beren her zamanki sıcak gülümsemesiyle karşıladı beni. "Günaydın."

Zoraki gülümsemeye çalışınca Beren bende bir tuhaflık olduğunu sezdi ve elimden çantamı alıp yanına oturmama yardım etti. Endişeyle bana baktı. "Sen iyi misin? Çok solgun görünüyorsun?"

"İyiyim merak etme, sadece uykumu alamadım. O yüzden halsizim biraz."

Gözleri şüpheyle kısıldı. "Emin misin?"

Başımı salladım. "Gerçekten uykusuzluktan."

İnanıp inanmadığını bilmiyordum fakat üzerinde durmadı. "İyi olmana sevindim," dedi ve ekledi. "Dün apar topar çıkmışsın okuldan, merak ettim seni."

"Bir öğrencim rahatsızlandı, onu götürdüm."

"Şimdi nasıl, iyi mi?"

"Evet, iyi ama birkaç gün okula gelemeyecek."

Beren başını salladığı sırada öğretmenler odasının kapısı açıldı ve Pınar Hoca elinde çiçeklerle içeriye girdi. Pınar Hoca okulun müzik öğretmeni, otuzlu yaşlarında oldukça alımlı bir kadındı.

"Ooo hocam, hayırdır?" diye sordu Beren muzipçe sırıtarak.

Pınar Hoca'nın gülümsemesi daha da yüzünde genişlerken Beren'e cevap verdi. "Bugün benim doğum günüm, sağ olsun Poyraz Bey de unutmamış ve bu çiçekleri göndermiş."

Şaşkınlıkla Pınar Hoca'ya bakakaldım. "Poyraz Bey mi göndermiş?"

"Evet o," dedi Pınar Hoca ve çiçeği koklayarak derin bir iç geçirdi. "Çok güzel kokuyorlar."

İçime anında saf bir kıskançlık doldu ve kaşlarım hızlıca çatıldı. "Bu Poyraz Bey de ne kadar düşünceli bir adammış böyle? Herkese çiçek gönderiyor."

Beren ise bir süre yüzüme baktıktan sonra muzipçe sırıtmaya başladı. "Sen niye bozuldun ki şimdi?"

Kendimi ele verme konusundaki başarılarıma bir yenisini daha eklenmeyi başarınca yanaklarımın ısındığını hissettim ve umursamaz bir ifadeyle konuşmaya çalıştım. "Yoo, bozulmadım."

Beren'in bakışları bir kez daha şüpheyle kısıldı ve dikkatlice yüzüme bakmaya başladı. Ona bakmasam da bakışlarının ağırlığı altında ezildiğimi hissedince ona baktım ve elini çenesine yerleştirdiğini gördüm. "Sen yoksa Poyraz Bey'den mi hoşlanıyorsun?"

Böyle bir soru beklemediğim için gözlerim kocaman açıldı ve kalbim korkuyla çarptı. Hızla etrafıma baktım. Birilerinin duyabilme ihtimaline karşı gözlerimi panikle etrafımda gezdirdim. Neyse ki kimse bize bakmıyordu.

"Şşş! Sessiz ol Beren, şimdi birileri duyup yanlış anlayacak. Yok öyle bir şey, hoşlanmıyorum Poyraz Bey'den falan."

Dudakları alayla kıvrıldı. "Neden bozuldun o zaman?"

"Ben niye bozulayım? Sevgilisi bozulsun."

"Sevgilisi mi?" diye sordu Beren ve gülmeye başladı. "Poyraz Bey'in sevgilisi olduğunu sanmıyorum."

Beren bunu nereden biliyor olabilirdi ki? Tek kaşımı kaldırıp sorgularcasına yüzüne baktım. "Sen nereden biliyorsun?"

Omuzlarını silkip arkasına rahat bir ifadeyle yaslandı. "Yani bu zamana kadar kolunda hiçbir kadın görmedim, davetlerde falan hep yalnızdı. O yüzden bir sevgilisi olduğunu düşünmüyorum, tabii tek gecelik ilişkileri vardır," deyip bana doğru yan bir bakış attı.

Tek gecelik mi? Bir cümle beni böylesine gererken o ne kadar da rahatça dile getirmişti. Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım ve sinirle karışık nefes aldım. "Tek gecelik ilişkileri mi var?"

Beren şekilden şekle girmeye başlayan yüzüme gülümseyerek baktı. "Yapma ama Eylül, adamın sevişmediğini düşünmüyorsun değil mi?"

Beren'in açık sözlülüğü iyice sıcak basmasına sebep oldu ve sert bir ifadeyle, "Beren," dedim uyarmak istercesine.

Beren ise hâlâ karşımda keyifle sırıtmaya devam ediyordu. Çok kısa bir süre sonra yaslandığı yerden doğruldu ve iyice yanıma sokuldu. "Öyle bir erkeğin boş duracağını düşünüyorsan yanılıyorsun canım. Elbette kendini tatmin edecek birileriyle sevişiyordur. Onu nasıl bir kadının doyurduğunu da merak ediyorum doğrusu. Poyraz Bey ne istediğini bilen, olgun bir erkek sonuçta. Bence kolay kolay her kadını yatağına almıyordur. Yatağına aldığını kadını da eminim zevkin doruklarına çıkarıyordur."

Beren'in son sözleriyle tüm kanımın alev aldığını hissettim. Daha fazlasını duymaya tahammülüm yoktu. Yeniden kaşlarımı çattım ve sert bir şekilde ayağa kalktım. "Beren, sen ne dediğinin farkında mısın? Bu söylediklerin çok," dedim ve derin bir nefes aldım.

Öğretmenler odasında bir anda sessizlik olmuş, tüm öğretmenlerin bakışları bize çevrilmişti. Benimse yaptığımı idrak etmemle birlikte sesim tamamen incelmişti. Yüzümü huysuzlukla buruşturdum. "Çok ayıp Beren." Duygularımı ifade edecek başka bir söz bulamayınca hızla arkamı dönüp öğretmenler odasından seri adımlarla çıktım. Beren'in de beklemediği tepkim karşısında arkamdan şaşkınlıkla baktığına emindim.

Hızlı adımlarla lavaboya girdim ve sakinleşmek için arka arkaya nefes aldım. Poyraz'ı başka bir kadınla düşünmek, alevlerin ortasında kalmak gibiydi. Hem korkutuyor hem de yakıyordu. Düşüncelerime hançer gibi saplanan gerçekle duraksadım. Onu artık içimde Poyraz Bey değil Poyraz olarak benimsemiştim. Birden içimi tuhaf bir rahatlama aldı. Bunca zaman bastırmaya çalıştığım hislerimi kabullendikçe ferahladığımı hissettim. Ondan uzak duracak olsam da en azından kendi içimdeki savaşımı bitirebilmek iyi hissetmeme sebep oldu.

