HALEF

By lemveli

909K 72K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
III - ❝Düğümlenen Zihin❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞

35.2K 2.5K 1.9K
By lemveli

"Elini tutarken kayboldum.

Ama sakın beni bulma, çünkü hâlimden memnun sayılırım."

IV - "Gözlerimdeki Ceset"

Dilhun sessizliğin esir aldığı odada gözlerimi açtığımda ilk önce nerede olduğumu idrak edememiş fakat sonrasında beynime hücum eden anılar eşliğinde kaşlarımı çatarak doğrulmuştum. Yaşadığım anlar kumdan bir kale gibi önüme dökülmeye başlayınca boğazımın acıyla sızladığını hissettim. Boğazımı temizleyerek yatakta doğruldum, odanın içindeki banyoyu o an fark etmiştim. Ayaklarımı zemine doğru sarkıttığım anda komodinin üzerindeki kıyafetleri gördüm. Etiketi üzerinde olan kıyafetleri elime aldım. Siyah çorap, siyah kot pantolon ve bordo renginde ince bir gömlekten ibaretti. Yanındaki poşete baktım, poşetteki gördüğüm iç çamaşırlarıyla gözlerim irileşti. Zamir'in bunları alması fikri yanaklarımı yaktı, ellerim buz kesti âdeta. Bir müddet ne yapacağımı bilemedim ama sonrasında ayağa kalkıp kıyafetlerle beraber banyoya girdim. Banyo kapısında asılı olan beyaz bornoz ve temiz havluyu gördüm, kaşlarım daha da çatıldı. Bunların hepsini düşünmüş olması imkânsızdı!

Kapıyı içeriden kilitlediğimden emin olduktan sonra üzerimdekileri çıkarıp sıcak suyu açtım ve duşa girdim. Suyun altına girdiğimde bedenim yakıcı suyla buluştuğu için önce acıdı, fakat sonra buna alıştı. Tıpkı hayatta birçok acıya katlanıp alıştığımız gibiydi bu. Bir kısır döngüden farkı yoktu.

Haşlak suyun bedenimi yakıyor olmasını umursamadan elime aldığım şampuanla saçlarımı yıkamaya başladım. O an saç diplerimde hissettiğim ferahlık, yaşadığım durumla oldukça tezatlık yaratıyordu. Saçlarımı üç kere yıkayıp duruladıktan sonra duş jeli ile bedenimi de özenle yıkadım. Suyun yakıcılığı bedenimi kıpkırmızı yapsa bile bunu umursamadan yıkanmaya devam ettim. Yaklaşık kırk dakika sonra suyun altından çıkıp, bedenimi deterjan kokan temiz bornozla buluşturdum. Islak saçlarımı taradım, nitekim kıvırcıktım ve saçlarım kuruduğu zaman tararsam gürleşirdi. Tarama işleminden sonra ıslak olmasına rağmen ördüm saçlarımı. Ardından etiketi üzerinde olan iç çamaşırlarını, siyah çorabı, pantolon ve ince gömleği üzerime geçirdim. Ekimin ortalarıydı fakat hava soğuğa yüz tutuyordu.

Tertemiz olmuştum fakat kendimi neden bu denli kirlenmiş hissediyordum?

Ahşaptan parkenin üzerine çökerken ayaklarıma sarıldım yavaş hareketlerle. Son iki günün anıları çekinmeden zihnimi istila etmişti. Kafamın içinde karınca ordusunun olması muhtemel bir ihtimal gibi geliyordu.

Sahipsiz bir cesedi andırıyordum.

Güneşin yumuşak ışıkları kirpiklerime toz gibi serpildiği esnada, aydınlığın içerisinde ne kadar karanlıkta olduğumu o an anladım. Ucuz bir romandım sanki. Sayfalarım gazete kâğıdının yerine sobaya atılıp yakılmıştı. Ne de olsa bir romanı yakmak bir dünyayı yıkmakla eşdeğerdi. Bir yazarın dünyasını başına yıkmak için onun kaleminin döküldüğü sayfaları yakmak yeterli olurdu. Hayatımın yirmi üç senesi aynı ucuz romanın fersiz sayfaları gibi sobaya atılmıştı.

İskenderun-Erdemli yollarında bütün yaşantımın kırıntılarını düşürmüş ve kimsesizliği sırtlanmıştım. Hatay'da ailemi bırakıp Mersin'de rüyalardan aşina olduğum bir yabancının evinde yaşamaya başladığımdan beri beynim sorgu kabiliyetini yitirmişti. İçimde yitirmişliğin kanıtı olabilecek nice feryat tohumları yeşermeye yüz tutmuştu. Her geçen dakika daha da filizlenen haykırmak hissini bastırmak için birçok savaşlar veriyordum.

Zaman ilerlemeye devam ederken odanın kapısından iki el tık sesi geldi. Ardından bir şey dememe fırsat vermeyen Zamir içeri girdi.

Yerde ayaklarıma sarılmış hâlde beni bulduğunda birkaç dakika konuşmadı. Ardından elini saçlarıma getirdi. "Saçların ıslak."

Hiçbir şey söylemedim, banyoya yöneldi, çekmeceleri kurcalamaya başladı. Birkaç tıkırtı sesinden sonra tekrar yanıma vardı, elinde saç kurutma makinesini görünce yüzümü buruşturdum. "İstemiyorum."

İfadesiz bir sesle, "Fikrini sorduğumu hatırlamıyorum," dedi ve saç kurutma makinesini fişe taktı.

Kulağıma dolan yüksek sesle kaşlarımı çattım fakat yüz ifademi umursamadan ıslak saçıma yaptığım örgüyü açtı ve saçımı kurutmaya başladı. Asi kıvırcık saç tutamlarım havayla beraber coşup kendilerine has danslarını sürdürürken Zamir'in elini ensemde hissettim. İrkilerek öne doğru atıldım. Dokunuşu ince, sıcak, ürperticiydi. Hislerim birbirine karıştığı zaman bile bunu umursamadan bir adım öne gelip yaptığı işe devam etti. Ara sıra elleri saçlarımı buluyor, kısa süren saniyeler sonrasında ise elini daldırdığı saçlarımdan çekiyordu. En tuhaf olanı ise dokunuşlarının beni katiyen rahatsız etmemesiydi sanırım.

"Saçların da senin gibi inatmış. Kurumak bilmedi."

Omuz silkerek ruhsuz bir sesle, "Sana istemiyorum demiştim,"

Makinenin sesine rağmen yakın olduğumuzdan dolayı birbirimizi rahatça duyabiliyorduk. "Hasta bakıcılığı yapacak hâlimde değilim."

