secret little rendezvous // t...

By mikachu5417

333K 35.1K 23.2K

"Buldum seni." More

giriş
1; dekor
2; familiarity
3; 형
4; beklenti
5; battaniye
6; asking the real questions
7; wait for it
9; ne hakla
10; first love
11; 어떻게 살아가니 난
12; ihanet
13; ambidextrous
14; ever since new york
15; 家へ帰ります
16; çıkmaz sokak
17; aile
18; minor character death
19; the last phase
20; 민윤기
21; not
22; game over
23; sevgili cinayetleri
24; 星座
25; backstage
26; この美しき残酷な世界
final

8; Mr. Kim

9.5K 1.2K 951
By mikachu5417

Günümüz


"Yeontan, cinsi sebebiyle çok hassas bir köpek." diye açıklamaya başladı veteriner. Masanın üzerinde yorgunca uzanan küçüğün tüylerini okşuyordu. "Yalnızlığa dayanamazlar, kalpleri de çok çabuk kırılır."

Benden mi bahsediyor, Tannie'den mi?

"Bay Kim nerede, Bay Jeon?" diye sordu kadın, Yeontan onun Taehyung'dan bahsettiğini anlamış gibi başını kaldırmış, konuşmaya devam etmesini bekliyordu. Jungkook ne diyeceğini bilemedi, elinde söyleyeceği bir gerçek de yoktu. Keşke bilsem, demekten son anda caydı. Nerede olduğunu bırakın, hayatta olup olmadığını bile bilmiyordu. "Yurt dışında."

"Ne zamandır?"

"On gün."

Kadın şaşkınlıkla ona bakıyordu, gözlerini kırpıştırdı. "Bay Kim, Yeontan konusunda eğitim almıştı aslında?" dedi soru sorarcasına. "Bu kadar uzun süre sahibinden ayrı kalamaz Yeontan."

"Biliyorum, biliyorum..." İç geçirdi. "Çok acil Kore'ye dönmesi gerekti."

"Mümkünse her gün görüntülü konuşma yapın o zaman." Jungkook alayla gülmemek için kendini zor tuttu. Evet, Yeontan Taehyung'un vurulduğunu izlemeye bayılırdı. "Bay Kim'den sonra en çok kimi görüyor?"

"Beni." dedi Jungkook. "Birlikte yaşıyor gibiyiz zaten. Tae bende kalmaya gelince Tannie'yi de getiriyor, ben de haftanın yarısını onun evinde geçiriyorum."

"O zaman Bay Kim dönene kadar Yeontan'ı elinizden geldiğince yalnız bırakmayın, Bay Jeon." diye rica etti veteriner. "Köpekler çok zeki yaratıklar, hele ki Yeontan... Önce en sevdiğim gitti, sonra ikinci sevdiğim gitti, diyerek sıralama yaparlar ve Yeontan buna dayanamayabilir."

"Evdeyken kucağımdan bile indirmiyorum," diye açıklamaya çalıştı Jungkook. "Ama dışarıya çıkmam gerekiyor."

"Öyle zamanlarda onu buraya getirin, diğer köpeklerle vakit geçirebilir." diyerek içine su serpti kadın. Yarın cumartesiydi ve Jungkook'un yapması gereken hazırlıklar vardı, Yeontan'la ilgilenemeyecekti. Yoongi ile Jimin'in evine götürmek de istemiyordu.

"Görüntülü konuşmayı unutmayın," dedi kadın, Jungkook klinikten ayrılmak üzere paltosunu giyinirken. "Köpekler, sahipleri sabah işe gittiğinde bile akşama kadar 'ya geri dönmezse' diye düşünerek kendilerini yiyip bitiren yaratıklar."

Jungkook cidden kadın kendisinden mi bahsediyordu yoksa oğlundan mı, ayırt edemiyordu.

