KAÇAK GELİN

By edibeh

8.6K 177 1

“yakında yeniden buluşacağız. Git ve kendini iyice sakla. Seni kesinlikle bulacağım.” diyen en yakın arkadaş... More

KAÇAK GELİN
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm...
6.Bölüm
7.Bölüm...
8.Bölüm...
9.Bölüm
10.Bölüm...
11.Bölüm...
12 Bölüm...
13. Bölüm...
14.Bölüm...
15.Bölüm...
16.Bölüm...
17.Bölüm
18.Bölüm...
19.Bölüm
20.Bölüm...
21.Bölüm
22.Bölüm...
23.Bölüm...
24.Bölüm...
25.Bölüm...
26.Bölüm...
27.Bölüm...
29.Bölüm (Finale bir kala...)

28.Bölüm...

100 6 0
By edibeh

28. Bölüm…

Young jea elindeki pasaportu uçuş görevlisine uzatıp kontrolünü yaptırdıktan sonra uçağın kalkacağı kapıya doğru yürümeye başladı. Birkaç dakika sonra gizlice Kore’den kaçacaktı. Hana’nın peşinden gelme ihtimali yüzünden elini çabuk tutmaya çalışıyordu.

Uçağa binip koltuğuna kurulduğunda biraz olsun rahat bir nefes alabildi. Hana döndüğünde ona bağırıp çağıracaktı ama elinden hiçbir şey gelmezdi. Başını koltuğuna gömüp sıkıca gözlerini kapattı. Dün gece bütün zamanını abisi ile konuşarak geçirmişti. Sessiz, soğuk duvarlar cevap vermiş; abisi gözlerini açıp da “ne çok konuşuyorsun” diye söylenmemişti bile.

“Geri zekâlı Chin ho!” diye söylendi Young Jea. Sevgili abisine bu şekil de iltifat etmeyi seviyordu. Gözlerini açıp kemerini nasıl bağlayacağını anlatan hostesi kale almadan kendi bildiği gibi kemerini bağladı. Uçağın kalktığı an belki de en çok sevdiği andı. Bakışlarını camdan dışarı çevirip yerden göğe yükselişe geçen uçağın havadaki manevraları sayesinde hafif bulanıklaşan ülkesine baktı.

Kısacık bir süreliğine de olsa bunun bir son olacağını bile düşünmüştü ama aklına gelen adamla bunun imkânsız olduğunu anladı. Muhtemelen asla huzur vermezdi. Düşünceleri elinin tersiyle itip gökyüzünden küçücük gözüken gök delenlerle dalga geçmeye çalıştı. Aklı sıra zamanın tadını çıkarıyordu işte. Bir süre daha bununla uğraştıktan sonra daha fazla dayanamayıp cep telefonunu cebinden çıkardı.

Uçuş Mod’una aldığı için hattı kapalı gözüküyordu. Bir iki kez araba yarışı oynadıktan sonra ondanda sıkıldı. Birkaç kez daha gittiği bu ülkeye ilk kez böyle sıkılarak gidiyordu. Sırtını yeniden koltuğa yaslayıp gözlerini sıkıca kapattı. Aradığı kızın bir resmi bile yoktu elinde ve onun nasıl biri olduğunu hayal etmeye çalıştı. Zeki olduğuna göre kesinlikle gözlüklüydü.

Aklında oluşturacağı kişiye gözlük ibaresini yerleştirirken en çirkin gözlük modellerinden birini seçmişti. Dişlerinden birini çürük yapmış bir de üstüne tel taktığını hayal etmişti. Saçları kötü perması yüzünden karışık ve dağınık olarak hayal etti. Dudağının hemen üzerinde kocaman bir ben… Ben gözünün önüne geldiğinde hızla ben’i karaladı. Zeki bir kız olması cadıya benzediği anlamına gelmezdi. Sıra kıyafetlerine geldiğinde Kore cumhuriyetine nam salmış Ajumma kıyafetlerini giydirdi.

Ortaya çıkan kız ile yüzü buruşurken “Abim bu kızı gördüğünde kalp krizinden gider. Bir de kalp dehası mı bulsak ne?” diye söylendi. Elinin tersi ile düşüncelerini itip kendini uykunun derin kollarına bıraktı. Nasıl bir kız olacağı kimin umurundaydı ki. Azıcık güzel olsun yeterliydi, hani göz zevki bozulmasın diye o da; yoksa kıza sarkmak gibi bir düşüncesi yoktu.