Lavabodan çıktım ve sınıfıma doğru ilerledim. Dakikalar sonra derse başladığımda öğrencilerime belli etmesem de hâlâ gergindim ve Beren'e neden böyle saçma bir tepki verdiğimi anlatacak kelimeleri bulamıyordum. Beren'den kaçabilmek adına tüm teneffüsleri sınıfımda geçirdim lakin okul çıkışı kaçınılmaz sondan kaçamayıp okul bahçesinde Beren'e yakalandım.

Beni görür görmez koşar adımlarıyla yanıma geldi. "Hadi ama Eylül, yapma böyle. Söz bir daha Poyraz Bey hakkında öyle konuşmayacağım," dedi ve sabahki muzipliğini bozmadan göz kırptı. Sanırım hislerimi anlamıştı ve ben anlatmadan sorgulamayacaktı. Yan gözle ona baktım. Uzatmanın anlamsız ve verdiğim tepkinin saçma olduğunun farkındaydım. Ve bu durumu sorgulamayacak olması, sabahtan beri ona açıklama yapmak için boğuştuğum düşüncelerimin üzerine güneş gibi doğunca gülümsemeye başladım.

Ben gülümseyince Beren de gülümsedi. "O zaman cuma gecesi İlayda'yı da alıp hep birlikte Griffon'a gidelim mi?"

Griffon'a gitmek mi? Az önce düşüncelerime doğan güneş, bende yeniden batarken Beren'in teklifine bir an ne diyeceğimi bilemedim. Poyraz'ın dün geceki sözlerinden sonra onu görmemem ikimiz için de en iyisiydi. Sessizliğim uzayınca Beren yeniden konuştu. "Lütfen Eylül, biraz kafa dağıtırız."

Griffon olmaması için itiraz etmek istedim. "Başka bir yere gidelim o zaman."

Anında tek kaşı kavislendi. "Neden? Orayı çok sevdiğini söylüyordun hep."

Umursamaz görünmeye çalıştım. "Hâlâ seviyorum, sadece değişiklik olsun diye demiştim."

"Bence Griffon'a gidelim, hem orası çok güzel hem de daha rahat ediyoruz." Ben sessiz kalınca Beren melül melül gözlerime bakmaya başladı. "Lütfen Eylül, inan ki oraya gitmeye çok ihtiyacım var."

Bu defa şüpheyle bakma sırası bendeydi. Oraya gitmek istemesinin nedeninin âşık olduğu adamdan dolayı olduğunu anlayınca gözlerimi kıstım. "O adamdan dolayı kafa dağıtmak istiyorsun değil mi?"

Beren'in cıvıl cıvıl hallerinin altında yatan acı, gözlerine yansıdı ve derin bir iç çekip sessiz kalmayı tercih etti.

Onun sessizliği beni daha da meraklandırdı. "O adam Griffon'a mı geliyor peki?"

Beren'in eli kolumla buluştu ve hafifçe sıkıp gözlerimin içine baka baka burukça tebessüm etti. "Sen de sorgulama Eylül."

Artık emindim. Beren, Poyraz'a olan tüm hislerimin farkındaydı. Başımı salladım. "Umarım bir gün aşkına karşılık alırsın ve o gün, beni de onunla tanıştırırsın."

Beren, sanki o adamı tanıyormuşum gibi yüzüme bakıp başını umutsuzca salladı, ardından yeniden burukça tebessüm etti. "Karşılık alabileceğimi sanmıyorum ama her neyse, gidiyor muyuz?"

Daha fazla üstelemek istemedim ve aynı şekilde gülümseyip onu onayladım. "Tamam, gidelim."

Beren sevinçle ellerini çırptı ve yanımdan uzaklaşmaya başladı. Gidişini izledim. Onun için üzülmüştüm. Bilmediğim, içinde kopan fırtınaları vardı ve bugün ilk kez bunu gözlerinde görmüştüm.

Beren'i izlemeyi bırakıp arabama ilerledim. Sıkıntıyla arabama bindiğimde aslında Beren'den farksız olmadığımı anladım. Ben de hiç gerçekleşmeyecek bir aşkın içine düşmüştüm ve bu tıpkı Beren'in içinde kopardığı fırtınalar gibi benim içimde de kopartıyordu.

Arabama bindikten sonra ise İlayda'nın pastanesine doğru yol aldım. Günlerdir görüşmüyorduk ve onu varlığına fazlasıyla ihtiyacım vardı.

Pastaneye girer girmez buranın içime huzur doldurduğunu bir kez daha anımsadım. Hızlıca tezgâha geçip sevdiğim pastalardan tabağıma doldurdum ve boş bulduğum masaya oturdum.

İlayda da şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Bir süre sonra müşterilerden fırsat bulup yanıma geldi ve tam karşıma oturdu. "Eylül, ne yapıyorsun?"

Ona bakmadan yanıtladım sorusunu. "Pasta yiyorum."

"Onu görüyorum, biraz nefes alır mısın? Boğulacaksın."

Ona baktım ve başımı sağa sola salladım. "Bir şey olmaz."

İlayda kaşlarını çattı. Biliyordu ki ben böyle pastaya gömüldüm mü mutlaka canım çok sıkkın olurdu. Kollarını göğsünde bağladı. "Senin canın neye bu kadar sıkıldı?"

Sorusunu es geçip pastaya döndüm ve yemeye devam ettim. Tabağım bitince ayağa kalktım ve yeniden doldurup geri geldim. İlayda ise şaşkın bir hâlde beni izlemeye devam ediyordu. Masaya tabağı koyar koymaz hızlıca tabağı önümden çekti.

"Ya ne yapıyorsun? Ver pastamı İlayda."

Kaşlarının çatılışı derinleşti. "Şeker komasına gireceksin."

Elinden tabağı almaya çalıştım. "Bir şey olmaz, ver."

"Eylül!" dedi ve tabağı daha da geriye çekti.

Çaresizce gözlerinin içine baktım. "İlayda, çok ihtiyacım var, ver lütfen."

"Neler olduğunu anlatmadan asla vermem."

Bıkkınlıkla nefes aldım. Daha fazla ondan saklayamazdım. Ayrıca biraz daha içimi dökmezsem bilinmezliğin sığ sularında boğulacaktım. "Tamam anlatacağım ama burada olmaz, bana gidelim orada anlatırım."

İlayda başını sallayıp tabağımı nihayet geri verdi.

