ANAHTAR

By S-Mare

2.2M 100K 27.3K

'Mara' ismi annesinin ona tek hediyesiydi. İsminin anlamı acı olsa da, annesi ona bambaşka bir amaçla vermişt... More

ANAHTAR🗝Tanıtım Videosu
1🗝'Kalkan'
2🗝'Melek Kokusu'
3🗝'Kaybolmuş'
4🗝'Hissetmek'
5🗝'Yok Oluş'
6🗝'Gerçekler'
7🗝'Kurt-Kuzu'
8🗝'Şeytan Prens'
9🗝'Ölü Beden'
10🗝'Anlaşma'
11🗝'Şeytancık'
12🗝Teklif
13🗝'İmza'
14🗝'Zebani!'
16🗝'Koku'
17🗝'Ölüm Öpücüğü'
18🗝'Sessiz Adımlar'
19🗝'Çığlık'
20🗝'Büyü'
21🗝'Oyuncak'
22🗝'Günaha Davet!'
23🗝'Misafir'
24🗝'Tercih'
25🗝'Ses'
26🗝'Matador'
27🗝'Öpücük'
28🗝'Mağlup'
29🗝'Alerji'
30🗝'Sırlar'
31🗝'Seçim'
32🗝'Yaratık'
33🗝'Tren'
34🗝'Esir'
35🗝'Kara Düş'
36🗝'Yalan'
37🗝'Hediye'
38🗝'Yeniden Doğuş'

15🗝'Son'

29.9K 2.4K 377
By S-Mare

Multimedya: RED - A.I.

Keyifli Okumalar...

🔱
"Benim sonum olmayacak. Ben son olacağım. Dünyanın sonu, senin sonun."
🔱
(Mara Kingston)

🗝

Saniyeler içinde aklımda dönen düşüncelerin bu kadar fazla olması şaşkınlık vericiydi. Öğrendiğim gerçekleri hazmetmem bile böylesine zorken Lucifer'ın ölüm listesinin başında olmak aklımın ve hayalimin ötesindeydi ama onun bana bahşedeceği ölümü bile beklememe gerek kalmamıştı. Artık sürekli kendimi ölümün soğuk fırtınasına kapılmak üzereyken buluyordum.

Gözlerimi o kadar sıkı kapatmıştım ki kirpiklerim birbirine kaynamıştı. Korku ise öylesine yoğundu ki nefes almayı bile unutmuştum. Korkunç yaratığın vereceği acıyı düşündükçe titremelerim daha da arttı. Sadece çabuk olmasını istedim. Ne kadar acı olursa olsun, hızla bitsin istedim.

Ve yine onun sanki üzerinde oynanmışçasına korkunç sesini duydum. Çığlığını...

Kollarım dizlerimin etrafını daha sıkı sardı ve başımı dizlerime yasladım. Dizlerimde eller hissettiğimde midem bulandı. Yaratığın görüntüsü zihnime doldu, yanmış teni ağzımda safra tadını hissetmeme neden oldu.

"Melekcik!" diyen ses bile sanki çok uzaklardan geliyordu. Dudağımdaki dişlerim çoktan bir yaraya sebep olmuş, dilime kendi kanımın bulaşmasını sağlamıştı. "Mara!" dedi bu kez. "Bana bak!"

Yakından gelen sesini idrak edemeden dizlerime dayalı yüzüm yukarı kaldırıldı. "Bana bak!" Gözlerimi açtığımda siyah gözleriyle karşılaştım. "Şimdi nefes al!" Gözlerim istemsizce etrafı taradı ama yaratık yoktu. Sadece bir kaç dakika önce durduğu yerdeki tahta zeminde yoğun bir yanık izi vardı.

Damien'ın gözleri tamamen kızıla büründü ve, "Mara nefes al!" dedi bu kez sesini yükselterek. Derin bir nefes doldurdu ciğerlerimi, benden izinsiz. "İşte böyle."

"Yaratık..."