Bu sefer ona cevap vermeye gerek duymadım. Biraz sonra saçlarım kuruyup benden bağımsızlığını ilan edercesine şahlanmıştı. Zamir, saç tutamlarımı avucunun içine sıkıştırarak aldı, bir anlık ne yaptığını anlamadım. Ardından komodinin çekmecesini açarak içinden bir toka çıkardı. Saçımı gelişigüzel toplarken acemiliğini hissedebiliyordum ama bu beceriksizliğinin esas sebebi benim saçlarımın yerinde durmaması da olabilirdi.

Odada bulunan toka tuhaf geldiği için, "Burası kimin odası?" diye sordum.

"Senin."

"Toka?"

Bir an soru sormamam gerektiğini söyleyeceğini sandım ama onun yerine açıklama yapmıştı. "Ben aldım."

"Kıyafetler?"

Tekrar, "Ben aldım," dediğinde kaşlarımı çatarak ona döndüm.

"Ölçülerimi nasıl bildin?"

Kara gözlerini gözlerimle birleştirdiğinde, "Bilmem," dedi tekdüze tonla. Hiçbir şey söylemediğim sırada Zamir hâlâ saçımla uğraşıyordu. En son saçımı düzgün bir şekilde toplayabildi ve "Bonus Kafa," dedi.

"Hı?"

"Duydun," dedi sakin bir tonla. Uzaklaşıp kapıya doğru yöneldi. "Kahvaltıya bekliyoruz."

Anılar, tek bir cümle ile beynime doğru koşmuştu. Neredeyse her sabah bu cümleyi duyardım. Her gün koca bir masa beni beklerdi kahvaltı için. Ben ise şımarıklık yapıp kimseyi umursamaz ve geç uyanırdım. Sanırım o günleri, iş konuşulan kahvaltı masamızı daha şimdiden özlemiştim.

Ayağa kalktığım esnada aynada kendime bakabilmiştim. Duştan sonra yıkık olan görüntüm silikleşmişti sanki. Daha canlı görünüyor ama pek de öyle hissetmiyordum. Gözlerimi sıkıca yumup açarak odadan çıktım ama iliklerime hücum eden heyecana anlam veremedim. Mutfağa inene kadar bu heyecanın yok olacağını sanıyordum, lakin Zamir'i gördüğümde kalbim titreyerek ona destek vermişti.

Zamir, memnun bir edayla bana baktı. Baran, "Günaydın," dedi. Her ne kadar tepkisiz kalmak istesem de başımı sallayarak Baran'a karşılık vermeye çalıştım. Masaya oturdum, Baran, "Çay mı içersin, kahve mi?" diye sordu.

Zamir, "Portakal suyu," dedi anında.

Kaşlarını çatan Baran, "Sana sormadım ki!" diye cevapladı.

"Onun yanıtını verdim zaten." Hı?

Baran, Zamir'e aynı benim gibi şaşkın şaşkın bakmaya başlayınca açık olan ağzımı zorlukla kapatabilmiştim. Kahvaltıda portakal suyu tercih ettiğimi nasıl bilebilirdi? Gözlerimi sıkıca yumup açarken buna şaşırmamam gerektiğini anlayıp kendi kendime alayla gülümsedim. O rüyalarıma girmeyi becerebilen biriydi. Hakkımda bilgi sahibi olması mı tuhafıma kaçmıştı? Hem zaten hakkımda birçok şey bildiğini kendisi bizzat itiraf etmişti.

Zamir ayağa kalktı, bakışlarım onu takip ediyordu. Buzdolabını açtı, hâlâ onu izliyor ve gözlerimi itinayla üzerinden çekmiyordum. Buzdolabından cam sürahiyi alıp bana döndü, onun üzerinde kilitli kalan bakışlarımı çekip başımı eğdim ve tabağıma peynir aldım. O ise bardağımı doldurdu.

Başımı kaldırdım, yerine otururken yoğun bakışlarını üzerime salmıştı. Baran, "Küçükken oyuncaklarına taktığı ismi de biliyor musun, Zamir?" diye sordu alayla. Zamir ona döndü, bakışları sertleşmişti ve bu Baran'ın önündeki reçel kavanozuna sarılmasına neden olmuştu.

Bir an için soracağım soruyu unutsam da sonrasında, "Bugün dedemle konuşacağım değil mi?" diye sordum.

Gözleri bana döndü, ağzındaki lokmayı sessizce çiğneyip yutmuştu. "Bugün konuşacağını söylemedim."

"Ama konuşacağımı söyledin ve ben bugün konuşmak istiyorum," dedim bir Mihrinaz Akşahin edasıyla. Mihrinaz Akşahin her istediğini anında elde ederdi ne de olsa. Ona kimse ya da hiçbir şey engel olamazdı. Şimdi de böyle olmalıydı, değil mi?

Zamir ağzına kızarmış sosis atıp onu ağzında yavaşça öğütürken cevap vermeyi geciktirip sinirlerimi şaha kaldırıyordu. Sonunda lokmasını yuttu, ağır ağır bana baktı ve lakayt bir tonla, "Bugün olmaz," dedi.

Dişlerimi sinirle sıktım. "Nedenmiş?"

"Benim bir repliğim var. Bilir misin?"

Tek kaşımı kaldırıp meydan okuyan tavırla ona süzdüm. "Soru yok?"

Zamir serseri bir gülüş sergiledi, gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Kalbimi titretmeye devam ederken dudağını kıvırıp başını yana eğdi. "Evet o da var, Bonus Kafa. Ama en çok kullandığım başka." Sorarcasına kaşlarımı havalandırdım. "Canım öyle istiyor."

Söylediği şeyle kan beynime sıçramıştı. Gözlerimi kısıp tabağımdaki peynir dilimini çatalla ona doğru fırlattığımda afalladı. Baran kahkaha patlattı. Zamir, gözleri irileşmiş şekilde bana bakıyordu. Öfkelenmiş miydi? Güzel. Zaten maksadım da onu öfkelendirmekti.

Seri bir şekilde ayağa kalkıp portakal suyumu aldım ve yukarı doğru çıkmaya başladım. Baran, "Yürü be!" diyerek arkamdan bağırdı, istemsizce gülümsemiş, sonrasında sanki bir suç işlemişim gibi ifademi değiştirmiştim.

