Eurille

By applelemonade

215 9 1

Eurille Mejia'nın yaşamöyküsüdür. More

2
3
4
5
6

1

89 4 1
By applelemonade

                                                     **

"Gözlerinizi kapayın,"

Birbiriyle tartışan gençleri susturduktan sonra en iyi yaptırabileceğiniz (!) bir metafordu gerçekten. Direktife uyup kapadı gözlerini herkes -biliyorum çünkü tek tek kontrol edip herkes gerginken gerçekten bunu kabullendiler mi, anlamaya çalışmıştım- ben de dahil. Tarih öğretmeni konuşmaya devam etti.

"Etrafınızda rengarenk çiçekler hayâl edin. Akan akarsular, dünyaya göre biraz uçup çikolatadan olduklarını. Çocukların neşeyle kutukutupense oynadığını, yaşıtlarınızın sizinle birlikte kırlarda uzanarak birbiriyle sohbet ettiğini, anne-babalarınızın ve teyze-amcalarınsa birbiriyle kahveyle sandalye ve koltuklarda ettikleri muhabbetlere bakın." Bakıyoruz çünki tamamiyle anlatılan metaforun içindeyiz, o hayattanız.

"Mutlusunuz," Herkesin iliğine kadar hissettiği.
"Şimdi gözünüzü açın."

Bu rüyadan uyanmak istemiyorum, her türlü rüyadan beni ayırana olan sevmemezliğimi, çikolata sevgimle yarıştırabiliriz. Ki sınıftan çoğunluk kafamdakine ortak oluyor, "Aaaaaaa,"
"Şimdi tekrar kapatın."                

'Şaka mı?' 'Canı sıkkın herhalde.' bakışlarından sonra yine de kapanan gözler, tekrar  açtırılıyor.
"O kısacık açma-kapama, hayat; sert sandalyede bile başınızın üstünde çıkıp sizi kendine hapsedebilecek düş de, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen bir insan kalmayasıya kadar asla gerçekleşmeyecek ve bizim 'gerçek' dediğimiz. Gerçeklikten çıkması, kendi gerçeği olması için; çocukluktan kalma ego savaşlarını, 'ben'cillik duygusunu bir kenara bırakmalısınız. Hayatınıza bir amaç seçmelisiniz, bu illa ki bir meslek olacak değil. İnsanların ve ardından kendinize gelecek mutluluk ve huzur olabilir...

Göz açıp kapayasıya kadar, saniyeden daha kısa bir süre.

En ortadaki gerçek: ölüm.

İhtiyar, genç, çocuk, hasta, sağlıklı, iyi-kötü ayırt etmeyen.

Asırlardır, çoğunluğun hiç ölmeyecekmiş gibi yaşaması; ölümü gerçek olarak fark edip -tanrıya inanmadığından yahut inancı zayıf olduğundan- kabullenemeyip son verilen hayatlar, ya da ölüme göre-her an ölecekmişçesine yaşayanlar, hatta bazısının ölümden sonra 'nirvana' ya da 'reenkarne' ile ölümsüzlüğü yakalamışçasına olan inançlar var.

Her biri var olan başka bir inanç dolayısıyla doğmuş, doğması gereken gibi hissedilmiştir.
En umutsuzu, hasta edeni, Tanrıya olan -varlığına veya kendisine- inancın yitirilmesi yahut azalması.
Tanrıya ve cennete veya nirvana kavramına inanan ise en mutlusudur.

BLOG//2015

Tarihle değil, dersiyle aramın limoniliğinin tatlıya bağlandığı muhteşem gün, Bayan Kelly'ye selam.
                                                   **

Bir şeye karar veriyorsun.
Örneğin basketbol takımına girmeye. Antrenmanlarının bir kısmı sabahların erken saatlerine. E takımdan ayrılmak gibi bir düşüncen yok zaten, o hâlde kendini "güneşten önce uyanma"nın bulunduğu yaşam stiline -hele ki uykuyu sevip de ne olursa olsun fazlasıyla alman gerektiğini hissetsen bile- alışmak, bunu kendi yaşam tarzın hâline getirmek zorundasın.
Burada kararının bir sonucu olarak birkaç saatlik uykudan vazgeçtin.

Arkadaşlarının çağırdığı "dışarı" eğlencesine, yalnız olmayı sevdiğin ya da yorgun olduğundan veya aynı ortamda bulunacağın çoğu kişiden haz etmediğinden gitmemeyi tercih ediyorsun.

Bir sonucu, asosyal olarak anılman olacak bu durum, yine tercihin sonucu oluştu.