Gözleri sol eline kaydı. O an elindeki kılıcı fark ettim ama bu cennet silahından farklıydı. Yakından daha net inceleme fırsatı bulduğum bu silah gri bir metaldendi ve üzerindeki yazılar cennet silahındaki yazıyla aynı alfabeden olsa da aynı yazı değildi. "Kolay işti." dedi Damien. "Bu kadar korkman anlamsız."

"Kusura bakma!" dedim alayla. "Her gün gözlerimin önünde biri yanmıyor ve bana saldırmıyor."

Dudakları yana kıvrıldı. "Hala espri yeteneğinin yerinde olması güzel ama feci titriyorsun." Elindeki kılıç küçülerek aynı cennet silahı gibi kıvrıldı ve bir yılan gibi süzülerek Damien'ın bileğine dolandı. Şimdi siyah gümüşi ve göz alıcı bir bileklik gibi bileğini sarıyordu. Tıpkı cennet silahı gibi... Bunu daha önce nasıl fark edememiştim?

Damien beni yerden kaldırıp tozlu koltuğa oturttu. "Melekler gibi rahatlatıcı bir gücüm yok." dedi yanıma otururken. "O yüzden korkunla tek başına mücade etmelisin. Yine de bunu kendi başına sen sardın."

Onu duysam da söylediklerini zihnimde yer bulmuyordu. "Beni öldürecek miydi?" sorusu döküldü dudaklarımdan.

"Aa! Saçmalama lütfen! Muhtemelen sinemaya gidecek bir kız bulamamıştır?" dedi alayla. Sonra hayret eder gibi konuştu. "Kızım sana dost canlısı gibi mi göründü?"

"Anlamıyorum." dedim. "O 11'i ele mi geçirmişti? Buradan gittikten sonra onu yakaladı ve bedenini mi ele geçirdi? Ama kalkan nasıl şeytanların girişine izin verdi ki?"

"O bir cehennem yaratığı Mara, şeytan değil. Kalkan onu geçebileceği kadar aşınmış demek ki. Ve şunu bil ki, Zebaniler beden ele geçirmezler. Sadece o bedenin kimliğine bürünürler ve bir süre oymuş gibi davranırlar. O çocuk çoktan ölmüştür."

"Saçmalık. Beni buraya o getirdi. Öldürmek isteseydi o an yapmaz mıydı?"

Bir süre sessizlik hakim oldu ıssız barakaya. Belli ki bu onun da aklını kurcalıyordu. "Mantıklı bir soru ama cevabı bende yok." dedi sessizliği bölerek. "Lucifer'ın ne yapmak istediğini ben de pek anlıyor sayılmam." Ayağa kalkıp beni de kaldırdı. Bileğimi kavrayıp "Hadi!" dedi. "Gidelim artık şu lanet yerden." Bir kaç adım atmıştı ki aniden durdu. Gözlerini kapatarak bir küfür savurdu.

"Ne... ne oldu?"

Bana doğru döndü ve, "Sakin ol!" dedi.

"Zaten sakinim." dedim ama bu pek doğru sayılmazdı. Sesindeki ton yine beni korkutmayı başarmıştı.

Beni çekip koltuğun arkasına doğru neredeyse sürükledi ve omuzlarıma bastırıp yere oturmamı sağladı. "Neler oluyor?" dedim iyiden iyiye panikleyerek.

"Şşş!" dedi sessiz olmamı belli ederek ve ses tonunu kısarak bana cevap verdi. "Mara dışarıda çok daha fazlası var."

Gözlerim irileşti. "Ne? Ve sen... bunu şimdi mi anladın?"

"Zebaniler kendi izlerini de istedikleri kişinin izlerini de bir süre silebilirler. Bu da seni bulamamamı açıklıyor. Şimdi burada kal ve sessiz ol!"

Ayaklanmıştı ki bileğini titreyen elimle yakaladım. "Beni burada bırakma!"

Tekrar yanıma eğildi. "Geri geleceğim kızım. Buradan çıkma ve beni bekle. Bunun nesi bu kadar zor?"

