MAVİ KELEBEK

By Hayal_et_yazar

179K 7.9K 13.5K

Serinin ilk kitabı Alıntı... "Neden gergin olduğumu bilmek ister misin?" Beli belirsiz kafamı salladım. Bu tu... More

Tanıtım videosu
GİRİŞ
1. Bölüm: SIĞINTI
2. Bölüm Okul
3. Bölüm: KUKLA
4. Bölüm MAVİ KARANLIK KUYULAR
5. Bölüm Duvar
6.Bölüm: BAHÇE HAVASI
7. BÖLÜM: DEDEKTİF
8. BÖLÜM: SEVİLMEK
10. BÖLÜM: YÜZLEŞME
11.Bölüm: KELEBEK KAFESİ

9. BÖLÜM: SAHTE SAVAŞLAR

7.3K 846 1.2K
By Hayal_et_yazar

Multi: sinbat

Bölüm ithafı defneyildiz1985 adlı okuruma 8.000 yorum icin hepinize çok teşekkür ederim minnettarım beni çok mutlu ettiniz.

İHTHAF İSTEYENLERİ BU SATIRA BEKLERİZ...

(


Hepinizi çoooooooooook seviyorum.

İletişim bilgileri.

İnstagram: hayal_et_yazar.

Facebook: hayal etyazar

Askfm: hayal__et__yazar

Snapchat:hayal_et yazar

Selam millet ben geldim uzun bir ara oldu bunun için hepinizden çooooooooook özür dilerim.

Her neyse ben artık bölüme başlayayım. Elimden geldiği kadar bölüm atmaya çalışacağım umarım seversiniz.

İyi okumalar....💓💓💓

Ruhum titrerken bedenimi ısıtmaya bu sıcacık yatak yetmiyordu. Kalbim cayır cayır yanarken de ruhumun soğukluğu fayda vermedi içimdeki ateşi söndürmeye.

Acı içimde katranlaşarak ruhumda esen rüzgarın tozlarını hapsederken gözlerimin önündeki sahne, ateşi harmanlayan kuvvetli bir poyraz gibi daha da içimi yakıyordu.

Ruhum titredikçe yüreğim yandı. Yüreğim yandıkça ruhum üşüdü. Yabancılaştım, uzaklaştım, ruhsuzlaştım. Kendimi unuttum. Kendimi unuttukça öldüm, öldükçe yeniden dirildim bu kor ateşte. Varlık ve yokluk içindeki bu kısır döngü öfkelenmeme, öfkelendikçe de sakinleşmeme neden oluyordu.


Bana nefes almayı öğreten adam şimdiyse nefes alırken ölmeyi kendi alfabesinde belletmişti. Ve her yaptığı şeyde olduğu gibi bunu da büyük bir ustalıkla yapmış, ondan nefret ederken bile beni kendine hayran bırakmıştı. Sahteliğine hayran kalmıştım, bana gülerek bakan o gözler başkasına da bakabiliyormuş demek. Bu kadar masum bakarken nasıl bu kadar zalim olabilir ki insan? nasıl bir insan başka birinin son biletiyken, tutunduğu son dalken bu kadar kolay umut verip kırabiliyordu o dalları.

Kendi kendime gelin güvey olmuştum galiba dedim içimden. Kendi kuruntularımdı belki de beni şu an hayal kırıklığına düşüren. Bana söz vermemişti, bir vaatte bulunmamıştı. İşte bu yüzde gözlerinin içine bakıp neden diyecek hakkı kendimde bulamadım.

Ruhsuzluğu, ondan bana kalan bir miras gibi gözlerimde taşırken onun kadar donuk bakan gözlerimi onunkilere denk getirmemeye çalışarak yavaşça oturduğum yerden kalkıp sınıf kapısına yürüdüm. Ne kadar bakmak istemesem de gözlerim önce birbirinin içine geçmiş ellerine sonra da zafere bulanmış bir çift kahverengi göze kaldı.

