NAMAZ KİTABI

By ahkamiislamiyye

154 8 1

Küçük bir ilmihal niteliğinde olan bu kitâbda her müslümanın bilmesi zaruri olan Ehl-i sünnet i'tikâdı, namaz... More

ÖNSÖZ
NAMÂZ BÜYÜK EMRDİR
Birinci Bölüm: ÎMÂNIMIZ ve NAMÂZ
EHL-İ SÜNNET İ'TİKÂDI
ÎMÂNIN ŞARTLARI
İkinci Bölüm:İBÂDETLERİMİZ VE NAMÂZ
İSLÂMIN ŞARTLARI
Üçüncü Bölüm : NAMÂZ KILMAK
Dördüncü Bölüm : NAMAZIN ÇEŞİDLERİ
Abdestin Sünnetleri
Abdestin Edebleri
Abdesti Bozan Şeyler
Abdesti Bozmayan Şeyler
GUSL (Boy Abdesti)
TEYEMMÜM
SETR-İ AVRET (Avret Mahalli ve Kadınların Örtünmeleri)
NAMÂZ VAKTLERİ
NAMÂZ NASIL KILINIR?
NAMÂZIN VÂCİBLERİ
NAMÂZIN SÜNNETLERİ
NAMÂZIN MÜSTEHABLARI
NAMÂZIN MEKRÛHLARI
NAMÂZI BOZAN ŞEYLER
CEMÂ'AT İLE NAMÂZ
CUM'A NAMÂZI
ÖLÜME HÂZIRLIK
TERÂVÎH NAMÂZI
Beşinci Bölüm : YOLCULUKDA NAMÂZ
HASTALIKDA NAMÂZ
KAZÂ NAMÂZLARI
Altıncı Bölüm : NAMÂZ KILMAYANLAR
NAMÂZ KILANLARIN FAZÎLETLERİ
TECDÎD-İ ÎMÂN DÜÂSI
Yedinci Bölüm : NAMÂZ İSKÂTI
Sekizinci Bölüm : OTUZİKİ VE ELLİDÖRT FARZ
KÜFR BAHSİ
ON ŞEY, SON NEFESDE ÎMÂNSIZGİTMEĞE SEBEB OLUR
EHL-İ SÜNNET İ'TİKÂDINDA OLMAK İÇİNŞU HUSÛSLARA DİKKAT ETMELİDİR
KÖTÜ HUYLAR
Dokuzuncu Bölüm : Sûre ve Düâlar Lâtin Harfleri ile Yazılır mı?
Namâz Düâlarının Meâlleri
İSTİGFÂR DÜÂSI

NAMÂZIN HAKÎKATİ

3 0 0
By ahkamiislamiyye


NAMÂZIN HAKÎKATİ


Büyük islâm âlimi Abdüllah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh" (Mekâtib-i şerîfe) kitâbının 85.ci mektûbunda buyuruyor ki:

Namâzı cemâ'at ile kılmak ve (Tümânînet) ile kılmak, rükü'dan sonra (Kavme) yapmak ve iki secde arasında (Celse) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır. Hanefî mezhebinin müftîlerinden (Kâdîhân), bu ikisinin vâcib olduğunu, ikisinden birisini unutunca (Secde-i sehv) yapmak vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namâzı tekrâr kılmasını bildirmişdir. Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakın sünnet demişlerdir. Sünneti hafîf görerek, ehemmiyyet vermiyerek terk etmek küfrdür. Namâzın kıyâmında, rükü'unda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zemânında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyyetler, hâller hâsıl olur. Bütün ibâdetler namâz içinde toplanmışdır. Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek [ya'nî sübhânallah demek], Resûlullaha salevât söylemek ve günâhlara istiğfâr etmek ve ihtiyâcları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek Ona düâ etmek namâz içinde toplanmışdır. Ağaçlar, otlar, namâzda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükü' hâlinde, cansızlar da namâzda (Ka'de)de oturur gibi yere serilmişlerdir. Namâz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmakdadır. Namâz kılmak, mi'râc gecesi farz oldu. O gece, mi'râc yapmakla şereflenen, Allahın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namâz kılan bir müslimân, O yüce Peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaşdıran makâmlarda yükselir. Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne karşı edebi takınarak huzûr ile namâz kılanlar, bu mertebelere yükseldiklerini anlarlar. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu ümmete merhamet ederek, büyük ihsânda bulunmuşlar, namâz kılmağı farz etmişlerdir. Bunun için Rabbimize hamd ve şükr olsun! Onun sevgili Peygamberine salevât ve tehıyyât ve düâlar ederiz! Namâz kılarken hâsıl olan safâ ve huzûr şaşılacak şeydir.

