MİM

By cigdemgah

1M 73.3K 6.9K

Sıradan bir hayatı olan Feza, üniversitede öğrencisidir aynı zamanda bir hastanede de danışman olarak çalışma... More

GİRİŞ
1.Bölüm
2.Bölüm
2.Bölüm - 2
3.Bölüm
3.Bölüm - 2
4.Bölüm
4.Bölüm - 2
5.Bölüm
5.Bölüm - 2
6.Bölüm
DUYURU - I
6.Bölüm - 2
7.Bölüm
7.Bölüm - 2
8.Bölüm
DUYURU - II (NUN)
8.Bölüm - 2
9.Bölüm
Yazar'dan Not
9.Bölüm - 2
10.Bölüm
10.Bölüm - 2
11.Bölüm
11.Bölüm - 2
12.Bölüm
DUYURU - VAV
12.Bölüm - 2
13.Bölüm
13.Bölüm - 2
14.Bölüm
14.Bölüm - 2
15.Bölüm
15.Bölüm - 2
16.Bölüm
16.Bölüm - 2
17.Bölüm
17.Bölüm - 2
18.Bölüm
18.Bölüm - 2
19.Bölüm
19.Bölüm - 2
20.Bölüm
20.Bölüm - 2
21.Bölüm
22.Bölüm
22.Bölüm - 2
23.Bölüm (Final part 1)
23.Bölüm (Final part 2)
DUYURU - MİM
DUYURU - EZHERAN
NUN KİTAP OLDU ⭐️

1.Bölüm - 2

27.1K 1.7K 164
By cigdemgah

Taksiye binip arkama yaslandığımdan adının Hasan olduğunu söyleyen amca klasik İstanbul taksicileri gibi benimle sohbet etmeye başladı. Onu dinliyor arada evet, hayır, öyle mi gibi yanıtlar veriyordum. Sonunda evin önüne geldiğimiz de Hasan amcaya teşekkür edip ne kadar istemese de zorlayıp taksi ücretini ödeyerek indim. Kapıyı çaldığımda annem bekletmeden açtı. Islanmış köpek yavrusu halimi gördüğünde kaşlarını çattı bir şey diyecekti ki onu durdurdum:

"Anne, lütfen bugün burada bitsin." diyerek merdivenleri çıkıp odamın yolunu tuttum. İlk iş üzerimi değiştirmek oldu ardından sıcak yorganın altına girdiğimde gün bittiği için Allah'a şükürler ettim. Gözlerimi kapatmak üzereydim ki annem kapıyı tıklatıp odama girdi:

"Sıcak çikolata, için ısınır." dedi başucuma gelerek. Yattığım yerden doğrulup annemin uzattığı kupayı elime aldım. Sıcak bardağı iki elimle kavradığımda annem ileri doğru uzanıp saçlarımdan öptü, boşta kalan elimle ona sarıldım:

"İyi uykular kelebeğim."

"Sana da anne."

Annem çıktıktan sonra ışığı kapattı. Abajurda ki loş ışık etrafı yarı aydınlatıyordu. Sıcak çikolatadan bir yudum alıp gözlerimi kapattım. Zihnime üşüşen ilk düşünce Sinan'dı. Bu kadar karaktersiz biri olduğunu asla tahmin edemezdim göründüğünden de fazlası olduğunu kanıtlamıştı ve bugünkü o yumruktan sonra ona karşı daha dikkatli olmalıydım çünkü eskisinden daha da fazla kin tutacağına ve benden nefret edeceğine emindim. O anda odanın köşesinde ki kuruması için açık bir halde bıraktığım şemsiyeye takıldı bakışlarım. Ardından sahibini düşündüm. Bana iki defa "Yardım lazım mı?" diye sorduğu soru aklıma geldi. Şaşırmıştım. Neden yardım etmek istemişti ki bana? Farklı bir niyet içinde miydi? Sanmam. Sinan'dan dolayı yardım etmek isteyişini anlamıştım ama ikinci defa yağmurda bana yardım etmesine bir anlam veremedim. Belki de benim gibi masum bir genç kızı bir çakalın elinden kurtarmadığı için vicdan yapmış yağmurda ıslanmamam için de şemsiyesini vermek istemişti. Evet, kesinlikle öyle olmalıydı çünkü hiç de her yardıma muhtaç olan insanın yardımına koşan bir iyilik meleğine benzemiyordu. Aksine tuhaftı. Beyazlar içinde ki iyilik meleğine kıyasla o adam karanlıklar içinde ki ölüm meleği olabilirdi. Hatta beni ürkütmesini düşününce bu konuda emin oldum. O adamın karanlık bir tarafı vardı. Hatta bilim kurgu filmlerinde ki o kötü karakterlerin etrafında oluşan siyah dumandan bile taşıyor olabilirdi. Bu son düşündüğüm şeye güldüm. Ardından kendi kendime güldüğüm için bu defa kaşlarımı çattım. İçimden bir salavat getirip elimde ki kupadan son bir yudum daha aldım. Komodinin üzerine koymak için uzanmıştım ki gözüm şemsiyeye takıldı tekrar. Şemsiyenin ucunda ki etikete benzer yere baktım. Ardından merak ederek ayaklanıp odanın köşesine yürüdüm. Dizlerimin üzerine çömelerek etiket sandığım yere elimle dokundum. Etiket değildi. Koyu yeşil zeminin üzerine siyah bir ok ve yay figürü işlenmişti. Hemen üstünde ise iki harf vardı:

"T.B."

Ne demekti bu? Etiket olmadığına emindim. Bir nevi eski aşıkların mendilin köşesine isimlerinin baş harflerini işlemesi gibi bir şey miydi? Hadi canım, bu devirde. Sanırım tasarım bir şemsiyeydi. Bu harflerde markaya ait olmalıydı. Bir an pahalı bir şey olup olmadığı aklımdan geçti. O kadar pahalı olsaydı böyle kayıtsızca tanımadığı birine vermezdi diye düşündüm. Ardından hayatım boyunca asla unutmayacağım bugünün sonuna dayanamayan gözkapaklarımın ağırlığının altında kalarak usulca yatağıma geçtim.

. . .

Beynimin içinde ki çatlaklardan birinden zorla girmeye çalışan müzik sesine daha fazla kayıtsız kalamayıp sinirle açtım gözlerimi. Nasıl olsa okuldan verilen uzaklaştırmadan sonra eğitim hayatıma ara verdiğimden sabahın körüne kurulmuş alarmları sildiğime emindim. Söylenerek açtım gözlerimi. Elimle komodinin üzerini yoklayıp telefonumu buldum tek gözümü zorlayarak açtığımda ekranda Vakıf hocanın aradığını gördüğümde telaşla doğruldum yatakta ilk olarak abajurun hemen yanında eski kırmızı çalar saate baktım. 11:00 bu saatte Vakıf hocanın beni aramasına şaşırarak boğazımı temizleyip telefona cevap verdim.

"Alo!"

"FEZA!" diyerek ahizenin diğer ucunda kükrediğinde telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ama sanki yakınımdaymış gibi bağırışı yankılanmaya devam ediyordu. Korkmuştum çünkü melek gibi adam öfkelendiğinde içinden bir kaplan çıkıyordu ve bu haline denk gelen bir öğrencinin vay halineydi: "NEREDESİN SEN. CEZAN VAR DİYE DEPRESYONA GİRECEK VAKİT Mİ? MADEM SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEYECEKTİN NEDEN ÜSTLENDİN. O TELEFONU SÜS DİYE Mİ TAŞIYORSUN SEN? KAÇINCI ARAMAM BU." sesimi yumuşatarak cevap verdim:

"Çok özür dilerim hocam telefonu duymadım, uykum biraz ağırdır da."

"SAAT KAÇ?" masum bir sesle sorduğu soruya cevap verdim:

"11:01" cevabım üzerine bir kez daha öfkelendi:

"BUGÜN GÜNLERDEN NE?"

"Perşembe hocam da ben bir şey mi kaçırdım?"

"SENİN BU SAATTE HATANEDE OLMAN GEREKİRKEN SEN NEDEN EVDE KEYİF ÇATIYORSUN? DOKTOR ALHMET BENİ ARAYIP HABER VERMESE-" kafama dank eden şey ile kendime geldi. Beynim o anda uyandı:

"Çok çok özür dilerim hocam. Gerçekten uyuyakaldım. Ayrıca dün uzaklaştırma aldığımda bu işimin de dahil olduğunu sanmıştım." Vakıf hoca tekrar konuştuğunda nihayet zorla da olsa sakinleşmeyi başarabilmişti:

"Dün gece zahmet edip bekleseydiniz size bunu söyleyecektim efendim. Ah! Seni gerçekten kızım gibi görmezsem ne yapacağımı çok iyi bilirdim ben."