Kimseye tamamen güvenmemeli insan. Gitmez dediğin gider, yapmaz dediğin yapar, vurmaz dediğin ilk çelme takan olur ayağına. Zeynep, ilk arkadaşım ilk dostum, ilk sırdaşım. Bana olan arkadaşlığını hep ilacım sanırdım. Bu gün bu zehirli bakışları hak etmiş miydim? Oysa ben nasıl düşünememişti zehirle ilacı ayıran şey dozdur. Ben dostluk dozunu fazla kaçırmış yumuşak karnımın her santimini açık açık anlatmıştım ona. Nereden bilebilirdim eline geçen ilk fırsatta beni zehirleyeceğini.

Acıyı yok eden şey, ondan daha büyük bir acı yaşamaktır. Hissedebildiğin her acı seni geliştirebilir. Ama acıdan uyuştuğun zaman yok olursun. Bacaklarımda ki son mecal gözümden akan bir damlaya tutunmuş sanki o damla düşerse yığılacakmışım gibi bir dirayetle hakim oldum gözyaşıma. Kapıdan çıktığımda kendimi frenlemek için bulduğum tüm bahaneler tek bir gözyaşıyla darmadağın olurken yerin ayaklarımın altından kaydığını hissetim. Bir el kolumdan kuvvetlice tuttuğunda yere kapaklanmaktan kurtulsam da kendime gelemedim.

"Nasıl oldu bu iş hala anlamış değilim?" yaklaşık yarım saattir hayret eden bir ses tonuyla aynı cümleleri tekrar eden Beyza'ya baktım. "Yankı o tip kızlardan nefret eder."

Cevap vermek için nihayet kendimi topladığımda bahçede bankta oturuyordum.

"Nefretle başlamış demek ki aşkları."

Beyza inanamıyormuş gibi bana baktı. "Bak buraya yazıyorum bu işin içinde bir iş var yoksa Yankı ondan hoşlanacak biri değil." elini çizdiği banktan çekip destek vermek için avuçları arasına aldı parmaklarımı. Ellerimi kendime çekerken umurumda değilmiş gibi konuştum.

"Beni ilgilendirmez, ikisinin hayatı umarım mutlu olurlar."

Anlayamadığım bir şekilde Beyza beni teselli etmeye çalışırken duygularımı nasıl bu kadar belli ettiğime inanamıyordum. Acaba Yankı'da biliyor olabilir miydi? Gerçi bunun ne önemi vardı ki? Artık onun bir sevgilisi vardı ve dünyada beni mutlu eden son şeyde o karanlık kuyulara hapsolmuştu.

Kalbimi yokladım bir an için. Acılarımı yarıştırdım içimde. Hangisi daha dayanılmaz olabilir diye düşünürken keşfettiğim şey gözlerimin önüne başka bir pencere açtı. Acının tatları vardı. Hepsi aynı yeri; kalbimizi sızlatsa da tadı farklıydı. Sevdiğin birinin hayatında asla olmayacağı düşüncesini ilk kez tadıyordum. Sarılmak istediğin birine başkasının sarıldığını bilmek. Bakmak için her şeyi feda edebileceğin gözlerin başkası için gülmesi. Acı aynıydı ama sızısı, bu sızının damağımda bıraktığı tat değişmişti. Artık daha derinlerde bir yerler sızlıyordu.

Şok, yıkım, hayal kırıklığı, her insanın beyninde farklı şekillenebilecek bu olay benim beynimde koca bir boşluktu. Ne hissedeceğim hakkında en ufak bir tahminim bile yoktu.

Ne hissetmeliyim?

Nasıl davranmalıyım?

Bu sorular beynimin içinde dönerken gökyüzüne çevirdim bakışlarımı kuru bir hava vardı gökyüzünde yazın güzelliğinin daha çok uzaklarda olduğunu hissettiren bir hava. Ağaçların dallarındaki tomurcuklar bile bu kasvetli havayı dağıtmaya yetmemişti.

