KUKLA: Y.A.K ( -TAMAMLANDI...

By Humeyra2882

117K 11K 1.2K

Not: Kukla serisinin ikinci kitabıdır. Önce ''Kukla: Y.E.M'' adlı hikayeyi okuyunuz. Yeraltı iyice karıştı. S... More

DUYURU !
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38 ''Final''

BÖLÜM 28

2K 211 21
By Humeyra2882


Derin bir nefes alıp önümde yürüyen Jason'ın ensesine değen saçlarına çevirdim gözlerimi. Ay ışığında hafifçe parlıyor ve rüzgarda küçük bukleleri dalgalanıyordu. Gözümün neden oraya odaklandığını bilmiyordum, sanırım tam önümde olduğu içindi. Yürüyüşü sert, adımları gecenin karanlığında bile sağlam basıyordu zemine. Bu kadar güçlü olması şaşırtıyordu beni. Rex'de aynı etkiyi yaratıyordu bende. Güçlüydü ve her şeye rağmen aşılması imkansız bir dağ gibiydi. İkisi arasında pek fazla fark göremiyordum ama kalbim Rex'in daha iyi olduğunu söylerken, mantığım Jason'ın Yeraltı dünyasının en iyi ajanlarından biri olduğunu söylüyordu.

Düşüncelerimi bir kenara bıraktım hızla.

Bunu, tehlikeli bir yolculuk yaparken neden düşünüyordum?

Belki de kendimi oyalıyor ve böylece sakin kalmayı hedefliyordum.

Gözlerimi Jason'dan çekip hemen arkamdan gelen ve vücut ısısını hissedebildiğim Rex'e çevirdim. Anında bana dönüp uzandı ve elimi, sanki ben buradayım merak etme dercesine birkaç kez sıkıp bıraktı.

Tanrım!

Ben şanslı bir kadındım!

Göremeyeceğini bilsem de ona gülümsedim ve önüme dönüp yürümeye devam ettim. Ormana gireli birkaç dakika olmuştu. Hava karanlık, etraf sessizdi. Ayrıca çimenler fazlasıyla ıslaktı, sanırım bir süre önce buraya yağmur yağmıştı. Yağmur yağmış olması tamamen şanssızlığımızdı. Düşüp bir yerimizi kırma ihtimalimiz fazlasıyla çoktu çünkü. Hiç değilse bu yağmur insanların evlerine girmelerini sağlardı, yani etrafta nöbetçiler hariç kimse olmamalıydı, Tabii bu benim düşüncemdi.

Tam bunları düşünürken ayağım birden kaydı ve sendeledim ama düşmeden dengemi sağlamayı başardım.

Ne demiştim ben az önce!

Rex kolumu hafifçe tutup '' İyi misin?'' diye sordu hızla.

Ona doğru döndüm ve fısıltıyla '' İyiyim,'' diye cevap verdim ve yürümeye devam ettim.

Dümdüz yürümeye çalışmak zordu. Bazen önümüze engeller çıkıyor, bu çıkan engellerin etrafından dolaşınca da yolu şaşırıyorduk ama Jason tetikteydi ve sanki nereye gideceğini biliyormuş gibi bizi eski istikametimize geri döndürüyordu. Birden bir dal çıtırtısı kapladı havayı. Yerimde donup kalsam da Mike'ın ''Benden geldi,'' demesiyle tuttuğum nefesimi hızla bıraktım. Ne yaparsak yapalım ayak seslerimizi yok edemiyorduk. Toprağa her basışımda çatırdılar etrafa yayılıyor, bu da gerilmeme neden oluyordu.

Uzun bir süre daha yola devam ettikten sonra sonunda Karanlık vadi sakinlerinin evleri görüş açımıza girmeye başladı. Hala uzaktaydı, henüz ikinci ormanı bile geçememiştik ama ışıklar ve evler buradan bile az çok seçilebiliyordu. Yan yana dizilmiş gecekonduların pencerelerinden dışarıya doğru taşan ışıklar biraz olsun rahatlamamı sağladı. Hala ormanın içindeydik ve etrafımız hala karanlıktı ama bulunduğumuz yerden iki ormanın ortasından geçip Karanlık vadiyi boydan boya saran asfalt yolu sokak lambalarının cılız ışığı sayesinde az çok görebiliyorduk. Asfalt yola ulaşınca Karanlık Vadiyi de net görebilecektik, bu sayede Calvin'le kaçarken kullandığımız geçidi bulabilirdim. Sonuçta burada kaç tane orta çağdan kalma taş bina olabilirdi ki? Ayrıca kuryemiz bizi tam da istediğimiz yerin yakınlarına bırakmıştı, yani bırakacağını söylemişti.

