Buzdan Zihinler

By quitereckless

321K 19.1K 11K

Bedenimizi değiştirdiler. Boyumuzu, saçımızı, göz ve ten rengimizi... Bizi mükemmelleştirdiklerini söylüyorla... More

1 ❆ Puslu Bir Anı
2 ❆ Korkuları Kelepçelemek
3 ❆ Onlar ve Diğerleri
4 ❆ Kar Tanesi
5 ❆ Gölge
6 ❆ Bilye
7 ❆ Tanrı'nın Elçileri
8 ❆ Unutulmuş Yetenekler
9 ❆ Düello
10 ❆ Tasma
Bölüm 12 - Çığ
Bölüm 13 - Kayalık
Bölüm 14 - Gözyaşı
Bölüm 15 - Pusula
16 ❆ Oyun Başladı
17 ❆ Sonsuzluk

Bölüm 11 - Gaflet

17.7K 1K 648
By quitereckless

The dead are still living. Their intention is to kill and they will.

Ölüler yaşamaya devam ediyor. Maksatları öldürmek ve başaracaklar da.

House on a hill - The Pretty Reckless

***

"Eğer bir savaş yaklaşıyorsa, emin ol zamandan daha değerlisi yoktur."

Savaş kelimesi beynimde çınlamaya başlarken bununla birlikte gelen bir çok soru aklımı doldurmuştu.

Savaş mı? Nedeni ne? Bizimle ne alakası var? En önemlisi, biz hangi taraftayız?

Aklıma gelen bu soruların hepsi dilimin ucunda birikti ama bir türlü onları dışarıya püskürtemedim. Tekrar tekrar dönüp dururlarken zihnimde ağzımı açtığım an kapının da açılmasıyla çıkmaya hazırlanan kelimelerim tekrardan içeriye kaçtı.

Sımsıkı bir şekilde at kuyruğu yaptığı siyah, jilet gibi düz saçları, çıkık elmacık kemikleri, dolgun dudakları ve yine siyah gözleri ile ilk düellonun galibi Melisa, açılan kapının aralığından bize bakıyordu.

O da aynı benim ona yaptığım gibi önce gözleri bende birkaç saniye takılı kaldı ve daha sonra bakışlarını Deniz ile benim aramda gezdirdi. İkimizin neden burada birlikte olduğumuzu anlamlandıramamış gibi bir hali olsa da olayı bu durumu dillendirmeyip Deniz'e döndü.

"Düellolar biraz önce bitti. Gelmiyor musun?" Bakışlarımı ben de Deniz'e çevirdim.

"Birazdan gelirim."

"Dışarda bekliyorum o zaman," diyerek ve bana bakmadan arkasından kapıyı kapatıp odadan çıktı. Ne zaman bu ikisinin birlikte hareket edecek kadar yakınlaştığını düşünürken, beni görmezden geldiği onca gün aklıma dolduğunda içim, kontrol edemediğim bir kıskançlık duygusu sarmıştı. Beni saran bu duygu Deniz'i kıskandığım için kendime kızmama neden oldu. Beni Deniz ve Melisa arasındakiler ilgilendirmiyordu.

"Sonra konuşuruz, gitmem gerek," deyip kapıya doğru bir adım atarken Deniz, ben kolunu tutarak gitmesine engel oldum.

"Burada hayatlarımız söz konusu ama bir kız seni bundan alı mı koyuyor? Senin de Cato'dan bir farkın yok, sen de aynı aptalsın."

Deniz'in yüzü sabitti, dediklerimden etkilenmişe benzemiyordu. Aynı surat ifadesiyle bana bakmaya devam etti ve sonra sakince konuştu. "Sorun Melisa değil, aynı onun gibi buraya girebilip konuşmalarımıza şahit olabilecek herhangi biri. Yakalanmak istiyorsan buyur, konuşalım." Kolunu elimden kurtarıp göğsünde buluşturdu.

Utanç vücudumda benliğini göstererek geri çekilmeme ısrar etse de ben de onun gibi kollarımı göğsümde buluşturarak cevap verdim. "Açıklayabilirdin."

"Artık açıklamadan bir şeyleri anlaman gerekiyor." Bu konudan mı bahsediyordu yoksa savaş olayından mı anlayamıyordum. "Ayrıca hiçbir hareketimi açıklamak zorunda da değilim."

Alayla gülüp kafamı iki yana salladım. "Bu odaya, yanıma gelen sensin. Benimle birlikte hareket etmek istediğini söyleyen sensin. Ama bana hiçbir açıklama yapmak zorunda olmadığı söyleyen de sensin." Alaylı üslubum yerini ciddiyete bırakırken devam ettim.

"Eğer bir takım olacaksak, evet. Açıklamak zorundasın. Anlamıyorsam, anlamamı sağlamak zorundasın." Ona doğru son birkaç adımımı da atarak aramızdaki mesafeyi kapattım, yüzlerimiz arasında birkaç santimden daha fazlası yoktu. "Dostunun da düşmanının da kim olduğuna iyi karar ver."

Adımlarımı geri çekip kapıya yöneldim ve odadan çıktım. Eğitim merkezinin çıkışına doğru giderken karşıda Melisa'nın kolları göğsünde kavuşturmuş bir biçimde duvara yaslanmış, Deniz'i bekliyordu. Bu daha da sinirlenmeme neden olurken bakışlarımız kesiştiğinde dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı ve ellerim o kıvırdığı dudaklarının tam ortasına bir yumruk çakma iç güdüsü ile karıncalanmaya başladı. Anlamadığım bir şekilde benimle alay ediyordu, neden olduğunu bilmiyordum ama yakında öğrenecektim.

