GÜZEL DELİKANLI(TAMAMLANDI)

By busbckr

385K 34K 4.8K

Bu hikaye bir kadının hikayesi değildi. Bu hikaye bir erkeğin hikayesi de değildi. Bu hikaye erkek kılığına... More

Hayata Bir Erkeğin Gözünden Bakmak
Eğer her türlü dayak yiyeceksem, bir kaç yumruk da ben atarım...
İlk Yakınlaşma
Hazırlıklı ol yakında sesini soluğunu keseceğim
Sür savaş boyalarını
Bozadalı'nın Kıyameti
Allah'ın cezası iç güdüler
Varan bir...
İntikam Ateşi
Dönüşü olmayan o yol
Sınırlarını Bil Ufaklık
Saf İmkansızlık ve Saf Acı
Adam olmak cinsiyetle değil karakterle alakalı
Anlamış mıydı kız olduğumu?
Özür dilerim
Her şey Bitmişti
Fırat'tan bana kalan tek şeydi o acı
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir
Çok Nankörsün Gerçekten!
Hayat bir Terazi
Evlilik Teklifi
Kendi evladını öldüren bana neler yapmaz
Benim aşkım Everest'ten bile büyük
Kızınızla evlenmek istiyorum
Final /Ben seni severken çocuk gibiyim.
Duyuru
BEŞİK KERTMESİ KİTAP OLUYOR
Böğürtlen Mucizesi Siparişe Açıldı

Fabrika Hatası Ürün

15.6K 1.5K 258
By busbckr

İyi okumalar. Düşünceleriniz benim için önemli🧡

3. BÖLÜM

Son bir gayret bandajı sıktığımda bu defa nefessiz kalınca isyan edercesine ofladım. Bandajın açılıp elimde kalmasıyla sinirle yerimde tepindim.

"E ama yeter ya!" diye söylenip aniden avazım çıktığı kadar bağırdım.

"Anneeeeee!"

Bir kaç saniye sonra annem banyonun kapısını tıklatıp "Ne oldu kız? Yine neye cırlıyorsun?" diye söylenince kapının kilidini açıp gözlerimle 'içeri geç' işareti yaptım. Annem söylenerek banyoya girince tekrar kapıyı kapatıp "Sar şunu üstüme kurban olayım. Cinnet geçireceğim artık." Diye yalvardım.

Annem bir elimdeki uzun ve kalın bandaja bir de vücudumun üst kısmına baktı.

"Niye sarıyorsun kız bunu? Gerek yok, zaten ufacıklar." Deyip kıkırdayınca gözlerimi kısıp burun kıvırdım.

"Valla fabrika sensin, ürün ben. Senin ayıbın. Dalga geçeceksen kendinle geç. Bu güne kadar bir zararını görmedim ben bunların" diyip gözlerimle göğüslerimi gösterdim. Sporcu atleti de giymiştim ki iyice düz görünsün ama bandajı sarmadığımda yine de belli oluyordu.

"Bana bak kız, siz bunca zaman bizi mi kandırdınız acaba? Yoksa Deniz gerçekten sen misin? Bunca yıl bizi kandırdıktan sonra yerine dönmeye mi karar verdin?"

Annemin saçma sözlerine ve imalarına gözlerimi devirip "Valla ilgi göremediğim için bir prenses gibi değil de tamirci çırağı gibi büyümenin suçlusu da ben değilim. Sonuçta hayatı kendi başıma öğrendim." Dedim içimdeki kırgınlık sesime yansımasın diye alayla. Ama annemin gözleri bulutlanınca tüm çabama rağmen içimdekileri gördüğünü anlamıştım.

O bir şey demeyince ben de bir şey demedim. Evet, Deniz hasta bir çocuktu. İlgiye muhtaçtı. Hastane köşelerinde geçirdi tüm çocukluğunu ama ben de çocuktum. Ben de Deniz kadar olmasa da ilgiye muhtaçtım. Anneannemlerde dayımların elinde büyüdüğümü düşünürsek bu halime şükretmeleri lazımdı. En azından kıraathane masalarında okey taşı gizlemiyordum.

Annem sardığı bandananın uçlarını sıkıştırdıktan sonra çekildi.