Odaya çıkıp kapıyı kapatacağım sırada arkamdan Zamir girdi. Ona doğru dönerek soru dolu bakışlarım karşısında elini cebine attı ve telefonumu bana uzattı. "Dedenin kimsenin bilmediğini söylediğin numarasını gir ve hoparlöre al."

Bir an için emir verir gibi konuştuğu için kızmak istedim fakat işin ucunda dedemin sesini duymak ve sorularıma cevap bulmak olduğu için susup telefonu elinden aldım. Dedemin benden başka kimsenin bilmediği numarasını girip hoparlöre aldım, telefon çalmaya başladı. Kalbim boğazımda atıp derimi parçalamak istiyordu âdeta. Daha iki gün geçmesine rağmen dedemi deli gibi özleyip merak etmiştim. Telefon açıldığında kulağıma dolan, "Alo?" sesi dedeme ait değildi. Konuşmadım. Zamir, beni izlerken niye konuşmadığımı ölçmek ister gibiydi. Telefondaki ses, "Mihrinaz Hanım, sizsiniz biliyorum," dedi. Zamir telefonu almak istedi, ancak ona o an öyle bir bakış attım ki bana uzanan eli havada dondu.

"Dedem nerede?"

"Nezarethanede."

Zamir'le bakışlarımız birbirine şiddetli şekilde çarptı, ellerimin buz kesmesi o anda mecaz anlamda değildi. Parmaklarım âdeta buz kesmiş gibi taşa dönerken ellerimi telefondan çektim. "Mihrinaz Hanım, sakın gelmeyin buraya. Sakın. Her yerde sizi arıyor düşmanlarımız. Dedeniz sizi uyarmamı istedi. Sizi aradım ama açmadınız. Azim Bey çantanıza dikkat etmenizi söyledi."

Çanta mı? Neden çanta? Çantada bana gösterdiği şeylerden başka ne vardı? Gözyaşlarım intihar için kirpiklerimden astığım köprüye tırmanırken, "Neden tutuklandı?" diye sorabilmiştim.

"En son gönderdiğimiz gemiden yüklü miktarda uyuşturucu bulundu," diye açıklama yaptı. "Geminin kaptanı kaçtı ama şu an her yerde aranıyor. Bulunmazsa suç, dedenizin üzerine kalacak."

Kaptan... Turan'ın seçtiği kaptan mıydı? "Ömer mi?"

Anında, "Evet," dediğinde gözlerimi sıkıca yumup açtım. Ben ne yapmıştım? Masada Turan'a destek çıkarken dedemi bilmeden uçurumdan mı atmıştım?

"Ama onu Turan seçmişti."

"Akşahinlerin iki mal sahibi var, Mihrinaz Hanım: Siz ve Azim Akşahin. Bu yüzden tüm sorumluluk sizindir. Ama merak etmeyin, Azim Bey birkaç haftadır Viyana'da olduğunuza dair sahte belgeler hazırlattı. Durum asla size sıçramayacak. Sizden istediğimiz tek şey saklanabildiğiniz kadar saklanın. İskenderun'a ayak basmayın."

Çatlayan sesimle, "Siz kimsiniz?" diye sordum. Eğer dedem bu gizli telefonunu ona verebiliyorsa güvendiği bir adam olmalıydı ve dedem kimseye güvenmez, benim de güvenmeme izin vermezdi.

Resmi bir sesle, "Şimdilik bunu söylemem yasak. Ben sizinle iletişime geçene kadar aramayın lütfen. Hoşça kalın," deyip yüzüme kapattı. Ne yapacağımı bilmeden öylece telefona baktım.

Fersiz ve uyuşmakta olan parmaklarımı kıpırdatmaya çalıştım, gözyaşlarıma akması için komut vermemekte ısrarcıydım. Başımı yavaşça kaldırdım, Zamir Hancıoğlu başını ve gözlerini zerre oynatmadan bana bakıyor, gözlerimin ifadesini alıyordu âdeta. Göğsümün içinde ansızın patlamaya başlayan bombalar, korkumun bariz göstergesiydi. Sol gözümden tek damla yaş aktığında benliğim bir uçurumdan atlayıp intihar etmek istedi fakat buna engel olarak kirpiklerimden yanağıma açılan kapıları kilitleyip yaşları durdurmaya başladım. Bakışlarımı Zamir'den kopardığım zaman onun hâlâ bana baktığını hissedebiliyordum.

Acı tam olarak buradaydı. Gözlerimin içindeki elalık da yıkık şehrin altında ezilen cesetlerin üzerindeydi. Gözlerim şimdi sahipsiz cesetler barındırsa da bu cesetlerin bir tabutu, tabutu taşıyacak kişileri bile yoktu. Sahipsizlik. Hissettiğim his buydu sanırım. Dedesiz olmak, kimsesiz olmaya eşdeğerdi. İliklerime sirayet eden acı, damarlarımı yakıp kül ediyordu. Demek ki insanın içi de yanıp kül olabiliyormuş. Şu an bunu hissediyordum. Sanki kanım çekiliyor, damarlarım boyunca yangın büyüyüp beni küle çeviriyordu. Şuursuzca ellerimi yere koydum, derin nefes aldım ama çektiğim bu nefes ciğerlerime ulaşmaktan acizdi.

Başımı kaldırıp Zamir'in siyahın buğusuyla ateşlenen gözlerine baktım. Gözlerindeki yıkık yansımamı gördüm, soyadımı o an adımın yanından söküp almak istemiştim. Mihrinaz Akşahin, annesi ve babasının yokluğuna rağmen tozpembe hayatını sürdürmeyi başarıp şu an ilk defa yıkılmıştı.

Gözlerim Zamir'in didarından aşağı inerken dudaklarının düz bir çizgi şeklinde gerildiğini gördüm. Başımı arkaya atarak gelmek isteyen gözyaşlarımı geri ittim, Zamir'in kıpırdandığını işittim ama ona fırsat vermeden pürüzlü bir sesle, "Çık," diye fısıldadım.

"Hayır." Beni onaylamadığında başımı eğerek onunla göz temasına girdim.

"Git."

Kafasını kararlı bir şekilde iki yana salladı. "Gitmeyeceğim."

Elimi kaldırıp onu itmek istediğim sırada nazik şekilde buna engel oldu. "Ağla," dedi, şefkatli bir sesle. "İlk ve son kez buna izin veriyorum."

"Senden izin istemiyorum, aptal! Çık dışarı."

