HALEF

By lemveli

908K 71.9K 46.2K

Ansızın bir fırtına başladı, tüm gerçekler saklandığı yerden çıkıp onların üzerine devrildi. Hikâyelerinin m... More

HALEF
I - ❝Rüyamdaki Gizemli Adam❞
II - ❝Geçmişin İkinci Kamçısı❞
IV - ❝Gözlerimdeki Ceset❞
V - ❝Yağmurun Yıkadığı Ruhlar❞
VI - ❝Bataklıkta Açan Çiçek❞
VII - ❝Martıyı Umursayan Okyanus❞
VIII - ❝Rüyalarda Buluşuruz❞
IX - ❝Seni Kaybettim❞
X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞
XI - ❝Sana... En Çok Sana.❞
XII - ❝Satırlara Hapsolan Karakterler❞
XIII - ❝Yanımda Kal❞
XIV - ❝Güzel Bir Şey❞
XV - ❝Parçalanan Güvenin Acıtan Kırıntıları❞
XVI - ❝Uçuruma Koşmak❞
XVII - ❝Yaşanmaması Gereken Gün❞
XVIII - ❝Adımı Söyle Bana❞
XIX - ❝İliklere Kadar İlk❞
XX - ❝Takvimin Veda Günü❞
XXI - ❝Acıya Mesken Ruh❞
XXII - ❝Güneş Batacak❞
XXIII - ❝Sönmüş Sokak Lambası❞
XIV - ❝Yüreğe Batmış Çiviler❞
XV - ❝Öpülen Avuçlara Düşen Kor❞
HALEF - II - DÜŞÜŞ
I - ❝Boğulmak ya da Ona Tutunmak❞
II - ❝Kuşunun Peşini Bırakmayan Kafes❞
III - ❝On İkiye Kadar❞
IV - ❝Filizlenmeden Tekrar Küllenen Ruh❞
V - ❝Pişmanlıklar ve İhanetler❞
VI - ❝Gemisini Bekleyen Sahil❞
VII - ❝Öfkenin Şefkate Yenilgisi❞
VIII - ❝Bir Yemin, Bir Yeni Sayfa, Tek Hayat❞
IX - ❝Sevdanın Vekâleti❞
X - ❝Takvimin Karanlık Günü❞
XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞
XII - ❝Acının Tedavisi❞
XIII - ❝Yaralı ve Yâr❞
XIV - ❝Gerçekler ve Rüyalar❞
XV - ❝Düşler ve Düşüşler❞
TEŞEKKÜR & AÇIKLAMA & PLAYLİST
ÖZEL BÖLÜM 1
ÖZEL BÖLÜM 2

III - ❝Düğümlenen Zihin❞

37.2K 2.7K 1.2K
By lemveli

"Evimden uzakta neden evimdeydim?"

III - "Düğümlenen Zihin"

Yeni doğan güneş, turuncu ışığıyla gittiğimiz yolu aydınlatmaya çalışırken, arabanın yarıya kadar açık camından içeri süzülen sabah ayazı, beni ürperttiğinde kollarımı göğsümde birleştirip, bu tatlı esintiden kendimi korumaya çalıştım.

Zamir anında camı kapattı.

Hissetmek çok tuhaftı. Karmaşık duygularım iliklerimde kendine yer edinirken bir kez daha hissetmenin metalik ama bir o kadar da ılık bir his olduğunu fark ettim. Kalbim hızlı çarpmaktan usanmış olmalı ki artık sakinliğini itinayla koruyor, nefeslerimin düzenli bir hâle gelmesini sağlıyordu.

Gözlerimi ağır ağır sürücü koltuğunda oturan Zamir'e çevirdim ve kalbim yine kasıldı. Tüm ciddiyetiyle saatlerdir araba kullanıyor, bir an olsun durmuyordu. Kafamda binlerce soru, dilimden düşmek için sıraya dizilirken hiçbirini seslendirecek gücüm yoktu. Arabanın aynasından gördüğüm görüntüm berbattı. Bir gün içinde bir insan ne kadar çökebilirse, o kadar çökmüştüm. Zamir ise benim aksime oldukça iyi görünüyordu. Rüyalarımdaki o başı eğik, acı çeken çocuk gitmiş, yerine beni korumak için adamlara anında silah doğrultan, arabayı son hız otogardan çıkarıp izimizi kaybettirmeyi beceren biri gelmişti. O bana hem çok tanıdık hem de çok yabancıydı. Aylardır onu görüyor, görmeyi diliyordum. Fakat rüyaların olağanlığına alışmış olmalıydım. Şu an ise dibini göremediğim bir kuyuydu ve ben bu kuyuya atılmıştım.

Zihnimdeki düğümleri açmaya çalışırken, ayakkabı bağcıklarımı birbirine bağlamış gibi takılıp düşmüştüm. Kendi zihnimin içinden düşüşüm ruhumu acıttığında sanki, dudaklarımda bir kilit konuşmama izin vermiyordu.

Mersin'in çam ağaçları ile sarmalandığı ilçesi olan Erdemlideydik. Burada duracak mıydı, yoksa ilerleyecek miydi, bilmiyordum. Gözlerimi yumup uyumaya çalışırken başarılı olmayacağımın gayet bilincindeydim fakat bu nafile çabama ayak uydurdum yine de.

Gözlerimi yumup tekrar önüme döndüm. Birkaç dakika sonra, telefon sesi kulağıma dolduğunda bunun bana ait olabileceğini düşünüp gözlerimi açtım ama Zamir'in sesi beni yanıltmıştı.

"Az kaldı," dedi oldukça ifadesiz bir sesle. "İyi herhâlde," dediğinde bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Ürperdim. "Yemek yiyeceğiz. Bir şeyler sipariş et." Ardından telefonu kapattı ve direksiyonu sağ tarafa kırdı. Gözlerimi açıp etrafa bakınca müstakil evlerin olduğu bir semtte olduğumuzu anlamam zor olmamıştı. Bir süre sonra Zamir, arabayı bir evin önünde durdurdu, ruhsuz bakışlarımı ona çevirdim. Başıyla inmemi işaret etti, kucağımdaki sırt çantamla beraber indim ve onu beklemeden eve doğru ilerledim. Ev müstakil, lükstü ama küçüktü. Ön bahçesi neredeyse yok gibiydi. Krem rengindeki iki katlı evin kapısının önüne gelip durdum, o da peşimden gelmişti. Kapıyı çaldı, birkaç saniye sonra kapıyı sarışın birisi açtı.

