Neden - Sonuç

By sinaeys

622 79 6

Kimseye muhtaç olmayan bir kız süreklendiği hayatın kıyısında boğulmaktan korkar. Aşktan korkar, hissetmekten... More

Giriş
1. Bölüm • Yeni
2. Bölüm • Arkadaş
3. Bölüm • Bilinmeyen
4. Bölüm • Avukat
5. Bölüm • Sürpriz
6. Bölüm • Hırsız
7. Bölüm • Kaza
8. Bölüm • Kimse
9. Bölüm • Normal
10. Bölüm • Uzaklaşma
11. Bölüm • Anne
12. Bölüm • Baba
13. Bölüm • Tehlike
15. Bölüm • Esaret

14. Bölüm • Zorluk

6 0 0
By sinaeys

Bölüm Şarkısı - Said The Sky - Show & Tell (feat. Claire Ridgely)


14. Bölüm : ''Zorluk''


Gözlerimi karanlık karşılarken nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Bu sahnenin tanıdıklığı midemi bulandırıyordu. Ağzımdaki oksijen cihazının uzantısı çıkarıp doğrulmaya çalıştım. ''Deneme bile.'' Kalp atışlarım hızlanırken kolumdaki iğneye uzanan elim durdu. Ayağa kalktığı ana kadar sesini tanıyamamıştım. Babam kısa bir bakış atıp odadan çıktığında bulanık anılar dışında boştum. Ne olmuştu böyle?

Işık açıldığında gözlerimi kapattım. Rahatsız oluyordum. ''Uyandı mı görmek istiyorum onu?'' Kapının önüne baktığımda Mete doktoru kenara itmeye çalışıyordu. ''Zaten iki kişi var muayene sırasında alamam.'' Doktor kapıyı kapattığında burnumdaki sızlamaya kafam da eşlik ediyordu. ''Uyanmışsın.'' Kafamı sallarken başımdaki korkunç ağrıyla inledim. ''Beni duyuyorsun değil mi?'' Belli belirsiz kafamı salladım. Başımdaki Ağrı çok fenaydı. ''İsmini söyleyebilir misin bana?'' Yutkundum. ''Al-Alya.''

''Çok güzel. Bana en son neler olduğunu anlatabilir misin?'' Gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştım. Birkaç silik görüntüden başka bir şey yoktu. ''Hatırlayamıyorum.'' Zorlukla ağzımdan çıkan kelimeden sonra doktora bakmayı bırakıp babama ve dayıma baktım. Babam başımda dikilmiş şüpheyle bana bakıyordu. Dayıma kısa bir bakış attım. Yüzünde geniş bir endişe vardı. ''Her şeyi biliyor da ne olduğunu nasıl hatırlamıyor?'' Babama baktım. Sinirliydi.

''Oğuz bey aslına bakarsanız başına ne geldiğini bilmiyoruz. Kafatasında çatlak var. Ağır bir darbe almış. Kazadan sonra hasta psikolojik olarak hatırlamak istemediğinden o anları çöpe atıyor diyebiliriz.'' Gözlerimi kapatıp bir şeyler hatırlamaya çalıştım ama içime kötü bir his yerleşiyor çabalarım işe yaramıyordu. ''Şimdilik bir sıkıntı görmüyorum. Bir kaç saat önce dediğim gibi çatlak çok ufak. Cerrahi bir müdaheleye gerek yok. 5-6 aya kaynayacaktır. Hastayı yalnız bırakmamaya çalışın. Geçmiş olsun.''

Doktor çıktıktan sonra babam bana tuhaf bir şekilde bakmaya başladı. Yastağın üzerine dökülmüş saçlarıma gitti eli. Ne yaptığını anlamak için kafamı hafifçe çevirdim. Saçlarımı okşuyordu. Saniyeler süren bu an bana huzur verirken mutlu olduğumu hissediyordum. ''Ben sigara içmeye çıkıyorum Engin. Şu soytarı tiplileri odaya alma.'' Soytarılar derken kimi kastettiğini anlayamasam da arkadaşlarıma söylediğini tahmin edebiliyordum.

Babam kapıyı kapatırken gözlerim dayıma kaydı. Gözlerinin altındaki belirgin kırmızılıktan uykusu olduğu anlaşılıyordu. Belki de ağlamıştı. Bilemiyordum. Kapı açıldığında her şey çok hızlı gelişmişti. İçeriye önce Bennu sonra Mete, Alptuğ ve Çağlar onların arkasından Ece girmişti. ''Çok özür dilerim.'' Ece elimi tutarken ağlıyordu. Bennu'nun da ondan farklı bir yanı yoktu. ''Ben gelene kadar çıkmayın odadan. Kahve alacağım isteyen var mı?'' Dayım ayaklanırken kimse cevap vermemişti. ''Özür dilerim.'' Bu sefer konuşan Mete'ydi. Neden özür dilediklerini anlayamıyordum. ''Neden özür diliyorsunuz?''

''Olanlar için.'' Konuşan bu sefer Ece'ydi. ''Bana ne oldu?'' Aklımı kurcalayan asıl soru buydu. Neden bu haldeydin? ''Sen, sen hatırlamıyor musun?'' Kenarda bekleyen Alptuğ'a ilişti gözlerim. O an kapının kenarında dikilen bir bedende durdu gözlerim. Artuk'un gözlerine bakınca vücudumun geneline yayılan bir huzursuzluk vardı. ''Yarış'a gitmiştik. Hatırlıyorsun değil mi?'' Kaşlarımı çattım. Yüksek müzik, kalabalık, birbirinden lüks arabalar... Görüntüler yavaş yavaş beynimde yer edinirken burnum hafif hafif sızlıyordu. Biraz daha zorlasam hatırlayacak gibiydim.

Çalan telefon sesi tüm düşüncelerimi bölerken Bennu telefonu cebinden çıkardı. ''Alo? Evet, uyandı. Tamam.'' Bennu telefonu kulağından uzaklaştırıp ekranı bana çevirdi. Aramayı görüntülü aramaya çevirmişti. Ekranda annemin yüzünü gördüğümde kalbim yerinden çıkmak için isyan ediyordu. Pelin'in dedikleri hatrıma gelirken onu nasıl bıçakladığım gözümün önündeydi. Her şey onun yüzünden olmuştu. ''Kapat şunu.'' dediğimde Bennu şaşkın gözlerle bana bakıyordu. ''Kapat dedim sana! O kadının yüzünü görmek istemiyorum!'' Bağırdığımda yerinden sıçrayıp aramayı sonlandırdı.

Alptuğ ile konuşmalarını anımsadım. Benden nefret ediyordu. Gözlerimden akan yaşlar kulaklarıma doğru yol alıyordu. Ellerim kanaya kanaya kırdığım vazoyu toplamıştım. Saçlarım ve iç çamaşırlarım sırılsıklamken dışarı çıkmıştım. Dayım beni istememişti. Babamdan korkmuştum. Parka gitmiştim. Tüm gecemi iliklerime kadar titreyerek bir ağaçta geçirmiştim. ''Çağlar doktoru çağır.'' Düşmüştüm. Sahilde çocukla oturmuştum. Her tarafım kana bulanmıştı. Mete'yi aramıştım.

Annemden nefret ediyordum. Artuk'tan nefret ediyordum. Kolumdaki serum iğnesi sökercesine çıkardığımda doğruldum. Başıma giren korkunç acıyla çığlık attım. ''Ne oldu?'' Doktor'un sesini zor zor duyuyordum. ''Sakinleştirici hazırlayın!''

Sesler yavaş yavaş kulağıma iliştiğinde ağırlaşan göz kapaklarımı araladım. Odada kimse yoktu. ''Dediğim gibi, hastanın bundan sonra dikkatli olması gerekiyor. Bazı ilaçlar yazacağım çıkmadan önce. Şimdilik kafatasında ufak bir çatlak var ama oraya alınan ufak bir darbe bile büyük tehlikelere neden olabilir. Kaynaşması uzun sürecek. Mide bulantısı, kusma, baş dönmeleri, burun kanaması olabilir. Psikiyatr ile de görüşülmesini tavsiye ediyorum.''

