BOŞLUK - ACI -

By sedefgdk

5.8K 1.2K 1.4K

İçindeki kırıklar savruldu her bir yana. Birileri görsün istedi, görsün ve inansın. Bu gece güçlü yanı değil... More

BOŞLUK - ACI -
B1: Yolun Başı
B3: Tarumar
B4: Yağmur ve Yakarış
B5: Çaresizliğin Gözyaşları
B6: Sessiz Çığlıklar
B7: İkilem
B8: Beklenmedik İtiraflar

B2: Çalınan Gülüşlerim

558 181 203
By sedefgdk


# Ahmet Kaya: Penceresiz Kaldım Anne



BOŞLUK - ACI -

2. BÖLÜM

" ÇALINAN GÜLÜŞLERİM "



Çocuk olamadığım her güne kırgınım.

Kendimle küs kaldığım günlere kırgınım.

Ağlayarak uyuduğum gecelere, gözlerim acıyarak uyandığım gündüzlere.

Kısacası yaşayamadığım her güne kırgınım...





Kirli bir tükeniş,

Durmadan, boyuna gelen doyumsuzluk?

Azalarak çoğalan acılar.

İnce olamayışlar.

Katre katre güvensizlik,

Artık içimle dışım beraberler, düşünemez oldular.

Sonu yok ki

İnan hep aynı

Yarım kalanlar.

Fırlatıp atılan yaşamlar.

Kırılıp dökülen yapraklar

Sonsuz gökyüzü altında,

Vefayı kuşlar alıp gitmiş.

Bitti...

Nefret ettiklerimi sevmeye, asla yapmam dediklerimin çok daha fazlasını yapmaya başladım. Çünkü bugüne kadar doğru olduğunu bilerek yaptığım her şey bana ruhsal anlamda zarar verdi. Artık çoğu şeyi yanlış olduğunu bilmeme rağmen yapıyorum, hata yapmak istiyorum, yanlışlarımın içerisinde can vermek istiyorum. Bana geçmişi unutturacak, içimdeki duygu yoksulluğunu giderecek her şeyi deniyorum ama artık içimde sadece acı, hayal kırıklığı ve güvensizlik var. Sanki sigara gibiyim acı çektikçe bitiyorum. Şu an da o sigaranın bitmesine o kadar az kaldı ki. Sigaranın sonunda ki en acı yer var ya işte şu an da o tam olarak benim. Ama tek sorun sigaradan hala nefret ediyorum, hala bunun yanlış olduğunu biliyorum. Ne fark eder ki benim bu güne kadar doğruyu yaptıkça, etrafa neşe saçtıkça aslında içimdeki sigaranın dumanı tüm çevreme dağıldı. Biri de demedi ki kızım sen ölüyorsun.

Korkularımız bizi en acımasız kılan şey değil midir? Korkularım benim en zayıf noktamdır, güvensizlik ve mutluluk insan hiç mutlu olmaktan korkar mı? Ben korkarım gülüşlerimin kısa bir zaman süre gözyaşlarına dönüşeceğine bilmekten korkarım, güvenirim kendimden çok karşı tarafa güvenirim, ya kırarsa korkarım. Ben korkularım ile yüzleşecek kadar kendimi güçlü hissetmiyorum.

Çok acıdı. O kadar acıdı ki ben acısını hissedemedim, yaşayamadım. Belli edemedim. Bakın şuram, şuram çok acıyor diyemedim. Demedim, diyecek kimsem de yoktu zaten. Birileri vardı ama birileri hep yok oldu. Birisi vardı ama birisi hiç yoktu. Ben vardım ama aslında hiç yoktum. Kayıptım, kaybolmuştum. Kaybolmuştuk. Bundan kaçmak mümkün müydü? İmkansızdı. Acıyı dindirmek güçtü, zordu, kolay değildi. Sol yanımda boşluk, omuzlarım çökük, kanatlarım kırıktı hep. Birinizle değil hepinizleydi sorunum. Hiç tenezzül etmediniz, beni anlamaya. Ben hıçkırmaktan ağlayamaz haldeyken bir el omuzumda 'geçecek' tesellisi dahi vermedi bana. Ben çok yıldım. Ben o yolları çok yıktım.

Şaşkınlıkla bana bakan bir çift kahverengi gözden anladığım kadarıyla Alpay her şeyi duymuştu. Bir an ne yapacağımı bilemedim ama sonrasında çabucak kendimi topladım. Bir süre bana şaşkınlıkla baktıktan sonra yanıma yaklaştı. Ona bir açıklama yapmak zorunda değildim. Ne duyup duymadığı umurumda değildi. Ben hiçbir şey olmamış gibi yanından geçip gidecekken kolumu tutup gitmemi engelledi ve önüme geçti. Anlaşılan öyle elimi kolumu sallaya sallaya buradan gidemeyecektim illa canımı sıkacaktı benim. Kolumu ellerinin arasından çektim ve parmağımı yüzüne doğru salladım.

"Bana bir daha sakın dokunayım deme. Anladın mı?" Ellerimi omuzuna koyup yolumdan çekilmesi adına hafifçe ittim. Kimsenin bana dokunmasından hoşlanmıyordum. Kimseye de açıklama yapmak zorunda olmadığımdan burada durmamın da bir gereği yoktu diye düşünüyordum. Ayrıca yaşadıklarım bende travma yaratmıştı bundan dolayı bana temas edilmesinden hoşlanmıyordum. Özellikle erkeklerin temasından oldukça sakınmaya çalışıyordum. Bu benim için bir nevi savunma mekanizmasıydı.

