KUKLA: Y.A.K ( -TAMAMLANDI...

By Humeyra2882

117K 11K 1.2K

Not: Kukla serisinin ikinci kitabıdır. Önce ''Kukla: Y.E.M'' adlı hikayeyi okuyunuz. Yeraltı iyice karıştı. S... More

DUYURU !
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38 ''Final''

BÖLÜM 5

3.3K 345 35
By Humeyra2882


Yine yerde sırtüstü yatıyor, loş sarı ışığın aydınlattığı tavanı izliyordum. Işık, Marcus gittiğinden beri hiç kapanmamıştı. Benim için değildi elbette, en son ki davranışımdan sonra bir düzine insan hücreme gelip tam tepeme bir kamera takmıştı. Marcus yine yaramazlık yapmamdan korkuyordu sanırım.

Sakince hücremi izlemeye devam ettim. Artık böyle uyanmaya alışmıştım. Gözlerimi açınca şaşırmıyor, korkuyla etrafıma bakmıyordum. Burada olmak hayatımın bir parçası haline gelmişti sanki. Acıya da alışmış gibiydim.

Kurumuş dudaklarımı yaladım yavaşça. Her zamanki gibi güçsüz bedenim titriyor, nefesim açlıktan leş gibi kokuyordu. Susturucu taktığımdan beri daha da kötü olmuştum. Üzerinden kaç gün geçti bilmiyorum ama hala konuşamıyordum ve hala boğazım uyuşuktu. Bana verilen küçücük kuru ekmeği bile yutamıyor, suyu içemiyordum. Bir ara siyah üniformalı adamlardan biri zorla suyu boğazımdan aşağıya akıtmaya çalışmıştı. Neredeyse boğuluyordum. Neyse ki bir daha denememişlerdi. Şimdi yavaş yavaş yutma yeteneğim geri geliyordu ama eskisi gibi değildi. Eric bandın etkisinin dört gün sürdüğünü söylemişti. Umarım yakında bu lanet olasıca suskunluğum bir son bulurdu.

Derin bir nefes almak istedim ama denemek bile zorken bunu nasıl yapabilirdim bilmiyordum. Karnıma giren ağrıya rağmen yavaşça yattığım yerden doğrulup oturdum ve klozete doğru çevirdim kafamı. Günlerdir mideme doğru düzgün bir şey girmiyordu, bu yüzden tuvalete gitme gereği duymamıştım ama şimdi fazlasıyla zor durumdaydım ama tepemdeki kamera bana engel oluyordu.

Yine de daha fazla dayanamazdım. İzlemek mi istiyorlardı? Kendileri bilirdi. Bu yüzden ellerimi kartonun iki yanına koyup kendimi yukarı doğru itmeye çalıştım ama karnıma giren keskin acı yüzünden başaramadım. Yaranın üzerine bir şeyler döküp gelişigüzel sarmışlardı ama bu işe yaramamışa benziyordu. Ya da üzerinden daha birkaç saat bile geçmemişti, dediğim gibi zaman kavramım tamamen şaşmış durumdaydı. Soluklandım, ardından klozete doğru emeklemeye başladım. Kollarım ve dizlerim titriyor, başım feci derecede dönüyordu.

Klozetin yanına varınca yavaşça kenarlarına tutunup kendimi yukarı doğru çektim ve zar zor oturdum. Ardından birkaç dakikamı pantolonumu indirmekle uğraştım. Sonunda başardığımda gözlerimi kapatıp işimi hallederken yaşadığım utancı unutmaya çalıştım. Bir süre sonra pantolonu geri çekip yavaşça yere doğru eğildim ve yeniden emekleyerek artık neredeyse parçalanmak üzere olan kartonlara uzandım.