Birini seviyorsun, ancak o bir başkasını seviyor, sana dönebileceğini düşünmek ya da vazgeçmek gibi seçeneklerin var. Vazgeçsen, uzun bir süre -başkasını almazsan hayatına- unutamayacaksın, bazen gururuna yenik düşecek hiç arayıp sormayacak, bazense nasıl, iyi mi diyerek durumunu meraktan birine sorduracaksın yahut kendin arayacaksın-mesaj atacaksın.

Her iki durumun kendine göre birkaç sonucu var.

Her tercihinin -bildiğin ya da bilmediğin- hayatını etkileyecek birkaç sonucu vardır.

Hani derler ya, "Bu olay başıma geldi; nasibim böyleymiş, kaderimde bu varmış..." ya da "Bunları da mı görecektim," isyanı boyutunda.. Hâlbuki oldukları yere, kendi adımlarıyla geldiler. "Nasip," "Kader," diyerek sorumluluktan kaçtılar.

Kader, alın yazısı, hatta karma kavramları birbirinden farklı bir yerde.

Şöyle ki; kader yazılı bir şeydir kabul, ancak olacakların bilgisine önceden sahip oluştur.

Değişmemesinin sebebi biz aynı  bedende yine aynı dünyaya aynı zamanda gelsek, yani yaşadığımız hayatı tekrar baştan yaşasak, aynı kararları verecek ve aynı sonuçları elde edecektik. "yazılı" olması budur. Bizim yaptıklarımız, yapıyor olduğumuz, yaptığımızdır. Aslında bunu kendimiz yazmışızdır.

Buradan anlaşılacağı gibi, "alın yazısı" yine sorumluluktan kaçmak adına bulunmuş olan bir kavramdır.

Karma ise, ettiğini bulmadır. Bu ya bu dünyada olur, veya diğer dünyada.  

Ölümü kendimiz seçemeyiz, o bize verilen yaşama mühletidir. Ancak kadere göre, ölüm anına kadar yaşadıklarımız, ölümü yaşamamız içindi.

BLOG//2015

                                                   **

Bir bebek annesinin karnında öldü, dünyaya doğdu. Nefes almaya başladı.
Çıktığı yerin göğsünü de tanıyordu. Çıldırmışçasına ağlarken, annesinin göğsüne bıraktılar. Odanın her yeri sessizlik gürültüsüne boğuldu. Bebeğin gözyaşları annesinin süt dolu memesine düştü. Emdi doyasıya, birkaç dakikalık özlemini gideresiye, uyuyasıya kadar. Uyudu, hemşire ablaları yatağına yatırdılar. Annesi gözyaşları tebessümünü ıslatırken onu seyrediyordu.

Bebek 1 yaşını geçti. Yürümeye başladı.

2 yaşını geçti. Memeden kesildi.

3 ve 4 yaşını geçti. O güne kadar abla ve abilerinden öğrendikleriyle haşereliklerine başladı.

5 yaşında ilkokula verdiler.

6 yaşında matematik çözebiliyordu.

7 yaşında hayatı anlamaya çalıştı, olmadı.

8 yaşında denedi, çok sevmeyi kollarını iki yana açarak gösterdi.

9 yaşında vücudu ve fikirleri önceki yaşlarına göre daha gelişikti.

10 yaşında fenne merak saldı.

11 yaşında hayatı öncesine göre daha iyi anlamaya başladı, sevmenin ne demek olduğunu biliyordu.

12 yaşında, Afrika'daki kız çocuklarının evlenmek için geç kaldığı yaşta, liseye hazırlandı.

13 yaşında vücudu gelişmekten çok farklılaştı.

14 yaşında farkındalıkları arttı.

15 yaşında üniversiteye hazırlandı.

16 yaşında sevdiği bölüme gitti.

20 yaşında bu bölümü bitirdi.

21 yaşında evlendi. Önceden dersleriyle olan sıkıntıları, iş arama sıkıntısına oradan da eşi ile arasındaki sıkıntılara döndü. ("sıkıntı"yı iç daralması olmaktan çıkardım.)

24 yaşında bir kız çocukları oldu. Evdeki telaş ilk yarım yıl içindi. Sonrasında uykusu düzenlendi. Neşeleri arttı.

26 yaşında oğlan çocukları oldu. Evde her yer her yere geçti birkaç sene içinde. Bakımsız kaldı bir süre.

Eşi işinde fazla mesai yapıyordu. Eve yorgun gelip, akşama kadar kimseyle muhabbet etme imkanı bulamamış hanımını dinliyordu.

Çoğu onay sorusuna kafa sallardı.

Yemekten sonra çalışma odasına gider kitap okurdu. Ardından, gelmeden önce uyumuş yavrularının alınlarından öper, odaya çekilirdi.

Kadın bulaşıkları topladı senelerce.

