17 NUMARA | KİTAP OLDU

Door fennayazar

11.5M 184K 502K

17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜ... Meer

Bölüm 1 | Yolcu
Bölüm 2 | 17 Numara
Bölüm 3 | Seri Katil
Bölüm 4 | Yanlış Seçim
Bölüm 5 | İzleyici
Bölüm 6 | Kaçış
Bölüm 7 | Kurtuluş
Bölüm 8 | İstasyon
Bölüm 9 | Katil
KİTAP OLUYORUZ
17 NUMARA:PİYES
17 NUMARA:MATEM
❗UYARI ❗
Özel Bölüm I
Özel Bölüm II | Asır Karahanlı
ÖZEL BÖLÜM III | Asır Karahanlı II

Bölüm 10 | Koz

217K 13.5K 26.2K
Door fennayazar

Medya | Koray İplikçi

Model | Airon Piper

Satır aralarına yorumlarınızı bırakmayı ve yıldızı parlatmayı unutmayın. Desteğiniz için şimdiden teşekkür ederim❣️

17 NUMARA

BÖLÜM 10

KOZ

Bakışları keskin ve karşısındakini, her kim olursa olsun korkutacak cinstendi. Başından beri bana iyi davranan, palavralar sıkan adam bu değildi. Şimdi karşımda gerçek kimliğiyle duruyordu ve onları duyduğumu anlamış olacak ki sahte kimliğine bürünmeye gerek dahi duymuyordu. Onun bu kadar tehlikeli görünebileceğini, kulağıma ölüm fermanımı fısıldayabilecek gibi karanlığın içinden bana bakabileceğini tahmin bile edemezdim.

Ali birkaç basamağı yavaşça indiğinde, ister istemez geriledim. Ardımdaki kapıdan çıkmaya kalksam bu ıssız yerden kaçmayı başarabilir miydim? Sanmıyordum. Uzaklaşan arabanın sesini duymamıştım, Ali'nin dışarıda konuştuğu genç kadın hâlâ oradaydı. Kaçtığımı gördüğü an hiç düşünmeden asıl planı uygulayacağına, kafama sıkıp beni geberteceğine emindim.

Onca aptallığımın ardından şimdi akıllıca davranmalıydım. Onu, hiçbir şey duymadığıma inandırırsam belki de maskesini takınacaktı, beni kendi tarafına çekmek için çabalayacaktı ve ilk fırsatta kaçabilecektim. Evet, bu ölüme balıklama atlamaktan daha iyi bir fikirdi.

Ali aşağı doğru iki adım attığında kıpırdamadan omuzlarımı dikleştirdim. Ne olduğunu anlamayan yüz ifademi takındım. Cesaretimi toplayıp dişlerimin arasından çıkan sese güç verdim.

"Uyandırdım mı?" diye sordum mahcup bir tavırla. "Başım çatlıyor." Parmak uçlarımı şakağıma bastırarak yüzümü acıyla buruşturdum. "İlaç içmek için su almaya inmiştim." Elimdeki kıyafetleri gösterdim. "Gelmişken kıyafetlerimi de almıştım. İstemeden ses çıkardıysam kusura bakma." 

Tehlikeli derecede kısılan gözleri önce şakağıma kaydı, ardından kıyafetlerimin üzerinde dolandı ve yeniden gözlerime kilitlendi. Endişeyle kalkıp inen göğsümü bastırmak için nefesimi tutmam gerekmişti.

Yüzümü dikkatle inceleyen Ali, ona numara yapmadığıma inanmış olacak ki başını iki yana sallayarak rahatsız olmadığını belirtirken, merdivenden inerek yanıma geldi. Aramızdaki mesafe kısalınca, kalbim hırpalanmış bedenimden çıkıp gidecek sandım ama içimde yanan ateşi ona yansıtmadım. Dudaklarıma sahte gülümsememi kondurdum. Güçlükle gülüyormuşum gibi görünmem çok önemliydi. Sahte gülümsemem gözlerime yansımadı çünkü benim durumumda kim olursa olsun, karşısında dünyanın en komik gösterisi olsa dahi gerçekten gülemezdi.

"Odada seni göremeyince bir şey oldu sandım." Dudaklarına hafif bir tebessüm kondurdu. "Hava almaya çıkmıştım, girdiğimde seni göremedim."

Tabii, yersem!

Dudaklarımı birbirine bastırırken omuzlarımı kaldırdım. 

"Ben de senin geldiğini duymadım. Başım çok ağrıyor, hiçbir şeyin farkında değilim. Yatsam iyi olur."

Karanlıkta laciverte bürünen mavileri, bir süre doğruluğunu teyit etmek ister gibi yorgun gözlerime kenetlendi. Gerçekleri öğrenmemden deli gibi korkuyor olmalıydı ama korkusunun sebebini çözememiştim. 

Gözlerimin içine çok derin baksa da kafasını aşağı yukarı salladı."Tabii yat, yarın konuşuruz. Malum ortada isteyerek yapılmamış da olsa bir cinayet var."

