ANAHTAR

By S-Mare

2.2M 100K 27.3K

'Mara' ismi annesinin ona tek hediyesiydi. İsminin anlamı acı olsa da, annesi ona bambaşka bir amaçla vermişt... More

ANAHTAR🗝Tanıtım Videosu
1🗝'Kalkan'
2🗝'Melek Kokusu'
3🗝'Kaybolmuş'
4🗝'Hissetmek'
5🗝'Yok Oluş'
6🗝'Gerçekler'
8🗝'Şeytan Prens'
9🗝'Ölü Beden'
10🗝'Anlaşma'
11🗝'Şeytancık'
12🗝Teklif
13🗝'İmza'
14🗝'Zebani!'
15🗝'Son'
16🗝'Koku'
17🗝'Ölüm Öpücüğü'
18🗝'Sessiz Adımlar'
19🗝'Çığlık'
20🗝'Büyü'
21🗝'Oyuncak'
22🗝'Günaha Davet!'
23🗝'Misafir'
24🗝'Tercih'
25🗝'Ses'
26🗝'Matador'
27🗝'Öpücük'
28🗝'Mağlup'
29🗝'Alerji'
30🗝'Sırlar'
31🗝'Seçim'
32🗝'Yaratık'
33🗝'Tren'
34🗝'Esir'
35🗝'Kara Düş'
36🗝'Yalan'
37🗝'Hediye'
38🗝'Yeniden Doğuş'

7🗝'Kurt-Kuzu'

33.3K 2.6K 324
By S-Mare

Multimedya: Ashes Remain - I Won't Run Away

Keyifli okumalar...

🔱
"Kurda kuzu emanet ettin Uriel. Kurda kuzu..."
🔱

Melekler, şeytanlar...

Melekler, şeytanlar...

O şeytan...

Bense bir meleğim. Hah! Ne büyük saçmalık!

Bir kaç dakika önce yataktan fırlattığım örtüğü zorlukla yerden alıp başımın üzerine kadar çektim. Dünkü o korkunç yemek faslı ve öğrendiklerim... Şehrin üzerindeki kalkanı görmemle gece gram uyku uyumamıştım. Hele Damien'ın giderken bana gülümseyip, "Okulda görüşürüz Mara." değişi hala kulaklarımda çınlıyordu. Bu örtünün altında nefessiz kalıp ölmek istiyordum. Onu bir daha görmemek için tüm oksijenin karbondioksite dönüşüp beni boğmasına bile razıydım. Bir şeytanın radarına girmişseniz zaten hapı yutmutşunuzdur ve ben uzun süredir onun radarındaydım sanırım.

Hapı yutmuştum. Okulumda bir şeytan vardı ve muhtelen ben onun kara listesine zirveden yerleşmiştim.

Ben Mara Kingston, bir melek olarak anılacak ne yapmış olabilirdim? Jasmin düştüğünde onu yerden kaldırmıştım, aklıma gelen iyilik sadece buydu. Ah! Hayır. Onu ben itip düşürmüştüm zaten. Bu da beni melek yapabilecek tek seçeneği de yok etti. Lanet olsun! Ben melek falan değildim. Ne kanatlarım vardı ne de değişken gözlerim.

Örtü bir kaç saniye sonra başımdan çekildi ve babamın öfkeli sesi duyuldu.

"Angel alarmı ertelemeyi bırak ve yataktan hemen kalk! Okula geç kalıyorsun."

"Hastayım ben. Bugün okula gitmeyeceğim baba."

"Ah öyle mi?" dedi babam yapma bir şevkatle. Sonra sesi yine o ciddi tınıya büründü. "Bunu kaç kere duydum acaba?"

"Baba cidden hastayım." Yalan söylemiyordum aslında. Halsizdim ve kolumu kaldıracak gücüm yoktu.

"Hemen yataktan kalkıyorsun Angelina! Arabanın anahtarlarını bir daha görmek istiyorsan tabii."