"Nefes alırken rahat mısın kızım?" diye sorunca başımla onayladım.

"Fazla uzatma bu işi. Baban da haftaya geliyor. Bir kaç kanıt topla, şikayet edelim." Dediğinde kaşlarımı kaldırıp 'Ciddi misin?' bakışı attım anneme.

"Anne, bunlar adam öldürse, babaları sayesinde öldürdükleri adamı mezardan çıkarıp hapse koyarlar. Sence şikayet bir işe yarar mı?"

"Madem öyle, Deniz'i okuldan alırız. Başka bir okula gider. Niye sen tehlikeye giriyorsun?" diye tersledi bu defa. Yanaklarını öpüp Deniz'in tişörtünü kafamdan geçirirken konuştum.

"Deniz'in hayaliydi bu anne, okuldan alamazsınız. Korkma bana bir şey olmaz. Hallederim ben."

Evden çıkıp otobüs durağına doğru yürümeye başladığımda telefonuma mesaj geldi.

*Benim bir işim çıktı saat 2 gibi buluşsak olur mu?*

Durağa gelince cevap yazdım.

*2 olmaz da 4 gibi buluşalım.* yazıp yolladım.

Deniz'in dersi aslında saat 4'te bitiyordu ama hocanın son dakikaya kadar ders işlediğini sanmıyordum, o yüzden yetişirdim sanırım.

Okula geldiğimde son günlerde olduğu gibi yine bakışlar üzerimdeydi. Fakat bu bakışlar öyle sandığınız, hayal ettiğiniz gibi hayranlık dolu değildi. Hepsi nefret doluydu. Çünkü ilk gün demiştim onlara 'Para değil beyin lider olacak' diye. Hepsi de beyinsiz olduğu için ve paraları bol olduğu için haliyle düşman taraf oluyordum.

Gözlerimi her bir nefret dolu bakışa değdikçe deviriyordum. Siz de anlamışsınızdır ki hayatın müşterek olduğunu düşünüyorum. Kinci, ve nefret etmekten hoşlanan biri değilim ama benden nefret edene hayran olacak halim yoktu. Elbette ki ben de onlardan nefret ediyordum.

Sınıfın olduğu koridora döndüğümde şu eziklerin ana kraliçesi Fırat ve saz arkadaşlarını görmemle tüm yaşam enerjim çekildi. Gerçi onlara da haksızlık yapmayayım şimdi, şu okulun sınırlarına girdiğim an boşlamaya başlamıştı enerjim, şimdi hepten dibini sıyırıyordum.

Onlara bakmadan, ifadesiz bir şekilde yanlarından geçip sınıftan gitmeye niyetlenmiştim ki bu sadece niyet olmakla kaldı.

"Pişt bücür buraya bak." Kafamı çevirip Ecrin'e baktım. Bu sırada tek kaşımı kaldırıp söyleyeceği şeyi bekledim. Aslında bu daha çok meydan okumaydı vücut dilinde.

"Gidip bize kantinden içecek bir şeyler al." Dediğinde bu kadar olayın üstüne hala bu yüzü bulduğu için onu tebrik ediyordum. Acaba ar damarını kaç yıl önce kaybetmişti? Tabi, bekledikleri tepkiyi vermedim. Vücudumu tamamen onlara dönüp işgüzar bir sırıtışla cevap verdim.

"Tabi ki. Yani engelli arkadaşlarımıza yardım etmek görevimizdi değil mi? Sonuçta olan beyni kullanamamak da bir engel." Dediğimde üstüme doğru yürüdü. Fırat elini önüne koyup "Sence de isyanın çok uzamadı mı ufaklık? Gül gibi yaşıyorduk. İlla diken mi olalım?" dediğinde ona meydan okurcasına bir kaç adım yanaştım ve tam dibine kadar girdim. Sonra vücudumdaki garip tepkiler bunun fazla yakın bir mesafe olduğunu belirtircesine artınca bir adım geriledim. Yoksa ondan bu kadar hoşlanmazken, hatta nefret ederken onun nasıl bu kadar yakışıklı olabileceğini düşünmem normal değildi. Zaten yakışıklı da değildi. Ne var canım? İlla, başka şartlarda görsem ağzımın açık kalacağı birini bu şekilde tanıdığım için de beğenmem mi lazım? Bence değil. Zaten beğenmiyorum da!