''Peki ya spor? Maçlara hazırlanıyordu.'' Aklımdan geçenleri dayım sormuştu bile. ''Ne tür bir spor?'' O an içimi büyük bir sıkıntı kapladı. Maçlara sayılı günler kalmıştı ve benim bu dikişlerle gitmem olanaksız görünüyordu. Kafamı çarpmam çok kötü olmuştu. Burnumun acısından kafamı fark etmemiştim. Şimdi ise sızlayarak kendini fazlasıyla belli ediyordu. ''Dövüş.''

''Kesinlikle bırakması gerekiyor. Karşılıklı müsabaka onun için çok büyük bir tehlike. Kaldı ki denge sorunu uzun süre olacaktır. Sağlıklı maç bile yapamaz. 1 ay antremanlara bile gitmesin. Antremanlarda da kendini yormasın. Yine karşılıklı maç yapmasın. Antremanları da hafif yapmalı.'' O an hayatımın gerçek anlamda boka battığını düşünüyordum. ''Geçmiş olsun.''

O an Pelin'in ne durumda olduğunu merak ediyordum. Yaptığımdan pişman değildim ama başıma bela almaktan korkuyordum. Kıza bıçağın ne kadar derin girdiğini bilmiyordum. Öldüğünü sanmıyordum ama içimde büyük bir sıkıntı vardı. Öfke vardı. Herkese karşıydı öfkem. Mete ve Bennu'ya ihtiyacım vardı ama yanımda olamamışlardı. Yetmiyormuş gibi Benuu beni annemle görüştürmeye çalışmıştı. Ece'ye kızgındım beni peşinde sürüklediği için. Dayıma kızgındım beni istemediği için. Alptuğ'a kızgındım beni Artuk'a bıraktığım için. Artuk'a kızgındım.

Asıl olarak kendime kızgındım kimsenin hayatında önemli bir yere sahip olmadığım için, gururlu olduğum için. Artuk, peki ya o neden buradaydı? Benden nefret eden birinin ne işi vardı? Her şey onun yüzünden başıma gelmişti.

"Ben bir Alya'yı kontrol edeceğim sonrasında aşağı inelim. Konuşmamız lazım." Kapı ardından dayımın sesisi duyduğumda hızla gözlerimi kapattım. Dayımın odaya girmesiyle çıkması bir olmuştu. "Çocuklar, içeri girmeyin olur mu? Uyuyor zaten ters bir şey olursa arayın bahçedeyiz." Dayımla babamın ne konuşacağını deli gibi merak ediyordum. Dayımın söylediğini Mete "Tamam, Engin dayı." diyerek onaylamıştı. Bennu ve Mete de dayıma benim gibi dayı derlerdi. Küçüklükten kalan bir şeydi sanırım.

Dışarda kimlerin olduğunu bilmiyordum ama kapı önünde konuşulan her şeyin kulağıma gelmesi fazlasıyla sinir bozucuydu. "O gece ne oldu sizce? Te-tecavüz falan olmamıştır. Değil mi?" Bennu'nun titrek sesi kulaklarıma ulaştığında gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi açıldı. "Saçmalamayın lan kesin sesinizi!" Artuk'un gürlemesi ikinci şoku yaşatıyordu.

"Niye? Senin yüzünden olmadı mı tüm bunlar? Sadece birkaç saat idare edecektin amına koduğum. Kim bilir ne oldu ağzı burnu dağılmış. Sikerim inadını da yaptığın işi de." Alptuğ bağırıyordu. "Saçma sapan konuşma lan. Dayım geldi dedi ne biliyim amına koyayım. Sikim sikim konuşma bana." Artuk da karşı saldırıya geçtiğinde kalbimin de hızla çaptığını hissediyordum.

"Bilmiyorum farkında mısınız ama burası hastane ve Alya içerde uyuyor." Ece'ye hak verdim. Burada kimseyi istemiyordum. Başıma ne geldiği ile ilgili tahmin yürütmelerini veyahut bana acımalarını duymak istemiyordum. "Sırası değil bence de." Yabancı sesin sahibinin kim olduğunu anlamaya çalıştım. Cenk olmalıydı.

"Cenk delireceğim yemin ederim. Kız bir bok yiyor her şey benim üstüme kalıyor. Aranıyor muydu da gitmeseydi o saatte ne bok yemeye gitti?" Artuk'un dedikleri saniyeler içinde zehir gibi kalbime yol aldı. Aranıyor muydu?

Yani bu demek oluyordu ki, başıma ne gelirse gelsin hepsini hak etmiştim onun gözünde. Tecavüze uğrasaydım, tecavüzü bile hak etmiştim o saatte çıktığım için. Bu dediği ve düşüncesi çok alçakçaydı. Gözlerim dolarken eşsiz bir acı yayıldı vücuduma. Fazlasıyla acıyı hissediyordum.

"Düzgün konuş lan! Ne diyorsun sen?" Mete'nin bağırdığını duydum sonra. "Ne demeye çalışıyorsun lan sen? Aranıyor ne lan?" Mete çok sinirlenmiş olmalıydı. "Bir durun amcam geliyor."

"Ece sen benimle gelsene bir." Babamın sert sesini duyduğumda kaşlarımı çatmadan edemedim. ''Mete, gel sigara içelim.'' Çağlar'ın sesini duymuştum bu sefer. ''Sen gelecek misin Alptuğ?'' diye sordu bu kez. Belli ki Çağlar ortamın gerginliğini dağıtmaya çalışıyordu. ''Yok. Bennu sen de gitsene. Artuk'la konuşacağım.'' Onaylama mırıltıları kulağıma ulaştığında kapının önünde yalnız Artuk ve Alp'in kaldığını anlamıştım. 

''Ne sikim diyeceksen de. Gideceğim.'' Artuk'un sesi asabi tonlamalardaydı. ''Senin neyin var? Son günlerde çok sinirlisin.'' 

''Çok sıkıntıdayım Alptuğ. Ve evet sinirliyim. Paraya ihtiyacım var. Bir şeyler yapmam gerekiyor. Soktuğumun dersleri var bir de. Kafayı yiyeceğim.'' Kaşlarımı çattım. Artuk hakkında duyduğum en açık şeydi belki de. Paraya ihtiyacı olan birine benzemiyordu. Eğer Caner'in dediği gibi kulübe ortaklığı varsa bir gecede kulübün ne kadar para kazandığını düşünemiyordum. Oysa geçenlerde dövüştüğü paraya da ihtiyacı olduğunu söylemişti. Aklım almıyordu. Oldukça pahalı arabası ve motoru vardı. ''Bak kabul etmeyeceksin ama, benim hesapta epey param var. Bak babamdan almayacağını biliyorum. İnadından vazgeç sen benim kardeşimsin bu tür şeyleri dert edilecek şeyler değil. Mustafa itinin götünü bekleyemezsin.'' 

''Alptuğ anlamıyorsun, amına koyarım böyle işin. Mustafa gavatının zamanında babamdan yediklerinin hesabı bunlar. Şimdi bu durumdaysam en büyük sebebi o gavat. Babamdan çaldığı paraları geri alıyorum. Buna hakkım var. Eğer şu malların parasını alırsam borcun yarısını kapatıyorum. Kimseden tek kuruş istemiyorum. Bu üstümdeki borcun beş kuruşuna kadar o gavattan alacağım.'' Anlam vermeye çalışıyordum. Demek paraya ihtiyacı vardı. Yanlış anlamadıysam bir borç vardı ve borca neden olan kişi Mustafa denen adamdı. ''Peki, tamam.''

''Sabah da ders var amına koyayım. Ben hala burada bekliyorum.'' Sinirle söylendiğinde hala söylediklerinin etkisindeydim. ''Yine de Artuk, Alya sayesinde aldık o malları biliyorsun. Ona teşekkür etmeliydin.''

''Kimseye minnet etmem ben. O söylemese bile bulacaktım er ya da geç. O kız sinirimi bozuyor. Senin için buradayım zaten milletin içinde bağırıyorsun bir de. Çok sinirlendim yarram. Kızın duşuna kadar yaptırdım. Daha ne istiyorsun amına koyayım?'' Dediklerine sinirlensem de şaşkınlığım ön plandaydı. Bana duş aldırdığını söylemişti. Utandığımı hissederken Alp'in bunda farklı bir anlam aramaması için dua ettim. 