Önümden çekilmeyip sadece aramıza bir kaç adımlık bir mesafe koydu.
"Sakin ol. Ben sadece neler döndüğünü anlamaya çalışıyordum. O kim? Orada konuşulanlar neyin nesiydi?" Diye sordu meraklı bir sesle kaşlarını çatarak. Anlamadığım bir şey vardı. Neden? Neden yani? Neden öğrenmek istiyordu ki ne olduğunu? Ona neydi? Hem öğrense ne yapacaktı ki? Gidip öldüresiye dövecek miydi onu? Hiç sanmıyorum. Bunu babam, sevdiğim adam bile yapmamışken o neden yapsın ki?

Kaşlarımı çatıp alayla konuşmaya başladım.
"Neden merak ediyorsun? Sana ne? Ailen sana insanların işlerine öyle rahatça burnunu sokmamanla ilgili seni uyarmadılar mı?" Dedim sonlara doğru sesimi yükselterek. Hayır, Ilgar yetmezmiş gibi birde daha yeni tanıştığım biri gelip bana hesap soruyordu. Ona neyse?

Çene hattının gerginleşmesiyle kaşları çatıldı. Sinirlenmişti anlaşılan ama benim umurumda mıydı? Kesinlikle hayır.

Sinirle derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu bir yandan da.

"Son kez soruyorum az önce konuştuklarınız neyin nesiydi? O çocuk kim? Bir dahaki soruşumda bu kadar nazik davranmayabilirim sana." Diyerek beni tehdit etmişti. Beni beni Maralı. Alayla yüzüne doğru bir kahkaha attım ve konuşmaya başladım.

"Sen kim oluyorsun da beni tehdit ediyorsun? Sana bu hakkı kim veriyor? Sorduğun hiçbir soruya cevap vermek zorunda değilim. Bunu o kalın kafana soksan iyi edersin. Şimdi çekil önümden ve kendi işlerinle ilgilen. Başkalarının hayatına da burnunu sokmayı kes." Dedim ve geçmek için sağa doğru bir hamle yaptığımda tekrardan önüme geçerek beni durdurdu.

"Söylediğin hiçbir şey benim umurumda değil ve sorularımın cevaplarını almadan seni bırakmayacağım. Asıl sen bunu o kalın kafana soksan iyi edersin." Dedi burnundan soluyarak. Allah'ım ya çattık iyi mi? Neden bu kadar ısrarcıydı? Ne öğrenmek istiyordu?

"Gerçekten artık sinirlenmeye başlıyorum. Ne onun kim olduğu seni alakadar ediyor ne de o konuşmaların nedeni. Şimdi daha fazla uzatmada çekil yolumdan." Dedim çünkü artık dayanamıyordum. Az önce Ilgar' ın söylediği şeyler hala beynimin içinde yankılanıyorken ben burada durmuş inatçı bir öküzle uğraşıyordum. Benim şuan kendimi tuvalet kabinine kilitleyip ağlamam lazımdı sinirimi atmam için ama gel gör ki hayat hiçbir zaman adil değildi. Şu an daha çok sinirlenmem için elinden ne geliyorsa yapıyordu.

Alaylı bir şekilde yeniden konuşmaya başladı.
"Bana bak sana daha önce de söyledim alakam olmayan bir şeye karışmıyorum. Eğer soruyorsam vardır bir alakası. Şimdi sorularıma cevap vereceksin. O çocuk kim? Neyin de sana böyle konuşabiliyor? Aranızda ne geçti de ondan bu kadar nefret ediyorsun?" Dedi ve kaşını kaldırarak vereceğim cevabı bekledi.

Söylediği şeyler istemsizce beni düşünmeye itti. Bu konuyla nasıl bir alakası olabilirdi ki? Yoksa beni ya da Ilgar'ı bir yerden tanıyor muydu? Ama Ilgar'ı tanıyor olsaydı benim neyim olduğunu sormazdı öyle değil mi? Durum gittikçe karmakarışık bir hal almıştı. Her şeyi geçtim bizi tanıyor olsaydı çıkan dedikoduları duymama olasılığı yoktu bundan eminim. O zaman neden soruyordu ki tüm bunları? Yoksa tek amacı Ilgar'ın benim sevgilim olup olmadığını öğrenmek falan mıydı? Aklıma gelen o düşünceyle sinirle gözlerinin içine bakıp konuşmaya başladım.

"Eğer merak ettiğin şey Ilgar' ın sevgilim olup olmadığıysa, sevgilim değil merak etme. Ayrıca olsaydı bile seni asla ilgilendirmezdi. " Dedim ve yanından çekip gittim.

Bu sefer gitmeme engel olmamıştı. Hem niye olacaktı ki zaten? Sorularının cevabını alıp merakını gidermişti. Niye durdursun ki beni? Diye içimden geçirirken sınıfa girdim. Hiç kimse ile göz teması kurmadan sırama doğru ilerledim. Çantamı aldığım gibi bir kulpunu kolumdan geçirip omuzuma taktım ve sınıftan çıktım.

Saat daha çok erkendi bu saatte okuldan çıkamazdım. Hem çıksam nereye gidecektim ki zaten? Bu yüzden koridordan geçen bir çocuğu durdurup kütüphanenin yerini sordum. Öğrendikten sonra sol tarafa yönelip merdivenlerden çıkmaya başladım bir yandan da telefonu mu arıyorum. Neredeydi bu? Cebime koyduğuma emindim oysaki. Ceplerime baktıktan sonra çantamı karıştırmaya başladım.

Bu esnada önüme bakmadığım için birine çarpmıştım. Dengemi kaybederek arkaya doğru düşecektim ki bana sarılan kollara tutundum ve dengemi sağladım. Kahretsin neden bugün sürekli biriyle çarpışıyordum ki? İyice sakarlaşmaya başladım. İç sesimi susturup belimi kollarıyla saran çocuğa yönelttim bakışlarımı. Çipil çipil bakan bir çift koyu kahve göz nefesimi kesmeye yetmişti. Bir farklı bakıyordu. İnsanı içine çeken, derinlere hapseden gözleri vardı. Ne diyordum ben? Maral kendine gel kızım. Yavaşça beni saran kolları arasından çıktım ve ona dönüp:

"Kusura bakma telefonumu arıyordum da. Önüme bakmayı akıl edemedim o an." dedim zoraki bir tebessüm ile.