Onu sahte bir samimiyetle onaylayarak basamakları çıkmaya başladım. Aşağılık herif! Beni katil olduğuma inandırmış olması yetmiyor, bir de gözümü korkutmaya çalışıyordu. Hadsiz! Şeytan diyor ki merdivenin başından kafasına zıpla, sarı saçlarını yolup ağzına tık.

Ali'nin keskin bakışlarının esareti altında merdiveni tırmanırcasına çıkıp odaya girdiğimde kendimi direkt yatağın içine bırakmıştım. Sakin kalmaya çalışırken yorganı sıkıca kavradım. Tekrar kaçmam gerekiyordu ve bu kez kimseye güvenmeye niyetim yoktu. Bir şekilde, direkt olarak eve ya da polise gitmenin yolunu bulmalıydım yoksa başkalarının elinde piyon olup duracaktım.

Asır, cehennem; Ali, cennet, demiştim. Ne yanılgı ama! İkisi de şeytanın kafasındaki boynuzdular. Hangisinin daha beter olduğunu henüz bilmiyordum ama öğrenmeye de niyetli değildim. 

Sabaha kadar kısa aralıklarla uyumaya çalıştım. Her şeyin kontrolünü elimde tutmam için her şeyden haberimin olması gerekiyordu. Savunmasız olmamam lazımdı. Bu yüzden bir anda üzerime oynanacak koza engel olmalıydım. Sabaha kadar evden hiç ses gelmedi. Hava aydınlandıktan sonra yaklaşık iki saat geçmiş olduğunu düşünüyordum. O sıralarda evden bir kapı açılıp kapandı. Bir süre su sesi duydum. Ardından benim kaldığım odanın kapısı açılınca uyuyormuş gibi yaptım. Gelen kişinin yatağa yani bana yaklaştığını fark ettim. Şu an bir anda boğazıma sarılıp beni öldürebilirdi. Canımı alıp güya Asır'ı deli edebilirdi.

Fakat düşündüğüm gibi olmadı. Yorganın dışında olan elimin üzerinde bir el hissettim. Yüzüme vuran nefesin sıcaklığını, saçlarıma dokunduğunu ve hemen ardından yüzümdeki yaralara dokunan ellerini hissettim. Canım hafif acısa da belli etmedim. Uzun bir rüyanın içindeymiş gibi huzurlu gözüküyordum, emindim. Sonra bana dokunan ellerin sahibi yani Ali konuştu. Fısıldıyordu. Bu korkutucu muydu yoksa çok mu şaşırtıcıydı?

"Elime geçen kozların güzel olmasından nefret ediyorum. Asır'ın mı canını yaksam yoksa canıma can mı katsam karar veremiyorum. Umarım yanımda olmayı seçersin yoksa benim de canım yanabilir."

Bunları söyledikten sonra elini saçlarımda gezdirerek kalkıp odadan çıkıp gitti. O çıkar çıkmaz, kapı kapanır kapanmaz olduğum yerden kalktım. Önüme düşen saçımı arkaya atarak nefesimi dışarı bıraktım. Resmen bir katilin daha eline düşmüştüm. Onun tarafını seçmez isem beni öldüreceğini söyledi. İşte ne demiş Poyraz Karayel, hepsi manyak bunların!

Ne yapacağımı bilmiyordum. Çaresizdim, son günlerde olduğu gibi. Nasıl kaçacağımı, onları nasıl kandıracağımı, canımı nasıl kurtaracağımı hiçbirini bilmiyordum. Belki de bu son kaçış olurdu. Sonunda ya ölüm olurdu ya da mutluluk...

Parmaklarımı geçirdiğim saçlarımı, hıncımı alır gibi karıştırdım. Onun saçlarıma da tenime de dokunmasından nefret ediyordum. Yalanlar sıraladığı bir kadının odasına hangi cesaretle, nasıl bir düşünceyle öylece girip saçma sapan cümleler kurabiliyordu? Bunlarda hiç insani bir düşünce yok muydu, bu kadar mı pis düşüncelere sahiptiler?

Sakin kalmaya çalışarak, dün gece şöminenin önünde kuruyan kıyafetlerimi söylene söylene giydim. Çantamdan çıkardığım yara bantlarını, siyah pantolonun yırtılan diz kısmının üzerinden yaralı dizime ve alnımdaki yaranın üzerine yapıştırdım. Nemlendirici kremimi çıkararak yüzüme ve ellerime sürdükten sonra bu kez huzur dolu bir nefes bıraktım. Şimdi daha iyi ve güçlü hissediyordum işte.

Şu durumda yaralarımı ya da kuruyan cildimi düşünmem aptallık gibi görünebilirdi ama bunlar, en çok da benim durumumda önemliydi. Motivasyona ihtiyacım vardı ve elimde yalnızca nemlendiricim, birkaç yara bandım varken çok fazla seçeneğim yoktu. Bu pisliklerden ve muhtemelen öldürmek için beni arayan Asır'dan kurtulmak adına çok daha fazlasına ihtiyacım vardı.