Ona sinirlendiğimi fark etmesin diye ellerimin yumruk halini alma iç güdüme engel oldum ama merkezden çıktığım an ellerim otomatikman yumruk halini aldığında bu sefer buna karşı koymadım. Öfkeni kontrol et, öfkeni kontrol et.

Bu halde odaların olduğu binaya girdim ve asansöre doğru yöneldim. Asansör gelip kapılar açıldığında adımlarımı tam içeriye atacakken duyduğum ses bunu yapmama engel oldu.

"Hey, Kar Tanesi!"

Zaten sinirli bir ruh halinde olduğumdan arkamı dönüp de sesin sahibine baktığımda bu sahibin her zamanki çizilmiş, yüzünden hiç düşmeyen çarpık gülümsemesini görmem o atmamak için sıktığım yumruğun özgür kalmasına neden olmuştu.

Böyle bir şey yapacağımı haliyle hiç beklemeyen Drake, yumruğumun etkisiyle sağa çevrilmiş suratını tutarak şaşkınlıkla bana döndü.

Bunu neden yaptığımı ikimizde anlamaya çalışırken yumruk ile vücudumdan ayrılan öfke sayesinde birden kendime gelerek ne yaptığımın farkına vardım.

"İyi misin?"

Çenesini ovuşturarak bana bakıyordu.

"Mükemmelim," dedi darbe aldığı halde yapmaktan vazgeçmediği çarpık gülümsemesiyle. "Ama aynı yumruğu düellodaki rakibine atsaydın o iyi olmazdı." Yaklaşıp parmaklarımı yumruk attığım yere dokundurduğumda yüzünü buruşturdu. "Buz tutsam iyi olur. Sorun yok." Eliyle asansörü göstererek beni içeri girmem için yönlendirdi.

Drake bizim grubumuzda değildi, bu başarısızlığımın başkalarının konuşma konusu olduğunu gösteriyordu. Ya da başarımın. Sonuçta istediğim emelime ulaşmıştım. Ama şimdi, emelimin kendi adıma iyi mi, yoksa tam tersine kötü sonuçlar mı doğuracağından emin değildim.

Bu konuda onunla konuşmayı istemediğimden konuyu değiştirdim. "Öyle gülümsemeyi bırakmalısın." Zaten yüzünde asılı duran gülümsemesi daha da genişlerken "Neden?" diye sordu. Kaşlarımla yüzünü işaret ettim. "Bunun gibi durumlardan kaçınmak için. Fazla sinir bozucu."

"Sinirini bozan şeyin benim gülümsememden fazlası olduğunu düşünüyorum, yanlış mıyım?"

Sorusunu yanıtsız bıraktım ve sessizliğimin bir evet yerine geçtiğini anlamıştı. Elimi oda katıma basmak için kaldırırken önce o davranıp benim yerime odamın katına basmıştı bile. Hangi katta kaldığımı biliyor olmasını garip bulsam da bunu ona sormadım. Kendisi de teras katına basmıştı, aklıma terastaki o gece geldi. Bununla ilgili hiç konuşmamıştık ve sanki konuşulması gereken bir şeyler vardı ya da benim bir şeyler demem gerekiyordu. Böyle yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum.

"Teşekkür ederim," dedim ve neden diye sormaması için de ekledim. "Terasta yaşanılanlar ve dediklerin için yani. Bazı şeyleri anlamama yardımcı oldu. Her ne kadar kafam hâlâ karışık olsa da."

Ve ağzımdan çıkan kelimeler kendime verdiğim iki sözden ilkini onun için ilk bozuşum oldu.

"Bir, hiçbir şey için teşekkür etmeyeceğim."

Donuk bakışlarıyla camdan dışarıya bakarken sanki dediklerimi yeni duymuş gibi bir andan bana döndü ve yüzüne gülümsemesini tekrardan kondurdu. Ama bu gülümseme diğerlerinden biraz farklıydı.

"Sevindim." Başka hiçbir şey demedi. Kendi katıma vardığımda asansör kapılarını açtı ve kendimi diken üstünde hissederek asansörden dışarı adımlamaya başladım. Birkaç saniye sonra Drake'in bana seslenişi nedeniyle durup ona dönmek zorunda kaldım. Kapı kapanmasın diye bir ayağını kapının önüne atmıştı.

"O geceyle ilgili," Kaşlarımı kaldırıp diyeceği şeyi bekledim.

"Sende bana ait olan bir şey var. Onu bana getirebilirsen çok mutlu olurum." Kaşlarım düşerken hafifçe gülümseyip "Tabii," dedim. Ve aynı zaman diliminde kendime verdiğim bir diğer sözü yine onun için bozdum.

"İkincisi ise asla özür dilemeyeceğim"

"Aynı zamanda yumruk için de kusura bakma."

"Hayır, sorun değil. Herkesin zor zamanları vardır." Yüzündeki durgun ifadeyi silip çarpık bir şekilde ama bu sefer ona ait olan gülümsemesini yaparken "Görüşürüz, Kar Tanesi," dedi. Ve bu, gerginlikle aldığım nefesimi rahatlıkla vermeme neden olurken ben de ona hafifçe gülümseyerek karşılık verdim.

"Görüşürüz."

Ayağını çekti, kapı kapandı. O terasa çıkarken ben de odama doğru yürüyordum.

***

Odaya geldiğim gibi banyoya geçip küveti doldurdum ve kendimi suların içine bıraktım. Sıcak su tenime işledikçe gün içinde yaşadıklarımdan doğan gerginlik dağılıyor, rahatlamama neden oluyordu. Zaman geçtikçe bedenimle birlikte zihnim de rahatlamış, zihnimin eriyen kısımlarında düşüncelere boğulmama neden olmuştu.