O da hafiften gülümseyip konuşmaya başladı.

"Sorun değil, dikkat et. Bu arada ben Aras Bulut. Seni daha önce okulda görmemiştim yeni olmalısın." dedi elini uzatarak. Uzattığı eli tutup selamlaştım. Ardından elimi çekip konuşmaya başladım.

"Memnun oldum bende Maral. Bu arada doğru tahmin bugün okulda ilk günüm." dedim. Öyle bir konuşmuştu ki gören okuldaki herkesi tanıyor zannedecek.

Tahmin ettiği şeyin tutmasının verdiği mutlulukla gülümseyerek

"Hislerim kuvvetlidir. Neyse ben seni tutmayayım. Görüşürüz." dedi ve cevap vermeme fırsat tanımadan yanımdan ayrıldı. Bende çok takmayarak kütüphanenin yolunu tuttum.

Dersin başlamasına az kaldığından ötürü bir kaç kişi vardı kütüphanede. Sağ tarafta bilgisayarlar vardı, orta tarafta ise masa ve sandalyeler, sol tarafta ise kitaplıklar yer alıyordu. Sol tarafa doğru ilerleyip kimsenin olmadığı kuytu bir köşeye geçip yere oturdum. Telefonumu tekrardan aramaya koyuldum. Bilin bakalım nereden çıkmıştı? Çantamın iç cebinden çıktı. Gözlerimi devirip arama veya mesaj gelmiş mi diye kontrol ettim. Ne arama ne de mesaj vardı. Derin bir nefes alıp kendimi rahatlattım. En azından biraz da olsa etkisi olmuştu.

Kafamın içinde o kadar fazla ses vardı ki kendimi kütüphane de değil de, konserdeymiş gibi hissediyordum. Kafamı ellerimin arasına alıp dirseklerimi dizlerime dayadım ve zihnimdeki düşünceleri serbest bıraktım. Tam hayatımda bir şeyleri yoluna sokmaya çalışıyorken bugün olanlar umudumu bir kez daha ayaklarının altına alıp acımasızca ezdi. Ne yüzle benim karışıma çıkabiliyordu ki? Ne yüzle? Pardon hangi yüzle demeliydim.

Ilgar' ın söyledikleri tekrardan kafamın içinde yankılanmaya başlayınca yerimde huzursuzca kıpırdandım. O yaptıklarından sonra nasıl ya? Nasıl bunları söyleyebiliyordu? Hiç mi görmüyordu ne halde olduğumu? Ne hissettiğimi? Gerçi bendeki de soru. Sence Maral? O kadar düşünceli olsa böyle bir şeye hayatta kalkışmazdı.

Hatırlamak istemesem de aklım o geceye gitmişti. 2 sene önceye. Bütün hayatımın tepe taklak olduğu o geceye.





2 YIL ÖNCE





Ilgar' ı kolundan tutmuş çekiştirerek odasına götürüyordum. Bugün onun doğum günüydü ve ben odasındaki o koca balkonu onun için hazırlamıştım. O benim babamdan sonra sevip, güvendiğim ikinci erkekti. Biri canım mı canım babam biri üveyde olsa abim Ilgardı bir diğeri ise sevgilim Doruktu. Dorukla neredeyse 3 yıldır güzel giden bir ilişkimiz vardı, çok seviyorduk birbirimizi. Annem daha ben 6 yaşındayken vefat etmişti. Onu hayal meyal hatırlıyordum. Kokusu toprak gibiydi. Çok huzur veriyordu bana. Hep onun kullandığı parfümü kullanırdım kokusunu unutmamak için. Babam her ne kadar benimle çok fazla ilgilense de annemin eksikliğini hep hissetmiştim.

Odanın önüne vardığımızda ellerimle Ilgar' ın gözlerini zor da olsa kapattım ve odanın kapısını açıp içeri girdim. Bir elimi gözünden çekerek boynumdaki fuları çıkarıp gözlerine bağladım. ardından açık bıraktığım kapıyı örterek Ilgar'ın yanına ilerleyip kolundan tutarak onu balkona çıkardım. İyi ki fular takmayı akıl edebilmiştim yoksa şuan hala ellerimle gözlerini kapatıyordum ve bu benim için işkence gibi bir şey olurdu. Maalesef ki boyu benden baya bir uzundu.

"Bak şimdi fuları açacağım ama gözlerini açmak yok, anlaştık mı? Ben aç demeden sakın açma gözlerini." Büyük bir heyecanla arkasına geçtim ve fuları çözüp kendi bileğime bağladım. Ardından önüne geçtim ve bir kaç adım uzaklaştım ondan.

"Tamam, söz açmayacağım ama hızlı ol daha benimde sana bir sürprizim olacak." Dedi gülerek ama her zaman ki gülüşünden farklıydı gülüşü ya da bana öyle gelmişti bilmiyorum. İstemsizce ürperdim. Bu her ne kadar tuhafıma gitse de üstelemedim.

Masanın yanına gidip kutuları ve balonları kontrol ettim. Bir sorun yok gibi gözüküyordu. Harika. Daha fazla Ilgar' ı bekletmek istemediğim için konuşmaya başladım.

"Üç deyince gözlerini açabilirsin. Üç." Dedim gülerek. Ilgarda gülerek gözlerini açtı ve etrafına bakmaya başladı. Gözlerinde gördüğüm o parıltıyla beraber mutlu olup beğendiğini anladım. Onun mutluluğu benim mutluluğum demekti. Onu böyle mutlu görünce ben ondan daha fazla seviniyordum. Her ne kadar aynı kandan olmasak da bana bu zamana kadar abilik yapmıştı. Beni hep sevip, korumuştu. Onun hakkını asla ödeyemezdim. Daha fazla uzağımda durmayarak yanıma adımladı. Bir kaç adımda aramızdaki mesafeyi aştı ve karşımda durdu. Ellerini iki koluma sarıp o içten gülümsemesini bahşetti bana.