"Gül? Diken? Kıyamam, sen beni dikenle mi korkutuyorsun? Tabi, henüz hayatına kaktüs gibi düştüğümü anlayamadın! Ama yakında anlarsın." Deyip gerisin geriye döndüm.

"Ah! Bu arada ne alırdınız? Zıkkımın kökü şerbetini öneririm, tam ağzınıza layık." Dedikten sonra kantine indim. İlk defa indiğim kantin de beni hiç şaşırtmadı. Kantin derken muhtemelen şu caz kafe kılıklı yeri gücendiriyordum. Fakat buraya başka ne diyebilirdim ki? Diğer fakültelerde de böyle midir yoksa burası konservatuar olduğu için mi müzik ön plandaydı bilmiyorum ama bizim kantindeki gibi Kral TV'yi açıp sesi hoparlöre vermemişlerdi. Biraz etrafa göz gezdirdiğimde köşede antika gramofon duruyordu. Kocaman bir hoparlörü vardı. Gerçi buna hoparlör mü diyorlar çok emin değilim. Huniye benzeyen bir şeydi işte. Bizim okulun kantininin ana konsepti tavlaydı. Yani kantinde bir yiyecek sırası vardı bir de tavla sırası ama burada tek bir masada bile tavla yoktu. Eksikliğini hisseden de yoktu. Her tarafta bir nota imgesi, masalar da davul olsun piyano olsun çeşitli müzik aletlerini temsil ediyordu. Kendimi Alice burayı da harikalar diyarı gibi hissetmeye başlamıştım artık. Ama şimdi ne yalan söyleyeyim her zaman söylendiğim kantinci, kantinimizdeki kekolar daha samimiydi. Açıkçası bizim kantindeki kahkaha seslerini buradaki klasik müziğe tercih ederdim. Ah tabi bir de yüzleri boyalı pantomim çalışan öğrencileri ve tuhaf peruklu Deniz gibi tiyatro oyuncularını da unutmamak lazım. Biraz ürkütücüydü açıkçası. En azından duvarlar kırmızı olmasaymış, tansiyonum çıkıyormuş gibi hissediyorum kendimi.

Sıra bana gelince etrafı incelemeyi bırakıp bir su istedim ve özel okul olduğunu göz önüne alarak 2-3 lira vermeyi göze aldım.

Adam suyu uzattığında "Ne kadar?" diye sordum. "8 Lira" dediğinde gözlerim ardına kadar açıldı.

"Ne demek 8 lira? Az önce Kola alan kişiyle karıştırdınız sanırım. Su aldım ben." Dediğimde bana tuhaf bakışlarla cevap verince, suyun gerçekten 8 lira olduğunu anladım.

"Enayi mi var karşınızda, bulmuşsunuz tabi paranın nereden geldiğini sorgulamayan mirasyedileri kazıklayın! Bu su dışarıda 50 kuruşa kadar düşüyor ulan! Allah'ın suyunu bize yarım köfte fiyatına satın tabi! Almıyorum işte!" Deyip suyu adama fırlatırcasına atıp söylenerek çıktım sıradan. Tabi yine tuhaf bakışların altında.

"Sonra beyinsizsiniz diyince kızıyorlar. Lan bir suya 8 lira vermek zenginlik değil enayilik be!"

Sinirle sınıfa çıktığımda kızgın boğa gibiydim. Bir burnumdan duman çıkmıyordu! Tamam özel okulsun, ben de biliyorum fiyatın kazık olacak da bire 300 kazanmak nedir? Yoksa benim 8 liram yok mu sanki? Bunları dolandırıcılıktan içeri alacaksın bakayım bir daha yapıyorlar mı? Ben de bizim kantinde 1,5 lira diye protesto edip dışarıdan alıyordum suyumu. Gidip Hayrettin Abi'den özür dilesem yeridir.

Sınıfa girdiğimde Fırat ve saz arkadaşları yerlerine geçmiş saklamadıkları bir merakla sinirli halime bakıyorlardı. Onlarla uğraşmak için fazla sinirliydim. Çok ideal bir durum olsa da yapacağım plana ters bir durum oluşmaması için çenemi kapatıp boş bir yere geçtim.