Ben tabağa bir kez daha gömülünce İlayda çatık kaşlarıyla yüzümü incelemeye devam etti. Bir süre sonra da, "Poyraz Bey değil mi?" diye sordu.

Onun adını duyunca kalbim tekledi ve başımı tabağımdan kaldırıp İlayda'ya baktım. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı ve sinirle soluyordu. "Onun yüzünden bu haldesin değil mi? Aklını karıştırıyor."

Yine sorusuna cevap vermeyip pastama geri döndüm. Biliyordum ki İlayda sessizliğimle çoktan cevabını almıştı.

Pastaneyi kapattıktan sonra ise birlikte eve geçtik. Zaman kazanmak için oyalana oyalana üzerimi değiştirmeye başladım. Nereden başlayacağımı ve ona ne diyeceğimi bilmiyordum. Ondan bir şey saklamak istemesem de vereceği tepkiden korkuyordum. Nasıl korkmazdım ki? Arkadaşının bir katile âşık olduğunu açıklayacaktım ona. Ayrıca adı dahi aklıma düşünce titrediğim adamdan uzak durmam gerektiğini anlatacaktım. İçimi yeni bir hüzün kapladı. Üzerimi değiştirip tam karşısına oturdum ve gözlerine baktım. Daha fazla bu gerçekten kaçamazdım.

"İlayda benim sana söylemem gereken bazı şeyler var," dediğimde aldığım nefesler hızlanmış, kalbim vereceği tepkiden dolayı korkuyla çırpınmaya başlamıştı.

"Eylül beni korkutuyorsun, bir an önce anlatır mısın lütfen? Neler oluyor? Bu halin de nedir böyle?"

Sıkıntıyla nefes aldım. "Tunç'la geçen gece yemeğe gittiğimizde biz orada Poyraz Bey'le karşılaştık ve..."

"Ve?"

"Ve Tunç bana onu tanıdığını söyledi."

İlayda sıkıntıyla söylediğim sözlerim üzerine sorgularcasına kaşını kaldırdı. "Nereden tanıyormuş?"

Bu soruyu nasıl cevaplayabilirdim ki? Hızlıca bakışlarımı kaçırdım ve parmaklarımla oynamaya başladım. Sessizlik uzayınca İlayda yeniden araya girdi. "Eylül."

Yeniden İlayda'nın gözlerine baktım ve önümde dağ gibi duran sıkıntımı, hissettiğim acıya rağmen Tunç'un anlattığı her şeyi ona da anlatmaya başladım. Ben anlattıkça İlayda'nın şok olduğunu ve aynı zamanda ürperdiğini görebiliyordum. Gerilen yüz hatlarıyla da korktuğumun başıma geldiğinin farkındaydım.

Tahminlerimde de yanılmam gecikmedi ve İlayda yayından çıkan bir ok gibi ayağa fırladı, ardından odanın içinde ileri geri dolaşmaya, aynı zamanda söylenmeye başladı. Bağırmıyordu ama bağırsa en az bu kadar belli edebilirdi kızgınlığını, nefretini. "Ben o adamın böyle bir adam olduğunu biliyordum, bugüne dek tahminlerimde hiç yanılmamıştım ve yine yanılmadım," dedi öfkeyle ve soluksuzca devam etti. "Sana tavırları, tehditleri en başından beri gangster olduğundanmış demek ki. Aşağılık herif, karısını da öldürmüş ha? Bir insan, evladının annesine bunu nasıl yapabilir? Hangi vicdan bunu kaldırabilir? Yazıklar olsun. Bir an önce şu okul bitsin de kurtul ondan."

Yavaşça başımı öne eğdim. İlayda'nın her sözü bir hançer gibi kalbime saplanıyor, canımı acıtıyordu.

İlayda'nın sesi kesilince bana baktığını anladım ama başımı kaldıramadım.

"Eylül, sen neden üzgünsün? Neden adama saydırmıyorsun?"

Sorduğu soruyla başımı kaldırıp dolmuş gözlerimle İlayda'nın gözlerine baktım. Sesim de çoktan canlılığını yitirmişti. "Ben sadece onun öyle bir adam olduğuna inanmak istemiyorum, o kadar."

Kalbimden geçenler hazin bir sesle dudaklarımdan dökülünce İlayda'nın gözlerindeki öfkesi uçtu ve belli belirsiz mırıldandı. "Eylül."

Ağır adımlarla karşıma geldi ve önümde duran sehpanın üzerine oturdu. Başımı yeniden önüme eğdim, yüzüne bakamıyordum. Kendimi hissettiğim duygularımdan dolayı suçlu hissediyordum. Halbuki ben ona tüm bunları öğrenmeden önce âşık olmuştum. Âşık olduğumun farkına bile varmadan rüzgârında yaprak misali savrulmuştum ve şimdi de aşkından bir anda arınamıyordum.

İlayda ise nefesini tutmuş bir hâlde bana bakıyordu. Bir süre sonra genzini temizleyip sakin bir tonda konuşmaya başladı. "Eylül, sen bu adama âşık mı oldun?"

Sorduğu soruyla gözlerim tamamen dolunca bakışlarımı bileğime kaydırdım. Başımla birlikte bileğimi de kaldırıp İlayda'ya baktım ve bileğimi gösterdim. "Şurayı görüyor musun? Onunla ilk tanıştığımız gün o burayı tutmuştu. Parmaklarıyla dokunduğu bu yerin etkisinden günlerce çıkamadım ben. Sonraki her karşılaşmamızda, bana dokunduğunda yine aynı his doldurdu benliğimi. Günlerce bu berbat histen çıkamadığım gibi gün geçtikçe dokunduğu yerler yanmaya başladı. Onu her gördüğümde, her sesini duyduğumda alev alev yandı. Ben bu hissi anlamlandırmaya çalışırken daha da içine battım ve orada boğulmaya başladım," deyip acıyla yutkundum. Boğazım yanınca yüzümü buruşturup konuşmaya devam ettim. "Tunç'un anlattıklarını duyunca ise kalbim yerinden söküldü sanki. Bütün hayatımın ipleri kopmuş gibi hissettim." Duraksadım ve başımı tüm bunlara inanmıyormuşçasına sağa sola salladım. " Ondan nefret etmem gerektiğini biliyorum ama yapamıyorum İlayda. Tüm kalbim bunu reddederken onun öyle biri olduğuna inanmak istemiyorum."

Gözyaşlarım usulca yanağımdan süzülünce İlayda yanıma oturdu ve başımı omzuna yaslayıp bir süre omzunda ağlamama izin verdi. "Ah güzel gözlüm, sen çok fena âşık olmuşsun," diyerek parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırmaya başladı.