Yürümeye devam ettik ama asfalt yola yüz metreden daha az kala Jason aniden durup elini kaldırdı. Gözüm karanlığa alıştığı için az da olsa bu hareketini görebilmiştim. Birden bire durduk ve neler döndüğünü anlamaya çalıştık. Etrafta uzun ağaçlardan veya yerlere saçılmış dal parçalarından başka hiç kimse yoktu.

'' Sessiz olun ve eğilin.''

Jason'ın komutuyla birlikte anında yere diz çöktük. Nefesimi kontrol altına alıp sessizce yerimde durmaya başlayınca iki kişinin konuşmayla karışık gülücük sesleri doldurdu kulaklarımı. Sesler çok yakından geliyordu. Göz ucuyla onları görebilmek için kafamı biraz kaldırdım ve hedefime ulaştım. Sırtlarında birer otomatik tüfek bulunduran iki kişi, asfalt yolun hemen kenarında yer alan sokak lambasının altında durmuş konuşuyordu. Sırtları bize dönük olduğu için geldiğimizden habersizlerdi. Ormandan sessizce çıkabilirsek onları kolayca alaşağı ederdik ama etrafta başkaları da olabilirdi. Yine de burada durup beklemek akıllıca değildi.

''Başkaları da var mıdır?'' diye sordu Mike sessizce.

''Başka ses duymuyorum,'' diye cevap verdi Jason yavaşça.

''Ne yapacağız?''

'' Sırtları bize dönük, yani avantajlı taraf biziz, onları etkisiz hale getirip ormana saklamalıyız,'' dedi Rex.

''Susturucumuz var,'' dedim yavaşça.

''Hayır, etraf çok sessiz, susturucunun havada bomba etkisi yaratır,'' dedi Rex.

Demek güç kullanmak zorundaydık.

Peki.

Hiç düşünmeden '' Tamam, soldaki benim,'' dedim ve Rex'in itiraz etmesine müsaade etmeden ağaçların arkasına gizlenerek yavaşça ilerlemeye başladım. Eğilerek yürümek zordu ama beni fark etmelerini istemiyordum.

Birkaç adım sonra sol tarafta ayakta duran adamın tam arkasında yer almıştım. Sağıma doğru kısa bir bakış attığımda Jason'ın diğer adamın arkasında olduğunu gördüm. Jason bana doğru döndü ve elini kaldırıp üçten geriye sayarken derin bir nefes aldım ve Jason'ın bir işaretiyle ayağa kalkıp bir kolumu önümde duran adamın boğazına dolayıp bir elimi de ağzına bastırdım ve adamı sokak lambasının ışığından geriye doğru çektim. Adam irkildi ve debelenmeye başladı. Bu debelenme yüzünden geriye doğru savruldum ama arkamda duran Rex sırtımı kavradı ve düşüşümüzü engelledi.

Adam debelenmeye devam ederken boynuna doladığım kolumu daha da sıktım. Bir dakika içinde debelenmeyi bıraktı ve sonunda bayıldı. Rex, adamı ormanın karanlığına doğru çekmeme yardım ederken Jason'da kendi bayılttığı ya da öldürdüğü bilemiyorum, adamı ormana doğru sürüklüyordu.

Biz adamlarla uğraşırken Mike'da etrafı kolaçan ediyordu. Kafamı kaldırıp etrafa baktım. Kimsenin olmaması büyük bir şanstı doğrusu. Burası Karanlık vadiye giden bir yoldu ve sadece iki korumayla çevrelenmiş olması enteresan bir durumdu. Tabii biz henüz diğerlerinin nöbet tuttuğu bölüme varmamış da olabilirdik. Daha ikinci ormana yeni ayak basacaktık.

Herkes toplanınca '' Tamam mı?'' diye sordum. Herkes onaylayınca sokak lambalarından uzak durarak ikinci ormana ilerlemeye başladım.

