EŞSİZ (KİTAP OLDU)

Af isimsizgece

3.6M 181K 91.7K

-Yarım kalmış bir hikâyedir. Bunu bilip ona göre başlamanızı tavsiye ederim. "Belime dolanmış kolları hareket... Mere

1.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16. Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm (FİNAL)
32. Bölüm (ISSIZ)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36.Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm (SONUNU GETİREMEDİĞİM SON)
ISSIZ (Eşsiz 2)
SONSUZ (1.BÖLÜM)

2.Bölüm

140K 6.7K 2.3K
Af isimsizgece


"Tamam, kızım. Çocuk yakışıklı. Ondan etkilenmen normal. Hem tek etkilenen sen değilsin, tüm okul. Tüm! Bu yıl, senin son yılın. Çok çalış, şehir dışında bir üniversite kazan. Tolunay Bey'den uzaklaş. Ne diye yakışıklı, serseri çocuklara bakıyorsun sen?"

İç çatışmam sürerken 12-B sınıfını arıyordum. Hayır yani, şu okulu daha küçük yapsanız veya koridora oklar koysanız olmuyor muydu?

On dakikalık bir arayışın sonunda bulduğum sınıfın önünde durup örgümden taşan birkaç saç tutamını geriye attım. Dudaklarımı dişlerimden kurtardığımda ağzıma gelen kan tadını yok saymaya çalıştım. Tanımadığım bir çocuk yüzünden düşüncelere dalıp dudaklarımı mahvetmiştim işte! İçimden kendime fazla düşünmemem gerektiğine dair uyarılarda bulunurken minik bir adımla sınıfa giriş yaptım.

Yaklaşık on beş kişilik, krem renginin hâkim olduğu sınıf epey geniş görünüyordu. Kızlar grup olmuş hararetle konuşurlarken, erkekler de aynı durumdaydı. Adımlarımı durdurup boğazımı temizledikten sonra tedirgin sesim ortama süzüldü. "Hangi sıra boş acaba?" dediğimde tüm gözler bana dönmüştü.

Sol taraftaki cam kenarında oturan kahverengi saçlı, minyon bir kız, "Yanım boş, oturabilirsin," deyip gülümsedi. Hafifçe tebessüm edip başımla onu onayladığımda bekleme yapmayarak davet edildiğim sıraya yönelmiştim bile. Bu şirin kız kurtarıcım olmuştu. İçimden ona ufak da olsa minnet duyuyordum.

Çantamı çıkarıp sıramın arkasına astığımda tüm gözlerin bende asılı kaldığı gerçeğiyle sarsıldım. Tedirgince yerleştirdiğim çantamı düzeltirken kendimi nasıl tanıtmam gerektiğini düşünüyordum. Benim gibi sessiz, içine kapanık bir kız sınıfın ortasında kolayca kendini ifade edebilir miydi? Kesinlikle hayır. Ancak ilk günümde düşman edinmek ister miydim? İki kez hayır! Bu yüzden tam olarak ne söylemem gerektiğini düşünürken ön sıralardan bir çocuk, "Soyadın ne, yeni kız?" deyip beni bu durumdan kurtararak saçma ve alışılmadık bir soru yöneltmişti. Benim bildiğim tanışmalarda ilk önce ad sorulmaz mıydı? Yoksa ben çok mu geri kalmıştım?

Arkalardaki bir kızın, "Bizim yeni kız dilini yutmuş sanırım," diye söylendiğini duyduğumda kendi dünyama çekilip çevremdekileri cevapsız bıraktığımı anlamıştım. Her zamanki gibi. Tüm sınıfa ve özellikle beni bozmaya çalışan sarışın kıza hitaben boğazımı temizleyip, "Özdemir," dedim ve konuşmaya devam etmek istemediğimi göstermek amacıyla kulaklıklarımı çıkarıp kulağıma yerleştirdim.

Belki biraz soğuk davranmıştım ancak benim karakterim böyleydi. Konuşmayı sevmez, bilhassa gereksiz konuşmalardan her zaman kaçınırdım. Her ne kadar istemesem de ruhuma parça parça işlenmiş olan ailevi etkilerden kurtulamadığımın işaretiydi bu. Mesela yeni insanlarla tanışma konusunda özgüven eksikliğiyle boğuşurdum hep. Çünkü beni sevmeyeceklerine yüzde seksen emindim. Eski okulumda da hep böyle olmuştu. Sessiz kızları ucube ve gereksiz görüyorlardı.

Dinlediğim ikinci şarkı naif bir tınıyla devam ederken ayağımla hafif hafif ritim tutuyordum. Birkaç saniye sonrasında kulaklığım çekildiğinde tek ayağım havada kalmış, gözlerim sol tarafımı bulmuştu. Bana gülümseyen minyon sıra arkadaşıma ben de şaşkınlıkla bir tebessüm yolladım. "Merhaba. Ben, Çakıl." Tereddütle başladığım cümle, yanımdaki kızın yumuşak yüz ifadesiyle birlikte yumuşayarak son bulmuştu. Kızın gülümsemesi büyüdü ve o da elini uzatıp cevapladı. "Ben de Başak. Memnun oldum, canım."

