İNTİKAMIN PENÇESİNDE (+18)

By ElisyaRoyal

25.5M 906K 567K

♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... More

▶ | Giriş
İP_1 | "KAR KÜRESİ"
İP_ 2 | "SİYAH TEHLİKE"
İP_3 | "DÖVMENİN ZIRHI"
İP_ 4 |️ "ŞEYTANIN SİLÜETİ"
İP_5 | "AĞA TAKILAN ISLAK KELEBEK"
İP_6 | "SOĞUK KELEPÇE"
İP_7 | "KAR KOKUSU"
İP_8 | "ÖZGÜRLÜK"
İP_9 | "EŞİKTEKİ CESETLER"
İP_10 | RUHTA UYANAN CANAVAR
İP_11 | "YENİ KARARLAR"
İP_12 | "KUZEN"
İP_13 | "KIRILAN İNANÇ"
İP_14 | "KARANLIĞIN NABZI"
İP_15 | İHANETİN PASLI BIÇAĞI
İP_16 | YERALTI KAFESLERİ
İP_ 17 ️| "YERE DÜŞEN KAN"
İP_18 | HESAPLAŞMA
İP_ 19 | KAYIPLAR
İP_20 | "ESKİ EV"
İP_21 | BIÇAK SIRTI
İP_22 | "SİNEMA"
İP_23 | KUĞULU PARK
İP_24 | "RUH SIZISI"
İP_ 25 | SİYAH ️BUZ
26_İP | "SINIR"
İP_19 | "ŞEYTANLA DANS"
13 ▶ | "İS"
14 ▶ | "ÖNSEZİ"
İP ▶ 15 | "KAÇIŞ"
16 ▶ | "ÖZEL"
17 ▶ | "UNUTMAK"
18 ▶ | "BAĞIMLI"
19 ▶ | "BEKÂRET"
20 ▶ | "PLAN"
21 ▶ | "SARHOŞ"
22 ▶ | "YANGIN"
23 ▶ | "KIŞ"
24 ▶ | "BAĞ"
25 ▶ | "KOVMAK"
27 ▶️| "BABA"
28 ▶️| "İZ"
29 ▶️| "MEKTUP"
30 ▶️| "ZEHİR"
31 ▶️| "SİYAH İNCİ"
32 ▶️ | "SERSERİ RÜZGÂR"
33 ▶| "ÂZAD"
34 ▶ | "ÖLÜ AŞK"
35 ▶️ | "DİLEMMA"
36 ▶️| "SESSİZLİK"
İP ▶️ 37 | "KORKU"
İP ▶️ 38 | "İSLİ KALP"
İP ▶️ 39| "GÜMÜŞ GÖZYAŞLARI"
İP ▶ 40 | "UYUMSUZ" ️
İP ▶ 42 | "KÖR KUYU"
İP ▶43 ️| "GERÇEĞİN PORTRESİ"
İP ▶ 44 | "ATEŞ KADEHİ"
İP ▶️ 45 | "️GECE TUTULMASI"
İP ▶️ 46 | "️MÜHLET"
İP ▶️ 47 | "️ÇAKALIN ISLIĞI"
İP ▶️ 48 | "️ATEŞ KIRAĞI"
İP ▶️ 49 | "BUZ KIRAĞI"
İP ▶️ 50 | "ÖLÜMLE RANDEVU" FİNAL
İNTİKAMIN PENÇESİNDE II
İP_51 | HAYAL KIRIKLIĞI
İP_52 | YAĞMUR VE KAR TANESİ
İP_53 | YAĞMURA GÖMÜLEN DÜŞ
İP_54 | HIRLAYAN NEFES
İP_ 55 | GERÇEĞİN DİKENİ
İP_56 | YANILGININ NEFESİ
İP_57 | KIŞ ÇİÇEĞİ
İP_58 | KAYIP RIHTIM
İP_59 | BOŞLUKTA BİR ÇINLAMA
İP_60 | İNSANIN KENDİ YIKIMI
İP_61 | ZAMAN YANLIŞI
İP_62 | KALBE GİDEN HARİTA

İP_63 | KUŞKUYA DÜŞERKEN

63.7K 2.4K 2.3K
By ElisyaRoyal

🌬Herkese çok selam!

🌬 Sizleri çok özledim!

🌬Yeniden İntikamın Pençesinde'ye, bu maceraya dönebilmiş olmak çok güzel!

🌬Edim Demiray ve Lavin Kutup çiftini ben de sizin kadar çok, çok, çok özledim.

🌬 Biliyorsunuz sonbahar, kış mevsimleri bu kitabın, dolayısıyla da onların mevsimi. Bu mevsimde bölümlerimiz düzenli olarak gelmeyi sürdürecek, bu sadece başlangıç.

🌬Beni instagramdan takip edin (instagram: elisyaroyal)

🌬 Lütfen daha önceki bölümleri şöyle bir gözden geçirip öyle bu bölüme başlayın.

🌬 Şimdi lütfen yıldıza hemen bir tık at ve okumaya başla! Bol oylu olsun.

🌬Bol yorumlu olsun ki hiçbir satırımız boş kalmasın.

🌬Sizi seviyorum.

🌬 Küçük Avcımız, Lavin Kutup için Kar Taneleri bırak!

🌬Dragonımız, Edim Demiray için Ejderhalar bırak!

Bölüm Şarkısı | Adale • Someone Like You

63. BÖLÜM | KUŞKUYA DÜŞERKEN

Derin bir karanlık.

Karanlıktan korkuyordum, uyanmak istedim.

Korkuyla, nefes nefese yerimden fırlayarak uyandım.


Zihnim gördüğüm ama hatırlayamadığım o rüyanın içinde yalpalıyordu. Rüyamın zihnimde birleşmesi mümkün olmayan görseli yapboz parçaları gibi büyük odanın içine dağıldı. Sipsivri bir ağrı kılıçlaşıp karnıma saplanarak sırtıma uzandığında, yüzümü buruşturup yatağın içinde irkildim ve titreyerek kasıldım. Ağrı öyle şiddetliydi ki bağıracağımı düşündüm, bunun yerine dişlerimi birbirine bastırarak gözlerimi sıkıca yumup sessiz, çok sessizce inledim. Kollarımı üzerinden ağrının sızdığı karnıma sertçe bastırıp bacaklarımı biraz kendime çekerek karnımdaki sert baskıyı arttırdım.

Hissizlik bacaklarımdan yukarıya tırmandı.

Edim'in dün gece getirdiği sıcak su torbası hâlâ yanımdaydı, ılımış olmalıydı. Ve gece öğrendiğim şeyler ılımadı, hala sıcaktı; kor alevler gibi. Uzun aradan sonra aramızda yine, tekrar eden gerçeğin elleri boğazıma sarılıp sıkmaya başladı. Yanımda derin bir uykuda olması gereken Edim sabah insanı olduğu için yanımda yoktu ama bu onun için bile erken bir saatti. Odanın içi bile henüz doğru dürüst aydınlanmamıştı. Nasıl beceriyor bilmiyorum, yataktan hiç fark edilmeden, hissettirmeden çıkmayı iyi biliyordu. Şimdi burada olsaydı onun sıcaklığına sokulup yeniden huzurla uyuyabilirdim belki.

Kendimi yeniden yatağa attım, tavana boş boş baktım. Edim'i düşününce ancak o zaman hatırlayabildim. Rüya sanırım Edim ile ilgiliydi, benimle birlikte rüyamın içinde olduğundan emindim fakat rüyanın sadece bu kadarını hatırlayabiliyorum, sanki kara bir bulut rüyamı karartmıştı.

Rüyamın tam görselini hatırlamıyorum.

Edim'in orda olduğunu hatırlıyorum.

Ve beni rüyamın içinde huzursuz ettiğini.

Bir karınca sürüsünün enseme hızlı hücüm ettiğini hissettiğimde, insiyaki bir hareketle pencereye baktım. Rüzgâr evin etrafında kükrüyor, pencereyi gürültüyle sarsıyordu.

Edim dün akşam kalorifer peteğinin ısısını yükselttiği için oda çok sıcaktı, çıplak bile dolaşabilecek kadar sıcak. Edim'de aynı şeyi düşünüyor olmalıydı ki kapıdan yarı çıplak bir şekilde girdi. Altında sadece dün altına geçirdiği siyah bir eşofman altı vardı. Gerçi sert ve yapılı vücudunu saran beyaz sargıları bedeninin üst kısmındaki ağır yaralı yerleri kısmen sarıyordu. Ama şey... Daha önce açıkça düşünmemiştim ama gözüme farklı görünüyordu, yani daha çok çekicilik anlamı taşıyan bir farklılıktan söz ediyorum.

Görünüşü hiç durmadan zihnimin içinde dağıldı, anıları dondurup kendi içinde hapseden fotoğraf kareleri gibi.

Dövüşüyordu, bu yüzden düzenli pratik ve sabah sporu hayatının bir parçasıydı; diri, dinç, bakımlı ve kudretli görünen böyle bir vücuda sahip olması gayet doğaldı. Yine de onu gözümde öncesinden daha farklı kılan neydi anlamlandıramıyorum. Dikkatli gözlerimi çok yavaş kıstım. Her zamanki Edim Demiray'dı, görünüşü her zamanki gibiydi. Yani Edim'de bir değişiklik olmadığına göre, bu durumda değişen kişi ben miyim?

Birinin hayallerine şiddetle dokunmak istemesi gibi şiddetle ona dokunmak istiyordum.

Ve bu arzu korkutucu biçimde tuhaftı, âdeta boğazımdan akan nefesimi kesiyor ve dilimi damağımı kurutuyordu.