Omzunda bir süre ağladıktan sonra başımı kaldırıp gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ve İlayda'nın gözlerine kararlı bir ifadeyle baktım. "Ondan uzak durmam gerektiğinin farkındayım, benim için zor da olsa ondan uzak duracağım. Zaten bunu o da istedi."

İlayda bir kez daha şaşkınlıkla bakmaya başladı. "Ne yani? Sen hissettiklerini ona söyledin mi?

"Hayır, söylemedim ama dün okulda Melis baygınlık geçirince ben onun evine gittim."

İlayda'nın kaşları havalandı. "Evine mi gittin?" Burnumu çekip başımı sallamakla yetinince, "Peki Melis nasıl, iyi mi?" diye yeniden sordu.

"Evet, Melis iyi ama o evine gitmeme çok kızdı ve beni evinde istemediğini söyledi."

İlayda inanamayan gözlerle yüzüme baktı. "Yok artık... Neden?"

Bilmiyorum anlamında dudaklarımı kıvırdım. "Anlamadım. O yine çok öfkeliydi ve evine gittiğim için bana bağırmaya başladı. Sonra da istemediğini söyledi."

İlayda anında kaşlarını çattı. "Nasıl bir adam bu böyle? Sonuçta sen oraya Melis için gitmişsin, onun kızını merak ettiğin için gitmişsin."

Hüzünle içimi çektim. "Anlamadığım bir şekilde beni evinde istemedi."

İlayda belli belirsiz başını sağa sola salladı, ardından aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Sessizliğe rağmen İlayda'nın dikkatli bakışları hâlâ üzerimde geziniyordu. Sanki kendi dünyasında bir takım hesaplaşmalara girmişti. Bir süre daha yüzümü izledikten sonra sessizliği bozdu. "Sen uzak durman gerektiğini, seni evinde istemediğini söylediği için mi anladın?"

İlayda'nın daha fazlasını duymak istediğini anladım. Anlattıklarımdan ötesinin olduğunun farkındaydı. Zaten saklamam da anlamsızdı. Derin bir nefes aldım. "Hayır, kendi söyledi."

İlayda'nın gözleri kuşkuyla kısıldı. "Nasıl?"

"İlayda," dedim ve dudaklarımın gerilmesine engel olamayıp birden mırıldandım. "O dün gece bana geldi. Gece yarısı uyandığımda beni izliyordu."

İlayda başını geriye çekip ciddi miyim diye yüzüme bakmaya başladı. "Şaka yapıyorsun? Ne yani evine mi girmiş?"

"Evet, girmiş."

"Nasıl girmiş?"

Beceriksizce omzumu silktim. "Bilmiyorum, uyuyordum, uyandığımda karşımda oturuyordu."

İlayda'nın şaşkınlıkla bakan yüz ifadesi anında korkuyla yer değiştirdi ve avuç içini dudaklarına örttü. "Sana bir şey mi yaptı?"

Sakinleştirmek için alelacele konuştum. "Hayır, dokunmadı bile."

"Tehdit mi etti, ne yaptı, neden gelmiş?"

İlayda'nın sabırsızlandığını görebiliyordum. Omuzlarına uzandım ve yüzüme bakmasını sağladım. "Sakin ol İlayda, bir şey yapmadı." dedim ve gözlerimi kapatıp dün gece bana söylediklerini düşünmeye başladım. Yeniden gözlerimi açtığımda gözyaşlarım bir kez daha yanaklarımı ıslatırken bana söylediklerini bir bir İlayda'ya anlattım.

İlayda'nın ise duyduklarına inanamamış gibi bir hali vardı. Sessizce yanımdan kalktı ve odanın içinde aynı sessizlikte ileri geri dolanmaya başladı, ardından aniden durup bedenini bana çevirdi. "Bir dakika! Ne yani, Poyraz Bey de sana mı âşık olmuş?"

İlayda'nın sözleriyle kalbim buruk bir heyecanla çarptı ama böyle bir şey olması imkânsızdı. Böylesine kötü kalpli bir adam ne sevebilirdi ne de âşık olabilirdi. Kendi kızını bile sevmeyen, kızını annesiz bırakan bir cani, sevmenin yanından dahi geçemezdi. "Yok, sanmıyorum, yani öyle bir şey olsa neden beni evinde istemediğini neden söylesin? Aksine kalmam için uğraşırdı."

"İstemediğini söylediği günün akşamı neden gelsin o zaman sana? Belli ki pişmanlığından gelmiş."

Hiçbir şey bilmiyordum, nasıl bir bataklığa düştüğümü, ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Parmaklarımı sıkıntıyla saçlarımın arasından geçirdim. "Off! İlayda bilmiyorum, allak bullak oldum resmen. Kafam çok karışık ve ne yapacağımı bilmiyorum. Tek bildiğim ondan uzak durmam gerektiği ama onu bile nasıl yapacağımı bilmiyorum."

Çaresizlikten kıvranan sesim cansız çıkınca İlayda yanıma geldi ve sıkıca sarıldı. "Güzel gözlüm, bak bu adam iyi bir adam değil, bu adam sana faydadan çok zarar verir, sadece gözyaşı getirir. Zaten kendi de demiş, benim dünyam karanlık, girme, diye. Girme Eylül'üm o karanlığa, uzak dur o adamdan. Belki şimdi bana kızıyorsun ama ben senin dostunum ve senin göremediğini ben görmek, ben söylemek zorundayım. Şunu da bil ki kararın her ne olursa olsun sorgulamadan, yargılamadan yanındayım."

İlayda'nın sözleri canımı yaksa da doğru olduğunu biliyordum. "Biliyorum," deyip aynı şekilde sarıldım.

3 GÜN SONRA

Günlerdir uykusuz geçen gecelerin ardından haftanın son günü de yoğun bir şekilde geçmişti. Tek tesellim öğrencilerimdi. Onların masum yüzlerine baktıkça yaşanan tüm olumsuzlukları unutuyor gibiydim. Bugün son gün olmasına rağmen Poyraz'ın okula gelmeyecek olmasının sebebi de Melis'in hafta boyunca okula gelmemiş olmasaydı. Belki de bundan sonra bir daha hiç gelmeyecekti ve gelmemesi benim için en iyisiydi. Hüzünle dudaklarımı büktüm. Yine de derinlerde bir yerde beliren özlem hissine karşı koyamıyordum.