"Bu kadar hediyeyi neden aldığını sorabilir miyim? Doğru söyle diğer doğum günlerimde hediye almamak için mi?" Diye sordu merakla. Düşünüyormuş gibi yaptım ve ardından konuşmaya başladım.

"Bunu hiç bu yönden düşünmemiştim ama fena fikir değilmiş." Dedim gülerek. Bana iyice yaklaşarak sıkıca sarıldı.

"Çok teşekkür ederim her şey için. Bugün her ne kadar senin doğum günün olmasa da benimde sana bir hediyem var." Dedi ve bir anda boynuma küçük bir öpücük bırakıp kollarını benden ayırdı. Bu hareketiyle tedirginlik tüm vücudumu etkisi altına almıştı ama yine de çaktırmayarak neşeli bir şekilde konuştum.

"Gerçekten mi? Ne aldın? Yoksa o istediğim kitaplarımı aldın? Eğer onları aldıysan dile benden ne dilersen." Dedim büyük bir heyecanla. Ilgar bu halime gülüp beni bileğimden tutup içeriye götürdü.

"Ama daha hediyelerini açmadın. Benimkinin acelesi yoktu sonuçta bugün senin doğum günün." Dedim odaya girdiğimizde. Ardından bileğimi bıraktı ve bana döndü. Bir süre hiçbir şey söylemeden beni baştan aşağıya üzdü. Bu hareketinden istemsizce rahatsız olup elbisemi fark ettirmemeye çalışarak aşağıya çektim. Ilgar' ın bakışları gittikçe tuhaflaşıyordu. İlk defa bana böyle bakıyordu. Rahatsız olduğumu belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladım.

"Bir sorun mu var niye konuşmuyorsun? Ayrıca bana niye öyle bakıyorsun bir şey mi oldu?" Diye sordum. İçimde bastıramadığım bir his oluştu. Tam olarak ne hissettiğimi anlamıyordum. Tek bildiğim şuan buradan çıkmam gerektiğiydi. Ilgar hiçbir şey söylemeden sadece bakıyordu. Bakışlarıysa hiç cana yakın bakışlar değildi. Birden bire neden böyle bakmaya başladığını merak ediyordum ama iç sesim buradan çıkmam gerektiğini haykırıyordu adeta. Tekrardan konuşmaya başlayacağım sırada yanımdan ayrılarak gidip kapıyı kilitledi. İşler iyice tuhaflaşmaya başlamıştı. Korkum büyük bir hızla git gide artıyordu. Kafamdan kötü senaryoları ne kadar silmeye çalışsam da bir türlü olmuyordu. Sakin olmalıydım sonuçta ilk kez Ilgar ile aynı oda da kalmıyordum.   Korkuyla karışık bir endişeyle konuşmaya başladım.

"Ilgar ne oluyor niye kilitledin kapıyı?" Diye sordum. İçimdeki korku ve endişe sesime de yansımıştı.

Ilgar yanıma yaklaşırken konuşmaya başladı. O bana yaklaştıkça ben istemsizce geriye doğru yürüyordum.

"Şşt sakin ol güzelim. Sadece kimse bizi rahatsız etmesin diye kilitledim kapıyı. Korkulacak bir şey yok." Dedi ama hareketleri söyledikleriyle tezatlık oluşturuyordu. Bir an önce buradan çıkmam geriyordu. Endişeyle konuşmaya başladım.

"Ama sen çok tuhaf davranıyorsun. Her zaman ki gibi değilsin. Hem babam merak etmiştir aşağı insek daha iyi olur. Hediyeni sonra da verirsin." Dedim ve hızlıca kapıya doğru gittim. Ilgar kolumdan tutup beni yatağa fırlatınca istemsizce korkuyla çığlık attım. Daha fazla bağırmayayım diye üstüme çıkıp ağzımı kapattı. Korkudan gözlerim dolmaya başlamıştı. Allah'ım ne olursun aklıma gelen başıma gelmesin. Böyle bir şeye ne ruhum dayanabilirdi ne de bedenim. Kim nasıl dayanabilirdi ki? Korkuyla çırpınmaya başladım ama ben çırpındıkça sanki o saplandığım bataklık beni daha çok içine çekiyordu. Çırpındıkça daha çok dibe batıyordum. Nefesim artık bana yetmiyordu. Boğazımda oluşan o büyük yumru gitmek nedir bilmiyordu. Yutkunamıyordum. Yutkunsam bile gidecek gibi değildi. Sağ gözümden bir damla yaş firar ettiğinde Ilgar alaylı bir edayla kaşlarını kaldırdı ve konuşmaya başladı.

"Hadi ama güzelim gece daha yeni başlıyor. Hiçbir şey yapmadım ki daha niye ağlıyorsun? Üzeceksin beni ama. Ben ne zamandan beri bu anı bekliyorum tahmin bile edemezsin. O yüzden bu gece sorunsuz geçsin istiyorum. Eğer sen de canın yanmasın istiyorsan o çeneni kapalı tutacaksın anladın mı?" Dedi ve pis pis sırıtmaya başladı. Elleri elbisemin askılarına ulaşınca çırpınmaya başladım. Ellerimle onu omuzlarından ittiriyordum ama bu hiçbir işe yaramıyordu. Ben ittirdikçe kendini bana daha çok yaklaştırıyordu inatla. Korku ve endişe bütün bedenimi esir almıştı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülerek korku ve endişe içinde olduğumu belli edercesine durmaksızın akıyordu. Sanki bir bataklığın ortasına düşmüşüm de çırpındıkça beni daha çok dibe çekiyordu. Çaresizlik içinde çırpınıyordum. Yapma ne olursun yapma bunu bana. Sen bu olamazsın, bunu bana yapmazsın sen. Yapma ne olursun.