"Çok özür dilerim hocam. Gerçekten. Hemen çıkıyorum hemen. En kısa zamanda orada olacağım merak etmeyin." Vakıf hocaya minnet duyacağım başka bir konuydu hastanede ki işim. Daha önce farklı bir merkezde ki işte gösterdiğim başarı Vakıf hocayı memnun etmiş bu defa da özel bir hastane terapi için ondan bir psikolog istediğinde kendi yerine beni göndermişti. Hastanede tedavi gören 4 genç ile grup terapisi yapıyordum. İşe başlayalı iki hafta olmuştu. Bu iş sayesinde kendi harçlığımı çıkarıp anneme yük olmuyordum hem de ileri de daha iyi bir psikolog olmak için tecrübe edinmiş oluyordum. Vakıf hoca babamın en yakın arkadaşıydı. Babam öldükten sonra başlayan Anksiyete Bozukluğumu düzeltmek için gittiğim doktorumdu. Ona özenerek psikiyatrist olmak istemiş ama uzun yılların verdiği korku ile psikiyatrist olmasa da onunla aynı sayılan psikolog luğa yönelmiştim. Bu yüzden üniversiteye başladığım günden bu yana bana sürekli yardım etmişti. Asistanlık işleri için ilk beni düşünmüş ardından güvenerek bu hastanede ki psiko-danışmanlık işini ayarlamıştı. Vakıf hoca bir şey demeden telefonu suratıma kapattığında uçarcasına kalktım yataktan. Beş dakika içinde hazırlanıp çıktım evden. Allah'a şükürler olsun ki benimle aynı anda evden çıkan Yakup abi ile karşılaştım. Koşarcasına yanına gittim:

"Abi, ne olur hastaneye yetiştir beni. Daha fazla geç kalırsam kovulacağım."

"Atla hemen." dedikten sonra beklemeden taksiye bindim. Yolda dün gece için özür dileyip dururken önemli olmadığını sağ salim vardığımı söyledim. Taksi tam hastanenin önünde durduğunda saat de 11:32 yi gösteriyordu. Koşar adım üçüncü kata çıktığımda telaşla terapi için ayrılan salona daldım. Nefes nefes üstü başı biraz dağılmış halde beni gördüklerinde bana dönen dört genç önce halime biraz şaşırdılar. İçeri girip çantamı masanın üzerine bıraktıktan sonra:

"Bana iki dakika müsaade edin lütfen." diyerek bu defa koşar adım asistanların bulunduğu odaya gittim. Aynada şalımı düzeltip önlüğümü giydim yaka kartımı ve ince gözlüğümü alıp tekrardan yirmi iki numaralı salona gittim. Yolda sakinleşmek için nefes alıp verirken kapıda durup şuan burada olduklarından dolayı kendilerini dünyanın en şansız insanı sanan dört çocuğun karşısına çıkmak için yüzüme büyük bir gülümseme oturtup kapıyı açtım.

"Merhabalar," diyerek ardımdan kapıyı kapatıp benim için ayrılmış koltuğa oturdum. İkisi sağımda ikisi solumda duran 16-17 yaşlarında ki gençlerin hayatlarının baharlarını hastanede geçirmelerinin yüzlerine oturttuğu karamsarlığı, hoşnutsuzluğu görmemeye çalıştım. Sarp alaycı bir ses ile konuştu:

"Ne o, hiç geç kalmamıştın? Değerli vaktimizi boşa götürdün. Hoş gelseydin inan boş boş oturmaktan daha iyi bir terapi de olmayacaktı." dediğinde iğnelemelerine gülümsedim. Bu beraber yaptığımız dördüncü seanstı önceleri haftada iki gün olan terapi günlerini onların sıkıldıklarından dolayı bırakmalarından korkarak haftada bir güne indirmiştim ama yine de ve isteksiz takımım ile beraber hiç yol kat edememiştim. Bu yüzden Doktor Ahmet beye verecek bir raporumun olmaması beni üzüyordu. Beceriksiz bir psikolog adayı olarak beni görüyor olduğuna emindim.

"Hayır Sarp. Dün gece alarmımı kapatmıştım." Ecrin gözlerini devirerek:

"Yoksa gelmek mi istemedin?"

"Bu son bir hafta maalesef benim için iyigeçmedi." dediğimde bu defa Pamir konuştu:

"Bugün terapiyi sen görmelisin o halde anlat bize dostum neyin var?" dedi gülümseyerek. Ardından Derin sıkılmış bir ifade ile bana dönüp:

"Nasılsa bu terapilerin bize bir faydası olmuyor bari seni dinleyelim." dediğinde ona baktım yorulmuş bir eda ile.

"Gerçekten de faydası olmadığını mı düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda hepsi cevap vermek yerine bakışlarını kaçırıp başka şeyler ile uğraşmaya başladılar. Tekrardan sordum: "Hanginiz bu terapiye zorla geliyor?"