Akşamüzeri ise Beren'le birlikte önce İlayda'nın pastanesine gittik, ardından İlayda'yı da alıp hep birlikte Griffon'a geçtik ve boş bir masa bulunca hemen oraya yerleştik. Bakışlarımı hızlıca etrafımda gezdirdim. Son derece tedirgin ve heyecanlıydım. Bir yanım onu görmeyi isterken diğer yanım onu görmemeyi diliyordu. Araftaydım sanki, kalbim ile aklım arasındaki düelloda sıkışıp kalmıştım. Kalbimi yenebilmek ve ondan nefret edebilmek için de sürekli aynı sözleri tekrarlayıp duruyordum. O kötü biri... O karısını öldürdü... Her söyleyişimde midem düğüm düğüm olsa da canımı acıtsa da sürekli tekrarlayıp kendime işkence etmeye devam ediyordum.

İçimdeki eziyete son vermek için kendimi geceye dahil etmeye çalıştım. Neyse ki bir süre sonra imdadıma Cenk ile Buğra yetişti. Onlarla birlikte birkaç kız ve erkek arkadaşları da gelince kalabalık bir grup oluşturmuş, onlarla birlikte keyifli vakit geçirmeye başlamıştım. Hatta İlayda'nın ısrarıyla bir ara hem Cenk'le hem de Buğra'yla dans etmiş, tüm yaşananları unutmuş gibi hissetmiştim.

Gecenin sonunda da kızlardan yorgun bir şekilde ayrılıp evime geldim. Öyle yorgundum ki bu gece başımı yastığa koyar koymaz hiçbir şey düşünmeden rahatça uyuyacaktım ama yine erken konuşmuştum. Tam evime gireceğim sırada kapımın açık olduğunu fark ettim. Korku tüm bedenimi esir alınca panikle Tunç'un kapısını çalmaya başladım.

"Tunç, umarım evdesindir," diye mırıldandım. Oldukça tedirgindim.

Arka arkaya kapısını çalmaya devam ederken Tunç nihayet kapıyı açtı. Saçı dağılmış uyku mahmuru gözlerle bana bakmaya başladı. "Eylül, bir sorun mu var?" diye sorunca, "Tunç, kapım açık," dedim korkuyla ve kapımı işaret ettim.

"Yani?"

Tunç'un hiçbir duygu barındırmayan sesini duyunca yeniden yüzüne baktım. "Tunç görmüyor musun kapım açık ve ben dışarıdan geliyorum, evime biri girmiş."

Tunç kaşlarını çatıp aniden içeriye geri girdi ve aynı hızla elinde bir silahla geri döndü.
Silahı görünce irkildim ve korku dolu gözlerle ona baktım.

İrkilmemi umursamadan, "Sen burada kal," dedi ve açık kapıma yöneldi.

Korku ve gerginlikle onu beklemeye başladım. İçeride birinin olma ihtimaliyle nefesimi tuttum ve Tunç'a bir şey olmaması için bildiğim tüm duaları sıraladım. Dakikalar senelere dönüşürken birkaç dakika sonra kapıda Tunç belirdi. "Kimse yok."

Ufak bir rahatlama yaşasam da tedirginlikle ona bakmaya devam ettim. "Gitmiş mi?"

Boş gözlerle yüzüme baktı. "Kimse girmemiş ki?"

"Nasıl yani?" dedim şaşkınlıkla ve ben de içeriye girdim, ardından tüm odalara tek tek bakmaya başladım, her yer bıraktığım gibiydi.

Tunç ise kapıma bakıyordu. "Kapında da zorlama yok, sen kapıyı açık bırakmadığına emin misin?"

"Elbette eminim," dedim ama o sırada içeriye Poyraz'ın girme ihtimali aklıma gelince duraksadım ve içime kaçan sesimle konuştum. "Belki de ben bırakmışımdır."

"Yine de parmak izi araması yapması için yarın arkadaşları göndereceğim."

Tunç'un sözlerine telaşlanınca ellerimi itiraz edercesine salladım. "Hayır hayır, hiç gereği yok, kimse girmemiş belli ki ben açık unutmuşum."

Tunç garip bir şekilde bana bakınca gözlerimi kaçırdım ve etrafıma bakmaya devam ettim. Bakışlarımın değdiği noktalarda Duman'ı göremeyince korkuyla haykırdım. "Duman! Neredesin?" diyerek evin içinde onu aramaya başladım.

Açık kapıdan gitme ihtimali beni fazlasıyla korkutmuştu. Neyse ki birkaç kez seslenmemden sonra mayıştığı yerden çıktı ve ağır ağır yanıma geldi. Gülümseyerek kucağıma alıp sarmaya çalıştım. "Tembel kızım benim, gitmenden çok korktum. Çok şükür gitmemişsin," dedim ve başının üzerinden arka arkaya öptüm.

"Madem kimse yok o zaman ben gidiyorum." Tunç'un sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümseyerek bizi izlediğini gördüm. Mahcup gözlerle yüzüne baktım. "Kusura bakma Tunç seni de telaşlandırıp uykundan uyandırdım."

Anlayışlı bir tebessüm oluştu dudaklarında. "Sorun değil ama yine de bir ses duyar ya da korkarsan araman yeterli."

"Teşekkür ederim Tunç iyi ki varsın, iyi ki polissin." Bunu, her ne kadar arkadaşça bir niyetle söylesem de sanırım yanlış anlaşılmıştım. Tunç yanıma yaklaştı ve yoğun bir şekilde gözlerimin içine bakmaya başladı. "Benim için önemli olduğunu biliyorsun Eylül, senin için her şeyi her an yapmaya hazırım."

"Biliyorum," deyip gözlerimi kaçırdım ve aramızdaki mesafeyi yeniden açtım.

Tunç da tebessüm edip evimden çıktı. Ardından sıkıntıyla baktım. Eskisi gibi değildi. Ben onu kırmaktan korkarken o, ilgisini belli etmekten çekinmemeye başlamıştı. Bu durum gitgide can sıkıcı bir hâl almaya başlamıştı ve buna bir an önce son vermeliydim. Ayrıca Poyraz'ın sorumsuzca davranışı da sinirlerimi bozmuştu. Kızgın bir soluk verdim. "Madem evime giriyorsun kapımı neden açık bırakıyorsun? Ya Duman kaçsaydı?"

Söylene söylene yatak odama girdim ve üzerimi değiştirip doğruca yatağıma geçtim. Fazlasıyla yorgundum. Bir an önce uyumak istiyordum. Göz kapaklarım da bu isteğime kayıtsız kalamayıp usulca kapandı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde susadığım için uyanınca abajurun ışığını açıp yanımda su olup olmadığına baktım. Olmadığını görünce yanaklarımı şişirip tembelce yataktan çıktım ve mutfağa su içmeye gittim. Suyu içtikten sonra çok kısa mutfakta oyalanıp yeniden yatak odama döndüğümde Poyraz'ı aynı sandalye üzerinde otururken bulunca ufak bir çığlık attım.