Kadın bir hoca derse girince telefonumu çıkarıp ses kaydını açtım. Diğer derslerde de bunu yapmıştım. Sonuçta zaten ben anlamayacaktım. En azından Deniz bunları dinleyip anlıyordu. Sonuçta sınavlara kendi girecekti.

Hoca bir süre bir şeylerden bahsetti. Bazı taytlı adamların resmini açtı akıllı tahtada. Bu taytlı adamları ya da bunlara benzer kişileri en son lisede tarih dersinde Rönesans'ı işlerken görmüştüm sanırım. Edebiyat dersinde de olabilir, pek emin değildim. Ses kaydı açıkken adamların resmini falan da çektim. Deniz akıllıydı, kimin kim olduğunu bildiğini sanıyorum.

Gözüm bir kıza takıldı. Dönüp dönüp bana bakıyordu sürekli. Ben ona bakınca da gözlerini kaçırıyordu. En sonunda dayanamayıp, tahtayı çekiyor gibi yapıp kızın resmini çekip Deniz'e yolladım.

*Bu kim?*

Aradan bir iki dakika geçtikten sonra telefonumun bildirim ışığı yandı.

*Ne oldu ki? Bir şey mi dedi?*

Gözlerimi devirip *Soruyu ilk ben sordum!* yazıp yolladım.

*Ezgi. İyi bir kızdır.* yazıp yolladı. Hafiften işkillenmedim değil. Soruma asla cevap vermiyordu.

*Yani kim? Arkadaşın mı?* yazıp yolladığımda anında görüldü olup cevap yazmaya başladı.

*Sayılmaz. Ama bana hiç kötü davranmadı. Sakın bulaşma kıza!*

Kaşlarımı çatıp *Yemin ederim parçalarım seni! Sen de iyice beni eşkıya belledin. Ben kime karışmışım bunca zaman?* yazdım.

*O kadar çok ki yazmaya üşeniyorum...*

*Geri zekalı! Bana cevap verene kadar, bu zibidilere cevap verseydin, senin için bu kadar uğraşmak zorunda kalmazdım. Ama sen minnettar olacağına daha lak lak!*

Sohbetten çıkıp mobil veriyi de kapattım. Gözlerim tekrar Ezgi'yle buluşunca gülümsedim. İyi biriyse karışmama gerek yoktu sonuçta. Fakat o ne yaptı? Düz bir ifadeyle önünü döndü! Hah! Haspam, iyiymişmiş!

Hocanın söyledikleri dikkatimi ona vermemi sağladı. Çünkü ders boyunca söylediği en güzel ve gerekli sözcükler çıkıyordu ağzından.

"Şimdi 20 dakika ara. 20 dakika sonra listeden karışık bir kaç kişiyi seçip doğaçlama bir gösteri izleyelim onlardan."

Son cümlesi, ilk cümlesinin üzerine kara bir bulut gibi çökerken, içim şişti. Şimdi bende bu şans varken ve bu kadın muhtemelen Deniz'i tanıyorken adım listede denk gelmese bile kaldırırdı beni. E tabi ben gerçek Deniz olmadığım için de bu kırmızı alarmdı.

Of ne güzel 20 dakika kafa dinleyecektim ben!

Hoca çıkınca arkasından ben de hızla sınıfı terk edip bahçeye çıktım. Okulun çevresinde dolanıp tenha bir alan bulup Deniz'i aradım.

Telefon 2. Çalışınca açıldı.

"Alo Deniz, acil durum!" diye hızla konuştuğumda. O da aynı heyecanla "Ne oldu? Fark ettiler mi?" diye sordu.

"Yok hayır, ama an meselesi." Dedim bu defa. Bu defa daha az ama hala telaşlı bir sesle "Niye? Neyi fark ettiler?" diye sorunca olanı anlattım.

"Deniz, bak valla bende bu şans varken o kadın beni çıkarır tahtaya. Çabuk 15 dakikada uçuyor musun, ışınlanıyor musun bilemem ama çabuk gel." Dedim telaşla.

"Saçmalama Derya! Nasıl geleyim. Kendin de gördün yolu! 3 otobüs değiştiriyorum, trafik yoksa 45 dakika sürüyor. Mümkün değil 15 dakika." Dedi haklı bir kararlılıkla.