Zamir'i görünce gülümseyip ona sarıldı. Zamir de aynı şekilde karşılık verirken kaşlarım çatık onları izliyordum. Sarışın oğlan bana dönüp aniden, "Bismillah!" dedi. Ona baktığımda devam etti. "Neden bana öyle ters ters bakıyorsun?"

Hiçbir şey söylemeyince Zamir, "Onun yüzünün ifadesi böyle," dedi benim yerime. Bu sefer sertçe ona baktım. Fakat pek umurunda olmadı, çünkü birkaç saniye gözlerime baktıktan hemen sonra içeri girdi.

Sarışın oğlan, Zamir'in aksine geçmem için bana yol açtığında içeri girdim. Bana bakarak, "İsmim Baran," dedi. Başımı salladım onayla. "Sen de Mihrinaz?" Tekrar sadece başımı salladım. Beni konuşturamadığı için nefesini bıkkınlıkla dışarı verip, omuzlarını düşürdü. Baran'ı umursamadan etrafa bakındım. Solda geniş oturma odasını ve kanepede oturan Zamir'i fark edip o tarafa yöneldim. Ona bir sürü soru sormam gerektiğinin bilincindeydim ama yorgun zihnim buna fırsat tanımıyor ve beni susmaya mecbur bırakıyordu.

Tam karşısında oturdum, suskunluğum beni iyiden iyiye esir almıştı. Kafamda saatlerdir süren bir kargaşa, beni delirtecek niteliğe sahip hengâme vardı. Hiçbir şey düşünecek, kendimi ifade edecek kelimeleri bile seçecek güçte değildim. Gözlerim öylece sehpaya ilişip kaldığında hareket eden bir kutuyla irkilip bakışlarımın hedefini değiştirdim.

Zamir, pizza kutusunu bu taraf itmiş ve yemem gerektiğini belirten bakışlarını üzerime dikmişti. Boş boş ona bakmaya başladığımı gören Baran, "Sanırım kız şokta," diye mırıldandı ama ben onu duyabilmiştim. "Hiçbir şeye tepki vermiyor."

Zamir kaşlarını çatarak bana bakarken bir an için gözlerinin tesiri altında ezildiğimi hissettim. Sonra yine ruhsuzca ona bakmaya devam ettim. Başını çevirme gereği duymadan dudaklarını oynatarak Baran'a hitaben, "Sen etrafı kolaçan et," dedi. Baran, anında ayaklanırken Zamir, hâlâ bana bakmayı sürdürüyordu. Baran gittiğinde Zamir, yerinden kalkıp yanıma geldi ve pizza kutusunu eline alıp yanıma oturdu. Kutuyu açıp içindeki bir dilimi bana uzatırken başımı istemiyorum anlamında iki yana salladım.

"Aç olduğunu biliyorum," dedi sabit bir sesle. "Haydi, ye şunu."

Tepkisiz kalmayı sürdürürken, "Sana bir şeyler anlatmam gerektiğinin farkındayım. Ama ne kadar az şey bilirsen, o kadar iyi. Şu an güvendesin ve önemli olan bu," dediğinde sesi kadife kadar yumuşaktı. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım kaybolmayı umursamadan.

"Dedem iyi mi?"

Zamir, soru olarak bunu beklemiyormuş olmalıydı. Afallamıştı. Ama sonra kendisini toparlayarak, "İyi," dedi. "Çok iyi."

"Dedem mi gönderdi seni?" Bu, bana oldukça yakın bir ihtimaldi ve bunu doğrulamasına ihtiyacım vardı.

Düşünmeden, "Hayır," dedi.

Kaşlarımı çatarak, "O zaman neden beni kurtardın? Güvenliğim neden senin için önemli?" diye sordum. İnsan neden başka birine yardım ederdi? Bir çıkarı ya da mutlaka bir sebebi olmalıydı.

Peki, onun sebebi neydi?

Zamir, gözlerini kıstı ama oldukça ılık sesle, "Soru yok," dedi her defasında olduğu gibi. Ayağa kalkmak istediğim sırada bileğimden yakalayıp beni durdurdu. Ben, ona ters şekilde bakarken o, pizza dilimini dudaklarıma doğru yaklaştırdı ve yememi beyan eden bakışlar atmaya başladı. Dudaklarımı aralamadım, inatlaşmayı devam ettirerek. Zamir dakikalarca uğraştı, en sonunda pes edip, "Yemezsen yeme," deyip yukarı çıktı. O yukarı çıktığı an kutuyu önüme koyup beş dilim pizza yiyerek masada olan meyve suyundan da içtim. Karnım doymuştu, arkama yaslandım. Zamir, üzerini değiştirmiş bir şekilde içeri girdi. Masada duran artıklara ve bana baktı ve başını iki yana salladı, gülüp gülmemek arasında gidip geldi.

"Keçi."

Ona cevap vermek yerine, çantamın içindeki telefonu çıkarıp dedemin kimsenin bilmediği numarasını girerek onu aradım. Aynı anda bir el telefonu elimden aldı. "Ne yapıyorsun sen?"

"Dedemi arıyorum."

Soğuk sesle, "Arayamazsın," dedi. "Yerimizi tespit mi etsinler istiyorsun?"

Burun kıvırarak ukala bir edayla, "Dedemin bu numarasını kimse bilmez," dedim.

"Olmaz."

Öfkeyle, "Senin sözünü dinleyeceğimi kim söyledi?" diye bağırdım. Kendime engel olamamıştım, çünkü konu dedemdi ve bunu kısıtlamaya hakkı yoktu. "Telefonda yardımcı olacak kişilerin numaraları var. Sen onlardan biri değilsen neden kurtardın beni?"

