Youngblood || irwin

By fivesaucewbu

94.2K 7.4K 1.5K

Ölene kadar. More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
"Til the day I die."
Teşekkürler
🌕
🌖
🌗
🌘
🌑

1.8

3.7K 257 59
By fivesaucewbu

Ashton'ı arabasından inerken yakaladığımda hemen yanına doğru ilerledim. Dün gece yaptığımız sinir bozucu 'Atkımı geri getir.' konuşmasından sonra beni ciddiye alabileceği bir ifade takınmaya çalışıyordum ve bu gerçekten ilk defa bir şeyi yapmamın imkansız olduğunu hissettiriyordu.

Yine de bilindik Riley gibi kalabilmeye çalıştım. Yaptığım hiçbir şeyi ciddiye almıyor ve söylediğim her şeyi sürekli dalgaya alıyor olması işimi kolaylaştırmıyordu ama ona olan gardımı indirmeye başladığımı düşünmesini istemiyordum. Gerçi bu ne kadar mümkündü, emin bile değildim. Benim insanların bildiği Riley gibi davranmadığım ve Ashton'ın da tüm kampüsün görmeye alışkın olduğu Ashton Irwin gibi davranmadığı çok barizdi.

"Yine sabah güneşi gibi ışıl ışıl parlıyorsun." alaycı bir gülümseme ve en az gülümsemesi kadar alaycı ses tonuyla benimle konuştuğunda suratına dik dik bakıyor olmamı bile umursamıyordu. Arabasının kapısını kapatıp kilitlediğinde, kalçasını kaputa yasladı.

"Söylesene yine hangi erkeğin penisi elden gittiği için üzülmeliyim?"

"Hangi erkeğin penisinin elden gitmek üzere olduğunu sen çok iyi biliyorsun."

"Hiçbir şey bilmiyorum." çarpık bir gülümseme takındı. "Neden biraz daha yaklaşıp söylemiyorsun? Belki yanlışlıkla öpüşürüz diye korkuyor musun?"

"Ashton seni öldürmeden önce şu lanet olası atkımı geri ver-"

"Hava o kadar da soğuk değil aslında. Ona gerçekten ihtiyacın var mı?"

"Bu hava soğuk değil mi?" konuştukça ağzımdan ve burnumdan sigara içmişim gibi beyaz bir duman salınıyordu. Üşüdüğüm zaman burnumun ucu ve ellerimin üzeri kızarırdı. Yine o zamanlardan birinde olduğumuza o kadar emindim ki.

Ashton umursamaz bir şekilde omuz silkti. Kollarını göğsünün altında birleştirip, çarpık gülümsemesi ve ela gözlerindeki baygın bakışlarıyla öfke saçan ifademi seyrediyordu. Uzun, kemikli parmakları hızlıca dağınık saçlarının arasından kayıp eski konumuna dönerken dudaklarını ıslatmıştı.

"Üşüyorsan seni ısıtabileceğimi söylemiştim."

"Sana değil, atkıma ihtiyacım var." diye ısrarla direttim. "Yaptığın şakanın boku çıkmaya başladı. Bil diye söylüyorum, elden giden tek şey sadece penisin olmayabilir."

Ufak bir kahkaha attığında çevremizde dolaşan kampüsteki insanların çoğunun bakışları bizi buldu. Birkaç ay önce Ashton ve benim aramızda bir şeyler olabileceğine dair yapılmaya başlanan dedikoduların doğru olduğunu görmüş gibi heyecanla bizi seyrettiklerini fark ettiğimde, iyice sinirlendim. Geçen gün yurdun önünde benimle konuştuğunda ağzından dört sene boyunca bir kez bile adam akıllı bir kelime duymadığım oda arkadaşım bile, ne zaman erkek arkadaş yaptığımı ve iyi bir zevkim olduğuyla ilgili asılsız şeyler söylemişti.

Ben de ona ağzını kırk yılda bir açma kararı almış olduğu için kendi isteğiyle çenesini kapatma şansını tanıyacağımı söylemiştim.

Sanki insanların bizi film izliyorlarmış gibi seyrediyor olmaları Ashton'ın birazcık bile umrunda değilmiş gibiydi. Bileğimi yakalayıp beni kendisine çektiğinde donup kalmıştım. Bu atağı beklemiyordum. Başını hafifçe eğerek gözlerimin içine daha yakından baktığında birkaç kişinin mırıldanışlarını duyabiliyordum.  Ama Ashton'ın kirpiklerimi dalgalandıran ılık nefesi söylenenleri dinlememe engel oluyordu.