"O zaman bence sen, aç YGS'ye çalışmaya başla kardeşim. Çünkü kuvvetle muhtemel bursunu kaybedeceksin. Bu dersin kredisi yüksek demiştin."

"Bak Derya, benim canım sevgili ikizim. Lütfen sakin ol önce. Yapabilirsin. Sana güveniyorum ben. Sen aslında çok yetenekli bir kızsın. Bak kimse anlamadı ben olmadığını. Doğaçlamaymış zaten. Kendin olsan bile yeter. Zaten herkes başkasını taklit ettiğini düşünecektir."

"Deniz, Allah aşkına saçmalama! Aynı şey mi? Sen benim 20 yıllık kardeşimsin. Seni kendim gibi ezbere biliyorum. E hadi Yeşim'i ve Rüzgar'ı da uzun zamandır tanıyorum. Onları da taklit ederim ama yani bu iyi rol yapabildiğimi göstermiyor!"

"E tamam işte, üçünüzü ortaya karışık bir şey yap, hem zaten başımıza bir şey gelse annemlere hep sen yalan söylerdin. Ben beceremezdim. Bence senden de iyi oyuncu olur. Hem hatırlasana kaç defa hasta taklidi yapıp okula gitmedin!"

"Of Deniz, iyi tamam. Ama kalırsan dersten bana kızmak yok. Ben elimden geleni yaparım." Deyip telefonu yüzüne kapatıp içeri geçtim. Hala 7-8 dakika vardı dersin başlamasına. Kendimi teskin etmeye çalıştım. Sırama geçerken Ezgi denen kız bana seslendi.

"Deniz!"

Kıza bak sen, derste beni görmezden gel, şimdi de Deniz. Dur ben de seni duymazdan geleyim de gör sen!

"Deniz!" diye tekrar çağırdığında ifadesiz bir şekilde ona baktım.

"Efendim?" dediğimde sanırım neye bozulduğumu anlamış gibi mahcup bir şekilde gülümsedi.

"Kusura bakma, Derste şey oldu.."

"Ne oldu?" diye sorduğumda.

"Ecrin ve Esra bakıyordu." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Bu kız da mı acaba bursluydu da bunlardan korkuyordu? Kılığına bakınca hiç de öyle durmuyordu oysa!

"Neden onlardan korkuyorsun?"diye sorduğumda başını iki yana salladı.

"Korkmak değil, ailelerimiz beraber iş yapıyor. Aramız bozulursa, bu ailelere de yansıyacaktır. Bu durumdan da benim ailem zararlı çıkacaktır." Dediğinde başımla onayladım. Sonra fark ettiğim şey kafama balyoz darbesi gibi indi. Bu kız beni Deniz sanıyordu diğerleri gibi. Yani erkek sanıyordu. Ve bu hal tavırlarına bakılırsa Deniz'den hoşlanıyordu?

Öyle mi?

Anladığımı belli edercesine başımı salladım. "Peki şimdi niye benimle konuşuyorsun?" diye sorduğumda "Çünkü mahcup oldum." Dedi. Başımla onayladım.. "Sorun değil, sadece diğerleri gibi davran. Çünkü benim tek dünyam burası değil. Dışarıda fazlaca arkadaşım var zaten." Deyip yerime geçtim. Zilliye bak sen! Ben ki birinden hoşlanacağım ve onu sırf korkularım yüzünden görmezden geleceğim. Kızım sen önce bir Deniz'i hak et!

Telefonu çıkarıp Deniz'e mesaj attım.

*Bana bak, bu Ezgi denen kıza fazla yüz verme sakın! Ağırdan al biraz kendini! Saf mısın nesin anlamadım. İyi kızmış!*

Bir kaç saniye sonra görüldü olup mesaj yazmaya başladı.

*Derya sen dengesiz misin? Ben senin için endişeleniyorum, nasıl bu işin altından kalkacak diye, sen gidip garip teoriler üretip saçma sapan işlere karışıyorsun!*

Gözlerimi devirip yazmaya başladım.