Üstâdım [Mazher-i Cân-ı Cânân] buyurdu ki, (Namâz kılarken, Allahü teâlâyı görmek mümkin değil ise de, görür gibi bir hâl hâsıl olmakdadır). Bu hâlin hâsıl olduğunu tesavvuf büyükleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. İslâmiyyetin başlangıcında namâz Kudüse karşı kılınırdı. Beyt-ül-mukaddese karşı kılmağı bırakıp, İbrâhîm aleyhisselâmın kıblesine dönmek emr olunduğu zemân, Medînedeki yehûdîler kızdılar. (Beyt-ül-mukaddese karşı kılmış olduğunuz namâzlar ne olacak?) dediler. Bekara sûresinin 143. cü âyet-i kerîmesi gelerek, (Allahü teâlâ îmânlarınızı zâyı' eylemez!) meâlinde buyuruldu. Namâzların karşılıksız kalmıyacakları bildirildi. Namâz, îmân kelimesi ile bildirildi. Bundan anlaşılıyor ki, namâzı sünnete uygun olarak kılmamak, îmânı zâyı' etmek olur. Resûlullah efendimiz "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", (Gözümün nûru ve lezzeti namâzdadır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, (Allahü teâlâ namâzda zuhûr ediyor, müşâhede olunuyor. Böylece gözüme râhatlık geliyor) demekdir. Bir hadîs-i şerîfde, (Yâ Bilâl "radıyallahü teâlâ anh"! Beni râhatlandır!) buyuruldu ki, (Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namâzın ikâmetini söyliyerek, beni râhata kavuşdur) demekdir. Namâzdan başka bir şeyde râhatlık arıyan bir kimse, makbûl değildir. Namâzı zâyı' eden, elden kaçıran, başka din işlerini dahâ çok kaçırır.


NAMÂZDAKİ ÜSTÜNLÜKLER

İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi aleyh" (Mektûbât) kitâbının birinci cild, ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:

Şurası muhakkak olarak bilinmelidir ki, namâz, İslâmın beş şartından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamışdır. İslâmın beşde bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına müslimânlık demek olmuşdur. İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine kavuşduracak işlerin birincisi olmuşdur. Âlemlerin Efendisi ve Peygamberlerin "aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vesselâm" en üstünü olana mi'râc gecesi, Cennetde nasîb olan rü'yet şerefi dünyâya indikden sonra, dünyânın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namâzda müyesser olmuşdur. Bunun içindir ki: (Namâz mü'minlerin mi'râcıdır) buyurulmuşdur. Bir hadîs-i şerîfde, (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namâzdadır) buyurulmuşdur. Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere o rü'yet devletinden, bu dünyâda büyük pay, yalnız namâzda olmakdadır.

Evet, bu dünyâda Allahü teâlâyı görmek mümkin değildir. Dünyâ buna elverişli değildir. Fekat, ona tâbi olan büyüklere, namâz kılarken rü'yetden birşeyler nasîb olmakdadır. Namâz kılmağı emr buyurmasaydı, maksâdın, gâyenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar ma'şûku nasıl bulurdu? Namâz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namâz, hastaların, râhat vericisidir. Rûhun gıdâsı namâzdır. Kalbin şifâsı namâzdır. (Ey Bilâl, beni ferâhlandır!) diye ezân okumasını emr eden hadîs-i şerîf, bunu göstermekde, (Namâz, kalbimin neş'esi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûyu işâret etmekdedir. Zevkler, vecdler, bilgiler, ma'rifetler, makâmlar, nûrlar, renkler, kalbdeki telvinler ve temkînler, anlaşılan ve anlaşılamıyan tecellîler, sıfatlı ve sıfatsız zuhûrdan hangisi namâz dışında hâsıl olursa ve namâzın hakîkatinden birşey anlaşılamazsa, bu hâsıl olanlar, hep zılden, aksden ve sûretden meydâna gelmişdir. Belki de, vehm ve hayâlden başka birşey değildir. Namâzın hakîkatini anlamış olan bir kâmil, namâza durunca, sanki bu dünyâdan çıkıp âhiret hayâtına girer ve âhirete mahsûs olan ni'metlerden bir şeylere kavuşur. Araya aks, hayâl karışmaksızın, asldan haz ve pay alır. Çünki, dünyâdaki bütün kemâlât, ni'metler, zılden, sûret ve görünüşden hâsıl olmakdadır. Zıl, görünüş arada olmadan, doğruca asldan hâsıl olmak, âhirete mahsûsdur. Dünyâda asldan alabilmek için mi'râc lâzımdır. Bu mi'râc, mü'minin namâzıdır. Bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsûsdur. Peygamberlerine tâbi' olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünki bunların Peygamberi "sallallahü aleyhi ve sellem", Mi'râc gecesi dünyâdan çıkıp, âhirete gitdi. Cennete girdi ve rü'yet se'âdeti, ni'meti ile şereflendi. Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere "sallallahü aleyhi ve sellem" bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! Bütün Peygamberlere de, "alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" hayrlar, iyilikler ver ki, onlar insanları seni tanımağa ve rızâna kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir.

Tesavvuf yolunda bulunanların bir çoğu, kendilerine namâzın hakîkati bildirilmediği ve ona mahsûs kemâlât tanıtılmadığı için, dertlerinin ilâcını başka şeylerde aradı. Maksadlarına kavuşmak için, başka şeylere sarıldı. Hattâ bunlardan ba'zısı, namâzı, bu yolun dışında, maksad ile ilgisiz sandı. Orucu namâzdan üstün bildi. Namâzın hakîkatini anlayamıyanlardan bir çoğu da, ızdırablarını teskîn ve rûhlarını ferâhlandırmayı, simâ' ve nağmede ya'nî mûsikîde, vecde gelmekde, kendinden geçmekde aradı. Maksadı, ma'şûku, mûsikî perdelerinin arkasında sandı.