"Damien korkuyorum..."

"Ah! Kahretsin!" diye tısladı ve sesini yumuşattı. "Sorun yok Mara. Geleceğim. Sadece ne duyarsan duy, sakın dışarı çıkma ve beni bekle!" Bileğimden elini kurtardı. Telefonumun üzerine basarak flash ışığını kırdı. İçeri zifiri karanlığa bürünürken kapı açıldı ve hafif aydınlık içeriyi doldurdu. Ardından yine kapanarak beni karanlığa hapsetti.

Bir kaç saniye korkuyla kapının olduğu yere baktım. En sonunda sırtımı koktuğa verip biraz daha gizlendim. Vucudumu küçültebildiğim kadar küçülttüm. Dakikalar dakikaları kovalarken dışarıdaki sesler artmaya başladı. Korkunç çığlıklar, bağırışlar kulaklarıma süzülüyordu. Her seste oturduğum yerde daha da büzüşüyordum adeta.

Tahta barakadan bir gürültü yükselince neredeyse yerimden sıçradım. Bir gürültü daha yükseldi ardından. Bir şey barakanın tahta duvarlarına vuruyordu. Sonraki gürültü ise daha şiddetli oldu ve kırılan tahtalar etrafa savruldu. Barakadaki ağır yanık kokusuna biraz daha eklenince gelenin başka bir zebani olduğunu anladım.

Elimi dudaklarıma bastırdım ve nefes almayı bile o an kestim. Kıpırdamadan dinlerken yaratığın adım sesleri içeriyi doldurdu. Ağır adımlarla odayı dolaşıyor ve her adımında tahta zemin gıcırdıyordu. Hafifçe yana kayıp koltuğun kenarından ona bakmak istedim. Kırılan tahta barakanın duvarından süzülen ay ışığıyle görüş alanım giren yaratık en az diğeri kadar korkunç ve mide bulandırıcıydı. Kömüre dönmüş gözleri bir şey görebilmek için dikkatle etrafı tarıyordu. Kimbilir belki de görmüyor, sadece duyularıyla hareket ediyordu. Şayet yüzündeki bu iki çift kömür parçasıyla görebilmesi o an pek olası gelmemişti.

Sonunda pes etmiş olmalı ki barakanın kırdığı tahta duvarındaki açıklığa doğru yürümeye başladı. O an bir şeytani fısıltıyla birden kömüre dönmüş gözleri bana döndü. Görüyordu. Sesin kaynağı ise koltuğun uç kısmındaydı. Tanrım! İki taneydiler.

Az önce gözlediğim zebani de hemen arkamda yerini aldı. "Efendimizin..." dedi ilk gelen zebani korkunç ses tınısıyla. "Sana bir mesajı var."

İkisi de bana doğru birer adım atmıştı ki birinin göğsünden çıkan parıltılı kılıçla yanıklarla bezeli bedeni küle dönüşene kadar yandı. Diğerinin ise aynı akibete uğraması gecikmedi. Sadece 3 saniye süren bu eylem sonrasında külleri bile kalmamıştı. Sadece yerdeki tahtalarda az önceki gibi büyük iki yanık izi oluşmuştu.

Yok olan yanık bedenlerin arkasından Blake ve Kevin belirdi ve Blake hemen yanıma eğildi. "İyi misin Mara?"

"Ben..." dedim ve sık aldığım bir kaç nefes sonunda şiddetle ağlamaya başladım. Blake bana sarıldığında parmak uçları boynuma dokundu. O an sanki az önce şiddetle ağlayan ben değilmiş gibi yoğun bir rahatlama bedenimi sardı. Sesli ağlamalarım yavaşça iç çekişlere döndü ve aniden yok oldu. Bunu bilerek yaptığını anlamıştım. Tenime bilerek dokunup beni rahatlatmıştı.

Geri çekilebildiğimde Blake'in göğsüne hafif bir yumruk indirdim. "Seni lanet olası! Beni kokumdan bulabileceğini söylemiştin adi herif!"