Canım? Başak ilk günden fazla samimiydi. Hatta ilk günden olmasını geçtim, hayatımda Nergis Abla'dan sonra ilk defa biri bana bu kadar samimi davranıyordu. Tedirginlikle dudaklarımı dişledim. İnsanların gereksiz samimiyetleri, hırçın yıkılışlara neden oluyordu bazen. Samimiyetlerin bazen iyi görünümlü kötülüklere yol açmasından ürküyordum. Başımı sallayarak Başak'a geç ama yerinde bir tebessüm yolladım. Kötü huylu düşüncelerin aklımı bulandırmasına izin vermeyecek, duvar gibi durmak yerine bu kıza denk geldiğim için şanslı hissedecektim.

"Deminki kızı kafana takma. Bizim okuldaki kızlar hep böyledir." Heyecanla başladığı sözlere, bu durumdan hiç hoşnut olmadığını belirten bir yüz ifadesi eşlik ediyordu. "Yeni kız, yeni dedikodu demek," diyerek konuşmayı sürdürdü.

Kaşlarımı kaldırarak "Sen bu okulun kızı değil misin?" deyince Başak gülmeye başladı. "Öyleyim ancak oturup yeni gelen insanların dedikodusunu yapmam canım." Tek kaşını kaldırıp ardından eğlenceli bir tavırla gözünü kırptı. Onu cevaplayamadan sınıfa giren hocaya içimden teşekkürlerimi yolluyordum bile.

İlk okul günü olmasının verdiği rahatlıkla hoca kısa bir konuşma yapıp benimle de tanıştıktan sonra bizi serbest bıraktığını söyledi. Hocanın sözleri bitmişti ki, birden Başak'ın kolumdan tutmasıyla kendimi ayakta bulmuştum. İlk günden bu yakınlık neydi arkadaşım? Belki kötü biriydim, belki katil... 'Yeni kız, yeni dedikodu' anlayışına bu kızın da katıldığını hafiften seziyor ama hislerimde yanılmış olmayı umuyordum.
"Hadi Çakıl, benimle geliyorsun ve güzel bir kahve içerken bana kendini anlatıyorsun."

Tezimi destekleyen bu cümlesiyle içten içe güldüm ama nedense rahatsız değildim bu durumdan. Tek başıma teneffüsleri geçirmek yerine yeni arkadaşımla, her ne kadar kendimi anlatmayı sevmesem de pekâlâ vakit geçirebilirdim.

Başak'ın arkasından yürürken önümde süzülen kocaman kantine ağzım açık bakakaldım. Okulun her yeri neden bu kadar büyük olmak zorundaydı ki? Peki, ders saatinde bu kadar öğrencinin bu kantinde ne işi vardı? Tüm sınıflar serbest mi kalmıştı? Görmemiş gibi davrandığımın bilinciyle büyüyen gözlerimi hafifçe kıstım. Zaten büyük olan yeşil gözlerim, şaşkınken daha komik bir hâl alıyordu çünkü.

Başak, "Sarı, beş dakika centilmen gibi davranıp bize iki kahve kapsana," diye konuşmaya başladığında kiminle konuştuğunu anlamak için başımı çevirmiştim. Karşımda sarışın, karizmatik öte yandan bana çok da yabancı gelmeyen bir çocuk duruyordu.

Sarışın çocuk ellerini dar pantolonunun ceplerine koyarken ilk önce kaşlarını çatarak bana, sonrasında ise Başak'a baktı. Gergin sesini duyduğumda yutkundum. "Kadınları ezmeyin, erkekleri yüceltmeyin diyorlar. E tüm işleri erkekler yaparsa, tabii erkekleri yüceltirler."

Sarı çocuğun bir kahve isteği üzerine bu kadar konuştuğuna mı yoksa söylediklerinin doğru olmasına mı şaşırmıştım bilemiyordum.

"Aman be. Çık şuradan. Alırız biz." Başak'ın cırlamasıyla birlikte şaşkınlıkla kıkırdadım. Sarı çocuk ellerini teslim olurcasına kaldırıp yanımdaki minyon kıza korku dolu bakışlarını yollamıştı. "Tamam be cadı. Gidin oturun. Getiriyorum kahvenizi."