Bunun için raksa, dansa sarıldılar. Hâlbuki (Allahü teâlâ harâmda şifâ te'sîri yaratmamışdır) hadîs-i şerîfini işitmişlerdi. Evet, boğulmak üzere olan bir acemi yüzücü, her ota da sarılır. Birşeyin aşkı, âşık olanı sağır ve kör eder. Bunlara eğer namâzın kemâlâtından birşey tatdırılmış olsaydı, simâ' ve nağmeyi ağızlarına almaz, vecde gelmeyi hâtırlarına bile getirmezlerdi.

Ey kardeşim! Namâz ile mûsikî arasında ne kadar uzaklık varsa, namâzdan hâsıl olan kemâlât ile mûsikîden hâsıl olan teessür de, birbirinden o kadar uzakdır. Aklı olan, bu kadar işâretden çok şey anlar.

İbâdetlerden zevk duymak ve bunların yapılması güç gelmemek, Allahü teâlânın en büyük ni'metlerindendir. Hele namâzın tadını duymak, nihâyete yetişmiyenlere nasîb olmaz. Hele farz namâzların tadını almak, ancak onlara mahsûsdur. Çünki nihâyete yaklaşanlara, nâfile namâzların tadını tatdırırlar. Nihâyetde ise, yalnız farz namâzların tadı duyulur. Nâfile namâzlar zevksiz olup, farzların kılınması büyük kâr, kazanç bilinir.

[Nâfile namâz, farz ve vâcibden başka namâzlar demekdir. Beş vakt namâzın sünnetleri ve diğer vâcib olmıyan namâzlar, hep nâfiledir. Müekked olan ve olmıyan, bütün sünnetler nâfiledir.]

Namâzların hepsinde hâsıl olan lezzetden, nefse bir pay yokdur. İnsan bu tadı duyarken, nefsi inlemekde, feryât etmekdedir. Yâ Rabbî! Bu ne büyük rütbedir! Bizim gibi, rûhları hasta olanların bu sözleri duyması da büyük ni'met, hakîkî se'âdetdir.

İyi biliniz ki, dünyâda namâzın rütbesi, derecesi, âhiretde Allahü teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya en yakın bulunduğu zemân, namâz kıldığı zemândır. Âhiretde en yakın olduğu da, rü'yet, ya'nî Allahü teâlâyı gördüğü zemândır. Dünyâdaki bütün ibâdetler insanı namâz kılabilecek bir hâle getirmek içindir. Asıl maksad, namâz kılmakdır. Se'âdet-i ebediyyeye ve sonsuz ni'metlere kavuşmak ancak namâz kılmakla elde edilir.

Namâz, bütün ibâdetlerden ve orucdan kıymetlidir. Namâz vardır ki, kırık kalbleri zevkle doldurur. Namâz vardır ki, günâhları yok eder. İnsanı kötülükden korur. Hadîs-i şerîfde, (Namâz, kalbimin neş'esi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namâz, üzüntülü rûhlara lezzet verir. Namâz, rûhun gıdâsıdır. Namâz, kalbin şifâsıdır. Namâzda öyle an olur ki, ârifin dili Mûsâ aleyhisselâma söyleyen, ağaç gibi olur.


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, (Mektûbât) kitâbının

1.cild, 266.cı mektûbunda buyuruyor ki:

Îmânı, i'tikâdı düzeltdikden sonra, fıkh ahkâmını, [ya'nî dînimizin emr etdiği ve yasak etdiği işleri] öğrenmek, elbette lâzımdır. Farzları, vâcibleri, halâl ve harâmları, sünnet ve mekrûhları ve şübhelileri lüzûmu kadar öğrenmeli ve bu bilgi ile hareket etmelidir. Fıkh kitâblarını öğrenmek, her müslimâna lâzımdır. [Bunları bilmeden müslimânlık olmaz.] Allahü teâlânın emrlerini yapmağa, Onun beğendiği gibi yaşamağa çalışmalıdır. Onun en çok beğendiği ve emr etdiği şey, hergün beş vakt nemâz kılmakdır. Nemâz, dînin direğidir. Nemâzın, ehemmiyyetinden ve nasıl kılınacağından birkaç şey bildireceğim. Cân kulağı ile dinleyiniz! Önce, sünnete [ya'nî fıkh kitâblarında yazılana] tâm uygun olarak, abdest almalıdır. Abdest alırken yıkanması lâzım olan yerleri üç def'a ve her def'asında, her taraflarını temâm yıkamağa çok dikkat etmelidir. Böylece, sünnete uygun abdest alınmış olur. Başa mesh ederken, başın her tarafını kaplıyarak sığamalıdır. Kulakları ve enseyi iyi mesh etmelidir. Ayak parmaklarını hilâllerken, [ya'nî parmak aralarını temizlerken] sol elin küçük parmağını, ayak parmaklarının alt tarafından, aralarına sokulması bildirilmişdir. Buna ehemmiyyet vermeli, müstehab diyip geçmemelidir. Müstehabları hafîf görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir ve beğendikleridir. Eğer, bütün dünyâyı vermekle, beğendiği bir işin yapılabileceği bilinmiş olsa ve dünyâyı verip o iş yapılabilse, çok kâr edilmiş olur ve birkaç saksı parçası verip kıymetli bir elması ele geçirmek gibi olur. Yâhud, birkaç çakıl parçasını verip, ölmüş bir sevgilinin rûhunu geriye getirerek, hayât kazandırmak gibidir.