Bir el yumuşak hareketlerle yanağımı sildiğinde Beyza'ya baktım.

"Yalvarırım artık ağlama."

Samimiyetler içtenliğini birbirine dolanan ellerde, Zeynep'in duyduğum son cümlesinde kaybetmişti benim için. Beyza'nın teselli etmek için çırpınırcasına tavırları yapma bir çiçeği koklamak gibiydi. Tek bir insan nasıl oluyordu da tüm insanlığa bakışını değiştirebiliyordu?


Tiklerim yeniden başladığında hissettiğim dışlanmışlık daha da arttı. Normal olmayı bile beceremiyordum . Hıçkırıklarımın arasında fısıldadım. "Sevilmemek için o kadar çok nedenim var ki!" sonra bakışlarımı Beyza'ya çevirdim. "Bu yaptığım şey dedim," hala kafamı sallarken "Birinden nefret etmek için gerekli bir sebep mi?" Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken Beyza'nın teselli etmek için söylediklerini duymuyordum tek istediğim içimdekileri artık birine anlatmaktı. "Çok mu rahatsız ediyorum insanları? Ben onlar rahatsız olmasın diye hep arka sıraya oturdum, sesimi duymaya tahammül edemedikleri için derste soru bile sormadım. Çıkardığım seslerden iştahları kaçar diye yemekhaneye bile inmedim. Yok gibi yaşadım. " İçimi çekip halime baktım. Kendimden başka herkesi ne de güzel düşünmüştüm. Kendimi sahiplenmediğim kadar önemsemiştim başkalarını. Peki elime ne geçmişti? Kafamı kaldırıp Beyza'nı yüzüne baktım. Tam gözlerinin içine "Yine de sevmediler beni."

Beyza dolu gözlerini silerken şefkatle baktı bana. "Onlar seni değil insan olmayı sevmiyor, burada ki herkes mutlu bir ailede mi yaşıyor sanıyorsun? Birbirleriyle yürümeye başladıkları andan itibaren kıyaslanan çocuklar bunlar. Bildikleri tek oyun yarış yapmak. Küçükten bebeklerimiz yarıştırılırdı, şimdi çantalarımız," dedi gözleriyle bankın yanında duran çantamı işaret ederken. "Okula tek bir dönem normal bir çantayla geldin mi? Yada bir taktığını bir daha taktın mı?" Azım açılırken anlamayarak konuştum. "Ama ben..."

Beyza cümlemi bitirmemi beklemedi. "Bazılarının sadece dergilerde gördüğü şeylere sahipsin. Okulun en popiler kızı Zeynep, o bile senden sonra alabiliyor bu çantaları."

Şaşkınlık içinde çantaya baktım. Annem nasıl özenirdi kıyafetlerime ayakkabılarıma. Gizli gizli düşman kazandırdığını biliyor olsaydı yapmazdı, güzel görünmemi istemişti. "Ama sadece bende yok ki herkes takıyor. "

Beyza gözyaşlarımın dinmesinden memnun olmuş olacak ki ilgimi daha çok çekmek ister gibi gizemli bir sesle konuştu.

"Ama sadece sen ezebilsinler diye kafanı eğiyorsun."

Savaşa yenileceğini bildiği halde giren bir komutanın bitkinliği vardı üzerimde. Duyduklarımı kabullenmem uzun zaman alacak gibiydi. Bunla birini üzmek için yeterli sebep olabilir miydi? Yalnız kalmak için ısrar edip Beyza'yı başımdan savdıktan sonra revire gidip izin kağıdı aldım odama gidip yattığımda uyumak için bir o yana bir bu yana dönüp durmuştum. En sonunda pes edip yattığım yerden doğruldum. Oda da durmak iyi geliyormuş gibi hissediyordum. Bahçeye çıktığımda biraz daha iyi hissederim umuduyla kendimi dışarı attım. Soğuk havayı içime çekerken düşündüğüm gibi olmamıştı. Şu okulun hiç bir köşesinde beni mutlu eden bir anı yoktu. Nereye baksam saklandığım ufaldığım anılarla doluydu.