"Mara..." dedi diğer yumruğumu engelleyip bileğimi yakalayarak. "Zebaniler kokunu maskelemiş. Kokunu tekrar almaya başladığım an olabilecek en hızlı şekilde buraya geldik."

"Gitsek iyi olur." diyen sese döndüm. Sophia elindeki kılıcı sıkıca kavramış bana bakıyordu. Her ne cehennemdeyse belli ki geri dönmüştü. "Dışarıda daha fazlası var."

Blake bileğime bana verdiği bilekliği geçirip, "Gidelim!" dedi. Tuttuğu bileğimden beni ayağa kaldırmaya yeltenince rahatlatıcı parmaklarından bileğimi kurtardım.

"Damien... Dışarıda. Ona yardım etmeliyiz."

"O bunu halledebilir Mara." dedi Blake. Eli tekrar bileğimi kavradı ve beni peşi sıra çekmeye başladı. "Gidiyoruz."

Bileğimi hiddetle kurtardım. "Onu bırakıp gidemeyiz."

"Mara yardımımızı isteyeceğini sanmıyorum." dedi Sophia. "Ben de pek onun işine karışma yanlısı değilim zaten."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "O seni kardeşin. Nasıl böyle konuşabilirsin?"

"Kardeşim..." dedi tek kaşını kaldırarak. "O bir şeytan, bense meleğim. Kardeşlik sadece aramızdaki göstermelik bağ. Şimdi artık gidebilir miyiz?" Umursamazca konuşması bende şaşkınlık uyandırdı adeta. Damien ne olursa olsun onunla bir hayat sürmüştü. Kardeşi olarak ama bu Sophia için hiçbir önem teşkil etmiyordu belli ki. Bu kadar duygusuz olması hayret edilesiydi.

"Damien olmadan gitmeyeceğim." dedim öfkeyle. "Hayatımı kurtardı. Onu bırakmayacağım."

"Hayatını tehlikeye sokanda oydu Mara!" diye bağırdı Blake. "Telefondan her şeyi duydum. Ne bekliyordun? Zebaniler gelmeseydi, onun sana muamelesi farklı mı olur sanıyorsun? O, az önceki yaratıklardan çok daha tehlikeli. Sana yapabileceği şeyleri duysan az önceki yaratıkların elinde olmayı dilersin."

"Arabasını mahvettim, sebepleri vardı." dedim artık tereddütlü bir sesle. Zebaniler gelmeseydi ne olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yine Damien'in terapi aracı olurdum şüphesiz. Yine de daha bir kaç dakika önce beni kurtarışını hatırlarken onu bırakıp gidemezdim. Belki aptalcaydı ama onu bir korkak gibi bırakıp kaçmak... hayır bunu yapamazdım.

"Seni kızarttı." dedi Kevin her şeyi öğrendiğini belli ederek. "Bunu hak etmiş. Hatta çok daha fazlasını da hak ediyor."

"Hayır, istese beni bırakıp gidebilirdi ama yapmadı. Tek başına ve dışarıda o yaratıklardan çok daha fazlası olduğunu söylediniz. Onu bırakıp gidemeyiz anladınız mı?"

"Sence bu umurumda mı?" dedi Blake, sesiyle söylediklerini destekleyerek. "Senin de umurunda olmamalı."

Geriye bir adım atıp Blake'le aramda mesafe bıraktım. Dışarıdan gelen sesler hala kulaklarımı tırmalarken "Duygusuz piç kurularısınız değil mi?" dedim.

"Ne?" dedi Sophia şaşırarak.

"Gidin! Sizinle gelmiyorum."

"Saçmalama Mara!" dedi Blake dişlerinin arasından.

Bir adım daha geriledim arkamdaki kapıya doğru. "Sizin düşmanınız olabilir ve kabul, benim de onu pek sevdiğim söylenemez ama hayatımı kurtarmışken onu öylece bırakmayacağım."