Nemâz, mü'minlerin mi'râcıdır. Ya'nî, mi'râc gecesinde Peygamberimize "sallallahü aleyhi ve sellem" ihsân olunan ni'metler, bu dünyâda, Onun ümmetine yalnız nemâzda tatdırılmakdadır. Erkekler, farz nemâzları cemâ'at ile kılmağa çok dikkat etmeli, hattâ birinci tekbîri imâm ile berâber almağı kaçırmamalıdır. [Kadınların gerek cemâ'at ile nemâz kılmak için, gerekse hâfız dinlemek veyâ mevlid dinlemek için, câmi'lerde erkekler arasına karışmaları ve hele sevâb kazanmak için Cum'a nemâzlarına gelmeleri günâhdır.]

Nemâzları vaktinde kılmak [ve vaktinde kıldığını bilmek] şartdır. [Yalnız iken, her nemâzı evvel vaktinde kılmalı, ikindiyi ve yatsıyı İmâm-ı a'zamın kavline göre kılmalıdır.

Nemâz ne kadar geç kılınırsa sevâbı o kadar azalır. Müstehab olan vaktler, cemâ'at ile kılmak için, mescide gitmek içindir. Nemâzı kılmadan vakti çıkarsa, adam öldürmüş gibi büyük günâh olur. Kazâ etmekle, bu günâh afv olmaz. Yalnız borc ödenir. Bu günâhı afv etdirmek için, tevbe-i nasûh yapmak veyâ hacc-i mebrûr yapmak lâzımdır. (İbn-i Âbidîn).]

Nemâzda Kur'ân-ı kerîmi sünnet olan mikdârda okumalıdır. Rükû'de ve secdelerde hareketsiz durmak, herhâlde lâzımdır. Çünki, farz veyâ vâcibdir. Rükû'den kalkınca, öyle dik durmalıdır ki, kemikler yerlerine yerleşsin. Bundan sonra, bir mikdâr, bu şeklde durmak farzdır veyâ vâcib veyâ sünnet demişlerdir. İki secde arasında oturmak da böyledir. Bunlara herhâlde çok dikkat etmelidir. Rükû'de ve secdelerde tesbîh en az üç kerredir. Çoğu yedi veyâ onbirdir. İmâm için ise, cemâ'atin hâline göredir. Kuvvetli bir insanın, sıkıntısı olmadığı zemânlarda, yalnız kılarken, tesbîhleri, en az mikdârda söylemesi, ne kadar utanacak bir hâldir. Hiç olmazsa, beş kerre söylemelidir. Secdeye yatarken, yere dahâ yakın a'zâyı, yere dahâ evvel koymalıdır. O hâlde, önce dizler, sonra eller, dahâ sonra burun, en sonra da alın konur. Dizlerden ve ellerden, evvelâ sağlar yere konur. Secdeden kalkarken, yukarıda olan a'zâ evvel kaldırılır. O hâlde, evvelâ alın kaldırılmalıdır. Ayakda iken, secde yerine, rükû'de iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ellere veyâ kucağına bakılır. Bu söylediğimiz yerlere bakıp da, gözler etrâfa kaymaz ise, nemâz, cem'ıyyetle kılınabilir. Ya'nî kalb de, dünyâ düşüncelerinden kurtulabilir. Huşû' hâsıl olur. Nitekim, Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" böyle buyurmuşdur. El parmaklarını rükû'de açmak ve secdede birbirlerine yapışdırmak sünnetdir. Bunlara da dikkat etmelidir. Parmakları açık yâhud bitişik bulundurmak sebebsiz, boş şeyler değildir. İslâmiyyetin sâhibi [ya'nî Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem"] fâidelerini düşünerek böyle yapmışdır. Bizler için, islâmiyyetin sâhibine uymak kadar büyük bir fâide yokdur "aleyhissalevâtü vesselâm". Bu söylediklerimiz, fıkh kitâblarında bildirilen şeyleri yapmağa teşvîkdir, heveslendirmekdir. Allahü teâlâ, bize ve size islâmiyyetin gösterdiği sâlih işleri yapmak nasîb etsin! Peygamberlerin seyyidi, efendisi, en iyisi, en üstünü hurmeti için "aleyhi ve aleyhim ve alâ âli küllin minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ", bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn.