İkinci ormana girdiğimizde ister istemez ürperdim. Burası ay ışığından pek nasibini almamış, etraf daha da çok kasvete ve karanlığa bulanmıştı. Rex gelip elime dokununca memnuniyetle parmaklarını kavradım ve ilerlemeye devam ettim. Normalde karanlıktan korkan biri değildim ama kaçırılıp karanlık bir hücrede günlerce tutulunca her şey değişmişti. Artık uyurken lamları söndürmüyor, banyomun bile ışığını açık bırakıyordum.

Bir süre yürüdükten sonra ileride parlayan ışıklar çekti dikkatimi.

'' Sanırım karanlık vadiye geldik,'' diye fısıldadı Jason.

Işıklar biz ilerledikçe daha da büyüyor ve evlerin yapısı yavaş yavaş belirginleşiyordu. Sabırsız geçen dakikaların sonunda Karanlık vadiyi rahatça görebileceğimiz bir yere geldik ve yerimizde durduk. Gözlerimi biraz ileride yer alan ve sokak lambalarıyla çevrelenmiş beş altı katlı binaya diktim. Bu bina diğer gördüğüm terk edilmiş binalardan çok daha farklıydı. Öncelikle pencere korkulukları şekilli, pervazları ise işlemeliydi. Gözlerimi kısıp pervazların üzerindeki işlemeleri daha rahat görmeye çalıştım ama sokak lambalarının kısıtlı ışığı buna izin vermiyordu. Sonra kafamı yukarı doğru, binanın en üst katına diktim ve sonunda binanın çatısına yerleştirilmiş iki kartal heykelini fark edince ister istemez gerildim. Sanki gotik bir filmin içindeydik ve bu bina da olayların başlayacağı yerdi.

Sertçe yutkunup şuana döndüm.

Binanın çevresinde tırmanılmayacak kadar yüksek bir duvar ve hemen karşımızda demirden yapılmış büyük bir kapı vardı. Kapının ormana bakması biraz garip dursa da umursamadım ve binayı çevreleyen duvarlara bakmaya devam ettim. Duvarların çoğu yeri aşınmış ya da üst kısımları kırılmıştı. Buradan bile duvarı boydan boya saran kurşun izlerini görebiliyordum. Binanın bu hali tedirginliğimi bin katına çıkarırken sokak lambaları hariç binanın içinde hiçbir ışığın yanmaması aklımı karıştırıyordu. Çünkü her şeye rağmen bina terk edilmiş diğer binaların hiçbirine benzemiyordu. Boyası eski olsa bile pencereler ve kapı sapasağlam duruyordu.

Ayrıca... Bu binayı ilk kez görüyordum. Derin bir nefes alıp hapsedildiğim orta çağdan kalma binayı göz ucuyla aradım ama görünürlerde hiçbir şey yoktu. Belki de aradığımız yer bu binanın hemer ardındaydı ya da kuryemiz bizi yanlış yönlendirmişti.

Son düşüncemle birlikte kalbim tekledi.

''Geçidin olduğu binayı göremiyorum,'' diye fısıldadım sonunda.

Jason bana doğru yöneldi ve yanımda durup ''Göremiyor musun yoka burada değil mi?'' diye sordu fısıltıyla.

Sertçe yutkunup ''Bilmiyorum,'' diye cevap verdim, gözlerim hala etrafı tarıyor, geçidin olduğu binayı bulmak için uğraşıyordu.

''Bu işte bir terslik var. Vadiye çok yakınız ama çıt çıkmıyor,'' diye araya girdi Rex. Haklıydı, etraf çok sessizdi. Hatta önümüzdeki binanın etrafındaki evlerin hiçbirinde ışık yanmıyordu. Etrafı sadece sokak lambaları aydınlatıyordu.

Tanrım!

Gerçekten de bir terslik vardı!

''Belki de geri dönmeliyiz,'' diye fısıldadı Mike yavaşça.