Çocuklar büyüyünce kendi de işe başladı tekrar. Elleri bollaştı, mesailerini azalttırdılar. Birbirlerine daha çok vakit ayırdılar. Tatile gittiler. Ülke ülke gezdiler, birçoğuna gönüllülük esasıyla yiyecek giyecek dağıtmaya gittiler.

Çocuklarını yanlarından ayırmadılar, her biri zorlukları ve kolaylıkları, kolay yaşayan çoğu kimsenin zorlanana yardım etmediğini gördü ve daha çok yardım ettiler.

Kızı sevgilisinden ayrıldı, kendisini annesinin kucağında buldu.

Oğlu aynı durumda odasına girip bir hafta yatakta geçirdi zamanını.

Erkek bu aldatır, dediler, eşiyle arasını bozmaya çalıştılar. Hiçbirine kulak asmadı.

Kızını dövüş sanatı öğrenmeye yolladı, oğluyla birlikte.

Günler geçti, kızı evlenecek yaşa geldi. Birisiyle görüştürdüler, tesadüfmüşçesine sevdiğiyle. Oğlu da sevdiği kızı tanıştırdı annesiyle. İkisi de tek öncesi olduğu, tek sevdiğiyle evlendi. Anne ve babalarına torunlarını getirdiler tatillerde. Kadın torunlarını çocukları gibi sevdi. Torunları da onları çok sevdi.

Zaman kırgınlık, kızgınlık, üzüntü,
barışma, mutluluk, huzur birbirine karışarak geçti. Kadın eşinin elini tuttu. Gözlerini kırgınlığın, kızgınlığın, üzüntünün barınmadığına açmak üzere huzurla, iyiliğin ters düştüğü dünyaya yumdular.

Dokuz canlı olsalardı, sekiz kez kaçabilirlerdi ölümden. Yedi düvele sultan olsalar da yerleri altı mekan olacaktı. En fazla beş metre kumaş götürebilecekler. Kapatacaklar dört açsalar da gözlerini. Üç günlük fani dünyada son anlarında Azrail'in önünde iki kat olsalar da nafile.

Bir gün öleceğiz, işte o an her şey sıfırdan başlayacak.

Çünki ölüm bir yokoluş değil, yeniden doğuştur.

BLOG3//2016

Önceki yaşlarımı tabi ki hatırlamıyorum,  ancak kardeşlerimin o yaşlarını hatırlıyorum. Özellikle 2016 baharında doğan kız kardeşimden ilk altı ayı.
Hatırladığım yerden on altı yaşına kadar kendimi, geri kalanında seni ve onu, ölümde hepimizi anlattım.

                                                  ***

Sebzeli makarnayla dolu iki tabağı alıp salona gittikten sonra masaya koyarken ele geçirilmiş dizüstümün klavyesinde ve faresinde gezinen parmakların sahibine söylendim.

"Hem şifremi kırmandan haz etmiyorum hem de yemek yiyeceğiz, buna rağmen hâlâ orada mı oturuyorsun?"

Yüzüne muzip bir sırıtış yerleştirip bir cümle döküldü dolgun dudaklarından.

"Tanrıya ve cennete veya nirvana kavramına inanan ise en mutlusudur."
İnançlarımı sorgulayan ifadesini yine takınmıştı. "Nirvana'ya ulaşınca ne yapacaksın?" dedi alayla.                                                         

Her ne kadar bir kitabın illa bir yazarı yahut bir resmin bir çizeni & bir fotoğrafın bir çekeni olduğunu inkar edemese de, ki ilk başta anonim kitapları bile öne sürmüş kendi kendine "Kalem tek başına oynayamaz," diyerek tezini çürütmüştü, bu dünyanın tesadüfler üzerine kurulu olduğunu söyleyip durmaktan geri kalmıyordu.

Ya da yaratılıp kendi hâline bırakıldığından söz etmesine bakıldığında, dünyanın zalim tarafına benden de fazla maruz kalmıştı.  Yani diyordu ki, Tanrı varsa benim bunları yaşamama izin vermezdi. Varsa da köşesine çekilmişti, yaratıklarını* bir film gibi izlemekteydi.

Yaşadıkları, benden 2 yaş değil iki yüz yaş büyük olduğunu düşündürdü her zaman.

"Seninle birlikte, O'nun güzelliğini seyrederim?.."

Tanrı güzel olamazdı ona göre. O zaman konuyu değiştirmem gerekiyordu.

"Yemek soğudu neredeyse, çabuk masaya otur."

Elindeki bilgisayarı alıp yüksek bir rafa koyduktan sonra yerime geçip yemeğimi yemeye koyuldum.

Gittikten sonra yapmam gereken ilk şey, kıracağını bilsem bile ne olur ne olmaz şifremi değiştirmek olacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

49.8K 2K 31
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
148K 23.8K 50
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.2M 80K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...