Zaferle gülümseyen Başak, kız gücü dercesine göz kırptı ve beni masaya doğru çekiştirdi. Sarı çocuğa hak veriyordum. Yeni arkadaşımda az da olsa bir cadılık seziyordum ve bu durum samimi gelmeye başlamıştı. Bir yandan da kafam sarışın çocuğa takılmıştı. Bu çok konuşan, bilmiş çocuğu gördüğüme emindim. Emindim çünkü biraz düşününce sabah serserinin yanına gidip konuşan oğlanlardan biri olduğunu hatırladım. Aklımı meşgul eden serseri, onun hakkında bir şeyler öğrenme isteğimi arttırıyordu ve içten içe biliyordum ki bu sarı çocuk bilgi almam için güzel bir araç olabilirdi.

Önümdeki masadan serseri hakkında öğrenebildiğim kadar bilgiyle kalkmak istiyor, yıllardır süren bu merakıma su atma isteğiyle kıvranıyordum. Umarım sarı çocuğun ağzı çok sıkı değildir diye düşünürken bir yandan da bu çocuktan laf almanın zor olacağı fikri beynimde dönüp duruyordu.

Başak'ın sesiyle birlikte bakışlarımı ona çevirdim. Birkaç dakikalığına beni soru bombardımanına tutan ve benden net cevaplar koparamayacağını anlayan yeni arkadaşım, sorularından vazgeçip etrafımızdaki kızların olayları hakkında beni bilgilendirmeye başlamıştı bile. Daha tanışalı bir saat olmuştu ve o bana gelmiş, sağımızda oturan esmer kızın, son sınıflardan çıktığı çocuğun annesiyle tanışıp nasıl rezil olduğunu anlatıyordu. Bense bir yandan gözlerimi devirmemek için uğraşırken bir yandan da sarı kafanın nerede kaldığını çözmeye çalışıyordum.

Bir anda Başak'ın, "Of, sadece iki kahve istedik. Nerede kaldı bu çocuk?" diye sesini yükseltmesiyle korkuyla ona baktım. Acaba içimden geçenleri dışımdan mı söylemiştim?
Başak, "Çakıl, bu çocuk hep böyle. Demin gördüğün sarı kafa benim çocukluk arkadaşım. Ama gel gör ki herkesin arkadaşı dört dörtlük olmuyor," derken sağ avucunu yanağına yasladığından dudakları hafiften büzülmüştü. "Bildiğin sorunlu bu çocuk, sorunlu! Boşuna sarı demiyorum ben buna."

Söylediklerine karşılık küçük bir kıkırtının dudaklarımdan kaçmasına engel olamadım. Bunu kaçırmayan Başak'ın gözleri kocaman olmuştu. "Sonunda be kızım. Gülebiliyormuşsun sen ya."

Başak'tan gözlerimi çekinerek kaçırdığımda konuyu değiştirmek için dudaklarımı araladım, "Belki sıra vardır, o yüzden gecikmiştir," dedikten sonra yanlış bir şey mi söyledim diye düşünmeye başlamıştım. Çünkü Başak, bu imkânsız, dermişçesine bana bakıyordu.

"Çakıl, diyorum. Sarı kafa, diyorum. Şu an ya bir kızla flört ediyordur o sorunlu ya da kendisinden daha sorunlu olan arkadaşı onu çağırdığı için ayaklarını kıçına vura vura koşuyordur," deyip gözlerini devirdi.

Ondan daha sorunlu olan arkadaşı? Sonunda ilgimi çeken bir konu olduğu için mutlulukla gözlerimi kaçırdım. Acaba bahsettiği arkadaş, benim yaklaşık altı yıldır gördüğüm sahildeki serseri olabilir miydi? Hem sabah onları birlikte görmüştüm. Dudaklarımı büzerken aklımda bin tilki dolanıyordu. Sormaktan zarar gelmezdi.

"Senin arkadaşını sabah iki çocukla birlikte bahçede görmüştüm yanlış hatırlamıyorsam," deyip etrafıma göz gezdirmeye başladım. Umursamıyor gibi görünmek istiyordum. Zaten umursamıyordum. Sadece içimde minik, çok minik, meraklı bir Çakıl vardı.

"O gördüğün çocuklardan biri katil gibi bakan, siyah saçlı bir çocuksa; evet canım. Kendisi, benim sarı Bartu'mun çocukluk arkadaşı olur."

Birkaç saniye gözleriyle etrafını taradıktan sonra derin bir nefes verip söylenmeye başladı. "Kalk Çakıl, sınıfa çıkalım. Ders başlayacak. Bartu'ya da bunun hesabını sorarım ben." Başımla onaylayıp onu takip etmeye başladım. Bir yandan ben de gözlerimle etrafı tarıyor ama Bartu'yu göremiyordum. Sanırım çocuğu korkutup kaçırmıştık. Dudaklarım bir gülümsemeyle gerilirken Başak'ın peşinden sınıfa girdim.

Ders işlemediğimiz için gün hızlı geçmişti. Günümü sorunsuz bitirmenin mutluluğuyla servisin camından yol kenarında akıp giden ağaçları seyrediyordum. Yorgun hissetmiyordum ve nedensizce minik Arda'yı görmenin iyi olacağını düşündüm. Saate baktığımda hep buluştuğumuz vakitlere denk gelmenin verdiği heyecanla yerimde kıpırdanmıştım.