Boğuk bir sesle, "Ben de ağlamanı istemiyorum ama şu an ağlayabilirsin," dedi. Ona vurmam, onu aşağılamam gerekiyordu büyük ihtimal. Fakat gözlerini gözlerime değdirince tüm fikirlerimi süpürüp götürdü. Ilık bakışları ellerimdeki buzlara tesir etmeye başladı. Gözlerimi yumup, kirpiklerimin etrafına ördüğüm duvarları yıktım ve gözyaşlarım akarsuyun şiddetiyle karşılaştırılacak bir süratle akmaya başladı.

Zamir elimi tuttu. Parmakları elimin üzerinde kendine yer edinirken yıllardır ait olduğu yeri bulmuş gibi rahattı. Elimi tuttuğu zaman uyuştuğumu hissettim. Başını eğerek bana endişeyle baktı. "İyi misin?"

Cevap vermeyişimden kendine yanıt çıkardı. Eli avucumun içine kaydı. Avucumu tamamen kavradığında irkilmedim, korkmadım. Rüyalardan aşina olduğum anı yaşadığım için sanırım sadece kalbim hızını artırmıştı.

Fısıltıyla, "Dedemi kurtarmam gerek," dedim. Zamir sessiz kaldı. Başımı kaldırarak ona baktım. "İskenderun'a gitmem gerek."

"Bunu yapamayacağını biliyorsun."

"Dedemin yanında olmam gerek. Belki Ömer'i bulabilirim."

Kendinden emin bir tonla, "Bulamazsın," dedi. "Polisler ve dedenin adamları bulmadan önce bulamazsın. Aksine seni bulurlar ve çantandaki her neyse onu alıp çıkarları için kullanırlar."

Yaşlı gözlerle, "Çantamda ne var bilmiyorum," dedim.

"Bilmek her zaman iyi bir şey değildir," dedi sakince. "Belki bilmemek senin kurtuluşundur."

Başımı kaldırdım. "Sen merak etmiyor musun?"

Zamir, karanlık gözlerini gözlerime iliştirdi, oda tüm aydınlığına rağmen o an kararmıştı sanki. Bana baktı, yansımamdan nefret etsem de gözlerimi ondan çekmedim. Ne gözlerimi ne de elinin altındaki elimi geri çekemiyordum. Ansızın diğer elini kaldırdı, kaşlarım çatılır gibi olmuştu. Başparmağını yüzüme temas ettirerek akan yaşların önüne bariyer yaptı. Yaşları silmeye başladı, ardından akmaması için tam gözümün altındaki çukurda durdurdu.

"Şu an merak ettiğim tek şey gözyaşlarının ne zaman duracağı."

O an kurduğu bu cümle kaburgalarıma saplandı ve tam da orada mahkûm kaldı.

Gözlerimden yükselen çaresizliğin ağıtları kenetli ellerimizin arasındaki sıcak avuçlarımızda yankılandı, Zamir'in üzerinden bakışlarımı koparmadım itinayla. Göğsümün ardındaki kemikler kalbimi sıkıştırdı. Bunun nedeni varlığıydı, artık biliyordum.

Zamir oldukça tuhaf bir tonla, "Gitmek mi istiyorsun?" diye sordu.

Ona baktım ve başımı aşağı yukarı salladım. "Dedemin yanına gitmek istiyorum."

Yorgun bir sesle, "Seni burada tutup korumak isteyen bencil bir adamım. Özür dilerim," dedi.

Başımı kaldırdım, bakışlarım Zamir'in harelerine doğru tırmandı. "Dedemin kollarını istiyorum. Benim evim orası."

Zamir bana bomboş baktı. Gözleri kimsenin uğramayacağı çölleri andırırken beni alarak ıssız çölün ortasına atıp hapsetmişti. "Evini terk ettin sen." Ardından ellerimizi çevirip ayırdı. "Yeni evin burası." Elimi avucunun orta yerine bastırdı, başım döndü. Kendimi yavaşça geri çekmeye çalıştım, her zamanki gibi beni durdurdu.

Kafamı şiddetle iki yana salladım. "Saçmalık." Derin nefes alarak elimi ondan çektim ve iki elimle kulaklarımı kapattım. "Bunların hepsi saçmalık!" Boğazım acıyınca bağırdığımı fark ettim. Ellerimi kulaklarımdan çekmeye çalıştı, onu itip ayağa kalktım. "Şaka, değil mi bunlar? Kesin o Turan manyağı şaka yapıyor bana." Beni durdurmak istedi, odada bulunan eşyaları fırlatmaya başlamıştım bile. "Saçmalık!" Histerik bir kahkaha attım gözyaşlarım eşliğinde. "Deli saçması!" Elime gelen parfümü fırlattım, Zamir'in koluna çarpıp yeri boylamıştı. Zamir iki koca adımda ulaşıp kollarımdan tuttu, hıçkırdım. "Şaka, değil mi bunlar?" Medet umarcasına gözlerine baktım, ancak endişe haricinde bir şey bulamadım. Beni yanıtsız bırakan harelerinden çektim gözlerimi ve onu itmeye çalıştım. Fakat kolları beni âdeta hapsetmişti.

"Sakinleş, Mihrinaz!" Gözlerimi yumduğum sırada Zamir, beni daha sıkı tutmak için arkama geçti ve kollarımı kilitledi. Dudaklarımdan titrek bir nefes kaçtı, hemen ardından hıçkırık da gelmişti. Hıçkırıklarım peş peşe sıralanmaya devam etti, beni daha sıkı tuttu. "Sakin ol. Geçti."

"Yalancı," diye feryat ettim. "Hiçbir şey geçmedi." Geçmeyecekti, biliyordum. Hiçbir acı geçmezdi çünkü. Aksine hepsi üst üste yığılır ve daha çok can acıtır, asla kabuk bağlamazdı.

Kendinden emin sesle, "Geçecek," dedi.

Onun yalanları benim sınırlarımdı. "Bırak beni!"

Kollarını, mümkünmüş gibi daha sıkı dolayıp hareket etmemi engelledi. "Bırakmayacağım."

Çabaladım. Nafile bir çabaydı fakat usanmadan tepinmeye devam ettim. "Dedeme gideceğim!"

Beni kendine çevirdi, bir an neye uğradığımı şaşırmıştım. Çakmak çakmak olan gözleriyle bana bakıp hiddetle omuzlarımı sarstı. "Kendine gel! Hiçbir yere gidemezsin. Adamı duydun." Ağlamam şiddetlenirken Zamir, duraksadı ama sonra tekrar sakin hâline büründü. "Sakinleş. Güven bana."

Başımı iki yana salladım. "Güvenmeyeceğim."