Beyaz zemin, üzerinde cenin pozisyonunu alıp sırtını beyaz duvara dayayan bir beden. Uzun elbisesi zemine dağılmışken o, kafasını duvara dayayıp tavanı izleyerek düşüncelere dalmış. Ama koridorun sonunda duyduğu sesle bu düşüncelerden sıyrılıp ayağa kalkıyor.

Kalkan bedenin sahibi ben miyim? Vücudum hareket ediyor ama ben sadece bu bedendeki bir izleyiciyim. Onun gözleriyle görüyorum ama bakışları ben atmıyorum.

Beden kalktıktan sonra biraz önce yaslanmış olduğu duvarın ortasından başlayan ve içeriyi gösteren camdan kısmına bakmaya başlıyor. Koridorun sonundan duyduğu sesin sahibi adımlarını bedene doğru atarken koridoru sadece adımlarının fayansa bıraktığı sesler dolduruyor.

Gelen kişi daha da yaklaşıyor ama ben gözlerimi o camın arkasında gördüğüm manzaradan ayırmıyorum. Sonunda beden geliyor ve elinin tersiyle parmaklarını kolumun üst kısmına dokunduruyor . Soğuk parmakları bana dokunmasıyla vücudumu harekete geçirip kollarımdaki tüm tüylerin diken diken olmasını sağlıyor. Vücudumu ona doğru döndürüyorum ama karşılaştığım yüz buğulu bir siluet oluyor.

Kolumun üst kısmında duran parmaklarını kaldırıp aşağıya doğru kaydırırken gözlerimi kapatıyorum. Eli, elimle buluşurken parmakları, parmaklarımı sarıyor. Bana güç vermek ve yanımda olduğunu kanıtlamak içinse hafifçe sıkıp baş parmağını çevresinde gezdiriyor.

Gözlerimi açıyorum, desteğini hissettiğimi kanıtlamak için bir gülümseme göndermek istiyorum ama içimdeki duygular buna izin vermiyor ve dudaklarımı oynatmıyorum. Tekrardan bedenimi cama döndürüyor ve anlamsız biçimde camın arkasındakileri izlemeye devam ediyorum.

"Gergin misin?" diyor ses ve izleyici olan benin zihnine şimşekler çakmaya başlıyor. Bedeni göremiyorum ama ses, sesi tanıyorum.

"Endişeliyim."

"Olma. Her şey iyi olacak." Bedenim sıkıntılı bir şekilde nefesini verirken gözlerimi duvarın arkasında duran, kanımın içinde olduğu tüplerin bulunduğu odaya bakıyorum.

"Sen nasılsın?"

"Olmam gerektiği gibi." Ona dönüyorum ama bakışlarım zeminde geziniyor, bedenim onun suratına bakmaya çekiniyor. Ama nihayetinde yine de bakıyor gözlerine.

"Hiçbir şey aynı olmayacak. Sen, ben, biz. Hayal ettiğin bazı şeyler bundan sonra asla gerçekleşemeyecek. Hâlâ vaktin var, kendini kurtarabilirsin."

"Hayal ettiğim en büyük şey bu. Diğerlerinin önemi yok."

Var, diye geçiriyor bedenim içinden. En azından benim için var.

"Konuşmana çok az bir zaman kaldı. Gitsek iyi olacak." Hafifçe başımı sallıyorum ve biraz önce yanımdaki bedenin gelmiş olduğu yere doğru adımlamaya başlıyoruz. Bir kaç adım sonra beni durduruyor.

"Almira." Bakışlarımı kaldırıp ona bakıyorum. Her ne kadar izleyici olan ben o gözleri göremesem de o deniz yeşili gözlerini hissedebiliyorum.

"Her zaman yanında olacağım, son ana kadar. Sonrasında da. Ama seni böyle görünce o odadaki her şeyi yıkmak istiyorum. Sadece iyi ol istiyorum." Bir anda beni kendine çekip sarılırken ben de onu sımsıkı bir şekilde kucaklıyor ve yüzümü boyun girintisine yaslıyorum.

"Biliyorum. Teşekkür ederim, Enis. Her şey için."

Sesim, onun bedeni yüzünden boğukça çıkarken ona daha da sıkı sarılıyorum. Sanki elimden kayıp gidecekmiş gibi. Bir daha onu göremeyecekmiş gibi. Orada, ona sarılırken hissettiğim güven duygusunu bir daha hissedemeyecekmiş gibi.

"Kanın, kanımdır," diyor kollarına sığındığım beden.

"Kanım, kanındır," diyerek ona karşılık veriyorum.

Ve bu olurken de bedenim, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını geçiriyor zihninden.

Ve olmuyor da.

***

Gözlerim aniden açılırken hızla nefes alıp vermeye başladım. Nerede olduğumu anlamak için etrafıma bakındım. Vücudum kaskatı kesilmişti, uzun süre hareket etmeden olduğum yerde beklemeye devam ettim.

Bu sürenin sonunda artık kendime geldiğimi düşündüğümde küvetten çıkıp havluya sarındım. Islak saçlarım ile aynanın karşısına geçtiğimde karşımda düello sonunda beyaz saçlarımın kendi kanımla kızıllaşmış hali gelmişti. Tam bir aptaldım.

Banyodan çıktığımda Fabiola ile karşılaştım, önce beni giydirtip daha sonra saçlarımın yapılması için koltuğa oturtuldum. Saçlarım bir makine ile kurutulduktan sonra şekil verilmeye başlanacağı sırada onları durdurup Fabiola'ya döndüm.