Mike haklıydı, geri dönmemiz en doğrusu olurdu ama daha ağzımı bile açamadan önümüzdeki karanlığın içinden küçük ışık huzmeleri birer birer yanmaya ve bize doğru hareket etmeye başladı. Gözlerim yanmaya başlayan ve sanki yıldızları andıran ışıklara bakarken kalbim korkuyla tekledi. Ah, hayır! Şaşkınlık dolu nefesler eşliğinde birkaç saniye yerimizde sabit kalsak da kaçmak için geriye doğru atıldık ama arkamız da tıpkı önümüz gibi ışık huzmeleriyle çevrelenmişti. Kalbim korkuyla teklerken koşmaktan vazgeçtim ve ışıklara bakmaya başladım.

Tuzağa düşmüştük!

Kafamı bir sağa bir sola çevirirken etrafımız saniyeler için sarıldı. Bize doğru çevrilen ışıklar yüzünden yüzlerini göremiyordum ama ellerindeki makineli tüfekler kabak gibi ortadaydı. Sayıları fazla değildi ama bizi alt edecek kadar da çoktu. Rex hemen yanıma gelip kolunu belime doladı ve ''Sakin ol,'' diye fısıldadı ama sakin kalmak hiçte kolay değildi. Deli gibi kaçış yolu arıyor ama bulamıyordum.

Sakin ol Andy ve plan yap.

Önce düşmanlarını belirle!

Hızlı düşün ama panik yapma.

Derin bir nefes aldım ve etrafımızı saran adamları tek tek saymaya başladım. Önümüzde beş, arkamızda ise altı adam vardı. Sayıca bizden üstünlerdi ve ellerindeki silahlarla bizi anında öldürebilirlerdi.

Adamlardan biri veya kadın, hiçbir fikrim yoktu, bize doğru yaklaştı ve onu görebileceğim bir yerde durup silahını bize çevirdi. Hızla onu inceledim, üzerinde siyah bir üniforma, yüzünde maske ve gözünde ise muhtemelen gece görmesini sağlayan siyah bir gece görüş gözlüğü vardı.

Tanrım!

Gece görebiliyorlardı.

Ayrıca... Bunlar Diana'nın adamları değildi. Karanlık vadidekilerin böyle teçhizatları olamazdı. Bu da aklımda başka bir soru oluşturuyordu. Kimdi bunlar?

Peki, Diana iyi miydi?

''Ellerinizi kaldırın,'' diye bağırdı bize doğru yaklaşan kişi.

Erkekti, bunu sesinden anlamıştım.

Ellerimizi kaldırınca birkaç kişi daha bize doğru geldi ve üzerimizi aramaya başladı. Silahlarım ve mermilerim tek tek toprağa düşerken sabit kalmaya çalıştım. Gözlerimi kapatıp zihnimde yankılanan sesi duymamaya çalıştım ama başaramadım.

Hepsi benim suçum.

Az önce ellerinizi kaldırın diyen adam maskesini çıkarıp''Biz de sizi bekliyorduk,'' dedikten sonra yanıma geldi ve dizime bir tekme atıp yere kapaklanmama neden oldu. Ses çıkarmadım ama derin bir soluk çektim içime. Canım yanıyordu ama dizlerimin üzerinde doğrulup adama baktım.

Etrafımızı saran ışık huzmeleri sayesinde onu rahatça görebiliyordum. Adam sırıtıyor, bizi yakaladığı için derin bir zevk duyuyordu. Ona cevap vermek yerine göz ucuyla yanımda duran Jason, Mike ve Rex'e bakıp iyi olup olmadıklarını kontrol ettim. Hepsinin gözü benim üzerindeydi. Hatta etrafta ne kadar insan varsa odak noktası sadece bendim.

Hala bana bakan ve sırıtan adama döndüm ve yavaşça '' Sende kimsin?'' diye sordum.

Adam silahını omzuna yaslayıp rahatça '' Ben de aynı soruyu size soracaktım, siz kimsiniz ve neden bölgeme gizlice girmeye kalkıştınız?'' dedi sakince, her ne kadar sakin konuşmuş olsa da öfkelendiği belli oluyordu.

Kaşlarımı çatıp söylediği cümleyi anlamaya çalıştım. Benim bölgem mi demişti o, yoksa korkum yüzünden algım mı kapalıydı?

Kafamı azıcık daha kaldırıp '' Burası Medusa'ya ait,'' diye cevap verdim. Sesimi kısık ama güçlü tutuyordum. Böylece korkumu saklıyor ve birazdan ölecek olmamı umursamıyormuş gibi davranıyordum.