Ayağa kalkarak kapıya ilerlediğimde çalınıp aniden açılmasıyla olduğum yerde kalakaldım. Ali kafasını açtığı kapının arasından uzatarak bana gülümsedi."Uyandın mı? Ben de kahvaltı hazır diyecektim."

Seni aşağılık pislik sarışın. Gülümsedim."Geliyorum hemen."

Kafasını sallayarak odadan çıktığında nefesimi dışarı bıraktım. Acaba iyi bir oyuncu olmasam bunların altından kalkabilir miydim? Her şeyi bir kenara iterek odadan çıktım. Çantamı da her ihtimale karşı yanıma almayı unutmadım. Şimdi asıl sınavı onlara ben gösterecektim. Bakalım bana ne kadar daha iyi rolü yapacaklardı. Merdivenlerden inerek çantamı kenarına bıraktım. Mutfağa ilerlediğimde Serhat abi, pardon Serhat şerefsizi masada oturuyordu. Ali'de elindeki çaydanlıkla çay dolduruyordu. Ne iyi insanlar ama...

Hiçbir şey duymamış gibi yanlarına giderek masaya oturdum. Serhat şerefsizi bana, "Günaydın."dediğinde ona karşılık verdim. Bir daha günün ayamasın inşallah.

Ali çay koymayı bitirerek tam karşıma oturduğunda hareketlerini inceliyordum. Bir katil nasıl davranır? Nasıl katil olduğunu belli etmez?

Beni öldürmekten ya da öldürme fikrinden vazgeçmekten o kadar kolay bahsediyorlardı ki inanılmazdı. Hepimiz insandık, kimsenin başka birinin canını almaya hakkı yoktu. Bu hakkı kendilerinde nasıl bulabiliyorlardı, aklım almıyordu.

"Defne, bana neden öyle bakıyorsun?"

Ali'nin dediğiyle gözlerimi kırpıştırarak gülümsemeye çalıştım."Dalmışım. Şey, gözlerinin rengi çok hoşmuş."

İltifat? Ah, şaşkınlaştın iyice Defne!

Neyse, neyse... Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.

Ali ilk önce kaşlarını şaşkınlıkla kaldırarak Serhat'a baktı. Ardından bana bakarak gülümsedi."Gözlerimizin rengi aynı olmasa iltifatına sevinirdim. Her gün gördüğün gözlerinin benzeri seni neden bu kadar büyüledi?"

Omuzlarımı kaldırarak indirdim. "Benimkiler son zamanlarda seninki kadar canlı değil. Daha çok gökyüzünü bulut kaplamış gibi."

"Yağmur yağmasını bekle, o zaman bulutlar gökyüzünü anımsatan gözlerini rahat bırakacak."

Onun gözlerine bakıp bu destekleyici cümlesinde samimiyet aradım. Hiçbir şey bilmeyen birine göre oldukça inandırıcıydı.Gerçekleri bilen içinse vasat bir gösteriden ibaretti.

Kafamı aşağı yukarı salladım."Umarım. Şey, telefonunu kullanabilir miyim? Birilerini aramam gerek."

İsteğim karşısında dudaklarındaki gülümseme hemen soldu. Artık midemi bulandıran gözlerini Serhat'a çevirerek ona göz ucuyla baktı. Sıkışmıştı çünkü birilerine ulaşmamı istemiyordu fakat bu durumda ağabeyinin onu kurtarabileceğini sanmıyordum. Havada kalan çatalını tabağının kenarına bırakarak gözlerini sonunda gözlerime çevirebildi. "Burada telefon çekmez, merkeze indiğimizde arayabilirsin."

Güzel yalan ama nereye kadar, Ali

"Merkeze ne zaman inebiliriz, buraya çok uzak mı?"

Kafasını aşağı yukarı salladı."En az bir-bir buçuk saatlik yol. Şimdilik burada kalman en iyisi."

Ona kafamı sallayarak çatalımı peynire batırdım ve ağzıma attım. Çok iyi kurtarıyordu anı. Dün gece hiçbir şey duymasam buna inanabilirdim ama şimdi yalanları yüzünden kusmak istiyordum.

Fevri biri değildim ama bu insanlar beni fevri, öfke dolu bir insana dönüştürmüşlerdi.

"Defne, bize başından geçenleri anlatmak ister misin?"

Kafamı, gömdüğüm kahvaltı masasından kaldırdım. Onların benden öğrenmek istedikleri, yedi katil hakkındaki bilgilerdi. Onlara istediklerini değil de istemediklerini vermeliydim. Olanları üstünkörü anlattıktan sonra doğruluğu konusunda henüz emin olamadığım kısma geldim.

"Asır'ın tek istediği beni öldürmek." Nefes alıp bıraktım, bir süre sessiz kaldım.