Böyle hisseden ben olduğum için tuhaftı, çünkü genelde böyle şeyler hissetmezdim ben. Edim tenime dokunduğunda hislerim hareketlenirdi, kendiliğinden öylece durup dururken hislerimin böyle hareketlendiği hiç olmamıştı. Öyle çok tuhaftı ki kendimi başımın en tepesine dek örtülerin altına gizlemek istememe neden oluyordu ki bu da bir başka tuhaflıktı. Ben öyle utangaç biri sayılmazdım. Belki her şey aslında dün gece değişti, yağan kar tanelerinin altında beni sevdiğini söylediği o büyülü, muhteşem beyaz anda. Ve bu itirafı takip eden diğer tüm söz parçalarından hemen sonra başlamıştı her şey.

Dün gece olduğu gibi gözümün önünde canlandı.

Beni sevdiğini söylerken kullandığı o sesin tonu, bir kalp çarpıntısı eşliğinde bedenimi titretirken, Edim yatağımın yanında durdu. "Niye bana öyle tuhaf bakıyorsun?" Hiç de tuhaf bakıyormuşum gibi bir ifade yoktu o kara gözlerinde, aksine simsiyah, yoğun bir ateş yanıyordu.

Sanki gördüğünden hoşnutmuş gibi.

İçime derin bir nefes çektim, çektiğim nefes içimde titredi. Örtüyü boğazıma kadar çektim. Tüm kanın yanaklarıma toplandığını hissederken, "Karnım ağrıyor," dedim, sesimdeki huysuzluğu ağrı değil de kendimdeki değişimin keskin farkındalığı besliyordu.

Edim yanımda duran su torbasını alıp gelişi güzel komodinin üzerine bıraktı ve kendi tarafından yatağın içine girmek yerine örtüyü kaldırıp yanıma sokulmadan önce, "Kay biraz," dedi.

Sesindeki dominant ton şaşkınca diğer tarafa kaymama neden olurken yorgun hâli içimi sızlattı, gece boyunca benim yüzümden sık sık uyanmıştı. Yanıma yerleşirken, "Kaçta uyandın sen?" diye sordum. "Neredeydin?"


Beni kollarının arasına aldı. İç geçirerek, "Kaçta uyandım?" diye mırıldandı, yorgun sesi düşündüğünü belli ediyordu. "Üç gibi olması gerek. Uykusuzluktan ölebilirim." Edim ölümü öylesine söylemiş olsa da bu son kelimeden nefret ediyorum. Birbirimize gelen bir yol çizen, çeken o kelimenin kaderimize işlediği kan olsa da onu kaybetmekle karşı karşıya kalmanın derin sızısı hâlâ ruhumu boğuyordu. "Aşağıdaydım, çalışma odasında. Çizim yapmakla meşguldüm."

"Niye o kadar erken kalktın ki?"

Karnımı örten tişörtümün altına avucunu kaydırdı. "Bu hafta jüri onaylı grup projesi var elimde, onu bitirmek için," dedi, sıcak avucu ait olduğu yer sanki orasıymış gibi karnımla birleşti ve sıcaklığı ile beraber yerleşti. "Bütün hafta aksatıp durdum, yarına kadar yetiştirmem gerekiyordu. Ciddi iş."

Karnımı yavaş, hafif hareketlerle ovaladı ve ağrının, yalnızlığın yok ettiği o huzuru içimde tekrar kıpırdatmaya başladı.

"Ciddi iş derken?"

"İstanbul'a satılacak proje."

"Tamamen iyileştikten sonra yapamaz mıydın?" diye sordum, bedenindeki sargılara baktım. "Henüz iyileşmedin bile?"

"Grup değil de kişisel proje olsaydı belki," dedi istemediğini belli ederek. "Üstelik az derdim varmış gibi jüriyi yaşlılar takımı oluşturuyor, onlarla iletişim kurmak bazen zor olabiliyor." Durdu, yüzünü buruşturdu. "Hayır, bazen değil aslında genelde zor. Doğru bildikleri şeylere savaş açılmış gibi tehlike altında hissettiklerini seziyorum, onları ikna etmek zorundayım." O kelimeyi kullanmasa bile ikna etmekten kastının manipüle etmek olduğunu biliyordum tabii. "Gruptakiler bu iş nasıl yapılır bilmediği için orda olup sunumu ben yapmalıyım, ben değilsem bile gidişati bir şekilde yönetmeliyim."

İnsanların zihnine sezdirmeden sızıp onları manipüle etmek. Bu konuda gerçekten korkunç sayılacak biçimde becerikliydi. Yaşlılar takımının şimdiden karışan surat ifadeleri gözlerimin önüne hiç zorlanmadan geliyordu. Gülecek oldum ağrı gülüşümü yüzümden bıçağın eti kestiği gibi anında kesti.

Edim garip bir kontrolle fakülte hayatını hiç geri plana atmıyordu, bir şekilde çizimlerini yetiştirebilmek uğruna uykularından büyük boşluklar oluşturup yerüstündeki mimarlık kimliğini koruyordu. Bir parçası yeraltındaki o suç dünyasına ait olsa bile, yerüstündeki mimarlık kimliğine de bağlıydı. Birbirinden bu denli farklı olabilen iki hayatı aynı anda ama kusursuz yönetmenin nasıl bir şey, bir his olduğunu tahmin edebilirdim ancak. Bu kontrolcülük ve mükemmelliyetçilik ona iki yaşamı da eşit derecede yaşama becerisi sunuyor gibiydi. Tabii iç dünyasında kopan fırtınaları bilemezdim, ben dışındaki fırtına ile gözlem yapabiliyordum sadece.

Parmaklarımı saçlarında gezdirip, "Son anda ders yetiştirmeye çalışan tembel öğrenciler gibisin," diye sataştım ona.

Edim sessizce güldü, gülünce dudakları çekici bir kıvrım alıyordu. Kemikle sertlik kazanan yüzüne çok nadir gülümseme yerleştirirdi. O büyüleyici kıvrıma uzanıp sertçe almak arzusuyla canlanıp renklenen dudaklarım ihtiyaçla yanıyor, çaresizce sızlıyordu.

İç geçirmemek için kendimi zor tuttum.

Nefesi alnıma çarptı, nefesinde durmadan yanan bir ateş taşıyordu. "Son anda ders yetiştirmeye çalışan tembel öğrencileri küçük görmemelisin," dedi, tek parmağıyla alnımı geriye doğru iteledi. Kara gözlerine baktım. "Zaman yönetimi becerisi böyle anlarda gelişir. Hızlı düşünüp hızlı karar alma, hızlı üretme zorunluluğunu ancak böyle kısıtlı zamanlarda geliştirirsin."

"Vay be, cidden mi?" diye sordum alaycı bir havanın refakâtinde. "Filazof Demiray, büyük etkilendim. Ne yapacağım şimdi?"

"Şart değil ama eğer bir şeyler yapmakta ısrarcıysan, benim gibi bir sevgilin olduğu için sevimlice kıkırdayıp şöyle ateşli bir sabah öpücüğü vermekle başlayabilirsin."

Sıcak ve çıplak olan göğsünün üstüne dudaklarımı bastırıp öptüm.

Edim, "Evet, bu çok ateşliydı.Yanıyorum." diye alay etti benimle. "Senin şu ateşli öpücükler hakkında acilen eğitim almaya ihtiyacın var."

"Dün gece öyle demiyordun ama, " diye sözü doğru yerden ona dokundurmuştum. "Hatta hayran kaldığını hatırlıyorum."

Güldü. "Tamam, teslim oluyorum."

Dışarda esen rüzgâr ses çıkardı, bakışları benim üzerimden pencereye kaydı. "Hava çok kötü, sertleşecekmiş görünüyor," dedi. "Bence bugün yatakta kalmalısın, dışarı çıkma."

"Olmaz," dedim neyi kast ettiğini bilerek. "Tuncay bugün İzmir'e geri dönüyor. Kim bilir bir daha ne zaman göreceğim onu. Beni çağırıp görüşmek isteyen Tuncay'dı üstelik, gitmeden onu görmek istiyorum."

"Biliyorum ama sende bu regl dönemini ağır geçirdiğini biliyorsun, Lavin." Adım ciddi ve düzgün bir sesle çıkmıştı ondan. "Kendini sıcak tutman gerekirken soğuk alırsan ağrın şiddetlenecek."

Omuz silktim. "Ağrı kesici alır, o şekilde idare etmeye çalışırım."

"Görüşmeyi neden iptal etmiyoruz?" diye sordu, öneriden çok istekti. "Arar rahatsız olduğunu söylersen sorun etmez bence, yani sorun etmeyeceğini umuyorum."

"Bunu benim için zorlaştırma, orda olmam seni rahatsız hissettiriyor biliyorum ama o dönmeden önce onunla konuşmalıyım. İyi ayrıldığımızdan emin olmak istiyorum. Hem benden olanlar konusunda ona kimin bilgi verdiğini öğrenmemi istemiştin, gitmeden öğrenebilirim belki."

Uzaklaşan bir sesle, "Nasıl istiyorsan öyle yap, Lavin," dedi, aramıza açtığı bu kısacık mesafeden hoşlanmadım, bakışına işleyen derin hislerden de hoşlanmadım. "Senden tekrar kendisiyle dönmesini isterse ki bunu yapacağını her ikimiz de biliyoruz, kendimi tutmam. Geçen sefer senin hatrına fazla şanslıydı, bu kez o şansı vermem."

Dışarıya kendisini sert ve yıkılmaz biri gibi gösterse de, kaybetme hissi ya da korkusu ailesini kaybetmesiyle başlamıştı. Üzerime bu kadar titremesinin sebebi bu olmalıydı. Bu evi ilk defa terk ederken onun karanlık dünyasını böyle sarsacağımı hiç tahmin etmemiştim. Haklıydım, yine de her şeyi paramparça yapıp berbat etmişim gibi hissettiriyordu bana.

Sanırım anne, babası tarafından gelmemek üzere çok küçük yaşta terk edilen birinin dünyasındaki olaylara bakış şekli böyle oluyordu.

Güvensizlik ve kaybetme korkusu.

"Cevabımın ne olacağını biliyordur bence, sen de biliyorsun."