Dışarıdan yükselen çığlık sesleriyle birlikte ellerimi kulaklarıma sıkıca bastırdım ve sesi duymamak için kartonun üzerinde iyice büzüştüm. Korkuyordum, bedenim hissettiğim bu korku yüzünden daha da titrerken, sesleri duymamak için daha da çok çabaladım ama sanki beynime işlenmiş gibiydi. Kulaklarımı ne kadar kapatırsam kapatayım sesler bir türlü uzaklaşmıyordu. Panik dalga dalga bedenime yayılmaya, beni nefessiz bırakmaya başladığında sanki yine işkence görüyormuşum gibi hissettim. Bu his öyle yoğundu ki sanki boynumdan bedenime keskin bir acı yayılıyordu. Oysaki bantlar çıkarılmıştı. Bana acı verecek hiçbir şey yoktu. İstemsizce ağzımı açtım ve çığlık atmaya çalıştım. Sesim çıkmadı, sadece etrafa tükürükler saçmıştım.

Beynimdeki çığlık sesleri daha da artarken gözlerimi kapattım ve ağlamaya başladım. Bu deliceydi, bu denli keskin bir acı hissetmemeliydim. Belki de bu beynimin bir oyunuydu. Bir anda kulaklarımı sıkı sıkı kapatan ellerim hızla çekildi. Korkuyla sıçradım ve gözlerimi açtım. Hemen önümde yere çömelmiş bir kadın vardı ve elleri ellerimi sıkıca tutuyordu. Sonra arkasında başka bir kadının daha durduğunu fark ettim. İkisi de siyah bir üniforma giyiyordu. Sırtlarında ise makineli silahlar vardı.

Kadın hiçbir şey söylemeden kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdı. Kadının tutuğu yerler öyle çok acıyordu ki bedenim kasıldı. Kadın beni ayağa kaldırınca yüzüme baktı önce, ardından şöyle bir süzdü beni baştan aşağıya. Konuşamadım, sadece beni incelemesini bekledim. Kadın sonunda beni kapıya doğru yöneltti.

Ne?

Gidiyor muydum?

Peki, nereye?

Korkuyu ve heyecanı aynı anda hissettim. Korkuyordum, çünkü gideceğim yerin buradan daha kötü olma ihtimali vardı. Heyecanlıydım, çünkü ilk kez bu pislik yuvasından çıkıyordum. Dikkatimi topladım ve kadının beni kendisiyle beraber sürüklemesine izin verdim. Bir eli hala kolumu sıkıca kavramıştı. Yürümeye çalıştım ama sanki bacaklarım bana itaat etmiyordu. Ellerimi kadının koluna sıkıca yapıştırdım ve öne doğru eğik bir biçimde yürümeye çalıştım. Kısa süre sonra diğer kadın da gelip kolumdan tuttu. Bu sayede dengemi korumayı başardım.

Kapıdan dışarı çıkınca kafamı hafifçe kaldırıp etrafı incelemeye çalıştım. Büyük bir koridora çıktık. Yan yana sıralanmış metal kapılar çekti dikkatimi ilk. Çığlık sesleri buralardan geliyor olmalıydı. Gözlerimi koridora çevirdim yeniden. Tıpkı hücrem gibi krem rengiydi duvarlar ama benimkinin aksine burası temiz ve kuruydu. Yine de tıpkı hücrem gibi iğrenç kokuyordu.

Başka bir çığlık sesi daha duyduğumda tüm odak noktam sesin geldiği tarafa yöneldi. Ses gittiğimiz yolun tam tersinden, yani arkamızdan yükselmişti. İster istemez kafamı arkama doğru çevirip çığlığın kaynağını aradım. Birkaç saniye sonra iki siyah üniformalı adamın üstü başı pis başka bir kadını tuttuğunu gördüm. Kadın çığlıklar atarak onlardan kurtulmaya çalışıyordu. Burnu kanamış, gözünün sol tarafı tamamen morarmıştı. Saniyeler sonra bakışlarımız birleşti, kadın şaşkınca bana baktı. Ardından diğer adamlar tarafından hücrelerden birine sokuldu.

Korkuyla önüme döndüm, burası farklı bir boyuttu. İnsanların acı dolu çığlıkları yankılanıyordu her yerde. İnsanları neden burada tutup işkence yaptıklarını bilmiyordum ama YAK ile ilgili olduğundan tamamıyla emindim.