Bu ağır bir tehditti Bay Kingston. Çok acımasızsınız. Ayrıca yıllardır bilgisayar oyunu oynadığınız yalanıyla beni iyi uyuttunuz. Kalkan denen örgütünüz de cabası. Sayın Guardshild kasabasının şerifi acaba siz neler çeviriyorsunuz?

"Tamam kalkıyorum." dedim mecburen. Gözlerini üzerime dikmeye devam edince iç geçirip doğruldum. "Kalktım işte."

Bana hızlı olmamı belli eden bir işaret yaptı ve ardından odadan çıktı. Yataktan ayaklarımı sarkıtıp bir kaç saniye duraksadım. Ayağa kalkabileceğime kanaat getirince dolaba doğru yürüdüm. Yine de adımlarım ağırdı. Dolaptan elime ilk gelen şeyleri alıp üzerime geçirecektim ki üzerimdeki tişörtü çıkarmamla omzumda gördüğüm kızarıklık dikkatimi oraya yöneltti. Boy aynasına yaklaşıp o gün gördüğüm korkunç yaratığın yaraladığı yeri inceledim. Kızarıklık olsa da bu denli değildi. Sanki azalacağına artmıştı, dahası kızarıklığın kenarları morumsu bir renkle çevrelenmişti. İşaret parmağımla kızarlığın üzerine dokundum ama acıyla elimi geri çektim. Hayatım boyunca hissetmediğim acıyı son bir hafta da fazlasıyla hisseden olmuştum. Belki de iyileşmiş ve bu hastalıktan kurtulmuştum.

Çekmeceyi çektim ve bir iğne buldum. Parmak ucuma tereddütsüzce batırırken acı hissetmeyi bekledim ama tenimi delen iğne hiçbir acı vermemişti. Bu fazlasıyla garipti. Bugün Bay Fisher'a uğrasam iyi olacaktı. Onun muhtemelen bu konuda mantıklı bir açıklaması vardı.

Beyaz ince kazağı üzerime geçirdim ama siyah kotu bacaklarıma geçirirken biraz zorlanmıştım. Yorgunluk sanki her hücremi istila etmişti. Makyaj işini bugün boşladım ve botlarımı ayağıma geçirip çantamı koluma astım. Babamın kahvaltı teklifini geri çevirdikten sonra şimdi arabamdaydım. Güneş vardı ama sanki bugün hava haddinden fazla soğuktu. Sonbahar kışa bir adım daha yaklaşmış gibiydi.

Arabanın ısıtıcısını çalıştırıp yola koyuldum. Okula giriş yaptığımda park yerinde sırtımı koltuğa dayadım.

Korkacak bir şey yok Mara diye kendimi teskin ederken mantıklı tarafım isyan edercesine çıkıştı.

Yok mu? İçeride sadece bakışları ve kokusuyla canını yakan bir şeytan var Mara. Seni belki de saniyeler içinde küle çevirebilir.

Cesur tarafım infilak etti ve son cesaret kırıntımı Damien'ın hayali gözleri köze çevirdi. Kahretsin!

Direksiyona güçlü bir yumruk sallarken herhangi bir acı duymamanın verdiği öfkeyle bir yumruk daha indirdim. Ne yani? Vücudum keyfine göre mi acıya tepki veriyordu?

'Bedenin acıyı hissetmiyor olabilir ama olduğun şey yine de bazı acıları hisseder.'

Blake'in sözlerini hatırlattı o an bana zihnim. Olabilir miydi? Sadece diğer dünyanın vücudumda bıraktığı etkiyi mi hissediyordum?

Başımı hızla sağa sola salladım. Biraz daha buna devam edersem kafayı sıyıracağım ortadaydı. Arabanın kapısına giden elimi geri çekmedim. Kaçışım yoktu, sorgulamam mantıksızdı. Er ya da geç ayaklarım o okulun kapısından içeri girecekti.

"Yapabilirsin kızım. Şeytan olsa bile sonuçta bir erkek. Her şey bacak arasına inen bir tekmeye bakar." diye kendimi cesaretlendirme çalışmama ilk darbe yine mantıklı tarafımdan geldi.