Düşmandılar, bu çok açıktı. Eğer Asır'ın beni korumak değil de öldürmek istediğini düşünürlerse beni yaşatmak isterlerdi. Düşmanlık işleri böyle yürürdü, değil mi? Umarım, öyledir.

Nefes alıp bıraktım. Bir süre sessiz kaldım. Aklıma ölen insanlar gelince gözümden akan yaşa engel olamadım."...Benzin istasyonunda sadece telefonu kullanmak istedim. O pislik bana saldırdı. Sadece kendimi korumak istedim. Korudum da."

Serhat abi bana peçete uzatarak, "Ben avukat arkadaşımı arayacağım. Hayatın daha da mahvolmayacak merak etme." dedi.

Peçeteyi alarak ona kafa salladım."Teşekkür ederim."

Gerçekten o kadar sahtesiniz ki size ayak uydurmaktan başka çarem yok.

Ali, daha fazla şey öğrenmek istediğinde, hatırlamadığımı söylemekten başka bir şey gelmemişti aklıma. Böylece kendime zaman kazandırmıştım. Her ihtimale karşı çok sıkı bir kahvaltı ederek midemde boş yer bırakmamıştım çünkü bu gece kaçacaktım ve sahalara çıkmaya hazır olmalıydım. Malum, benim sahalarda tek kural kaçmaktı.

Kahvaltı sona erdiğinde Serhat pisliği masayı topladı. Ali ise resmen beni peşinden salona sürükledi ve kapının karşısında kalan koltuğa oturttuktan sonra yanıma yerleşti. Hiç sormadan yaralarıma bakmak için elini uzattı ama ona istediğini vermeyerek kendimi geri çektim.

"Gerek yok. Ben hallettim."

Dudaklarını ıslatarak elini yarılan dizime koydu. O kısımdaki yarayı kastederek,"Pek halletmişe benzemiyorsun. Yara bandı gibi küçük bir şey senin büyük yaralarını kapatmaz."dedi. Dizimi ondan çekmek için önüme doğru dönerek koltuğa yaslandım.

Tenime dokunmasını da, yaralarımı sarmasını da, bana iyilik palavraları sıkmasını da istemiyordum. Onun yanımda oturmasına bile zor tahammül ederken bana dokunmaya cüret etmesi canımı çok fena sıkıyordu.

 "Asıl tedavimi hastanede görmek istiyorum. Şimdilik bu kadarı benim için yeterli." İnandırıcı olmak adına ajitasyona başvurdum çünkü her daim ona muhtaç olduğumu düşünmesini istiyordum. "Hem zaten alıştım, alıştırdılar." 

Tek kaşını kaldırdığı an benliğimi bir korku sardı. Hareketleri yavaşladı ve bakışlarından bir karartı geçip gitti ya da ben bildiklerim doğrultusunda paranoya yaşıyordum. Sanki bir şeylerin farkına varmıştı. "Serhat'ın sana bir yanlışı mı oldu?"

Sorduğu soru karşısında afalladım. Bunu beklemiyordum, daha farklı bir soru sormasını beklerdim ama bu daha iyiydi. Asıl şüphelenmesi gereken konu hakkında bir şey soracak olsaydı, arkama bile bakmadan kaçabilirdim.

"Abin bana ne yapabilir ki?"

Gözlerini bana çok derin dikse de yavaşça yutkunduğunu fark ettim. Kafasını aniden iki yana sallayarak, "Hiçbir şey. Kimse sana zarar veremez. Söz veriyorum seni koruyacağım. O katiller dahil kimse sana zarar veremeyecek."dediğinde tek kaşımı kaldırarak ona doğru döndüm.

Kendisinin de bir katil olduğuna şüphe yoktu ama aklıma takılan konu şuydu: Neden beni korumakla ilgili kurduğu cümleler bu kadar gerçekçi ve içtendi? 

"Onlarla savaşabilmek için katil olmak gerek. Korkusuz ve ruhsuz olmak gerek. Sen de bu özellikler var mı?"

Cevaplamak için dudaklarını araladı ama tereddüt etmiş olacak ki tekrar birbirine bastırdı. Ona, tereddüt etme, ne kadar pislik olduğunu biliyorum, demekle susmak arasında bir yerdeydim. Susmayı tercih ettiğimde beni yanıtlayacak doğru kelimeleri bulmuş olacak ki sonunda sessizliğini bozdu. "Haklısın, en iyisi onları adalete teslim etmek. Adil olmaya çalışırsak onlardan bir farkımız kalmaz." 

Keşke söylediklerinin bir doğruluğu olsaydı. Keşke göründüğün kadar iyi bir insan olabilseydin Ali ama hepsi bir oyun ve ben oyun bozucuyum.

Akşam olduğunda, Serhat yemek için bir şeyler hazırlarken camın önünde gizlice telefonunu karıştıran Ali'nin yanına gittim. Beni görür görmez, elindeki telefonu alelacele cebine koyduğunda fark ettim ki yalanını başka şekilde de yakalayabilirdim.

Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirerek sıkkın bir tavır takındım. "Ne zaman merkeze inebiliriz? Marketten almam gerekenler var," dediğimde hafif şaşırmış gibi bakarak,"Doğru, düşünemedik, kusura bakma. Ne istersen ben senin için alıp gelirim," dedi ve kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledi. Onu kolundan yakalayarak durdurdum ve önüne geçtim.

"Ben de gelmek istiyorum. Aileme haber vermeliyim. Telaşlanmalarını istemiyorum."

İlk önce gözleri elimin olduğu koluna kaydı, elini elimin üzerine koydu."Şu an çok tehlikeli, ben gider alırım sen burada kal."

Keskin tavrımdan ödün vermeyerek ona inatla baktım. "Gelmek istiyorum," dedim önce. Sonra onu ikna etmek için yumuşak davranmam gerektiği aklıma geldi. "Tek başımayken dışarısı tehlikeliydi ama sen varken öyle olmayacaktır." 

Bir süre dik dik baktı. Dilini, sivri dişlerinin üzerinde gezdirdiğini ağzı kapalı olsa da görebiliyordum. Çenesi kasıldığında ve yanakları içeri göçtüğünde bir anlığına onu kandıramadığımı ve bana saldıracağını sansam da kendimden ödün vermedim. Eğer onunla merkeze inemezsem buradan kaçmak çok zor olurdu.

Aniden gülümsediğinde, nefesimi rahatlarcasına dışarıya bırakarak gülümsemesine karşılık verdim. "Tamam, daha da geç olmadan çıkalım."

Kabul etmesini beklemediğim için kısa bir an öylece yüzüne bakakaldım ama o, durumu anlamadan toparladım. Kaçabilecektim, bir şekilde kendimi insanların arasına atmam yeterliydi. Sonrasında ne kadar koştuğum, beni kurtarmaları için insanlara nasıl yalvardığım önemli değildi.

Ali, Serhat'a çıkacağımızı söylemek için mutfağa gittiğinde sevinçten yerimde zıplamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Ayaklarımı zemine öyle sert basıyordum ki bir anda istemeden zıplamaktan korkmuyor değildim. Merdivenin kenarına bıraktığım sırt çantamı sırıtarak aldım ve Ali'den önce evden çıktım. Başta etrafta birilerinin olacağını, ağaçların ardında bizi gözleyen birilerinin saklandığını düşündüm ama dışarısı epey sessizdi. Yüzüme çarpan soğuk rüzgâr ise saniyesinde buz tutmuş gibi kasılmama neden olmuştu. Kış, bu sene çok ağır geçiyordu.

Ali ardımdan evden çıktığında, arabanın kapılarını açar açmaz kendimi içeri atmıştım çünkü soğuk, etimi lime lime etmeye başlamıştı bile. Koltuğa oturup, kapıyı kapatır kapatmaz buz kesen ellerimi ovuşturup sıcaklığını geri kazanmaya çalıştım. Sürekli soğuktan ürperiyor ve titriyordum. Kar bu bölgede yağmıyordu, bu yüzden havadaki soğuk kırılmamıştı.

Ali'nin bakışlarını üzerimde hissettiğimde, avuç içlerime sıcak nefesimi üflerken gözlerimi ona çevirdim. Gülümseyerek beni izliyordu.

Ona, "Bir şey mi oldu?"dediğimde kafasını iki yana sallayarak klimayı açtı. Araba hareket ederken yüzündeki küçük tebessümle, "Hatırlat da sana bir mont alalım."dediğinde omuz silkerek arkama yaslandım."Gerek yok, zaten buralarda çok kalmayacağım. "

Yüzündeki tebessüm silinirken camdan dışarıya bakarak, "Haklısın."dedi ve torpidoyu açarak bir sigara paketi çıkarttı. Cebinden de çakmak çıkardığında ona kaşlarımı çattım. Sigarayı ağzına yerleştirerek yaktığında kafamı diğer tarafa çevirerek camı açmasını söyledim.

"Rahatsız mı oluyorsun?"diye sorduğunda kafamı salladım. Camı açarak sigarayı dışarı attı. Yaptığı hareket hoşuma gitse de katilleri alkışlamak huyum olmadığından tepkisiz kaldım.

Yola çıkalı yaklaşık yarım saat olmuştu ama bir tane yıkık ev dışında hiçbir şey görememiştim. Biraz daha zaman geçtiğinde sadece birkaç evin bulunduğu, etrafı orman veya tarlayla çevrili küçük köyler görmüştüm. Evlerin çoğunun ışığı yanmıyordu ve içeride hayat olup olmadığı sorgulanırdı. Şehirden bu kadar uzak olmak akıl alır gibi değildi. Belki de Ali beni ıssız bir markete, kaçtığım gibi bir benzinliğe götürmenin peşindeydi.