"Duyma, Riley. Kulağını kapat."

Neyin endişesini etmekte olduğumu anlamış gibi konuştuğunda derin bir nefes aldım. Tatmin olmadığımı düşünmüş olacaktı ki "İnsanlar hep konuşur. Hep. Kendini dış dünyaya o kadar soyutlamışsın ki değil senin hakkında konuşmaları, fark edilmek bile istemiyorsun." dediğinde ona kendimi biraz bile açmamış olmama rağmen her şeyi birkaç basit cümleyle özetlemiş olmasına şaşırmıştım.

Genzimi temizleyip bakışlarımı kaçırdım. Parmakları arasında canımı acıtmadan ama sıkıca tuttuğu bileğimi kurtarmak için kıpırdandım. Fakat o gece de olduğu gibi, buna yine izin vermedi.

"Benim hakkımda saçma sapan yorumlar yapmaya bayılıyorsun, öyle değil mi?"

"Hayatına girmeme izin verirsen yorum yapmayı keseceğim." burnunu yanağımdan elmacık kemiğime doğru sürtünerek çıkarttığında nefesimin kesildiğini duydu. Tenimin üstünde gülümserken "Söz veriyorum." diye fısıldadığında bedenlerimizi birbirine yasladığımızı ancak fark edebilmiştim.

İnsanlarla arkadaşlık kurmayı lisede bırakmıştım. Çirkinliklerin içinde olmaktansa yalnız kalırım ama sürekli başım başka bir dertten dolayı belada olmaz diye düşünerek, Ashton'ın da söylediği gibi kendimi dış dünyadan tamamiyle soyutlamıştım. Tabii bunun nedeni sadece bu kadar basit değildi. Yıllarca başıma gelen bir olaydan dolayı başarmak zorunda olduğum bir amacım vardı ve dikkatimin dağılmasına izin vermemem gerekiyordu.

Ashton yıllar boyunca dışarıdan aldığım izlenimlere baktığımda düzgün bir insan değildi. Ama ona bakılırsa ben de düzgün biri olmayabilirdim, bir başkasına göre. Bu göreceli bir kavramdı. Ve... belki de artık o kadar da yalnız olmamam gerekiyordu. Ashton'la birçok kez kavga etmiştik ve her seferinde bir daha konuşmayacakmışız gibi görünüyorduk ama yine, bir şekilde kendimi onun yakınlarında ya da o kendini benim yakınlarımda buluyordu.

"İyi öyleyse."

Yaşadığımız yakınlaşmanın büyüsüne kapıldığı için boğumları altındaki bileğimi tutuşu gevşemişti. Bunu fırsat bilip kendimi kurtardığımda şaşkınlıkla bakışları beni buldu. Genzini temizleyip doğrulduğunda gerçekten serseme dönmüştü.

Arabasının etrafından dolaşıp sürücü koltuğunun yanındaki tarafa geldim. Kapıyı kilitlediği için arabaya binemiyordum bu yüzden, kaşlarımla arabasını açmasını talep ettiğimi işaret ettim.

"N-ne?" yutkundu. "Nasıl... yani? Anlamadım-"

"Kapıyı açsana."

"Sen dersi mi asıyorsun? Hem de benimle?"

Gözlerimi devirirken homurdandım. "Eğer daha fazla sesli bir şekilde ifade edersen fikrimi değiştireceğim."

"Tamam tamam," elleri cebindeki anahtarına erişirken aceleci görünüyordu. "Çenemi kapatıyorum."

&

"Kesinlikle göründüğünden daha fazlası olduğunu biliyordum."

Ashton, etrafında gördüğü her şeyi zihnine kazımak istercesine çevreyi inceliyordu. Her bir adımı o kadar yavaştı ki, akrep ve yelkovanın kovalamacasına meydan okumaya çalışıyordu adeta.

Avuçlarımdan destek alarak arabanın kaputunun üzerine oturdum. Bağdaş kurup dirseğimi bacağıma, yüzümü de avucuma yaslayıp bulunduğumuz yerin hiçbir ayrıntısını kaçırmamaya çalışan Ashton'a baktım.

Onu getirdiğim yer, annemin beni kreşten alıp eve getirirken sıklıkla uğradığımız ve aramızda ufak bir sır olarak sakladığımız bir yerdi. Şehir merkezine çok uzak olmamasına karşın herkesin bilmediği bir tepelikti. Bu tepeye çıkmak birkaç dakika alsa da, bütün New York'u rahatlıkla seyredebileceğiniz kadar yeterli bir yükseklikteydi. Şimdi daha çok çiçek ve giderek büyüyen ulu ağaçlar vardı. Annemle geldiğimiz sıralarda hepsi küçücüktü.