Servis şoföründen durmasını rica ederken havadaki benzersiz kokuyu ciğerlerime hapsettim. Temiz toprak kokusu âdeta bir şölen bahşediyordu ruhuma. Eylül ayı en sevdiğim aylardan biriydi. Ne soğuktu, ne sıcak. Havanın da etkisiyle hayatımda mutlu olmak için pek sebep bulamazken bile gülümsüyordum. En ufak şeyden bile mutlu olabilecek sebepler yaratabildiğim hâlde neydi bu insanların benimle alıp veremediği?

Gerinerek yürümeye devam ettim. Gün boyunca astım ilacımı kullanmadığımın farkındaydım ancak gerçekten iyi hissediyordum bugün. Bu yaşıma kadar her hastalığın psikolojik olduğunu düşünmüştüm ben. Benim astım hastalığım ise bunu doğruluyordu. Çünkü moralim yerindeyken ne nefes almakta sıkıntı çekiyordum ne de ilacımı kullanmama gerek kalıyordu.

Pastaneye girip kendime zeytinli bir açma, Arda'ya ise her zaman yediği poğaçadan aldım. Minik bir tebessümle poşeti hafifçe sallayarak sahilin yolunu tuttum. Başımı hafifçe sağa sola sallayıp gülümsememi daha da genişletmiştim. Bir gün de olsa ciğerlerimi sıkıştırmak istemiyor, rahat rahat nefes alabilmek için can atıyordum. Bir akşamüstü de çok düşünmeyecek, ayakkabılarımı yere sürtüp zarar vermeyecektim. O gün bugündü! Ayaklarımı sürtmemeye özen göstererek yürümeye devam ettim ve karşıya geçmek için ışıkları kontrol ettim.

Tam karşıya geçmek üzereyken gördüğüm tanıdık sima bir anlık duraksamama sebep oldu. Baştan aşağı beyaz, yumuşak olduğu belli olan bir eşofman takımı giymişti. Ne çabuk okul üniformasını değiştirmiş, diye düşünürken, evinin okula yakın olabileceği ihtimali geldi aklıma. Telefonumun ekranına baktığımda saatin henüz altı olmadığını fark ettim. Bugün biraz erken gelmişti serseri. 

"Çok düşünüyorsun, Çakıl," diye fısıldadım toprak kokusuna bürünmüş havaya. "O seninle artık aynı okulda. O bilmese, hissetmese bile sen altı yıldır onunlasın. Çok düşünme. Uygula!"

Ayaklarım bu emre karşı gelmedi ve ben de ona doğru yürümeye başladım. Korku hissi gözlerime, heyecan dolu nefeslerim adımlarıma eşlik etmişti. Aman Allah'ım dedim içimden tam da önünde durduğumda. Ben delirdim. Evet, evet delirmiş olmalıyım! Önünde durduğumu fark eden güzel gözlü çocuk ilk önce sigarasını dudaklarından ayırdı, sonrasında ise içine hapsettiği sigara dumanını sakince boşluğa bıraktı. Hadi ama, astım hastasıyım ben!

Yaklaşık bir dakikalık öksürüğün ardından ıslanmış gözlerimi ona çevirdim. Fakat önünde durduğum hatta ölümüne öksürdüğüm hâlde bana bakmamıştı bile. Bu tavrı beni epey şaşırtmıştı. Altı yılın sonunda onun karşısına çıktıysam öylece donup kalamaz, hiçbir şey demeden arkamı dönüp gidemezdim. Bir altı yıl daha onu tanımadan izlemek, hep uzağında olmak acımasızlığın daniskasıydı. Kendime bunu daha fazla yapmayacaktım.

Boğazımı temizlediğimde, "Merhaba. Bugün seni okulda gördüm. Ben Çakıl," sözleri dudaklarımdan çıkmıştı. Kibar bir şekilde gülümsemeye çalışıyordum. Boğazımdaki yumrunun gitmesi için çabalarken, atabildiğim en umursamaz bakışlara ev sahipliği yaptım. Ne kadar umursamaz olabilirsem işte...

Cümlemi bitirdiğimde gözlerini yavaşça bana çeviren serserinin yüzünde asılı kalmıştı bakışlarım. Suratında tek bir pürüz bile bulunmayan bu çocuk beni korkutmuştu.
Evet, bu güzelliği beni deli gibi korkutuyordu.

Ansızın, sözlerimi karşılıksız bırakmasından korkarak devam ettim. "Ve sen?" dediğimde adını söylemesini umuyordum.

Sigarasından bir nefes daha alan çocuk, dumanını tam bana doğru üfleyecekken bir elimi dur dercesine kaldırıp arkamı döndüm. Kaba olmak istemezdim ama bir öksürük krizi daha geçirip yeniden rezil olmayı kim isterdi ki?