Benim aksime sesini yükseltmeden elini saçlarından geçirerek bana baktı. Gözlerinde anlamını belki de ona ne kadar bakarsam bakayım çözemeyeceğim ifadeler vardı. Harelerinde yıkımın tohumları ekiliydi ve ben, her ona baktığımda bu tohumları sulayıp, onları canlandırıyordum sanki. Kararlı ve yıkıcı gözlerini, bir an olsun üstümden çekmediği zaman dilimi içerisinde, kalbimin bir şimşeği aratmayan gürültüsü, bütün bedenimde yankılanıyordu. "Benim sözümü dinlemek zorundasın," dedi sert bir sesle. "Dedeni merak ediyorsan her hafta onunla ilgili bilgileri elde edip sunarım sana. Ama aramak yok." Bir şey dememe fırsat vermeden telefonumu cebine attı. "Bu senin güvenliğin için."

Meydan okuyan bir sesle, "Neden?" dedim. "Neden bunu yapıyorsun? Beni niye koruyasın ki? Rüyalardan ibaretken neden gerçek olasın?"

Göz bebeklerini ele geçiren sinire aldırmadan yine sakinleşmeye çalıştı önce. Bana öfkeliydi. Ben de ona öfkeliydim. Ama ben bağırıp çağırırken o önce sakinleşiyor, sonra konuşuyordu. Bakışlarımı ona dokundurmamak için her ne kadar çabalasam da olmuyordu. Rüyalarda görmek için her akşam büyük hevesle uyuduğum adam tam karşımda kanlı canlıydı. Ona bakmamam nasıl mümkün olabilirdi ki?

"Soru yok," dedi defalarca dediği gibi. Onun ezber yaptığı repliğine karşılık yüzümü buruşturup ayağa kalktım ve çantamı sırtıma geçirerek kapıya ilerledim. Ben kapıya vardığımda Zamir, kolumu tutarak beni kendisine çevirmişti. "Sakın gitmeye kalkışma. Yoksa zor kullanmak mecburiyetinde kalırım."

Gözlerimde bariz belli olacak bir alevin yandığına emindim artık. Ona çakmak çakmak olan gözlerimle bakıp, "Ne istiyorsun benden?" diye haykırdım. "Neden ben?" Gözyaşlarım şiddetli bir nehir misali yanaklarıma akıyordu. Elimle akan yaşları durduramadım. Zamir şoktaydı. Ağlamam onu bozguna uğratmış olmalıydı. Onunla neredeyse burun buruna gelmiştik. Kolumu yavaşça bırakmış ve ne yapacağını bilmeden bana bakmaya başlamıştı. Gözyaşlarım kirpiklerimden firar etmeye devam ediyordu. Ayaklarım artık beni taşıyacak güce sahip değildi. Dizlerim titrediği zaman düşecek gibi olmuştum fakat Zamir, beni tek harekette kolumdan kavrayıp ayakta tutmayı becermişti.

"İyi misin?"

Cevap vermek istedim ama dilimden kelimeler düşmemekte ısrarcıydı. Zamir, kolumdan tutarak beni salona götürüp kanepeye yatırdı, ince bir battaniye ile üzerimi örttü. Ona engel olmadım, hiçbir itiraz cümlesi veya nidası kullanmadım. Yorgunluk üzerimden bir kamyonet gibi geçerken sanki bedenim altında ezilmiş gibiydi. Fazlasıyla yorgun bedenim battaniyenin verdiği sıcaklık ve güvenle mayıştı. Çok tuhaftı. Küçükken üzerime örttüğüm yorganın beni her kötülükten koruyacağını sanırdım. Ayağım yorgandan dışarı çıktığı zaman hemen onu yorganın içine saklardım korumak adına. Şimdi de bir battaniyeye güvenip gözlerimi kapatıyordum, bu kadar büyük bir kargaşanın ortasında.

"Baran, gitsene. Sülük gibi yapıştın ha!" Zamir'in yüksek çıkan sesiyle uykudan ayıldım ve gözlerimi açtım yavaşça. Etrafta kimse yoktu fakat yine de bu seslerini duymama engel değildi.

Baran, "Çok garip bir kız değil mi sence de?" diye sordu. "Kaş çatmaktan başka bir bildiği yok." Hah! Benden mi bahsediyordu?

Zamir sinirli çıkan sesiyle, "Gelir gelmez seninle PES mi atmalıydı? Ya da tavla mı oynamalıydı?" Sesinin tonu yine yüksek çıkmıştı.

"Onu uyandıracaksın. Sessiz konuş."

Zamir, "Ondan tırsıyor musun?" diye sorarken bu soruyu gülerek sormuştu ya da ben öyle hissetmiştim.

"Hayır ama sanki onu kızdırırsam gece beni baltalayabilir gibi hissediyorum."

"Bizim baltamız yok ki."

Baran'ın sesli şekilde nefes verdiğini işittim. "Oh be! Rahatladım."

"Ulan geri zekâlı," diye homurdandı. "Silahımız var, hatta silahı var ama seni baltayla keseceğinden mi korkuyorsun?"

"Öyle deme!" diye sitem etti Baran. "Ölmek var, ölmek var yani. Silahı alıp çekip vursa beni bir şey demem ama baltalanmak çok acı verici olur. Hem benim boynum hassastır. Anında kopar kafam! Top gibi yuvarlanırım yerlerde."

"İğrençsin!"

Ettikleri sohbete karşılık, yüzümü buruşturup, kanepede dikelerek ayaklarımı yere doğru sarkıttım. İkisi de mutfakta olmalıydı. Etrafa bakarak çantamı aldım ve boynuma geçirerek karnımın önünden sarkıttım. Elim boynuma ve kulağıma gitti, Turan'ın aldığı takıların yerinde olduğunu fark ettim. Aklımda gezinen sorularla beraber ayakkabılarımı ve ceketimi giyip, sessiz adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Kapının anahtarı üzerindeydi. Kapı kolunu çevirip açarken derin nefes aldım ve yorgun bedenimi dışarı attım. Öğlendi. Yüze değdiği zaman tatlı his bırakan rüzgârlı bir hava hâkimdi Mersin'in Erdemli ilçesinde. Etrafa baktım ve dedeme ulaşabileceğim bir telefon kulübesi aradım. Caddenin başından buraya doğru ilerleyen bir kadın gördüm, ona doğru koşmaya başladım.