Tıpkı ilkine benzer birkaç koridor daha geçtikten sonra bir kapının önünde durduk. Kadınlardan biri kapıyı açtı ve birlikte içeri girdik. Geniş bir odaydı burası. Duvarların rengi ve tipi yine aynıydı ama burası bölüm bölüm ayrılmıştı ve her bölümde duş başlıkları asılıydı. Pencere yoktu, tavandaki beyaz floresan ışıkları sayesinde içerisi aydınlıktı.

Kadın sert bir sesle '' Soyun,'' dedi.

Ona baktım korkuyla, duş almamı mı istiyordu? Bana uyardı ama onun yanında soyunacak değildim. Ona hayır anlamında başımı salladığında hızla kolumu tuttu ve üzerimdeki atleti başımdan yukarı çekip çıkardı. İtiraz edip onunla savaşacak kadar bile gücüm yoktu. Canım acıyordu ama ses de çıkaramıyordum. Kadın sütyenimi çıkarınca içindeki plastik poşet hızla yere düştü. Kadınlardan biri yere eğilip onu aldı ve poşeti inceledi. Ardından bana baktı ama bir şey söylemedi.

Lanet olsun, onu tamamen unutmuştum.

En sonunda çırılçıplak kaldığımda biri karnımdaki sargı bezini çıkardı ve beni bölümlerden birine sokup ''Yerdeki taşa otur,'' dedi. Yaram kabul bağlamıştı, onca darbeye ve acıya rağmen bu bir mucizeydi ama hala acıyordu.

Bu sefer itiraz etmeden yere yerleştirilmiş düz ama yüksek taşa oturdum. Taşın soğukluğu bedenime yayılırken kalkmamak için kendimi zor tuttum. Kadın köşeye yerleştirilmiş dolaplara doğru gidip içinden sabun ve bir lif çıkardı, ardından yanıma gelip duş başlığını alıp suyu açtı ve bana tuttu. Su buz gibiydi, çığlık atmak için ağzımı açtım ve sudan kaçmaya çalıştım. İkisinde de başarılı olamadım. Kadın suratıma sert bir tokat atıp beni yerime sabitledi, ardından saçlarımı yıkamaya başladı. Suyun soğukluğu bedenimi delip geçerken titremeye başladım.

Neyse ki bir süre sonra suyun soğukluğuna alıştım. Yine de kadının hareketleri çok sertti ve canımı feci yakıyordu. Elindeki lifi vücuduma sertçe bastırıp acıyla kasılmama neden oluyordu. Karnımdaki kuru kanı tüm gücüyle temizlerken yaramın kanamasından korktum. Kanadı da. Duşun önünde bekleyen diğer kadın küçük bir havlu getirdi ve kanayan yaramın üstüne bastırmam için bana verdi. Havluyu yarama koyup bir elimde bastırmaya başladım. O sırada yanımdaki kadın saçlarımı dövercesine yıkıyordu.

Ağladım, sessiz çığlıklar attım.

Kadın suyu kapatmadan önce beni ayağa kaldırdı ve vücudumu iyice duruladı. Soğuktan zangır zangır titriyordum. Ona saldırmak ve kaçmak istedim ama gidebileceğim bir yer yoktu. Ayrıca çok güçsüzdüm, hemen yakalanırdım. Önce kendime gelmeliydim, toparlandığım zaman kaçma girişiminde bulunacaktım. Suyu kapatan kadın köşeye koyduğu havluyu alıp beni kuruladı ve dolaplara doğru ilerledi. Ayakta bekleyen diğer kadın ise karnıma bastırdığım havluyu alıp yaramın olduğu yeri iyice kurulayıp üzerini ilaç sürdü ve sonra sargı beziyle kapattı.

Dolaplara doğru giden kadın elinde siyah bir tişört ve eşofman altı aldıktan sonra yanıma gelip '' Giyin,'' dedi hızla.

