İMKANSIZ

By buyazarneleryazar

658K 23.3K 7.5K

Hadi şimdi bir dürüstlük oyunu oynayalım. Doğru söyleyin beyler, hiç dostum dediğiniz birine ihanet ettiniz m... More

BÖLÜM-1
BÖLÜM-2
BÖLÜM-3
BÖLÜM-4
BÖLÜM-5
BÖLÜM-6
BÖLÜM-7
BÖLÜM-9
BÖLÜM-10
BÖLÜM-11
BÖLÜM-12
BÖLÜM-13
BÖLÜM-14
BÖLÜM-15
BÖLÜM-16
BÖLÜM-17
BÖLÜM-18
BÖLÜM-19
BÖLÜM-20
BÖLÜM-21
BÖLÜM-22
BÖLÜM-23
BÖLÜM-24
BÖLÜM-25
BÖLÜM-26
BÖLÜM-27
BÖLÜM-28
BÖLÜM-29
BÖLÜM-30
BÖLÜM-31
BÖLÜM-32
Bölüm-33
Bölüm-34
BÖLÜM-35

BÖLÜM-8

18.5K 674 154
By buyazarneleryazar

2 hafta gibi bir sürede 1K olmuşuz. Çook teşekkürler. 1K'nın şerefine yeni bölümü paylaşmak istedim. KEYİFLİ OKUMALAR

••

Sonraki günlerde hiçbir şey yapmadım. Buraya tatil için gelmiştik ama hiç bir zevk alamıyordum. Mutsuzdum. Çağdaşı üzdüğüm için mutsuzdum. Bursadan bir an önce gitmek istiyordum. Öyle de olmuştu. Dönüş yolunda Bera'nın arabası ile döndük. Yol boyu bazen Serkan bazen Bera kullandı. Zaten yolun çoğu feribottaydı. Dikiz aynasından sürekli gözgöze geliyorduk. Çağdaş'ı reddettiğim için bana eskisi kadar donuk bakmıyordu.

Yolun çabuk bitmesini dua ediyordum sürekli ve öyle de olmuştu. İki günlük zaman da su gibi akmıştı. Şu an okula gitmek için hazırlanıyordum. Aşağı indim. Bizimkiler beni bekliyordu. Ölü gibiydim. Kendimi hiç böyle kötü hissetmemiştim. Tabağımla bakışıyorduk. Bir türlü ağzıma bir parça girmesi için teşebbüste bulunamıyordum.

"Kızım sen iyi misin?"

"İyiyim annecim."

Yine yalan söylemiştim. İyi falan değildim. İğrençtim.

"Bu gün okula geliyor musun?" diye sordu Bera abime.

"Hayır, siz Yeşim ile gidin," dedi abim. Oflayıp masadan kalktım. İştahım yoktu zaten.

"Az sonra kapıda ol," diye bağırdı arkamdan. Ona cevap vermeden odama girip dişlerimi fırçaladım. Üzerime ceketimi giyip çantamı aldım. İçi boştu neredeyse. Büyük ihtimalle ders programı değişmişti. Aşağı indiğimde annem ve babam da çıkmak için hazırlanıyordu. Onlara görüşürüz deyip dışarı çıktım. Bera arabadaydı. Sigarasını içiyordu. Arabaya bindim. Bir duman daha aldı. İzmariti dışarı fırlatıp arabayı çalıştırdı. Yol boyu dışarıyı izledim. Otoparka girip arabayı park edince çıkmaya yeltendim ama kolumu tutup engelledi.

"Kendini bu kadar yiyip bitirme. Her sevgi karşılık alacak diye bir şey yok," dedi. Sanki sevip de karşılık alamayan oymuş gibi konuşuyordu. Sevip de karşılık alamayan ben ve Çağdaştı. Ona cevap vermeden arabadan indim. Eteğimi çekiştirerek düzelttim ve merdivenleri çıktım. Gözüm bahçede arkadaşlarımı aradı ve onları görünce hızla yanların gittim. Yalnızca iki gün ayrıydık ama yine de çok özlemiştim onları. İkisine de sarıldım ama tepkisizlerdi. Yalnızca bir yere odaklanmışlardı.