Bütün bedenime yayılan heyecan hissiyle koşup caddenin ortasına vardım. Bir el ceketimin kapüşonundan tutup beni kendine çekerken çığlık atacaktım fakat ağzımı kapatmıştı. Korkuyla arkamı dönüp beni yakalayan kişinin yüzüne bakmak istediğimde sesi kulağıma dolmuş ve buna gerek kalmamıştı.

"Zor kullanmaya mecbur bırakmasan olmaz mı?" Metalik parfümünün kokusu burnuma dolduğunda çırpındım kurtulmak adına fakat nafileydi. Beni çoktan eve doğru götürmeye başlamıştı. Ona direnmedim ve o da bunu bekliyormuş gibi canımı asla yakmadı. Eve vardığımızda Baran kapıdaydı. İçeri girip de kapıyı kilitlediğinde sonunda Zamir, beni tutmaktan vazgeçerek bıraktı.

Bana kaçmamı kınayan bakışlar atarak, "Bakmayın bana öyle!" diye tısladım her ikisine. "Dedemi aramama izin vermeliydin. O onaylamazsa ben burada kalamam."

İfadesiz bir sesle, "Kalırsın," dedi. "Kocaman kızsın, dedenden izin belgesi mi isteyeceksin?"

Öfkeyle, "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" diye bağırıp koltuktan aldığım yastığı ona fırlattım. Yastık göğsüne çarpıp yeri boylarken bir an olsun kıpırdamadı. Bana donuk bir yüz ifadesiyle bakmayı sürdürdü. Önüne gelip göğsünü yumruklamaya başladım. "Bırakacaksın beni! Anladın mı? Bırakacaksın!" Art arda indirdiğim yumruklar sonrasında aniden Baran belirip beni çekti ve durdurdu.

"Hey! Dur."

O an Zamir'in sarsılmaz ifadesinin kaybolduğunu fark ettim. Yüzünü acıyla buruşturarak, "Sen dur burada," dedi Baran'a hitaben. "Hemen geliyorum." Zamir kaybolduğunda Baran, tuttuğu kollarımı serbest bırakıp beni kendisine çevirdi.

"Küçük bir çocuk gibi davranmayı keser misin?" diye sitem etti âdeta. "Sana zarar vermedik, vermeyeceğiz. Sakinleşip sadece burada kalamaz mısın?"

"Kalamam!" diye bağırdım yüzüne doğru. "Ben kimseye güvenemem. Söz verdim. Hem size neden güveneyim?"

Baran, hiçbir şey söylemeden bana baktı. Zamir, dakikalar sonrasında geri dönüp kolumdan tutmuş ve beni yukarıya götürmeye başlamıştı. Kolumu kenetlenmiş parmaklarından çekmeye çalışsam da başarılı olamadım. Beni yukarıda koridorun sağındaki odaya getirdi, kapıyı kapatmadan hemen önce, "Neden rüyalarıma girdin?" diye haykırdım. Bacaklarım beni taşıyamaz hâle gelince kendimi yere atmış ve ağlamaya başladım. O, benim rüyalarımda çok güzeldi fakat şimdi neden beni gerçeğin tokadını yemeye mecbur bırakıyordu? "Neden ha neden? Neden? Neden buradayım?" Zamir, duraksayarak aralık olan kapıdan bana baktı. Uzun kirpiklerinin çevrelediği gözlerinin içine baktım. Bana adım atmak ya da geri çekilmek arasında mekik dokuyordu. Avuçlarımı zemine bastırırken her an yığılacak gibiydim. Zamir, öylece kapıda dikilirken hiçbir şey söylememekte ısrarcıydı. Birkaç dakika öylece durmuş, ardından kapıyı kapatarak dışarı çıkmış ama kilitlememişti.

Kaç saat öylece odada oturdum, bilmiyordum. Gece karanlığa tüm benliğiyle teslim olup karardığı zaman, pencereden vuran birkaç yıldız ışığı bile, odayı aydınlatmaktan acizdi. Karanlık odada ayaklarıma sarılarak otururken ruhumun acısını unutuyordum ara sıra.

Yelkovanla akrebin savaşı ilerlemeye başladığında kapının sesi, odaya âdeta gürültü gibi doğmuştu. İki kez tıklatılan kapı bana dedemi anımsattı, gözümü sıkıca yumup açtım. Zamir olduğundan emin olduğum gölgenin sahibi odaya dâhil olunca boş bakışlarımı zemine diktim. Zamir, birkaç adımda yanıma ulaşıp heybetli bedenini yere bıraktı. Solumdaydı ve şu an aynı rüyamdaki gibi oturuyorduk. Başımı sola çevirip bana bakan siyah gözlere odaklandım. Yüzüne ay ışığı vuruyordu ve loş ışık sayesinde çehresini seçebiliyordum. Gözlerim gözlerine kilitlendi, ölümün rengine boyanmış harelerindeki kıvılcım büyüyordu.

Nefesinin sert sesini işitirken yine kalbim tekledi nedensizce. Zamir elini bana uzattı, bu sefer kalbim âdeta durmuş gibiydi. Her defasında ona elini uzatan ben olurdum. Ama ikinci defa oydu bunu yapan ve ilk defa gerçek hayatta bu konumdaydık. Kalbim dalından kopup düşen bir yaprak gibi gecenin ayazında süzülürken, gözlerim şaşkınlıkla açılıp hedef olarak onu seçmişti.

Bir dakikayı geçtiğine emin olduğum esnada Zamir kısık sesle, "Tutmayacak mısın?" diye sordu.

Yutkundum. "Neden tutayım?"

"Rüyalarda el ele tutuşuyorduk. Dün gece de dans ettik?"