"Saçımı kestirebilir miyim?" Fabiola önce isteğimi tartı ve sonra "Ne kadar kestirmek istiyorsun?" diye sordu. Aynaya bakıp görüntümü tartarken elimle omuzumu gösterdiğimde Fabiola, isteksiz bir biçimde geri çekildi. "Emin misin?"

"Evet. Zaten istediğimiz zaman uzatabileceğimiz makineler var değil mi?"

Biraz daha düşündükten sonra, "Peki, tatlım. Bu seferlik seni mutlu etmek için bunu göz ardı edebilirim. Son günlerde biraz durgunsun. Biliyorsun, Fab her zaman senin için burada. Gelip benimle konuşabilirsin." Aynadan bana bakarak gülümseyen Fabiola'ya zoraki gülümseyerek karşılık verdim. Etrafımdaki dramaya bir başka kişi daha eklemek listemde yoktu, üzgünüm Fabiola.

"Nilay, sen saçları hallet. Sen de o ara manikür ve pedikürü hallet." Nilay her zamanki ürkekliği ile arkama geçerken başka bir yardımcı da bakımımı yapmaya başlamıştı.

Saçım omuzumda kesildi, bu kısa hali daha çok daha hoşuma gitmişti. Saçlarım hafifçe dalgalandırıldı. Makyajla suratımdaki morluklar kapatılmak istendiğinde onlara karşı çıktım. Yüzümdeki yaralar hoşuma gidiyordu, böylesi daha iyiydi. Sanki hiç yaşanmamış gibi bunları da boyalarla kapatmak istemiyordum. Hazırlanışım bitip Fabiola her şeyin en iyisinin yapıldığından emin olduktan sonra sonunda özgür kaldım ve çekmecelerden birine koyduğum Drake'in bilyesini alıp odadan çıktım.

Yemek için Büyük Salona geçtim ve Eslemlerin masasına doğru yöneldim. Benim masaya gelmemle ne konuşuyorlarsa bunu kesip anında sohbet konusu olarak beni ortaya koydular.

"Ah, yüzün çok da kötü gözükmüyor. Öyle kötü dövüldüğünü anlattılar ki suratının dağıldığını düşünüp korkmuştum. Gel yanıma otur."

Eslem'in yanına geçtim, tabağıma masadaki bir kaç yemekten koyarken Eslem konuşmaya devam ediyordu.

"Görünen o ki abartmışlar. Neyse, sen üzülme sakın bir sonraki dövüşte kazanacağından eminim." Dişlerim yavaş yavaş kenetlenirken sakin kalmaya çalıştım. Bu benim isteğimle olan bir şeydi, başka herhangi birinin beni sinirlendirmesine izin vermeyecektim. Bu yüzden dediklerine yorum yapmadan kısa bir şekilde kestirip attım. "Önemli bir şey değil, siz yemeğinizi yiyin."

"Hadi ama Kar Tanesi, üzme kendini. Suratını da asma öyle." Barış'ın sözleri kestirip atma girişimimin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmuştu. Elimdeki çatal ve bıçağı sert bir şekilde masaya çarptım. Ben konuşmuyorsam, uzatmamaları gerektiğini anlamaları gerekiyordu.

"Üzüldüğüm falan yok, yüzüm ben istediğim için bu halde. Suratımı da asmıyorum. Ben her zaman böyleyimdir, içinde bulunduğumuz durumda gülümseyecek bir şey görmüyorum."

Ani çıkışım sonrası gözlerimi tek tek üzerlerinde gezdirdim ve bu sefer kimse cevap vermemişti. Biraz yumuşak olursanız tepenize anında çıkıyorlardı, bu yüzden sert olmanız gerek.

"Ayrıca sen," masadaki çatalı alıp Barış'ın suratına doğru yönelttim. "Bir daha bana Kar Tanesi diye seslenecek olursan şuan ki gördüğün surattan daha kötüsü senin suratın olur."

Barış ağzını açtı ama söyleyecek bir şey bulamayarak tekrar kapattı.

"Buna hiç gerek yoktu. Sadece seni iyi hissettirmeye çalışıyorduk. Bunu yapmaya çalıştığımız için kusura bakma ama arkadaşlar bunu yapar. Senin aksine, Mira."

Gerçekten arkadaş olduğumuzu sanıyorlardı. Önce ortaya bir kahkaha attım ve sonra tekrar ciddileştim.

"Belki de iyi hissetmek istemiyorum? Bu siktiğimin yerinde belki de iyi olmak istemiyorum! Hiçbir şey olmuyormuş gibi davranıp bugün sabah biri bizi korumaya çalışırken hiç zarar görmemiş gibi davranmak istemiyorum! Aklımı kaçırmak üzereyim ama sizin tek yaptığınız sanki her şey normalmiş gibi konuşmak gülmek ve bana moral vermeye çalışmak. Tabi moral vermek buysa."

Moral vermek dertleri değildi. Başarısız olduğumu görmüşlerdi, kendilerinin daha iyi olduğunu düşünüp benim üzerimden ego kasmaya çalışıyorlardı.

Çevremizdeki masalar da sessizliğe gömülmüştü ve o sırada sesimin ne kadar yüksek çıktığının farkına vardım. Etrafımdaki tüm bakışlar bana kitlenmişti, bunun sinirimi yatıştırmak adına bana yardımcı olmayacağını bildiğim için gitmek üzere oturduğum yerden kalktım.

"Unutun gitsin."