Koca bahçe bile üzerime gelmeye başlamıştı. Nereye gitsem dar gelecekmiş gibi hissediyordum. O an gözüme tüm heybetiyle karşımda duran beton yığını ilişti, koca bina tüm gösterişiyle beni ürkütüyor hatta tahammül sınırlarımı zorluyordu. Çağdaş hapishanem karşında dururken bu bahçe daha da katlanılmaz olmuştu.

Her köşesi güvenlik kameraları ile izlenen bu okuldan nasıl çıkabilirdim ki? Aklıma gelen şey beni bile hayrete düşürürken yapacaklarıma inanamıyordum.

İleriden gelen araba sesi ile düşüncelerim bölünürken yemekhane tarafından gelen ses iyice dikkatimi çekmişti. Ne olduğuna bakmak için adımladığım da içinde yemek malzemelerinin olduğunu gördüğüm bir kamyondan çuvallarlar bir şeyler taşıdıklarını fark ettim. Bu kamyon çıkış biletim olabilir miydi? Kamyon kasasından sayıyla indirdiği kasaları bir kaç hizmetli içeri taşırken adam şoför koltuğuna oturup aldığı parayı saymaya başladı.

İki hizmetli de içeri girdiğinde kendimi belli etmemeye çalışarak kamyon kasasına atladım. Patates çuvallarının arkasına iyice saklanıp görünmemek için üzerime bir çuval örtmüştüm. Kalbin kulaklarımda atıyordu. Yaptığım şeyden ilk saniyede pişman olmuştum inmek için çuvalın arasından bakarken demin gördüğüm adam gözüme yeniden ilişti. Bu sefer kamyonun arka kapağını kapatıyordu. Soluğumu tutmuş beni fark etmemesi için dua ederken yaptığım deliliğe halen inanamıyordum.

Araba okul bahçesinden çıktığında biraz da ola rahatlamıştım. Sandığım kadar zor değildi. Şimdi tek bir sorun vardı buradan nasıl inecektim? Nereye gittiğini bile bilmiyordum ki.

Yaşamadan, uzaktan baktığımız olayların içine girince o kadar da katlanılmaz olmadığını, düşündüğümüz kadar korkunç olmayabileceğini düşündüm. Sonuçta yakalanmamıştım ve ölmek üzere de değildim.

Kamyonun durmasıyla sarsıldığımda daldığım düşüncelerden sıyrılıp dışarıda neler olduğunu dinlemeye başladım. Sanırım geleceğimiz yere çoktan gelmiştik. Kamyon kapısının kapanmasından sonra giderek uzaklaşa ayak seslerini dinledim. Sesler duyulmayacak kadar uzaklaştığında yeterince beklediğime emin olup tüm cesaretimi toplayarak beni neyin beklediğini bilmediğim sokağa ayak basmıştım. Sokak lambalarının aydınlattığı karanlık yol fazla ıssızdı. Bir kaç araba ve köşedeki manav dışında bir şey yoktu. Ya da benim dikkatimi sadece onlar çekmişti bilemiyorum.

Dar sokaklardan geçerken uğuldayan rüzgar üstümdeki ince gömlekten içeri giriyor, bedenimi mümkünmüş gibi daha da ürpertiyordu.

Önüme serilen koskoca bir karanlığa bakarken çocukluğu aklıma geldi. Küçükken Denizin hep çok yalancı olduğunu, insanları aldattığını düşünürdüm. Güneş varken masmavi olan bu örtü geceleri güneşe küstüğü için rengini değiştiriyor derdim. Babamsa her zaman ki gibi yine saçmaladığımı söyler beni geçiştirirdi.