Ali'ye kaçamak, ölümcül bakışlar attığım sırada Anıl'ın şarjı bitmiş telefonu aklıma geldi. Eğer onu şarj edebilirsem en azından kendime bir şans yaratmış olurdum. Ali de gözümün önündeki USB kablosunun olmadığı yalanını söyleyemeyeceğine göre denemekten zarar gelmezdi.

Telefonum, çantamdan çıkarıp takılı USB kablosuna taktığımda şarj olmaya başladı. Sinsi gülümsemem dudaklarımda hayat bulurken göz ucuyla Ali'ye baktım, bu yaptığımdan tabii ki hoşnut olmamıştı ve hatta gerilmişti. Sorgular gibi bakmasına rağmen bunu dile getirmediğinden ben de ona açıklama yapma gereği duymadım. Belki de sessizce hallederdim bu işi.

Telefon biraz şarj olup açılacak duruma geldiğinde, dudaklarımı sıkıca birbirine bastırarak hevesli gülümsememi bastırdım. Telefonu açtığımda benden yine şifre istedi ama sorun değildi, bu telefondan ancak polisi arayabileceğimin farkındaydım. Ali'nin yanında polisi arayamayacağım için markete varana dek şarj olması için telefonu bıraktım ve yolu izlemeye devam ettim. Evler yine azalmıştı, merkeze giderken evlerin çoğalması gerekirdi.

Merkeze değil, ölüme gittiğimizi o an anladım. Hareketleri yavaşlayıp temkinli bir hâl almış, bakışları soğuk ve öfkeli bir havaya bürünmüştü. Bana bakmıyor olsa bile bunu anlamak çok kolaydı. Bu yüzden daha fazla beklemedim. Direkt bu arabadan kazasız inmek için en doğal yolu kullandım.

"Midem bulanıyor," diyerek yüzümü buruştururken dudaklarımın arasından sahte bir öğürme sesi kaçtı. "Kusacağım, arabayı kenara çeker misin?"

Ağzımı elimle kapatarak öğürme sesleri çıkarmaya devam ettim, öğürmelerimin şiddeti gittikçe artıyordu. Ali, arabayı telaşla sağa çekti. Rolüme kendimi fazla kaptırmıştım. Kapıyı açıp çıkacakmış gibi oldum ama aniden ona doğru döndüğümde neye uğradığını şaşırmıştı. Üzerine kusacağımı düşünerek, kafasını görmemek için cama doğru çevirdiğinde sarı saçlarından yakalamak saniyelerimi aldı. Benden uzaklaşmak için neredeyse cama yapışan bedenini benden daha da uzağa çekmesi artık mümkün değildi. Saçından yakaladığım gibi çektim ve kafasını cama geçirdim.

"Defne..." İnlemesinin arasına karıştırdığı adım, öfkemi tazeledi. Afallamasından faydalanıp, kafasını bir kez daha cama geçirdiğimde iradesini kaybeden bedeni camın üzerine doğru yığıldı. Camın üzerinde, kafasından akan kanın izleri vardı.

Kısa bir an elim nabzına gidecek gibi oldu ama aptallık etmek için zamanımın olmadığını hatırlayarak, arabanın anahtarını kontaktan çıkarıp aldım ve kendimi arabadan dışarı attım. Kapıyı ardımdan kapatıp, kilitleyeceğim sırada endişeyle parlayan gözlerim son kez üzerinde gezindi. Hiçbir yaşam belirtisi yoktu, nefes alıp almadığından bile emin değildim. Yoksa ben...

Parmağı kıpırdadığında, kapıyı kırarcasına kapattım ve kilitledim. Koşmaya başladım, adımlarım vahşi bir çitanın adımlarından farksızdı. Uçarcasına, hedefime doğru değil de bir hedeften kaçmak için tüm gücümle koşuyordum. Issız ve karanlık yolda gökyüzündeki yıldızlar etrafımı çevrelemişti. Ardımda bıraktığım katili düşünmemeye çalışarak adımlarımın karışmaması için üstün bir çaba sarf ediyordum.

Hızlıydım, her zaman hızlı koşmuştum ama bu seferki bambaşkaydı. Arkamdan ölümün kovaladığını biliyordum ve ölümden kaçmak için dizlerimdeki yaraları ya da beni zayıf düşüren korkularımı tamamen görmezden gelmiş durumdaydım.

Koşarken buz kesen tenimin üstünde kayan sıcak gözyaşlarımı hissettiğimde, ciğerlerimi söken nefesimi hıçkırarak bıraktım. Korkuyordum çünkü karanlık göğün altındaki gölgelerin arasında saklanan katillerin varlığı, yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimin içine işlemişti. Sanki buradaydılar, ensemden yükselen ürperti bana onların varlığını haykırıyordu.

Birkaç arabaya denk gelsem de birilerine güvenmek artık lügatimde olmadığı için her seferinde kendimi bir şeyin altına, arkasına atarak saklanıyordum. Kime güvensem yarı yolda kalıyordum, kime güvensem katil çıkıyordu. Sadece kendime güvenebilirdim.