İmâm-ı Rabbânî "rahmetullahi aleyh" (Mektûbât) kitâbının
yine ikinci cild, altmışdokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, beğendiği kullarına selâmlar, râhatlıklar olsun! Mektûbunuz geldi. Arkadaşların, dostların, doğru yoldan ayrılmadıkları anlaşılarak, çok sevindirdi. Allahü teâlâ, doğruluğunuzu ve doğru yolda bulunmanızı artdırsın! Arkadaşlarımız ile birlikde verdiğiniz vazîfeyi yapmağa devâm ediyoruz. Beş vakt nemâzı, elli altmış kişilik cemâ'at ile kılıyoruz, diyorsunuz. Bunun için, Allahü teâlâya hamdü senâlar olsun! Kalbin Allahü teâlâ ile olması, bedenin, a'zânın da ahkâm-ı şer'ıyyeyi yapmakla zînetlenmesi, ne büyük bir ni'metdir. Bu zemânda insanların çoğu nemâz kılmakda gevşek davranıyor. Tumânînete ve ta'dîl-i erkâna ehemmiyyet vermiyorlar. Bunun için, siz sevdiklerime, bu noktayı belirtmeğe mecbûr oldum. İyi dinleyiniz! Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (En büyük hırsız, kendi nemâzından çalan kimsedir) buyurdu. Yâ Resûlallah! Bir kimse, kendi nemâzından nasıl çalar? diye sordular. (Nemâzın rükü'unu ve secdelerini temâm yapmamakla) buyurdu. Bir def'a da buyurdu ki, (Rükü'da ve secdelerde, belini yerine yerleşdirip biraz durmayan kimsenin nemâzını Allahü teâlâ kabûl etmez). Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", bir kimseyi nemâz kılarken, rükü'unu ve secdelerini temâm yapmadığını görüp, (Sen nemâzlarını böyle kıldığın için, Muhammedin "aleyhissalâtü vesselâm" dîninden başka bir dinde olarak ölmekden korkmuyor musun?) buyurdu. Yine buyurdu ki, (Sizlerden biriniz, nemâz kılarken, rükü'dan sonra temâm kalkıp, dik durmadıkca ve ayakda, her uzv yerine yerleşip durmadıkca nemâzı temâm olmaz). Bir kerre de buyurdu ki, (İki secde arasında dik oturmadıkca, nemâzınız temâm olmaz). Birgün Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", birini nemâz kılarken, nemâzın ahkâm ve erkânına riâyet etmediğini, rükü'dan kalkınca, dikilip durmadığını ve iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki, (Eğer nemâzlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü, sana benim ümmetimden demezler). Bir başka yerde de buyurdu, (Bu hâl üzere ölürsen, Muhammedin "aleyhisselâm" dîninde olarak ölmemiş olursun). Ebû Hüreyre "radıyallahü anh" buyurdu ki, (Altmış sene, bütün nemâzlarını kılıp da, hiçbir nemâzı kabûl olmıyan kimse, rükü' ve secdelerini temâm yapmıyan kimsedir).

Zeyd ibni Vehb "rahmetullahi teâlâ aleyh" birini nemâz kılarken rükü' ve secdelerini temâm yapmadığını gördü. Yanına çağırıp, ne kadar zemândır böyle nemâz kılıyorsun, dedi. Kırk sene deyince, sen kırk senedir nemâz kılmamışsın. Ölürsen Muhammed Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" sünneti [ya'nî dîni] üzere ölmezsin, dedi.

Taberânînin "rahmetullahi teâlâ aleyh" (Evsât)ında bildirilmişdir ki, bir mü'min nemâzını güzel kılar, rükü' ve secdelerini temâm yaparsa, nemâz sevinir ve nûrlu olur. Melekler, o nemâzı göke çıkarır. O nemâz, nemâzı kılmış olana, iyi düâ eder ve sen beni kusûrlu olmakdan koruduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni muhâfaza etsin, der. Nemâz güzel kılınmazsa, siyâh olur. Melekler o nemâzdan iğrenir. Göke götürmezler. O nemâz, kılmış olana, fenâ düâ eder. Sen beni zâyı' eylediğin, kötü hâle sokduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni zâyı' eylesin, der. O hâlde, nemâzları temâm kılmağa çalışmalı, ta'dîl-i erkânı yapmalı, rükü'u, secdeleri, (Kavme)yi [ya'nî rükü'dan kalkıp dikilmeği] ve (Celse)yi [ya'nî, iki secde arasında oturmağı] iyi yapmalıdır. Başkalarının da kusûrlarını görünce söylemelidir. Din kardeşlerinin nemâzlarını temâm kılmalarına yardım etmelidir. Tumânînet [ya'nî uzvların hareket etmemesi] ve ta'dîl-i erkânın [Bir kerre sübhânallah diyecek kadar hareketsiz durmak] yapılmasına çığır açmalıdır. Müslimânların çoğu, bunları yapmak şerefinden mahrûm kalıyor. Bu ni'met, elden çıkmış bulunuyor. Bu ameli meydâna çıkarmak çok mühimdir. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana, yüz şehîd sevâbı verilecekdir).