Cehenneme ayak basmak istiyorsan yap Mara! Bu çok akıllıca bir hareket olacak!

Pekala, kabul. Hiç de akıllıca değildi. Sesli bir nefes verdim ve okulun girişine ilerledim. Her fırsatta etrafı sanki her an bir yerden uzaylı çıkacak gibi tararken en sonunda korkulan olmadan sınıfa varabilmiştim. Yine de son derse kadar etrafa bakma dürtüme engel olamadım. Okul çıkışı yorgunluğum artık had safhadaydı. Öyle ki içimdeki koşma dürtüsüne rağmen kaplumbağa hızıyla çıkışa ilerliyordum.

Arkamdan, "Melekcik!" diyen sesle yavaş adımlarım durdu ve bedenim kaskatı kesildi. Duymamış gibi yaparken ileri bir adım attım. Bir adım daha atmıştım ki ağrıyan omzumdan tutup çevrildim. Aynı anda dudaklarımdan ufak bir inilti kaçtı.

Damien'in kaşları çatıldı. "Pek iyi görünmüyorsun melekcik!"

"Tamamen senin yüzünü görmemle alakalı." diyen dudaklarıma bir alkış tuttu mantıklı Mara. Asi yapım sanırım sonum olacaktı.

Damien'ın çatık kaşları düzeldi ve keyifli bir ifade yerleşti yüzüne. "Eceline susamak değimini duymamış olmalısın. Bence senin için birebir uygun."

"Sadece..." dedim artık tereddütle. "Beni rahat bırak. Kimseye tek kelime etmeyeceğim. Korkmana gerek yok."

"Korkmak mı?" derken güldü. "Sence senden gelebilecek bir şey beni korkutabilir mi?" Bana doğru eğilirken istemsizce nefesimi tuttum. "Söyleyeceğin her şey seni ve söylediğin kişiyi etkiler ve bu da sizi ölüme bir adım daha yaklaştırır."

Ürpertim yorgunluğuma ektsra katkı sağlarken geriledim. "A-anladım." derken sesimin titremesine mani olamadım.

"Anlıyor musun gerçekten?" Yakınlığı yine dudaklarımın karıncalanmasına sebep olurken gerilemek istedim ama kavradığı kolum buna izin vermeyeceğini garantiledi.

"Bırak!" dedim fısıltıdan ibaret sesimle.

Yüzü korkutucu bir gülümsemeyle aydınlanırken elini geri çekmedi. Birden biri elini sertçe kavrayıp kolumu pençelerinden kurtardı.

"Koruyucu melek!" dedi Damien alayla.

Blake ise tamamiyle ifadesiz bir yüze sahipti. Ona doğru yaklaşıp sessizce "Meleklerimden uzak dur!" dedi. "Aramızdaki ittifakı bozmak istemezsin."

Aralarında bir ittifak mı vardı? Sophia'nın söylediklerine göre Blake de belli ki bir melekti. Bir melek ve şeytan nasıl ittifak kurabilirdi?

Blake'in aksine Damien'ın yüzüne öfke yerleşti. "Evlat edinir gibi sahiplenmen güzel. Umarım bundan sonra onu kontrol edebilirsin. Başıma bela olursa canını almaktan çekinmem."

Yutkundum ve bedenim bir titremeyle buluştu. Damien'ın gözleri yine benimkilerle buluştu. "Adımlarını dikkatli at Mara." dedi ve arkasını dönüp hızla koridorda yürümeye başladı. İsmimi söyleyişi bile tüyler ürperticiydi.

"Mara konuşmamız gerekiyor." diyen Blake'i bile zorlukla idrak edebildim.

"Şimdi değil. Beni biraz rahat bırakın." dedim bağırmak istediğim halde güçsüz bir sesle. Dudaklarını birbine bastırdı ve hafifçe başını sallayıp beni onayladı.