''Duş mu aldırdın piç herif!'' Alptuğ'un sesinde şaşkınlıkla karışık alay vardı. ''Sus lan sikerim. Saçma sapan imalar yapma bana.'' Artuk benden hiç haz etmiyordu. Çok ters biriydi ve ben; bana yaptıkları ne olursa olsun pişman değildim. Paraya ihtiyacı vardı ve dediği gibi büyük bir katkım olmuştu. Oysa ona göre benim yaptıklarım koca bir hiçti ve iyilikten anlamayan biriydi. Çok açık sözlüydü ve kırıyordu, şu an olduğu gibi. Gözünde ufak bir değerim bile yoktu ama beni paramparça ediyordu. Bundan nefret ettim.

''Gidiyor musun şimdi?'' diye sorduğunda Artuk'un yanıtı kısa ve netti. ''Aynen.''

Sabahı nasıl getirdiğimi bilmiyordum ama bir ara Bennu ve Mete'nin ailesi, Alptuğ'un babası geçmiş olsuna gelmişlerdi. Onları görmesem de konuşmalarını duyuyordum. Babam onlara bana davrandığı gibi sert davranmamış aksine oldukça hoş sohbet etmişti. Zaten hepimizin babaları bir şekilde yakınlardı.

"Hadi bakalım. Eve gidiyoruz." Bakışlarımı pencereden çektim. Yeşil gözleri yorgundu. "Hangi ev?" Sormadan edememiştim. "Benim evime." Babamın sesiyle bakışlarım donuklaştı. Hiçbir şey demeden doğruldum. Dikiş yerlerimdeki sızılar kendini belli ediyordu.

Ensem tuhaf bir şekilde terlemişti. Bu durumdan rahatsız hissederken dayım kalkmama yardımcı olmuş ellerini belime sarmıştı. Kapıdan çıktığımda beni karşılayan boş koridora kaşlarımı çattım. Kimse yoktu. En azından Mete ve Bennu'nun burada olduğunu düşünüyordum. Belki de gitmeleri iyiydi.

"Ben senin şoförün değilim öne geç." Arka kapıya tututan ellerim şaşkınlıktan gerilmişti. Söylediği şeyin ne kadar saçma olduğunun farkında mıydı? "Hadi, seri ol." Arabaya kendini atmadan önce bana bir bakış attı. O an sinir tüm hücrelerime kadar uzandı. Hastaydım doğru düzgün yürüyemiyordum ve bu adam arka koltuğa geçmemi mi sorun ediyordu? O an aptallığıma gülmek istedim. Bu adam yıllarca yüzümü görmemişti bile.

Yol boyu kafamı çevirip yüzüne bir kez bakmadım beni iyi şeylerin beklemediğini biliyordum. "Yaptığın saçmalığın beni ne kadar zor duruma sokacak farkında mısın?" Yine ona bakmadım. Tek umrunda olan çıkarlarıydı değil mi? "Ve senin neden böyle saçma bir harekette bulunduğunu merak ediyorum."

"O adamların neden beni öldürmeye çalıştığını değil de benim neden kızı bıçakladığımı mı merak ediyorsun?" Hissettiğimin aksine sesim çok da sakindi. "Neden yaptın? İmtikam mıydı istediğin? Eğer söyleseydin en güzelinden bunu yapardık. Elini kana sürmene gerek yoktu. Bu bir basına yansırsa neler olacağını tahmin edemezsin. Kaldı ki o piç var ya polise verecek seni. Tehtit edip duruyor piçin evladı."

Bir an bileğime soğuk kelepçelerin geçtiğini düşündüğüm de tüylerim diken diken oldu. "Kızımın yanımda olması gereken zamanda hapise giremez anlıyor musun?" Ne demek istediğini anlamazken kalbim saçma bir şekilde hareketlendi. "Nasıl yani?"

"Diyorum ki sen benim kızımsın, bir kere bıraktım ikincisi olmayacak." Yüzüne uzun uzun baktım. Bir tarafım bu cümlesinden etkilenirkrn diğer yanım ona öfkeliydi. Affetmek istemiyordu. Yıllar sonra hayatında bu adamın yer edinmesini kabullenemiyordu. "Bu adam cidden şikayet eder mi? Kızın durumu neymiş?"

"Kızın durumu iyiymiş de raporu çoktan almışlar. Polise gitmeye bakar. Orospu çocukluğu yapıyor. Suratını da mı dağıttın kızın?" O an gözlerimin önüne yaşananlar geldiğinde sinirimin hala diri olduğunu fark ettim. ''Evet.'' Kırmızı ışıkta durduğumuzda yüzünde geniş bir sırıtma yer edindi. ''Ne oldu?'' diye sordum anlamazca. ''Yok bir şey.'' Kızmasını bekliyordum. ''Şimdi ne olacak?'' 

''Evde her şeyi konuşacağız.'' Az önceki neşesi kaybolmuş yerine bambaşka bir adam gelmişti. Sıkıntıyla iç geçirdim. 

Kapıyı yaklaşık ellisinin ortasında gösteren bir kadın açmıştı. ''Hoş geldiniz Oğuz Bey ve,'' Şaşkınlıkla gözlerini bana çevirdi. ''Alya? Ne kadar büyümüşsün sen öyle. Aynı Filiz Hanım'a...'' 

''Sus Nuriye Hanım! Sakın, ağzına almayacaksın!'' Babamın bağırmasıyla kadın kıpkırmızı kesilmişti. Sinirle içeri geçtiğinde kadına üzülerek baktım. Babam annemin adının anılmasına bile katlanamıyordu belli ki. ''Geç kızım.'' 

Başımdaki korkunç ağrıyı yok sayarak evi incelemeye başladım. Hatırladığımdan çok farklı gelmişti bana bu ev. Evdeki eşyaların tümünün yeri değişmişti. Etrafı incelemeyi bırakıp salona ilerledim. ''Üstünü değiştir şu kılıkla dolanma. Nuriye Hanım sana bir duş aldırsın kafana su tutmadan. Pislik içindesin. Odasını da göster.'' Üstüme baktım. O gece üstüme ne giydiysem onu taşıyordum. Siyah şortum tozlar içindeydi. Onun karşısında bu şekilde olmaktan uzanmıştım nedensizce. 

Odaya çıktığımızda inceleme yaptım. Lacivert, siyah beyaz ağırlıktaydı. Büyük yatak boydan tamamen cam, pencerenin ortasındaydı. Pencereleri kapatacak boydan perdeler açıktı. Yatak başlığının dayandığı duvar, desenli duvar kağıdıyla kaplıydı. Yatağın sol yanında camlı balkon kapısı gibi bir kapı vardı. Arka bahçeye açılıyordu. Bu hoşuma gitmemişti. Güvenli gelmiyordu. Yanında ise koltuk ve birkaç puf vardı. Çalışma masasının üzerinde bir kaç süs eşyası ve lamba duruyordu. Duvarda küçük raflar vardı. Çalışma masasının karşısında da boydan bir kitaplık vardı ve boştu. Sanırım orayı ben dolduracaktım. Bir kapı vardı. Banyonun orası olduğunu tahmin ediyordum. 

Dolap göremiyordum. İki duvarın çakışma noktasında bir boy aynası ve biraz mesafe olacak şekilde 5 raflı bir çekmece vardı. ''Beğendin mi?'' Nuriye Hanım'a kısa bir bakış attım. ''Evet.'' Odada hoşuma gitmeyen tek şey zemin katta olmasıydı. Eski odamın balkonuna çok alışıktım oysaki. ''Ben kıyafetlerinizi hazırlayayım.'' Banyo olarak düşündüğüm kapıya yöneldi. O an yanıldığımı anladım. Giyinme odasıydı. 

Kapı açılır açılmaz duvar boyunca yan yana dizilmişlerdi. Beyaz ve küçük tüylü halının üzerine Siyah bir koltuk yerleştirilmişti. Büyüktü ve dünyanın kıyafeti sığabilirdi buraya. Küçük ve iç karartıcı değildi. Geniş ve iç açan türdendi. En azından kolayca ulaşacabilecektim ne ararsam. Fazla kıyafet yoktu. Bu kıyafetler yeni miydi yoksa bir başkasının mıydı? 