Sarp bu soruyu bekliyormuş gibi elini hemen elini kaldırdı. Ardından diğerleri de. Hayal kırıklığına uğramış bir halde arkama yaslandım. Hayal kırıklığımın sebebi onlara bir faydamın dokunmamış olmasaydı ve eğer bir faydası olmuyorsa bu toplanmalarımız onlar için gerçekten de can sıkıcıydı. Elimde ki not tuttuğum defteri kapatıp ortada ki sehpanın üzerine bıraktım ardından daha sonra ihtiyacım olduğunu bildiğimden telefonu çıkararak ses kayıt tuşuna basıp onlara hissettirmeden sehpaya bıraktım. Ellerimi göğsümde kavuşturdum:

"Pekala. Gelirken sıkılıyor olmalısınız. Açtığımız uygulamada ki grupta da tek bir sorununu açıklayan olmadı iki haftadır."

"Ölmekten başka sorunumuz yoksa demek. Salıver de bizi gidelim hadi." diyen Sarp ayağa kalkmaya çalıştığında onu elimle durdurdum. Ölüm kelimesini söylemesi diğerlerinin ruh halini değiştirmişti. Çok güzel işte şimdi maçta 1-0 gerideydim. Ne yapsam da maçı lehime çeviremeyecektim. Yine de eli boş da durup onları zihinlerinde ölüm kelimesi ile baş başa bırakamazdım:

"Pamir'in dediğini yapalım bugün ben size derdimi anlatacağım siz de dinleyin." dediğimde dördü şaşırarak bana baksa da kabul etmişlerdi. Pamir öne doğru eğilerek:

"Anlat bakalım koç." dedi.

"Ondan önce Bugün farklı bir şey yapalım. Bunu ilk terapimiz kabul edelim Milat gibi. Bende sizin yaşam koçunuz, psikiyatristiniz ya da danışmanınız değilim sizden biriyim. Tabi ki tüm konuşmalarımız kesinlikle aramızda kalacak. Kabul mü?" Sarp gözlerini kıstıktan sonra hoşuna gitmiş gibi:

"Kabul." dediğin de ilk koltukta oturan Ecrin'e döndüm:

"Evet seninle başlayalım kendini tanıt Ecrin ve terapiye gelme nedenini söyle." Ecrin beklemeden konuştu:

"Adım Ecrin Yılmaz. 16 yaşındayım. Böbrek yetmezliği var. Son evredeyim bu yüzden haftada üç gün diyalize giriyorum. Canım çok acıyor bu yüzden. Eğer uygun nakil yapılmazsa ölebilirim. Ölürse-" boğazımı temizleyip Ecrin'in ölüm ile ilgili konuşmasını böldüm. Mesajı aldığından devam etti: "Terapiye annem çok üzüldüğü için onu biraz olsun hayata tutunduğuma inandırmak için katıldım ama yalan." Ecrin bana aldırmadan omuzlarını silkti umarsızca. Sırada Pamir vardı:

"Pamir Arslan. 16 yaşındayım. Lösemi hastasıydım. 1 ay önce tedavim bitti iyileşmeye alışma aşamasındayım. Terapiyi hem bizimkiler ısrar ettiği hem de boş günüm çok olduğu için kabul ettim." Pamir sustuğunda sıra Sarp'taydı:

"Sarp Rüzgar Ataş. 17 yaşındayım. Lösemi hastasıyım. Babam derbi maçına gitmeme karşılık terapiyi şart koştu kabul etmek zorunda kaldım."

"Derin Değirmenciler. 17 yaşındayım. Beynimde tehlikeli bir bölgede tümör var. Ameliyat olmayı kabul etmediğim için ailem kendimi öldüreceğimden endişeli bu yüzden 7/24 başımda nöbet tutuyorlar. Soluklanmak ve sizi başımda sizi tutmak içinde terapiye gönderdiler." sonunda başlar bana döndü derin bir nefes aldım ve başladım:

"Ben Feza Boran. 25 yaşındayım. Merkez Üniversitesi Psikoloji bölümü son sınıf öğrencisiyim. 13 yaşımdan bu yana Anksiyete bozukluğum var-"

"Bunları biliyoruz. Zamanda ileriye sar lütfen. Bu haftaya gel." dedi Ecrin bildikleri şeyleri dinlemekten sıkıldıklarını söylemeye çalışarak.