Onun yanından ayrılıp kendimi en yakın tuvalete atarken ellerimi tezgaha dayadım ve bir kaç dakika öylece hızlanan kalbimin sesini dinledim. Dizlerim titriyordu ama bu tamamen korkumdan dolayı değildi. Gitgide artan yorgunluğum bacaklarımdaki kalan gücüde alıp götürmüştü. Ellerimi yasladığım yerden çekip soğuk suyla doldurdum avuçlarımı. Yüzüme bir kaç kez çarptığım su ağır ağır kapanan gözlerimi açar sandım ama hiçbir işe yaramadı.

Kapı yavaşça aralanırken benim ellerim yine lavabonun kenarını kavramıştı. Aynada bembeyaz olan yüzüme üç yüz daha eklendi. Biri Amanda'ydı. Diğer ikisi de onun yardakçıları, Paula ve Julia...

"Bakın burada kimler varmış?" dedi Amanda sanki bilerek beni takip etmemiş gibi.

"Defol Amanda!" dedim aynadan ona bakarak. "Seninle uğraşacak ne zamanım ne de isteğim var."

Julia denen kızıl kapıya yürüyüp kilitledi ve geri dönüp anahtarı Amanda'ya verdi. Amanda sinsi sırıtışıyla bana bakarken, "Canımı yaktın Mara." dedi. "Şimdi de canı canan sen olacaksın."

Ah bir bu eksikti. Melekler ve şeytanlar etrafımda kol gezerken sen şu an dert edebileceğim son kişi bile değilsin Amanda.

"Bunu sonra yapalım olur mu?" dedim göz devirerek. Tanrım! Göz kapaklarım bile ağrıyordu. "Sen bir kaç yandaş daha topla ve gelip yine beni bul. Şimdi gitmem gerek."

Arkamı dönüp önlerine yürüdüm ve anahtarı vermesi için elimi uzattım. O ise yaralı omzumdan itti. Vücudum Damien'in dokunuşu gibi bir tepki vermedi. Hatta herhangi ufacık bir acı bile hissetmedim.

"Nereye güzelim? Daha seninle işimiz bitmedi."

Tüm halsizliğime rağmen, "Sana çekip gitmen için 5 saniye veriyorum." dedim. "Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim."

Amanda güldü ve yanındaki kızlara başıyla işaret verdi. İki kız kollarımı kavrarken ben hala şiddetli bir tepki vermiyordum. Gerçi verebilecek miydim o da şu an büyük bir soru işaretiydi. Yine de ezilip büzülecek bir yapım yoktu. En azından o şeytan haricindekilere...

"Kiminle uğraştığınızı bilmiyorsunuz." dedim kollarımı kavrayan asalaklara. "Sizi temin ederim ki bana bulaşmak istemezsiniz." Kızlar önce tereddütle birbirlerine sonra ise karşırındaki Amanda'ya baktılar. Amanda buna sinirlenmişti. Onlara öfkeli bir bakış atınca kızların gevşeyen elleri yine sıkılaştı.

Sakinlik buraya kadar o zaman! Sanırım birazdan birileri fena benzetilecek. Bizzat benim tarafımdan...

Kollarımı kurtarmak ve ortamdaki üçlüğü parçalamak isteyen tarafım ortaya çıktı ama bu kez başarısız oldu. Bırak onları hırpalamayı ellerimdeki kollarını bile kurtaramamıştım. Amanda keyifli ifadesine bir kaç kat daha ekledi ve adım atıp önümde durdu. Çenemi tek eliyle sıkıca kavrarken, "Seni mahvedeceğim Mara." diye ilk tehdidini savurdu ama bu sadece tehditle kalmadı. Kelimelerinin bitişini yüzüme inen bir tokatla taçlandırdı. Başım yana dönerken yüksek bir küfür savurdum. Belki canım yanmamıştı ama bu hayatımda yediğim ilk tokattı.

"Sen kiminle oynadığını bilmiyorsun." diye kükredim. "Üçünüz de şu andan itibaren kendinize ölümlerden ölüm beğenebilirsiniz."