Cemâ'at ile nemâz kılarken safları düz yapmağa da dikkat etmelidir. Safdan ileride ve geride durmamalıdır. Herkes, bir hizâda durmağa çalışmalıdır. Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", önce safları düzeltir, ondan sonra nemâza dururdu. (Safları düzeltmek, nemâz kılmanın bir parçasıdır) buyururdu. Yâ Rabbî! Bizlere, nihâyetsiz rahmet hazînenden nasîb eyle! Hepimizi doğru yoldan ayırma!

Bir müslimân: Dünyâda azîz, âhıretde sa'îd olmasını isterse, kendisinde şu üç huy bulunsun:

Mahlûkatdan hiçbir şey beklememek. Müslimânları [ve zimmî kâfirleri, ölmüş iseler de] gîbet etmemek. Başkasının hakkı olan bir şeyi almamak.


NAMÂZIN ESRÂRI

İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" (Mektûbât) kitâbının birinci cild, üçyüzdördüncü mektûbunda buyuruyor ki:

Allahü teâlâya hamd etdikden ve Peygamberimize "sallallahü aleyhi ve sellem" salevât getirdikden sonra, ebedî se'âdete kavuşmanıza düâ ederim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerîmede, a'mâl-i sâliha işleyen mü'minlerin, Cennete gireceklerini bildiriyor. Bu amel-i sâlihler nelerdir, iyi işlerin hepsi mi, yoksa bir kaçı mı? Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acaba hangi iyi işler isteniliyor? Nihâyet Allahü teâlâ lutf ederek şöyle bildirdi ki, a'mâl-i sâliha, İslâmın beş rüknü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile kusûrsuz yaparsa, Cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. Çünki bunlar, aslında sâlih işler olup, insanı günâhlardan ve çirkin şeyleri yapmakdan korur. Nitekim, Kur'ân-ı kerîmde, Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusûrsuz kılınan bir namâz, insanı pis, çirkin işleri işlemekden korur) buyurulmakdadır. Bir insana, İslâmın beş şartını yerine getirmek nasîb olursa, ni'metlerin şükrünü yapmış olur. Çünki kendisi, Nisâ sûresi, yüzkırkaltıncı âyetinde meâlen, (Îmân eder ve şükr ederseniz, azâb yapmam) buyuruyor. O hâlde, İslâmın beş şartını yerine getirmeğe, cân-ü gönülden çalışmalıdır.

Bu beş şartdan en mühimi, namâzdır ki, dînin direğidir. Namâzın edeblerinden bir edebi kaçırmıyarak kılmağa gayret etmelidir. Namâz temâm kılınabildi ise, İslâmın esâs ve büyük temeli kurulmuş olur. Cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâlâ, hepimize, doğru namâz kılmak nasîb etsin!

Namâza dururken, (Allahü Ekber) demek, (Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye ihtiyâcı olmadığını, insanların namâzlarının, ona fâidesi olmıyacağını) bildirmekdedir. Namâz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmağa, liyakat ve gücümüz olmadığını) gösterir. Rükü'deki tesbîhlerde de bu ma'nâ bulunduğu için, rükü'dan sonra, tekbîr emr olunmadı. Hâlbuki secde tesbîhlerinden sonra emr olundu. Çünki secde tevâzu' ve aşağılığın en ziyâdesi ve zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla, tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde (a'lâ) demek emr olundu.

Namâz mü'minin mi'râcı olduğu için, namâzın sonunda Peygamber Efendimizin "sallallahü aleyhi ve sellem" mi'râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, ya'nî Ettehıyyâtüyü okumak emr olundu. O hâlde namâz kılan bir kimse, namâzı kendine mi'râc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namâzda aramalıdır.

Peygamberimiz "aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm" buyurdu ki, (İnsanın, Rabbine en yakın olduğu zemân namâz kıldığı zemândır). Namâz kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakda, Ona yalvarmakda ve Onun büyüklüğünü ve Ondan başka herşeyin, hiç olduğunu görmekdedir. Bunun için, namâzda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, tesellî ve râhat bulması için, nâmazın sonunda, iki def'a selâm vermesi emr buyuruldu.

Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şerîfde, (Farz namâzdan sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emr etmişdir. Bunun sebebi, namâzdaki kusûrlar tesbîh ile örtülür. Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı bildirilir. (Tahmîd) ile, namâz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve erişdirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük ni'mete şükr edilir, hamd edilir. (Tekbîr) ederek de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı bildirilir.

Namâz, şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusûrlar da böylece örtülüp, namâzı nasîb etdiğine de şükr edip, ibâdete başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve hâlis olarak, kelime-i tevhîd ile bildirilince, bu namâz kabûl olunabilir. Bu kimse, namâz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî! Peygamberlerinin en üstünü hurmeti için "aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü vetteslîmât" bizleri namâz kılan ve kurtulan, mes'ûd kullarından eyle! Âmîn.