Üstelik burada bir kere günbatımını seyrederseniz, ölene kadar hep buraya gelmek isterdiniz. Tanrı'nın insanlığa sunduğu yalnızca birkaç güzellikten biri olarak tanımlayabileceğimiz bir manzaraya ev sahipliği eden bu yerden şehrin karmaşasına dönmek size ölüm gibi gelebilirdi. Mavi gökyüzünün üzerine görünmez bir el ve görünmez bir fırça; yumuşak tonlardaki turuncuyu yavaş darbelerle salınarak bırakırken nefesiniz kesilebilirdi. Bu ressamın resim yapışını seyretmek hiçbir uyuşturucu maddeyle kıyaslanamazdı.

Ashton, onu seyrediyor olduğumu fark ettiğinde duraksadı. Elleri siyah kotunun ceplerindeyken aramızdaki atmosferde salınan serin meltemin saçlarını dağıtmasına engel olmuyordu.

Ela gözleri yüzümde salınan hüzün bulutlarında dolaşırken aramızdaki mesafeyi birkaç büyük adımla kapattı. Tam önümde durdu.

"Sanırım konuşma vaktimiz geldi."

Yutkunup gözlerinin içine baktım. Hala hiçbir maddenin bağımlılığıyla kıyaslayamayacak olduğum şeyin günbatımı olduğundan emin değildim. Gözlerine baktığımda kayboluyor gibi hissetsem de bu beni ona bakmaktan alıkoymuyordu.

"Riley," meltemin uçurduğu saçlarımı kemikli parmaklarının arasına doladıktan sonra kulağımın arkasına sıkıştırdı. Avucu yanağımdaki yerini bulurken gözlerime güven vermek ister gibi baktı.

"Burada konuşulanların hepsi burada kalacak. Söz veriyorum. Hiçbir şeyi mahvetmeyeceğim."

"Çok özgün bir hayat hikayesi duymayı beklemediğin sürece sorun yok."

Gülümsedi. Baş parmağı yanağımda nazik ve ufak dokunuşlarla dolaşırken dokunup geçtiği yerlerin uyuştuğunu hissettim. Yine de Ashton'ı kendimden uzaklaştırabilmek ve dokunuşlarından sakınmak imkansızdı.

"Klişelere bayılırım."

"Siktir oradan."

Gözlerini devirip gülerken avucu hala yanağımdaki konumunu koruyordu. "Hadi ama artık." diye söylendiğinde başımı salladım.

Genzimi temizledim. "Pekala," dudaklarımı ıslattığımda ela gözlerinin oraya kaydığını gördüm. Gözleri ağır ağır eski konumuna dönerken ikimiz de yutkunduk ama bunu umursamadık.

"Bir ara çok sık rapor almıştım, seninle konuşmadığımız zamanlardı. Geç kalmaya başlamıştım falan."

Ashton başını salladı. Kalbimin sesini kulaklarımda uğultularla duymak ona kendimi anlatmamı kolaylaştırmıyordu.

"Böyle bir dönem oldu çünkü annem bakım evinde kalıyor. Psikiyatri kliniğinde, daha çok."

Bana daha çok yaklaştı. Oysaki benden uzaklaşmasını bekliyordum. Dışarıdan tanıdığımla yorum yapmak ne kadar doğruydu emin değildim ama bu tarz şeylere gelemeyen bir tip olduğunu düşünmüştüm.

"Bu... yeni olan bir şey mi?" kaşlarını havaya kaldırdı. "Yoksa uzun zamandır böyle mi?"

Onu onaylamak için başımı yavaşça salladığımda yutkundum. Gerilip kendimi sıkmaya başladığımı avucunun altındaki tenimden hissetmiş olmalıydı ki boşta kalan eli, dizimin üzerindeki elimi kavradı. El ele tutuşurken "Rahatla, sorun yok." diye fısıldadı.

"Uzun zamandır böyle. Sadece o dönemde... biraz zorluk çıkarmış işte."

Anlayışla beni dinlemeye devam ediyordu. Titrek nefesler almaya çalıştığım sırada boğulacağımı zannettim. Ashton'dan önce davranıp kalçamı kaputun üstünde dikkatle kaydırarak ona yaklaştım. Kokusunu duydukça her şey daha kolay bir hal alıyordu sanki.