"Şuraya baksana," dedi Ayça. Gösterdiği yere kafamı çevirdim ve Çağdaş'ı gördüm. Giriş kapısına yaslanmış sigara içiyordu. Onu hiç böyle görmemiştim. Bahsettiği eski hali bu muydu? Beni eski halime döndürme lütfen demişti.

"Bitikrünüyor," dedi Serkan.

Ona acıdıklarını anlamıştım. Ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Sonuçta bir şey hissetmediğim biriyle birlikte olamazdım. Müdürün seslenmesi ile sıraya geçtik. Oğlu hâlâ kapıda sigarasını içiyordu.

"Evladım hadi," diye seslendi. Çağdaş sigarasını yere atıp ayağının ucu ile çiğnedi ve sıraya geldi. O arkaya geçince ben önlere doğru yürüdüm. Kalbi kırık ve reddedilmiş bir erkeğin yapamayacağı hiçbir şey yoktu.

Müdür bey uzun uzun konuştu. Yeni
eğitim-öğretim dönemimizde başarılar diledi ve İstiklal Marşımızı okuyup  içeri geçmemize izin verdi.  Ben olabildiğince Çağdaştan uzak yürümeye çalışıyordum. Sınıfa girdik. Hemen arka sıradaki yerime geçtim. Bu gün buradan kalkmayacaktım.

"Kantine iniyorum bir şey ister misin?" diye sordu Serkan.

"Hayır," diye yanıtladım.  O gidince Ayça yanıma oturdu.

"Üzme artık kendini," deyip kolumu okşadı.

"Onu üzdüğüm için kendimi çok suçlu hissediyorum. Vicdan azabı çekiyorum," dedim. Neredeyse ağlayacaktım. Beni ağlarken görmesini istemiyordum. Kendimi toparlamam gerekiyordu.

Elinde kahve bardağı ile içeri girdi. Bardağı çöpe attı ve yerine oturdu. Sadece önünü izliyordu. Önceden de böyleydi hareketleri. Hem yalnız takılır garip hareketler sergilerdi. Ama sanki şimdi eskisi gibi de değildi. Daha hastalıklıydı hareketleri.

••

Günün geri kalanında ders işlemedik. Bizimkiler aşağı indi ama ben inmemiştim. Gece çekemediğim uykuyu belki burada çekerim ümidiyle kafamı masaya koyup uyumaya çalıştım.

Bir elin kafamda ileri geri gitmesi ve saçlarımı okşaması ile uyandım. Kafamı hızla kaldırdım. Saçlarım karman çormandı ve önüme geliyordu. Düzeltmeye çalıştım.

"Her halinle güzelsin," dedi Çağdaş. Sınıfta kimse yoktu ve bu beni ürpertmişti. Kalkmak istedim ama izin vermedi.

"Yeşim."

Gözlerime bakıyordu.

"Son kez konuşmak için evime gelir misin bu akşam?"

İlk beş saniye tepkisiz kaldım.

"Dışarıda konuşsak?" dedim sorar gibi.

"Dışarıya çıkacak kadar iyi hissetmiyorum," dedi. Görebiliyordum. Ne kadar yıkık olduğunu bütün vücudu haykırıyordu zaten.

"Çağdaş ne konuşacağız ki?"

Söyleyeceğim her şeyi söylemiştim zaten. Onun da alması gereken cevapları almış olması gerekiyordu. Bunu uzatmanın bir manası yoktu ki.

"Yeşim kırma beni."

Öyle de olmuştu, onu kıramayıp kabul ettim. Bu kadarına hakkı vardı. Son kez konuşmak istemesi onun hakkıydı. Belki bu sefer kabullenecek ve beni rahatsız etmeyecekti.

"Seni seviyorum," dedi, gitti.

••

Eve geldiğimde ilk işim üzerimi değiştirmek oldu. Bir eşofman geçirdim üzerime ve şişme yeleğimi giydim. Aşağı indim. Çağdaşın verdiği adres neredeyse burnumun dibindeydi. Komşumuz bile diyebilirdim onun için. Evden çıkıp yalnızca beş dakika yürüdüm ve evinin önündeydim. Dış kapı açıktı. Bahçeye girdim. Bizim evin aynısıydı. Bu civardaki bütün villaların mimarisi hemen hemen aynıydı. Çelik kapının önünde durup zile bastım. Beş saniye geçmeden kapı açıldı. Onun da altında bir eşofman, üzerinde yalnızca tişört vardı. Kenara çekildi.