Başımı salladım ve onu onayladım. "Evet." Görmeye çoktan alışkın olduğum eline bakarak, "Ama bu farklı," dedim. Yorgundum ve bu sesime de yansımış olmalıydı. Sanki dün gece ölmüş, bugün cesedimin çürümesini bekliyordum.

Zamir söylediklerimi inkâr ederek, "Farklı değil," dedi. "Aynı hissediyorsun."

Yorgun gözlerimi ona çevirdim tekrar. "Benden ne istiyorsun?" Benden ne istediğini gerçekten merak ediyordum. Bir Akşahin'dim. Beni kaçırıp fidye isteyebilirdi, dedemi tehdit edebilirdi. Belki de bana zarar verirdi. Başka? Hiçbir şey. Ama bunları yapması için aylarca rüyalarıma konuk olması ya da dün lansmanda karşıma çıkması gerekmezdi.

Gözlerini kıstı ama bunu küstahça yapmamıştı. Gözleri mazinin yüküne dayanamayıp kendiliğinden kısılmıştı sanki. "Senin güvende olmanı istiyorum." Tereddüt etmeden, hiçbir şüphe ettirmeden kurduğu cümleye karşılık, başımı onaylamazcasına iki yana salladım.

"Seni tanımıyorum."

Zamir ılık sesle, "Ama ellerin ellerimi tanıyor," diyerek benden onay beklemeden elimi tuttu.

Elini bırakmadım. Bırakmak istemedim. Aptalcaydı biliyorum ama onun elini bırakırsam düşeceğimi sanmıştım o an. "Bana bir açıklama yapmazsan burada kalamam."

Kendinden emin sesle, "Kalırsın," dedi.

"Kalamam. Sebebini bilmeden evimi, ailemi bıraktım. Rüyalardan ibaret ve son zamanlar gerçek hayatıma da dâhil olmuş biri aldı, beni buraya getirdi. Silahlı saldırıya uğradım. Hayatımda ilk defa silah doğrulttum birilerine."

Zamir gözlerini yumarak sırtını duvara yasladı. Bu konulardan konuşmak onu bunaltmış gibiydi. Ama asıl konumuz buydu. Benim neden burada olduğumu konuşmalıydık. Bana bir sebep ve birden fazla seçenek sunmalıydı. "Sadece böyle kalsak olmaz mı?"

Tekdüze bir tonla, "Olmaz," dedim. Bana ne yapacağını, benimle ilgili maksadını öğrenmeden burada kalmam olası değildi. Ondan korkmam gerekirdi. Ama neden... Korkmuyordum?

Sorularıma cevap bulmadan ona rahat vermeyeceğimi anlamış gibi konuyu değiştirdi. "Acıktın mı?"

"Önemli mi?"

"Evet."

"Acıkmadım."

Ayağa kalkarak beni de beraberinde kaldırdı. Ellerimizi bir an olsun ayırmadı, beni tek kişilik yatağa götürdüğünde ise meraklı bakışlarım üzerindeydi. Benim yatağa oturmamı sağlarken kendisi dizlerimin yanında yere çöktü. Ona baktığım sırada başını kaldırıp karanlığa meydan okuyan gözlerini gözlerime dikti. "Sana hiçbir açıklama yapamam. Sen bana güvensen olmaz mı?"

Kafamı iki yana salladım. "Olmaz."

"Deden söyledi diye mi?"

"Dedemin nasıl olduğunu ne zaman söyleyeceksin?"

Gözlerime bakarak, "Baran!" diye bağırdı. Bir dakika geçmeden Baran içeri girip ışıkları açtı, bakışlarımı kaldırarak ona baktım. Zamir ise ona dönmeden, "İskenderun'da son durum nedir?" diye sordu.

Baran, "Azim Akşahin herkese torununun Viyana'ya iş için gittiğini söyledi. Şu an kendisi Turan Demirhan'la beraber iş yemeğinde. Sağlığı ve kendisi gayet iyi görünüyor," dedi. Ağzım açık onu dinliyordum ama yine de çenemi dikleştirerek, "Size neden inanayım?" diye sordum.

Zamir kaşlarını çatarak, "Fotoğrafları göster," dedi, emredercesine. Baran'ın açıp bana uzattığı telefonda dedemin fotoğrafına baktım. Yanında Turan ve işteki önemli kişiler vardı. Daha dün ağlaması yüzünden hiç okunmuyordu. Benim burada kaçak hayatı yaşamama rağmen dedem mutlu görünüyordu. Turan, dedemin tam yanında otururken o yerin bana ait olduğunu anımsadım. Turan, tam olarak bir günde benim yerimi doldurmuş gibiydi. O an, onu deli gibi kıskandım. Turan'ı bu zamana kadar sayamayacağım kez kıskanmıştım ama bu sefer bambaşkaydı.

"Bu fotoğrafı çeken kişi neden dedemi yalnız yakalayıp beni onunla konuşturmuyor?"

Mantıklı sorum karşısında Zamir ve Baran afalladı. Ama çok geçmeden Zamir, "Deden onu aramanı söylemedi değil mi? Bak, ortalık birazdan çok karışacak ve seni uzaklaştırmak istedi. Burada güvendesin," dedi. "Sana zarar vermeyeceğimize yemin ederiz. Zaten birkaç güne anlayacaksın dedenin seni neden uzaklaştırdığını."

"Beni asla arama." Dedemin sesi zihnimde yankılandı, bu cümlesine anlam veremedim. Onu aramamda ne gibi sakınca olabilirdi? Kim, neden telefonla izimizi sürerdi?

Baran, "Deden sana önemli bir şey verdi mi?' diye sordu. Zamir, hayatımda gördüğüm en ölümcül bakışla ona baktı. Bu soru neden onu kızdırmıştı ki?

Kaşlarımı çattım. "Ne gibi?" Telefon, para, silah ve çanta. Başka bir şey vermiş miydi?

Zamir, "Boş ver. Merakından sordu," diye kestirip atarken ayağa kalkmıştı aynı zamanda.