"Yine de soracak, bu yüzden havaalanını görüşme yeri olarak belirledi. Biliyorsun."

"Bir kez çekip gittim diye, bana bir daha güvenmeyecekmişsin gibi geliyor bazen," dedim sonunda, parmaklarımı onun ateş sıcağı parmaklarının arasından geçirdim. "Aklından ne geçtiğini biliyorum ve öyle bir şey olmayacak, Edim. Seninle kalacağım, seni terk etmeyeceğim. Tuncay sorabilir." Dudaklarımı çıplak omuz başına bastırıp öptüm, teni çok sıcaktı. "Tuncay'ın benden alacağı tek cevap senin duymak isteyip de onun duymayı istemediği cevap olacak."

Edim beni kollarının arasına çekip sıkıca sarıldı, yanağım göğsündeki sargılı kısma yerleşti. "Lavin, beni dikkatli anla, sana herkesten daha çok ihtiyacım var," dedi, bahsettiği o sert ihtiyacın sesinden kar kar kalbime dökülüşünü hissettim. "Sen onun sadece kardeşisin, o kardeşini kaybettiğini düşünebilir ancak. Geldiğim noktada benim içinse her şeysin, seni kaybedersem her şeyi kaybederim."

İtirafı sessizliği getirdi.

Edim, önce şakağımı sonra başımın üstünü dikkatle öptü. "Ben duygusal olarak kimseye bağlanamıyordum, sen hayatıma dahil olana dek bu böyle devam etti, Lavin."

Dudaklarına oturup dağılan somurtkan anlamı dağıtmayı isteyerek, "Dönsem bile kendimi orada bir yabancı gibi hissedeceğim, sanki hiç orada yaşamamışım gibi," dedim, içime buz gibi bir his aktığında karnımdaki keskin sancı hareketlendi. "Evet, evim orası belki ama yuvam orası değildi, hiç olmadı. O ait olma hissini hiçbir zaman yakalayamadım ben, Edim. Seninle, senin yanında olduğu gibi değildi, seni öylece bırakıp da oraya tekrar dönebileceğimi nasıl düşünüyorsun ki?"

"Bilmiyorum," diye iç çekti. "Bazen eskiyi gördüğün an yeniden oraya dönmeyi de isteyebileceğini biliyorum sadece."

"İstemeyeceğim," dedim. "Şimdi biraz daha uyuyabilir miyiz artık."

Edim'in kollarında deliksiz ve huzurlu bir uyku çekmiştim. Beni tekrar uyandıran onun tok sesiydi. "Lavin," diye seslendiği an, gözlerimi araladım. "Hâlâ Tuncay'ı görmek için havaalanına gitmek istiyor musun?"

Uykudan yeni uyandığımdan hemen yanıt veremedim ona, ben hazırlıksızdım oysaki Edim hazır bir şekilde karşımdaydı. Koyu siyah bir kot pantolon, siyah bir boğazlı kazağı giyinmiş gitmeye hazırdı.

"Gitmek istiyorsan, hemen kalksan iyi olur," dedi, komodinin üzerindeki saate baktım. Saat dokuz bile değildi. "Evet, saatin çok erken olduğunu biliyorum ama kahvaltı yapıp ağrı kesici alman gerek."

Kahvaltı adını duyduğum anda bile midem bulandı. Regl dönemimin en kötü yanı tam olarak buydu. Normal yiyecekleri tüketmek işkenceydi, mide bulantım da başladığı için yiyeceklerle aramızdaki tüm bağ bir anda kopup kayboluyordu.

Başımı itirazla birlikte yavaşça salladım. "Hayır, istemiyorum," dedim ve arkamı döndüm. "Biraz daha uyumak istiyorum sadece."

"Sıcak bir şeyler tüketmelisin, ayrıca ilaç da alman gerekiyor."

"İlacı suyla alırım bir şey olmaz, çıkmadan da sıcak kahve içerim."

"Haydi Lavin, inatlaşma," diye uyardı. "Aç karınla ilaç almayacaksın."

"İstemiyorum."

"Eğer kalkmazsan, ben kaldırırım."

Asık bir suratla ona döndüm, yüzüne dik dik baktım. "Böyle olduğun zaman senden gerçekten nefret etmek istiyorum, Edim Demiray."

"Yani iyiliğine çabaladığım zamanlarda mı demek istiyorsun?" diye alay etti benimle. "Yerinden kalktığın sürece, şımarıklık yapmanın benim için bir mahsuru yok."

Yerimden doğruldum. "Şımarıklık değil bu, gerçekten istemiyorum," dedim, üzüntülü bir sesle, biraz da hüzünle baktım ki belki bana anlayış gösterir diye düşünüyordum.

"Hayır. Hiç öyle bakma, Küçük Avcı," dedi. "O masum bakışlarla beni avlayamazsın." Bazen hiçbir şeyi yutmamasından nefret ediyorum gerçekten. Bileğindeki saate baktı. "Aşağıya iniyorum, on dakika sonra gelmemiş olursan buraya tekrar döner ve kucaklayıp kendim aşağı indiririm."

Bu sözlerin ardından odadan çıktı, bende o dediğini genelde yapacağı için yataktan çıkıp banyoya girdim. Kişisel ihtiyaçların ardından, dişlerimi fırçalayıp banyadon çıktım.

Karın ağrım şiddtlenirken merdivenlerden aşağı iniyordum, yataktan çıkmaya mecbur olmasam bütün günü yatakta geçirirdim. Son basamağı indiğimde kapı çaldı.

Dennis bir süre burda kalacağını söylemiş ama dün gece gelmemişti, belki kapıdaki oydu. Tabii yanılmıştım. Kapıyı açtığımda yüzümdeki gülümseme anında silinip gitti. Karnıma ani vuran soğuk, zihnime vuran görüntü kadar keskin değildi.

Kapıdaki Edim'in amcasıydı.

Aziz Demiray.

Zaten reglin ilk gününün huzursuzluğu tüm vücudumu kaplamışken, bu adamı yeniden görmek melankolik bir havaya bürünmeme neden oldu. O da beni gördüğü için mutlu değildi, aynı hisleri paylaşıyorduk. Takım elbisesinin üzerinden dizine uzanan siyah paltosu onu daha bir ciddi, daha bir güçlü gösteriyordu.

"Sen burda mıydın?" diye sordu öfkeyle. "Demek yüzsüzce geri döndün."

Hâl diline, şu öfkeli sözlerine bakılırsa belli ki gittiğimden haberi olan Aziz Demiray'ın, eve geri döndüğümden haberi yoktu.

"Sürpriz desem bozulur musun?"

Dişlerini sıktı. "Benimle dalga geçmeye sakın cüret edeyim deme, küçük fare," diye kızdı. "Seni tekrar gördüğüm için zaten yeterince tepem attı."

Soğuk bir tavırla, "Sana sadece Edim için katlanıyorum," dedim, onun takındığı tavra kıyasla sakin olmaktan yanaydım. Ya da öylesi için çabalıyordum. "Yoksa bu kapıyı hiç düşünmeden suratına çarpardım."

"Ben sana Edim için bile katlanamıyorum," dedi nefretle. Sesinseki tiksinti asit gibiydi, sinirlerimi yakıyordu. "Ve şunu da iyi bil. Benim yüzüme kapı çarpmaya cüret eden kişiyi karşılıksız bırakmam ben."

Edim mutfaktan çıkarken, "Kim geldi?" diye sordu.

"Amcan," dedim gözlerimi Aziz Demiray'ın yüzünden ayırmadan.

Edim yanımda durdu. "Amca?" dedi ama o da birden gerilmişti. "Bu saatte ne işin var burda?"

"Yeğenimin evine gelirken, artık saate mi dikkat etmem gerekiyor?" diye sorarken, Edim'in sorusu daha da öfkelenmesine yol açmış görünüyordu.

"Hayır," dedi Edim. Gerginlik ortamı iyice bunaltıcı yapmıştı. "Normalin tersine bu saatlerde buraya uğradığın olmadığı için şaşırdım sadece."

Katı, soğuk sesiyle, "Şaşkın olmaktan çok geldiğim için hoşnutsuz görünüyorsun ama anlıyorum tabii, aşk kuşlarını yuvalarında rahatsız ettim. Konuşmamız gereken ama sen ertelediğin için birikmiş önemli konular var, Edim," dedi, Aziz Demiray'ın yıllarla beslenmiş bakışları Edim'in sert çehresini süzüyordu. "Bu yüzden geldim." Sadece bir an sertçe bana baktı ve ekledi. "Ne de olsa senin bizi merak edip geleceğin ve bu kızdan başka sorumlulukların olduğunu da hatırlayacağın yoktu."

Edim sessizce göğüs geçirdi ve ona yol açmak için bana biraz daha yanaştı. "İçeri gelsene amca."

"Nihayat."

Aziz Demiray beklemeden içeri girdi, daha öncesinde karar vermiş gibi baskın adımlar eşliğinde direkt kütüphaneye doğru ilerledi.

Edim kapıyı örtüp bana döndü. Dikkatle ona bakarken alnımın kenarını öptü. "Sen mutfağa git, kahvaltıya başla," dedi, saçımı kulağımın ardına sakince sıkıştırdı. "Ben sana yetişirim."

Aziz Demiray'ın üzerimdeki etkisi sanırım hep aynı kalacaktı; huzursuz olmuştum. O neredeyse ölmeme neden olacaktı, içime fısıldayan bir ses hâlâ ölmemi istediğini söylüyordu. "Edim," diye başladım ama, "Bunun can sıkıcı olduğunu biliyorum, Lavin," dedi, sesi adımı anlayışla okşadı. "Senin düşünmene gerek yok, amcama katlanması gereken kişi benim. Aklından çıkar onu ve sadece gidip kahvaltını yap, tamam mı?"

Bir şey demek için dudaklarım aralandı ama sadece başımla onayladım onu.

Ne diyecektim ki zaten?