Eşyalara uzandım ve alıp giymek için çabaladım ama o kadar çok titriyordum ki tutmaya çalıştığım eşyalar ellerimin arasında kayıp yere düştü. Kadın sinirle küfür etti ve yerdeki eşyaları alıp hızlıca giydirdi. Ardından saçlarımı kurulayıp beni odadan çıkardı. Geldiğimiz yöne doğru gitmeye başladık ama sonra başka bir koridora girip ilerledik.

Nereye gittiğimizi bilmiyordum ya da ne yapacağımızı, sadece beni yönlendirmesine izin veriyordum. Bir süre sonra beyaz bir ahşap kapının önünde durduk. Kadın kapıyı çaldı, ardından hızla açıp girdi ve beni de peşinden sürükledi. Bu sırada diğer kadın dışarıda beklemişti. İçeri girdiğimizde önüme geniş bir yemek odası çıkmıştı. Oda baştan aşağıya bembeyazdı ve her yer tertemizdi. Sanki başka bir evrene geçiş yapmışım gibi hissettim bir an. Köşede kocaman bir yemek masası, diğer köşede ise birkaç koltuk yer alıyordu. Kaşlarımı çatıp masanın üzerinde yer alan düzinelerce yemeğe odaklandım. Karnım hızla guruldarken onlara doğru koşmamak için kendimiz zor tuttum.

Tanrım!

Kadın '' Burada bekle,'' dedikten sonra çıktı, tutuşundan kurtulunca bir an sendeledim ama ayakta durabildim. Aslında kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Yine de hala her yerim acıyordu. Gözlerimle odayı taradım, burada kimse yoktu.

Ne yani beni burada yalnız mı bırakmışlardı?

Peki.

Kendime engel olamadım ve ileri doğru yürüyüp masadaki lezzetli bifteğin ve taze kokan ekmeğin kokusunu içime çektim. İçimdeki hayvani dürtü yemeklere saldırmamı söylüyor, beni baştan çıkarıyordu. Bir an bifteğin o mükemmel tadı geldi aklıma. En son ne zaman doğru düzgün bir şey yemiştim hatırlamıyordum. Beynim uyuşmaya, gözüm açlıktan dönmeye başlıyordu. Dudaklarımı ısırıp yemeklere bakmaya devam ettim. Alsam ne olacaktı ki? Aç bir kurdu dışarı salarsanız bulduğu her koyunu yerdi sonuçta.

Hayır, hayır, hayır, Andy!

Derin bir nefes aldıktan sonra geriye doğru birkaç adım atıp gözlerimi kapattım ve ellerimi arkamda bağlayıp beklemeye başladım. Odak noktamı ağrıyan vücuduma çevirdim sonra, yemeklerin kokusu burun deliklerimi istila ediyor, irademi zorluyordu çünkü. Masadan biraz daha uzaklaşmam gerektiğine karar verdim. Kapının yanındaki duvara doğru yöneldim ve sırtımı duvara yaslayıp beklemeye devam ettim. Aslında koltuklar çok cazip geliyordu ama onlara oturmak istemiyordum. Kadın burada bekle demişti ve yanlış bir hareket yapıp yine acı çekmek istemiyordum. Kafamı yavaşça duvara yasladım. Büyük bir yorgunluk çöktü üzerime, yine de daha iyiydim. Duş almak her ne kadar bir işkence olsa da iyi gelmişti.

Kadının gidişinden sonra uzun bir süre geçti. Beni burada neden beklettiklerini bilmiyordum. Belki bu da farklı bir tür işkenceydi. Yemekler dibimdeydi ve koku her yanımdaydı. Açlıktan ise karnım şiddetle gurulduyordu. Ayakta durmaya halim kalmadığında duvarın dibine çöktüm ve kafamı dizlerime yaslayıp o şekilde beklemeye devam ettim. Sonunda kapı yeniden açıldı, hızla kapıya doğru döndüm. Gelen kişi Marcus'du. Derin bir nefes alıp ellerimi duvara yasladım ve zar zor ayağa kalktım.