"Yemek getireyim mi?" diye sordu biraz sonra Baran. O an acıktığımı yeni fark etmiştim. Her ne kadar onların yemek anlayışı bana zıt olsa da açlıktan ölmek istemezdim.

Ona bakarak başımı salladım. Zamir, bana şaşkınlıkla baktı. "İnanılmazsın," dedi. "Keçisin sen."

Baran, neredeyse koşar adım aşağı indi. Zamir, bana dik dik bakmaya devam ediyordu. Onu umursamamaya çalışarak kıyafet bulmak adına çantamın içerisini aradım ama yoktu. Ayaklanıp dolaba yöneldiğim anda bana eşofman takımı uzattı. Benim için önceden kıyafet mi almıştı yoksa evinde kadın kıyafetleri mi vardı? Bu soruları seslendirmedim ve kafamı kaldırarak ona ters bakış attım. "Çıkarsan, giyineceğim."

"Giyinmen için illa çıkmam mı gerekiyor?" Muzip cümlesine karşılık yataktan bulduğum yastığı göğsüne fırlattım. Zamir'in ifadesi değişti, birkaç adımda yanıma varıp yumuşak bir dokunuşla kolumu tuttu.

"Bana bir şeyler fırlatmaktan, vurmaktan vazgeç."

İnatlaşarak, "Sen beni burada tutunca oluyor ama?" deyince yüzü kaskatı kesildi.

Homurdanarak, "Anla artık," dedi. "Hepsi senin için."

"Ben seni tanımıyorum bile! Bana neden karşılıksız iyilik yapasın?" Bir insanın başkasına karşılıksız iyilik yapacağına inanmazdım. . Şimdi ise Zamir, beni koruyacağını beyan ediyor ama sebebini dile getirmiyordu.

Zamir, "Sana ne!" diye bağırdı, korkuyla sıçradım. Hayatımda ilk kez biri bana bağırıyordu sanırım. "Burada kalacaksın diyorsam, kalacaksın. Gidecek tek bir yerin bile yok."

Gözlerimden saçılan öfke eşliğinde, "Telefonumda numaralar var! Onlarla iletişime geçebilirim. Sana mecbur değilim!" diye bağırdım ona karşılık olarak. Beni otogardan çıkarmış ve hayatımı kurtarmış olabilirdi ama yine de ona mecbur değildim.

Bana alayla baktıktan sonra cebinden çıkardığı telefonumu açtı ve birkaç defa ekrana tıkladı. Telefonu bana doğru tuttu, rehberin bomboş olduğunu gördüm. Bütün numaraları silmişti. Ela harelerimin şaşkınlık ve sinirden dolayı büyüdüğünü hissettim. Burnumdan çıkan sert nefesin sesi kulaklarıma doldu, kaskatı bir yüzle onun suratını izledim. Ona bağırmadım, ona vurmadım. Bunları neden yapmadığımı bilmiyordum ama o an hiçbiri içimden gelmemişti.

Baran, içeri elinde tepsiyle girip bana doğru yaklaştı. Hayal kırıklığını gizlediğim öfkeli gözlerimle Zamir'e bakıyordum hâlâ. Tepsiyi yatağın üzerine koydu, "Yemeyeceğim," dedim boş sesle.

Zamir, "Yiyeceksin," diye diretti. Önce duraksadım ama sonra kaşlarımı çatarak gözlerimi gözlerine diktim. İçinde bulunduğumuz saniyeler yanarak kül olmaya devam etti. Yemeyeceğimi ispat eden bakışlarla onu izlediğim sırada Baran dışarı çıkmıştı. Zamir, bana doğru gelip yanıma oturdu ve sandviçi tabaktan alıp yemem için bana uzattı. Elini ittirirken bu sefer ekmeği dudaklarıma yapıştırdı. "Eğer yersen en kısa sürede dedenin sesini duyarsın."

Ona döndüm hayretle. "Gerçekten mi?"

Zamir, umut dolu sorum karşısında bir anlık kalkanlarını indirip, gülümser gibi oldu. Sonrasında kendini hemen toparladı. Bir anlık dudaklarının kıvrılmasının sanrı olduğunu bile düşündüm. "Gerçekten." Sandviçi yemeye başladım, açlığın getirdiği dürtüyle hareketlerim hızlanmıştı. Birkaç dakikada koca sandviçi mideme indirdikten sonra meyve suyunu da içip Zamir'e döndüm. "Güzel." Kendi kendine mırıldanıp tepsiyi aldığı sırada bir şey unutmuş gibi bana döndü. "Silahın nerede?"

Aklıma bugün adamlara silah doğrulttuğum geldi, bedenimden bir ürperti geçmişti. "Bilmiyorum." Büyük ihtimal arabada unutmuş olmalıydım. Çünkü indiğimde silahı aldığımı hatırlamıyordum.

"Peki. Kapıyı kilitlemiyorum. Kaçmak girişimlerinin anlamsız olduğunu anlamışsındır diye umuyorum. Bir şey istersen seslen. Karşı odadayım."

Zamir dışarı çıktı, gözlerimi sıkıca yumdum. Birkaç dakika etrafa bakıp olduğum yeri düşündüm. Sorular beynimin içinde debelenip durmaya başladı, oturduğum yerde üzerimi değiştirdim, mücevherlerimi çantama attım ve yatağa uzandım. Sadece bilekliğimi çıkarmamıştım.

Saniyeler, dakikalar koşuşturmaya devam etti. Geçen zaman diliminden habersiz gözüm kapalı şekilde uzanmaya devam ettim. Aklıma uyuyamadığım geceler gelmişti ve bu yastığıma sıkıca sarılamama neden oldu.

"Turan, gitme!"

Bana üzgün bir şekilde bakarak, "Ama gitmem gerekiyor," dedi, yaşaran gözlerle ellerinden tuttum.

"Lütfen, gitme ve birlikte uyuyalım."

Dedem artık büyük kız olduğum için benimle uyumayı reddediyordu ve bu yüzden Turan'la uyuyordum bir süredir. Fakat şimdi o da evine gideceğini söylüyordu. Peki, ya ben? Yalnızlığa mahkûm mu olacak, kocaman odada küçülüp uyumak zorunda mı kalacaktım?