Onun odayı dolduran varlığını idrak edince korku yerini soluksuz kalp atışlarına bıraktı. Benim aksime o ise istifini bozmadan kaşları çatık bir hâlde bana bakmaya devam ediyordu ve sinirli görünüyordu. Öfkeyle kaşlarımı çattım. "Sizin benim kalbime gareziniz mi var?" diye sorup elimi kalbimin üzerine götürdüm.

Göğüs kafesine sert bir soluk ev sahipliği yaptı. "Neden o adamlarla dans ettin?"

Uyku sersemi olduğum için ne demek istediğini anlamayınca soru dolu gözlerle ona baktım. "Hangi adamlarla?"

Öfkeyle ayağa kalktı ve tam karşımda durdu. O sıra gözlerim ellerine kaydı. Yumruk yaptığı ellerini var gücüyle sıkıyordu. Yeniden gözlerine baktığımda dişlerini sıktı. Neden gözlerime bakınca dişlerini sıktığını hâlâ anlayamamıştım. Garip bir şekilde her defasında dişlerini sıkıyordu.

Sıktığı dişlerinin arasından tabiri caizse âdeta tısladı. "Griffon'a neden gittin?"

İşte şimdi ne demek istediğini ve kimleri kastettiğini anlamıştım. Demek ki o da oradaydı ve ben onu göremesem de o beni görmüştü.

Hissiz görünmeye çalışarak omuzlarımı silktim. "Eğlenmeye gittim."

Kesik bir soluk aldı ve bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafe kısaldıkça kalp atışlarım daha da hızlanıyor, yeni bir yangın basıyordu. Sert sesiyle biçimli dudaklarını araladı. "Ben sana benden uzak dur demedim mi? Neden sürekli karşıma çıkıyorsun?"

Bıkkın bir soluk aldım. Kesinlikle saçmalıyordu. Ya bunun farkında değildi ya da umursamıyordu.

Bıkkınlığım sesime de yansıdı. "Oldu, siz bana nereye gideceğimi ya da gidemeyeceğimi tek tek söyleyin, ben de ona göre hareket edeyim, ne dersiniz?"

Sözlerim üzerine önce kaşları havalandı, ardından öfkeyle yeniden kaşlarını çatıp tamamen yanıma geldi. Yine nefeslerimiz birbirine karışmıştı ve o bana bu kadar yakınken ben sağlıklı düşünemiyordum.

"Sürekli karşıma çıkma," dedi sert sesiyle. Gözlerime ise bakmaya devam ediyordu. Fakat bu kez öfkeden çok daha farklı bir şekilde bakıyordu. Anlamlandıramadığım bir ifadeydi bu. "Ayrıca bir daha o adamlarla dans etmeni istemiyorum, yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim."

Şaşkınca ona bakakaldım. Özel hayatıma karışmaması konusunda onu uyarmama rağmen bir de karşıma geçmiş beni tehdit ediyordu. Dudaklarımda baskın bir isyan belirdi ve bir kez daha öfkeme yenik düşerken sonunu düşünmeden konuşmaya başladım. "Poyraz Bey sizi bu konuda uyarmıştım, siz benim özel hayatıma karışamazsınız. İstediğim kişiyle görüşür istediğim kişiyle dans ederim," dedim ve aklıma gelen düşünceyle kaşlarımı daha da çattım. "Hem ben size karışıyor muyum? Beren'e ayrı çiçek gönderiyorsunuz, Pınar Hoca'ya ayrı çiçek gönderiyorsunuz. Ne diye gönderiyorsunuz? Size ne Pınar Hoca'nın doğum gününden. Daha kaç tane öğretmene gün içinde böyle çiçek gönderiyorsunuz kim bilir? Ben size bunu hesabını soruyor muyum?"

Sözlerim biter bitmez dediklerimi idrak edince gözlerim kocaman açıldı ve anında kızarmaya başladım. Ben neler demiştim öyle?

Mahcup gözlerle ona bakmaya başlayınca yüzündeki tüm öfkesinin uçup gittiğini gördüm. Yüzündeki tüm gergin kaslar bir bir gevşedi ve hafif tebessümüyle bana bakmaya başladı.

Resmen kendimi yine rezil etmiştim.

Maviliklerini kızarmaya başlayan yanaklarımın üzerinde telaşsızca gezdirdi. Baktıkça dudaklarındaki tebessüm keyifle genişliyordu. Söylediklerim ve kızaran yanaklarım fazlasıyla hoşuna gitmiş görünüyordu. Çok kısa bir müddet daha baktı, ardından maviliklerini gözlerime tırmandırdı ve gözlerimin en derinine bakmaya başladı. "Ben kimseye özellikle çiçek göndermiyorum ya da kimsenin doğum günü zamanını bilmiyorum. Asistanım o işi takip ediyor ve benim adıma çiçekleri o gönderiyor. Yani ne Beren Hanım'a ne de Pınar Hanım'a ben çiçek göndermedim. Onlara çiçek gittiğinden haberim bile yoktu."

Ses tonundaki anlayış ve keyifli ifadesi yerin dibine girmeme sebep olsa da kimseye çiçek göndermiyor oluşu ve bana açıklama yapmış olması hoşuma gitmişti. Kendimi daha fazla rezil etmemek için gözlerimi ondan kaçırdım ve geriye doğru bir adım attım. Sanki o söylediklerimi hiç söylememişim gibi bir tavır takınıp lafı değiştirme ihtiyacı içinde açık kapımın sebebini sordum. "Neden bu gece kapımı açık bıraktınız? Ya Duman evden kaçsaydı?"

Onun girdiğinden o kadar emindim ki gelişigüzel sorduğum sorularla yüzündeki keyifli ifadesi hızlıca silinirken gözlerine önce şaşkınlık ardından korku yerleşti. Hemen akabinde ise koyu bir öfke belirdi. "Neden bahsediyorsun sen?"

Ne yani, o girmemiş miydi? Tedirginlikle ona baktım. "Bu gece Griffon'dan gelince kapım aralıktı ve ben sizin girdiğinizi düşündüm. Siz girmediniz mi yani?"

Yüzünü buruşturdu. "Böyle olacağını biliyordum," diyerek yatak odamdan çıkıp evin içinde dolaşmaya ve her odaya tek tek bakmaya başladı. Ne yapmaya çalıştığını anlamasam da onun peşinden gittim.

Soluk soluğa sordu. "Herhangi bir eşyana dokunulmuş mu?"

"Hayır."