Dumanın dağıldığını hissettiğimde arkamı dönerken son kez Çakıl diye cesaretlendirdim kendimi. Son bir kez daha dene konuşmayı.

Titrek yeşillerim, gece mavisi gözlerini bulduğunda tek kaşı havalandı. Siyah ve dağınık perçemleri alnında biterken, burnunun üzerindeki silikleşmeye yüz tutmuş tam üç çil tüm dikkatimi dağıtmıştı.
"Evet?" dedi altı yılın sonunda, yıllardır beklememe değmiş olan bir ses tonuyla.

Gerçekliği ellerimle kavramak isterken bir o kadar da hayalperest dünyamın acımasız oyununun içine düşmüş gibiydim. Hayal gibiydi çünkü bu yaşadıklarım, ben rüyalarımda bile onunla konuşmayı yasaklamıştım kendime. O ise rüyalarımdaki yasakları gerçekliğiyle delip sesini duymama izin vermişti. Yutkundum. Kendinden emin ve sert çıkan sesiyle her ne kadar gerilememe sebep olsa da bilmediği bir şey vardı; biraz ürpertiyordu belki ama ona ancak böyle karşısındakini kendine hayran bırakan bir ses tonu yakışırdı.

Sert tavrı sürüyorken kaşlarını çatarak açık açık beni izlemeye başladı. Dolgun dudakları gergin bir ifadeye bürünürken net bakışlarından çekinerek bir adım daha geriledim. Belki cevabımı bekliyordu, belki de beni daha önce tanıyıp tanımadığını sorguluyordu. Bilmiyordum. Bir umut beni tanı dercesine derin derin gözlerinin içine baktım. Yıllardır senin yanındayım, ne olur beni görmezden gelme! demek istedim ama hiç birini yapamadım.

Söyleyemediklerim içimde bilmem kaç yüzüncü sayfaya yaklaşan bir roman olmuşken yapabildiğim tek şey bakışlarımı yere çevirmekti. Silik karakterim gibi görünüşüm de silikti. Elbet beni tanımayacaktı.

Birden hareketlenmeye başladığında gitmeye hazırlandığını anlamıştım. Düşüncelerimin keskin noktasına dur levhaları çekerken gitmesini istemediğimi anlayacağı bir ses tonuyla konuşmaya başlamak, yapabileceğim en mantıklı şey olurdu.

"Adını öğrenmek istiyorum, sonuçta aynı okulda okuyacağız artık," deyip en tatlı gülüşümü sunma eylemine giriştim ama biliyordum ki tebessümüm içler acısıydı.

Kafamın içindeki pembe duvarlı odasında, Barbie'lerini çay partisine götüren minik Çakıl durumun saçmalığı karşısında ağzı açık şekilde olduğu yerde kalakalmış, "Kızım, sen ne ara arkadaş canlısı oldun?" diye söyleniyordu sanki. Gözlerimi devirirken düşüncelerimden uzaklaşıp dikkatimi karşımdaki çocuğa verdim. İlk kez onunla konuşmaya cesaret edebilmişken, adını öğrenemeden gitmesini istemiyordum.

Ancak sigarasını ayağıyla ezen bu serserinin bana cevap vermeyeceğini dakikasında anlamıştım. "Sır mı adın?" diye konuyu dalgaya vurmaya başladım. Allah'ım, neden konuştukça beynimi sokakta kedilere mama niyetine bırakıyor gibi hissediyordum ben?

Kutudan yeni bir sigara çıkarırken, "Sanki adımı bilmiyormuşsun gibi," demesi gözlerimin büyümesine neden oldu.

"Adını biliyorsam neden sorayım?" derken hâlâ şaşkınlığım üstümdeydi. "Sence?" deyip cebinden çıkardığı çakmağıyla sigarasını yakmıştı. Bakışları çevrede geziniyor ama asla bana uğramıyordu.

"Daha beş dakika olmadı seninle konuşmaya başlayalı. Bu ikinci sigaran!" diye sitem etmeye başladım. Kafamdaki minik Çakıl ise tekrar başını uzatmış, ağzı yere düşmüş şekilde bana bakıyordu. Ne yalan söyleyeyim onun gibi ben de şok olmuştum. Adı üstünde, daha beş dakikadır çocukla konuşuyordum ama çocuğun sigarasına laf etmeye başlamıştım. Yavaş gel be kızım, Çakıl!

"Hâlbuki bana beş saat gibi gelmişti," diyen, insanı rahatlatan, tok sesini duydum. Ve ben bu beş dakikanın sonunda bu çocukla konuşmanın neredeyse imkânsız olduğunu doğrulamış bulunuyor, sinirlendiğimi hissediyordum. Ancak buna hakkım da yoktu, farkındaydım. Tanımadığım bir insanın kaba sözlerinden dolayı alınmamam gereken şeylere alınıyordum. Altı yıldır hayallerimde yaşattığım çocuğun sertliği karşısında savruluyordum.