O ne kadar güneşe küstüğü için bizden rengini saklasa da ben bir bu denizden birde yıldızlardan vazgeçememiştim.

Sahil boyu ilerlerken küçük balıkçı tekneleri ilişti gözüme. İrili ufaklı tekneler, biraz ileride paten yapmaya çalışan tek tük insanlar ve cılız bir miyavlama sesi.

Yüzümdeki donuk ifade yerini ufak bir şaşkınlığa bırakırken sesin nereden geldiğini anlamak için kafamı biraz eğip kayalıklara bakmaya çalıştım. Kayalıkların arasına sıkışmış ufacık bir kedi yavrusu korkak gözlerle beni izliyordu. Kendini geriye doğru atmasından ve denize düşmüş gibi çırpınmasından anladığım kadarıyla benden korkmuştu.

Ellerimi kaldırıp sakin olmasını fısıldayarak ona iyice yaklaştım.

"Şşt ufaklık sakin ol. Çirkin biri olmam benden korkmanı gerektirmez demi?"

İyice yaklaştığımda ise kurtuluşunun olmadığını anladığı için sıkıştığı kayalığa iyice sığındı.

Aslında bende korkuyordum. Yani hayvanları severdim ama daha önce hiç dokunma imkanım olmamıştı.

En az onun kadar tedirgindim sanırım. Ya tırmalarsa diye düşünmeden edemiyordum. Korkular zihnimizde büyüyordu yine aslında o küçük yaratığın canımı yakamayacağını biliyordum en fazla tırmalayabilirdi. Her ne kadar korkmamam gerektiğini içimden tekrar etsem de bir türlü dokunamıyordum tam dokunacakken elimi çekiyor ve kedi yavrusunun daha da korkmasına neden oluyordum.

En sonunda saçmaladığımı kabul edip son bir hamleyle kedi yavrusunu yakaladım.

Ona dokunduğumda ilk fark ettiğim şey zangır zangır titremesiydi.

O kadar üşümüştü ki bedeni gecenin ayazına dayanamamıştı. Belki de açlıktan üşüyordu kim bilir?

Zorda olsa bu yavru kediyi sıkıştığı yerden çıkarıp sakladığı suratına baktım..

Simsiyah, yumuşacık tüyleri vardı. Masmavi masum bakışları.

He canım masum mavi bakışlar.

Kendime sağlam bir göz devirirken kedicikle göz göze geldim. Ama bu siyah tüy yumağı gerçekten çok masum bakıyordu. Ve masmavi gözleri vardı.

"Bana maviş maviş bakma, anısı var."

Şaşkın.

Sesimin kızgın ve aşırı yüksek çıktığını etraftaki birkaç göz bana bakınca fark etmiştim.

Aynı anda kediciğin de bakışları korkmuş gibi bir hal aldı. Kendime kızdım bu sefer hayvanın ne suçu var sanki?

"Özür dilerim ufaklık ama o mavi kuyular çok canımı yaktı."

Kediyi yolun karşısındaki çimlerin üzerine bırakıp yoluma devam ettim. Daha bir kaç adım atmadan arkadan gelen minik, dört ayaklı gölge şaşırmama neden oldu. Çok tatlı bir hayvandı ama onun için yapabileceğim başka bir şey kalmamıştı.

"Üzgünüm ufaklık benimle gelemezsin." Adımlarımı hızlandırıp benden uzak durmasını sağlamaya çalıştım. Ama mümkün görünmüyordu. Etrafımda daireler çizerek bir o yana bir bu ya koşturup şirinlik yapıyordu.

Çok yaramaz. Bir o kadar da tatlı bir şeydi bu kedi. Çokta zekiydi üstelik.

Zekasından mı? İç güdülerinden mi? Bilmem ama ufaklık eğlenmeyi biliyordu.

Sokak lambasının altına geldiğimizde pes eden taraf ben oldum.

Omuzlarım aşağı düşerken " Cidden benden ne istiyorsun?" diye sordum bıkkın bir sesle.