"9 canlı kedi gibidir o ve domuz kadar da çirkindir. Ona bir şey olmaz." dedi Kevin. "Bir şeytan için endişeleniyor olamazsın. Tanrım! Kaybolmuşlar fazla insani."

Blake de bana doğru adımladı tekrar. "Saçmalamayı kes Mara. Gidiyoruz dedim." Sesi ilk defa bu denli keskin ifadesi ise sertti. Odamdaki görüntüsüne tezat olabilecek kadar sert.

Geri attığım iki adım sonrası kapıyla aramdaki kısa mesafeyi hızla kapattım ve açtığım kapıyla kendimi dışarı attım. "MARA!" diye Damien'ın sesini aratmayan ses ise bu kez Blake'e aitti.

Önümdeki tüyler ürpertici manzarayla bir an korkuyla duraksadım. Yaratıklar her bir taraftaydı. Kolumdaki bileklik o an bir serinlik yaydı bileğime ama cennet silahı aktif olmadı. Birden yanımda beliren zebaniyle eşzamanlı beliren kılıç gövdesine indi ve beyaz kanatlarla çevrildim aynı anda. Tamamen yaslandığım beden Blake'in bedeniydi.

"Tüm sert mizacına rağmen fazla vicdanlısın." dedi ama sesi bu kez yumuşakça yüzüme vuruyordu. Mavi gözleri ise gözlerimi arşınlıyordu. "Senin istediğin gibi olsun Angel." Sürekli babamdan duyduğum kayıp ismim onun dudaklarından garip bir tınıyla döküldü. Sanki şeytani ismimin aksine bana asıl yakışan bu isimdi.

İkimizi çevreleyen kanatları yine iki yana açıldı ve ardından yok oldu. "Arkamda kal!" deyip beni arkasına doğru çekerken siyah gözlerle buluştu gözlerim. Kendisini çevreleyen yanmış bedenlere rağmen bir kaç saniye kısılmış gözleriyle Blake'e ve bana baktı ama kendisine hamle yapan zebaniyle tekrar siyah gümüşi kılıcını ona doğru savurup bulunduğu ana döndü.

"Ne yalan söyleyeyim, eğlenceli olacak." dedi Kevin hemen yanımızda belirerek. "Sizi gidi Cabrónlar. Yakışıklı yüzüme aldanmayın ve gazabıma hazır olun!" Sonra elindeki kılıçla önündeki yaratıklara doğru atıldı.

"Bunu yaptığıma inanamıyorum." dedi Sophia ve onun yanına koştu. Blake ise yerinden kıpırdamadı ama yanımıza yaklaşan her yaratığı cennet kılıcıyla yok etmeye başladı. Bir an dönüp bileğimdeki bilekliğe garip bir ifadeyle baktı. "Neden çalışmıyor bu?"

"Hiçbir fikrim yok!" dedim. Blake'in kılıç tutmayan eli bileğimi kavradı ve bileğimi sağa sola çevirip bileklikteki garipliği anlamaya çalıştı.

"Damien tehlike algılamayınca çalışmayacağını söylemişti."

Gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Etrafımızdaki bu yaratıklar parti yapmak için toplanmadı Mara."

"Belki de bozulmuştur."

Başını iki yana salladı. "İmkansız. Bu..." Yaratığın biri Blake'in bileğini yakaladı o an. Bileğinden yayılan yoğun yanık kokusuyla Blake inleyerek kılıcı elinden bıraktı. Çığlık attığım an yaratık Blake'in üzerine atıldı ve ikisi de yere yuvarladı. Blake yaratığın boynunu kavramış, dişleriyle kendisini parçalamak ister gibi yüzüne yaklaşan yanmış yüzü kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Gözleri bir an beni buldu ve, "Kaç ve gizlen!" diye bağırdı.

Onu dinlemeyip yerdeki kılıca hamle yapmıştım ki önümde beliren başka bir zebani tısladı. Geri geri gittim ve elim bileğimdeki bilekliğe gitti. "Çalış!" diye fısıldarken yaratık korkunç görüntüsüyle üzerime yürümeye devam etti. "Çalış lanet olası!"