Amanda bir kahkaha patlattı. "İçi boş cümleler kurmaya devam et kızım. Zavallı vücudun birazdan tuvaletin zeminini paspaslayacak. Sonra ise çektiğim fotografların okulun panolarını süsleyecek."

Yeniden kaldırdığı eli yine yüzüme inecekti ki kapı şiddetle açılıp duvara çarptı. Amanda havadaki eliyle şok olarak arkasını dönmüştü ki Sophia onu boynundan kavrayıp bir tuvalet kabinine doğru itti. Amanda yere kapaklanırken kolumdaki eller aniden çekildi. Sophia'nın öfkeli mavi gözleri iki kızın üzerinde gezindi ve, "Defolun!" diye tısladı.

İkisi de Amanda'ya bağlılıklarını sadece 2 saniyede yerle bir edip onu orada bırakarak korkuyla dışarı koştu. Sophia'nın gözleri o an yerden doğrulmaya çalışan Amanda'ya çevrildi. "Söyleyeceklerimi iyi dinle ucube." dedi buz gibi sesiyle. "Bir daha ona yaklaşma demiyorum. Bir daha. onun. gözüne. bile. görünme. diyorum. Anladın mı?"

Amanda korkuyla irileşen gözleriyle tek kelime edemezken Sophia, "Anladın mı?" diye tekrar bağırdı.

Amanda hızla başını salladı ve Sophia, "Defol!" diye kükredi.

Kız şaşılacak bir hızla ardına bile bakmadan tuvaletten çıktı. Sophia'nın gözleri de o an beni buldu. Bakışları yumuşarken yanıma gelip elini yüzüme uzattı ama geri çekilip son kalan gücümle tezgaha yaslandım.

"Beni nasıl buldun?"

"Blake iyi olmadığını söyleyince seni aramaya başlamıştım." dedi yaptığım hareketle asılan yüzüyle. "Bir çocuğu çevirip sordum. O da tuvalete girdiğini söyledi." Yanıma yaklaşırken, "Yüzüne bakabilir miyim?" diye yumuşak bir tonda sordu.

"Senden yardım istediğimi hatırlamıyorum. Şimdi de istemiyorum."

"Mara bunu aşman gerek. Biz aynı türdeniz ve birbirimizi koruruz."

"Ne olduğunla zerre ilgilenmiyorum Sophia. Sadece benden uzak dur. Beni rahat bırakın artık." Yaptığım nankörlüktü belki. Teşekkür etmem gerekirken ben bana yardım ettiği için onu suçluyordum. Öfkeliydim aslında. Bu zamana kadar kendi kendimi korumuşken şimdi onun beni korumasına muhtaç kalmak beni delirtiyordu. Aslında bir haftadır sürekli birilerinin korumasına muhtaç kalıyordum. Bu serin bir öfke bırakıyordu içime. O yüzden Sophia hala konuşurken onu dinlemeden kapıya ulaştım ve hala benimle konuşma çabalarını es geçerek koridorda yürümeye başladım.

Yürürken zemin sallanmaya başladı ya da sallanan benim bedenimdi. Yalpalayan bedenimle fazlasıyla uzun bir süre sonra arabaya ulaştım. Sürücü koltuğuna oturup bir süre derin nefesler aldım ve arabayı çalıştırdım. Sadece on dakika sonra ise yanımdan geçen arabalar silikleşmeye başladı. Arabayı yol kenarında durdurup telefonumu çıkardım. Babamı aramayı düşündüm ama rehberdeki her bir numara artık gözüme fazlasıyla bulanık görünüyordu.

Elimdeki telefonu kavrayıp başımı direksiyona dayarken biraz daha iyi olmayı umarak gözlerimi kapattım. Sadece babamı arayacak kadar iyi olsam yeterdi. Dakikalar dakikaları kovalarken artık başımı kaldıracak gücü bile kendimde bulamıyordum. Hava karardı ama ben hala öylece sürücü koltuğunda başım direksiyona dayalı bir şekilde duruyordum.