"Peki. O halde dinleyin. Okulda stajyerlik yaptığım..." diyerek başladım uzaklaştırma meseleme. Bir an onların 16-17 yaşında olduklarını unuttum bu yüzden kendimi kaptırarak Sinan'a yumruk atışıma ve bana şemsiye veren yakışıklı adama kadar anlattım. Sonunda beni ciddi ciddi dinleyen dört yüze bakıp derin bir nefes alarak geriye yaslandım:

"Sonuç olarak, aldığım uzaklaştırma yüzünden dönem uzatacağım. Amerika'ya gidemeyeceğim, annemi hayal kırıklığına uğrattım ve belki bu hastane de ki bu işimden bile kovulup işsiz bir vatandaş olarak evde oturup koca bekleyen diğer yaşıtlarıma katılacağım." dedim. Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. İlk konuşan Ecrin oldu:

"Çok karamsarsın. Şimdiye kadar çok iyi idare ettin bundan sonra da başarabilirsin." başımı ona çevirdiğimde samimi duygular içinde beni destekliyor olması gerçekten hoşuma gitmişti ona gülümsedim. Ardından Pamir bana bakarak:

"Uzaklaştırma alman gerçekten kötü olmuş sis. Ama sonunda geri döneceksin ve kaldığın yerden devam edeceksin. 1 yıl geç de olsa hayallerine ulaşabilirsin hala. Bu 6 aylık süreci kendin için tatil say ve tadını çıkar." beni şaşırtan yorumundan dolayı ona baktım ama daha çok şaşırdığım nokta Sarp'ında yorum yapmasıydı:

"Ayrıca o Sinan denen herife yumruk atman... seninle gurur duydum gerçekten. Adam tam bir şerefsiz. Sırf bir kıza onu reddetti diye kin beslemesi, seni tahrik etmesi ve intikamını bu şekilde alması adilik."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordum Sarp'a şaşırarak ciddi bir yüz ifadesine büründü:

"Evet. İnsanların kendilerini bu kadar düşürmesi utanç verici bir durum. Böyle arkadaşlarımın olmasındansa kendi egomla arkadaş olup bencilin teki olmayı yeğlerim." bu yorumuna yüzümü buruşturdum. Ardından Derin elini çenesine dayayarak hülyalı bir sesle konuştu:

"Ayrıca sana şu şemsiye veren prens bence çok romantik bir davranışta bulunmuş. Nasıl, yakışıklı mıydı?" Sarp ona inanamayarak baktı:

"O romantik dediğin herif onu Sinan denen mahlukla yalnız bırakmış. Çaresiz bir kadını-" Derin doğrularak Sarp'a cevap verdi:

"Yardım lazım mı diye sormuş ya?"

"Gerçekten mi? Delikanlılık öyle olmaz-" Pamir araya girdi:

"Sarp sakin ol dostum," dedi ardından bana döndü: "ama Feza ben o şemsiye beyefendiyi anlıyorum. Şahsen ben olsam sen ve Sinan'a karışmazdım. Çünkü tartışmanızın konusunu bilmediğim için adamın sevgilin olup olmadığını ya da eğer müdahale edersem senin hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünürdüm. Şahsi fikrim bu." Pamir'in düşünceli yapısını ilk kez fark ettiğimden gülümsedim ama Sarp ona alaylı bir sırıtış ile cevap verdi:

"Benim şahsi fikrim de şu 'sen hanım evladı mısın?'" diye sorarak ciddi ciddi Pamir'e baktı. Ecrin araya girdi:

"Ben senin yerinde olsaydım Feza, o anda şemsiye beyin olaya müdahale etmesini istemez kendi başıma hallerdim. Yani Şemsiye beyin olaya müdahale edip etmemesi sorun değil. Bir şekilde halledebilirdin." Derin farklı olan görüşünü sundu:

"Ben şemsiye beyin Sinan'a müdahale etmesini beklerdim çünkü orada kadına zor kullanmaya çalışan bir adam var. Şemsiye bey yardım etmeliydi centilmenlik bunu gerektirir." Pamir de kendini adamın yerine koyarak cevapladı:

"Ben şemsiye beyin sana sormasını doğru buluyorum." Sarp bu yorumlara alttan alttan güldüğünde cevap vermedi ama düşüncesini az çok tahmin ediyordum. Bu yüzden ona döndüm:

"Sen Sarp?" dudağının bir kenarı havaya kalktı:

"Ben Sinan denen o şerefsize yumruğu geçirirdim. Sana sormazdım. Ha sen aranıza girmememi mi istedin bu benim hatam değil. Benim gibi birinin sana yardım etmesinden şeref duymalısın."

"Egondan ziyade. Başkalarının hayatlarına müdahale etmen doğru mu sence?"

"Bu benim kişisel kaidelerim ile alakalı muhtaç durumdaki bir kadına yardım lazımsa -ki bunu kadınların çaresiz olup olmadıklarına çekme sakın- kesinlikle yardım ederim. Yardımımı isteyip istememesi gerekmez."

Sarp'ı şimdi anlamıştım. Kendi ideallerine göre yaşıyordu ve şemsiye beyin yaptığının yanlış olduğunu beni çaresiz bir halde gördüğünden sormadan yardım etmesi gerektiğine inanıyordu.