Sadece serin bir his veren bileklik daha fazlasını yapmamaya kararlıydı. Bunu anladığımda Blake'in emrine itaat edip arkamı döndüm ve toprak yoldan ağaçların arasına doğru hızla koşmaya başladım. Yaratıkta ürpertici sesleriyle peşimden geliyordu. Ya hızlı değillerdi, ya da beni korkutmak istiyordu. Sanırım ikincisiydi çünkü az önce gördüklerimden sonra ne kadar hızlı olduklarını anlamıştım.

Koşan adımlarım çok geçmeden önümdeki uçurumla aniden durdu. Kahretsin!

Arkamı döndüm hızla, yaratık sadece bir kaç adım ötemdeydi. Gözlerim kısa bir an etrafı taradı. Ağaçların izin verdiği ölçüde barakanın önü görünüyordu. Kevin ve Sophia sırt sırta vermiş şimdi fazlasıyla azalmış yaratıklarla birlikte mücadele ediyorlardı. Blake garip bir şekilde hala üzerine atılan yaratıkla boğuşuyordu. Damien onun çok güçlü olduğunu söylemişken bu bana garip gelmişti. Hala nasıl kurtulamamıştı? Yaratık öylece bana bakarken Damien'ı gördüm. Önünde tek bir yaratık kalmıştı.

Yaratık bana doğru bir adım attı ama gidecek yerim olmadığından yine kolumdaki bilekliğe kapandı elim. "Çalış artık!"

"Lucifer..." dedi yaratık ürpertici ses tınısıyla. Bu sanki milyonlarca fısıltının birbiriyle iç içe geçmiş şekli gibiydi. "Efendimizin sana bir mesajı var."

Bir adım daha attı. "Kapıyı bul ve zamanı geldiğinde onu kurtar!" O... Damien!

Aramızdaki son adımı da attığında, "Cennet adına sana emrediyorum." diye fısıldadım ama muhattabım zebani değil cennet silahıydı. "Görevini yerine getir."

Zebani kollarımı kavradığında lanet olasıca silahın artık çalışmayacağını anladım ama bu kez yanılmıştım. Bileğimdeki serinlik artı ve avuç içime doğru süzüldü. Artık kabzasını kavrayabildiğim silahla Zebani beni geriye doğru itti. Uçuruma doğru süzülürken kılıcı ona saplayacak zamanım olmuştu. O yanarken ben boşluğa doğru süzüldüm. Attığım çığlık ise kulaklarımda yankılandı.

Gözlerim kapandı kendiliğinden. Bir an, sadece bir an kendimi kuşlar gibi hissettim. Özgür... Sonra ise yine ölümün soğuk korkusu her hücremi istila etti. Ölecektim ama iyi yönünden bakacak olursam belki acıyı hissetmezdim.

"Bitti!" diye mırıldandım rüzgara karşı. Sonra sertçe bir şeye çarptım. Hafif bir acıyla buluştu bedenim. Ardından yine keskin, ciğerlerimi yakan o kokuyu duyumsadım.

"Biten neymiş?"

Gözlerim yavaşça aralandı ve Damien'in gözleriyle buluştu. Siyah gözleri adeta mavilerimi sömürüyordu. "Cehennemlik olduğumu biliyordum." dedim istemsizce. "Öldüm ve hala seni görüyorum. Cehennem azabı denen şey bu mu?"

İki yanında simsiyah dalgalanan kanatlarıyla yükselirken güldü. "Ölsen de cehenneme gitmezsin melekcik. Araf'aa sürülürsün. Ayrıca benimle olman bence azap değil ödüldür."

"Azap veren bir ödül!" diye düzelttim. Bir an beni bırakır gibi olunca ufak bir çığlık atıp kollarımı sıkıca boynuna doladım. Yüzünün sağ tarafı derin yaralarla kana bulanmıştı ve üzeri de öyleydi. Buna rağmen keyifle gülümsemeye devam etti.