''Bu kıyafetler başkasının değil, değil mi?'' Kadın koltuğun üzerine gül kurusu rengindeki iç çamaşırı bırakırken güldü. ''Hayır. Bizzat ben aldım.Oğuz bey aldırdı hepsini.  Hepsini yıkadım üteledim ve yerleştirdim.'' Dikkatli bakınca kıyafetleri renklerine göre sıraladığını fark etmiştim. Epey düzenli ve titiz bir kadın olmalıydı. ''Vay be. Etkilendim ve rahatladım ne yalan söyleyeyim. Ben de titizimdir biraz. Yeni de olsa yıkamanıza sevindim. Teşekkürler.'' Kadın içten bir şekilde gülümsedi. 

Banyoya girdiğimizde Nuriye hanım küvetin suyunu ayarlamaya başladı. ''Bu arada tüm eksiklerini söyleyin bana kızım.'' dediğine anlam veremedim. ''Nasıl yani?'' Doğruldu. ''Banyo eksikleri. Şampuan, duş jeli ya da kullandığınız bakım ürünleri. Ya da kişisel ürünler. Oğuz Bey bir eksik istemiyor. Bu banyo da size ait.'' Kafamı salladım. ''Teşekkür ederim ben hallederim.'' 

''Aman ha kızım Oğuz bey haşlar beni vallahi.'' Babamın kadına nasıl bağırdığını hatırladığımda ona cidden üzüldüm. ''Yani ben bilmiyorum rahatsız olurum öyle.'' Kesinlikle yalandı. O gece Artuk beni soyundurduğunda rahatsız olmamıştım. Bu da garipti. Bikini giymeye bile çekinirdim ama iç çamaşırımla onnun karşısında utanmamıştım. ''Neyine rahatsız oluyorsun kızım. Küçükken de seni ben yıkardım.'' 

Yıkandıktan sonra başımın ağrısı felaketti. Nuriye Hanım'ın duvara astığı bornozu üzerime geçirdim. Saçlarımı topladığımdan ıslanmamıştım. Duş iyi gelmişti. Saçlarım da oldukça yağlıydı ve bu midemi bulandırıyordu. Yine de vücudum rahatlamıştı.

Giyinme odasına girdiğimde kafamın da vücudum gibi rahatlamasını umdum. Çabucak giyinip çıkarken kadının odamda beklemesi sinirimi bozmuştu. Çocuk muamelesi görüyordum. "Oğuz bey sizi bekliyor." Gülümseyerek odadan çıktığında odayı biraz daha inceleyip çıktım.

Babam bıraktığım gibiydi. Telefonuyla uğraşıyordu. Gergince karşısındaki koltuğa oturdum. "Yemek hazırlayın." Yavaşça telefonu kapatıp yanına bıraktı. Dikkatle yüzüme baktı. "Konuşacağız." Kalbim hızlı atarken yüzüne baktım. Ona hala alışamamıştım. "Sen hastanedeyken Engin'le epey konuştuk. Annenin yanından geldiğinden beri toparlayamamışsın kendini. Doğru mu bu?"

"Bilmem, hayatımda pek bir şey değişmedi. Ne de olsa yıllardır yoktu." Ona hislerimi açacak kadar samimi görmüyordum. "Neden boşandığımızı biliyor musun?" Bakışlarımı yere indirip belli belirsiz kafamı iki yana salladım. "Onu hep çok sevdim. Bir gün iftiraya uğradım. Annen inandı. Onu aldattığımı düşündü. O günden sonra düzgün ilişki kuramadık. Kavga gürültü. Yurt dışına gittik. Belki tatil iyi gelir diye. O Amerika'daki yaşamına dönmek istedi. Boşandık. 6 ay kadar önce tekrar görüşmeye başladık. Sonra bana," Sustu, yutkundu, gözlerini kaçırdı. "Bana hamile olduğunu söyledi." O an kalbime bir ağırlık çöktü. Nefes alamayacak gibiydim. Gözlerim dolarken kafamı olabildiğince eğdim. "Ne hissettiğimi tahmin edebiliyor musun?" Sorduğu soruyla göz yaşlarım kendini atmak için yalvarıyordu. Boğazımdaki düğümü göz ardı edip kafamı kaldırdım.

"Evet, edebiliyorum. Beni kendi hayatına almaktan aciz kadının karnını nasıl sevgiyle okşadığını gördüm baba. İçimdeki öfkeyi tahmin edebilir misin? Sana karşı ne hissettiğimi görüyor musun peki? Burada tek suçlu annem değil. Sen de suçlusun. Ama ben yine sizin yüzünüzden birini bıçakladım. O kızın dilindeydi benim ailem. Yıllardır yüzünüzü görmedim. Ama size laf da ettirmedim. Siz bana anne baba bile olamadınız, sahip çıkmadınız. Ne değişecek bana söyler misin? Yılların telafisini yapacağını mı sanıyorsun?"

İçimde ne var ne yoksa kustuğumda şaşkınlığı gözle görülür biçimdeydi. Bunları dile dökecek cesareti nereden aldığımı bilmiyordum, çok öfkeliydim. "Sana ne dedi?" Cevap vermedim. "Cevap ver ne dedi?" Sesini yükselttiğinde tekrar yüzüne baktım. "Cidden o iğrenç şeyleri ağzıma almak istemiyorum."

Sustuk.

"Daha konuşacak çok şeyimiz olacak. Bu gece iyi dinlen. Yarın seni şehir dışında bir eve göndereceğim. Bir süre orada saklanacaksın. Ben bir çaresine bakacağım. Telefon numaranı değiştireceğim. Arkadaş, veya her ne boksa kimseyle görüşmeyeceksin." Kaşlarımı çattım. "Neden iyi de? Bu kadar abartmaya gerek var mı?" Söylemek istediğim çok şey olsa da şaşkınlıktan konuşamıyordum. "İçeri mi gireceksin? Pezevenk polise verecek. Nuriye Hanım seninle gelecek. Ayrıca bir sürü koruman olacak. Şimdi yemeğini ye dinlen. Bugün arkadaşlarınla görüş istersen uzun bir süre göremeyeceksin çünkü. Herkese kaçtığını söyleyeceğim kimseye bir şey belli etme sakın." Bir şey dememe firsat vermeden ayağa kalktı. "Telefonun odada şarja takmıştır Nuriye Hanım."

Telefonu açtığımda gelen mesajları okudum önce. O gecenin anıları üstüme çökerken durgunlaşıyordum. Eve gitmem gerekiyordu. Eşyalarımı almalıydım. Her şey fazlasıyla boka sarmış durumdaydı. Hayatımın eskisi gibi asla olmayacağını hissediyordum.

''Girebilir miyiz?'' Yarı açık kapıya kaydırdım bakışlarımı. ''Tabii.'' Bennu'yu Mete ve Alptuğ takip etti. Bağdaş kurup yastığı başlığa yasladım. Sırtımı verdiğimde belimdeki sızlama kendini belli emişti. ''Demek artık babanla yaşayacaksın.'' Mete'nin sesi oldukça sabitti. Bennu yatağın ucuna, Mete pufa, Alptuğ koltuğa geçmişti. ''Öyle olacak.'' Mete bu durumdan pek hoşlanmış gibi görünmüyordu ama ses çıkarmadı.

''İyisin değil mi?'' Bennu'ya baktım. Anaç bir ifade vardı yüzünde. ''İyiyim. Durumlar ne?'' Alptuğ'a baktığımda kafasını kaşıyordu. ''Artuk malları, değerinin üç katına geri Mustafa'ya  sattı. Pelin'e gelirsek o da iyiymiş. Boş durmayacaklar Alya biliyorsun değil mi?'' Kafamı salladım. ''Neden geri sattı?'' Bilmiyormuş gibi sormak o an akıllıca gelmişti. ''Herifi zarara sokmak için.'' Artuk'un ihtiyacı olduğunu söylememişti. Artuk adına sevinmiştim. En azından istediği gibi gitmişti işler. ''Anladım.''

Aklım tuhaf bir biçimde Artuk'ta takılı kalmıştı. Bencil ve kendi çıkarlarını düşünen biri olması fazlasıyla sinirlerime dokunuyordu. Onun hakkında düşünüp kafamı yormak istemiyordum ama onu merak ediyordum. ''Yine de Alya sana nasıl teşekkür etsem bilmiyorum. Bu bizim için çok önemliydi.'' En azından Alptuğ'un teşekkür etmesi de büyük bir şeydi. ''Ne demek.''