"Yengem çocuklarına masal anlatıyor. Bana anlatmıyor. Dedem de masalın sonuna gelemeden uyuyakalıyor. Lütfen sen kal ve bana masal oku."

Başını şiddetle iki yana salladı. "Ben masalları sevmem."

Masalın sonunda uyuyakalan dedem, masal okumayı sevmeyen kuzenim ve hiçbir masalın sonunu bilmeyen bir küçük kız -yani ben- vardı. Son kelimesini hiç duymamış, hep kendi hayalime göre hikâyeleri şekillendirmiştim. Fakat en yakıcı nokta şuydu ki, benim tasvir ettiğim hiçbir son, mutlu değildi. Çünkü benim mutlu sonlara olan inancım çoktan ölmüştü. Çocukluğum gibi...

Bir tıkırtı sesine kadar gözlerimi yummuş ve geçmişi gözlerimin önünde film gibi oynatıyordum. Ses geldiğinde kalbim korkuyla gümbür gümbür çarpmaya başladı. Sessizce dinlemeye devam ederken karnıma balyozla vuruluyormuş gibi hissediyordum. Korkunun darbeleri göğsümde kocaman bir delik açmaya çalışıyordu. Yerimden doğruldum ve ayağa kalkarak çıplak ayaklarımın soğuk zeminle temas etmesine izin verdim. Odanın kapısına doğru ilerlerken çantamı son anda hatırlayıp aldım. Kapıyı yavaşça açıp etrafı kolaçan ettim, karanlık koridorda kimse yoktu. Çantamı önümde tutarak kendimce bir savunma mekanizması oluşturdum ve karşı odanın önüne geldim.

Bu sefer kalbim heyecanla kasıldığında korkunun verdiği his kalbime galip geldi ve kendimi aniden Zamir'in odasında buldum. İçeri geçip kapıyı kapattım, tıkırtı sesini tekrar duyup ağzımdan küçük bir nidanın kaçmasına engel olamadım.

Zamir'i uyandırmaya bu sesim bile yetmişti. Yatakta doğrularak uyku mahmurluğu barındıran gözleriyle bana döndü. "Ne oldu?"

Sırtımı kapıya yaslayarak, "Sesler geliyor," dedim tek nefeste. "Tıkırtı sesleri. Birileri var sanırım."

Zamir, yorganı üzerinden atıp komodinin üzerinden silahını aldıktan sonra büyük adımlar atarak yanıma vardı. Gözlerim irileşmiş şekilde onu izliyordum. "Gel benimle."

Kolumdan tutarak birlikte odadan çıktık. Kalbim şiddetli şekilde çarpmaya devam ediyordu. Tedbirli şekilde merdivenleri inerken silah önünde, ben ise arkasındaydım. Tekrar ses geldi, korkuyla irkilip Zamir'in arkasına sindim. Başını çevirerek bana baktı, karanlığın saltanatta olduğu hareleri yüzümde gezindi. "Korkma."

Onayla başımı sallayıp istemsizce koluna tutundum ve onunla beraber ilerledim. Zamir, sesin geldiği tarafa ilerlerken silahını kaldırmıştı bile. Mutfağa girip silahını doğrulttuğu kişiye, "Kıpırdama!" dedi. Olanların hepsi birkaç saniyede gerçekleşmişti. Baran, başını soktuğu buzdolabından çıkarıp Zamir'in silahını görmüş, elindeki reçel kavanozunu korkudan göğe fırlatmış, kavanoz yeri boylayıp kırılmış, Baran korkudan hareket ettiği için cam parçası ayağına batmıştı.

Şimdi ise Baran, mutfak tezgâhına çıkmış, Zamir ise ayağının altındaki cam parçasını çıkarmaya çalışıyor, ben ise kendimi gülmemek için zor tutuyordum.

Zamir homurdanarak, "Mutfak faresiymiş tıkırtının sebebi," dedi kendi kendine. "Ben de birileri bizi buldu sandım."

Baran, "Benim de bu evde yaşadığımı unuttunuz mu? Ağız tadıyla reçel yedirmediniz!" diye bizi kınadı. Tüm olanlara rağmen onun bu hâline içten şekilde gülmek istedim ama yapamadım.

Zamir sinirle, "Sabahın üçünde reçel yemek ne demek?" diye sordu. "Seslerden korkmuş." Sabah üç müydü? Bu saate kadar gerçekten de uyuyamayıp düşünmüş müydüm?

Baran, bana dönerek şikemperver olduğunu belli edercesine, "Alışsan iyi olur," dedi. "Ben geceleri acıkırım." Başımı iki yana sallayarak mutfaktan dönüp çıktım, Zamir arkamdaydı, Baran ise tekrar yemeğine dönmüştü. Beraber yukarı çıkınca sağdaki odaya doğru yöneldim.

O da benimle beraber odaya girdi ve başımı çevirip ona baktım sorarcasına. Ben çantayı bırakıp yatağa otururken, "İyi misin?" diye konuştu Zamir.

Başımı kaldırıp boş boş ona baktım. Alayla, "Sence?" dedim. İç çekerek tek dizinin üzerinde oturdu. Bana bağırmıştı. Hayatım boyunca ilk kez biri bana bu denli sesini yükseltmişti. Küçüklüğümden beri dedem bana kimsenin bağırmasına izin vermezdi. Hiç kimse beni ağlatamazdı çünkü, zaten benim ağlanacak çok şeyim vardı.

"Sana bağırmak istememiştim," dedi sakin sesle. "Soru sorup, bağırıp çağırmana kızdım. Kızmamam gerekirdi ama işte." Pişman mıydı? Ses tonunda yeşeren bu pişmanlık tonu ruhuma ince bir şekilde temas etti, ürperdiğimi hissettim ama bu his üşümek gibi değildi.