"On yedi yaşındayken büyükbabam onu liseden alıp bir aile dostunun oğluyla evlendirmiş, babamla yani." zorlanarak bir nefes daha almayı başardığımda Ashton elimi daha sıkı tuttu. "Başlarda nasıl olduklarını bilmiyorum, tek çocuğum. Ama kreşe gidip geldiğim zamanlarda onun annemi perişan edene kadar yok yere dövmeye başladığını hatırlıyorum. Ben büyüdükçe ve aslında... neler olduğunu görmeye başladıkça o pislik daha da ileri gitti. Zavallı kadını kum torbası gibi saatlerce dövdüğü yetmiyormuş gibi-"

Dakikalar boyunca tutmakta zorlandığım o hıçkırık sonunda dudaklarımdan döküldüğünde konuşmaya devam edemedim. Ashton'ın düzensizce inip kalkmaya başlayan göğsünden ve yüzündeki şaşkın ifadeden kanının donduğunu görebiliyordum. Eli ve avucu arasından sıyrılarak ellerimle yüzümü kapattım.

Bunu hala ona anlatmanın doğru olup olmadığından emin olamıyordum ama artık içimde saklamaktan çok yorulmuştum. Günbatımlarında buraya gelip deli gibi kendi kendimle konuşarak bir şeyleri aşamıyordum. Klişe de olsa gerçek bir insandan bana her şeyin yoluna gireceğini duymaya ihtiyacım vardı.

Gözyaşlarımı daha yanağıma düşmeden aceleyle silip yok ettiğimde Ashton'ın ifadesi yumuşadı. Yüzümü avuçlarının arasına alıp alınlarımızı birbirine yasladığında bir şey söylemesini bekliyordum. Ama belli ki, benim bitirmemi istiyordu.

"O şerefsiz şimdi nerede kafayı çekiyor bilmiyorum ama yıllarca benim ve annemin hayatını mahvettiği için gebermesini istiyorum. Komaya girip acı çekerek ölmesini ve yaptığı pisliklerin cezasını çekmesini istiyorum. Evet bazen feministlik denen şeyin arkasına sığınarak her şeyi abarttığımın farkındayım ama etraf sevgili babam (!) gibi bir sürü pislikle dolu ve olan hep bize oluyor. Ben erkeklere karşı güvensiz bir kadınım ve annem de artık hasta bir kadın. Ve emin ol, yaşayacak kadar şanslı olanlardan birkaçıyız. Çoğu gün yüzü bile görmüyor."

"Riley sen bir adamın sahip olabileceği en mükemmel kadınsın."

Durdurmuş olmama rağmen yanaklarım boyunca süzülmeye devam eden gözyaşlarımı başparmaklarıyla kuruladı. "Sen benim hayatımda sahip olduğum en mükemmel insansın. Ve hiç vazgeçmediğin için seninle o kadar gurur duyuyorum ki."

Dudaklarını ıslattı. Uzanıp yanağıma ufak bir öpücük bırakırken nefesimi tuttum. Birkaç saniye boyunca dudaklarının sıcaklığını cildimde hissettim. Geri çekilirken nefes almayı ancak hatırlamıştım.

"Sana bunu asla, asla, asla ve asla yapmam. Benimle ilgili korktuğun her neyse, başımıza getirmeyeceğim. Geçmişim umrumda değil, anladın mı? Hayatımda olduğun," gözleri gözlerim arasında yavaşça mekik dokuyordu. "Gözlerine daha yakından ve her gün biraz daha fazla baktığım andan beri hiçbir şey aynı değil."

"Artık sik kafalı olmak yok yani, öyle mi?"

Güçlü bir kahkaha attığında gözyaşlarım arasından gülümsedim. Başını iki yana sallarken "Şurada romantik olmaya çalışıyordum ama madem teminat istiyorsun, öyle olsun." dedi. Diğer yanağımdan öperken alınlarımızı birbirine yasladı. Hala gülümsediğini görebiliyordum. "Sik kafalı olmak yok."

Continue Reading

You'll Also Like

1.3K 98 8
"Kendimi sana bırakıyorum çünkü sana okyanusa güvendiğimden daha çok güveniyorum..." ... (Julie Plec'in size vermediği tüm momentler için)
72.4K 5.9K 23
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
131K 15K 36
jeon jungkook en yakın arkadaşının amcasına aşık olmuştu.
2.4K 91 7
Uchiha Sarada'nın bulunduğu oneshotlar lakin hepsinde Sarada ağırlıkta değildir,ilk bölümü buna örnek verebiliriz. Bölümler 1000-2000 kelime arasında...