Daha da kaşlarını çattı ve kapı arkası, dolap arkası, masa altı her yanı tek tek araştırmaya devam etti.

Ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlamıyordum. "Ne aradığınızı söyler misiniz lütfen? Tunç gelip baktı zaten, yok bir şey."

Olduğu yerde bir anda durdu. Bana arkası dönüktü ve sırt kaslarının gerildiğini gömleğinin üzerinden rahatça görebiliyordum. Sert bir şekilde dönüp işaret parmağını üzerime doğrulttu. Çenesi öfkeden iyice kasılmış gözlerinin mavisi alev almıştı. "O herifin burada ne işi var?"

O kadar ürkütücü bir şekilde bunu söylemişti ki açıkçası beni korkutmuştu. "Çünkü o bir polis, önce eve hırsız girdiğini düşündüm ve ondan eve bakmasını istedim, kimse olmayınca sizin girdiğinizi düşündüm."

Dişlerinin arasından konuştu. "Ben daha yeni geliyorum. Tüm gece Griffon'daydım ve o herif, bir daha bu eve adım atmayacak."

Onun girdiğini düşündüğüm için süregelen rahat tavırlarım onun girmediğini idrak etmemle birlikte yepyeni bir telaşla yer değiştirdi. İlk önce eve onun girdiğini düşünerek rahatlamıştım ama şimdi onun girmediğini öğrenince bir kez daha korkmaya başladım. Ayrıca ne demek Tunç bir daha bu eve girmeyecek? Tam hesabını soracakken beklemediğim bir anda kolumdan tuttu. "Hemen gidiyoruz."

"Nereye?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Burada daha fazla kalamazsın, benim evime gidiyoruz."

Kesinlikle benimle kafa buluyordu. Ağzım açık bir hâlde ona bakakaldım, ardından hızlıca kolumu elinden kurtardım ve kaşlarımı çattım. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Siz beni o evde istemediğinizi söylemediniz mi? Şimdi hangi yüzle oraya gidiyoruz diyebilirsiniz?"

Kulaklarımı tereddütsüz sesi doldurdu. "O eve hiç gelmeyecektin ama şimdi görüyorum ki her şey için çok geç, hemen gidiyoruz."

"Ben hiç bir yere gitmiyorum," dedim kararlı bir şekilde ve meydan okurcasına gözlerinin içine baktım.

"Eylül," dedi dişlerinin arasından. İtiraz etmemi istemediğini ismimin her hecesinde belli etmişti.

İnatla başımı sağa sola salladım. "Poyraz Bey bakın, isterseniz zor kullanın ama ben yine de o eve gelmem. Ayrıca siz de gördünüz evde hiçbir şey yok, hiçbir eşyama dokunulmamış, kapım bile zorlanmamış, muhtemelen kapıyı ben açık unuttum."

Tunç'a söylediğim yalanın aynısını ona da söyledim fakat Tunç'un aksine o bana inanmadı. Aynı tereddütsüz ifadesini sürdürdü. "Eylül bu evde kalamazsın."

"Neden ama?"

Bıkkınlıkla nefes aldı. "Çünkü güvenli değil. En azından ben güvenliğinden emin olana kadar bu evde kalamazsın."

Umursamaz bir ifadeyle omuzlarımı silktim. "Poyraz Bey kimse girmedi, ben kapımı açık unutmuşum," deyince gözlerini kıstı ve garip bir şekilde mimiklerime bakıp başını iki yana salladı.

"Kapını açık unutmadığını ikimiz de biliyoruz, boş yere nefesini tüketme ve benimle gel."

"Poyraz Bey ben sizinle hiçbir yere gelmiyorum. Asıl siz boş yere nefesinizi yormayın," dedim lakin kararlığımı görmüyormuş gibi, "Evet, geliyorsun," dedi ve yeniden bileğimden tutup ilerlemeye başladı.

İnatla direnmeye devam ettim ve ilerlemeye çalışmasını engellemeye çalıştım. "Poyraz Bey evinize gelmeyeceğim."

Daha fazla direnmeme kayıtsız kalamadı ve adımlarını durdurup bana döndü. "Kucağıma almamı istemiyorsan direnmeyi bırak ve yürü." Gözlerindeki kararlı bakış yapabileceğine emin olmamı sağlamıştı. Usulca başımı sallayınca konuşmaya devam etti. "Evime gitmiyoruz."

Yeniden yürümeye başladığında bileğimi elinden kurtardım. Bilmiyordu ki dokunduğu yer yanıyordu ve ben günlerce o yangında eriyordum. Sessiz bir iç çektim.

"Nereye gidiyoruz?" Yanında yürümeye başlayınca başını bana çevirdi. "Gidince görürsün."

Bıkkınlıkla yanaklarımı şişirdim ve tam kapıdan çıkarken aynadaki yansımamdan üzerimde pijamalarım olduğunu görünce adımlarımı durdurdum. "Poyraz Bey pijamalıyım, en azından değiştirdikten sonra-"

"Hayır!"

Kısa ve net cevabıyla sözümü kesince kaşlarımı çattım. "Bu hâlde mi gideceğim?"

"Arabam kapının önünde ve buradan hemen gitmeliyiz. Oyalanacak bir dakikamız bile yok."

"O da ne demek?"

"Acele etmemiz gerek demek."

"Neden?"

Ardı ardına sorduğum sorularla sinirle bir nefes alıp adımlarını yeniden durdurdu. "Eylül lütfen. Bir an önce gidelim şuradan."

"Ya gideceğim yer? Yani böyle pijamalarla," deyip sustum.

"Sorun edilecek bir yer değil," deyince çatılı kaşlarım düz bir çizgi hali aldı ve tedirginlikle yüzüne bakmaya başladım. Nasıl bir yere gidiyorduk ki biz?

O ise tedirginliğimi anlayınca bedenini tamamen bana çevirdi ve güven vermek istercesine gözlerimin içine baktı. Ses tonu da olabildiğince sakindi. Belki de ilk kez bu kadar sakindi. "Merak etme, güvenli bir yer."

Bir cümlesi bile sebepsizce güven verdi ve başımı sallamakla yetinip ayakkabılarımı giydim. O da o sıra ceketime uzanıp eline aldı ve birlikte evden çıktık.

Arabası dediği gibi tam da kapının önündeydi. Aşağı iner inmez arabasına yöneldik. Alelacele kapısını açtığı arabaya binmemle birlikte üzerime eğilip emniyet kemerini bağlamaya yeltendi. Yakınlığıyla erkeksi kokusunu içime dolmaya başlayınca gözlerimi kapattım. Kokusunda yine kayboluyordum. Tüm uzuvlarımı felç ediyordu. Gözlerimi hemen açtım ve fısıldar şekilde ona engel oldum. "Gerek yok Poyraz Bey, ben halledebilirim."