Beni baştan aşağıya süzdükten sonra '' İyi görünüyorsun Andy,'' dedi gülerek.

Üzerinde gri bir takım elbise vardı. Saçları taranmış, pahalı parfümü yine genzime kaçmıştı. Kısaca nazik beyefendi haline geri dönmüştü. Ama bu görüntünün altında yatan gerçek kişiliğini bildiğim için daha tedbirliydim. Marcus cevap vermemi beklemeden masanın yanında yer alan komodine doğru ilerledi ve çekmecelerden birini açıp içinden çatal, bıçak ve kaşık çıkardı. İşte o zaman masada herhangi bir kesici aletin olmadığını fark ettim. Olsaydı bile odak noktam asla onlara kaymazdı ya neyse. Marcus çekmeceyi kapatıp masaya yöneldi, kısa sürede en uçtaki sandalyeyi çekip oturdu ve yemeklere doğru eğilip kokladı.

'' Hmm... Fazlasıyla lezzetli gözüküyorlar, öyle değil mi?'' diye sordu.

Gözlerim ister istemez masaya kaydı. Taze ekmek, çok iyi pişmiş biftek ve daha bir sürü şeyle donatılmış masa çok cazip geliyordu. Buraya geldiğimden beri bastırmaya çalıştığım o içimdeki hayvani dürtü yine çıktı ortaya. Karnım ister istemez guruldadı. Sertçe yutkunup derin bir nefes aldım. Sonra gözlerimi hızla masadan çekip Marcus'a odaklandım. Delici bakışları beni izliyor, sanki verdiğim tepkileri inceliyordu.

''Uslu durmana şaşırdım doğrusu, başkası olsa çoktan yemeklere saldırmış olurdu. Bu iradeli biri olduğunu gösteriyor,'' dedi ve önündeki peçeteyi kucağına serdi. Gözlerim hala ondaydı, karnım yine guruldadı ve bu seferki daha da yüksek çıktı. İster istemez elimi karnıma bastırdım.

Marcus bana dönüp ''Aç mısın?'' diye sordu.

Şaka mı yapıyordu?

Aç olduğumu biliyordu.

Bir an durduktan sonra ''Ah, konuşamıyordun doğru, neyse ki bugün dördüncü gün. Yarına bir şeyin kalmaz, '' dedi ve önündeki ekmek sepetinden bir ekmek alıp küçük bir parça kopardı ve yavaşça ağzına attı. Yutkunmaya devam ettim. Susturucunun ne zaman etkisini yitireceğini biliyordu ama şuan bunu umursamadım. Gözüm elindeki ekmeğe odaklıydı, çok güzel gözüküyordu.

Lokmasını bitirdikten sonra ''Susturucunun sende ne işi olduğunu merak ediyorum doğrusu ama öncelikle beni şaşırttığını söylemem gerek. Bu beni başta çok öfkelendirdi. Aynı zamanda da fazlasıyla hoşuma gitti. Konuşmaktan korktuğun için onu kullandın, değil mi? Bu da güvenilir biri olduğunu gösteriyor,''dedi ve önündeki tabağa bir parça biftek koyup güzelce yemeye başladı.

Bu benim için son noktaydı artık, her çiğneyişi işkence gibiydi. Gözlerim doldu, ellerim ve dizlerim titremeye başladı. Yabaniler gibi önümdeki yemeklere saldırmamak için kendimi zor tutuyordum ve bu tutuş tüm dengemi altüst ediyordu. Gözlerim karardı birden bire. Ayakta duramayacak kadar tükenmiş bir haldeydim. En sonunda yere doğru çömeldim ve dizlerimin üzerine oturup yüzümü yere çevirdim. Onun önünde eğilmek gururumu kırıyordu ama zihnim artık karmakarışıktı. Ne yaptığımı bile bilmiyordum.