"Haklısın ve şunu bil ki, Araf'a gitsen bile benden kurtulamayacaksın."

Görüntüsüne tezat kanatları yukarı süzüldü ve en sonunda ayaklarım toprak zemini buldu. Sessizce yüzüme bakarken birden "Yaralandın mı?" diye sordu.

"Neden soruyorsun?" dedim gözlerimi kısarak. "Yenisini yapmaya gerek olup olmadığını anlamak için mi?" Ona kendi sözlerini hatırlatınca gülümseyişi arttı.

"Sanırım artık gerek kalmadı. Dersini fazlasıyla aldığını düşünüyorum."

Yüzümü ekşittim ve ona teşekkür etme zahmetinde bile bulunmadan yerden cennet silahını aldım. Silah tekrar bileğime dolanırken yanından geçip yürümeye başladım. "Senin gibi adi bir pisliği kurtarmak istemem tamamen aptallıktı."

Peşim sıra yürüyüş adımlarını duydum. "Vav! Cidden beni kurtarmak için mi geldin? Hem de böylesine acizken. Bu o aptalların neden işime bulaştıklarını açıklıyor."

Durup ona döndüm ve işaret parmağıma ona doğruttum. "Sana yardım ettiklerine minnattar olmalısın pislik herif."

"Yardıma ihtiyacım yok melekcik!" diye tısladı. "Ben o yaratıklardan kat ve kat güçlüyüm."

"Hah! Bu egon varya, senin sonun olacak."

"Yanlış. Benim sonum olmayacak. Ben son olacağım. Dünyanın sonu, senin sonun." diye tehditkar sesiyle konuştu.

"Belki de ben senin sonun olurum." diye diklendim.

Bana alay eder gibi bir bakış attı. Ona öfkeyle bakarken birden kaşları çatıldı. Beni aniden yakalarken birden döndürdü ve ileri itti. Sonra hafif bir inilti döküldü dudaklarından. O an göğsünü parçalayarak çıkan yanık eli fark ettim. El geri çekilirken Damien'ın gözleri alevli siyaha sonra da tamamen kızıla büründü. Gözleri normale döndü ve göz kapakları gözlerini örttü. Dudakları kıpırdandı. Sesi çıkmasa da okuduğum dudakları bana tıpkı Blake gibi 'Kaç!' diyordu.

Öylece kalakalmışken o yere yığıldı ve arkasında beliren zebaniyi o an fark edebildim. Gözlerim tekrar yerde yatan bedene kaydı ve, "Damien..." diye mırıldandım. İsmini tekrar seslendiğimde ise bu kez sesim karanlık gecede yankılandı.

"DAMIEN!"

🗝
(Damien'dan Kevin'a ince gönderme anlayanları şuraya alalım😈)

Evet, isimdende anlaşılacağı gibi bu bir finaldi.

Şaka şaka! 😁

Yok canım daha neler? Aklımda müthiş ötesi fikirler varken hemde. Yine duyar gibiyim, burada bitirilir mi dediğinizi ve evet burada bitirdim 😈😈😈

Bu arada yeni bölüm soruları geliyor. Belli bir zamanı yok arkadaşlar. Aslında haftada bir olacak şekilde paylaşmayı düşünüyorum ama çoğu zaman aklımdaki okuma, yorum ya da oylama sayısına ulaşınca paylaşıyorum 😊

Yorumlamayı ve yıldızlamayı unutmayın ☄

Instagram: e.s.mare

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Continue Reading

You'll Also Like

769K 35K 27
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
336K 18.3K 43
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...
4.8M 3.4K 15
Psikoloji son sınıf öğrencisi Katherine, babasının ölümünün ardından her uykuya daldığında kendini Rüyalar Alemi'nde bulmaya başladı ve şimdi aktifle...
54 By zifiribiaydinlik

Mystery / Thriller

1.2K 781 20
Şeytanın ünü, tanrının gücü.. Hayat, oyun; yaşam, ölüm..