''O gece neden Artuk'a dayının geldiğini söyleyip gittin? Bir şey mi dedi sana puşt?'' O geceyle ilgili soru istemiyordum. ''Kimse bana bir şey demedi. Gitmek istedim ve gittim. O geceyle ilgili hiçbir şey sormayı. Anlatmayacağım.'' Kafasını eğerken gürültülü bir nefes aldı. ''En azından neden bu halde olduğunu anlat. O sahildeki çocuk ne işti?'' Mete'ye bakarken mendil aldığım çocuğu anımsadım. Nasıl ağladığı ve telaşlandığı gözümün önünden gitmiyordu. O çocuğu yeniden bulmalıydım. ''Mete sorma olur mu? Çocuktan mendil aldım. Kötüleşince telefonu  ona verdim. Daha fazla şey sormayın artık olur mu?''

Benim için endişeleniyorlardı. Yüzlerindeki ifadeden ne hissettiklerini anlayabiliyordum. Bir ara Çağlar gelmişti. Neşemi yerine getirmek için her türlü şeyi yapmışlardı. Aklım hep başka şeylerdeydi. Akşam olduğunda önce Çağlar ve Alptuğ gitmişti. Daha sonra Bennu'nun annesiyle babası gelmiş, o da onlarla gitmek zorunda kalmıştı. Babam, dayım ve Mete'nin babası içeride koyu bir sohbetteyken kapıyı sıkıca kapattım. ''Mete sana bir şey söyleyeceğim.''

''Ne oldu?'' Anında dedikodu moduna geçtiğinde çatık kaşlarım serbest kaldı. ''Bak senden çok önemli bir şey istemem gerekiyor tamam mı?'' Gözlerindeki merak daha fazla derinleşti. ''Kızım, çatlatmasana.''

''Bak eve gitmen gerekiyor. Odama gir bilgisayarı al. Benim kasamda da ne var ne yoksa al sakla. Duydun mu beni?'' Fısıltı şeklinde konuştuğumda yüzünde anlamaz bir ifade oluştu. ''Ne boklar oluyor? Bir anlatsana sen.''

''Mete şimdi olmaz tamam mı? Daha sonra söz açıklayacağım ama dediklerimi bir şekilde yapman lazım. Bende anahtar yok odama bir şekilde gireceksin. Bunu hemen bu gece yapman lazım tamam mı? Kapıdan gir, bacadan gir, balkondan gir bir şekilde hallet tamam mı? Şifreyi telefonunu ver yazayım.''

''Oha amına koyayım kasa şifren doğum günüm mü lan?'' Heyecanla atıldığında bu haline gülümsedim. ''Daha bitmedi salak. Ver şunu.'' Şifreyi yazıp uzattığımda şifreyi okudu. ''Sana daha güzel bir şey söylüyüm. Şu sondaki iki rakam ilk sarhoş olduğunda içtiğin içkinin alkol oranı.'' Gözleri kocaman açılırken etkilendiğini gördüm. ''Lan bunu ben bile bilmiyorum amına koyayım. Nasıl bir zeka var kızım sende. Muhteşem bir detaysın sen. Hatta muhteşem ötesi.'' Yanaklarımı sıktığında acıyla inledim. ''Mete sıkma burnum acıyor.'' Elini indirdiğinde eline vurdum. ''Dediğimi unutma bugün kesin alman lazım.''

''Alya anlatacak mısın? Neler oluyor? Babanla mı alakalı bir durum.'' Ona bir şeyler anlatmak istiyordum ama aklıma binbir türlü kötü şey geliyordu. Onların güvenliği için de bir süre uzak kalmalıydım onlardan. ''Zamanı geldiğinde her şeyi anlatacağım söz. Sen sakın kimseye bunu anlatma olur mu? Dediğim gibi bilgisayar ve kasanın içindeki her şey.'' Bir şey demesine fırsat vermeden ona sarıldım. ''Sen benim güvendiğim tek kişisin Mete. Seni çok seviyorum kardeşim.'' Sarılmama karşılık vermesi biraz uzun sürmüştü. Tahminimce şaşkındı. Pek nadir bu tür şeyler söyler ve sarılırdım. ''Ölüme gidiyor gibi konuşuyorsun Alya ne bu haller? Ne bok döndüğünü şimdi anlatacaksın.''

''Bak şimdi git ve dayım buradayken hallet şu işi. Bana güven.'' Kollarının arasından sıyrılıp yüzüne baktım. ''Alya cidden iyi şeyler olmuyor. Bunu hissedebiliyorum.'' Karmakarışık bir ifadeyle kasıldı yüzü. ''Her şey iyi olacak.'' Ağzımdan çıkan kelimeler bana bile yalan gibi gelirken inanmasını umdum. ''Saçın da bok gibi kokuyor lan.'' Dediğine sinirlenmemeye çalıştım. ''Kes sesini Mete. Telefonumu da sana veriyorum.'' Yüzü aniden ciddileşti. ''Alya sen telefonuna kimseyi dokundurmuyorsun bile. Harbiden ne oluyor amına koyayım? Anlat şunu.'' 

''Polis yakalamadan kaçmam lazım anlıyor musun? Kimseye sakın bir şey söyleme. Eğer sana sorarlarsa en son bu akşam görüştük daha da bir şeyden haberin yok. Tamam mı?'' Kaşları çatıldığında konuşmasına izin vermeden devam ettim. ''Bak sakın kimseye belli etme duydun mu? En kısa sürede görüşeceğiz. Şimdi hiçbir şey söylemeden, sormadan çık. Hadi Mete.'' 

Mete gittikten sonra Nuriye Hanım odaya girmiş ve kıyafetlerimi hazırlamıştı. Ne kadar orada kalacağımı bilmiyordum ama buradan ayrılmak istemiyordum. Eğer babamın dediği gibi durumlar ciddileşirse kaçak olacaktım ve hayatımı bu şekilde geçirmek istemiyordum. Sadece tüm bunların son bulması için dua etmekten başka çarem yok gibiydi. Babamı tanımasam da bu işi bir şekilde halledeceğimi umuyordum. 

Odanın kapısını açar açmaz dayımla karşılaşmayı beklemiyordum. ''Gel buraya.'' diyip kollarıyla beni sardığında itiraz etmedim ama sarılamadım da. ''Seni çok seviyorum tamam mı?'' dediğinde kollarımı beline sardım. ''Bende seni çok seviyorum dayı.'' Uzun süre yanımda olmayacaktı. Bu durum beni çok ayrı hırpalayacaktı farkındaydım. ''Bu arada ilaçlarını getirdim. Ben yokken sakın ihmal etme onları.'' 

''Alya her şey hazır yola çıkıyorsun.'' Babamın sesiyle dayımdan ayrıldım. ''Hemen şimdi mi?'' Gergin duran kaşları daha da gerilirken kafasını salladı. Babamla vedalaşmadan arabaya bindim. Nereye gideceğimi ya da ne yapacağımı bilmiyordum. Yağmur hafif hafif düşmeye başlamıştı. Dışarıdaki konuşmalar mırıltı şeklinde kulaklarıma ulaşıyordu. İçimde büyük bir sıkıntı vardı. Bir anda babam hayatıma girmiş, hayatıma yön vermeye başlamıştı. Bu tuhaf bir şekilde rahatsız ediciydi. Kafam estiği gibi yaşamaya alışmıştım, şimdi ise söylediklerine itiraz etmiyordum. Oysa asi bir yapım vardı.

Kapı açıldığında cama yasladığım kolum bir an boşluğa düştü. ''Müziksiz yapamayacağını düşündüm.'' Dayımın elindeki müzik çalarıma baktım. Boğazım düğümlenirken gözlerime ulaşan gözyaşlarını göndermeye çalıştım. ''Teşekkür ederim dayı.'' Eline uzandığım sırada yüzüne bakamadım. ''İyi yolculuklar.'' Cevap vermemi beklemeden kapıyı kapattı.

Düğümlenmiş kulaklığı yavaş hareketlerle açmaya çalışırken şoför arabaya binmiş, ardından arabayı çalıştırmıştı. Öndeki araba harekete geçtiğinde bulunduğum araba da harekete geçmişti.