Marcus hızla ayağa kalkıp yanıma geldi ve eğilip beni nazikçe göğsüne yasladı. Kaçmadım, göğsüne yaslanmaya devam ettim ki bunu bilinçsizce yapıyordum. Onun bu halini gören biri bana yaptıklarına asla inanmazdı ama ben biliyordum. Çıkarcı pisliğin önde gideniydi ama istediğini ona verdiğin sürece sana iyi davranırdı.

Kulağıma doğru eğilip ''Ne yapman gerektiğini biliyorsun tatlım, teklifimi kabul et,'' diye fısıldadı nazikçe.

Gözyaşlarım yüzümü tamamen sararken büyük bir pişmanlık seline kapıldım. Kabul etmek üzereydim, artık dayanacak gücüm kalmamıştı çünkü. Onunla daha fazla savaşamazdım veya ondan ve bu hapishaneden kaçamazdım. Direnmeye devam edersem açlıktan veya gördüğüm işkenceler yüzünden ölecektim ya da işbirliği yapıp yaşamaya devam edecektim.

Birkaç gün öncesine kadar konuşmak yerine ölmek istediğimi sanıyordum ama ölümle burun buruna gelmişken yaşamak için çırpınma isteği de oluşmuştu içimde. Ölmek istemiyordum, ailemi yeniden görmek ve saçma sapan şeylere üzülüp kafaya taktığım o zamanlara geri dönmek istiyordum.

Bunu yapabilmek için yaşamam gerekiyordu.

Teklifini kabul etmem gerekiyordu.

Marcus ''Sadece kafanı salla, sonra tüm acıların dinsin,''diye mırıldandı.

Ben de salladım.

Yanlış yapıyor olabilirdim ama dediğim gibi zihnim karmakarışıktı. Ne yaptığımı kavrayacak kadar iyi düşünemiyordum.

Elleriyle yanağımı okşayıp ''Sonunda,'' diye mırıldandı. Ardından beni kucağına alıp yerden kaldırdı ve masaya doğru yürüyüp az önceki sandalyesine oturdu. Ben hala kucağındaydım, beni bırakmamıştı.

''Aferin sana Andy, şimdi ödülünü alma zamanın geldi,'' dedi gülerek ve etten küçük bir parça koparıp ağzıma doğru uzattı. Yutkunma yetim henüz tam olarak yerinde değildi ama kuru ekmeği zar zor da olsa yiyebildiğime göre, bunu da yiyebilirdim. Bu yaptığım yanlıştı ama yaşama içgüdülerim bunu yap diye bağırıyordu. YAK umurumda değildi o anda. Rex'i düşünmüyordum... Bir hain olacağımı düşünmüyordum. Sadece hayvani içgüdülerimle hareket ediyordum.

Etin kokusu burun deliklerime dolarken zevkten dört köşe olmuş bir şekilde gözlerimi kapattım. Bir süre sonra ağzımı açıp etin dilime değmesine izin verdim. Onun kucağında olmak ya da elinden tıpkı bir bebek gibi yemek yemek hiç umurumda değildi. Sadece kendimi düşünüyor ve açlığımı yatıştırmaya çalışıyordum.

***

Merhaba!

Yazım yanlışları görürseniz lütfen yorumlarda belirtin.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. <3

Not: Beni instagramdan takip edebilirsiniz.

Instagram: meyra_yldz_

Continue Reading

You'll Also Like

212K 10.5K 34
Eylül için her şey o salak maskeli baloda başladı. İdealindeki beyefendiyi bulmuştu. Umutsuz bir aşka tutundu. Belki de aşk değildi. Sadece acı bir t...
Tacın Bedeli By Zey

Historical Fiction

48.9K 3.9K 60
● Wattys2019 Ödülleri - Tarihi Kurgu Kategorisi Kazananı Tacın Laneti'nin Devam Hikâyesidir ● • • Okumadan önce Tacın Laneti'ni okumanızı öneririm. ...
248K 12.9K 45
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
76.8K 3.9K 17
l Asker - Doktor l kurgusu ve aşk; Bazen nefes almak kadar kolay, bazen ise; sol göğüsüne saplanan kurşun kadar acıdır. Bu isimle yazılan tek kitap