"Eğer sana gelip adını soruyorsam, bu gerçekten adını bilmediğimdendir. Gerçekten tanışmak istediğimdendir. Aynı okulda yüz yüze bakacağımız için saygıdandır, görgüdendir. Ama görüyorum ki ailen sana bunları öğretmemiş. Görgüsüz bir adam olup çıkmışsın."

Kızgın sesim havada yankılanıyorken içimdeki pembe elbiseli minik kıza hayali bir beşlik çaktım ve iskeleye doğru yürümeye başladım. Bu egoiste düşündüklerimi söylemezsem içimde kalacaktı. Şimdi ise gönül rahatlığıyla aldığım poğaçaları minik Arda'yla birlikte yiyebilirdim.

*

Parmaklarımı sıraya hızlıca vurarak sınıfın kapısına odaklanmıştım. Acaba Başak gelmeyecek miydi bugün? Benim tek haber kaynağım olan arkadaşım, serserinin devlet sırrından aşağı kalmayan ismini öğrenmek için tek umudumdu. Bilinmeyen adamın bilinmeyen ismi kalbimin köşe noktalarında hayat bulmak istiyordu. Bu görmezden gelemeyeceğim bir ataktı benim için. Dudağımı ısırarak şansıma lanetler göndermeyi es geçmiyordum.

Sınıftakilerden geveze olduğunu anladığım kumral kız, Başak'ın bugün son derste rapor vermek için uğrayacağını söylemişti. Sınıfa tekrar göz gezdirirken yeni okulumun ikinci gününde tanıştığım simalara göz attım. Biraz iri bir çocuk olan, Atakan ve Başak'ın yokluğunda beni yalnız bırakmayan, Ece.

Atakan, Ece'nin sevgilisiydi ve ikisi bugün beni yalnız bırakmama inceliğini gösteriyorlardı. Bu durumdan oldukça memnundum. Hiç arkadaş edinemeyeceğini düşünen bir kıza göre iki günde üç arkadaş oldukça iyi bir sayıydı.

Beş dakika daha bekledikten sonra sabırsızlıkla salladığım bacaklarımı harekete geçirdim. Bahçeye gidip Başak'ı beklemeye devam etsem daha iyi olabilirdi. Yoksa üzerimden atamadığım anlamsız heyecan beni yiyip bitirecekti.

Hızlı adımlarla bahçeye çıktığımda üzerine ağaç gölgesi düşen banklardan birini gözüme kestirdim ve oraya doğru ilerleyip oturdum. Bahçedeki atmosferin daha ferahlatıcı olduğuna kanaat getirirken çevremi izlemeye başlamıştım. Birkaç yabancı bakış dışında kimsenin dikkatini çekmemiştim. Pek havalı okulun pek havalı öğrencilerinin dikkatini çekmek zor olsa gerekti. İçten içe bu duruma sevinerek kıkırdadım. Yeni gelen insanları çekiştirmek yerine, umursamamaları daha kabul edilir bir seçenekti çünkü.

Bakışlarımı salladığım ayaklarıma çevirdiğimde içten içe söyleniyordum ki önümde duran spor ayakkabıları görünce kaşlarım havalandı. Kim olduğuna dair bir fikir yürütemezken bakışlarımı kaldırdım ve bana otuz iki diş gülümseyen sarı çocukla göz göze geldim. Neydi adı? Batu? Bartu?

"Merhaba. Dün tanışamadık. Ben Bartu," diyerek hızlı bir giriş yapmıştı. "Ve bu da..." deyip oturduğum bankı işaret etti. "Bizim banktır kendisi. Benim karkim olur."

"Karki mi?"

"Evet," kaşlarını indirip kaldırdı. "Kardeş ve kankinin birleşimi." Bankı tek eliyle okşadığında kaşlarım havalanmıştı.

"Karkiii," sevecen bağırışı yükselmişti.
Gayet normal başladığı konuşmayı böyle bitireceğini tahmin bile edemezdim. Hayatımın hiçbir evresinde bir bankla tanıştırılmamıştım ve sonunda o da olmuştu. Sanırım Çağın Koleji'nde birçok ilki tadacaktım; karki gibi.

Çok düşünme Çakıl, diye milyonuncu kez kendimi uyararak, "Merhaba. Ben de Çakıl." Sırtımı hafifçe yukarı kaldırdım. "Dün bekledik seni fakat gelmeyince kalkmak zorunda kaldık," diyerek söze girdim. Bank konusunu bile isteye devam ettirmemiştim.