"Sen peki?" soruyu soran Derin'di. Hepsi bana döndüğünde rahat bir şekilde cevap verdim:

"Aslında düşünmedim hiç. Yani şemsiye beyin bana yardım etmemesi benim için sorun değildi nasıl olsa bir şekilde başımın çaresine bakabilirdim ama yardım etmesi de bir sorun olmazdı hatta onun yumruğunun benimkinden sert olması daha beni fazla bile rahatlatabilirdi." dedim gülümseyerek. Derin:

"Keşke tekrar karşılaşsanız da romantik filmlerde ki gibi bir aşk başlasa." diyerek umut içinde söylendiğinde Pamir:

"O sadece filmlerde olur bunu gerçek hayatta bekleyemezsin." dediğinde Sarp kusmuş gibi yaparak Derin'e baktı:

"Şu romantikliği atın üstünüzden yoksa kusacağım." dediğinde Derin hariç hepimiz gülümsedik. İlk kez bu kadar uzun bir terapi saatini paylaşmıştık ve ilk kez birbirimiz hakkında az da olsa fikir sahibi olmuştuk. Bundan memnun olmuştum ve bunun onlarında hoşuna gittiğine emindim. Bu yüzden aramızda olan bu enerjiyi tutup bırakmamak için onlara gülümseyerek baktım ardından önce ki hafta hazırladığım kağıtları cebimden çıkardım:

"Tamam şimdi kapatalım bu konuyu, dinleyin. Elimde şuan bende dahil hepimizin adının yazılı olduğu kağıtlar var herkes birer tane çeksin hediye çekilişi yapacağız." dediğimde Pamir konuştu:

"Neden? Önemli bir gün mü?"

"Evet, bugün ilk kez iletişim kurabildik ve bunu kaybetmemeliyiz." itiraz tabi ki Sarp'tan geldi:

"İletişim bedava bir şey iken biz neden para harcıyoruz."

"Sarpcığım, hediye sadece bir araç bu sayede birbirimizi daha iyi anlayabileceğiz ve bakalım gözlemlerimiz ne kadar kuvvetliymiş. Ayrıca hediye işini de abartmayın lütfen."

Ardından itiraz eden olmadı. Herkes küçük kağıtlardan birini çekip ayağa kalktı. Seans bitmişti. Arkalarından bağırdım:

"Haftaya mutlaka burada olun. Hoş çakalınnn." dediğimde Sarp hariç diğerleri gülümseyerek karşılık verdiler.

Sabah acele ile evden çıktığım için kahvaltı bile yapmamıştım. Yemekhane içinde geç olduğundan bir tost ve çay alıp ayaküstü atıştırdım. Ardından eve gitmek için çıktığım sırada telefonum çaldı. Geniş çantamda ararken çantam kayıp yere düştü ve düşen eşyalar içinden telefonu elime aldım arayan annemdi:

"Anne," bir yandan da düşen eşyalarımı kaldrıyordum.

"Kuzum neredesin? Sevillerden geldim yoktun."

"Terapi günüydü bugün. Geliyorum birazdan."

"Peki kuzum, gelirken terziye uğrayıp elbisemi almayı da unutma emi?"

"Emriniz olur Dildar hanım," diyerek telefonu kapattım.

Eve geldiğim de yağmur yine sağanak yağmaya başlamıştı. Şükür ki yakalanmadan eve girebilmiştim. Annem ile beraber güzel bir sofra kurup yemeğimizi yerken ona bakıp elimde ki çatalı bıraktım:

"Vakıf hoca, hastaneye devam etmemi söyledi bugün." annem bana bakıp bir kaç saniye düşündü:

"Allah razı olsun ondan. Çok yardımı dokundu teşekkür etmek gerek."

"Evet, ayrıca..."

"Ayrıca ne?"

"Amerika'ya gitmemizi istediğini biliyorum. Abimi yalnız bırakmamak için ama bunun için bir yıl daha beklememiz gerekecek. Bunu düşünüp duruyorum. Belki bir iş daha bulurum."

"Bırak işi tatil yap."

"Boş oturmak istemiyorum bana göre değil."

"Sen bilirsin. İyi ol, yanımda ol da. Gerisi mühim değil kızım. Allah nasibimiz de ne varsa onu yaşatacaktır mutlaka."

"Muhakkak."

. . .

(4 gün sonra)

. . .