Sözlerimle birlikte adamın gülen yüzü birden bire karardı.

Adam yanıma diz çöküp '' Duymadın mı, Medusa'nın kafasını koparalı çok oldu,'' diye fısıldadı kulağıma.

Ne?

Sözleri, kalbimde derin bir acı oluştururken yüz ifademi korumaya çalıştım. Yine de bunu yapmak çok zordu. Adam Karanlık vadi için benim bölgem demişti, yani artık burası Medusa'ya ait değildi. Bu da onu yok ettiği anlamına geliyordu.

Tanrım!

Gözümü kan bürüdü bir anda ve o andan sonra ne arkamızdaki ne de önümüzdeki silahlı adamların bizi anında yere serebileceği gerçeği beni durdurabildi. Sert bir çığlıkla öne doğru yönelip adama önce sert bir kafa, ardından kasıklarına sert bir tekme attım. Çok ani olmuştu ve bunu beklemiyordu. Bu yüzden ne geri çekildi ne de darbeyi hafifletebildi. Zevkten dört köşe olmuş bir şekilde adamın düşüşünü izlerken başka biri gelip yüzüme sert bir yumruk attı ve acıyla yere düşmeme neden oldu. Umursamadım ve yeniden dizlerimin üzerinde doğrulup ayağa kalkan adama doğru alaycı bir bakış attım. Adam bakışlarım karşısında morarırken birkaç adım geriye gitti, ardından silahını kaldırıp göğsüme nişan aldı ve ateş etti.

Önce göğsümde sert bir basınç, ardından keskin bir acı oluştu. Nefessiz kaldım ve yere oturup elimi göğsüme bastırıp acıyı dindirmeye çalıştım ama pek bir faydası olmamıştı. Kalbim atış hızını arttırdı, vücudum ise alev alev yanmaya başladı. Kulaklarım, ormanı saran kurşun sesi yüzünden zonklarken, etrafımdaki acı dolu haykırışları zar zor kavrayabildim ve kafamı kaldırıp bana doğru uzanmaya çalışan ama diğerlerinin tutuşu yüzünden bunu başaramayan Rex, Mike ve Jason'a baktım.

Yanlış yaptığımı fark ettim o anda.

Öfkem, sonum olmuştu.

Ölüyordum... Tanrım!

Korkum hat safhaya çıkarken gözlerimi kapattım ve sonumun gelmesini bekledim ama bilincim bir türlü kapanmıyordu. Tam tersi acı, yavaş yavaş azalıyor, duyma yetim yeniden geri geliyordu. Ölmüyor muydum? Yoksa ölüm böyle bir şey miydi? Gözlerimi açıp göğsümün üzerinde oluşan küçük deliklere odaklandım. Kaşlarımı çattım ister istemez, neden bu kadar çok delik vardı? Koruyucu yeleyime dokundum ve üzerinde herhangi bir delik var mı diye kontrol ettim, yoktu.

Olayın farkına varmam birkaç saniyemi aldı.

Aman Tanrım!

Kullandığı kurşunlar kuru sıkıydı!

Kuru sıkılar uzaktan çok  fazlaetkili değildi ama yakından ateş edildiğinde  dışarı fırlayan barut, alev ve plastik parçaları vücuda çok ciddi zararlar verebilirdi. Ayrıca şiddetli bir basınç da atardı, bu yüzden koruyucu yeleyime rağmen göğsümde keskin bir acı hissetmiştim. Sonuç olarak ölmüyordum. Belki kaburgalarım kırılmış olabilirdi ama ölmüyordum!

İçimde oluşan kahkaha atma hissi o kadar fazlaydı ki, buna engel olamadım. Belki az önce yaşadığım korku, belki de yeniden yaşama şansımın olması buna neden oluyordu. Yere doğru eğilip yüzümü sert çimenlere yasladım ve kahkahamın sessiz ormanı inletmesine izin verdim. Herkes sustu, muhtemelen şaşkınca bana bakıyor, neden güldüğümü anlamaya çalışıyorlardı. Umursamadım ve gülmeye devam ettim. Ta ki toprağı sıkı sıkı tutan sağ elim, golf topu kadar büyük sert bir taşa denk gelene kadar.