Yatağa uzanarak battaniyemi üzerime çektim. Başım yastığa gömülmüş, gözlerim ise Zamir'in üzerinde kilitlenmişti. "Rüyalarıma girmeyi nasıl başardın?" Bu, sanırım en çok merak ettiğim şeydi. Rüyalar hakkında pek bir bilgi sahibi olmasam da insanların, birbirilerinin rüyalarına girebildiğini biliyordum. Bunu Fatih de onaylamıştı. Mümkün bir şeydi ama benden bağımsız olmalıydı. Ben onun rüyasına girmediğime göre o mu benimkilere giriyordu? Peki, ben nasıl rüyada olduğumun farkında bir şekilde hareket edebiliyordum?

Zamir, ela harelerime hükmetmek istermiş gibi bakıp, "İnsan istediği her şeyi yapabilir," diye fısıldadı.

"Beni tanıyor muydun?"

Varla yok arası gülümsemesini takındı. "Azim Akşahin'in varis torununu kim tanımaz ki?" Tahmin ettiğim gibi... O da beni dedemden dolayı tanıyordu.

Acıyla gülümsedim. Beni Azim Akşahin'in torunu olarak görmesi kanıma dokunmuştu. Bir ismim vardı ve insanların bana her zaman, sadece kendim olduğum için saygı duymasını bekliyordum. Sadece Mihrinaz olduğum için beni seven kişi sayısı kaçtı ki? Belki de hiç yoktu. Herkesin beni tanıma ya da bana ilk saygı duyma sebebi dedemdi, ben değildim. "Azim Akşahin'in varis torunu Mihrinaz Akşahin."

"Senin hakkında tahmin ettiğinden fazla şey biliyorum, Kıvırcık."

"Nasıl?" diye sordum. Zamir, kollarını göğsünde kenetleyerek bana baktı.

"Soru yok." Ezberlediğim repliğini tekrar ederken bu sefer onu umursamadan gözlerimi yumdum. Dakikalar birbirini kovalarken Zamir'in odadan çıkmasını bekledim ama çıkmadı. Gözlerim yumulu olmasına rağmen üzerimde olan bakışlarının ağırlığı altında ezilen kalbim, hızlı atmaktan yorgun düşmüştü.

"Çıkar mısın?"

Sanki mantıksız bir şey istemişim gibi iç çekip, "Çıkmam," diye fısıldadı.

Yüzümü buruşturup gözlerimi açmadan, "Neden?" diye sordum.

İçimi dahi yakabilecek kadar sıcak bir sesle, "Çünkü seni izliyorum," dediğinde kalbim tekledi.

Dünyanın en normal şeyini yapıyormuş gibi konuşmasına rağmen itinayla gözlerimi açmadım. "Neden?"

Birkaç saniye sonra ondan cevap alamayacağımı fark ettim. Dudaklarıma paslı kilit vurmamın sebebi de sorularıma itinayla cevap vermemesi, beni daima yanıtsız bırakmasıydı.

Gözlerimi daha sıkı yumduğumda huzursuz hissedeceğimi sanmıştım fakat öyle olmamıştı. Yanımdaki varlığıyla mayışan bedenim, uykunun kollarına ruhumu teslim ettiğinde, gerçek hayattan kopmak üzereydim. Tatlı bir esinti, battaniyenin dışında kalan kollarımı ve yüzümü gıdıklarken huzurun tanımını yaşıyormuş gibi hissettim. Birkaç saniye sonra rüzgârın kulağa hoş gelen uğultusunu dinledim, ardından yüzüme düşen saç tutamım bir el tarafından geri itildi. İrkilmedim. Bu eli tanıyordum. Sahibini tanımıyordum ama bu ele aşinaydım. Sanki parmak izlerini ezberlemiş bedenim ve ruhum onu çoktan tanıyordu.

Aşinalık. Evet, ona duyduğum his buydu.

Asi saç tutamlarım rüzgârla bir olup oyun oynuyor, onun parmakları bu oyunu her seferinde bozuyordu. Bıkmadan, usanmadan saçımı yüzümden çekmeye devam ederken kalbimin, içimde bir volkan gibi patladığının bilincindeydim.

Yanağımda sıcak parmaklarının tüy kadar hafif dokunuşlarını hissettiğimde göz kapaklarımı aralamak, bunu yapmamasını söylemek, bağırmak, onu itmek istedim ama yapamadım. Kalbimin ritmi hızlandığında içimdeki bu gıdıklayıcı ve sıcacık duygunun geçmemesini diledim.

Yanağımı okşadı.

Beni izledi.

Aşinalık, şefkat... Daha iki günde, iki duygu aramızda örgü örüyorken başka hangi hissin ipi eklenecekti bu örgüye?

Sesli şekilde nefes alıp verdiğinde nefesi, beni odaya dolan rüzgâra rağmen ısıtmıştı. Parmakları yanaklarımda, kendine bir harita çizmeye devam ediyor ve bu dokunuşları benim uykumu getiriyordu.

Bildiğim tek şey güvende olduğumdu. Beni arkasına alıp önümden silahla yürüdüğü anlar beynime, hatta tüm iliklerime kazınmıştı. Dedemin gölgesinde büyüyüp sadece ona güvenen ben, şimdi rüyalarımdan tanıdığım bir adamın yanında güvende hissediyordum. Bir yerde okumuştum sanırım. Diyordu ki, bir adama güvenirseniz, onun eline silah vermiş olursunuz. Eğer adamsa bu silahla sizi korurdu. Adam değilse sizi vururdu. Peki, Zamir hangisini yapacaktı?

Continue Reading

You'll Also Like

44.4K 2.3K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
3.5K 542 18
"Bir denizcinin evine dönmesi, kırlangıçların umurunda olmaz." Çimen'den tanıdığımız İrem Ardıç'ın hikayesidir. Bu hikayeyi okumuş olmak için Çimen'i...
2.1M 207K 42
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...
55K 8.2K 37
"Açık bir yaraya dikenlerle dolu bir gül bastırıyorsun. Dikkat et, kanı durduruyorsun ama canımı acıtıyorsun." ❧ Bir mikrofon kırılır, bir çocuk gömü...