Nefeslerim yakıcı bir hâl aldığında bir kez bile bakmadığım arkamdan patlayan silahla olduğum yere resmen çakıldım. Düzensiz nefeslerim boğazımı parçalarken kafamı yavaşça arkama çevirdim. Ali elindeki silahı havaya tutmuş, kararan gözlerini üzerime dikmişti. 

"Defne! Dur! Yoksa senin için geri dönüşü olmaz!"

Bir kez daha silahı havaya doğru ateşledi. Benden çok uzaktaydı ve karanlık yol, onu yutacak gibi görünüyordu. Kararan gözlerini buradan bile seçebiliyordum, belki de sadece hayal ediyordum. 

Birkaç saniye ona baktım. Sanki şoke olmuştum ve inip kalkan göğsümü hizaya sokmaya çalışıyordum. Nefeslerim boğazımı daha az yakmaya başladığında beklemek için başka sebebim kalmadı. 

Onu dinlemedim, önüme döndüm. Rüzgarın çarpıp buz ettiği yüzümden akan gözyaşlarımı umursamadım, koşmaya devam ettim. Önüme hayatımı kurtaracak bir şey çıkması için dua ettim. Bana yaklaştığını hissediyordum. Ayaklarımı hissedemediğim kadar yaklaşan nefesini hissedebiliyordum.

Artık koşamayacağımı, yakalanacağımı anladığım anda önüme bir yer çıktı. Issız otoyolun sağ tarafında kalan, geneli camları ve kapıları sökülmüş büyük otobüslerden oluşan bir hurdalıktı burası. Başka çarem kalmadığını anladığımda hurdalığa girdim. Otobüslerin aralarında koşarak kendime saklanacak, kaçacak bir delik aradım. Sessiz gecede patlayan silah sesiyle yanımda kalan otobüsün arkasına geçmem bir olmuştu. Nefesimi düzene sokmaya ve korkumu bastırmaya çalışıyordum ama sanki mikrofona doğru nefes alıyordum. Nefesimin sesi o denli yüksekti. Elimi ağzımın üzerine kapattım, kafamı otobüse yasladım ve gözlerimi yıldızlı lacivert gökyüzüne dikerek beni bulamaması için dua ettim. 

Durmuştu, koşmuyordu artık. Burada olduğumu anlamıştı, yere vurduğu ayak seslerini duyabiliyordum.

"Defne, ah Defne."

Silahının tetik sesi geldiğinde elimi ağzıma daha da bastırdım.

"Anladığını anlamadığımı mı sandın? Sadece bir ihtimal kaçmazsın, zeki kızsın diye düşünmüştüm ama beni yanılttın."

Beton zemine sürten ayak sesleri sol taraftan kulağıma çalındığında, elimi ağzımdan çekerek kafamı o tarafa doğru çevirdim. Sağa doğru gitmeliydim. Ali, hurdalığın derinliklerine doğru giderken yeniden yola çıkabilir, kaçabilirdim.

Hiç ses çıkarmadan iyice doğruldum ve sırtımı otobüse bastırdım. Bir şeyler demesini bekledim ki ne kadar uzakta olduğunu çözebileyim. Eğer yakınlarımdaysa hareket etmem çok daha zor olacaktı ama bütün riskleri almaya hazırdım.

"İtiraf etmeliyim. Cesaretine hayran kaldım. Boşuna seçilmemişsin demek ki. Asır işini biliyor."

Ses soldan, çok yakından geldiğinde arabanın sağ yanına geçtim. Ayaklarının ucunda kaydığını, zemindeki toprak parçalarının ezilme sesini duyduğumda anlayarak yere eğildim. Otobüsün altından uzanan uzun boşluğa baktım. Ali, saklandığım otobüsten iki araç ilerideydi. Birazdan bu tarafa gelecekti. Daha da eğildim ve otobüsün altına girdim. Otobüslerin altında sürünerek yola en yakın konuma gelebilir ve onun gözünden kaçabilirdim.

Ali, olduğu uçtan diğer uca doğru yürümeye başladığında onunla aynı hızda tam tersi yönde ilerlemeye başladım. Artık çok daha yakındık ama onun gözleri yerden çok yukarıdaydı. Ses çıkarmazsam dikkatini çekmem imkânsızdı. O kadar aklı olmadığına inanmak istiyordum.

Aramızda bir otobüs kadar mesafe kaldığında aniden durdu, ondan yalnızca iki saniye sonra ben de durdum. Sessizliğe sessizlik katmak için aralıklarla aldığım nefesimi tuttuğumda onun nefes sesleri kulaklarıma dolmaya başlamıştı.

"Fakat kozlar asla kazanamazlar Defne. Şansını kaybettin. Zekisin, güzelsin ama sadece bir kozsun."

Onun anlamsız cümlelerine karşılık, görmeyeceğini bilerek kaşlarımı çattığımda bile aslında derdim kurduğu cümleler değil, yeniden ne zaman hareket edeceğiydi.