'Sadece iki saniyen var... Sonra her şey karışacak,' dedi zihnimden yükselen ses. Ses Galina'ya aitti, bunu tüm iliklerime kadar hissediyordum. Rex ve Mike'ın beni bulduğu geceden beri Galina benimle rüyalarımda konuşuyor, bazı şeyler söylüyordu. YEM'deyken onu hiç duymamama rağmen sesin her zaman ona ait olduğunu biliyordum. Buna alışmıştım, bu yüzden sese kulak verdim.

İk saniye bana yeterdi.

Taşı kavrarken yüzümü beni vuran adama çevirdim. Çok uzakta değildi, en fazla üç adımlık bir mesafe vardı aramızda. Hafifçe güldüm ve hiç beklemeden dizlerimin üzerine kalkıp taşı adama doğru hızla fırlattım ve hemen ayağa kalktım. Taş adamın kafasına denk gelirken hızla koşup adamın elinde tuttuğu silahın gövdesini kavrayıp namlu ucunu koluna bastırırdım ve tetiğe bastım. Ateş eder etmez adamın kolundan kanlar akmaya başladı.

'Aferin' dedi Galina. 'Her zamankinden çok daha iyisin ama bitmedi, herkesi ortadan kaldırmalısın,' diye fısıldadı.

Düşüncelerime bir son verip bize doğru koşan on adama bakıp en yakınımdakine doğru yönelirken ''Kuru sıkı,'' diye bağırdım. Muhtemelen anlamışlardı ama tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu.

Bana yaklaşan adamın elindeki silaha sert bir tekme atıp onu da kolundan vurdum ve yanıma gelen Rex'e kısa bir bakış atıp dövüşmeye devam ettim. Ateş etmiyorlardı, bunun nedeni, kurşunların kuru sıkı olduğunu anlamış olmamız mı yoksa yanlışlıkla bizi öldürme ihtimallerinden mi bilemiyordum. Muhtemelen ikincisiydi, bize diri ihtiyaçları vardı.

''Başkaları da geliyor!''

Gözlerim arkamda duran Mike'a doğru yönelirken, anında ne demek istediğini anlamıştım. Az önceki korkutucu binanın içinden çıkan bir düzine adam bize doğru koşuyordu. 'Çok fazla insan var, hepinizin kurtulması imkansız. Kaç ya da birini seç' diyen Galina'nın ne demek istediğini kavramam iki saniyemi aldı. Haklıydı, hepimiz kurtulamazdık. Etrafımızı saran on bir adamdan geriye sadece dört kişi kalmıştı ama diğerleri bir dakika içinde buraya ulaşırlardı ve hepimiz kaçmak için çabalasak bile bilmediğimiz bir ormanda avantajlı taraf onlardı.

Kaçamazdım, ardımda kimseyi bırakamazdım ama birini seçebilirdim.

Gözlerim bizimkilerin üzerinde gidip gelirken seçim yapmak çok zordu. Rex'i göndermek istedim ama gitmeyeceğini, beni burada bırakmayacağını biliyordum. Peki ya Mike? Bizi kurtarabilecek kişileri tanıyor muydu? Muhtemelen evet, onu seçebilirdim. Geri gelmek için her şey yapardı.

Ona doğru dönüp gitmesini söyleyecekken 'Jason'ı seç,' diye bağırdı Galina, sesi ilk kez aceleci çıkmıştı.

Jason mu?

Belki de haklıydı, o hepimizden çok daha iyiydi.

Zamanım yoktu, bu yüzden ona kulak verip Jason'a doğru koşup ''Gitmelisin,'' diye bağırdım. O sırada Jason adamın birine yumruk atınca ben de aynı adama tekme attım. Adam saniyeler içinde yere serildi.

Jason bana dönüp '' İyi misin?'' diye sorunca hızla kolunu tutup '' Senden bir şey isteyeceğim Jason. Sorgulama, itiraz etme. Lütfen sadece yap,'' diye bağırdım. O sırada gözlerim ayakta kalan iki adamla mücadele eden Rex ve Mike'a dönmüştü. Sonra bize doğru koşan ve neredeyse yanımıza varmak üzere olan adamlara baktım.

Zaman yoktu.

Jason anında '' Ne istersen, '' diye cevap verdi.