Edim onaylamamın ardından kütüphaneye gitti. Bense onu dinlemek yerine, seslere duyarlı olduğunu bildiğimden sessizleşen çok küçük adımlarla kütüphane kapısının duvarına yavaşça yaslandım. Kütüphane odasına sessizlik çökmüştü. Bir süre ikisi de konuşmadı, bu sürede tartan bakışlarla birbirlerini izlediklerini düşünüyordum.

"Hani bu kızı bırakmıştın?" diye öfkelenen Aziz Demiray'ın sesi koridoru sarmaladı ve karamsarlığımı arttırdı. Ayrıca ne dedi? O Edim'in bıraktığını sanıyordu beni, galiba kaçışımdan haberi yoktu. "Bu kız neden geri döndü, Edim?"

Edim itirazcı bir sesle, "Dönmeyi isteyen o değildi amca," dedi, o sakin tonun ardında sabırlı olmaya çalışmasını duyabiliyordum. "Buraya, bana tekrar geri dönmesini ben istedim ondan. Sana öyle desem bile onu hiç bırakmadım ben. Bırakmazdım da." Bir an durakladı. "Bu konuyla biran önce başa çıkmayı öğrensen iyi olur, amca. O benim hayatımın bir parçası, ondan vazgeçmeye niyetim yok."

"Yeğenime ne oluyor anlamıyorum, beni büyük hayal kırıklığına uğratıyorsun," dedi, Edim'in net oluşuna şaşırmıştı. "O Kemal Kutup'un kızı! Lavin Kutup! Ailenin ve tabii benim bebeğimin katilinin kızı! Hangi akılla nasıl kabullenirsin bunu? Peki ya yengen? Yıllar boyunca seni annenmiş gibi, büyük sevgisiyle seven yengenin, benim karımın kötürüm kalmasından bahsetmiyorum bile"

Bu adamdan gerçekten nefret ediyorum ama karısından söz ederken sesi titreyen bu âşık adamın çektiği ızdırabı kalbimde hissettim. Beni her seferinde şaşkınlığa uğratıyordu. "En azından onu düşün."

Korkunç kabusun izlerini taşıyan kelimeler durmadan ruhumun derinliklerinde derin bir ızdırıp vererek gezinip dururken, gücün bedenimden çekilmesi çok hızlı ve çok ani oldu. Bir adım geriledim, soğuk duvara güç bulmayı isteyerek yaslandım.

Edim sadece, "Saydığın bu günahların hiçbirini de işleyen Lavin değildi," dedi, soğukkanlı sesi içime usulca akan sıcak nefese karıştı. "Aksine bu günahları onun omuzlarına yükleyen bizler suçluyuz."

Konuşmaya başlayan bir sessizlik çöküğü an, odadaki tansiyon da yükselmişti. Bunu biliyordum. Aziz Demiray'ın nefreti, öfkesi yıllar içinde köklenip budaklanmıştı. Böyle sözler aniden kökleri koparamaz, budakları başarıyla kesemezdi.

Yine de... Edim'den bunları duyabilmek, benim için pahabiçilmezdi.

"Ve Lavin, Kemal Kutup'un kızı," dediği an sesi yükselerek bana tokat gibi çarptığında gözlerim kapandı. Sanki istediği bu gerçeği Edim'in kafasına çakmaktı. "Aileni unuttun, bebeğimi unuttun, yengeni unuttun! Kendi zevkinin peşine düşüp her şeyi utanmadan unuttun!"

"Ben hiçbir şeyi unutmadım, sadece içinde yaşadığım ve nefretten kör olmuş bakışımı genişlettim. Beni içine hapsettiğin öfkeden yapılmış fanustan uzun zaman önce çıktım ben."

"Ne demek bu?" Sesine dolanan şaşkınlık, Edim'in sözlerinden ağır bir darbe aldığını gösteriyordu. "Beni mi suçluyorsun sen? O kız gözlerini nasıl kör ettiyse sonunda beni suçlamaya başladın."

Edim bir süre sessiz kaldı. Sessizliği bu kış sabahı kadar keskindi.

"Seni suçlamak istemiyordum amca, bana yıllarca yaptığın şeyi görmezden gelmeye hazırdım. Uğraştığım onca şeyin içinde bir de sana öfkelenerek, kızarak, darılarak işi ergenliğe taşımak istemiyordum açıkçası. Hem zaten, ailemi öldüreni cezalandırmak benim de arzu ettiğim şeydi. Yaptığın tüm şeylerin uzun zamandır farkındaydım ve fark ettiğimde, Lavin burda bile değildi. Bu yüzden onu suçlamayı, onun tarafından körleştirildiğime inanan bu söylemleri artık bir kenara bırak."

"Edim..."

"Ama amca," diyerek sözünü gürültülü bir öfkeyle kesti. "Ama aklımla alay eder gibi beni kontrol etmeye duyduğun şu arzunu fark etmeyeceğimi düşünmen var ya, beni gerçekten çileden çıkarıp delirtiyor," dedi, Edim'in bunun farkında olması şaşkına çevirdi beni. "Kendi intikam hırsını yıllarca ailemi ileri sürerek bana empoze ettin, fakat senin asıl derdin hep karındı ve belki biraz da kaybettiğin bebeğindi."

"Edim..." dedi inanmaz gibi. "Beni neyle itham ettiğinin farkında bile değilsin sen! Baban benim abimdi."

"Dinle sadece," dedi, sesine doğru tonu oturtmuştu; kararlıydı ve kesinlikle sakindi. "Bir çocuğa buna yapmaman gerekiyordu ama umursamıyorum açıkçası. Ne niyetle, ne yapmış olursan ol gerçekten umrumda değil amca."

"Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun, seni koruyup kollamaktan başka ne yaptım?"

Bu adam hâlâ nasıl yüzsüzce onu koruyup kollamaktan bahsedebiliyor, aklım almıyor gerçekten.

"Kemal Kutup benden ailemi alıp mutsuz ve huzursuz bir çocuğa çevirdiyse beni, sen öfkeli, nefret dolu bir çocuğa çevirdin," dediğinde, canım o kadar yandı ki acıdan çığlık atmak istedim. Gözlerim doldu. Oysa Edim'in sesinde acı yoktu. "Eh, başarının çoğu senindir, eğer beni gerçekten öfkeli bir çocuğa çevirmeseydin hayatımda Lavin olmazdı şimdi, açıkçası sana minnettarlık hissettiğim tek konu bu."

"Küstahlaşma Edim!"

Edim ona hiç aldırmadan devam etti. "Ben birazcık sizin, biraz da kendimin eseriyim; esasında ben, hayata hiçbir zaman uyum sağlayamadım, birçok şeyde ve duyguda, içimde hiç var olamamış bütün duyguların çoğunda, yapabildiğim tek şeyse insanları taklit etmek zorunda kalmak oldu." Bir an dünyam durdu, kilitlenip kaldım. "Bu nasıl bir his biliyor musun amca? Bilemezsin. Sadece.... Sadece çok acınası olduğunu söyleyebilirim."

Parmak uçlarımdan başlayıp bedenimin bütününe yayılan uyuşma hissi, az sonra düşüncelerime de sıçradı. Yine de o anda istediğim tek şey içeri girip Edim'i görmek ve ona sıkıca sarılmaktı. Üstelik bir kızın kalbiyle değil, bir çocuğun kalbiyle sıkıca sarılmak istiyordum ona. Çocukluğuna. Kırdıkları yerlerden bana batsa bile onu kollarımın arasına almak istedim. Ben de Edim kadar kırığım, darmadağınığım ama onun için kendimden vazgeçebilirdim.

Ne kadar umursamıyorum dese de, enkaz altında kalmış çocuğun içinde bir yerlerde gizlenmiş olduğunu biliyordum.

Edim Demiray'ı bir enkazın ne içinde, ne de altında bırakmak istemiyordum.

Edim, "İşler Lavin'e gelince işte bu o kadar kolay kolay umursamayacağım bir konu değil amca," dedi, sesi anında bıçak olup kesinleşti. "Lavin benim kırmızı çizgim ve Lavin'i artık babasından ayrı görmeyi öğrenmek zorundasın."

Aziz Demiray'ın gürültülü iç çekişini, sonra derin bir sessizliğe gömülüşünü duydum. O sessizlikten çıktığında nasıl saldırcaktı Edim'e merak ettim. Konuşmalar can sıkıcı olduğu kadar, can yakıcıydı da. Cehaletin mutluluğundan faydalanmak yerine, gelip burda öğrenmenin kaderine boğulmuştum.

"Tamam, makul olalım," dedi Aziz Demiray, yalancı bir sakinlik vardı sesinde. "Kıza bir şekilde ilgin var ve bırakmak istemiyorsun onu." Benden kız diye bahsettiği an içimde bir şey, bir ses beni kötülüğe hazır olmam için uyardı. "Bu doğal. Erkek doğamızda kadınlara ve yasağa, olmaması gerekene duyduğumuz büyük arzularımız var. Tabii avlanmaya karşı şiddetli isteklerimiz de."

Yasak olduğum için Edim'in beni istediğini düşünüyordu. Tamamen erkek doğasına bağlamıştı aramızda kurulu olan o bağı. Karnıma gömülmüş sancı, sırtıma çıkıp omurgama dadandı.

"Sözü nereye getirmek istiyorsun, amca?" Edim'in sesi sertti.

"Sana ne kadar dur, yapma desem de bu şekilde davranmaya devam edeceksin. Kız konusunda artık sana baskı yapmaya son vereceğim," dedi. "Kızı istiyorsun. Onunla ne yapmak istiyorsan yap, onunla istediğin gibi eğlen-"

"Amca!" diye bağırdı Edim, sanırım elini masaya vurmuştu ki bir şeyin çarpa sesi böyle çıkmış olabilirdi ancak. Soluğumu kesen bir acı boğazımı yaktı. "Uyarıyorum seni! Sakın o çirkin ifadelerin devamını getirmeye cüret dahi edeyim deme!"