Ben durunca o da durdu. Ne dediğimi anlamış gibi bakışlarını indirip suratıma masum masum baktı.

Onun için yapabileceğim başka bir şey yoktu. Yurda götürecek halim yoktu değil mi?

Karşımda boncuk boncuk bana bakan şeye kaşlarımı iyice çattım.

"Gidiyorsun dedim sana. Git hadi!!!"

Sesim fazla yüksek çıkmıştı biraz tartaklayıp kenarı çekilmesini sağladım ve yoluma devam ettim. Biraz ilerleyince arkadan gelen konuşma sesleri dikkatimi çekmişti. Daha yeni paten yapan çocuklar hararetli bir şekilde konuşuyordu.

"Abi öldürecektin hayvanı dikkat etsene."

"Ne yapayım ben gecenin bir saati birden önüme çıktı. Hem kapkara fark edemedim ki?"

Deminki kediden bahsettiklerini anlayınca koşar adım geri döndüm.

Çocuklar uzaklaşırken kedicik olduğu yerden kalakalmıştı. Korkudan sanırım çok titriyordu. Onu kucağıma alıp etrafa baktım annesi yoktu. Eğer biri onunla ilgilenmezse ölebilirdi çünkü kendini savunamayacak kadar küçüktü.

Müdür bey bu kediyi görürse kesin okuldan atılırdım ama onu da böyle bırakamazdım.

"Yürü baş belası okula gidiyoruz. Umarım müdür bey seni görünce beni okuldan atmaz." Her ne kadar söylensem de içten içe bir sevinç duyuyordum kediciği bırakmadığım için. Ne de olsa artık yalnız kalmayacaktım.

Okulun bir sokak aşağısına geldiğimde sokaktaki bir kaç gölge korkmama neden oldu. Sokak lambasının loş ışığı altında hareket eden gölgeler ve fısıltı şeklinde gelen konuşma sesleri ürpermeme neden olsa da geri dönemedim. Çünkü dönsem çok dikkat çekecekti bu yüzden kendimi yürümeye devam etmek zorunda hissettim. Farkında bile değildim ama sokaktaki gençlere yaklaştıkça geriliyor, geriledikçe kucağımdaki kediyi sıkıyordum. En sonunda hayvancağız elime bir tırmık atınca can havliyle çığlık atarak kediciği bıraktım.

Kucağımdan fırlayan kedinin nereye kaybolduğunu anlayamadan gelen sesle bir kaç adım geriledim.

"Bence onun canı daha çok yandı. Hayvanı neredeyse boğacaktın."
Acıyla elimi sıvazlarken duyduğum kalın erkek sesi yüzünden korkmuştum. Deminden beri fark edilmemeye çalıştığım gölgelerden birinin sahibi şimdi bana iyice yaklaşmıştı. Üstelik hiçte dost canlısı görünmüyordu.

"Enes, bırak kızı baksana kediden daha çok korktu."

Üzerime doğru gelen çocuk olduğu yerde kalırken duvara sprey boyayla bir şeyler karalayan kişi konuşmaya devam etti.

"Siz gidin haydi. Yalnız kalmak istiyorum."

Adının Enes olduğunu öğrendiğim ve bana uzaylıymışım gibi bakan çocuk duyduklarından hiç hoşnut olmamış gibi görünse de sesin sahibine itiraz etmedi veya edemedi bilmiyorum ama her halükârda arkasını dönüp gitmişti.

Duyduğum sen beni de etkilemişti ve emre itaat edip yürümeye devam ediyordum ki sesin sahibi yeniden konuştu.

"Sen kal!"

Bir yandan da duvara çizdiği şeyle uğraşıyordu. Kalmamı neden istediğini anlamasam da yürümeye devam edemedim. Korkudan kalbim yerinden çıkacak gibi atsa da sakin olmaya çalışarak beklemeye devam ettim.