Uçağın inişe geçtiğini duyuran Anons ile dizlerini yumruklayıp “Sonunda” diye söylendi. Abisi için bile bunca yolu çekmeye üşene adam adını sanını bilmediği bir kız için onca yolu aleni tepmişte gelmişti. İkinci uçuşu için hazırlanırken “San jose’ye sevgilerini iletiyordu. “Aman ne güzel” diye söylenerek diğer uçağa binip beklemeye koyuldu.

En azından bu uçuşu diğerine kıyasla daha kısaydı. Son uçuşun bitişi ile oturduğu yerden hızla kalkıp uçaktan indi. Biraz daha yolculuk yapsaydı, uçakta telefonla konuşma yasak uyarısının canına cehennem okuyup Hye su’ya yardıracaktı.

Valizlerini alıp havaalanının çıkışına doğru yürüdü. Abisinin anahtarlarını almıştı bu ülkeye gelmeden. O eve gitmek kalbini kırsa da gidecek bir yeri yoktu. Taksiye binip gideceği adresi söyledikten sonra gözlerini yeniden kapattı. Gece uçuşu sayesinde tüm zamanını uyuyarak geçirdiği için taksiyi bekletip önce valizlerini eve bıraktı. Evin son haline bakma gereksini mi bile duymuyordu. Hızla evden çıkıp beklettiği taksiye binerek San jose hastanesinin yolunu tuttu.

Hastanın kayıtlarına bir şekil de ulaşmalıydı. İçeri girip danışma kısmından hasta kayıtlarını havalı bir şekil de rica ederken; aynı havalılıkla avucunu yalamak zorunda kaldı. Hasta yakını olmadığı için hiçbir kayıta bakamıyordu. Bir ara görevlinin saçından kavrayıp bilgisayar ekranına vura vura alacaktı ama yapamadı.

Nazik bir şekil de teşekkür edip Hye Su’yu aradı. Hasta kayıtlarına bakamadığını müsaade olmadığını yakınarak anlatıyor danışmada ki kıza uyuz olduğunu da araya sıkıştırdığı küfürlerden belli ediyordu. Hye su sakin bir şekil de “Bende sana bundan bahsediyordum.” Diye azarlama moduna geçmişti ki vazgeçti. Ne söylerse söylesin bir anlamı yoktu şuan.

Ona kendisini beklemesini söyledikten sonra telefonu kapattı. San Jose’ye geri dönmek istemiyordu artık ama buna mecbur hissediyordu kendini. Ayaklarını sürüyerek de olsa zorla dönmüştü bu ülkeye. Hava alanında Young jea ile buluşup zaman kaybetmeden San jose hastanesinin yolunu tuttular. Aynı zaman da kaybettikleri iki günün hırsını çıkarıyordu young jea’dan.

Atar yapıp kaçarsa olacağı buydu. Çalan telefonu ile düşüncelerinden sıyrıldı. Ekrandaki isim ile bakışları yanında sert bir şekil de oturan Young jea’ya kaydı. Telefonu açıp açmamak arasında sıkışıp kaldığı sırada “Telefonu aç!” sözü ile açıp kulağına götürdü. Sakin bir şekil de “Efendim Hana…” dedi. Kendisi gitmediği için sinirden kuduruyordu genç kız.

Hye su sakin kalması gerektiğini belirtip, Chin ho’yu ona emanet ederken kısa süreliğine Young jea’nın öfkeli bakışları ile burun buruna geldi. İçinden “Bir de bunların kavgaları, Aşkları eksikti…” diye söylendi. Yeterince şeyle uğraşıyordu zaten. Arabadan inip hızlı adımlarla Acil servis girişinden hastaneye giriş yaptı. Bazı şaşkın bakışları önemsemeden doğruca doktorlar odasına girdi.

Gece uçuşunun en iyi yanı buydu; zaman kaybettirmeden işlerini halledebiliyordun. İçeri dalıp elinde kahvesiyle oturan adamın karşısına dikildi. Bundan birkaç ay öncesine kadar onu görünce heyecanlanan kalbinde bir nokta kadar tık yoktu.