Uykuya zihnimi emanet ederken kulağımda uğuldayan şarkı rahatsız ediyordu. Kulaklıkları kulağımdan koparırken bedenim uyuşmuştu. Uyku değildim sanki. Uyanıklık ve uyku arasındaki çizgide duruyordum. Zaten genel uykularımda bu şekilde olurdu. Uyku hapı içmediğim sürede çok hafif bir uykum vardı. Düşünceler ve anılar rüya misali beynimin içinde taklalar atıyordu. Duyduğum tek şey cama çarpan asi yağmurlardı.

Gözlerimi arabanın sarsılmasıyla açtım. Düz asfalt yoldan çıkmış patika yola sapmıştık. Midemin karıştığını hissederken camı açtım. ''Biraz yavaş gider misiniz? Midem bulanıyor.'' Camı yarısına kadar açtığımda birkaç damla yüzüme çarpmıştı. ''Yavaş gidemeyiz Alya hanım. Yollar hep çamur zor gidiyoruz zaten.'' Adamın dediğine hak verip camı sonuna kadar açtım. Ağaçların arasından geçerken yağmur sesine kurtların ulumaları da eşlik ediyordu.  Bulutlar ayı kapatmış olmalıydı ki araba farından yayılan ışık dışında hiçbir şey yoktu. Bu durum beni rahatsız ediyordu. İç karartıcı bir ortamdı.

Durduğumuzda gözüme çarpan dağ evini incelemeye başladım. Ev, karanlığın içinde büyük bir el lambası gibiydi. İki katlıydı ve bolca camdan oluşuyordu. Hemen önündeki masa ve sandalyeler de evin kendisi gibi ahşaptı. Böyle güzel bir yer beklemediğimden şaşkındım. Etrafta bir sürü adam vardı. Çatıdaki ve balkondaki adamlar kendini yağmurdan korumak adına şemsiye açmışlardı.

Kapımı Nuriye Hanım açmıştı. Elinde büyük siyah bir şemsiye vardı. Yağmur epey sıklaşmıştı. Evin içindeki çoğu şey de ahşaptandı. Duvardaki büyük televizyona ek ses sistemi de vardı. Film izlemeyi fazla sevmesem de burada çok güzel film izleneceğini düşünmüştüm. Dikilmeyi bırakıp Nuriye Hanım'ı takip ettim. ''Kıyafetlerinizi yerleştireyim mi?''

''Hayır.'' Odada beni rahatsız eden tek şey balkona açılan duvar boyu cam olmasıydı. Balkonda bir koruma vardı ve sırtı dönüktü. ''Valizi şöyle bıraktım. Bir isteğiniz var mı dinlenecek misiniz?'' Perdeleri çekip yatağa oturdum. ''Mısır varsa patlatır mısınız? Film izleyeceğim.'' Tuvalete gitme ihtiyacı hissettim. Yol boyunca nasıl hissetmemiştim? Tutabilmem bile büyük bir şeydi.

Mete'nin dediklerimi yapıp yapmadığımı düşünürken elime daha önce fragmanına denk  geldiğim bir aksiyon filmi aldım. Filmi başlattığımda kafamın içini boşaltmaya çalıştım. Koltuğa kendimi attığımda burnuma patlamış mısırın kokusu geliyordu. ''İçecek ne istersiniz?'' Yanımdaki sehpaya kocaman tabağı bıraktı. ''Kola.''

Film bittiğinde terasa çıktım. Bundan sonra neler olacağını ve burada ne kadar kalacağımı düşünüyordum. Müziğin söylerine eşlik ederken rahatlamayı umdum. Bu evde daha birkaç saatim geçmesine rağmen içim daralmıştı. Günler nasıl geçecekti kim bilir? Patlardım.

Sesim güzeldi ama hiç değerlendirmiyordum. Okuldaki müzik hocalarımın çok katkısı olmuştu. Onlar aracılığıyla bir kaç programda görev almış epey de tutulmuştum. Bu işi kesinlikle profesyonel olarak yapmayacağımdan kendimi geliştirmek adına hiçbir çabam olmamıştı. O an gözüme siyah piyano çarptı. Kulaklıklarımdan kurtulup piyanonun yanına ilerledim. Kaşlarımı çattım. Küçükken çaldığım piyanonun birebir aynısı karşımdaydı. Burada olmasını tuhaf buldum. Piyanonun maddi değeri çok yüksekti ve buradaki dağ evi hırsızlığa oldukça açık bir yer olmalıydı.

Oturduğumda tuşların toz tuttuğunu gördüm. Do sesi kulaklarıma yer edinirken yerlerini unutmadığım için memnundum. Bu sefer ne çalacağımı düşünürken elim sürekli olarak tuşlara basıyordu. Son dinlediğim şarkı Kadoline - High Hopes aklıma geldiğinde duraksadım. Şarkıyı söylerken notaları parmağımla yoklayarak buluyordum. Müzik kulağım da oldukça iyiydi.

Sabahı bu şeklide getirdiğimde gram uykum yoktu. Arabada kestirdiğim uyku bana yetmiş olmalıydı. Duvar saatine bakarken zorlandım. Saat okumayla ilgili problemlerim vardı. Fazlasıyla karıştırıyordum.

Kullanımını anlamaya çalıştığım kahve makinesiyle uğraşırken vücudum kahve için yalvarıyordu. Uzun bir uğraştan sonra kahvemi yudumlarken biraz olsun iyi hissediyordum. Baş ağrısı çekebileceğim türden değildi. Bir an önce bir şeyler yemeli ve ağrı kesici almalıydım.

''Günaydın.'' Nuriye Hanım'ın sesini duyduğumda kafamı kaldırıp ona baktım. ''Günaydın.'' Midemin içinde bir kedi vardı da tırmalıyordu sanki midemin duvarlarını. Acıkmıştım. ''İstediğiniz bir şey var mı kahvaltınızı hazırlıyorum?'' Çok fazla kahvaltı seven biri değildim. Çok çeşit arasından birkaç lokma atıştırırdım. Zaten yemek yemeyi de çok seven biri değildim ya neyse. ''Tost ve portakal suyu. Tostun içinde her şey olsun. Zeytin, domates sucuk, kaşar falan işte.'' Söyleyince çok tuhaf gelmişti kulağıma ama seviyordum.

Mutfaktan çıkarken evde yapabileceklerimin kısıtlı olduğunu biliyordum. Televizyonun karşısına geçmek istemiyordum. Dışarı çıkıp hava almak istesem de kara bulutların örttüğü gökyüzünün altında durmak da istemiyordum. İçim de aynı o şekildeydi.

Bilinçsizce merdivenleri tırmandım. Terasa çıktığımda kenarda duran kapı dikkatimi çekti. Aralıktı ve yığılmış kutuları görebiliyordum. Adımlarım oraya yöneldiğinde içerisinin serin olduğunu fark ettim. Küçük penceresi açıktı. Pencelereyi kapatıp odaya baktım. Cidden küçüktü ve raflara kutular yerleştirilmişti. Merakla yerdeki kutuya uzandım. Birkaç oyuncak ve ıvır zıvırdan başka bir şey yoktu. Kutuyu yavaşça kenara çekip yanındakine uzandım.

Büyük fotoğraf albümünü alıp yere oturdum. Dedemin, babaannemin gençlik resimleri, babamın çocukluğu vardı. Babamın yanında biri vardı. Dikkatli bakınca babama benzediğini fark ettim. Giray amcam olma olasılığını tartarken şaşkındım. Babamla oldukça benziyordu. Gözleri renkliydi ama tam rengi mavi miydi yeşil miydi çıkaramıyordum. İlk kez gördüğüm amcamın resmine uzun uzun baktım. İlerleyen sayfalarda bolca resmini bulmuştum. Çok yakışıklıydı.

Fotoğrafların dizimi dikkatimden kaçmamıştı. Kronolojik dizilmişlerdi sanki. Önce babaannem ve dedemin gençlikleri, düğün fotoğrafları, babamın bebekliği ardından amcamınki, onların gençlikleri, babam ve annemin düğün fotoğrafları ve benim küçüklüğüm...