Bir süre sonra kapının açıldığını hissettim ve bir ses, "Mara!" dedi. Direksiyondaki başımı hafif yana eğimledim ve kim olduğunu görmeye çalıştım. Hala puslu bakan gözlerim zar zor seçebildi onu. Blake'ti. "Neyin var?" dedi hafif eğilip bana bakarak.

Beni nasıl bulmuştu?

Bunu sorgulayacak durumda değildim. Hırçınlığım ise buraya kadardı. "Bilmiyorum." dedim bitkin bir sesle. "Ama kımıldamak bile zor geliyor."

"Önce seni arabadan çıkaralım." dedi ve beni çekmek için elleri omuzlarımı buldu. Sağ omzumdaki elinin dokunuşuyla yoğun acı kendini belli etti ve inledim.

Gözleri kuşkuyla kısıldı ve hemen ardından ceketimi, sonrada kazağımın omzunu indirdi. "Lanet olsun!" diye tıslarken ben ne olduğunu anlamamıştım.

"Neler oluyor?" diye mırıldandım. Blake beni dikkatlice arabadan indirip kucaklarken ona itiraz edecek gücü kendimde bulamıyordum ve yine aynı soruyu sordum.

"Neler oluyor?"

"Cehennemin izi hala vücudunda. Bu nasıl olur?" dedi kendi kendine konuşur gibi. "Tamamı belki temizlenmemişti ama melek özün bu kadarını onarabilirdi. Aksine daha çok yayılmış."

"Sadece ufak bir kızarıklık." diye mırıldanırken zar zor tutabildiğim başım en sonunda göğsüne yaslandı.

"Kızarıklık mı?" dedi öfkeli bir sesle. "Mara vücudun içten içe çürümeye başlamış. İz tüm vücudunu sarmış."

Aman Tanrım!

Artık tek kelime edecek gücüm yoktu ve Blake en sonunda beni bir arabanın yolcu koltuğuna bıraktı. Yanıma kurulması ve arabayı çalıştırması sadece saniyeler sürdü. Kapanmak için direnen gözlerim yine onun bulanık görüntüsünü buldu ve son kalan gücünle sordum. "Nereye... gidiyoruz?"

"Alastor'a." dedi soğuk bir sesle.

"N-neden?"

"Şeytan özü için. Yoksa..."

"Ölür müyüm?" dedim korkuyla.

"Aslında melek özün seni korur. İz sadece sana bir kaç gün acı çektirir ama sende bir şeyler farklı."

"Nasıl farklı?"

"Vücudun cehennemin izine maruz kalmış bir insan gibi tepki veriyor. Bu iz insanları sadece bir kaç saatte çürümüş bedenlere çevirir. Sen bir kaybolmuşsun belki ama bu melek olduğunu değiştirmiyor. İnsanlarla aynı tepkiyi veriyorsun. Vücudun çürüyor. Bilmiyorum, belki de bazı kaybolmuşlarda durum farklı işliyordu. Kahretsin!"

"O ne yapabilir ki?" dediğimde o gün yaralandığımda yaptıkları zihnime doldu. Aynı acıyı yaşayacağımı düşündükçe yine titremeye başladım.

"Şeytan özü..." dedi. "Seni iyileştirir."

Korkuyu iliklerime kadar hissederken yine de direttim ve, "Ona gitmek... istemiyorum." diye mırıldandım.

Yüzünü kısa bir an bana döndü. Bulanık görüntüsünden ifadesini seçemesemde muhtemelen bana şaşkınlıkla bakıyordu. Bedenim çürüyordu ve ben hala itiraz ediyordum. Yine yola döndüğünde sesi yumuşamıştı. "Korkma! Ben yanındayım."

"İstemiyorum. Lütfen beni... eve götür."

"Başka seçeneğim yok Mara. Bu benim de hoşuma gitmiyor ama ondan başka bir şeytan bulmak için kasaba dışına çıkmam gerek ve senin o kadar vaktin olmayabilir."