Aylin ile buluşmak için en uygun saat olan öğle arası olduğu için ve beraber yemek yemek için okuldaydım. Fazla vakti olmadığı için üniversitenin hemen yanında bulunan Avm'ye gitmeye karar verdik. Beraber güzelce vakit geçirip sinemaya gittik. Sonunda ona Sinan meselesi anlattığımda Sinan'a beddualar okudu ve bir kat daha ondan nefret etti. Okuldan uzaklaştırılmış arkadaşının moralini düzeltmek için elinden geleni yaptı. Hiç adeti olmadığı halde Tülin hanıma gelen yeni hastalardan bahsetti. Dikkatimi ve ilgimi çeken tek şey bu oldu sanırım konuştuklarımızdan. Ardından vedalaşma zamanı geldiğinde arabası ile bırakmak için ne kadar ısrar etse de terapi de ki etkinliğimizi anlatıp Ecrin'e hediye almak için AVM de biraz oyalanacağımı söyledim ve onu yolladım. Ailesi her ne kadar zengin ve kültürlü olsalar da konu Aylin olduğunda tuhaf bir şekilde baskıcı oluyorlar ve ona zor zamanlar yaşatıyorlardı bunu bildiğim için onu erkenden eve göndermenin hayrına olacağına karar verip yalnız başıma mağazalara bakmaya başladım. Sonunda bir hediyelik eşya dükkanına girdim. Uzun bir süre ne alsam diye dolaşıp düşündükten sonra Ecrin'in denizi çok sevdiğini söylediğini hatırlayarak ona deniz kabuklarından yapılmış bir çerçeveyi hediye olarak paketlettirdim.

Dışarıya çıktığımda biraz önce çiseleyen yağmur şiddetini arttırmıştı. Neyse ki çantamda bana ait olmayan şemsiye vardı memnun bir eda ile çıkarıp şemsiyeyi açtım. Otobüse binmek için karşı şeride geçip beklemeye başladım. Hava kararmıştı ve yağmurdan dolayı bütün otobüsler tıklım tıklımdı. Sonunda beklediğim durak tıpkı geçen her otobüse benzemeye başladığında etrafımda ki adamlar ile bu kadar yakın durmaktansa şemsiyenin altında beklerim daha iyi diyerek koyu yeşil şemsiyeyi açıp kalabalığın ilerisine doğru yürüdüm. Bana bakıp bu yağmurda tek başına ne dikiliyor diye soran yüzlere aldırmadan telefonumu çıkardım. Abimin bugün gönderdiği resimlere bakarak onu çok özlediğimi hissettim bu yüzden tam onu aramak için saate bakmıştım ki en son duymak istediğim kişinin sesini duydum. Nasıl oldu da Sinan'ı unutup okulda Aylin ile buluşarak bir hata yapmıştım diye kendime sövdüm:

"Vay vay vay. Bakın burada kim varmış?" Sinan'ın duymaya bile tahammül etmediğim sesine karşılık vermedim. Yanıma yaklaşıp tam önümde durdu: "Ne o? Yumruk attın yok mu oldum senin için?"

"Git başımdan Sinan?"

"Yine mi vuracaksın, sağ kroşemi yoksa sol mu?"

"Rahat bırak beni."

"Böyle romantik bir günde mi?"

"Tatsızlık çıksın istemiyorum. Git başımdan."

"Sert kızları severim Feza, belki de bu yönündü beni sana çeken-"

"Yeter bu kadar." diyerek ondan uzaklaşmak için bir adım atmıştım ki önümü kesti. Ardından şemsiyesini kapatıp benim şemsiyemin altına girmeye çalıştığında hızla geri çekildim. Sinan ile aynı şemsiyenin altında durmaktansa yağmurda köpek gibi ıslanmayı yeğlerdim. Köpek kelimesi ile dün gece geldi aklıma takılıp kalmıştı bana köpek gibi ıslanmışsın diyen adamın sözü. Aynı anda yanımızda dörtlüleri yakmış bekleyen siyah BMW yi fark ettim ve açık camdan bize bakan şemsiye beyi. Ayağımın kayması ile elimde ki şemsiye düşeyazdığında Sinan hemen tutup şemsiyeyi doğrulttu. Aynı anda bir kapı açılma sesi geldi ben ise Sinan'a bakıyordum:

"Ver şunu." şemsiyeye uzandığımda geri çekti. Yağan yağmurda ona baktım çoktan sırılsıklam olmuştum yine.

"Şemsiyeyi mi istiyorsun yoksa beni mi?" dedi sırıtarak aklı sıra şaka yapıyordu. Beni rahatsız etmesi canımı sıktığından polisi arayacağımı söyleyecek olmuştum ki ne olduğunu anlamadan önümde tüm heybetiyle arkası dönük biri durdu. Omuzlarına baka kalmışken önümde duran kişinin şemsiye bey olduğunu gördüm. Aynı soruyu soracağını tahmin ederek yanına geçip:

"Yardım-" dediğimde sözümü onun Sinan'a attığı yumruk kesti. Ardından doğrulduğunda ceketini düzeltti.