Resimleri tek tek inceledim, sıkılmadan usanmadan. Babam ve annemle çok güzel bir resmim vardı. Ona ne kadar uzun süre baktığımı bilmiyordum ama buruk hissettirmişti. Resimdeki gibi gülmesem de yüzümde ufak bir tebessüm vardı.

Amcamın yanındaki bir kadın vardı. Kadın tuhaf bir şekilde Ece'ye benziyordu. Annesi olup olmadığını düşünüyordum. Müge denen kadın olabilir miydi? Eğer internetim olsa belki bir şeyler bulabilirdim ama ne yazık ki yoktu. Bu ihtimal çürüyordu çünkü o kadının Ece doğmadan ölmüş olması gerekiyordu. O ihtimali eledim. Amcam nasıl ölmüştü kim bilir. Oysa gençti, şimdi otuzlarının sonunda olması gerekiyordu. Belki de öldürülmüştü. Bu düşünceyle titredim. Korkunçtu.

İçime rahatsızlık hissi yerleşirken amcamı düşündüm. Ne olursa olsun ölümü hak etmediğini düşünüyordum. Daha gençti ve kızı kimsesiz kalmıştı. Ece'nin annesi de ortalarda yoktu. Zor olmalıydı. Sıkıntıyla albümü kapatıp yerine koydum. Mutfaktan gelen kokular iştahımı açarken masaya oturdum. Ne kadar ordaydım bilmiyordum ama Nuriye Hanım masayı donatmıştı. Bu kadar şeye gerek yoktu.

''Tostları sıcak sıcak ye kızım. Şimdi ilaçlarını da hazırlayayım.'' Önüme koyduğu tostlara baktım. Henüz hubarı çıkıyordu, bu halde yersem ağzım yanardı. ''Siz yemeyecek misiniz?'' Uzunca süre vakit geçireceğim bu kadını tanımak istiyordum. Çocukluğumu bildiğine göre esaslı kadın olmalıydı. ''Ben hele yerim yavrum sen ye de.''

''Hayır oturun lütfen.'' Dolaptan kendine tabak çıkarıp masaya koydu. Hızlı hareketlerle kendine servis açtı. Şipşak bir kadın olmalıydı. ''Bana teyze de Alya. Güceniyorum öyle sizli konuşunca. Elimde büyüdün yahu.'' Sıcak tosttan ufak bir ısırık aldım. ''Tamamdır Nuriye Teyze.'' Gülüp tabağına birkaç kahvaltılık aldı.

''Senin çocuklar çok şanslıdır.'' Ağzım doluyken elimdeki tostu gösterdim. ''Olsaydı keşke.'' Yüzüne buruk bir gülümseme yerleştiğinde hızla yutkunup söylediğimden pişman oldum. ''Yanlış bir şey mi söyledim?''

''Başımdan geçti bir evlilik hikayesi. Çocuğum olmadı epey bir. Boşandı benden eşim de hal böyle olunca. Bir daha da tövbe ettim kızım erkek milleti böyle işte.'' Ağzımdaki lokmayı zor yuttum. Çok zordu. ''Sevmiş miydin peki onu?'' Bu sorumu beklemiyormuş gibi kaldı bir süre öyle bir süre. ''Çok sevdim. Hala da unutmadım. Küçük bir balıkçı dükkanı var arada giderim. Beni tanımıyor bile unutmuş beni ama o tam burada ilk günki gibi.'' Elini kalbine götürdüğünde benim bile içim acımıştı. Kimseyi öyle sevmemiştim. Gerçek aşk, sevgi nedir bilmezdim ama sığdırabilmek çok zor olmalıydı.

''Sen hiç aşık oldun mu?'' Bu kez duraksayan bendim. Hiç olmamıştım. Hiç itiraf etmesem de içten içe aşkı merak ederdim. Hoşlandığım kişiler gözlerimin önüne geldi. Ufak bir an Artuk'un yüzü gözlerime düştüğünde kaşlarımı çattım. Ona çekildiğim falan yoktu. Onu hiç tanımıyordum, güvenilecek biri değildi. Ondan hoşlanmıyordum bile. ''Hayır hiç olmadım.''

''Neden olmadın? Sizin yaşınızdakiler boy boy sevgili yapıyor.'' Dediğine güldüm. ''Sevgili yapmak kolay Nuriye teyze de aşk sıkıntı. Herkese nasip olmuyor, bana da olmadı demek ki. Ya da kimseye o kadar güvenemedim bilemiyorum. Devri biliyorsun. Milletin peşinde olduğu şeyler belli.'' Dediğim şeyi anlamış olacak ki kafasını salladı. ''Sen de haklısın kızım. Bu devirde kimseye güven yok. Kız sen de güveneceğim diye beklersen hiç bulamazsın aşkı meşki. Hiç tanımadan da güvenmeden de kapılıverir gidersin haberin olmaz. Aşk öyle bir şey.'' Dedikleri Artuk hakkındaki düşüncelerime büyük bir darbe vurduğunda kaşlarımı çattım. ''Aşk nasıl geliyor?''

''Aşk çok çok başka şekilde gelir. Bazen ilk görüşte, bazen son görüşte, bazen bir dokunmayla, bazen nefretle.'' dedikleri kafamı karıştırırken daha fazla ayrıntıya ihtiyacım olduğunu hissediyordum. ''Son görüş? Biraz daha açıklasan Nuriye Teyze?''

''Ayrılık zamanı aşkın anladığın da olur onu demek istedim.'' Aşk hakkındaki bir sohbeti yaşıtlarımdan herhangi biriyle yapabilirdim ama karşımdaki kadının en doğru adres olduğunu düşünüyordum. Yıllarca görmediğin birini kalpte taşımak zor olsa gerekti. ''Bilmiyorum gördüğünde heyecanlanırsın, kalbin hızlı hızlı atar falan derler doğru mu bu? Ben genel olarak da her şeye heyecanlanırım. Mesela kahve kokusu burnuma dolduğunda bile en ufağından kalbim hızlı hızlı atar. Nasıl anlayabilirim ki?''

''Ah kızım ilahi.'' Güldüğünde tuhaf tuhaf baktım. ''Sürekli onu düşünürsün. Hareketleri ilgini çeker. Ona ilgin daha farklıdır. Merak edersin. Onun için fedakarlıktan kaçınmazsın. Onun için yaptıklarının büyüklüğü bile gözüne görünmez. Onu etkilemek istersin, seni görsün istersin. Tek bir lafıyla mutlu olur, tek bir lafıyla acılar içinde kıvranırsın. En çok onun söyledikleri etkiler seni. Aşk mutluluk getirmedi bana. Ama onun için çektiğim acıları kutsal saydım. Bu da benim sınavımmış.''

Anlattıkları beni rahatsız etmişti çünkü aklıma yansıyan tek isim Artuk'tu. Normal insanlar gibi bir ilişkimiz yoktu. Beni sevmiyor, basit bir kız olarak görüyordu. Ben de onu sevmiyordum ama onda beni çeken bir şeylerin olduğunu biliyordum, sadece reddetmek istiyordum. Kabullenemezdim. Saçmalıyordum. Bu sadece aklımın bir oyunuydu. Belki de değildi. Ondan hoşlanıyor muydum?

''Biri var aslında ama ondan hoşlanıyor olabileceğime hiç yormadım hislerimi. Doğru düzgün sohbetimiz olmuyor çok sinirleniyorum, kırılıyorum. Beni sevmiyor ve sevgilisi var. Aslında hala hoşlandığımı düşünmüyorum ama dediklerin kafamı karıştırdı sadece Nuriye Teyze.'' Gözlerini kıstı. ''Bu dediklerimin kaçı var sende sen onu söyle. Çocuğu anlat bakayım.''

Anlatıp anlatmamakta tereddüte düşmüştüm. Karşımdaki kadını yeni tanıyordum ve ona ne kadar güvenebilirdim bilmiyordum. Yine de bu konunun sonradan çok kafamı karıştıracağı belliydi. ''Çok tuhaf biri yani ortak bir arkadaşımız var. Ben onun hakkında fazla şey bilmiyorum. Sadece onu biraz merak ediyorum bir de beni sevmediği açık zaten. Sanırım bu yüzden ona bir ilgim var. yediremiyorum benden hoşlanmamasını sanırım. O yüzden ilgisini çekmek istiyorum. Ona bir iyiliğim dokundu. Tabii ki de bunu umursamadı yani ama ben onun için bir şeyler yaptığıma pişman olmadım. Ona güvenmiyorum tehlikeli biri. Ona bir şeyler hissetmek istemem açıkçası.''