Ona itiraz etmek istesem de dudaklarım bana ihanet edercesine aralanmadı. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama araba en sonunda bir binanın önünde durdu. Blake bana birazdan geri döneceğini söyleyip evin girişine ilerledi. Kapı ikinci çalınışında açıldı. Kapıda beliren silueti gözlerim seçemese de Damien olduğuna nerdeyse emindim.

"Kapımda bitecek kadar önemli olan ne?" diyen sert ses bu kişinin Damien olduğu kanıtlıyordu.

"Yalnız mısın?"

"Odamdaki kızıl kızı saymazsak evet. İşim var ve kısa kes!"

"Mara!" dedi Damien. Sesi durumdan duyduğu memnuniyetsizliği yansıtıyordu adeta.

"Ne olmuş?" dedi umursamaz bir sesle Damien.

"Vücudunda kalan iz çoğalmış ve tüm bedenini sarmış."

Damien bir süre sessiz kaldı. Konuştuğunda ise sesinde yine o umursamaz ton vardı. "Meleklerimden uzak dur dedikten yalnızca saatler sonra benden bir melek için yardım istediğinin farkında mısın?"

"Bunu yaparsan..." dedi Blake. Sonra duraksadı. "Sana borçlu kalırım." En azından bunu söylerken zorlandığını sezebilecek kadar algılarım açıktı.

Damien güldü. "İşte bu güzel bir teklif ama bir şeytanın senden ufak şeyler istemeyeceğini unutma Uriel."

"Kabul ediyor musun etmiyor musun?" dedi Blake öfkeli sesiyle.

"Tek bir şartla!" dedi Damien.

"Nedir?"

"Kapımdan içeri sadece kız girebilir. Bir melek her zaman iki melekten iyidir. Hele sen şu çitleri bile aşmamalıydın."

"Bu... mümkün değil." dedi Blake. Sesi ne kadar sinirlendiğini alalen ortaya seriyordu.

"Sen bilirsin." Damien kapıyı kapatıyordu ki Blake engel oldu.

"Pekala! Kabul ama burada bekleyeceğim. İyi olunca haber ver."

"Nasıl istersen." dedi Damien ve yanından geçip arabaya yöneldi. Korku yine tüm vücudumu istila etti o an. Damien kapıyı açıp beni kısaca süzdü. Ardından tek eli bacaklarımın altına kaydı. Diğeriyle sırtımı desteklerken beni kucakladı. "Gel bakalım beyaz bela!"

"Blake!" dedim sesim titrerken. "Beni... onunla bırakma!"

Blake beni duymamış gibi Damien'a hitaben konuştu. "Daha iyi hissettiği an onu alacağım Alastor. Sakın yanlış bir şey yapma. Yoksa bırak sana borçlu kalmayı, bu aramızdaki ittifakın sonu olur."

Damien'ın evin girişine giden ayakları durdu ve hafifçe onun yönü diye tahmin ettiğim tarafa döndü. "Beni tehdit etme Uriel, zararlı çıkarsın. Şimdi usluca bekle ya da defol."

Blake'in öfkeli nefesini duysam da daha fazla konuşmadı. Damien ise bir kaç saniye ona bakıp arkasını döndü ve eve doğru yürümeye başladı. Kapıdan girerken siyahi gözlerini üzerimde hissettim ve gülerek fısıldadı.

"Kurda kuzu emanet ettin Uriel. Kurda kuzu..."

🗝
(Durumun özeti😂)

Yorumlamayı ve yıldızlamayı unutmayın☄

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Continue Reading

You'll Also Like

54 By zifiribiaydinlik

Mystery / Thriller

1.2K 781 20
Şeytanın ünü, tanrının gücü.. Hayat, oyun; yaşam, ölüm..
767K 34.9K 27
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
1.5M 24K 26
Hayatta kalabilmek için sadece 10 şansınız varsa ne yapardınız?
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...