Cidden ama bu çocuğun benle ne işi olurdu? Hem neden daha yüzümü bile görmediği halde kalmamı istemişti.

Kafamı yiyip bitiren sorulara her saniye bir yenisi daha eklenirken deminden beri ilk defa karşımdaki çocuğu süzdüm.

Yönü duvara dönük olduğu için göremediğim yüzü kafasına taktığı gri şapka ile iyice gizlenmişti. Altında her an düşecekmiş gibi duran kot pantolon hafif yıpranmıştı. Üzerine ise yıkanmaktan rengi çoktan kaçmış, bir kaç beden büyük gibi görünen bir tişört giymişti. Bu büyük beden kıyafetlerin içinde kendini tam göstermese de iyi bir fiziğin olduğuna emindim.

Bir kaç dakikanın sonunda elindeki sprey boyayı çantasının içine koyarak yüzünü bana döndü.

Soluğum kesilmiş bir halde bana yapacaklarını veya yapabileceklerini düşünürken gözlerimi ondan kaçırdım.

Önce alayla gülümsedi. Sonra çantasını sırtına takarken keyifli bir tonda mırıldandı.

"Liseli gençlerin bu saatte dışarıda olmaması gerekiyor sanırım. Hele ki yatılı olanların."

Üzerime doğru yürüyen çocuğun sesi tüm tüylerimin diken diken olmasına neden olmuştu. Yüzünde tek kas oynamıyordu. Hem nereden bilmişti benim yatılı bir okulda okuduğumu.

"Sen... Sen.. Nasıl biliyorsun...?"

Daha lafımı bitiremeden eliyle üzerimdeki okul formasını gösterdi.

"Aşağı sokaktaki okul değil mi burası? Yatılı olduğunu duymuştum."

Neden bilmiyorum ama bu dünyadaki en saf insan olma ihtimalimin giderek arttığını düşünüyordum.

Ben şaşkınlığımdan kurtulmaya çalışırken o, bir kaç metre ötesindeki boyalarını toplamaya başlamıştı.

"Bana ne yapacaksın?"

Boş kutuları bir köşeye atıyor diğerlerini ise demin sırtına attığı çantaya dolduruyordu. Sorduğum soru karşısında bir anda afallasa da istifini bozmamıştı. Elinde salladığı boya kutusunu anlık bir hareketle saklamayı bırakmıştı ve saniyesinde tekrar sallamaya devam edip dolu olduğunu anlayınca diğer kutuları önemsemeden ayağa kalktı ve yürümeye başladı.

Tam yanımdan geçerken "Hiç bir şey," diyerek omuz silkti.

Ne yani bana bir şey yapmayacaksa neden durmamı istemişti ki?

Nedenini sormak için tam peşine takılacaktım ki yine beni susturdu.

"Bizim çocukların uzaklaşması için beklettim seni onlarla takılmaz isteyeceğini sanmıyorum."

Kafam iyice çorba olurken artık kendi kendime de soru sormayı bırakmıştım.

Mesela, bu çocuk daha adımı bile bilmediği halde neden bana yardım etmişti? Hiç düşünmedim zaten mantıklı bir sebepte bulamayacaktım. Onun yerine minnetimi ona göstermek daha iyi bir fikir gibi geldi.

"Her neyse, teşekkür ederim." diyerek arkasından bağırdığımda o çoktan uzaklaşmıştı. Ama yüksek sesle söylemem işe yaramış olacak ki yönünü bana dönmese de eliyle beni selamladı.

"Hemen okuluna git, bir daha ki sefere bu kadar şanslı olmaya bilirsin."

Yüzümdeki tebessüm saniyesinde silinirken gözüme yerdeki boş kutular ilişti.

Okula gitmem gerektiğini biliyordum ama şu duvardaki şekiller çok dikkatimi çekmişti. Aynılarını yapamazdım ama kendimce bir şeyler yapabilirdim değil mi? Yerdeki boş kutulardan birini alıp sallamaya başladım bir tanesinde az da olsa boya vardı ve işimi görecek gibiydi. Aklıma gelen şeyi büyük harflerle yazdım.