Sabır dilenircesine derin nefes aldı ve beni yatağa oturttu. "Baran!" Bir dakika sonrasında içeri giren Baran'a bakma gereği duymadan, "Mihrinaz için çay yapar mısın? Sakinleşmesi lazım," dedi.

Baran alayla, "Evi havaya uçurmasına ramak kala bunu düşünmene sevindim," dedi. Zamir, ona omzunun üzerinden sert bir bakış attı. Nasıl bakmıştı, bilmiyordum ama Baran, suratındaki alayı silip şirince gülümsemişti. "Elbette çay yaparım. Ben bu evde hizmet etmek için kalıyordum zaten. Çay yap, Baran. Yemek yap, Baran. Tuvaleti yıka, Baran. Evi temizle, Baran."

Yüzümü silerek Baran'ın sitemlerini dinledim, birkaç derin nefes alabilmiştim. Baran, Zamir'e resmen trip atarak kapıyı çarpıp çıktı, hayretle Zamir'e döndüm. "Tüm işleri ona mı yaptırıyorsun?"

Başını onayla salladı, "Neden yardımcı tutmuyorsun?" diye yeni bir soru yöneltmiştim. Evi küçük de olsa oldukça lükstü ve anladığım kadarıyla durumu yardımcı tutacak kadar iyiydi. Gerçi, soyadını ne ben ne de Turan tanımamıştık. Yine de sanki tüm sorunumuz buymuş gibi merak etmiştim.

"Baran daha pahalıya patlıyor inan ki. Onun reçellerine servet harcıyorum." Aklıma Baran'ın gece saatlerinde reçel yemesi geldi, ona hak verdim.

Zamir elini elimin üzerine getirerek, "İyi misin?" diye sordu. Biraz önce öğrendiklerimin ağırlığı tekrar üzerime çöktü. Zamir'in gözlerine baktım. O an gözlerinin içindeki roman sayfaları rüzgârın etkisiyle savruldu. Sayfalar ahenksiz şekilde dağılırken roman yere düştü. Bir hayat bitti. Belki de yenisinin başlaması için diğerinin bitmesi gerekirdi. Kim bilir?

Sadece bir an için ona sokulmak, başımı boynuna gömmek istemiş, sonrasında bu fikrimden hemen caymıştım. Beni yatağa yatırırken ince battaniyeyi üzerime örttü. Yatağın kenarına oturdu, gözleri üzerimden ayrılmamakta ısrarcıydı.

Gözlerimi kıstım. "Bakma bana."

Kaşları havalandı. "Bakmayayım?"

"Bakma."

Zamir'in ifadesi çöktü, elini cebine atıp sigara paketi çıkardı. Gözlerim kocaman oldu, onu izlemeye devam ettim. Heybetli sırtını komodine yaslarken kutuyu ustalıkla açıp içinden bir adet sigara çıkardı. Sigarayı bir kadını kıskandıracak güzellikte olan dudaklarına götürdüğü zaman kendisini zehirlemesine karşılık ne tepki vereceğimi şaşırmıştım.

"İçmemde sakınca var mı?" Kafamı iki yana salladım hipnoz olmuş gibi. Zamir, avucunda tuttuğu çakmakla sigarasına onu öldürecek gücü verdiğinde gözlerimi kırpıştırdım.

"Sigara içtiğini bilmiyordum," dedim ifadesiz olmasına çabaladığım bir tonla. Sigara kokusunu anında fark eden biriydim ve onunla dans ettiğimizde, beni alıp buraya getirdiğinde, temas ettiğimiz anların hiçbirinde hissetmemiştim.

Omuz silkti umursamazca. "Bazen içerim." Sigarasından derin nefes alıp dumanı dışarı verdi, tuhaf bir şekilde saçlarıma dokunan duman beni rahatsız etmedi. Duman Zamir'in görüntüsünü silikleştirdi, dağıtmamak için kendimi zor tuttum.

Sigarasının külünü kutunun içerisine silkeledi, gözlerini sıkıca yumup açtı. Sert bir nefes çekti, göğsü havalanmıştı.

Sigaradan bir nefes daha alacağı sırada düşünmeden bir şey yaptım. Sigarayı parmakları arasından çekip dudaklarıma getirdim. Zamir'in afallayan yüz ifadesine bile bakmadan dumanı içime çektim ve sonrasında profesyonel bir şekilde dışarı verdim. Boğazım tahriş olurken gözlerim kızarmıştı ve bunların hepsi birkaç saniyede gerçekleşmişti.

Zaten sonrasında çok geçmeden Zamir, sigarayı elimden aldı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Çenemi dikleştirdim. "Senin yaptığını."

Ağzını açıp bir şey söylemek istedi, içeri âdeta dalan Baran, buna izin vermemişti. Baran, elindeki kupayla bana doğru gelip uzattı, boş gözlerle ona baktım. Zamir benim yerime kupayı aldı, Baran ciddiyetsiz bir tonla, "Benden başka bir isteğiniz var mı, Zamir Hazretleri?" diye sordu.

"Çekilebilirsin." Zamir'in cümlesiyle neredeyse gülecektim. Neredeyse...

Baran gözlerini devirerek dışarı çıktı, Zamir çayı bana uzattı. Ağır ağır başımı iki yana salladım. "İstemiyorum."

Anında, "Pekâlâ," diyerek çaydan birkaç yudum aldı. Çaydan içtiği zaman sertçe yutkundu ve âdemelması belirginleşti. Başını kupadan kaldırdı, gözlerimi boğazından alıp siyahlıklarına çevirdim. Kupayı yavaşça bana uzattı. "Şimdi daha lezzetli oldu."

Yüzümü buruşturdum. "İğrençsin."

Başını hafifçe omzuna doğru yatırıp, "Bunu demin sigaramı yarısında elimden alan kız mı söylüyor?" dedi. Ona verecek bir cevap bulamadım. Kupayı elinden alıp dudaklarının değmediği tarafına çevirerek yudumlamaya başladım, Zamir tuhaf bir şekilde güldü.

içtikten sonra yatağa uzandım ve onu izlemeye başladım. Demin öğrendiklerimi hâlâ sindirememiş, hatta tam çözememiştim. Turan'la konuşursam belki konuya hâkim olurdum ama Zamir'in bunu kabul edeceğini sanmıyordum. Gözlerimi yumup açarak, "Şimdi uyusam rüyama girebilir misin?" diye sordum. Daha öğlen bile olmamıştı ama yine de uyuyabilecek durumda hissediyordum kendimi.

"Neden ki?"