Adam oturduğu yerden kalkarken şaşkınlıkla “Jessica” dedi. Onu görme umudunu aylar önce, düğün daveti ellerine geldiğinde bırakmıştı. O gün kalbini parçalara ayırmasaydı belki de böyle olmayacaktı. Hye su; duyduğu isimle güçlükle gülümserken “Merhaba Doktor Matt” dedi.

Odanın en köşesinde gazetesini indirmiş adama başını çevirip Doktor Ian’a da aynı gülümsemeyle gülümsedikten sonra “Birazcık zamanınızı çalmak istiyorum.” Dedi. Bu iki doktorda o hastanın sağlığından sorumlulardı. İki doktorda şaşkınlıkla kızın peşinden giderken kapıda karşılaştıkları adamla duraksadılar.

Matt gergin hissetmişti kendini bir anda. Elini adama işaret ederek “eşin mi?” diye sordu. Onunla gelmiş olması demek tanıştırmak demekti ve Matt ne kadar Amerikalı olsa da bu kadar geniş değildi. Hye su, başını iki yana sallayıp “Chin ho’nun erkek kardeşi.” Dedi. Şimdi önemli olan bu değildi. Bakışlarını Matt’e çevirip buz gibi bir sesle “Doktor Matt.” Dedi.

“Benim yüzümden ölen hastayı hatırlıyor musunuz? Eric Cappalindi adı…”

Mat bir süre düşündükten sonra meraklı bir şekil de “Evet” dedi. Evet diyişinde bile bin bir çeşit soru işareti vardı. O kısacık saniyede ailenin Hye su’ya şantaj yaptığını bile düşünmüştü.

“Bana o hastanın bilgileri lazım.” Dedi hızlı bir şekil de. Hastanenin kurallarına aykırı olan bu istekle iki doktorda birbirlerine baktılar. Sonunda “Olmaz.” Dedi Doktor İan, Matt hayır diyemeyecek gibi duruyordu ve kendini sağlama almaya çalışıyordu. Hye su Doktor Ian’a dönüp “Chin ho” dedi.

“Çok değerli Asistanınız ölüyor. Belki hatırlarsınız, o hasta ile kalan kızı. Size araştırmalarından ve çalışmalarından bahsetmişti. Bizim o çalışmalara ihtiyacımız var.”

Doktor İan aldığı cevap ile gözleri ardına kadar açılmış şaşkınlıkla kıza bakıyordu. Chin ho’yu ölüme sürüklemeye hazırlandığı plana mı tepki vermeliydi yoksa biricik asistanının ölüm döşeğinde olduğuna mı tepki vermeliydi o an için şaşırmıştı. Nutku tutulmuş bir şekil de genç kıza bakarken güçlükle “Nasıl?” dedi.

Yanına aldığında kendi izinden gidebilecek zeki bir adam bulduğunu düşünmüştü Doktor İan. Ne olmuştu da Chin ho iki taraf arasında sıkışıp kalmıştı.

Hye su derin bir nefes alıp “Lütfen neden olduğunu sormayın.” Dedi. Kafasının içinden geçip giden kurşuna inat derin bir uykuda olsa bile hala yaşıyordu. Parçalanmış bir beyin olması onun birçok fonksiyonunu kaybedeceği anlamına gelirdi. Daha da önemlisi bu gibi vakaların %90’ı uyandıktan sonra bile ölüyordu. Bu yüzden bu kızın çalışmalarına ihtiyacı vardı.

Doktor ian kızın iç çekmiş haline bakıp “Durumu ne kadar kötü?” diye sordu. Belki elinden gelen bir şey olabilirdi. Hye su bakışlarını kapıya çevirip sakin kalmaya çalışarak “Ölmek üzere…” dedi.

“Kafasının içinden bir kurşun geçti. Korumak zorunda olduğum biri olduğu için hastane raporlarına araba kazası olarak kaydedildi. Beyin fonksiyonları içinse ince demir bir çubuk girdiği yazılı. Bu yüzden onu sessizce hayata döndürmeliyim. Şuan bir ölü olarak gözüküyor olsa bile onu geri hayata döndürmeliyim.”

Bakışları boş koridorda bir oraya bir buraya kayıyordu. Beyaz önlüğün içinde havalı duran adam sanki bir oraya bir buraya koşuyormuş gibi onu takip edip duruyordu. Doktor Matt’in kolunu yakalaması ile bakışlarını adama çevirdi.