"Acil bir işim çıkmıştı. Okuldan gitmem gerekti. Aslında birazdan tekrar ayrılmak zorundayım," derken düşünceli gözlerini üzerimden çekip saçlarını karıştırdı. Harelerini kalabalık bahçede santim santim gezdirirken birini aradığına kanaat getirmiştim. Ben de gözlerimi baktığı yerlerde dolaştırırken içimdeki minik umut kırıntısıyla onu görmeyi diliyordum.

"Ah, anlıyorum." Gecikmeli cevabımı garipsememesini diledim. İç dünyamdan çok dış dünyayla iletişim kurmam lazımdı. Bunu dipnot olarak aklımın bir köşesine her defasında yazıyordum.

"Başak'a söyle alacağım onun gönlünü. Okulun kahvesiyle değil, Bebek'te bir kahveyle." Muzip sesine eklediği çapkın bir tınıyla söylemişti son sözlerini. Göz kırpıp uzaklaşmaya başladığında arkasından yayvan yürüyüşüne bakakaldım. Başak'la Bartu flörtleşiyorlar mıydı acaba? Yoksa sandığımdan daha yakın, sınırları olmayan insanlar mıydı?

Omuzlarımı silkip uzaklaşan Bartu'ya odaklandım. Okulun ilk gününde serserinin yanında gördüğüm esmer çocuğun oturduğu banka doğru gidiyordu. Dudaklarımı büzerken serserinin yakını olan bu iki insanı kafama yazmıştım. Gözlerimi kısıp esmer olana daha dikkatli bakmaya başladım. Hafif dalgalı, koyu kahverengi saçları vardı. Yumuşak görünen saçlarına tezat bir görüntü sergileyen sert bakışlarının insanları ürküttüğüne adım gibi emindim.

Onlar konuşmaya devam ederken, "Haydi Çakıl. Tabana kuvvet," diye fısıldayıp hızlı adımlarla sınıfa çıkarak çantamı toparladım. Birkaç kitaba ek olarak kalemlerimi de yerleştirdiğimde hazırdım. İkinci günden son dersi eksem bile serserinin adını öğrenmeden bana rahat batacaktı. Çantamı alıp hızlıca dönerken nefesimi kontrol altına almaya çalışıyordum. Bu takip sırasında bir de astım krizine girmek istemezdim.

Az önceki terk ettiğim banka sanki hiç kalkmamışım gibi çevremi yoklayarak yerleşirken aynı zamanda göz ucuyla Bartu'yu izliyordum. Telefonla konuşan sarı kafa, yanındaki çocuğa başıyla selam verip ayağa kalktı ve okul çıkışına doğru yürümeye başladı.

Yaklaşık yirmi dakikalık bir yürüyüşün sonunda ara sokaktaki bir kapının önünde duran Bartu'yla, ben de duraksadım. Beni göremeyeceği bir duvarın arkasına yerleştiğimde aynı zamanda çevreye göz gezdiriyordum. Neresiydi burası Allah aşkına?

Bartu'nun sesi beni düşüncelerimden uzaklaştırırken kiminle konuştuğunu görmek amacıyla kafamı biraz daha uzattım ve gözlerim aradığı şeyi bulmanın sevinciyle büyüdü. Gecenin siyahına boyanmış olan saçları kadrajıma girmişti.

Serseri... Klasik dar kesim kot pantolonun üzerine bu sefer değişiklik yaparak koyu lacivert bir kazak giymişti. Gözlerinin renginde...

Geceye çok yakışan bu adama imrendim o an.
Bakışları keskindi ve ne yazık ki geçen her saniye daha da sertleşiyordu. Yüz hatlarını daha da sertleştiren şeyin Bartu'nun dudaklarından dökülen kelimeler olduğunu hissediyordum. Yelkovan ve akrebin yavaşladığı şu anda bir şeylerin çok yanlış gittiğini anlamıştım.

Onu kızdıranın ne olduğunu öğrenmek için Bartu'ya kulak kabartmaya çalışıyordum ancak bu mesafeden duyabilmem mümkün değildi. Hızlıca konuşurken ellerini de sürekli hareket ettiren Bartu farkında olmadan serserinin daha çok sinirlenmesine neden oluyordu. Gözlerini kıstığını fark ettiğimde bir anda ellerini saçlarından hırsla geçirmişti. Ardından ise yanındaki çöp kutusuna tekme atınca yerimden sıçramıştım. Onun hakkındaki düşüncelerime, sinirliyse ona yaklaşma uyarısını anında ekledim.

Bartu'nun onu sakinleştirmeye çabaladığını görebiliyordum. Burada biraz daha kalıp ne hakkında konuştuklarını öğrenmek istiyordum. Ancak hava kararıyordu ve ben karanlıkta yabancısı olduğum sokaklarda yürüyebileceğimi sanmıyordum. Ayrıca telefonumun uzunca çalışından Tolunay Bey'in son derse girmediğimi öğrendiğini anlamıştım. Bu akşam evde uzun bir sorgu olacaktı anlaşılan.