Ben onu bütün gücümle ittirdikçe o bırakın yerinden kıpırdamayı kendini daha çok bastırıyordu bana. Alt tarafımda hissettiğim sertlikle gözlerim korkuyla açıldı ve ağlamam şiddetlendi. Yalvarıyordum ama ağzımı kapattığı için söylediklerimi benden başka kimse anlamıyordu.

Birden aklıma gelen fikirle Ilgar' ın ağzımı kapattığı elini var gücümle ısırdım. Acıyla çığlık attı ve geri çekildi. Bende fırsat bulmuşken yerimden doğrulup kapıya doğru koştum. Kilidi açtığımda kollarımdan tutan el kapıyı açmamı engelledi. Bütün gücümle çığlık atmaya başladım.

"İmdat! Baba! Yardım et! Baba!" Diye boğazım yırtılırcasına bağırıyordum. Ilgar gelip ağzımı kapatmaya çalıştı.

"Sus diyorum sana! Sus! Öldürürüm seni sus!" Diyerek korkuyla ağzımı kapatmaya çalışıyordu. Elini ağzımdan çekmeye çalışıyordum. O kadar sıkı kapatmıştı ki eli bir milim bile oynamıyordu.

Dizimi sertçe erkekliğine geçirdikten sonra onu ittirdim ve odadan koşarak çıktım. Koridorun sonunda merdivenlerden çıkan babamı görmemle içimi tarifsiz bir huzur kapladı. Koşarak kendimi onu güvenli kollarına bıraktım. Kurtulmuştum, kurtarmıştı babam beni. Babam, endişeyle konuşmaya başladı.

"Kızım iyi misin? Bu halin ne? Neyin var?" Diye sordu beni sıkıca sararken. Kendimi zorlayarak derin bir nefes alıp konuşmaya başladım.

"Baba.. Ben.. O bana.. Baba Ilgar.. Bana.." hıçkırıklarımdan ne dediğim anlaşılmıyordu ama babam beni anlardı değil mi? Bu zamana kadar hep öyle olmuştu. Bir bakışımdan ne istediğimi, ne düşündüğümü, ne hissettiğimi anlamıştı. Şimdi de öyle olacaktı. Bunun verdi huzurla daha sıkı sarıldım babama.

Ayak seslerini duyunca korkuyla kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Ilgar geliyordu.
Hiçbir şey olmamış gibi suratına takındığı o rahat ifadeyle yanımıza doğru gelirken korkuyla babamın arkasında saklanıp ona iyice tutundum. Aksi takdirde yere yığılabilirdim.

Babam bir bana daha sonrada Ilgar' a baktıktan sonra konuşmaya başladı.

"Sana bu işi yarın sessiz halletmeni söylemiştim değil mi? Bu kadar kolay işi bile beceremeyeceksen niye varsın?" Dedi buz gibi bir sesle. Duyduklarımın şokuyla bir babama bir de Ilgara bakıyordum. Dizlerim artık beni taşıyamayacak kadar titrerken korkuyla babama daha sıkı tutundum olacaklardan habersiz.

Ne demek oluyordu bu şimdi? Ne demek bu işi yarın sessizce halletmeni söylemiştim? Ne işi? İçimdeki huzursuzluk ve korku öncekinden daha hızlı bir şekilde artmaya başlamıştı. Sanki o an hem bir sürü şey düşünüyordum hem de hiçbir şey düşünmüyordum. Boşlukta gibiydim. Ne hissettiğimi, ne düşündüğümü hiçbir şeyi bilmiyor gibiydim. Derin bir nefes alıp duyacaklarımdan korkarak babama bakıp konuşmaya başladım.

"Baba ne demek şimdi bu? Ne işi? O, o pislik bana dokunmaya kalktı. Eğer elinden kurtulamasaydım belki de bana teca." sesim sonlara doğru yükselirken babam büyük bir hızla ağızımı kapatıp beni Ilgar' ın odasına sürükledi. Odaya geldiğimizde beni odanın içine atıp kapıyı kapattı. Yere düşmemek için yatağın kenarından tutumdum ve zorda olsa ayağa kalktım. Korkmuş gözlerle babama doğru yürüdüm. Ne olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum.

"Baba niye böyle davranıyorsun? O bana dokundu diyorum. Bana tecavüz edecekti kaçmasaydım." Dedim hıçkırıklarımın arasından. Aklımı yitirecektim. Babam ise hiç oralı bile olmayıp Ilgar' a dönüp konuşmaya başladı.

"Beceriksizliğin başımıza büyük bir iş açacak ve sen bunun bedelini ödeyeceksin, oğlum! Neyse ki benim her zaman ikinci bir planım olur." Dedi tehlikeli bir ses tonuyla. Oğlum kelimesini vurgulayarak söylemişti.

Babamın önüne geçerek yakalarından tuttum ve konuşmaya başladım.

"Baba ne diyorsun sen? Nasıl hala ona oğlum diyebiliyorsun sen? Bu söylediklerin neyin nesi? Neden hala kovmuyorsun onu buradan? Bana dokundu diyorum sana. Niye duymuyorsun beni?" Dedim. Bunu söylerken bir yandan ağlıyor bir yandan da babamın omuzlarını acıyla yumrukluyordum. Neyin içine düşmüştüm ben? Nasıl bir şeydi benim bu yaşadıklarım? Babam niye eskisi gibi davranmıyordu bana? Onu şuan kovup, beni sarıp sarmalayıp geçeceğini söylemesi gerekirken bu dedikleri, yaptıkları neyin nesiydi? Aklım almıyordu. Hiçbir zaman da alacak gibi durmuyordu.

Babam omuzlarımdan tutup beni sarstı.
"O sesini keseceksin. Burada olanları bir kişiye bile anlatmayacaksın, anladın mı beni?" Dedi hiddetle bağırırken.
Yaşadığım hayal kırıklığının tarifi yoktu, olamazdı da. Bunu nasıl kelimelere dökebilirdim ki? Yapmazdım.