Anlatırken kendinde değildi ve ağladığını fark etmemişti. Adamın elleri yüzüne kaydığı an elinin tersiyle itti. Bu onu rahatsız etmişti. Bakışları sessizce duran Young Jea’ya kaydı. O da kendisi gibi buz gibiydi. “her neyse…” diye söylendi elinden geldiğince sakin kalmaya çalışarak.

“Bize yardım edecek misiniz, etmeyecek misiniz?”

İki doktor sessizce birbirleriyle konuştuktan sonra genç kadına dönüp “Bir şartla” dediler.

“Eğer bizim Chin ho’yu görmemize izin verirsen. Belki de o kızı aramadan bir yolunu bulabiliriz.”

Hye su böyle bir cevap alacağını bildiği için cebinden çıkardığı flaş’ı Doktor İan’a uzatıp “Yapabileceğiniz hiçbir şey yok” dedi.

“Bu Flaş da İlk ameliyatından tutun son ana kadar olan tahlillerine kadar hepsi var. Siz de benim gibi aynı düşünceye sahip olacaksınız. O zaman bize yardım edeceğinizi umuyoruz.”

Bakışları Young jea’ya kaydı genç kadının. Onu biraz daha zorlamak istemiyordu. Elini boynuna koyup “Müsaadeniz olursa gitmek istiyorum şimdi. Yeni indim uçaktan ve doğruca buraya geldim.” Dedi boşta kalan eli ile de ileride duvara yaslı olan küçük valizini işaret ediyordu. “Eve gidip dinlenmek istiyorum.”

Doktor İan, Hye su’ya kollarını dolayıp “Bize birazcıkta olsa güvendiğin için teşekkürler.” Dedi ve kollarını çözüp kızdan uzaklaştı. Amerika tarzı işte, kendilerine kıyasla fazla genişçeydi. Başını öne eğip onları onayladıktan sonra evinin yolunu tuttu. Tozla kaplı evde en son hatırası Chin ho’nun yerde uzanmış hayal kuruşuydu.

Kendini halının üzerine atıp onun uzandığı noktaya baktı. Elini tavana uzatıp anıları yakalamaya çalıştı. O gün Chin ho “Dönelim” dediğin de kabul etmeseydi belki de hayatları bambaşka olacaktı. Ama kader denilen şeyin önüne kim geçe bilirdi ki. Bu hayatta Alın yazısı denilen bir yazı vardı ve o yazı da kesin olan bazı şeyleri asla değiştiremezdi insan.

Doğum, ölüm ve hayatını paylaşacağın insan… 3 unsuru asla ama asla değiştiremezdi. Tavana uzan elini aşağı indirip parmaklarını alnında dolaştırdı. Annesinden öğrenmişti alın yazısını. Cebinden çıkardığı telefonun ekranına baktı. Sevdiği adamı deli gibi özlüyordu şimdi. Dudaklarını ekrana bastırıp “Her şey yoluna girecek” diye telkin etti kendini. Hiç bu kadar kalbi acımamıştı. Yanağından akan yaşa inat gözlerini kapattı. Amacını unutmamalıydı.

**

Çalan telefonla hızla gözlerini açtı Hye su. Gece öylesine geç yatmıştı ki sabaha karşı çalan bu telefon yüzünden güçlükle açabiliyordu gözlerini. Telefonu kulağına götürüp “Ne oldu young jea!” diye söylendi. Uykusu yüzünden sesi hasta gibi çıkıyordu.

Telefonun ucunda duyduğu ses ile hızla gözlerini açıp yataktan fırladı. “Ne?” diye bağırdı endişe ve sevincin harmanlandığı duygularla. Sonunda olmuştu. Tam bir ay boyunca didik didik aradıkları Aile’yi en önemlisi kız bulmuşlardı. Yanağından akan yaşı elinin tersi ile silip “Tamam o zaman gidelim.” Dedi.

Kızın Stanford Üniversitesinde okuduğunu duymuştu. Oradan yeterince bilgi edineceğini düşünüyordu Hye su. Telefonu kapatıp heyecanla üzerine bir şeyler geçirdi. Yarım saat içinde hazırlanıp aşağı indi. Bu son umutlarıydı artık.