SAHTE SAVAŞLARIN DÜZENBAZ KAHRAMANLARI...

Olmaz zorunda bırakıldığımız, mecbur olduğumuzu sandığımız sistemi başka hangi cümleyle anlatabilirdim bilmiyorum.

******

Okula doğru yürürken ayağıma sürtünen bir şeyin varlığıyla gülümsedim. Başımı eğip şirinlik yapan kediye baktım.

"Zara gelince kaçıyorsun ama ufaklı olmaz öyle."

Miyavlayıp biraz daha sürtündü. "Tamam gel bakalım ama bir daha ayrı yolda bırakmak yok tamam ?"


Okula girmek için bir yol bulamayınca kucağımdaki kediyle kaldırımda oturmaya başlamıştık.

"Ya sahiden senin adın ne olacak? Ben sana hep ufaklık diyorum."

Kucağımdaki tüy yumağı ile oynarken sorduğum soru dikkatini çekmiş olacak ki anlamış gibi yine suratıma baktı.

"Sende merak ettin demi adını, Ne koysak ki?"

"Tekir'e ne dersin?"

Hayvan suratıma bile bakmayınca pek iyi bir fikir olmadığını anladım.

"Tamam, çok klasikti kabul."

Biraz daha düşünmek için denize baktığımda aklıma gelen ilk ismi haykırdım.

"Sinbat! Sinbat'a ne dersin?"

Bu sefer suratıma bakmıştı. Ama irkildiği için mi yoksa hoşuna gittiği için mi anlayamamıştım.

Küçükken bu masalı hep okurdum. Denize bakınca aklıma Sinbat gelirdi.

"Bence sana çok yakışacak hem sende beğendin demi?"

Bence gerçekten sevmişti ismini hem de çok.

Bunu üzerime atlamasından da anlayabilmiştim. Ne var ki ben onun kadar sıcak kanlı değildim ani hareketi yüzünden elimle yüzümü saklayıp bağırmaya başladım.

"Hayır! Hayır! Bak sakın tırmalama beni! Bak çok kötü olur sonu söyleyeyim sana."

Sesimin ne kadar yükseldiğini umursamadan Sinbat'ı kendimden uzak tutmak için söylenirken bir yandan da ellerimle sakladığım yüzümü korumak için kafamı sağa sola sallıyordum.

Küçük yaramazsa oyun oynadığımızı sanıp daha büyük bir heyecanla partilerini göğsüme vuruyordu. Yüzüme değse çığlığı basıp onu bir kenarı fırlatacağımı bildiğim için kafamı mümkün olduğunca geride tutuyordum.

Sinbat'ın darbeleri her seferinde biraz daha yükseğe çıkarken bir anda kucağımda oluşan boşlukla neye uğradığımı şaşırdım. Ellerim yüzümü sıkı sıkı kapadığı için ne olduğunu göremiyordum.

Acaba elimin tersini yemiş olabilir miydi?

Korkuyla gözlerimi açtığımda karşımda gördüğüm şeye inanamadım.

Yankı karşımdaydı. Bir elinde ensesinden tuttuğu Sinbat varken ayağıyla hesap sorar bir biçimde yerde ritim tutuyordu.

Ben geldiimm nasılsınız ?

Bir de ricam lütfen yorum ve votelerinizi eksik etmeyin. .



⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐⭐ yıldıza basmadan geçmeyin.....

Continue Reading

You'll Also Like

4.3M 122K 41
054* ***: benim seninle sevişme 054* ***: pardon antrenman yapma ihtimalim nedir? - : kapak tasarımı için @gokbuttired 'a çok teşekkür ederim.<3 :
YUVA By _twclr

Teen Fiction

869K 42.3K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.2M 87K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
7M 405K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...