Yeontan arkasından öyle baktı ki Jungkook onun yerine ağlayacaktı ama bugün içinde halledip yarınki randevuya yetiştirmesi gereken şeyler vardı. Ruhsatlı bir silah almak, listenin başını çekiyordu. Taehyung'un hiç hoşuna gitmeyecekti ama dünyayı yakacağım derken yalan söylemiyordu Jungkook. Günlerdir sevgilisinin ne yüzünü görmüş, ne de sesini duymuştu. Gişedeki öğrenciyi öldüren adam, daha önce de birini öldürdüğünü ima eden bir cümle kurmuştu ve bir de biricik kuzeninin kullandığı 'sevgili cinayetleri' deyişi vardı.

Bütün bunlar, Taehyung'un ölümüne işaret ediyordu.

**

Cumartesi akşamı, Yeontan'ı yeniden veterinere bıraktı. Yeontan Jungkook onu son kez okşayıp arkasını dönmüşken genç adamın paltosuna dişlerini geçirmiş ve gitmesine engel olmaya çalışmıştı. Jungkook kendini klinikten dışarıya zor attı ve arabasına binip koltuğuna kurulana kadar ağlamamayı başardı.

Görüntülü konuşma yapma imkanları yoktu ama Jungkook ona Taehyung'un önceden çekilmiş videolarından birini izletmişti ve oğlu ekrana hipnoz olmuş gibi bakarken kendisi hıçkırarak ağlamıştı. O güzel ruhunun yokluğu her şeyi yerle bir etmişti, Yeontan normalden vahşi bir hal almıştı ve Jungkook kafayı yemek üzereydi. Yaşadığına dair bir işaret olsaydı belki biraz olsa dayanma gücü bulacaktı ama elinde hiçbir şey yoktu.

Ellerinin tersiyle yanaklarını silip burnunu çekti ve McGee's'e gitmek üzere arabayı çalıştırmaya hazırlandı ama eylemi, çalan telefonla beraber yarıda kesilmişti. Park Jimin arıyordu.

Jungkook'un değil, Taehyung'un telefonunu.

Telefonu "Hyung?" diye açmak için kendini zorlaması gerekmişti.

"Jungkook?" Jimin ağlıyordu, Jungkook bir an için endişeyle sırtını oturduğu yerde dikleştirdi. "Jungkook, nasılsın?"

"Hyung, neyin var?" diye sordu Jungkook yükselen sesiyle. İçinde bulunduğu durum korkunçtu. Yoongi ve Jimin, Taehyung'dan sonra bu hayatta en değer verdiği insanlardı ve Jungkook onlara güvenmiyordu; yine de kendini endişe çukurunda bulması Jimin'in bir damla gözyaşına bakmıştı.

Jimin bir süre daha ağladı, her zamanki gibi, sessizce. Jungkook onun ağladığını biliyordu, Jungkook'un bilmediği şey, Yoongi'nin neden yanaklarını kurulamak üzere sevgilisinin yanında olmadığıydı.

"Hyung?" dedi soru sorarcasına.

"Taehyung'dan bir haber var mı?" diye sordu Jimin en sonunda.

Sen söyle. "Hayır."

"Müzede bayıldığın günün ardından, ondan hiç haber aldın mı?" diye sormaya devam etti Jimin. O gün ne olmuştu? Müzedeyken Taehyung'u kaçıran adamlardan bir görüntülü arama almıştı, Taehyung'u son görüşü de o gündü. Gişedeki çocuğu öldüren adam, Taehyung'un vurulmuş kolunu havaya kaldırıyor ve ona resmen işkence ediyordu, başına bir silah dayamıştı. Jungkook adamı dua et ki seni bulmayayım, diye tehdit etmişti.

Bunları Jimin'e anlatmamıştı Jungkook, ona anlatabilecek tek insan olan Min Yoongi'ye de tek kelime etmemişti konu hakkında.

O gün Taehyung'dan bir haber aldığını nereden biliyordu?