Sadece başını salladı ve kapımı kapatıp sürücü koltuğuna geçti. Ardından arabayı çalıştırdı. Cesur ya da diğer adamları yanında yoktu. Yalnızdı. Dışarıda onu yalnız görmeyi, hele ki onun hakkında öğrendiklerimden sonra hiç ummuyordum. Sıkıntılı bir nefes aldım. Neden bana geliyordu? Neden hem uzak durma mı söyleyip sürekli gelen o oluyordu, ne yapmaya çalışıyordu?

Gecenin karanlığında ilerlerken sessizce onu izlemeye devam ettim. Fazlasıyla huzursuz ve gergindi. Gözlerim yüzünden boynuna indi. Boynundaki kası da seri bir şekilde seğiriyordu. Boynundan sırtına indiğimde ise sırtındaki kaslarının bile gerildiğini gördüm. Sırtı yay gibiydi. Ters giden bir durum vardı ve ben, onu bu kadar huzursuzlaştıran nedeni merak etsem de sesimi çıkarıp soramıyordum.

Bir şeyler öğrenme bahanesiyle dudaklarımı araladım. "Gideceğimiz yer uzak mı?"

Sorduğum soruyla başını çevirip gözlerimin içine bakınca içimin eridiğini hissettim. Gergin vücudunun aksine bakışlarında hüzün vardı ve buğulanmıştı sanki. Cevap vermek yerine bir süre yüzüme baktıktan sonra yeniden bakışlarını yola çevirdi.

Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Poyraz'ın sessizliği, yolun uzun olacağı anlamına geliyordu. Başımı geriye yasladım ve sağa çevirerek gözlerimi kapattım.

***

POYRAZ

Delirmenin eşiğindeydim. Eylül'ün evine girenin kim olduğunu bilmediğim için delirmenin bir adım ötesindeydim. Kahretsin ki korktuğum başıma geliyordu.

Kimdi evine giren? Emin Sancaktar'ın adamlarından biri ya da diğerleri girmiş olabilir miydi? Ya o sırada Eylül evde olsaydı? Düşüncesi dahi kanımın anında çekilmesine sebep oldu. Yanımdayken bile vuslatı dinmeyen kadının, canının yanmasından ölesiye korkuyordum.

Başımı Eylül'e çevirdiğimde uyuduğunu gördüm. Uyuduğundan emin olunca arabayı sağa çekip durdum ve arabadan indim. Arabayı göz hapsine alarak biraz uzaklaştım. Ardından Cesur'u aradım ve saniyeler içinde Cesur'un sesini duydum. "Buyur abi."

Elimle gergin ensemi ovdum ve içimdeki koruma içgüdüsünü soluksuzca haykırdım. "Eylül'ün evini bu geceden itibaren en iyi adamların izlemesini istiyorum. Kuş uçurtmayacaklar. Sancaktarların ya da diğerlerinden herhangi birinin evinin yakınlarından dahi geçmesine izin vermeyecekler. Sıkı güvenlik önlemleri alsınlar. Ayrıca Eylül'ü sürekli takip etsinler ve tüm bunları Eylül'e belli etmeden yapsınlar."

Cesur'un afalladığı ses tonundan kendini belli etti. "Bir sorun mu oldu abi?"

"Evine biri girmiş," dedim öfkeyle ve kararlı bir ifadeyle ekledim. "Onun kılına zarar gelmeyecek Cesur, anladın mı?"

Ses tonumu kullanma şeklimden Cesur bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Tereddütsüz cevap verdi. "Emrin olur abi, merak etme."

Telefonu kapatınca başımı gökyüzüne kaldırdım. Tek bir yıldız bile yoktu. Siyahlık, tüm ışıkları söndürmüş gibiydi. Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Bu defa söndürmelerine izin vermeyecektim. Bakışlarımı gökyüzünden ayırıp yeniden arabama bindim ve Eylül'ün yüzünü izlemeye başladım. Yüzünü benim olduğum tarafa doğru çevirmişti. Bir bebek gibi masumca uyuyordu. Bu gece Griffon'daki odamdayken Eylül'ün geldiğini haber vermişti adamlarımdan biri. Adam dışarı çıkar çıkmaz kameradan tüm gece Eylül'ü izlemiştim. Güzelliğiyle büyülenirken o adamlarla dans edişi bedenimin kora dönüşmesine sebep olmuştu.

Başımı iki yana salladım. Olmuyordu işte. Bir türlü kendimi engelleyemiyordum. Ondan uzak durmak istesem de duramıyor, bir şekilde kendimi onda buluyordum. Ne kadar gitmeyi denesem de içimdeki sızısı dinmiyor, soluklanmak için yine ona geri dönüyordum.

Derin bir iç geçirip fısıltıyla konuştum. "Gönlüme farkında olmadan taht kuran menekşem, ben bize nasıl engel olacağım? Bile bile kıyametim olmana nasıl razı geleceğim? Nasıl bir sevdadır sendeki?"

Umutsuz bakışlarımı yola çevirdim ve yeniden arabayı çalıştırıp ilerlemeye devam ettim. Eylül'ün arabayı dolduran kokusu ise gerilen kaslarımın gevşemesine sebep oluyor, huzurla dolduruyordu. Yaklaşık iki saat sonra çiftlik evinin önüne gelince durdum ve Eylül'e baktım. Elimi uzatıp yüzüne dokunma arzumu güçlükle bastırdım. Dokunamazdım ama uyandırmaya da kıyamıyordum. Uyandırmamak için kucağıma alıp eve götürmek aklımdan geçse de Eylül'ün rahatsız olma ihtimalinden dolayı vazgeçtim ve uyandırmaktan başka çarem kalmayınca usulca adını seslenerek uyandırmaya çalıştım.

••••••••••••

Herkese merhaba 🌸

Yorumlarınızı bekliyorum 🦋

Aşkla kalın, sevgiyle nefes alın💜

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 305 18
erenay; neden beni merak ediyorsun etme
130K 15.6K 52
Adam, yüreği hırsla kavrulan vahşi bir aslandı, kadınsa onun inine habersizce girmiş körpe bir ceylan... Kuzey'in oğlu ile Güney'in kızının dolu diz...
4M 34.6K 10
Aşk,uçurtmalara benzer paşam... Sen ne kadar seversen sev,ne kadar özgür bırakırsan bırak o kendi karar vermeli ne kadar yükseleceğine... Çocukluğumu...
2.7K 58 8
Sungiee: *fotoğraf* Sungiee: fantezi, sever misin? Minholee: siktir