İmâm-ı Muhammed Ma'sûm hazretleri, (Mektûbât)ının,
ikinci cild, onbirinci mektûbunda buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, insanları başı boş bırakmadı. Her istediklerini yapmağa izn vermedi. Nefslerinin arzûlarına ve tabî'î, hayvânî zevklerine, taşkın ve şaşkın olarak tâbi' olmalarını, böylece felâketlere sürüklenmelerini dilemedi. Râhat ve huzûr içinde yaşamaları ve sonsuz se'âdete kavuşmaları için arzûlarını ve zevklerini kullanma yollarını gösterdi ve dünyâ ve âhıret se'âdetine sebeb olan fâideli şeyleri yapmalarını emr etdi. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etdi.

Bu emrlere ve yasaklara (Ahkâm-ı islâmiyye) denildi. Dünyâda râhat yaşamak, se'âdete kavuşmak istiyen, islâmiyyete uymağa mecbûrdur. Nefsinin ve tabî'atinin, islâmiyyete uymayan arzûlarını terk etmesi lâzımdır. İslâmiyyete uymazsa, sâhibinin, yaratanının gadabına, azâbına dûçâr olur. İslâmiyyete uyan kul, müslimân olsa da, kâfir olsa da, dünyâda mes'ûd, râhat olur. Sâhibi ona yardım eder. Dünyâ zirâ'at yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safâ süren, mahsûl almakdan mahrûm kalacağı gibi, dünyâ hayâtını, geçici zevkleri, nefsin arzûlarını taşkın ve şaşkın olarak yapmakla geçiren de, ebedî ni'metlerden, sonsuz zevklerden mahrûm olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabûl edeceği birşey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmağa sebeb olan, geçici lezzetleri zararlı şeklde yapmağı tercîh etmez. [Allahü teâlâ, dünyâ zevklerinden, geçici lezzetlerinden, nefse tatlı gelen şeylerden hiçbirini, men' etmedi, yasak etmedi. Bunları, islâmiyyete uygun, zararsız olarak kullanmağa izn verdi.] İslâmiyyete tâm uymak için, evvelâ (Ehl-i sünnet) âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip ve Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anlayıp bildirdikleri (Akâid)e uygun îmân etmek, sonra harâm, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak ve yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak lâzımdır. Bunları yapmağa (İbâdet) etmek denir. Harâmlardan sakınmağa (Takvâ) denir.

Niyyet ederek ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet etmek) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Ahkâm-ı ilâhiyye) denir. Emr edilenlere (Farz), yasak edilenlere (Harâm) denir. İbâdetlerin en kıymetlisi ve islâm dîninin temeli hergün beş vakt (Nemâz) kılmakdır. [Nemâz kılmak, ayakda kıbleye karşı Fâtiha okumak ve kıbleye karşı eğilmek ve kıbleye karşı başını yere koymak demekdir. Bunları kıbleye karşı yapmazsa, nemâz kılmak olmaz.] Nemâz kılan, müslimândır. Nemâz kılmayan, yâ müslimândır, yâ kâfirdir. Nemâz kılmakla hâsıl olan kurb-ı ilâhî [ya'nî, Allahü teâlânın sevmesi], başka ibâdetleri yapmakla nâdir nasîb olur. Hergün, beş vakt nemâzı, cem'ıyyet ile [ya'nî dünyâ işlerini düşünmeden] ve cemâ'at ile ve ta'dîl-i erkân ile ve abdesti dikkatli alarak ve müstehab olan vaktlerinde kılmalıdır. Nemâz kılarken, Allahü teâlâ ile kul arasındaki perdeler kalkar. Beş vakt nemâz kılan, hergün beş kerre yıkanıp temizlenen kimse gibi, günâhlardan temizlenir. Hergün beş vakt nemâzı doğru olarak kılana yüz şehîd sevâbı verilir.

Ticâret eşyâsının ve kırda otlıyan hayvânların [ve tarladan, ağaçlardan elde edilen mahsûlün ve kâğıd liraların ve alacakların] zekâtlarını emr olunan yerlere seve seve vermelidir. Zekâtı verilen mâl azalmaz. Zekâtı verilmiyen mâl, Cehennemde ateş olur. Allahü teâlâ, çok merhamet ederek, ihtiyâcdan fazla olan mâl, nisâb mikdârı olursa, bir sene sonra zekâtını vermeği emr etdi. Cânı ve mâlı veren Odur. Mâlın hepsini ve cânı vermeği emr etseydi, Onun âşıkları hemen verirdi.

Ramezân-ı şerîf ayında, Allahü teâlâ emr etdiği için, seve seve oruc tutmalıdır. Bu açlığı ve susuzluğu se'âdet bilmelidir.