"Hayır." diye yanıtladı ve hayatında ilk defa Jimin'in sesli bir şekilde ağladığını duydu. Jimin ağladığında yanakları ıslanmasa fark etmezdiniz, Jimin acısını hep içine atardı. Jimin şimdi neden telefonda, Jungkook'un verdiği cevapla beraber hıçkırarak yırtınmaya başlamıştı?

"Hyung?" dedi dehşet içinde.

"Ya ona bir şey yaptılarsa?" Kelimeleri hıçkırıklarının arasında, kekeleyerek telaffuz etmişti ama Jungkook onu anlıyordu. "Jungkook, ya ona-"

"Yoongi hyung nerede?"

Duyduğu isimle beraber Jimin kendini iyice kaybetti ve Jungkook'un başı dönmeye başladı, ne oluyordu böyle? "Jungkook onu bul," diye yalvardı Jimin. "Jungkook onu dinleme."

"Yoongi hyung nerede?" diye tekrarladı Jungkook. Sesi şimdi sert ve otoriterdi, Jimin'in hali karşısında kendini kaybederse ikisi de toplanamazdı.

"Taehyung'u dinleme!" diye bağırdı Jimin ve evet, Jungkook onun aklını kaybettiğine o an emin oldu. "Bul onu, hiçbir şey umurumda değil artık!"

Jungkook bir şey diyemeden hattın diğer tarafından Yoongi "Jimin?" dedi şaşkınlıkla. "Sen ne yapıyorsun?"

"Uzak dur benden!" diye bağırdı Jimin ve boğuşma sesleri geldi, Jungkook koltuğunda buz kesmiş, şahit olduğu bu şeyi idrak edebilmeye çalışıyordu. Yoongi'nin Jimin'e bağırdığını duydu ve hat düştü.

Kulağından çekip bakışlarını indirdiği telefon ekranında randevu saatine yalnızca otuz dört dakika kaldığını görmeseydi, arabasını son hızla Yoongi ile Jimin'in evine sürerdi. Jimin kendini kaybetmişti ve Yoongi'ye söylediği şey... Belliydi ki Yoongi ağlayan sevgilisini teselli etmek için ona uzanmıştı ama Jimin onun dokunuşunu reddetmişti. Jimin, Yoongi'nin dokunuşunu, reddetmezdi. Jimin imkanı olsa Yoongi'nin ellerini kendi tenine yapıştırırdı.

Yoongi Jimin'in istemediği bir şey yapmıştı. Jimin bu yüzden Jungkook'u aramıştı.

Jimin, bütün işaretlerin Taehyung'un ölümünü gösterdiğini biliyordu.

**

Pub'a yürürken elleri pantolonunun ceplerinde, aklı bir karış havadaydı. Yoongi ve Jimin'i düşünmekten alıkoyamıyordu kendini, ayrıca belindeki silahın yabancı varlığı da yürüyüşünü yavaşlatıyor, soğuk metal ona sürekli olarak içinde bulunduğu gerçekliği hatırlatıyordu. Taehyung silahlardan nefret ediyordu ama Jungkook şimdi bir tanesini üzerinde taşıyordu.

Taehyung'un dokunuşlarına ihtiyacı vardı, hayal kırıklığına değil.

İçeriye girip şöyle bir etrafına bakındı ve boş masa bulamadı. Elbette. Cumartesi gecesinde semtin en sevilen barlarından birinde bu kadar kolay bir şekilde yer bulabileceğini mi düşünmüş-

Duvar dibindeki masalardan birinde oturan esmer tenli bir genç elini Jungkook'a sallayarak yanına gelmesini işaret etti.

Jungkook dönüp şaşkınlıkla arkasını kontrol etti, kendisinden sonra içeriye girmiş olan bir müşteri bardaki taburelerden birine ilerliyordu; yani arkasında çocuğun ilgisini çekebilecek başka bir adam yoktu. Bakışlarını yeniden çocuğa çevirdi ve hala kendisine bakan iri gözlerle karşılaştı.

Şüpheli bir şekilde masaya yürüdü, temkinli davranıyordu. "Sen kimsin?"