Ali, bu kısa boşluktan faydalanıp bir anda durduğu yerde eğilince mavi gözlerimiz kesişti. Kafasının solundan akan kan, yüzünün yarısına bulanmış durumdaydı ama buna rağmen dudaklarından korku saçan gülümsemesini eksik etmiyordu.

Kalbim yerinden çıkmak için bu gece fazlasıyla ısrarcı davranıyordu.

Göz kırparak ayağa fırladığında, koştuğunu anlar anlamaz arabanın altından kayarak çıktım. Onun tersi yönde koşarken çok yakınımda olduğunun farkındaydım. Her ne kadar yola yakın görünsem de katettiğim onca yola rağmen bana yetişen Ali'nin hızından kaçmam mümkün değildi.

Can havliyle, kaçacak yerimin kalmadığını düşünerek kendimi hemen sağ tarafımda kalan otobüsün içine attım. İçeride diğer tarafa doğru koşarak kendime zaman yaratmak istemiştim ama aklı zehir gibiydi, kapının diğer ucunda, yolumun üzerinde belirmesi zaman almadı.

Adımlarım durdu, titreyen ellerim paslanmış demir koltuklara tutunurken kürek kemiklerimin arasında bir ürperti hissettim. Tek bir kasımı hareket ettirecek cesaretim yoktu. Bir adım geri çekilsem üzerime atlayacağından adım kadar emindim.

"Ya-ka-lan-dın," dedi heceleyerek ve alaycı tavrından ödün vermeyerek. Başından akan kan onu daha tehlikeli kılıyordu ve eminim ki beni yakaladığında, dökülen her damla kanının hesabını soracaktı. "Benden kaçabileceğini düşünmen ne kadar komik, bir bilsen."

Ali, bana doğru usulca ve gülerek yaklaşmaya başladığında, kaybetmenin verdiği acıyla sarsılarak geriledim. Yüz hatları, karanlığın içinde inkâr edilemez bir şekilde korkunçluğun zirvesine yerleşmişti. Rolünü bıraktığı anda inanılmaz bir değişime uğramıştı.

"Başından beri kaçman hataydı Defne. Bu oyundan çıkışın yok."

Güçlükle yutkundum, arkama döndüğüm an beni yakalayacağını biliyordum ama içimden bir his, aniden atılmaktan başka şansımın olmadığını söylüyordu.

"İtiraf etmeliyim. Başta seçildiğini gördüğümde çok üzülmüştüm. Böyle bir güzelliğin acı içerisinde kıvranmasını istemedim. Fakat şimdi asıl böyle bir güzelliğin acı içerisinde kıvranması gerektiğini anladım."

Bakışları sivrileşti. Üzerimde dolanan gözlerinde, anlamını yalnızca kendisinin bildiği bir farklılık yatıyordu. Nefret, kin, öfke değildi bu; çok başka bir şeydi. 

O bana doğru büyük bir adım atmaya kalkıştığında tam arkamı dönüp kaçacaktım ki kollarımdan tutuldum. Bedenim başka iki beden arasında sıkıştığında çığlık attım.

"Çığlıklarının hastasıyız 17 Numara."

Belki de duyduğum bu cümle canımın kazandığı tek seferlik bir biletti.

Bölüm Sonu...

Tahminleri buraya alayım. Sizce gelen kim?🙇🏻‍♀️

Ali için sövme satırı açıyorum. Buraya içinizden geldiği gibi ona sövebilirsiniz. Böyle de karakterlerini seven bir yazarım asdashdvj🙈


Hikayenin geri kalanına kitabı satın alarak ulaşabilirsiniz. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. 17 Numara kitap satan bütün sitelerde şu an var ve büyük çoğunluğunuz bu satırları okurken çoktan raflardaki yerini de almış olacak❣️

17 Numara altı yıldan uzun bir süredir Wattpad'deydi. Okuduğunuz satırlar ben yeni halleriyle değişmeden önce binlerce yorumla doluydu. Yazmayı bilmezken yazmaya çalıştığım 17 Numara'nın yazım hatalarıyla dolu halini on bölümlük de olsa o şekilde görmenizi istemedim.

Geri kalan bölümler 17 Numara'nın özel bölümlerinden ve duyurulardan oluşmaktadır. Özel bölümler kitabın tamamından spoiler içermektedir. Kitabı tamamen okumayanların okumasını kesinlikle tavsiye etmem.

Bana ulaşmak ve kitaplarım hakkında bilgi sahibi olmak için İnstagram, Tiktok, Twitter ve buradan takip edebilirsiniz. Her platformda fennayazar olarak varım. Kitapta yazan gerçek adım Fatma Şamata❤️

Kendinize iyi bakın, umarım bir gün elinizde 17 Numara ile imza günlerinde ya da yine burada diğer hikayelerimde bir şekilde yollarımız kesişir. Görüşmek dileğiyle🖤

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

1.6M 59.6K 56
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
2.5M 80.7K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
130K 6.3K 71
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
309K 18.8K 40
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...