Gözlerine baktım uzun uzun. Sessizlik birkaç dakika aramızda asılı kaldı, bakışlarımız kenetlenmişti. Yeni çıkmış sakallarına, kemikli yüzüne, kararan gözlerinin çukuruna baktım. Ardından, "Rüyama girmeni özledim," dedim, nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle.

"Şu anı rüya gibi yaşayabiliriz, biliyorsun değil mi?"

"Şu an gerçek," diye fısıldadım. "Şu an benim canımı yakıyor. Ama rüyalar istediğimiz şekilde gelişiyordu." Nasıl oluyordu, bilmiyordum ama onun istediği şekilde ve istediği yerde buluşup dünyadan bağımsız şekilde yaşadığımız o anların eşsizliği içime kazınmıştı.

Zamir dudaklarını düz çizgi hâline getirip, "Gerçeklerden kaçamayız," dedi. "Senin bu anını rüyaya dönüştürmeyi tercih ederim."

Ve hiçbir şey söylememe fırsat vermeden yatağın üzerinden elimi kavradı. "Hisset, Kıvırcık." Avucumu açtı ve parmağıyla bir şeyler yazmaya başladı. "Kalbinin tüm damarlarında attığını, iliklerinin dahi titrediğini hisset."

Avucuma parmağıyla, "İyi ol," yazmıştı...

"Hissetmek cehennem gibi." Yazdığını anlamamış gibi davrandım. Anladığımı biliyordu ama üstelemedi.

"Hayır," diye inkâr etti beni. "Hissetmek cehennemin ortasından akan nehir gibi." Hiçbir şey söylemedim, ağlama isteğim her dakika artıyordu. Zamir tamamen bana döndü. Ellerimizi ayırdı ve ardından başparmağını gözüme getirdi. "Kirpikleri daima ıslak olan küçük kız, seni iyileştirmek bana borç olsun."

Bana mı vermişti bu sözü, yoksa kendisine mi anlamamıştım ama o cümlesini hiç unutmayacağımdan emindim.

Bazı gerçekleri bilmek istemezdi insan. Çünkü ayrıntılar acıtırdı. Dedemin durumu canımı acıtıyor, yaralar açıyordu. Fakat Zamir buna izin vermek istemeyip daha yeni kanayan yarama sargı olmak istiyordu. Akmak isteyen gözyaşlarımı durduruyor, her şeyi kırıp dökmek isteyen beni yatağa yatırıyordu. İçimdeki her şeye, herkese kırgın, kızgın o asi kız çocuğun saçlarını kurutup toplayan Zamir, nedensizce bana iyi geliyordu. Aylar öncesinde ilk rüyamdan beri tüm tuhaflığına rağmen düşlerime giren onu yadırgayamıyordum. Kendime yardım etmekten aciz olan beni o kaldırıyordu düştüğüm acımasız çakıl taşlarının olduğu kaldırımdan.

"İçimde birçok yangın var ama kül olan sadece benim."

Kirpiklerimi okşadığında tüm bedenimin titrediğini hissettim. "Hiçbir gözyaşı söndüremez o yangını."

"Zamir," diye yakardım âdeta. İlk defa ismini seslendiren dudaklarım seğirdi, gözlerim doldu. "Dedeme ne olacak?"

Zamir düz bir ifadeyle bana bakıp, "Birine sakın onu düşündüğün an ağlayacak kadar bağlanma," dedi. "Kendi sonunu kendin yazacak kadar aptal olma." Yüzüme vuran nefesindeki öfkeyi soludum. Nefesinden yükselen sigara ile nanenin karışık kokusu ciğerlerime doldu, gözlerimi yüzünde gezdirdim ve titrek bir nefes verdim. Sanki hata diye nitelendirdiği hissin boyunduruğu altına daha önce girmiş, pişman olmuş gibiydi tavrı.

"Aptal olmak duygusuz olmaktan daha iyidir." Aslında duygusuz olduğunu düşünmüyordum. En azından bana davranış biçimi bu düşünceyi şu an için silip götürüyordu.

Homurdandı. "Geri zekâlı."

"İsmini zaten biliyordum."

Şaşkınca bana baktı. "Anaokulunda kalmadı mı bu espriler?"

"Bilmem, sen daha iyi bilirsin. Anaokuluna gittiğin için." Onunla inatlaşmanın hoşuma gittiğini anladığım saniyeler içerisinde yüzümde silik bir gülümseme peyda olmuştu.

Zamir afallayarak, "Baran çayın içine bir şey katmış olmalı," diye söylendi.

Onu geçiştirerek yerimde dikelip kara harelerinin içine baktım. Zamir anlamaz bir ifadeyle yüzümü incelerken derin nefes alıp, "Turan'ı aramam lazım. Lansmanda tanıştığın kuzenim. Son geminin kaptanını o seçmişti," dedim, tek solukta.

Zamir gözlerini kıstı. "Turan'a ne kadar güveniyorsun?" diye sordu ürpertici bir sesle.

Kaşlarımı çatarak tereddüt bile etmeden ona cevap verdim anında. "Biz onunla beraber büyüdük. Her anımda yanımdaydı."

"Ya dedenin kuyusunu kazdıysa? Ya onu aradığında yerini tespit edip seni bulursa?"

Aklıma dedemin kimseye güvenmemem gerektiğini belirten cümlesi geldi, tenim korkuyla ürperdi. Zamir doğrudan bana baktığı zaman gözlerimi ondan kaçırdım. "Sana neden güveneyim? Neden beni korumak istiyorsun?"

Bıkkın bir tonla, "Yeter, Mihrinaz," dedi. "İkimiz de biliyoruz ki sen zaten bana güveniyorsun. Biz aylardır tanışıyoruz. O hastane koridorunda neredeyse her gece benimle buluştun sen."

"Rüyaydı, tamam mı?" diye çıkıştım. "Rüyaydın sen!"

Zamir öfkeyle yanan gözlerini ela gözlerime dikti. "Bilinçli şekilde yürüyüp her defasında orada olduğumu bile bile döndün o koridoru. Her defasında yanıma oturup elimi tuttun. Ben hiç sesimi çıkardım mı? Hiç seni bir şeye mecbur ettim mi? Sen her defasında bana geldin, Mihrinaz. Şimdi bana güvenmiyorsan, güvenme. Ama benimlesin. Bunu o kıvırcık kafana sok."