Hızla kolunu tutup geldiğimiz yöne doğru çektim ve '' Kaç Jason, sonra bir yolunu bulup bizi kurtar,'' itiraz edeceğini anladığımda '' Hepimiz kaçmasına imkan yok, bunun sen de farkındasın ama eğer sadece sen gidersen bir şansımız olur. Çünkü bunu yapabilecek kadar yetenekli ve bizi kurtarabilecek kadar da güçlüsün, şimdi git,'' diye bağırdım.

Jason bir bana, bir de ayakta durup bizi izleyen Rex ve Mike'a bakıyordu.

Tanrım!

Zaman yoktu!

Onu geriye doğru ittim ve '' Kaç '' diye bağırdım yeniden.

Jason kararlı bir ses tonuyla '' Geri geleceğim Andy, ölmemeye çalış,'' dedi ve geldiğimiz yöne doğru koşmaya başladı ve saniyeler içinde gözden kayboldu.

Rex ve Mike'a dönüp ''Özür dilerim ama o tek şansımızdı,'' diye mırıldandım.

Rex elimi tutup bize yaklaşmakta olan adamlara doğru kısa bir bakış attı ve yeniden bana dönüp ''Seni seviyorum ve söz veriyorum her şey düzelecek,'' diye mırıldandı.

Kalbim kasılırken ''Ben de seni seviyorum,'' diye cevap verdim aşkla, ardından önüme dönüp bize ulaşmış adamlarla savaşmaya başladım. Yine de sayıları fazlaydı ve onları durdurmak imkansızsı.

En sonunda sert bir yumruk beni yere sermeye yetti.

Yüzümün sağ tarafı önce alev alev yandı, ardından acıyla kasıldı. Elimi yavaşça acıyan yere bastırdım fakat hissettiğim yoğun sızıyla anında çektim. Ayağa kalkmaya çalıştım fakat beceremedim. Orada, biri gelip beni sertçe ayağa kaldırana dek yattım. Gözlerimi açtığımda, bölgemde ne işiniz var diyen ve az önce yere serdiğim adam karşımdaydı. Gözüm, önce kolundan süzülen kana, ardından attığım taş yüzünden oluşan derin kesiğe doğru yönelirken her şeye rağmen içimde anlamlandıramadığım bir zevk oluştu. Adam birden göğsüme, tam da silahla vurduğu yere sert bir yumruk attı. Şiddetli bir acı göğsümden tüm vücuduma doğru akarken ister istemez çığlık attım.

Siktir!

Bu çok acıtmıştı!

Adam saçlarımı tutup başımı geriye doğru çekti ve '' Az önce çok büyük bir hata yaptın, '' dedi ve tıpkı ona yaptığım gibi sert ve güçlü bir kafa attı.

Yere düştüm ve acıyla gözlerimi kıstım. Rex ve Mike'ın bağırışları kulaklarımı doldursa da gözlerimi açıp tepki veremedim. Acı beni olduğum yere çivilemişti. Bir tane daha tekme hissettim kaburgalarımda ama bu sefer çığlık atamayacak kadar nefessiz kalmıştım. Gözlerimden akan yaş acıyla kasılan sağ yanağımı delice yakarken düşündüğüm tek şey Jason'un kurtulup kurtulmadığıydı.

Eğer kurtulursa emindim ki bizim için gelecekti.

***

Merhaba!

Yazım yanlışları görürseniz lütfen yorumlarda belirtin.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. <3

Not: Beni instagramdan takip edebilirsiniz.

Instagram: meyra_yldz_

Continue Reading

You'll Also Like

847 231 7
New York'un ışıltılı bale dünyasında yıldızı parlayan genç balerin Vera Vasilieva, büyükannesi öldüğünde Rusya'ya geri çağrılır ve hayatı altüst olur...
248K 12.9K 45
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
2.8K 956 13
Bu Kitabın Yaş Sınırı +16 Eski Türkçe'de "Tardu" kelimesi "Armağan-Hediye" anlamlarına gelmektedir. Bu hikaye içerisinde birleşecek olan iki kalp...
2.5K 1.4K 11
Savaşta karşılaştılar ve kendileri bile bilmeden bir-birlerine baglandılar.Ama sevmek yerine nefret ettiler,yada nefret etti.Peki savaşta tanışıp,nef...