"Ne var Edim?" diye kızdı. "O kızı ailemize dahil etmeyeceksin ya sonuçta."

Sessizlik oldu. Uyuşma damarlarımın içine sıçradı, kanım cevap için dalgalandı.

"Neden olmasın?"

"Aklını kaçırmışsın sen."

"Yengem... Selma Demiray ailemizdeyken, Lavin neden aileden olamıyor olsun?"

"Sen..." Aziz Demiray şaşkınca durakladı. "Sen benim karımı o katilin kızıyla bir mi tutuyorsun gerçekten?"

Edim'in neden bu mevzuya yengesini dahil ederek karıştırma ihtiyacı duyduğunu ben de Aziz Demiray kadar anlamıyordum. O yengesini hep sevmiştir, onu ben de çok severim. Kadının konuyla hiçbir alakası yoktu şu an. Aklıma sadece amcasının canını yakmak için bu hamleyi yaptığı geliyordu.

Ve tamamen yanlış geliyordu bana. Bunu yapmamalıydı.

"Nergis söylediğinde pek umursamamıştım aslında," diye devam etti Edim. "Öğrendim, büyükbabam yengemi hiç istememiş, karın olmasına karşı çıkmasına rağmen sen onu dinleyip vazgeçmek yerine onunla her ne pahasına olursa olsun evlenmişsin."

"Konunun yengenle ilgisi yok, hiç olmadı."

"Aslında büyükbabama hâlâ çok öfkeliyim, şirketi almamı senin onayına bıraktığı için bugün bile ölmüş mezarından beni deli ediyor fakat merak ediyorum amca," dedi. "Neden evlenmenize bu kadar karşıydı? Yengemde senin göremediğin ne gördü?"

"Bana yengen üzerinden saldırarak hiçbir gerçeği değiştiremezsin, o kız hep ailenin katilinin kızı olarak kalacak," dedi, bu konu onu germişti. "Birbirimizi çok seviyorduk biz, hâlâ çok seviyoruz."

Edim gülen bir ses çıkardı. "Sen seversin ama benimkisi erkek doğasının basit bir tepkisi öyle mi?"

"Ben ve sen aynı değiliz Edim," dedi Aziz Demiray, sesi soğuktu. "Karımla aramdaki ilişki sizinkinden öyle farklı ki, kendinizin o hissettiği şeyle kıyas edemezsiniz."

"Duyguların belli mantığı, doğal bir ezberi yok," dedi Edim. "Ama ısrarla benimkini belli bir mantığa oturtmaya çalışıyorsun."

"Yani kesin olarak o kızı sevdiğini mi idda ediyorsun şimdi?"

"Öyle, idda değil."

"Hissettiğiniz her neyse bu aşk değil, siz aşkı ne sanıyorsunuz?" dedi alayla. "Eğer bu meselede zoraki olarak bir araya gelmiş olmasaydınız, asla birbirinizi tanımayacak, dolayısıyla birbirinize âşık olmayacaktınız."

İçimde öldüğünü sandığım tüm korkuların birikmiş duyguları uykusundan uyandı. Sanki Edim ve ben, yeniden gök ve yer gibi birbirimize uzak ve yabancı olmuştuk.

"Evet, doğal yollardan bir birleşme değildi ama sonuçta bir araya geldik," dedi Edim, benim aksime amcasının sözlerinden pek etkilenmiş değil gibiydi. "Lavin'i seviyorum ben."

"Daha önce böyle duyguları tatmadın ve bence sen, buna yatkın da değilsin," dedi amcası. "Herhalde ilk aşkın tatlı ve hoş kokusuna kapıldığını sanıyorsundur; senin aşkın ölçüp tartmadan, belki ne olduğunu tam anlayamadan aşk dediğin şeydir."

Bu adam neden Edim'e böylesine katı ve acımasız? Neden onun duygularını böyle kendi hallerinden aşağı görüyor ve aynı ölçüde bu kadar da hor görüyordu?

"Gerçekten de bu saçmalıkları dinlemek zorunda olduğumu mu düşünüyorsun?" diye kızdı Edim. "Hem ne sanıyorsun ki sen kendini? Aşk uzmanı mı?"

Bu Aziz Demiray'ı durduramadı devam etti, tüm acımasızlığıyla. Kapıda dinlediğimi bildiğinden şüpheleniyordum.

"Sizinki aşkı vaat eden ama asla onu uzun süreliğine size vermeyecek bir şey," dediği an, öfkeden gözlerimin önü karardı. İçeri girip de işin öyle olmadığını bağır çağır anlatmak istedim bu adama. "Bak, mantıklı düşün bir kez, gerçekten bu kıza değer mi?"

"Zamanında yeterince düşündüm ve evet, buna kesinlikle değer," dedi. "Faklı farklı zamanlarda, aynı soruyu sorsan cevabım yine aynı olurdu. Ondan asla vazgeçmem."

"Tekrar ediyorum zor koşullar kalktığında ve tamamen ondan hevesini alınca..."

Dişlerini sıkarak, "Amca," diye öfkelendi Edim. "Sözlerine dikkat et, yapamıyorsan da git iyi."

Kendi içimde onun ayakları altına alınarak ezildiğimi hissettim. Kendisine yaslandığım duvar yıkılıyor, ayaklarımın altındaki zemin parçalanıyor ve kontrolümü kaybediyorum.

"Dinle Edim," dedi Aziz Demiray. "Sadece olacakları korkmadan ve tabii ki dikkatle dinle. Hevesin yeterince alınmış olunca ona artık iyi duygularını uyandıran bir kız gözüyle değil de, tekrar ailenin katilinin kızı olarak bakmaya başlayacaksın. O yüze her baktığında aileni göreceksin. Sonra ona katlanamamaya başlayacaksın. Bir süre sonra ona bakmanın bile canını fazlasıyla sıktığını fark edeceksin ve nihayet sonunda en baştaki gerçek duygularına tekrar döneceksin Edim."

Edim amcasına kızıyordu belki ama ben Aziz Demiray'ı canımı acıtsa bile aslında çok iyi anlıyordum. Olan biten hiçbir şey bizim için gerçekleşmemişti ama biz bir şekilde, şans eseri ona sahip olmuştuk. Derin ve gerçek biçimde yaşadığımızı düşündüğümüz her şey işte tam da bu yüzden sorgulanmaya açıktı.

"Öyle mi? Neymiş benim gerçek duygularım."

"Nefret ve öfke, sizi birleştiren asıl duygu bu ikisi. Bu duygular olmasa siz de asla var olmayacaktınız."

"Güzel hikâye," diye durumu alaya aldı Edim. "Oturup ciddi ciddi bu senaryoyu düşündün mü? Amcamın umutsuz aşk hikayelerine merak salacağı kimin aklına gelirdi?"

"Edim!"

"Yeter amca, yeter," dedi ciddi bir sesle. "Senin hayallerindeki bu kurguya hizmet etmeyeceğim. Huzursuz olması gereken sensin, çünkü korktuğun şey okuyor amca. Zamanını aklımı çelmeye çalışarak harcamak yerine, gerçekleri kabullenmeye sarf et. Tedavinin ilk adımı budur amca, gerçeği kabullenmek."

"Terbiyesiz, hadsiz," diye bağırdı.

"Terbiyeli olmak önceliklerim arasında olmadı hiç," dedi. "Şimdi kendini yeterince hazır hissediyorsan eğer artık şirketle ilgili konuşmaya başlayabilir miyiz?"

Onlar şirketten konuşmaya başladı ve ben ordan hızla değil, güçsüzce ayrıldım.

Sanki ensemde bana ait olmayan yabancı bir nefes varmış gibi, vücudumu ürperten ve böylesine huzursuz eden bir hisle birlik içinde olan bedenim merdivenden birkaç basamak çıkıp altıncı basamağa bitkince çöktü. Yedinci basamağı çıkmaya takatim kalmamıştı. Karnımdaki sancı bile önceki kadar sarsmıyordu beni, çünkü ağrımın baskın yerini şimdi kalbimdeki korkunç sancı almıştı.

Karmakarışığım.

Darmadağınığım.

Aziz Demiray yine kendinden hiçbir ödün vermeyen, geldiğinden daha öfkeli, daha bir baskın adımlarla ayrıldı evden. Kapıyı arkasından gürültüyle öyle bir çarptı ki o beni görmeden önce kapının önünden ayrılmam yerinde bir karar oldu diye düşünmemin nedeni, onu görmeye tahammülümün olmamasındandı.

Gelmişti ve her şeyi mahvetmişti.

Edim'de amcasının peşinden odadan çıkıp merdiven basamaklarının önünde durdu ve bir süre sessizce beni izledi; ben de onu. Evet, dudaklarımız kapalıydı ve suskundu fakat her ikimizin dudaklarının arasından binlerce kelime geçiyordu. Sonra sıkıntı dolu bir nefes alıp aramızdaki basamakları aşarken Edim, bakışımı bir an olsun ondan ayırmamıştım. İstenmememin ağırlığı bir kez daha üzerime çökmüştü.

Oturduğum basamağın diğer ucuna oturduğunda, dizinin ucunu dizimde hissettim.

Karşılıklı birbirimize bakarken, onları dinlediğimi biliyordu. Kollarımı karnıma sardım, sanki yine kendini tek başına koruması gereken kişiye dönüşmüş gibi hissediyordum.

Edim bana yöneltilmiş dikkatli bir bakışla konuşarak, "Canın mı acıyor, Lavin?" diye sordu, gözleriyle beni kontrol ediyordu.

"Acıyor," dedim, ağlamamak için kendimi sıktığımdan yanaklarım yanıyor, boğazım ağrıyordu.

"Neren acıyor?"

"Göğsümün içi, karnım, bir de boğazım," diye yanıt verdim. "Kırgınlıkların, acıların ve tabii hayal kırıklıklarımızdan gelen tüm üzgünlükler... neden hep bu noktalarda birikir, o noktalarda takılıp kalır ve sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi bize eziyet ederler ki?"