Salonun çıkışına doğru yürürken bilekliğimden kırmızı bir ışık yayılmaya bailadı ve adından tbir kaç defa ardına ardına ritmik bir şekilde ses çıkararak ötmeye başladı. Etrafıma baktım, sadece benim değil herkesin bilekliğine aynısı oluyordu. Önce benim dediklerim nedeniyle ötmeye başladığını düşündüm, çıkmak üzere olduğum kapı bir anda açılacak ve içinden beni alıp götürmek üzere iki koruma çıkacaktı. Ama bu düşüncelerimin kaybolması birkaç saniye sürdü. Öyle olsa herkesin bilekliklerine bir sinyal göndermelerine gerek yoktu.

Bilekliğimin ekranı açıldı, bugünkü programa son durum güncellemesi gelmişti.

20:00, 4 numaralı multimedya salonu.

şu an yapacak bir şeyim olmadığından erkenden salona indim ve en köşeye geçerek bacaklarımı kendime çekip herkes gelene kadar sadece oturdum. Ortalık karanlıktı, belli bir noktaya bakmaksızın beklemeye başladım.

Vakit geldiğinde salonun ışıkları açıldı, salon yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. En sonunda Lincoln ve David, yanında korumalarla birlikte kendilerini gösterdi. Koltuklarımızın etrafı korumalarla çevrildi ve o sırada tüm bunların Cato nedeniyle yaşandığını düşünmeye başladım.

"Bugün talihsiz bir olay yaşandı," diyerek Lincoln düşüncelerimi onaylayan konuşmasına başladı.

"İçinizden bir arkadaşınız sergilememesi gereken bir tutum sergiledi. Sebepsiz yere korumalara ve eğitmenine saldırdı."

Sebepsiz yere. Dudağımın tek tarafı hafifçe kıvrılıp tekrar indi.

"Yaptığı kabul edilemez. Burada saldırmak için değil, eğitim görmek için bulunuyorsunuz. Hepinizin bunu anlamasını istiyorum. Şiddet, eğer sizi eğitmek için değilse burada kesinlikle göz ardı edilemez. Bu yüzden arkadaşınız yaptıklarının cezasını çekecek."

Gelen rahatlama ile birlikte derince nefes verdim. Cato ölmemişti.

"Akademiden men edildi, içindeki özel güçlere rağmen asla bir konuma gelemeyecek. Evine geri dönemeyecek ve sadece, kendi gibilere, yani sizlere, yardımcı olmak için yapacağımız testlerde bize yardım edecek."

Önceki rahatlama yerini yine ve yeniden endişeye bıraktı. Cato ölmemişti ama daha kötüsü, onların deneği haline gelmişti. İstediği kurtuluşa erişmesi artık imkansız gibi duruyordu.

"Ama burada bulunma amacımız sadece Cato'nun cezalarını açıklamak değil. Cato'nun yaptığı doğru değildi ama bizim bazı şeyleri görmemizi sağladı. Anlaşılan çoğunuzun aklı karışık ve eğer bunu gidermezsek akademi kendi yolundan sapacak.

"Bunu önlemek ve aklınızda hiçbir şüphe kalmaması adına, ikinci aşamayı öne çektik. İlk aşama ile aynı ayna yürüteceksiniz bunu. Her şeyin kafanıza yatması ve bir daha böyle tatsız bir olayın yaşanmaması için size bir belgesel izleteceğim. Daha sonra ise ikinci aşamanın ne olduğundan bahsedeceğim."

Lincoln lafını bitirdi ve sahneden iner inmez ışıklar kapandı. Sahnedeki büyük ekran açılarak karanlık ortamı tekrar ışıkla doldurdu. Ekrana bir dünya yansımasıyla ekrandan robotları andıran sesiyle bir kadın konuşmaya başladı.

"Çok uzun yıllar önceden beri dünyamızı tehdit eden küresel ısınma çok da uzun sayılmayan bir süre önce biz insanları ölüme sürükledi. Küresel ısınma sonucu zarar gören atmosfer atalarımızın bencilliği ve duyarsızlığı ile Dünya'yı yerle bir etti.

"Dünyanın değişik yerlerinde çok değişken hava olayları yaşandı. Artan fırtınalar ve yağışlar ile denizler yükseldi, sel ve tsunamiler bir çok şehri yok etti. Artan buharlaşmalar ile çoğu tatlı su kaynağı kurudu. Kurumayanların çoğu da yükselen denizler altında kaldı. Kuzey Kutbu eriyerek tamamen yok oldu.

"Ama bu sadece başlangıçtı."

Videodaki Dünya, köşede yazan ve yılı gösteren sayının gittikçe artmasıyla değişimlere uğramaya başladı. Yer şekilleri gittikçe yok oluyor ve bazı yerler kırmızı ışıkla doluyordu.

"Yıldırım düşmelerinin sayısı arttıkça yıldırımların neden olduğu yangınlar da çoğu yeri sardı. Bitki örtüsü tahrip oldu ve yok oldu. Sular yükselmesinin neden olduğu toprak kaybı nedeniyle tüm insanlar yüksek dağ kesimlerine doğru göç etmeye başladı. Ama çoğu başarısız oldu. Küresel ısınma her şeyi etkilediği gibi insan ve diğer tüm canlıları da etkiledi.

"Kalp, solunum yolu hastalıkları, bulaşıcı, alerjik hastalıklar gibi bir çok hastalık insanlığı sardı ve nüfusun hızla düşmesine neden oldu. Geriye kalan insanlar da Dünya'nın yok olmasına seyirci kalmaktan doğan psikolojik problemler ile bilinçlerini kaybettiler ve çıldırdılar. Bu kişiler de insanlar tarafından yok edildi.

"Kuraklık nedeniyle besin kaynaklarının azlığı insanlar arasında rekabeti başlattı, yine aynı bencillikler baş gösterdi ve insanlar birbirine kenetlenmesi gerekirken yine savaşmaya başladılar. Ama asıl verilmesi gereken savaşın birbirlerine karşı olmadığını yakın zamanda anlayan insanlar, ilk defa kenetlendiler."