*Niye benim için endişeleniyormuşsun? Kendin için endişeleniyorsun! Hem daha belli değil belki beni kaldırmaz ve aç parantez benim burada bulunma amacım bu entrikalar kapa parantez*

Hoca sınıfa girince yine mobil veriyi kapattım. Şimdi Deniz'le uğraşamazdım. Avuç içlerim terlemeye başlamıştı. İçimden bildiğim tüm duaları etmeye başladım. Dualar işe yarıyordu. 3. Seçilen kişi de ben olmamıştım. Son 4 ve 5. Kişi de derken rahatlayıp arkama yaslandım. Bilsem 6 kişi seçileceğini İslam'ın şartlarını da saymaya başlardım. Çünkü 6. Şanslı! kişi bendim...

"88 numara kimmiş? Deniz, canım seni de alalım bakalım sahneye!" kalbim güm güm atarken sıradan çıktım. Ayaklarım geri geri gitse de eninden sonunda tahtaya çıkmıştım. Tahtada tanıdığım sadece Ezgi ve Taner vardı. Taner bana alayla bakarken benim de dudağımın kenarı alayla kıvrıldı. Yani bunun altında bir şey olduğundan değil de o öyle sansın. Sonuçta bir tür psikolojik baskıydı.

Hoca bir süre küçük kağıtlara bir şey yazıp katladıktan sonra masasının üstünde karıştırdı.

"Şimdi iki grup olacaksınız ve biz iki gösteri izleyeceğiz. Gruplar oluştuktan sonra konuyu vereceğim. Üç kağıtta 'Bir' üç kağıtta da 'iki' yazıyor. Seçtiğiniz kağıtlara göre hangi grupta olacağınız belli olacak. Çok adil değil mi?" diye bana bakıp imayla sorduğunda Samet Hoca'yla aralarında benim hakkımda bir muhabbet geçtiğini anlamıştım. Dudağımın kenarı kıvrılırken "Standartların üstünde tabi." Diye mırıldandım. Hocaya yakın olduğum için beni duydu ama bir şey demek yerine gülümsedi. Tek duyan Hoca değildi. Ezgi de duymuştu. O da gülümsedi.

Şimdi kız olmasam Ezgi'ye kur yapardım ama bu biraz garipti.

Sırayla Ben, Ezgi, adının Tuna olduğunu öğrendiğim çocuk, Dilara diye bir kız, Taner zibidisi ve sarışın bir çocuk sanırım adı Kerem ya da Kerim olan çocuk kağıtlarımızı çektik. Hoca tahtaya geniş bir aralıkla bir ve iki yazdı . Biz de bu rakamların altında kümelendik. Birinci grupta ben, Ezgi ve maalesef Taner vardı. Diğerleri de ikinci gruptaydı. İçimden şansıma en nadide küfürlerimi gönderirken bir yandan da bu işin altından kalkabilmek için dualar ediyordum. Sonra küfürle, duanın aynı anda pek iyi olmadığını fark edince tövbe ettim. Ben kendi içimde hesaplaşırken Taner'in bana alayla bakan gözleri hala çok işimin olduğunu gösteriyordu.

Ama ben de Derya'ysam sizi yola getirmesini de bilirdim. O zaman görürüz el mi yaman bey mi yaman?

İnstagram: Liveyourlife319
Twitter: Cherrange1
Tumblr: liveyourlife319.tumblr.com

Continue Reading

You'll Also Like

574 74 7
"Tüm gerçekleri bir anda söyleseydim ne değişirdi ki?" demiştin. Ne değişirdi ki? Tüm gerçekleri, pençeleri kıvrık bir hayvanınki gibi derime geçirse...
90.8K 4.4K 38
Tamamlandı ✔️ "Bu kitabı; 24 yıllık hayatım boyunca, içimde sürekli takılıp düşen o küçük kıza ithaf ediyorum."
13.1K 1.5K 7
Ben Muazzez . 17.02.2018 tarihinde pencereye vuran kar tanelerini izlerken yaşadığım bu sefil hayata son verdim. Ölümün beni kucakladığını hissetti...
134K 11K 43
Bir okuyan pişman bir de okumayan ama okuyan daha pişman. Ağzından düşürmediği lolipobuyla ilgi çeken yakışıklı bir şef. Sevgili mimarımız ve genç kı...