"Hoşgeldin."

Salon olduğunu bildiğim yere yürüdüm ve bir koltuğa oturdum, o da gelip yanıma oturdu. Fazla yakınıma.

"Yeşim." 

Ben cevap veremeden konuşmaya devam etti.

"Neden bana bir şans vermiyorsun?" diye sordu pat diye. Bu hali beni korkuttu. Buraya gelmekle hata etmemişimdir umarım.

"Çağdaş anla lütfen, istemiyorum." Bunu söylemek beni de üzüyordu. Ama ısrar etmesi sinir bozucuydu ve verecek başka bir cevabım da yoktu.

"Yeşim lütfen, sana olan aşkımı görmüyor musun? Bana bir şans ver, seni dünyanın en mutlu insanı yapacağım."

Aynı şeyleri Bursadayken de söylemişti. Ve ben tekrar tekrar aynı şeyleri söylemek istemiyorum.

"Çağdaş lütfen yapma. İstemiyorum, seni sevmiyorum. Anla beni."

Beni duymuyordu adeta.

"İstediğin her şeyi verebilirim sana. Ciddiyim ben. Lütfen benimle ol, sana yalvarırım."

Anlaması kıt bir insan değildi. Ben de yeterince açıktım zaten. Ama hâlâ ısrar ediyordu. Ki bu hali ister istemez beni de etkiliyordu.

"Çağdaş beni daha fazla yaralama lütfen. Seni böyle görmek beni de üzüyor."

"Yaralanan sen misin? İstenmeyen benim Yeşim. Sen neden yaralanıyorsun?" diye sordu sertçe. Tamam bir yerde duygularına engel olamamakta haklıydı ama bu ona bana hesap sorma hakkı vermezdi.

  Daha fazlasına dayanamazdım. Kalkıp gitmek istedim. Kolumdan tutup tekrar oturttu beni. Onu göğsünden itip kalkmak istedim. Canı yanmış gibi gözlerini yumdu. İttiğim yere baktım. İnce beyaz tişörtün altından kendini belli eden siyahlığa baktım. Yeşim. Hadi ama bu çok ergenceydi. Bunu yapabildiğine inanamıyorum. 

"Çirkin miyim?" diye sordu beni yüzüne bakmaya zorlayarak. Dikkatle ona bakmama neden olmuştu. Kesinlikle çirkin bir erkek değildi. Fazlasıyla yakışıklıydı hatta. Peşinden bir sürü kızın koştuğu da barizdi. Ama o da benim gibi birine takılıkalmıştı. Belki de ona kızamamamın nedeni de buydu. Onu kendimle aynı kefede görüyordum. İkimiz de karşılıksız aşklar yaşıyorduk.

"Cevap ver."

Tavırlarındaki sert değişim beni allak bullak ediyordu. Şu an çok şaşkındım.

"Hayır..." dedim ağzımdan bir çırpıda çıkan kelimeyi gizlemeyin.

"O zaman neden? Neden beni istemiyorsun?"

Tekrar tekrar söylemekten sıkılmıştım ama bir kez daha söyledim.

"Çağdaş seni sevmiyorum."

"Dene... dene belki bana karşı bir şeyler hissedersin," dedi hevesle. Sesindeki o saf heves beni kırsa da gerçekleri söylemekten vazgeçmeyecektim.

"Gerçekten denedim. Olmadı. Çağdaş seni sevmiyorum ben."

Bunu bir kez daha duymak onu sarsmıştı.

"Sen de beni seveceksin."

Tane tane ve vurgulayarak söylemişti. Ve ben daha ne olduğunu kavrayamadan bir anda burnuma kapatılan bezle etraf karardı.

••

Uykudan uyandığımda bir yataktaydım. Gözlerim ile etrafı taradım. Burası benim odam mıydı? Tüm mobilyalar aynıydı. Yataktan doğruldum. Üzerim çıplaktı! Hayır... hayır hayır! Altımda yalnızca iç çamaşırım vardı. Göğüslerim bomboştu. Hemen çarşafı kendime çektim.