"Bay Jeon, değil mi?" diye sordu çocuk.

Jungkook'un ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu. Küçük olması önemli değildi, o adamlarla işbirliği içindeyse-

"Bay Kim'in sıradaki ipucunu size ben vereceğim, lütfen oturun."

Masada, çocuğun karşısına geçti ve onu dikkatle süzdü. Normal şartlarda olsa Jungkook'un yakışıklı olarak tabir edebileceği bir suratı vardı, bu suratın güzelliğini bozan tek nokta ağlamaktan şişmiş gözleriydi. Esmer teni ve İngilizcesindeki hafif farklılık onun Hindistan'dan geldiği izlenimini veriyordu ama Jungkook yine de emin olamazdı. Çocuğa yeniden "Sen kimsin?" diye sordu.

"İsmim Arjun, NYU öğrencisiyim." Masadaki menülerden birini alıp ahşabın üzerinde yavaşça Jungkook'a doğru iteledi. "Lütfen bir şeyler alın."

"Taehyung'la nasıl tanışıyorsunuz?"

"Bay Kim ve Bay Park'ın kurduğu fondan bu yıl burs kazanan öğrencilerden biriyim." dedi çocuk. "Diğer burslu arkadaşımla iki gün önce tanıştınız."

Gişedeki çocuk...

Arjun'un neden ağladığı şimdi anlaşılmıştı. "Kaybın için çok üzgünüm." deme gücünü buldu kendinde Jungkook. "İsmi neydi?" İki gencin de Taehyung'dan bahsederken gözleri parlıyordu, onu rol model belledikleri çok belliydi ve Jungkook, sevgilisini böyle seven birinden 'gişedeki çocuk' diye bahsetmek istemiyordu.

Arjun'un beti benzi attı. "Kayıp mı?"

Şaşırma sırası Jungkook'taydı. "O gün, gişede-"

"Bay Jeon, Mirza yaşıyor." Sesini kısık tutmaya özen göstermesi Jungkook'un şüpheye düşmesine sebep olmuştu. "Çok kan kaybetmiş, evet ama bu sabah yoğun bakımdan çıktı."

Polisler Jungkook'a çocuğun öldüğünü söylemişlerdi. "Bana öldüğü söylendi."

"Ne? Neden böyle bir şey yapılsın?" Çocuk dehşete düşmüştü ve Jungkook ona daha çok hak veremezdi. Hemen telefonunu çıkardı. "Arkadaşına nasıl ulaşabilirim? Bir telefon numarası var mı?"

Numara vermek yerine Jungkook'a, Mirza'nın kaldığı hastanenin ismini verdi Arjun. "Telefonu kapalı, ulaşabileceğinizi sanmıyorum."

Jungkook bir şey diyemeden bir garson siparişini almak üzere masaya yaklaşmıştı. Arjun'un önündekine baktı Jungkook, çocuk büyük ihtimalle menüdeki en ucuz şeyi almıştı. "İki biftek menüsü," dedi garsona. "İki de kola."

Garson yanlarından ayrılırken Arjun Jungkook'a itiraz etmeye çalıştı ama Jungkook onu eliyle savuşturdu. Aslında sert bir şeyler içmek istiyordu ama Arjun'un yaşı tutmuyordu, bu akşam kolayla idare edecekti.

"İpucu burada." Arjun koltukta yanına koyduğu çantadan beyaz bir zarf çıkardı ve Jungkook'a uzattı. "Ayrıca Bay Kim, sizi sevdiğini söylememi istedi."

Jungkook zarfı alırken kendini gülümsemekten alıkoyamadı, en azından ağlamak yerine gülümsemek gibi bir tepki vermişti; bu bile Arjun'u gerçeklerden korumaya yeterdi. Arkadaşının neredeyse ölecek olması dışındaki gerçeklerden, belki de.

"Ne zaman verdi sana bu zarfı?"