Dünyadaki karalar gittikçe küçüldü, kamera ölçeği de gittikçe büyüyerek geriye kalan topraklara yaklaştı.

"Herkes sadece kendini düşünmüyordu, Dünya'da hâlâ yaşayabilen ve geleceği düşünen insanlar vardı. Tüm bunlar yaşanırken oturmadılar ve Dünya'ny ve insanlığı tamamen yok olmaktan kurtulacak buluşlar ile küresel ısınmayı ayakta kalabilen Himalaya orojenezinden arta kalan çok az miktar kara parçası dışında bırakabildiler ve güvenli bir yer oluşturmayı başardılar.

"Şimdi burada bulunmamızın tek sebebi Onlar'dır. Yeni Dünya'nın kurtarıcıları ve kahramanları."

Gözümü kırpmadan hatta nefes almayı bile unutarak videoda yaşanan yok oluşu izliyordum. Tüm salon da aynı benim gibi gözünü kırpmadan ekrana bakıyordu.

"Tüm insanlar karma olarak bu ayakta kalan yerlere yerleştirildi ve herkes eşit sayıldı. Irklara göre ayrım yoktu, sınırlarla belirlenen ülkeler yoktu. Herkes gitmek istediği yere gitmekte özgürdü ama kurallara uymak zorundaydı. Ayakta kalanlar tarafından konulan kurallara. Herkes bu Yeni Dünya için ve medeniyeti tekrar kurmak için oluşturulan görevin bir parçası olmak zorundaydı. Bu Dünya için bir şeyler yapmak zorundaydı. Herkes yaptı da. Yeni Dünya'da da aynı ilk insanlığın ortaya çıkmasından beri süre gelen aşamalar yaşandı. Daha hızlısı ama aynısı.

Ve kısa bir süreliğine de olsa Dünya gerçekten güzel bir yere dönüştü.

Sonra ne mi baş gösterdi? Gaflet.

Medeniyetin kurulmasıyla ırklar belirli özelliklerini kaybettiler. Herkes kendisine Dünya'lıyım diyordu. Irk yoktu. Dillerin çoğu yok oldu. Diller sadece kurtarılabilen kütüphanelerdeki sözlüklerde kaldı. Konuşulan çok az sayıdaki dilden en baskını Türkçe oldu. Toplumda da baskınlığını arttıran Türkler; ki ırkın olmaması Türkleri de yok etmişti ama bu insanlar kendilerine Türk demeyi seçtiler ve öyle olduklarına inandılar, kalan iki büyük adanın tekini ele geçirerek kendi sınırlarını çizdiler. Daha sonra Türk adı da diğerleri gibi arka planda kaldı ama sınırlar hâlâ varlığını sürdürdü. Karanlık Yaşam, kısa haliyle Kaya. Yeni Dünya'nın yok edicileri. Kendilerine bu adı verdiler. Diğer adada kalan insanlar da birleşerek kendi devletlerini kurdular. Adına Motstånd dediler. Daha sonra kısalarak Mot adını aldılar.

Motstånd İsveççe'de direniş anlamına geliyordu. Bildiğimi bile bilmediğim bu dil beynime hızla yüklenmeye başlamıştı.

"Salonda bulunan sizler. Sizler Mot'un direnişçilerisiniz. Başkaları tarafından yazılmak istenen kaderimizde umut ışıklarısınız."

Hâlâ hangi noktada bizim devreye girdiğimizi anlayamıyordum. Düşüncelerime cevaben ekrandaki harita daha da yaklaşarak Kaya devletine indi.

"Tüm insanlığa hükmetmek için Kayalar, savaş açmadı. Bizi zihnen yöneterek köleleştirmeye çalıştılar. Bu yüzden başka bir silah yarattılar. İnsan zihni. İnsan DNA sında ortaya çıkarttıkları bir mutasyon ile normal insan zihninin yapabileceğinden çok daha fazlasını yapabilmeye eğimli zihinler ürettiler.

Her hükümdar değişiminde yaptıkları bu ritüel ile ana mutasyonun taşıyıcısı veliaht ve onun yanında belirli sayıda birlikleriyle ortaya çıkarttıkları bu geni kaybetmeden gelecek nesillere aktarabildiler. Olası bir isyan hareketinde halkın sahip olacağı üstünlüğü yok etmek ve mutlak gücün hükümdarda olduğunu kanıtlamak için de aktarılmak istenen bu gen sadece hükümdar ailesiyle gelecek nesillere aktarılabildi. Bu yüzden birliklerin başlarda evlenme ve çocuk yapma izinleri yoktu. Ama bu kuralın ihlali arttıkça daha farklı bir yöntem buldular. Kısırlaştırma. Yaratılan bu birlikler ritüelle birlikte kısırlaştırıldılar."

Sadece dehşete düşerek videodaki kadının dinlemeye devam ettim. İnsanlar daha fazla ne kadar kendine zarar verebilirdi? Hep daha fazlasını elde etme iç güdüsü ile daha fazla ne kadar kendini yok edebilirdi?

"Bu ritüelle ilgili bilmediğimiz ve bir gizem olarak kalan çok fazla sır var. Elde ettiğimiz bilgilerin bu kadar olmasıyla birlikte kesin olarak bildiğimiz tek mutlak doğru, onların insanlıktan çıktığıdır. Bunca zaman sadece savunma olarak bu soğuk savaşta yer alıp halkımızın yavaş yavaş köleleştirildiğine seyirci kalmış olsak da artık ayağa kalkıp buna bir "Dur," demenin vakti gelmiştir.