Burası benim odam mıydı?

Neden çıplaktım? En son... Çağdaş ile konuşmaya gitmiştim. Odama nasıl geldim? Neden çıplağım? Başım ağrıyordu. Sanki birisi kafama çekiçle vuruyor gibi hissediyordum. Kasıklarımda ara ara kendini var eden bir ağrı vardı. Yataktan kalktım. Gardıroba ilerledim. Kahretsin! Bu benim eşyalarım değildi. Oda benim odamın aynısıydı. Çağdaş... onun evindeydim. Bayılıp düşmemek için dolap kapağına tutundum.

Ben. Neden. Çıplağım.

İmimde bastırılamayan korku ve son günlerle yaşadıklarım da üst üste gelince kendimi daha fazla tutamadım ve yere yığılıp ağlamaya başladım. Bunu uzun zamandır yapamıyordum. Ağlayamıyordum. Şimdi ise hepsi birikmiş büyük bir sel olarak geliyordu. Vücudum tir tir titriyordu.

Tanrı'm lütfen...

Arka arkaya bunu mırıldanıyordum. Vücudumu titremeler esir almıştı. Bana bir şey yapmış mıydı? Ona güvenmiştim. Lanet olsun, güvenip onun evine kadar gelmiştim.

Kapı açıldı ve buğulanmış gözlerim ile onu gördüm. Elinde bir tepsi vardı. Popomun üstünde kayarak ondan uzaklaştım. Önümü kapattım. Çıplak bedenimi örtmeye çalıştım çarşaf ile. Ama o zaten görmüştü her şeyimi.

"Günaydın benim sevgilime," dedi neşeli bir sesle.

Ben ölüyordum. Gözlerime dikkatle baktı ve ağladığımı fark edince elindeki kahvaltı tepsisini yatağa bıraktı. Yanıma hızla geldi ve eğildi. Ben ondan kaçmaya çalışırken beni izliyordu.

"Ağlama," dedi yumuşacık bir sesle. Nefes alamıyordum. Derin derin içimi çekiyordum.

"U-uzak dur." Boğazım ağrıyordu.

"Artık duramam," deyip bana yaklaştı. Canhıraş bir çığlık attım. Çığlığım onu dondurdu. Bana sarılmak için uzattığı elleri iki yanına düştü.

"Uzak dur benden!"

Boğazım yırtılırcasına bağırıyordum. Yalnızca beni izledi.

"Nasıl yaptın bunu bana? Neden yaptın!"

Başım dönüyordu. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım.

"Sakin ol, güzelim sakin ol," deyip elini yanağıma koydu. Hırsla ittirdim elini.

"Dokunma bana pislik!"

Gözlerini yumdu. Açtığında elinden bir kaza çıkmaması için çaba sarfeder gibiydi.

"Hiçbir şey olmadı. Sana bir şey yapmadım. Yemin ederim," dedi şefkatli bir sesle. Bunu duyunca daha fazla ağladım. Bana bir şey yapmamıştı... bedenim sarsılıyordu. Gözyaşlarımı durduramıyordum. Şimdiye kadar içimde tuttuğum her şeyi göz yaşlarım ile birlikte akıttım. O kısacık zaman diliminde vücudumu saran korkunun tarifi yoktu. Bana sahip olduğunu sandığım o an hayat benim için artık çok farklı bir seyirdeymiş gibi hissettim.

"Ben neden çıplağım o zaman! Neden!"

Cevap vermedi.

"Benden uzak dur seni pislik! Hayatımdan defol git," diye bağırdım.

"Artık olmaz," dedi tekrar.

Çarşafın açılmamasına özen göstererek ayağa kalktım. Tir tir titriyordum.

"Seni etrafımda istemiyorum. O okuldan da gideceğim," deyip elbiselerimi aradım. Gözüme masanın üzerindekiler çarptı. Çabucak oraya gittim. Fotoğraflar.