"Bay Kim bizi oyuna dahil edeli neredeyse üç hafta oluyor, elbette hepimiz büyük bir istekle yardımcı olmaya gönüllü olduk."

"Siz? Mirza ve senin dışında başka kim var?"

Çocuk onaylamaz bir şekilde başını iki yana salladı. "Bay Jeon, spoiler veremem."

Jungkook kendini tutamayıp gülmeye başladı. "Taehyung'a benziyorsun."

Arjun, hayatında aldığı en büyük iltifat buymuş gibi kızardı ve başını önüne eğdi. Henüz birinci sınıf öğrencisi olmalıydı, küçücüktü. Taehyung ne güzel hayatlar kurtarmıştı böyle...

Yemekleri geldi, Jungkook Arjun'un çekingen tavrını görünce yemeğe başlaması için ısrar etmek zorunda kalmıştı. "Taehyung'la sık sık konuşuyor musunuz?"

"Mirza'yla daha yakınlar aslında," dedi Arjun yemeğini yerken. "Mirza İran'dan geliyor ve Bay Kim'le bölümleri aynı, paylaşacak daha çok şeyleri var."

"Taehyung'un ayrım yapmadığını bil." dedi Jungkook ciddi bir ifadeyle. "Eşitsizlik, hayatta en tahammül edemediği şey."

Çocuk bir şey söylemedi ama Jungkook'un kurduğu cümle onu gözle görülür bir şekilde rahatlatmıştı. Jungkook yemeklerine sessiz bir şekilde devam edeceklerini düşünmüştü ama Arjun bir anda "Peki siz Bay Kim'le sık sık konuşabiliyor musunuz?" diye sordu.

Bakışlarını kestiği biftekten kaldırıp yavaşça Arjun'a baktı.

"Oyunun bozulduğunu biliyoruz, Bay Jeon." dedi çocuk. "Yine de Bay Kim'in talimatlarından şaşmadık. İki gündür buraya gelip sizin gelmenizi bekliyordum."

"Nereden biliyorsun?"

"Şey, başta en yakın arkadaşımın vurulması var." dedi Arjun alaylı bir sesle, sonra da Jungkook'a saygısızlık ettiği düşüncesiyle panik oldu. "Bay Kim'den günlerdir bir haber alamıyoruz, bizimle kişisel olarak iletişime geçmesinden ziyade, sosyal platformları da güncellemiyor." Jungkook instagram'a bir fotoğraf yüklemeyi unutmuştu, ne güzel. "Bir de şu adam kırk dakikadır bizi izliyor."

Jungkook'un tüm vücudunu anlık bir soğuk kapladı, neredeyse titreyecekti. "Ne?" diye sordu yavaşça, kısık sesle.

"Lütfen belli etmeyin," dedi Arjun gülerek ama Jungkook onun rol kestiğini biliyordu, adamı fark ettiğini belli etmemeye çalışıyordu. "İçeriye sizden hemen sonra girdi ve bar taburelerinden birine geçti, o zamandan beri gözü bizim masamızda."

"Üzerinde ne var?" Bifteğin yanındaki patateslerden birini ağzına atarken dönüp bahsi geçen adamı kontrol etmemek için mücadele ediyordu Jungkook.

Arjun, normal bir muhabbet ediyorlarmış gibi, konuşmadan önce kolasından bir yudum aldı. "Takım elbise. Kravatı kırmızı."

"Tamam." Jungkook geriye yaslandı, iştahı kaçmıştı. "Yemeye devam et."

Arjun onu ikiletmeden bifteğine gömüldü, Jungkook onun ne kadar acıktığını görebiliyordu. Çocuğu burada tek bırakıp gitmek içine hiç sinmiyor olsa da oyuna devam etmek zorundaydı. Onu izleyen adamla yüzleşmesi, eve gidip ipucunu incelemesi ve Yoongi ile Jimin'i kontrol etmesi gerekiyordu. Maalesef burada oturup Taehyung'un kurtardığı hayatlardan biriyle dünyanın görüp görebileceği en güzel ruh hakkında konuşmaya devam edemezdi.