"Sana sadece kahvaltını yap demiştim."

Omuz silktim. "Yapmış kadar oldum."

O adamı görmeden önce biraz yiyeceğimi düşündüysem de şimdi yiyebileceğimi hiç sanmıyordum.

"Bu konuşmanın iyi geçmeyeceği belliydi," dedi Edim. "Muhtemelen de bu ve benzeri konuşmalar hayatımın parçası olacak. Ben özellikle seni tüm bunlardan yapabildiğim kadar uzak tutmaya çalışıp çabalarken bizi dinlememeliydin."

"Kendime engel olamadım, bana hissettiği nefret asla dinmeyecek," dedim, kelimeler dilimde canlanıp dilimi yakıyordu. "Hatta... nefreti ölçümsüz biçimde artmış gibiydi."

"Seni kabullenmese bile, öyle veya böyle bir şekilde yanımdaki varlığına alışacak," dedi Edim. Siyah gözleri, kelimeleri kadar kararlıydı. "Alışmak zorunda, anlamak zorunda kalacak."

"Aslında bakarsan... onun nefretiyle baş edebilirim sanırım, sorun değil," dedim. "Ama..."

Kaşları çatıldı, dikey çizgi alnının ortasında belirdi. "Ama?"

"Ya onun dediği gibi olursa, Edim?" diye endişelendim. Gözlerim, gözlerine daha fazla tutunamadı. "Şimdi böyle diyor, belki de öyle hissediyorsun ama ya ilerde bana baktığında, gördüğün ben değil de ölmüş ailen olursa?"

Edim içli bir nefes verdi. "Şunu yapma, Lavin. Amcama istediğini verme."

"Bunun düşüncesi bile beni öldürüyormuş gibi Edim," dedim, hissettiğim acı yüreğimi bir yılan gibi sardı. "Ama ya ilerde benden tekrar nefret edersen?"

Sanırım bizim en büyük trajedimizde bu olurdu. Birbirimiz için hiçbir şey kolay olmamışken, birbirimize çok zor yollardan güvenmek zorunda kalmışken, sonunda yine nefretle birbirimize yabancılaşmak en trajik şey olurdu.

"Böyle bir şey olmayacak."

Gelecekteki bilinmezliğin sıkıntısı kalbimi parmaklarıyla sıkmaya başladığı o anda, başımı iki yana salladım. "Bunun garantisi olmaz, Edim," dedim. "Ne ilerde benim, ne de kendinin nasıl birine dönüşeceğini asla bilemezsin. Yaşanacakları bilemeyiz."

Lisedeki edebiyat hocamın uzak geçmişte savrulan şu sözleri kulağımda çınladı. Kalp öyle hızlı döner ki yeri gelir kendi kalbinize, yeri gelir karşınızdaki kişinin kalbine şaşırır kalırsınız demişti. Bu yüzden de çevrilmek anlamındaki kalp kelimesiyle isimlenmiştir.

Bugün sevdiğinden nefret edebilir, nefret ettiğini sevebilirdin. İki zıt duygunun kendi zıtlarına dönüşmesi kadar birbirine belki bu derece yakın olan başka kelimeler olamaz.

Edim öfkeyle iç geçirdi, bakışları sertleşti. "Bize olan inancının bu kadar zayıf olması beni gerçekten öfkelendiriyor, Lavin," dedi, zihnime sızan düşüncelerin umutsuzluğu ruhumu kanatıyordu. "Amcam bunu her yaptığında umutsuzluğa mı kapılacaksın bu şekilde? Bana bak. Her şeye katlanırım ama sevdiğim kızın bir korkak olmasına katlanamam ben."

"Hayır, öyle değil ben sadece..." Durdum, bir süre diyeceğim şeyin en uygun biçimini düşündüm. Bakışlarım basamakları tek tek sonuna kadar indi, sonra tek tek yeniden çıktı ve Edim'in gözlerine, yuvasına dönen yaramaz bir çocuk gibi döndü. "Amcan bir konuda haklıydı Edim, biz normal yoldan tanışma ve birbirimizin hayatına girme gibi şanslara hiç sahip olamadık. Olağanüstü bir durum bizi bir arada olmaya zorladı ve yine biz bu olağanüstü durumun içinde yakınlaştık. Bu durum hâlâ devam ediyor mu bilmiyorum ancak ya her şeyin bitip de olağan olduğu sürece geçtiğimiz o normal anda, beni sevmeyi bırakırsan ve yeniden benden nefret edersen?"

Edim başını salladı. "Saçmalama lütfen, Lavin. Bunlar boş sanrılar," dedi, durakladı. "Bize dair karamsar olma nedenin biraz da haplar. Stres seviyesinin normal beyinlere göre.." Duraksadı. İşaret parmağının ince ucunu şakağıma birkaç kez hafifçe vurdu. "...daha yüksek olduğunu biliyorsun, değil mi?"

Gerçekten karamsarlığımın nedeni haplar mı? Bu yüzden mi korkularla doluyor ve sığamıyor, sonunda taşıyorum?

"Bilmiyorum, sadece korkuyorum, Edim," dedim yavaşça. "Birlikte inşa ettiğimiz her şey üzerimize yıkılırsa, ne yapacağız?"

Evet korkuyordum, korkumu anlamalıydı.

Çünkü bu durumdan en etkilenen kişi yine ben olacaktım, aslında olağanüstü dediğim durumda bana yakınlaşan, beni seven kişi Edim Demiray oldu.

Bense Edim'i tüm bunlar olmadan önce zaten sevmeye başlamıştım.

Edim tereddüte yer bırakmayan bir tonda, "İnşa edeceğimiz her şeyin tek bir gecede yıkılacağını bilsek bile yine de aramızdaki her şeyi korkmadan inşa edeceğiz," dedi, bakışları gözlerimin içine dalıp amcasının bakışlarıma yerleştirdiği o korkuyu kendi inancıyla dağıttı. "Korkmadan etmeliyiz de, Lavin. Hayattan koparmamız gereken her ne varsa bugünden koparacağız, yarına ne kalır ne kalmaz bilemeyiz. Üstelik bugünün derdi bugüne yeter, yarının derdi bırak da yarının olsun."

Sanki kelimeleriyle içime dek girip acımın toplandığı noktayı ameliyat ediyor ve bu acıyı parça parça içimden çıkarıyordu.

"Üzgünüm, zayıflık gösterdiğimi hemen dağıldığımı biliyorum ama..."

"Hey," dedi, çenemin ucunu tutup başımı tekrar yüzüne kaldırdı. "Amcamın zihninle oynmasına izin vermemelisin, dinlediğini tahmin ediyor olmalıydı. Boşluğa attığı ok eğer beni vurmazsa, seni vursun diye öyle konuştuğundan adım kadar eminim."

Teskin edici sözlerinin arasından kaybolan huzurum yeniden dalgalandığında, Edim'e biraz, sonra biraz daha ağır ağır yanaştım. Bir bacağım onun bacaklarının arasında ilerledi, belli bir noktada durdu. Avucumu kemikli yüzüne yerleştirdim, belirgin duran elmacık kemiğinde dolaştı parmak uçlarım.

"Amcanın emin konuşmaları... bir an bile olsa gerçekten de seni hiç etkelimedi mi?"

Gözlerimin içine bakarak, "Asla, tek bir an bile bizden, hissettiğimiz şeyden tereddüt etmedim," dedi. "Herkes her şeyi diyebilir ama kim ne derse desin, biz gerçeğiz, Lavin. Sadece buna inan."

"Edim," diye fısıldadım yavaşça. "Ben seni çok seviyorum."

"Biliyorum," diye sırıttı.

Güldüm ve omzunun kenarına hafifçe vurdum. "Biri seni sevdiğini söylüyorsa, biliyorum diye bir yanıt verip küstahlık etmezsin."

"Tabii ya," diye sırıttı. "Geri bildirim yapmam gerektiğini düşünüyorsun."

"Evet, aynen öyle."

Ama Edim, "Yalnız şu an geri bildirim yapan sensin, Küçük Avcı," dediğinde, gülümseyerek kaş çattım. "Sensin."

"O dediğin nasıl oluyor tam olarak?" diye sordum. "Senden seni seviyorum diye bir şey duymadığımdan eminim üstelik."

"Kütüphanede," dedi, elleri boynumun kenarlarına kıvrılmış saçlarımı geriye itti. "Amcama seni sevdiğimi söyledim, Lavin. Sana söylemediğimi idda ederek akıllılık yapamazsın, sen de ordaydın ve duydun."

"Vay be," diye hayret ettim ona, yüzümü biraz daha yanaştırdım yüzüne. "O kadar geriden alıyoruz ha?"


Edim yanağımı öptü. "Nerden başlamışsa ordan işte."

"Ama ben, seni çok da özledim," diye fısıldadım canlı görünen dudaklarına.

"Numaraya bak, yanındayım ya."

Yüzüne dokunurken olağanüstü bir şeye bakar gibi bakıyordum ona. "Edim," dedim, en gerçek hislerimle, bastırılan gizli saklı tüm arzularımla. Yalın bir özlem duygusu damlarımda yol açıp ilerledi. "Ben seni, yanındayken bile çok özlüyorum. Bu nasıl mümkün oluyor ben de bilmiyorum ama buradasın ve çok özlüyorum işte."

"Bana öyle derin bakma," diye mırıldandı. "Sen bana böyle bakınca... ben gerçekten ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi... hatta nasıl bakacağımı bile şaşırıyorum. Galiba ben hâlâ senin sevginle nasıl başa çıkılır bilmiyorum, sevgilim."

Şaşkınlaşan, gerginleşen kara bakışları...

Sözlerimle, bakışlarımla ne yapılacağını gerçekten bilmiyor gibiydi. Bu garipliğine alışık değildim. Yani sonuçta o tanıdığım, bildiğim Edim'di

Yer üstünün öz güvenli mimarı Edim Demiray.