Aklımın köşesine yerleştirdiğim düşünceler dudaklarımdan döküldüğünde biraz olsun rahatlamış hissediyordum. Şimdi bunların aşkın kıyısından geçmediğini söyleyecek ve rahatlayacaktım. ''Oho, kızım bu çocuğa boş değilsin ama inkar ediyorsun sen.'' Kalp ritmim değişirken gözlerim kocaman açıldı. Yine inkar etmek istedim ama yapamadım. Hiç ona karşı bir şeyler hissedebileceğini düşünmemiştim.

''Yola sapmışsın ama geç olmadan dönebilirsin. Madem tehlikeli, sana zarar geleceğini düşünüyorsun, o zaman daha güzel insanların gelmesini bekle. Zaten sevgilisi de varmış. Başkasına ait olan birini sevmek çok zordur bu yaşında yıpratma kendini. Yazık olur.'' Mideme giren krampı kalbimdeki ufak sızı takip etmişti. İnstagramdaki fotoğrafları gözümün önüne geldi. Evine gittiğimde gördüğüm sütyen beni çıldırtmıştı. Bunları bile kaldıramazken aşkı nasıl taşırdım? Ondan uzak durmak çok mantıklıydı. Bir yanım buna karşı çıksa da hislerim onların peşinden gideceğim kadar güçlü değildi. Cılız bir hoşlantıydı belki, belki yoktu bile. Uzak durmalıydım.

''Çok haklısın Nuriye Teyze. Bir gün beni de o balıkçıya götür olur mu? Merak ediyorum.'' Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirip kafasını onaylarcasına salladı. ''Ben de yardım edeyim.'' Ayağa kalkıp tabağımı elime aldım. ''Sakın bırak bakayım onları. İlaçlarını iç kızım ve dinlen yeni çıktın hastaneden.''

İlaçlarımı sırayla içtiğimde pencereden dışarıya göz attım. Damlalar olağan yavaşlığıyla cama çarpıyordu. O an hava almak istediğimi fark ettim. Elimde tuttuğum depresan tabletini geri bıraktım. Çok ilaç içmiştim ve antidepresanı bunları biraz sindirdikten sonra içmenin daha sağlık olacağını düşünmüştüm.

Odama çıkıp üzerimdeki tişörtü çıkardım. Valizden ince bir kazak çıkarıp geçirdikten sonra yağmurluk çıkarıp kapüşonunu kafama geçirdim. Saçımın su almaması gerekiyordu ve iğrenç bir şekilde yağlıydı. Tişörtü elime aldıktan sonra müzik çaları şarjdan çıkardım.

Kapıyı açar açmaz burnuma dolan ıslak toprak kokusu ciğerlerimi açarken gülümsedim. Yağmuru ilk kez bu kadar büyük istekle kucaklıyordum. Oturacağım sandalyeyi elimdeki tişörtle silerken adamlar bana tuhaf bir şekilde bakıyordu.

Tişörtü masaya atıp otururken müziği başlatırken sebepsiz bir mutluluk yayılmıştı bedenime. Artuk hakkındaki düşüncelerim bile rahatsız etmiyordu artık. Daha fazla reddedemezdim ona karşı ilgim vardı. Geçici olduğundan içim rahattı. Öpüşünü hatırladığımda midemde tuhaf hareketlenmeler oldu. Beni sevgilisi varken mi öpmüştü? Öfke tüm bedenimi titretirken derin nefesler almaya çalıştım.

Araba tekerleri zemini ezerken kafamı çevirdim. Büyük bir arazi arabası evin önünde dururken kaşlarımı çattım. Takım elbiseli adam arabadan indiğinde korumalar önünü kestiler. Bir şeyler konuşuldu ama sesler bana ulaşmıyordu. Ayağa kalkacağım sırada korumalar adamın önünden çekilmişti.

''Merhaba, Alya Hanım ben Emrah. Babanız gönderdi. Doktorum.'' Yine de gergindim. Uzattığı elini karşılayıp sıktım. ''Merhaba. İçeri geçin.''

Pansuman işleri hallolduktan sonra Nuriye Teyze doktoru yolcu etmişti. Saçlarım gerçekten kaşınıyordu ve bu durumdan fazlasıyla rahatsızdım. Akşam yemeğinde Nuriye Teyze ile epey sohbet etmiş ve gece yarısını aralamıştık. Yine uykum yoktu. Geceyi piyano çalarak ve düşünerek geçirmiştim. Artuk'la ilgili düşüncelerim sarmaşık gibi yayılırken bu sefer engellemedim. Onu kabulleniyordum ve görmek istiyordum. Tek isteğim bir an önce buradan çıkmaktı ama babamdan haber gelmiyordu.

Üç gün öyle böyle geçmişti. Doktor her gün uğramıştı. Duş aldığıma ilk defa seviniyordum. Tertemiz olmuştu her yerim. Saçlarımı kuruturken kendimi inceleme fırsatım olmuştu. Sağ elmacık kemiğimdeki morluk hala duruyordu. Sağ kaşım patlak iyileşmeye yüz tutmuştu. Yüzümdeki ufak tefek sıyrıklar da kabuk kabuktu ama soymadım. Ten rengim soluktu. Yorgundum. Gözlerimin altı az uyumaktan olsa gerek çökmüştü. Bu evde yapacak bir şey olmadığı gibi uyuyamadığım için uyuyarak da vakit geçiremiyordum.

Duvarlar artık üstüme üstüme geliyordu. Bunalmıştım. Arkadaşlarımı, hatta okulu bile özlemiştim. Antremanlara uzun süre ara vermem gerekeceğinden ısınma hareketleri yapıp bacaklarımı açtım. Bacaklarımın esnek olmasını seviyordum. İlgi çeken bir kızdım. Birçok alanda başarılıydım. Sesim güzeldi, dövüşçüydüm, jimnastikte başarılıydım, derslerim iyiydi, güzel bir vücudum vardı. Belki de bunlar yetmiyordu ilgi çekmek için. Artuk benden etkilenmiyordu. Öpüşmüş olmamız da bir şey ifade etmiyordu. Beni basit bir kız olarak görüyordu. Bu acıtıyordu. Ona karşı hislerimi kabullenmiş olsam bile korkuyordum. Hala yeterli cesarete sahip değildim. Onun doğru bir adam olmadığını biliyordum.

Duyduğum siren sesleri kalbime ani kan pompalarken nefesim kesildi. ''Alya! Polisler.'' Nuriye Teyzenin sesi kafamın içinde patlamalara neden oldu. Öyleyse bitmişti her şey. Kaçmam gerekiyordu. Cama yaklaşıp perdeleri çektim. 5-6 polis arabasının gürültülü freni ve açılıp kapanan kapılar. Polisler ellerinde silahla bağırmaya başlarken tepkisiz kaldım. ''Kaçmalıyız.'' Nuriye teyzenin kolumdan çekiştirmesiyle ona ayak uydurmaya çalıştım. Çok geçti. Evin her tarafını kuşatmış olmalılardı. Kapı hızla yumruklanıyordu. ''Açın kapıyı! Polis!'' Kolumu Nuriye Teyze'nin elinden kurtardım.

''Aç kapıyı. Kaçacak yer yok artık.'' Dediğimi yapıp kapıya ilerlediğinde polis tekrar bağırmıştı. Acelesiz adımlarla kapıya yürüdüm. Kalbim yerinden çıkacaktı. Az kalmıştı.

''Alya Doğay?'' Kapıya vardığımda ''Evet.'' diyerek yanıtladım bıyıklı adamı. ''Adam yaralama ve adam öldürmeye teşebbüsten tutuklusun. Kelepçeleyin.''












Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 50.2K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
328K 28.4K 17
Sertçe yutkundum ve kısık çıkan sesimle "Çok acıyor mu?" diye sordum. "Evet ama senin ölmüş olman daha çok acıtıyordu." dedi. Gözlerimin dolmasına en...
5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
Eftalya By esmaa

Teen Fiction

423K 20.7K 23
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.