Dişlerimi birbirine bastırarak, "Çık dışarı!" diye tısladım. Anında ayağa kalkıp dışarı çıktı, yumruğumu sıkarak ısırdım. Sinirden, öfkeden kudurmak üzereydim. Dedem nezarethanedeydi, insanlara güvenmem yasaktı ve en saçma olanı her gece rüyamda buluştuğum Zamir Hancıoğlu beni alıkoyup korumak istiyordu.

Çıldırmamak adına çabalayarak kalkıp odanın içinde sağa sola hareket ettim. Açtım. Hissettiğim açlık beni iyice delirtirken aşağı inip bir şeyler yemem gerektiğini her geçen zaman daha iyi anlıyordum. Tam arkamı dönüp dışarı çıkmak için hareketleneceğim sırada, aynada gördüğüm görüntü duraksamama sebep oldu. Birkaç adım atıp dolabın üzerindeki boy aynasında görüntüme baktım. Yüzüme birkaç günün yıkımı yansımış, gözlerimin altı derin bir çöküşe maruz kalmıştı. Çillerim güneş eksikliğinden yok olmuştu. Ela harelerimin etrafı hafiften kızarmış ve acıyordu. Tıpkı içim gibi. Saçlarım tertemiz şekilde Zamir tarafından arkadan toplanmıştı ve ruhumun aksine oldukça düzenliydi.

Gözlerimi yumup açarak son kez aynada kendime bakıp odadan dışarı çıktım. Zamir'in orada bulunmamasını dileyerek aşağı indim, doğruca mutfağa girdim. Etrafta kimselerin olmaması beni iyice cesaretlendirdi, buzdolabını açıp yiyecek bir şey aradım. Bir İskenderunlu olarak neredeyse çoğu yiyeceği beğenmezdim ama burada açlıktan ölmeyi tercih edemezdim. Salam, kaşar, salatalık bulup kenara koydum ve kendime bir de ekmek aldım. Ekmeğin arasına bir dilim salam, aynı boyutta kaşar yerleştirerek salatalığı yıkayıp soydum ve üç dilim salatalık da ekleyip sandviçimi tamamladım. Sandviçimi tezgâha bırakıp dolapta sabahtan kalma portakal suyunu bulup bardağa doldurdum. Tekrar etrafı kolaçan ettikten sonra sandalyeme oturup yemeğimi yemeye başladım.

Sandviçimi bitirip portakal suyumdan içtiğim sırada bir kadın sesi, "Afiyet olsun," dedi. İrkilerek arkamı döndüm, portakal suyu boğazımda kalmıştı. Öksürerek başımı kadına doğru çevirdim, bana gülümseyerek bakıyordu. "Merhaba," dedi sarışın, güzel ve benim yaşlarımdaki kadın. "Ben Büşra."

"Merhaba," dedim, umursamaz sesle. Fakat kim olduğunu deli gibi merak etmiştim. Adının Büşra olduğunu öğrendiğim kadın, buzdolabını açarak kendine bir şeyler ararken aniden elini ağzına götürerek buzdolabını kapattı. Sorarcasına ona baktım, bir bardak su içtikten sonra açıklama yapmak için bana döndü.

"Buzdolabının kokusundan midem bulandı," dedi ve tekrar şirince gülümsedi. Elini karnına götürdü. "Hamileyim de."

O an hayatımın şokunu yaşadım diyebilirdim. Hamile bir kadın. Hem de güzel. Zamir'in evinde üstelik. Zamir'in karısı olabilir miydi? Ya da sevgilisi?

Aklıma binlerce soru hücum ederken o an Zamir, içeri girip şaşkınlıkla bize baktı. Büşra ona dönerek, "Biz tanıştık," dedi. Zamir, kaşlarını çatarak Büşra'ya dışarı çıkmasını işaret etti.

Başımı portakal suyumun olduğu tezgâha doğru eğip ses tonuma dikkat ederek, "Beni karının olduğu eve getirerek neyi amaçlıyorsun?" diye buz gibi soğuk bir sesle sordum.

Zamir, birkaç adımda yanıma gelerek yarılamış olduğum portakal suyumu alıp kafasına dikti. "Yargısız infaz?"

"Yo," diye mırıldandım sanki ilgilenmiyormuşum gibi. Aslında deli gibi merak ediyordum.

"O zaman kıskançlık?"

Başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine dokundurdum sertçe. "Seni neden kıskanayım?"

"Rüyalarda el ele tutuşuyoruz diye." Bunu dedikten hemen sonra dudakları kıvrılmıştı.

Gözlerimi kısarak, "Gitmek istiyorum," dedim kararlı bir sesle.

"Karım değil o," dedi sakince. "Baran'ın sevgilisi ama çocuk Baran'dan değil. İşler biraz karışık."

"Bana ne?"

Ayağa kalkarak gitmek istediğim sırada kolumu tuttu. Sorarcasına ona bakarken başını yana eğerek, "Yemek yedin mi?" diye sordu.

"Yedim."

Tebessümü dudaklarına kısa bir anlık misafir edip, "Güzel," diye mırıldandı ve kolumu bıraktı.

Tam yanından geçip gitmek isterken durdum ve tekrar yüzüne baktım. Zamir, söyleyeceğim şeyi beklerken dudaklarımı ıslatarak, "Turan'la ilgili bir şey mi biliyorsun?" diye sordum.

"Ondan şüpheleniyor musun?"

Omuz silkerek, "Bilmiyorum," dedim. "Ama dedem bana kimseye güvenmememi söylemişti. Eğer hakkında bir şey biliyorsan benimle paylaş."

Zamir'in biçimli kaşları havalandı, "Bilmiyorum," dedi. "Ama bir şeyler öğrenirsem sana mutlaka haber veririm."

"Telefonu alabilir miyim?"

Başını iki yana salladı, "O adam aramadıkça söz veriyorum kimseyi aramayacağım. Aradığı an açmak istiyorum. Lütfen," dedim, ısrar ederek.

Çenesini kaldırarak benim repliğimi çaldı. "Sana neden güveneyim?"

"Söz verdim çünkü. Bir Akşahin verdiği sözü daima tutar." Kendimi bildim bileli dedemden duyduğum bir cümleydi.

Alayla gülümsedi. "Diyorsun?"

Kararlı ifadeye bürünen gözlerimi üzerinden ayırmadım. "Diyorum."

Zamir, elini cebine atarak telefonu çıkarıp bana uzattı, kalbim bu anın güzelliği sayesinde tekledi. Sözüme güvenerek telefonu bana verdiği zaman ona gülümsedim kendimden bağımsız bir şekilde. Zamir bu ifademe karşılık olarak gözlerini yumup açarken odama gitmek için hareketlendim. O an, "Bizimle salonda oturmak ister misin?" diye sordu. "Sürekli odanda oturmaktan sıkılıyor olmalısın."