"Baba ne diyorsun sen? Arasana polisi, niye aramıyorsun? Alıp götürsünler bunu. Ne demek kimseye bir şey söylemeyeceksin? Niye inanmıyorsun bana? Ben senin kızınım, unuttun mu? Kızınım. Ne olur inan baba, ne olur inan bana." Dedim acıyla feryat ederken.
Ilgar konuşmaya başlayınca babam bakışlarını benden alıp ona çevirdi.

"Planların düzgün ilerleyememesi benim değil, senin suçun. Sana en başta bu planın ne kadar saçma olduğunu söylemiştim. Cidden böyle yaparak onu ortaya çıkarabileceğini mi düşünüyorsun. Eğer çocuğu umurunda olsaydı yıllar önce bir erkek uğruna defolup gitmezdi. Ama sırf bu aptalca planı onun için kabul ettim. " Dedi sinirle ve ardından bana dönüp pis pis sırıtmaya başladı.

"Ona sahip olma fikri hoşuma gitti. Durup düşününce planın tek sevdiğim kısmı oydu zaten" Dedi büyük bir keyifle. Duyduklarımın verdiği sinirle üstüne yürüyüp yakalarından tuttum.

"Kimden bahsediyorsun sen ya? Bu lanet olası planınız ne için? Ayrıca ben senin değilim asla da olmayacağım anladın mı? Babam şimdi polisi arayacak ve sende sonsuza dek hayatımdan defolup gideceksin." Dedim bağırarak. O ise hiç istifini bozmadan sırıtıyordu. Bakışlarını benden alıp babama çevirip konuşmaya başladı.

"Babana olan güvenin gerçekten gözlerimi yaşarttı. Şuan senin durumuna uygun bir atasözü biliyorum. Neydi o?" Deyip elini çenesine koydu ve düşünür gibi yaptı. Ne diyordu bu? Ben neyin içine düşmüştüm böyle?

"Hah buldum! 'Denize düşen yılana sarılır.' diyebiliriz ya da 'Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak' da denilebilir bu durumda." Dedi ve sırıtarak bana döndü. Neyi kastediyordu? Ne manaya geliyordu ki bu sözleri? Yakasındaki ellerimi çekip çaresizce babama döndüm.

"Baba ne demek oluyor bütün bunlar?" Diye sordum. Vereceği cevaptan o kadar çok korkuyordum ki ama sormaktan başka bir şansım yoktu. Neler döndüğünü öğrenmem gerekiyordu.
Babam o buz bakışlarını Ilgar' dan çekip aynı şekilde bana bakmaya başladı. Bana niye öyle bakıyordu ki? Normal zamanda bana baktığında gözlerinde şefkati, sevgiyi görürken şimdi katıksız saf bir nefret vardı sadece. İyi de neden? Ne yapmıştım ki ben ona? Öylesine kırıklık vardı ki içimde, sesimi dahi çıkaramadım.

"Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim. Sana dediklerimi yapmazsan bunun bedelini canınla ödersin anladın mı? Şimdi avukat aşağı da bekliyor gidip annen sana ne bıraktıysa hepsini devredeceksin. Sonra da sakın ama sakın bu olayları kimseye anlatmayacaksın. Anladın mı beni?" Dedi kükreyerek. Beynim işlevini yitirmiş gibiydi. Ne söyleneni anlayabiliyordum ne tepki verebiliyordum. Bütün bu yaşadıklarım neyin nesiydi? Bunun annemin bana vasiyetiyle ne alakası vardı?

"Baba ne diyorsun sen? Hiçbir şey anlamıyorum. Annemle ne alakası var? Niye onu değil de beni gönderiyorsun bu evden? Onun gitmesi gerekiyor, benim değil. Suçlu olan o." Dedim küçücük bir umuda tutunarak. Babama ümitle bakmaya başladım. Onun ağızından çıkacak tek bir söz beni yeniden ayağa kaldırabilirdi ya da daha çok dibe batmamı sağlayabilirdi ama ben ilkine umut bağlamıştım. Büyük bir beklentiyle gözlerine bakıyordum ama onda tek bir duygu kıpırtısı bile yoktu. Sadece susuyordu. Yanağımdaki yaşlar kurudukça yerini yeniler alıyordu. Durmaksızın akıyordu gözlerimden yaşlar. İçlerinde hayal kırıklığı, ümitlerim, hayallerim, inancım neyim varsa gözyaşlarımla akıp gidiyordu. İnanmak istercesine yeniden konuşmaya başladım.

"Baba konuşsana. Niye susuyorsun? Susma ya susma bir şey söyle, ne olursun. Hepsi geçecek gidecek de, onu kovacağım defolup gidecek hayatımızdan de ama susma. Yeter ki susma baba!" Diye bağırıyordum. Artık ne düşüncelerimi ne söylediklerimi ne de vücudumu kontrol edebiliyordum.
Babam büyük bir hiddetle gözlerime baktı ve o buz gibi sesiyle konuşmaya başladı.

"Sen kendini ne zannediyorsun da benimle böyle konuşabiliyorsun? O sesini kesip olanları unutacaksın. Sana bu zamana kadar sabrettim ama artık etmeye niyetim yok. Sen benim için bir hiçtin hep de öyle olacaksın. O yüzden şimdi kes ağlayıp zırlamayı ve aşağıya inip o belgeleri imzalayıp defolup odana git." Dedi ve bana iki adım atıp önümde dikilip yeniden konuşmaya başladı.