"Bu yüzden şartları eşitlemek adına yarattıkları birliklere denk zihinler geliştirmeye çalıştık. Uzun yıllar boyunca uğraşlarımız hiçbir sonuç vermedi, elde ettiğimiz tek şey daha fazla ölümdü.

"Ama sizler, sizler bu girişimin ilk başarılı sonuçlarısınız."

Video kapandı ve salon iki saniyelik bir karanlığa gömüldü. Salon ışıklarının tekrar açılmasıyla birlikte sahnede tekrar kendini gösteren Lincoln, tekrardan konuşmaya başladı.

"Siz, köle değilsiniz. Asker değilsiniz. Tutsak değilsiniz. Siz ışıksınız. Bize tekrardan gerçek yaşamı umut etmeye başlatan, karanlık günlerimizin ışığısınız. Artık neden burada olduğunuzu anlıyor musunuz? Neden bunları yaptığımızı? Sadece özgürlük için."

Hayır, anlamıyordum. Savaşın hiçbirini anlamıyordum. Kayaların neden böyle yaptığını, Motların onların insanlıktan çıktığını savunurken aynı zamanda onları taklit ederek bizi değiştirmelerini anlamıyordum. Anlatılan şeyler doğruysa eğer insanlık kırıntılarından sevgi duygusunu tekrar ortaya çıkartmak için Kayaları alt etmem gerektiğini biliyordum. Ama korktuğum bir şey de vardı, o da biz Kayaları un ufak ettiğimizde bizim de aynı gaflete düşme olasılığımızdı. Ama önce her şeyin doğru olduğundan emin olmam gerekiyordu. Onlara güvenmemem için elimde bir çok sebebim vardı.

"Hepinizde farklı zihin güçleri var. Bu güçlerin neye göre şekillendiğini bilmiyoruz, bu yüzden sizi kişiliklerinize göre ayırıp çalışma düzenleri oluşturduk. Şuan pasif haldeki zihninizi aktifleştirmek için eğitim alacaksınız. Zihin simülasyonlarına girerek savaşacaksınız. Aynı zamanda fiziksel dersleriniz de devam edecek. Bu ikisini aynı anda götürmek zor olacaksa da sizin her şeyi başarabileceğinize eminim.

"Bazılarınız asla bu gücü açığa çıkaramayıp yavaş yavaş bu gücün körelip yok olmasına neden olabilir. Eğitim sonunda belki de yüz kişiden bir elin parmağını geçmeyecek sayıda zihin kontrolcüsü çıkabilir. Ama yaşamın devamı için sayınız ne kadar fazla olursa o kadar iyi olur. Yaşamınızın devamı için. Bu yüzden elinizden geleni yapın, fazlasını istemiyorum çünkü yapabileceğinizi biliyorum. Sadece çalışın.

"Şimdi, herkese tüm bunları sindirebilmesi ve yeterince düşünebilmesi için serbest bırakıyorum. İyi geceleri Zihin Akademisi öğrencileri."

Ben çoktan düşünmüş ve bir sonuca varmıştım.

İnsanların asla usanmadığını. Yine savaş, yine vahşetin baş gösterdiğini. Yaşadıklarından ders çıkarmayı bilmediklerini. İnsanlar böyle davranmaya devam ettikçe Dünya yine aynı felakete sürükleneceğini ve yakın zamanda tekrar yok olacağını.

Ne tarafa ait olduğumun, kimin iyi ya da kötü olduğunun önemi yoktu. Biz, en azından ben yine çıkar uğruna çıkarılan bir savaşta iki ülkeden biri zafer duygusunu yaşasın diye kullanılan bir piyondan farksızdım. Birileri tatmin duygusu yaşasın diye demiri yeniden dövülen bir kılıçtan farksızdım. Burada yeniden şekillendirilmiştim ve hâlâ ediliyordum. Keskinleştiriliyor ve en sonunda birilerini yaralamak için hazır olmayı bekliyordum.

Ama insanlar düşünse, çok değil sadece azıcık düşünse bunca şeyin gereksiz olduğunu anlamaz mı? Akan kanlar, hissedilen acılar, sanki hiç var olmamış gibi yok olan hayatlar, hepsinin gereksiz yere yaşandığını anlayamaz mı? Ama insanlar cimridir, her zamanda öyle olacaktır. Gaflet duygusuna düşüp ve hep daha fazlasını isteyecektir. Daha azıyla yaşamasını öğrenemedikleri için bu elde ettikleri fazlalık içinde boğulacak ve aldıkları hayatlardan bir farkları kalmayarak yakın zamanda yok olacaktır.

Ben de bir insanım, ama seçim şansım olsaydı asla olmak istemezdim.

***

Salondan çıkıyorum ama daha sonra aklıma cebimdeki bilye geliyor ve salondan çıktıktan sonra köşede durarak bilyenin sahibini beklemeye başlıyorum. Salon boşalıyor ama hala aradığım kişi içinden çıkmayınca onu kaçırdığımı düşünerek geri dönmeye yelteniyorum. Ama belki hâlâ salonun içindedir düşüncesi ile salona doğru yürüyorum. Salona yaklaştığımda içeriden gelen bir kaç ses duyuyorum ve bu sesler onların kime ait olduğunu anlamam için yavaşlayıp salon kapısının arkasına gizlenmeme neden oluyor.

Sesler boğukça çıkıp anlamamı zorlaştırsa da konuşan bu iki kişinin kim olduğunu anlamamı engellemiyor.