İslâmın binâsı beşdir: Birincisi, (Eşhedü en-lâ-ilâhe-illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlühü) demek ve bunun ma'nâsını bilmek ve inanmakdır. Buna (Kelime-i şehâdet) denir. Dördü de, nemâz, zekât, oruc ve hacdır. Bu beş esâsdan biri bozuk olursa, islâmiyyet de bozuk olur. İ'tikâdı düzeltdikden ve islâmiyyete uydukdan sonra, Sôfiyye-i aliyyenin yolunda ilerlemek lâzımdır. Allahü teâlânın ma'rifeti, bu yolda hâsıl olur ve nefsin arzûlarından kurtulmak nasîb olur. Sâhibini tanımayan kimse, nasıl yaşıyabilir, nasıl râhat eder! Bu yolda ma'rifet sâhibi olmak için, (fenâ bil-ma'rûf) lâzımdır. Ya'nî, Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak lâzımdır. Kendini var bilen kimse, ma'rifete kavuşamaz. (Fenâ) ve (Bekâ) vicdânda, kalbde hâsıl olan şeylerdir. Anlatmakla anlaşılmaz. Ma'rifet ni'metine kavuşmıyanın, bunu dâimâ araması lâzımdır. Tahkîri emr olunan ve muvakkat olan şeyin ta'mîri ile uğraşmamalıdır.


NAMÂZDAN SONRA DÜÂ

Elhamdülillahi Rabbil'âlemîn. Essalâtü vesselâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî ecma'în. Yâ Rabbî! Kıldığım nemâzı kabûl eyle! Âhir ve âkıbetimi hayr eyle. Son nefesimde Kelime-i tevhîd söylememi nasîb eyle. Ölmüşlerimi afv ve magfiret eyle. Allahümmagfir verham ve ente hayrürrâhimîn. Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfir-lî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lilmü'minîne vel mü'minât yevme yekûmül hisâb. Yâ Rabbî! Beni şeytân şerrinden ve düşman şerrinden ve nefs-i emmârem şerrinden muhâfaza eyle! Evimize iyilikler, halâl ve hayrlı rızklar ihsân eyle! Ehl-i islâma selâmet ihsân eyle!

A'dây-ı müslimîni kahr ve perîşân eyle! Kâfirlerle cihâd etmekde olan müslimânlara imdâd-i ilâhiyyen ile imdâd eyle! Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül'afve fa'fü annî. Yâ Rabbî! Hastalarımıza şifâ, dertli olanlarımıza devâ ihsân eyle! Allahümme innî es'elükessıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnelhulkı verrıdâe bilkaderi bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn. Anama, babama ve evlâdlarıma ve akrâba ve ahbâbıma ve bütün din kardeşlerime hayrlı ömürler ve hüsn-i hulk, akl-ı selîm ve sıhhat ve âfiyet, rüşdü hidâyet ve istikâmet ihsân eyle yâ Rabbî! Âmîn. Velhamdü-lillâhi rabbil'âlemîn. Allahümme salli alâ..., Allahümme bârik alâ..., Allahümme Rabbenâ âtinâ... Velhamdü lillâhi Rabbil'âlemîn. Estagfirullah, estagfirullah, estagfirullah, estagfirullahel'azîm elkerîm ellezî lâ-ilâhe illâ huv elhayyel-kayyûme ve etûbü ileyh.


AÇIKLAMA: (Düânın kabûl olması için, şartlar):

1-Müslimân olmak.

2-Ehl-i sünnet i'tikâdında olmak. Bunun için, dört mezhebden birini taklîd etmek lâzımdır.

3-Farzları yapmak. Kazâya kalmış namâzları, geceleri de ve sünnetler yerine de kazâ ederek, bir ân önce ödemelidir.

Farz namâzı kazâya kalan kimsenin, sünnet ve nâfile namâzları ve düâları kabûl olmaz. Ya'nî, sahîh olsa da sevâb verilmez. Şeytân, müslimânları aldatmak için, farzları ehemmiyyetsiz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmağa sevk eder. Namâzı vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kılmalıdır.

4-Harâmdan sakınmalıdır. Halâl yiyenin düâsı makbûldür.

5-Evliyâ-yı kirâmdan birini vesîle ederek, düâ etmelidir.

Hindistân âlimlerinden Muhammed bin Ahmed Zâhid, (Tergîb-üs-salât) kitâbının elli-dördüncü faslında, fârisî olarak diyor ki, (hadîs-i şerîfde (Düânın kabûl olması için, iki şey lâzımdır: Birincisi, düâyı ihlâs ile yapmalıdır. İkincisi, yidiği ve giydiği halâldan olmalıdır. Mü'minin odasında, harâmdan bir iplik varsa, bu odada yapdığı düâsı, hiç kabûl olmaz) buyuruldu.) İhlâs, Allahü teâlâdan başka, hiçbirşey düşünmeyip, yalnız Allahü teâlâdan istemekdir. Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymak, bilhâssa üzerinde kul hakkı bulunmamak ve beş vakt namâzı kılmak lâzımdır.

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 79.1K 46
Hayaller Zümrüdü Anka kuşunun rengarenk tüyler ile bezeli kuyruğuna tutunup, Kaf Dağı ardına uçmak gibiydi bazen. Benimde hayallerim vardı, en toz pe...
152K 7.6K 53
~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep daha iyisi olsun hep düşlediği hayat ke...
DİCLE By 👑

Spiritual

245K 12.5K 37
Siz: Bir dakika... Siz: Ben Zehra olmadığıma göre siz kimsiniz? 0588*******: Ne demek Zehra değilsin? Benim tek kız kardeşim Zehra. 0588*******: Şaka...
4.6K 989 25
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...