"He eğer imzalamam diyorsan o zaman başka yöntemler denerim üzerinde ama emin ol hiç beğenip isteyeceğin türden şeyler değil. Mesela şimdi bu olanları hiç yaşamamış gibi bu odadan çıkıp Ilgar' la seni bu odada baş başa bırakabilirim ha, ne dersin?" Gözlerinde öyle büyük bir nefret ve kin vardı ki akışları bile beni üşütmüştü. Eskiden içimi ısıtan bakışları yerini nefret ve kine bırakmış gibiydi. İyi de neden? Neden böyle bakıyorsun bana baba? Ne yapmış olabilirim ki sana , benden  bu kadar çok nefret ettin? Bir süre nefretini kusarcasına yüzüm baktı ve ardından  Ilgar' a dönüp konuşmasına devam etti.

"Sen çık eminim uslu bir kız olup dediğimi yapacaktır." Dedi ve Ilgar odadan çıkıp gitti. Ardından da babam çıkıp gitti.

Yaşadığım hayal kırıklığıyla olduğum yere yığıldım. Ne hissettiğimi bilmiyorum. Sanki bir uçurumdan kendimi atmıştım ama bir türlü çakılamıyordum. Sürekli o boşluk hissiyle savaşıyordum. Olanları hala idrak edemiyordum, aklım kabul etmemeye direniyordu. Babamın söyledikleri, Ilgar' ın bana neredeyse tecavüz edecek olması.

Hayır, bunlar gerçek olamazdı ya. O adam benim babam olamazdı. O çocuk benim abim olamazdı. Bu yaşadıklarım kötü bir kâbustu. Bitmek bilmeyen bir kâbustu.

Ne kadar zamandır burada oturmuş düşünüyordum bilmiyorum ama bana çok uzun bir zamanmış gibi geliyordu.

İçimde bastırdığım bütün duygular bir bir gün yüzüne çıkıyordu. Bütün hayatım, inandığım şeyler bir gece de ellerimden kayıp gitmişti ve ben ne yapacağımı bilemiyordum. Çaresizlik içinde oturuyordum. Çaresizlik...

Yaşayan bilir; ümit yok, çıkış yok, ışık yok, sadece karanlık ve ben o karanlığın içinde yolumu bulamıyordum. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Tek istediğim bu yaşadıklarımın koca bir kâbustan ibaret olması ama değildi biliyordum. Her şey gerçekti.

Öyle yalnız ve güçsüz hissediyordum ki kendimi. Bu duygu beni boğuyor ve ondan nasıl kurtulacağımı da bilmiyorum. İçimde her şeye karşı büyük bir tiksinti ve nefret var; babama, Ilgar' a, bu eve, odama.

İçimdeki yangını anlatabilecek tek bir kelime bile yok. Yaşadıklarımı tanımlayabilecek, onu açıklayabilecek tek bir kelime bile yok. Ben bunları hak etmedim.

Kelimelerin bittiği yerdeymiş hissizlik. Sonsuzluğun sonunda hissettiğimiz andaymış vazgeçmek. Gülmenin acı verdiği noktadaymış umutsuzluk ve ne kadar çaktırmasak da hissettiklerimizi dışa vurduğumuz, bir daha konuşamayacakmış gibi sustuğumuz zamandaymış tükenmişlik...






ARAS BULUT KAYAALP


Sabahın köründe kalktığım yetmiyormuş gibi bir de daha ilk dersten ödev vermişlerdi. Sıkıntıdan patlamak üzereydim. Bir an önce Batuhan'ı bulup şu ödevi bitirmek istiyordum. Bir an önce yapıp kurtulmak. Kantine indiğimde tam da tahmin ettiğim manzarayla karşılaştım. Mert masalardan birine yayılmış yemek yiyordu. Şu çocuğun nasıl bu kadar çok yemek yiyebildiğini sanırım ömrüm boyunca anlayamayacaktım. Gülerek yanına gittim ve kafasına vurup konuşmaya başladım.

"Oğlum neredesin sen ya? Her yerde seni arıyorum. Ödev yapacağız, hadi kalk. Kütüphane bizi bekler." Dedim ve Mert'in konuşmasına fırsat vermeden gömleğinin yakasından tutup peşimden sürüklemeye başladım. Kütüphane ikinci kattaydı. Mert'in söylenmeleriyle beraber yukarı çıktık. Yaklaşık iki dakika önce zil çaldığından koridorlarda kimse yoktu. Kütüphane katına geldiğimizde Mert hala yakasını bırakmam için dil döküyordu. Umursamadan sağa dönüp ilerledim. Kütüphanenin önüne gelince acıyıp yakasını bıraktım. Konuşmasına fırsat vermeden direk lafa daldım. Eğer izin verirsem bir daha o çenesi kapanmazdı bundan adım kadar emindim.

"Hadi hadi çok konuşma. Bir an önce ödevi bitirmek istiyorum. Bunca işimin arasında bir de bu çıktı." Dedim ve kütüphanenin kapısını sessiz olmaya özen göstererek açtım. Mert'te içeri girdiğinde kimsenin olmadığı sessiz bir yer aramaya başladı gözlerim. Tamam, kütüphane de sessiz bir yer aramak size saçma gelmiş olabilir ama bizim okulumuzun kütüphanesi hiçbir zaman diğer kütüphaneler gibi sessiz olmadığı için başka çare kalmıyordu.

Mert'e kitabı fırlatıp sağ taraftaki yere geçmesini işaret ettim. Bende biraz kitap araştırabilirdim bu arada. Konumuz Osmanlı'nın teşkilat sistemiydi. Başka konu yoktu sanki.

Kitaplıklarımız sol tarafta yer alıyordu, sağ tarafta bilgisayarlarımız orta tarafta ise oturma alanlarımız vardı. İstikametimi sola döndürüp kitaplıkların oraya doğru ilerledim. Sonuna doğru yaklaştığımda duyduğum bir sesle adımlarımı hızlandırdım. Ağlama sesi miydi o? En başa geldiğimde bir kızın yerde oturup ağladığını gördüm. Her ne kadar rahatsız etmek istemesem de kıyafetlerinden merdivenlerde çarptığım kız olduğunu anlayınca merakıma yenik düşüp yanına doğru gittim. Kendinde değil gibiydi hem bir şeyler sayıklıyor hem de ağlıyordu. Biraz daha yaklaştıktan sonra yanına çöktüm ve ne dediğini anlamaya çalıştım.