"Bu bana dallama dediğin içindi." diyerek parmağı ile Sinan'ı ikaz edip düşen şemsiyesine uzanıp yerden kaldırdı. Yağmurda hala ıslanmakta olan baktı ben ise şaşkın bir şekilde ona bakıyordum.

"-lazım değil." dedim sessizce yarım kalan lafımı tamamlayarak. Duymuştu. Bir adım daha yanıma yaklaştığında gözlerime değen yağmur kesilmişti, şimdi ıslanmıyordum. Ama o şemsiyeyi ıslanmayayım diye üzerime tuttuğundan değildi. Normal bir şekilde karşımda duruyordu uzun boyundan dolayı küçük durduğumdan şemsiye beni de içine alıyor yağmur değmesini engelliyordu. O anda içime biriken his başımı döndürmeye başladı hayır şimdi olamazdı değil mi? Aklımda en yakın sahilin nerede olduğunun hesabını yapmaya başladım. 20 dakika belki 30...

"Niyetim sana yardım etmek değildi." dedi duvarla konuşuyormuş edasında şemsiye bey diğer yandan da başını yukarıya kaldırıp şemsiyeyi kontrol etmeye başladı: "Şemsiye benim için değerli."

Nefes alış verişlerim hızlandığında ellerim çoktan titremeye başlamıştı ve kendimi teskin etme ile hallolacak gibi durmuyordu ayrıca sahile de gidemezdim. Çantamı açıp taşıdığım yedek iğneyi aramaya başladım yüzümde ki şeyin yağmur mu yoksa ter mi olduğunu anlamamıştım. Derin bir nefes almaya çalıştım ama sanki soluduğum hava bitmiş gibi soluksuz kaldım. İğneyi bulduğumda titreyen ellerim ile kendimi zorlayarak plastik kutudan çıkarmaya çalıştım.

"İyi misin?" diye sordu şemsiye bey ne yaptığımı anlamayarak.

Plastik kutunun açılmasıyla şırınga sanki kutudan zıplayarak yere düştü ve şu durumda en son olmasını istediğim şey oldu. Bulunduğumuz kaldırımın yanında ki su ızgarasından içeri düştü. Şok olmuş bir şekilde şırıngaya doğru atıldım ama nafileydi. Yere çöktüm. Dizlerimin üzerinde zihnimi sakinleştirmeye çalışarak kısa bir nefes aldım ve Vakıf hocanın dediği gibi şırıngaya ihtiyacım olmadan da sakinleşebileceğimi kendime hatırlattım iyi gidiyordum ama birden duman kokusu burnuma geldiğinde bunun imkansız olacağını düşünmeye başladım. Şemsiye beyde yanımda diz çöktüğünde elimle boğazımı tutmuş nefes almaya çalışıyordum. O sırada yanımıza bir kişi daha geldi. Zorlanarak gözlerimi kaldırdığımda gelen takım elbiseli kişinin o gün şemsiye beyin kapısını açan adam olduğunu gördüm. Telaşlı bir ifade ile bana ve şemsiye beye baktı:

"Talha, ne oluyor?" şemsiye beye Talha diye seslenen adam cevap alamadan ve bir şey anlamadan bize bakmaya devam etti. Adının Talha olduğunu öğrendiğim şemsiyenin sahibi tekrar sordu:

"İyi misin?"

Ne kadar dirensem de başaramayacağımı anladığımda onun sert yüzüne oturan ifadesiz bakışları ile bana bakan badem rengi gözlerine baktım konuşmaya çalıştığımda sesim fısıltı halinde çıktı:

"Yardım et."

. . .

Continue Reading

You'll Also Like

166K 15.5K 43
Bedeni alevlerin arasındayken öylece durup bana bakıyordu ormanı anımsatan gözleri.. Sanki hiç acı çekmiyordu, sahiden de ateşin ta kendisi olabilir...
71.5K 7.2K 40
"Dileğiniz benim için emirdir, leydim." Elimle hayali bir reverans yapıp ıslak kekimden bir lokma alıyorum. İki deli bozuk, iki teyze kızı, yirmi sek...
29.6K 1.5K 9
Komedi tarzı bir hikayedir. İstanbul'lu götü pullu. İşte tam beni anlatan iki kelime. İstanbul'luydum, parasız, pulsuz, yalancı, üç kağıtçı, romanti...
1.6M 111K 60
Şehadete susamış bir özel harekat polisi; Hamza... Kocasının ördüğü duvarlara hapsolan küçük bir Yağmur damlası... Bir adamı kınalı perçeminden sevip...