Bitmiştim ben, mahvolmuştum. Bu fotoğraflar.... Tanrım! Gözlerimi kapatıp tekrardan yere çöktüm. Kafamı duvara vurdum. Bera'yı dinlemeliydim. Ondan uzak dur dediğinde burnumun dikine gidip sırf ona inat Çağdaş ile takılmamalıydım. Mahvoldum ben. Bu fotoğraflar birinin eline geçerse ölürdüm ben.  Gözyaşlarım artık akmıyordu. Kara kara ne yapacağımı düşündüm. Kime anlatırdım, kime söylerdim? Hiç kimseye bir şey anlatamazdım. Kendimi o zamanki gibi çaresiz hissediyordum. O kadının beni bir oyuncak gibi kullandığı günlerdeki kadar çaresizdim. O zaman çocuktum anlamıyordum. Ama şimdi..

"Yeşim."

"Sus! Allah belanı versin! Sus!"

Konuşmakta güçlük çekiyordum. Bağırmaktan boğazım tahriş olmuştu.

"Neden yaptın?"

Artık bağıramıyordum. Sesim kısıktı. Fısıldamıştım.

"Neden, neden yaptın bunu?" Nefesime karıştı sesim. Ben bile zor duyuyordum kendimi. Zavallı halim hoşuna mı gidiyordu şimdi? İstediği olmuş muydu?

"Neden seni istemediğimi kabullenmedin?"

Yanıma yaklaştı.

"Çünkü sana aşığım. Bunu yapmak zorundaydım. Benim olman için yapm-"

"Kes sesini! Sesini dahi duymak istemiyorum. Hayatımdan defolup git."

Kıyafetlerimin katlanıp sandalyenin üzerine konulmuş olduğunu gördüm. Hemen oraya yöneldim.

"Artık benimlesin. Olmak zorundasın."

Üzerimden çarşafı indirmeden eşofmanımı giydim.

"Hiçbir şey yapmak zorunda değilim." Elim ayağım titriyordu. Sütyenimin kopçasını takamadım. Haykırarak fırlattım onu. Tişörtümü ve hırkamı giydim. Önümü sıkı sıkı örttüm. Ondan korunmak ister gibi. Şişme yeleğimi giydim. Fermuarını boğazıma kadar çektim.

"Fotoğrafları... kimsenin görmesini istemezsin değil mi?"

Donup kaldım. Gözlerimi kapattım. Göz kapaklarım titriyordu. Aynı zamanda dudaklarım da.

Bir anda nevrim döndü ve kahvaltı tepsisini duvara fırlattım. Kırılan cam parçasını elime aldım.

"Öldürürüm kendimi.  Yemin ederim yaparım. Kaybedecek hiçbir şeyim yok."

Gözleri kocaman açılmış, panikle beni izliyordu.

"Bırak onu," diye bağırdı.

"Hayatımdan defolup git."

"Hiçbir yere gitmeyeceğim, onu at elinden," diye bağırdı bir anda. Korkutucu görünüyordu şu an. Sinirden boynundaki damar hızla atıyordu.

Cam parçasını fırlattım. Hiçbir bok yiyemezdim ben. Kendimi öldürecek cesaret ne arardı bende. Onun emir kulu olmaya mecburdum. Beni buna en acı şekilde mecbur bıraktı.

"Çağdaş, insan sevdiğine böyle yapmaz. Yapamaz. Bu nasıl sevgi? Lütfen yapma bana bunu."

Yalvarmaktan başka çarem yoktu. Ama o karşımda daha önce hiç görmediğim bir Çağdaş'a bürünmüştü.

"Beni mecbur bıraktın buna. İsteyerek bana gelseydin bunların hiçbiri olmazdı."

"Seni istemiyorum ki ben," diye fısıldadım. Bağırsam bile anlamıyordu.

"İstiyorsun. Artık beraber olacağız. Sevgilim olacaksın. Bir an olsun yanımdan ayrılmayacaksın."

Karşımdaki Çağdaş daha geçen hafta gözlerime ilgiyle, şefkatle bakan Çağdaş olamazdı. Bu kadar kısa sürede içinden bir canavar çıktığına inanmak istemiyordum.

"Bu seni mutlu etmez. Senin yanında mutsuz olacağım. Benim mutsuz olmam seni mutlu eder mi?" diye sordum yanına gidip. Yalvaracaktım. Ayağına kapanacaktım gerekirse. O fotoğrafları yok etmesini isteyecektim.

"Seni öyle çok seviyorum ki sadece yanımda olman bile beni mutlu ediyor. İster üzgün ister mutlu... yeter ki yanımda ol."