"Gitme. Korkuyorum. Baba. Bırakmayın beni. Dokundu diyorum. O. Ilgar." kesik kesik bir şeyler diyordu. Koluna dokundum ve hafif bir şekilde dürterek konuşmaya başladım.

"İyi misin? Neyin var?" Dedim ama beni duymuyor gibiydi. Yoksa kriz falan mı geçiriyordu? Daha sert bir şekilde dürtmeye başladım.

"Hey iyi misin? Kendine gel. Neyin var?" Dedim ama nafileydi hala ağzının içinde bir şeyler sayıklayıp ağlıyordu. Kollarından tutup fazla abartmadan sarsmaya başladım. Bir süre sarstıktan sonra kafasını kaldırıp nefes nefese kalmış bir şekilde konuşmaya çalıştı. Terlediğinden saçları yüzüne yapışmıştı.

"İlacım. İlacım. Çantamda." dedi ve bende aceleyle yanındaki çantayı alıp kurcalamaya başladım en sonunda fermuarlı iç bölmede ilacını bulup ona verdim. Fısfısı sıkıp beklemeye başladı. Bir süre sonra nefesi düzene girmişti. Çantasında ki suyu çıkarıp açtım ve ardından içmesi için ona uzattım.

İlk önce suya sonra da bana baktığında gözlerimiz 2 saniyeliğine bile olsa birbirini buldu. Korku dolu gözlerle bakıyordu. Yaşadıklarından belki de yaşayacağı şeylerden korkmuş gibi bakıyordu. Bu bakışı çok iyi bilirdim. 2 sene öncesinde yaşadıklarımdan dolayı onun gibiydim. Daha yeni yeni toparlanıyordum.

Göz temasını kesip elimdeki suyu aldı ve birazda olsa içti. Elinden alıp ağzını kapattım ve çantasına koydum. Sonra dönüp ona bakmaya başladım, o ise gözlerini karşıya dikmiş bomboş bir şekilde bakıyordu. Bir yanım deli gibi sormak istiyordu, diğer yanım ise onun anlatmasını bekliyordu.

Telefonundan gelen sesle ortamın sessizliği bozuldu. Telefonuna baktığında bir süre önce akıtmayı bıraktığı gözyaşları yeniden akmaya başladı. Telefonunu cebine koyup yüzünü ellerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilmez bir halde ona bakıyordum. Sarılsa mıydım? Yoksa sadece teselli edecek şekilde konuşsam iyi gelir miydi? Bilmiyordum, ne yapsam daha doğru olur bilmiyordum.

Elimi omuzuna koyup konuşmaya başladım.

"Neyin var? Niye ağlıyorsun, anlatmak ister misin?" Dedim fısıldayarak. Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olup şişmişti. Gözlerinin mavisi daha da koyulaşmış gibiydi. Kirpikleri ağladığından ötürü birbirine yapışmıştı. Burnunun ucu ve yanakları kızarmıştı.
Boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

"Ne hissettiğimi bilmiyorum ki? Nasıl anlatacağım." Dedi ağlamaklı bir sesle. Dizlerini kendine çekip sıkıca kollarını bacaklarına sardı. Derin bir nefes alıp tekrardan konuşmaya başladı.

"Sanki önümde upuzun bir yol var ama karanlık ve benim o yolu aydınlatabileceğim hiçbir şeyim yok. Yürümek zorundayım o yolda ama sürekli düşüyorum önümü göremediğim için. O kadar çok düşüp kalkıyorum ki en sonunda yorulup yolun ortasına yığılıp kalmışım gibi hissediyorum. Karanlıkta yalnız başınayım. Hiç gibiyim. Canlı canlı gömülmüş gibi ya da ölü gibi." Dedi gözlerini yerden alıp benim gözlerimle buluştururken. Göz bebeklerine kadar titriyordu. Daha fazla ağlamamak için alt dudağını dişlerinin arasına almış ısırıyordu. Tıpkı küçük bir çocuk gibi duruyordu uzaktan. Ne yapacağımı bilmez bir halde ona bakarken birden onu kolundan tutup kendime çekip sarıldım.

Uzun zaman sonra ilk defa bir kıza sarılıyordum. Her ne kadar kendimi bundan dolayı rahatsız hissetsem de belli etmedim ve sarılmaya devam ettim. Kısa bir süre sonra o da kollarını belime doladı ve kafasını boynuma gömüp derin bir nefes aldı. Bir süre öyle durduktan sonra ortamdaki sessizliği bozan o oldu.

"Annem gibi kokuyorsun. O da toprak gibi kokardı. Biraz daha böyle kalabilir miyiz? Uzun zaman sonra nefes aldığımı hissediyorum." Dedi ağlarken. Sessiz kalmayı tercih ettim. Kollarımı daha da sıkı doladım ona.





BÖLÜM SONU


EVET YENİ BÖLÜM GELDİ. YENİDEN BAŞLADIĞIM BU SERÜVENDE LÜTFEN BENİ YALNIZ BIRAKMAYIN.

YORUMLARINIZI VE VOTELERİNİZİ EKSİK ETMEYİN. SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM❤️❤️

Kafanızı kurcalayan soruları bu satırda sorabilirsiniz, bekliyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

556K 35.1K 12
Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve onlar için para kaynağı olmaktan ileri g...
ASYA By Su

ChickLit

291K 16.3K 33
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
1.3M 57.4K 29
Sait abi: Yanında ki o eli bir daha sana değdirirse Sait abi: O eli kırarım haberin olsun
189K 783 12
Her bölümde farklı bir seks hikayesi olacaktır. ona göre okuyunuz