Haklıydı. Sürekli odamda oturuyor ve düşüncelerin esirine dönüşüyordum. Şu an burada kalmam gerekiyordu ama bu mecburiyeti esarete çeviren sadece bendim. Zamir değildi. "Sıkılmıyorum ama madem ısrar ettin oturabilirim."

Zamir'in dudakları kıvrıldı, kendimi gülmemek için zor tuttum. Paytak adımlarla salona geçtim. Baran ve Büşra, karşı karşıya oturmuş birbirlerine bakıyorlardı. Boşta olan kanepeye oturdum, Zamir de yanımda oturmak zorunda kalmıştı. Ya da yanıma oturmaya dünden razıydı. Bilemiyordum.

Büşra, Baran'dan gözlerini alıp bana çevirdi. "Mersin'e daha önce geldin mi?"

İfadesiz tonla, "Hayır," dedim. Büşra, samimi bir şekilde gülümsedi.

"Sahil fazla uzak sayılmaz. Kafa dağıtmak için ideal bir yer."

Baran, "Biliriz senin kafa dağıtma yöntemlerini," dedi. Zamir, "Baran!" diye çıkışarak onu susturdu.

Büşra, çözemediğim bir mimikle Baran'a baktı ve "Sevgilisiyle beraber uyuduğu yatağa, kız atmak daha çılgınca bir kafa dağıtmak yöntemi olmalı" dedi.

Gözlerim irileşirken Baran, "Sonrasında gidip adını bile bilmediğin birinin koynuna girip üstüne hamile kalmak da senin mi yöntemin?" dedi. Zamir, Baran'ı tekrar ikaz etti susması için. Onlara öylece baktım, Büşra, aniden ayağa kalkıp salondan çıkmak istedi ama sendeledi. Düşecek gibi oldu, Baran hışımla yerinden kalkıp onu tuttu. Onlara kelimenin tam anlamıyla şaşkınlıkla bakmaya başladım, Baran hızlıca Büşra'yı tutarak salondan çıkardı.

"Tuhaflar, değil mi?" Zamir'in sesiyle gözlerimi arkadaşlarından alıp ona doğru döndüm.

Dudak büktüm. "Sanırım." Onlar hakkında yorumda bulunup bulunmamak arasında gidip geliyordum.

"Aslında Baran, Büşra'yı aldatmadı. Her şeyin üzerine defalarca yemin etti bana. Ama o kız nasıl o yatağa girdi, bilmiyoruz."

Başımı sallayarak, "Büşra kaç aylık hamile? Burada mı kalıyor?" diye sordum.

"Burada kalmıyor. Üç aylık hamile sanırım. Babası hamile olduğunu öğrendikten sonra evden attı onu. Büşra da ayrı eve çıktı. Ara sıra uğruyor."

"Baran'la ayrıldılar mı?" Merak ettiğim esas soru buydu sanırım çünkü Baran, onu tam düşmek üzereyken tutmuş, onun için endişelenmişti. Aralarına ihanetin girdiği bir çift gibi davranmış, ardından bir anda bu kalıptan çıkmışlardı.

Omuz silkti. "Gerçekten bilmiyorum. Bir bakıyorum kavga ediyorlar. Bir de bakıyorum sarılıp ağlıyorlar." Ardından acıyla gülümsedi. "Büşra bebeği aldırmak istiyordu. Ben, onu son anda yakalayıp Baran'ı çağırdım. İzin vermedik."

Zamir'in anlattıklarını dikkatle dinleyip başımı salladım, bu karmaşıklığa kendimi alıştırmaya çalıştım. Ne de olsa bir müddet onlarla yaşayacağım aşikârdı. Onlara, onların ilişkilerine kendimi alıştırmaya mecburdum. Aklıma Zamir'in hayatında biri olup olmaması sorusu geldi, istemsizce bakışlarım ona dokunmuştu. Bir bacağını diğerinin üzerine atmış ve arkasına yaslanmış şekilde telefonuyla ilgileniyordu. Tam yanımda oturuyordu ve bunu düşündüğüm an nedensizce kalbim tekledi. Şu anın gerçekliğini uzun süren saniyeler sonrasında kavramaya çalıştım. Mezun olduğum günden beri rüyalarıma giren Zamir Hancıoğlu, bir gün kafede kendisini bana göstermekle, attığı, "Bu gece erken uyu." mesajıyla, lansmanda karşıma çıkmasıyla ve kimden kaçtığımı bile bilmeden kaçarken beni bulup buraya getirmekle hayatıma girmişti. Bana daha önce yaşamadığım tüm duyguların hepsini aynı anda yaşatmıştı.

"Sevgilin kızmasın?"

Zamir, başını telefondan kaldırdı, dudakları aralanmıştı. Sevgili kelimesine verdiği tepki pek hoşuna gitmemişti sanırım. "Ne?" dedi anlamayarak.

"Beni buraya getirdiğin için sevgilin kızmasın?" Aptal, Mihrinaz. Böyle sormamalıydın...

Zamir'in dudakları kıvrılırken yüzümdeki nötr ifadeyi korumaya çalıştım. "Kızmaz umarım."

Tükürürcesine, "Şerefsiz!" dedim. "Utanmıyor musun sen benim elimi tutmaya? Yazık değil mi o kıza?" Zamir gülmeye başladı, sinirle aldığım yastığı ona fırlattım. Yastığı refleksle havada yakalarken hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Ne gülüyorsun be!"

"Direkt sevgilim olup olmadığını sorsaydın keşke," dedi ve yastığı geri attı. "Sevgilim yok, Bonus Kafa. Ama bu olmayacağı anlamına da gelmiyor tabii."

Ardından bana göz kırptı.

Öldüğümü sandım.

Ama ölmedim.

Sadece bir miktar rezil oldum.

Continue Reading

You'll Also Like

10.6M 47.5K 11
"Eğer olur ya, olması imkansız da; hani olacağı tutar. Gökyüzünden papatyalar yağarsa, bu senin yüzünden olmalı. İşte o an; zamanı durdurarak ölümlüy...
98.9K 6.9K 50
🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kırılmazdı... O, geçmişini tozlu raflara k...
51.9K 2.4K 20
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
1M 17.6K 27
🔞Türkiye'nin en büyük mafyası tarafından kaçırılmak ve onla ilişki yaşamak.🔞 🔞Bolca +18 vardır. 🔞