Belindeki silahın soğukluğu onu gerçekliğe çağırıyordu.

"Eve nasıl gideceksin?" diye sordu çocuğa.

"Hastaneye gideceğim." diye yanıtladı Arjun. "Metro-"

"Taksiyle git." Takım ceketinin cebinden cüzdanını çıkarıp masaya hesabı ve Arjun'un yol parasını fazla fazla karşılayacak miktarda nakit bıraktı. "Kendine dikkat et. Çünkü haklısın, oyun bozuldu."

Arjun bunun üzerine hiçbir şey söylemedi ama ağzındaki lokması kül tadı veriyormuş gibi bir ifadeyle oracıkta kalakalmıştı. Jungkook ona telefon numarasını verip bir şey olduğu takdirde aramasını söyledi ve masadan kalktı. Ayağa kalkmasıyla da kırmızı kravatlı adamı görmesi bir olmuştu ama adam ona bakmıyordu.

Bardan çıktı, arabasını park ettiği ara sokağa doğru kaldırımda ağır ağır yürümeye başladı. Birkaç saniye geçmişti ki barın kapısının tekrar açılıp kapandığını duydu, tam o anda da cebindeki telefonu titredi.

Bilinmeyen numara: Arkanızdan geliyor Bay Jeon!

Mesajı yazanın Arjun olduğunu biliyordu, yemeğine devam etmesini söyleyen bir yanıt yollayıp telefonu yeniden cebine koydu ve ara sokağa yürümeye devam etti. O yürüdükçe insanlar azalmaya, cadde seyrekleşmeye başladı. Adam hala arkasında mıydı bilmiyordu çünkü ayak sesleri duymuyordu, her kimse onu takip etme mesafesini iyi ayarlamıştı.

Ara sokağa dönüp arabasına gitmeden sırtını yanında durduğu binanın duvarına yasladı ve bekledi. Silahı parmaklarının arasındaydı ama saniyeler geçmesine rağmen adam gelmemişti.

Dayanamayıp başını köşeden uzattı ve adamın metrelerce gerisinde, bir arabanın kenarında beklediğini gördü. Düşünmeden o yöne doğru koşmaya başladı, adam bir an için afallamıştı ve bu, Jungkook'un en büyük avantajı oldu. O, arabasına binmeye çalışırken – bir elindeki telefon kulağına yaslıydı – Jungkook ona yetişti ve elindeki silahın kabzasıyla kafasına vurdu. "Taehyung nerede?!"

Adam canı acısa da arabaya binmeyi başardı, ama bu sırada telefonu düşürmüştü. Jungkook silahını kaldırana kadar gaza bastı ve yanından hızla uzaklaştı, Jeon Jungkook da mağlup olmuş bakışlarını yavaşça yere, ekranı parlayan telefona indirdi.

Bir aramanın ortasında yetişmişti adama ve hattın diğer tarafındaki her kimse burada olup biteni duymuş, aramayı sonlandırmıştı. Eğilip telefonu yerden aldı ve yapılan son arama kaydına baktı.

Bay Kim 11:58 pm


Continue Reading

You'll Also Like

134K 13.5K 29
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
404K 37.3K 33
Kim Taehyung'un evden kaçarken güvendiği tek şey birikmişi, kafasında olan tek şey de doğum gününü hiç gidemediği ama delicesine merak ettiği o rezal...
75.5K 5.7K 30
"Öyle bir öp ki, bu cehennemden çekip çıkar beni... Ve tüm çektiklerine değdi desinler." {Son part hariç tamamlandı} #aksiyon #gizem #romantik #𝚃𝙰�...
183K 21.5K 30
ülkelere önünde diz çöktürten, bir dünya yöneten ulusun varisi jeon jeongguk gitmiş de kim taehyung'un bir bakışına esir düşmüş. biriciğime @lyvnte