Yer altı kafeslerinin yenilmez dövüşçüsü Dragon.

Yine de duygular hâlâ onu altüst ediyordu. Edim kabullendiği şeylere sıkıca sarılsa da yeni şeylere duyduğu yabancılık onu içten içe sıkıştırıyor, duygulara damlayan tüm bu diğer hislere hemen alışamıyordu. Benim de duygularıma karışan merhamet beni iyiden iyiye yumuşattı.

Onu içine düştüğü bu stresten kurtarmak isteim. "Ne yapacağını bilmiyorsan, ben söyleyebilirim," diye fısıldadım sıcaklığını aldığım dudaklarına. "Öp beni, Edim."


Ve tek saniye bile tereddürçt etmeden öptü beni, dudaklarımız birleşti. Ağzıma ateşleri getireceğini bildiğim ıslak dili, dudaklarımı araladı ve içeri sızdı. Elinin biri boynumda, diğeri badimin altına girip göğsümün birini sertçe avuçladı.

Hemen geri çekildim. "Edim, dur biraz."

Kaşlarını çattı. "Ne?"

"Hassas dönemimde olduğumu unuttun mu?" diye sordum ya da uyardım işte. "Dokunuşun... fazla sert geldi."

Çenemi öptü. "Bu günler nasıl geçecek? İşkence gibi, katlanılmaz bir şey bu," diye hayıflandı. "Gerçekten de Tanrı erkeklere nasıl eziyet edilir iyi biliyor."

Güldüm. "Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibisin, bu bir ilk."

"Çocuk mu?" Yüzünü buruşturdu. "Neyse ne, kahvaltıya."

"Hayır, kahvaltı yapmak istemiyorum," diye isyan ettim.. "Kendimi zorlayacaktım ama yok, yapamayacağım. Edim, yolda bana cips alsan, onu yesem olmaz mı?"

İç geçirdi. "Pekâlâ, hazırlan da çıkalım o zaman."

"Bir tanesin sen," diye sevindim ve ona sıkıca sarıldım.

İtiraz edip beni ikna etmeye çalışır diye düşünüyordum ama ikna olan oydu, Edim Demiray gerçekten ne zaman neye ihtiyaç duyduğumu biliyordu. Sanırım üzüldüğüm için üzerime gelmek istemiyordu.

Edim ters ters, "Kıytırık bir cips için şu şekil sıkıca sarılıp sevindiğine inanamıyorum gerçekten," diye söylendi, hayret ve sitem arası bir tonda.

Sonra o kütüphaneye, ben odaya gittim.

Giyeceğim kıyafetleri seçmek için gardırobun önüne geçtim. Pencereden karlı havaya baktım. Regl döneminde olduğum için kendimi sıcak tutmam gerekiyordu. Seçtiğim giysileri askılıktan alıp yatağın üzerine bırakıp üzerimdeki ince kazağı ve pijama takımını çıkardım. Altıma yüksek bel pantolon görümündeki, içi şardonlu deri taytı geçirirken Tuncay'ı düşünüyordum. Hâlâ tedirgindim, beni o gece öylece bırakıp gittiği an gözümün önünden hiç  gitmiyordu. Umuyorum ki tüm soğukluğu sona ermiştir. Edim bir konuda kesinlikle haklıydı, Tuncay kendisiyle İzmir'e dönmemi isteyecekti benden. 

Onunla dönemezdim, bunun artık ihtimali yoktu. Edim Demiray'ı bırakamazdım. 

Yataktaki iki takımdan oluşan triko örme kazağını çıkardım, biri askılı bir body görünümündeydi onu ağırca üstüme geçirip ikinci parçası olan uzun kol, boğazlı parçasını da başımdan geçirdim. Böylece göğüs kafesimde pencere detayı oluştu ki Edim'in bana aldığı kar tanesi kolye o aralıktan açığa çıkıp tenimde ay ışığı gibi parlamayı sürdürüyordu. 

Gökyüzü kar tanelerini bağrından söküp yeryüzüne atarken hızla ayaklarıma kalın spor çorapları geçirerek üzerine de dizime uzanan çizmeleri geçirdim ve saçlarımla ilgilenmek için aynanın karşısına geçtim. Sarı saçlarım yumuşayana dek tarayıp gece uyumamışlığımı ele veren solgun tenim için hafif bir makyaj yaptım ki eğer Tuncay'ın karşısında ağlayacak olursam boşuna gidecek bir makyajdı bu. Tuncay'ın karşısında beni canlı göstersin yeterdi; aklı bende kalsın, iyi olmadığımı düşünerek Ankara'dan ayrılsın istemiyordum. 

 Üzerime siyah kaşe kabanımı aldım. Büyük, iri çift sıra düğmelerini ilikleyip kemerini bağladıktan sonra, atkımı daha sonra dışarda bağlamak üzere ensemden öylesine sarkıtıp beremi başıma geçirirken odadan çıktım. Edim çalıştığı projesinin son dokunuşlarını tamamlayabilmek için merdiven altındaki çalışma odası olarak sevdiği benimse ordaki ortamı kütüphane olarak samimi bulduğum odaya çekilmişti. Evin sıcaklığı, reglin ilk gün gerginliği ve üzerimdeki kalın kıyafetler… 

Sıcağa hiç dayanamazdım, şimdiden çok bunalmıştım. 

Kütüphaneye açılan kapıyı araladım, Edim bilgisayarın başındaydı ve parmakları hızla klavyede dolaşıyordu. "Ben hazırım," diye haber verdim kapıdan.

Gözlerini ekrandan bir saniyeliğine ayırıp, "Bana biraz daha zaman ver, çok az kaldı," dedi, tekrar ekrana odaklanırken ekledi. "Birazdan bitiriyorum." 

Dışarı çıkmayı düşünsem de vazgeçip içeri adımladım. "Tamam işini hallet, bekliyorum," dedim. "Acele etmene gerek yok, zaten hâlâ zamanımız var."

Üstümdeki ağır kabanı, başımdaki bereyi ve boynumdaki atkıyı çıkarıp odadaki kanepenin başına bırakıp kitaplığa ilerledim. Saçlarımı omuzlarımın ardına attım. Parmak uçlarımı öylesine kitap sırtlarında dolaştırırken daha önce fark etmediğim bir kitabı, ilginç isminden dolayı çıkardım. Kitabı yavaşça araladım. Bir sayfaydı, herhangi bir sayfa ama... dudağımı büktüm, ilginçti gerçekten. Bir anda, ayak üstü kitabın içine çekildim.

Edim aniden, "Ne buldun orda?" diye sorunca irkildim.

Kitabı garip bir utanç içinde kapattım. "Hiç, hiçbir şey." Yanaklarımın kızardığını hissettim. "Öylesine bakınıyordum."

Edim bana gözlerini kısarak baktı. "Bu doğru değil, Küçük Avcı." Bilgisayarı örtüp yerinden kalktı ve gözlerini benden ayırmadan yoğun hislerimi arttıracak bir cazibeyle yanıma adım adım yürüdü. Karşımda durdu, kütüphaneye bir omzunu dayadığında, bakışlarının içime yıkıldığını hissettim. "Tatlı nefes alış verişinin sıklığı artmış, yanaklarında senlik olmayan bir kızarıklık, gözlerini kaçırmamak için benimle mücadele... Evet, kesinlikle bulduğun bir şey var." Elini uzattı, iki parmağı vermemi söyleyen bir işaretle hareketlendi. "Ver bakalım, benim dışımda seni bu hâle sokan şeyi merak ettim."

Bakışlarım tersleşti. "Hayır, benimle uğraşmayı aklından bile geçirme."

"Ver dedim Lavin, haydi."

Ofladım ve kitabı eline vururcasına bıraktım. "Al işte, tamam mı, oldu mu?"

Kitabı görünce sırıttı. "Tamam, oldu," dedi, siyah ve fazla yoğun bakışları yüzümün her noktasına dokunurken. "Erotik edebiyat."

"Hı, hı," diye homurdandım. "Öyle, tatmin oldun mu peki?"

"Tatmin olmam için, yatakta olmamız lazım." Sözleri kalp atışlarımı hızlandırdı, üzerimdeki etkisi hiç değişmeyecekti. Kitabı araladı. "Bu eser bir baş yapıt, içinde olağan olmayan bir strateji var."

Alaycı bir bakış attım. "Erotik olduğu için tabii."

Gözlerini kıstı  "Alaycı bakışlarının altında yatan düşünme mantığını görebiliyorum, Lavin."

"Görüyor musun?" Mahsustan şaşırmış gibi yapıp ağzımı araladım. "Peki öyleyse, neymiş benim düşünme mantığım."

"Erkek aklıyla düşündüğümü düşünüyorsun."

"Ee, bunun neresi yanlış, öyle değil mi zaten?" diye sordum yüzüne doğru. "Tipik erkeksin işte."

Aslında hayır, tipik erkek değildi, hiçbir zaman olmamıştı ancak gerçeği ona söylememe de gerek yoktu.

"Hayır, bu gerçek bir erotik edebiyat. Dinle bir erotizmin belirli kalıp kelimeleri, kurallaşmış cümleleri vardır." Çapkın bir cazibeyle sırıttı. "Örneğin boşalma, alet, penis, vajina..." Bir an özellikle duraksadı ve özellikle bana yaklaştı. Kulağımı örten sarı saçımı, kulağımın ardına yerleştirip saçlarımı neredeyse hissettiğim duygunun parçası hâline getirdi. Dudaklarını yanaştırdı, öyle çok yaklaştırdı ki burnundan sonra canlanmış sıcak dudakları kulağıma dokundu. Şehvetli bir tonda, "Sik ve am," diye fısıldadığı anda, bütün hislerim bana yabancı gelen garip bir huzursuzlukla ani sayılan bir hızla ayaklandı.