Doktor İan ve Doktor Matt ertesi sabah onları arayıp hastanın sadece kapalı olan telefon numarasını verebilmişlerdi. Gerisi tamamen muammaydı. Üzgün olduklarını ve en kısa zamanda kızı bulmalarını dilediklerini belirtip telefonu kapatmışlardı. Sık sık arayıp arayışın ne âlemde olduğunu soruyorlardı. Amerika kazan, Hye su ve Young il kepçe hiç tanımadıkları bir kızı ararken sonunda ona ait bir iz bulmuşlardı. Kısacık diye adlandırdığı bu kocaman sürede zamanları daraldıkça daralıyordu.

Chin ho uykuya dalalı neredeyse 4 ay olmak üzereydi ve doktorlar umudu keseli bir ayı tamamlamışlardı. Bu kız onlar için aynı zamanda mucize de olacaktı. Hazırladığı küçük çantayı taksiye atıp heyecanla parlayan gözlere baktı. Young il de en az kendisi kadar heyecanlıydı. Stanford üniversitesine gitme için ilk durakları hava alanı oldu.

Young jea hava alanında beklerken “Bu kızın peki bu şehirde ne işi vardı ki?” diye söylendi. Ertesi sabah okulun yolunu tutup öğrenci işlerinden hiç tanımadıkları kızın adını verirken Ellerinde sadece April adı vardı. Okul kaydından çıkan 1200 farklı April arasında kızı bulmak saatlerini almıştı Hye su’yun.

Saat 3’e geldiğinde gözlerini kocaman açıp “Buldum” diye bağırmıştı. Parmağı ile işaret ettiği kızı görevlilere gösterip ilgili dekanla görüşmek istediklerini belirtiler. Young Jea parmağı ile işaret edilen fotoğrafa baktığında nefesi kesildi. Hayal ettiğinden 100 kat farklı çıkmıştı.

Objektife gülümseyen yüzünde oluşan ince iki çizgi bile güzel duruyordu. Ağzının akan sularını silip Hye su’yu takip etti. Cebinden çıkan paraya bile sövmüyordu kızın resmini gördükten sonra. Cüzdanını cebine sokup dekanın odasına daldılar. Bir çırpıda durumu anlattıklarında adam hafifçe gülümsedi. Bir gün bu kızı aramaya geleceklerini biliyordu. “Evet, April çok zeki bir kız” diye gelen misafirlerini onaylayan Profesör ;“Ama o artık bildiğiniz April”

Kızın bir çırpıda hayat hikâyesini anlattığında; Hye su, başını öne eğip “Biliyoruz…” dedi. Kendisi yüzünden bir değil iki hayat sönmüştü anlaşılan. April’ın yaşamayı bıraktığını öğrenmişti dekandan. Adam konuklarına yardım edemeyeceğini belirttiği sırada birden vazgeçti.

April için bu büyük bir şanstı. Elinin altındaki başvuru formlarını doldurmaya koyulup önündeki misafirlerine uzattı.

“Bu gördüğünüz başvuru formu ile onu Kore’ye gitmek zorunda bırakabilirim; fakat onun iyi olduğundan iyileştiğinden mutlaka emin olmalısınız. Size çok değerli bir öğrencimizi veriyoruz ve o kız dünyayı sarsa bilecek zekâya sahip.”

Hye su ve Young jea birbirlerine bakıp heyecanla adamı onayladılar. Şans şimdi onlardan yanaydı. Sadece eve dönüp bekleyeceklerdi. April’ı; kurtarıcı meleklerinin gelişini bekleyeceklerdi.

Bölüm sonu…

Continue Reading

You'll Also Like

124K 4.3K 52
Sen benimsin, aksini düşünen sonunuda düşünsün. +18 Cinsellik fazla bulunuyor bunu bilerek okuyalımm. Askeri kurgu Çocukluk aşkı Arkadaşlıktan doğan...
117K 488 5
hikayede +18 kelimeler ve hareketler bulunmaktadır rahatsız olacaklar okumasın yeto
182K 11K 24
Berdel konulu bir GAY hikayesidir. Eşcinsel evliliğin yasal ve normal olduğu bir evrende geçmektedir. •Şiddet, cinsellik ve olumsuz öğeler içermekted...
99.4K 8.2K 15
"Abin falan dinlemem. Eğer o odaya gelirsem, sabaha kadar çığlık attırırım sana."