Hasta bu çocuk. Akıl hastası.

"Şimdi evine bırakayım seni. Annenler daha fazla merak etmesinler." Elimi tutmak istedi. 

"Çek elini! Ben kendim giderim," deyip elini ittirdim. Odadan koşar adımlarla çıktım ve aşağı indim. Çıkış kapısına doğru giderken peşimden geliyordu.

"Bekle Yeşim."

Durdum.

"Eğer istediğimin dışında bir şey yaparsan..." duraksadı. Ona dönüp bakmamı istiyordu ama zerre umurumda değildi.

"Yaparsam?" dedim boğazım kururken.

"Fotoğraflar önce ailenin eline geçer, sonra tüm okula yayılır."

Dönüp ona baktım. Gözlerimin içine bakıyordu. Yine ve hâlâ.

"Eğer istediğin buysa, benim perişan olmamsa... tamam," deyip evden çıktım. Bana hiçbir çare bırakmamıştı. Elimi kolumu bağlamıştı. Koşarak evime gittim. Ağladığım belli olsun istemiyordum. Yüzüme sahte bir gülücük kondurdum. İçeri girdiğimde kimse nerede olduğumu sormadı. Bera'nın ters bakışları vücudumu taradı. Ona öyle boş bakıyordum ki... keşke onu dinleseydim. Ondan uzak dur, seni üzecek dediğinde dinleseydim onu.

"Kızım telefonunu niye almadın yanına?" diye sordu annem. Tüm gözlerin üzerimde olması beni utandırıyordu. Kendimi çıplak gibi hissediyordum. Histerik olarak şişme yeleğime sarıldım.

"Şey..."

Ne diyeceğimi bilmiyordum.

"Çağdaş aramasa haberimiz olmayacak senden. Neden birlikteydiniz?"

Çağdaş onları mı aramıştı? Tanrım, neden? Nasıl oldu da böyle bir psikopata dönüşebilmişti?

Annem sorusuna bir cevap beklerken gülümseyerek baktı bana. Çağdaş'ı çok sevmişti. Ben de ilk zamanları onu sevmiştim. Ama yalnızca arkadaş olarak. Şimdi ise...

"Bir şey söylemek için çağırdı beni."

Hayatımı mahvetmek için diyemiyordum tabii. Annem de hevesle beni izliyordu.

"Ya öyle miymiş? Ne söyledi sana?" diye sordu annem yanıma gelerek. Bera'nın gözlerine bakıyordum. Gözümden bir damla aktı akacaktı. Bana bir sürtükmüşüm gibi bakıyordu. Bu beni mahvediyordu.

"Sevgilim olmak istediğini söyledi," dedim bir anda. Nasıl ağzımdan çıkmıştı bu bilmiyorum. Abim de şok olmuştu. Çağdaşı daha önce reddettiğimi o da biliyordu.

"Sen ne dedin?"

Annem böyle şeylere bayılıyordu. Ben de ilk kez böyle bir şeyi annem söylemişti. Hem de en berbat olan şekliyle. Gözlerine baktım.

"Evet," diye fısıldadım. Daha sonra cevap vermesini bile beklemeyip odama çıktım. Yatağıma bıraktım yorgun bedenimi. Öyle çaresizdim ki... beni elim kolum bağlı halde kendisine mecbur bırakmıştı. Başka çarem yoktu. Her şey onun istediği gibi ilerleyecekti.

BÖLÜM SONU.
NASILDI? YENİ BÖLÜMÜ BEĞENDİNİZ Mİ? SİZCE ARTIK NASIL İLERLEYECEK BÖLÜMLER? ÇAĞDAŞ SANDIĞINIZ GİBİ BİRİ MİYMİŞ PEKİ? BERA BİR ŞEY YAPACAK MI? YORUMLARINIZI MERAK EDİYORUM. BENİMLE PAYLAŞIN. SİZİ SEVİYORUM.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 28.1K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
25.3M 902K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
111K 4.8K 23
~Yeşim Deniz ~ Kendisi hayatını yaşıyor sanarken daha gerçek hayattı ile bile tanışmaması gerçeği fakat hayatı olan adam Alaz Karadağ onu 7 yıldır ta...
1M 61K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...