Bu kelimeleri daha önce hiç doğrudan bana söylediği, benim de doğrudan duyduğum hiç olmamıştı. Bu garipti, tuhaftı, hislerim diken dikendi. Aramızda başlayan cinsel elektriğin akımı damarlarımda  dolaşırken ölümcüldü ve tehlikeliydi de.

Mavi bakışlarımla onu azarlarken, "Edim," diye kızdım, yanaklarım ısındı, hatta ona baktıkça cayır cayır yandı. "Bu şekilde açıkça yorum yapamazsın ve böyle rahatça davranamazsın da."

"Beni kim durduracak söyler misin?"

"Kendi sağduyun?"

Edim aldırmadı, başını omzuna yatırarak bir yanağımı avucuna alıp, "Evet, kelimenin böyle garip bir etkisi var," dedi, gözlerini bakışlarımın içine vahşi bir hırsla sokarak. "Vajina ve penis  daha çok akademik bilginin izi gibi bazı etkili duygulardan yoksun ve süslü. Oysa sik, am... Bu kelimeler, vahşi, yalın ve ham."

Sesindeki erotik fısıltı, bakışındaki tutkunun alevi, dudağında görünen vaad, duruşundaki her şey bana içli bir nefes aldırdı. Bu kelime onun ağzından sıyrılıp zihnime düşüp ateş aldığı için böylesine etkileyici, böylesine alev alevdi içim biliyorum.

"Kesinlikle uyandırdıkları hisler de vahşi, yalın ve ham," diye devam etti, fısıltısı sertti. Dilinin ucunu çene çizgimde dolaştırdı, sonra burnu burnumun ucuna temas etti. "Şimdiden beni içine almak isteyen o ham çağrıyı işitiyor, yalın arzunu bedenimde hissediyorum, beni vahşi durdurulmaz bir istekle içine çağırıyor safir yangını gözlerin."

Yanaklarım karıncalandı, karşısında bir kar tanesi gibi eridiğimi hissediyordum. Yine de kendimi ana bırakmak yerine toplayıp gerçeğe döndüm. "Şunu yapmayı kes, bu yaptığın çok faydasız şu an."

Reglim ben. Maalesef. Zaten bu sabahtan itibaren ben de aynı ölçüde onu özlemiştim, bir de aramızda cinsel gerilim oluşturması beni ayrı kızdırıyordu. Hoş bir işkence olabilir ama yine de işkenceydi işte.

Siyah derin gözleri ayartıcı bakışlarını kuşandı. "Faydasızsa senin açından öyle olduğu içindir, benim açımdan işler farklı," dedi, omuzlarımı kaldırtacak derin bir nefes aldırdı bana, işaret parmağının ucu göğüs kafesimdeki açıklıkta kışkırtıcı bir yavaşlıkla dolaştı. "Ben genellikle senin her hâlinden ayrı keyif alıyorum, cinsel çağrışımlı sözlere soğuk duruşunu yıkmak inanılmaz haz veriyor bana. Safir mavisi açık gözlerinde masmavi bir tutku ateşini yakmak ve ihtiyaç kıvılcımının canlandığını görmek de çok ayrı zevk veriyor."

Bir an sustuk.

"Benimle başından beri oyun oynadığını itiraf ediyorsun yani," dedim ona dik dik bakıp.

"Başından gerçekten ciddi niyetle başlamıştım konuşmaya, konuşmanın içinde bir strateji bir amaç vardı, bir anda kelimeler rayından çıktı."

İçimdeki aç ateşi tetiklediği için ona yeterince kızgındım.

"Rayından çıkmışmış, uydurma şimdi. Eğer sen istemez, izin vermezsen hiçbir kelimen rayından çıkmaz. Hepsi gayet özen içinde seçilmiş kelimelerdi. Aptal değilim." İşaret parmağımı göğsüne bastırdım. "Hiç boşuna o nefesini tüketme. Seni tanıyorum ben, Edim Demiray."

"Aov." Hayret nidası içimi gıdıkladı. "Beni iyi yakaladın, güzel sevgilim."

Sevgilim.

Güzel sevgilim.

Hissertiğim öfke bu kelimeleri içinde eriyip kayboldu.

Bir anda cinsel gerilim geriye çekildi, içime beni ısıtan sıcak bir his yayıldı. Tamam o da beni tanıyordu.

Edim yüzünde sinir bozucu bir ifadeyle geriye doğru çekildi, biraz. "Yani demem o ki, sen bu kelimelerden herhangi biri olmadan erotizmin yazılabileceğini hayal edebilir misin?"

Şöyle bir düşündüm. "Sanırım hayır."

"Ben de öyle düşünürdüm, ama bu kitap bunu başarmış. İşte bu yüzden bir baş yapıt."

Bunda döneminin sosyolojik yapısının etkisi olsa da, göz gezdirdiğim kadarıyla öyleydi. "Evet, doğru, haklı olabilirsin," dedim, satırlar gözlerimin önünden geçerken. Gözlerim bir rafa kaydı. "Bu kitabın Tolstoy kitaplarıyla aynı raf sırasında bulunması da pek mânidarmış."

Edim rafa baktı. "Neden öyle söyledin?"

"Tolstoy..." dedim, bir an katıla katıla gülmek istedim. "O bir yazarın bakire kızların odasına, okurlarını koymaması gerektiğini savunur da."

(Elisya Royal: Hı hı, tabii. Eyvallah, Tolstoy Reis jsjsjsjs)

Edim kitabı raftaki yerine bırakırken sırıttı. "Herhalde öylesini savunması gerekirdi."

"Ya ben?" diye sordum birdenbire. Edim ne dercesine baktı. "O türden erotik ve tutkulu şeyler yazan bir yazar olsaydım, ne yapardın?"

Edim'in gözleri koyulaştı, gözlerindeki kapana kısıldığımı, orada kasılıp kaldığımı hissettim. Belki ona böyle bir soru yöneltmem o kadar mantıklı değildi. Riskli bir girişimdi; çünkü o simsiyah gözlerinde şimdi, gördüğü şeyi  sonuçlarına aldırmadan ele geçirmek isteyen vahşi bir ifade belirmişti.

Yavaşça çenemi  tuttu. "Bu duyduğum en ateşli şey olurdu," dedi Edim, bakışı tenimi yakıyordu. Dilinin ince ucu alt dudağımın bir ucundan başlayıp diğer ucuna ıslak bir çizgi çekti. "Erotik şeyler yazdığını bilseydim, asıl ne yapardım biliyor musun?"

Bilinmezliği çağrıştıran fısıltısı, su birikintisine damlayan yağmur taneleri gibiydi; karnımın alt kısımlarını titreştirdi. Merak kanımı kaynattı. "Bilmiyorum, ne yapardın?"

Yüzümün her ayrıntısına baktı, baktığı her bir nokta alev alıyordu. "Bunu öğrendiğin anda, hayata da geçireceğiz."

Kaşlarımı çattım. "Gerçekten söylemeyecek misin yani?"

Edim, "Regl olmasaydın söylerdim," dedi ve benden uzaklaşıp montunu üzerine geçirdi. "Ama merak etme ya da et, sen bilirsin. Çünkü bunun cevabını mutlaka en uygun zamanda alacaksın."

Ona kötü kötü baktım. "Söylesene Edim, hem bu kadar etkileyici olup hem aynı anda nasıl bu kadar sinir bozucu olabiliyorsun sen?"

Edim montunun fermuarını çekerken sırıttı. "Oralarda bir yerlerde iltifat duyduğumdan kesinlikle eminim, Lavin."

"Hangisinin baskın olduğunu bilmiyorsun,  kendinden o kadar kadar da emin olma."

Gizlice güldü ama bir şey demedi.

Ben de üzerimi giyindim. Odadan çıkarken ellerimiz birleşti.

Sokak kapısını açtığımız anda, karşımızda Edim'in polis olan arkadaşı Selçuk'u gördük. 

Edim, "Senin ne işin var burda?" diye sordu, gerginliğini parmaklarımda hissettim. "Beni aramadın."

Edim'e garipçe baktım. Telefon mu bekliyordu? Hiç söz etmemişti.

"Telefonunu aradım ama ulaşamadım, yol üstüyken evdesindir diye buraya uğrayayım dedim."  Sonra ekledi. "Birkaç dakikan varsa konuşalım."

Edim elimi bıraktığında, gözlerim birbirinden ayrılan ellerimize takıldı.

"Olur," dedi, Selçuk evin diğer yanına ilerledi. Edim bana baktı. "İstersen içerde bekle."

"Birkaç dakika burda beklersem bir şey olmaz," dedim

Sonra arabanın anahtarını bana verdi. "Olmaz, soğuktan rahatsızlanmanı, ağrının artmasını istemiyorum. Arabada bekle."

Anahtarı aldım. "Sorun mu var? Birden gerildin gibi sanki?"

"Hayır, yani sanmıyorum."

Sonra Selçuk'un yanına gitti.

Sorun yapmamalıyım ama içimde tedirgin hislerin oluşmasını engelleyememiştim.

❄ Yazar, ELİSYA ROYAL

Yeni bölümde görüşürüz, Kar Çiçeklerim. O zamana dek karlar gibi ışıldayın, Sizi seviyorum!❤

Motivasyon için yıldıza mutlaka basın ve okurken yıldıza basmayı unuttuğunuz diğer bölümlere dönüp yıldıza basarsanız harika olur. 💙

Beni şuralardan takip edin.

❄ İnstagram : elisyaroyal

❄Twitter : ElisyaRoyal










Continue Reading

You'll Also Like

735K 32.8K 19
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
185K 8.9K 24
Bir kız var, acısını kalbine gömüp, hayatını müziğe veren. Gece Alkay. Hayatın tüm zorluklarına göğüs germiş, kendi ayakları üzerinde duran bir kız...
1.3K 360 10
İşlenmiş sayısız günahın gölgesinde büyüyen hayatların bedeliydi Araf. O, aslında vicdanlarımızın susup kaldığı kanlı cennet vadilerinin ta kendisiyd...
1.2M 81.2K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...