"Seçim şansın yok." Lincoln'ün gür sesi kulaklarımı doldurduğunda içimdeki merak duygusu iyiden iyiye kabarıyor. Görünmediğimden emin olarak yavaşça başımı uzatıyorum. Lincoln bir elini Drake'in omuzuna atmış orayı sıkarken korkutucu bir şekilde de gülümsüyor. Şuan onları neden gözetlediğimi bilmiyorum ama içimde bana bazı sorulara cevap bulacağımı düşündüren bir his var. Ya da düşüncelerimin daha fazla karışacağını.

"Bana emredemezsin," diyor sert bir şekilde Drake ve Lincoln'ün elini sert bir şekilde omuzundan kurtarıyor.

Daha sonra bir şeyler daha ekliyor ama sesini alçaltarak. Ne dediğini anlayamıyorum. Lincoln'de bu sefer Drake'in sesine ayak uydururken sadece kendi adımın geçtiğini duyabiliyorum. Almira.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken nefesimi tutuyorum. Bir şeyler daha konuşuyorlar ama yine duyamıyorum. Daha sonra salondan çıkmak için hareketleniyorlar. Elim ayağım birbirine dolaşırken derince bir nefes alıp sakin kalmaya çalışıyor ve sanki hiçbir şey duymamış ve buraya yeni gelmiş gibi kapıdan içeriye giriyorum. Yüzlerinde oldukça sert ifadeleri varken Drake beni görünce kaşlarını kaldırıp yanıma yaklaşıyor.

"Ne yapıyorsun burada?" Lincoln'e bir bakış atıyor ve geri Drake'e dönüyorum.

"Seni arıyordum."

Kaşlarını indirip hafifçe kafasını sallıyor ve Lincoln'e dönüyor. "Açıklamalarınız için teşekkürler, efendim. İyi geceler." Gülümseyerek bir elini belime atıp beni kapıya doğru yönlendiriyor ve salondan çıkıyoruz.

Hem biraz önce olanlardan dolayı, hem de Drake'in elinin hala belimde olmasından dolayı oluşan gerginlik sürerken asansörlere kadar geliyoruz. Bugün ikinci kez aynı yerde duruyoruz.

Drake elini belimden çekerken asansörü çağırıyor ve ben de cebimdeki bilyeyi çıkarıyorum, o da elini açıp bilyeyi bekliyor. Parmaklarımın arasında çeviriyorum bilyeyi ama avucuna bırakmıyorum.

"Vermeyi düşünüyor musun?"

Bilyeyi gözümün hizasında kaldırıp gözlerimi kısarak bakıyorum. Daha sonra indirip baş ve işaret parmaklarıma sıkıştırdığım bilyeyi göstererek ona bakıyorum.

"Bu ne?"

"Bir bilye."

Gözlerimi deviriyorum. "Sende ne geziyor?"

Parmaklarımın arasındaki bilyeyi uzanıyor ve bu sefer almasına izin veriyorum.

"Bana amacımı hatırlatıyor."

Bir bilye, döndürdüğünde içinde sanki bir alev yükseliyormuş görüntüsü veriyor. Ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim olmasa da cümlesi kaybolmuş hissetmeme neden oluyor.

Keşke hatırlatılması gereken bir amacım olsaydı. Gerçekten kim olduğumu, ne olduğumu söyleyen birileri olsaydı. Bana yol gösterecek bir şey, birisi olsaydı.

Birisi olsaydı.

Enis.

Burnum sızlarken ona bakıyorum. Ama sonra kafamı sallayarak çoktan gelmiş olan asansöre giriyorum. O da benimle giriyor.

"Belgesel hakkında ne düşünüyorsun?"

"Düşünecek bir şey yok, her şey yeterince açık değil mi sence de?"

"Öyle mi?"

"Kar Tanesi, sadece bir kez de olsa kendini kasmayı bırak ve güvenmeye çalış."

Güven, çok basit bir eylem ama sonuçları hiç de öyle değil.

Sırtımı cama yaslayıp dışarıya bakıyorum ve yükseldiğimizi hissediyorum. Kafamı çevirdiğimde bana bakıyor olduğunu görüyorum. Gülümsemesiyle birlikte.

"Kısa halini beğendim." Benim de yüzüme bir hafifçe bir gülümseme yapışırken asansörün kapısı açılıyor ve hafifçe başıyla selam verip asansörden çıkıyor.

Ve ben de odama geldiğimde, hâlâ gülümsüyor oluyorum.

***

Özlemişim.

Bölüm yazmayı, bölümü yayınlamayı ve sizlere sunmayı cidden özlemişim. Uzun bir süre oldu, şuan yanımda kaç kişi kaldı bilmiyorum ama giden kimseyi de suçlayamam.

Çok uzun bir bölüm yazdım, belki bu size kendimi affettirebilir. :))))

Bu bölümde çok fazla olay yaşandı, bir çok soru işareti cevap buldu ama başka soru işaretleri de ortaya çıktı. Siz yine de her verilen cevaba güvenmeyin.

Bölümle ilgili düşünceleriniz?

Sorularımı da sorayım, sizin aklınızda takılan bir şey varsa siz de sorun.

Buraya da beni en derinden etkileyen bir diziden bir gif koyayım. Kesinlikle herkesin izlemesini tavsiye ediyorum, benim bir çok şeyi farkına varmamı sağladı. Sizin de sağlayacaktır.
#13reasonswhy

Görüşmek üzere,

F.

Continue Reading

You'll Also Like

809K 51.5K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...
219K 12.8K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
199K 7.7K 19
Yanlız yaşayan genç kız bulunduğu bölge de insanlar yavaş yavaş azalırken yerini kurtlar alır. Beklemedigi dostluklar, düşmanlar ve beklemedigi bir a...
1.5K 156 17
Yiğit efe aşık olursa Not: Hikaye YiğZey olarak yazılmıştır