Son bir kez hararetle konuşan iki adamı süzüp arkamı döndüm ve tedirgin adımlarla uzaklaşmaya başladım. Hangi yollardan bu sokağa geldiğimizi hatırlamaya çalışırken adımlarımı hızlandırıyordum. Aynı zamanda Nergis Abla'ya yolda olduğuma dair bir mesaj yazıp kafamı dağıtmaya çalıştım.

İçimdeki kötü hissi görmezden gelmek istiyordum. Bir tarafım ise geri dönüp serseriyle Bartu'nun peşine takılmam konusunda ısrarcıydı. Ama her şeyin bir vakti vardı. Ve şu an, içinde bulunduğum vakit de Tolunay Bey'in azarını hafif sıyrıklarla atlatabilmek için eve koşma vaktiydi.

Derin düşüncelere dalmış yürüyorken arkamdan gelen devrilme sesi adımlarımı yavaşlatmış, en sonunda durdurmuştu. Enseme düşen ateşten bir top kalbimi hoplattı ansızın. Islık çalarak yaklaşan biri vardı ardımda. Bedenim kaskatı kesilirken kanımın da donduğuna yemin edebilirdim.
Kendi kendime, "Dönüp bakma, Çakıl," diyordum ancak içimdeki minik kız çocuğu gözlerini büyütüp çoktan merakıma yenik düşürmüştü beni. Karşımdaki korkunç suratı görmemle kalp atışlarımın hızlanması aynı anda olmuştu. Ben tanımadığım yüze ne kadar dehşet içinde bakıyorsam, o da bir o kadar cennetten düşmüş bir hediyeymişim gibi karşılık veriyordu bakışlarıma.

Bir adım geriye atıp koşmaya hazırlanıyordum ki, "Şşşt, minik fare. Nereye?" sözleriyle dehşet içinde tekrar ona bakakaldım. Hemen buradan uzaklaşmam gerekiyordu. Yumruklarımı sıkıp arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Çok değil, üç adım sonra saçımdan tutmasıyla acı bir feryat koparmıştım.

Kafamdan başlayıp beynime sinyaller gönderen acı, kalp atışlarımın damarlarıma baskısını hissettiriyordu. "Para mı istiyorsun? Çantamda hepsi," diyerek akan gözyaşlarıma lanet ettim. Neden elimden hiçbir şey gelmiyordu? Neden yumruk veya tekme atamıyordum bu adama?

"Güzelim, sen varken ne parası? Önce eğlenelim, sonra bir şeyler içmek istersen, ısmarlamana tabii izin veririm," dediğinde suratını bana yaklaştırdı ve sarı dişlerini göstererek gülmeye başladı. Sözlerinin ardından gözyaşlarımı durdurmak istercesine gözlerimi yumdum ve dudaklarımın arasından istemsizce, "Bırak beni, lütfen," cümlesinin çıktığını işittim. Krize girmeye yakın olduğumu kesik nefeslerimden anlıyordum. "Eğlenmek için bu sokaktasın, sürtük," diye suratıma bağırıp beni yere atınca kalçamın acısıyla inlemiştim.

Cesaretimin son kırıntılarını yerden toplayarak, "Ne yapıyorsun? Bırak beni!" diye son gücümle bağırdım. "Yardım edin! Kimse yok mu? Lütfen, bırak beni!"
Üstüme doğru yürürken sanki yardım dilenmiyormuşum da ona iltifat ediyormuşum gibi gülüyordu. "Sence böyle bir sokakta seni kim umursar?" dediğinde ıssız sokakta ellerini iki yana açmış, etrafını gösteriyordu. Otuzlu yaşlarının ortasında olduğunu belli eden yüz hatları, bu durumdan epey keyif alıyormuşçasına gevşemişti.

Dizlerinin üstüne çöküp bacaklarının arasına bacaklarımı yerleştirdi. Kaçmamı istemiyordu ve bunun için tüm gücünü kullandığına yemin edebilirdim. Tişörtümün yakasını çekiştirmeye başlamasıyla, ellerimle yerden güç alarak onu itmeye çalıştım. Kesik kesik aldığım nefeslerin arasından tekrar, "Lütfen," diye fısıldadım boşluğa. Gözlerimin kararmaya başladığını buğulanan görüntüden anlamıştım.

Üstümdeki adamın tişörtümü tamamen yırttığını duyduğum sesle idrak ettim. Gözlerimi açamıyor, vücudumu hareket dahi ettiremiyordum. Nefes bile alamazken, bu acizliğimle kendimi nasıl koruyabilecektim?
Son kez gözlerimi açmaya çalıştım ve adamın yüzüme doğru yaklaşan dudaklarıyla tekrar gözlerimin karardığını hissettim. İlacım olmadan dayanamayacağımın bilincindeydim. Ancak ne çantama erişebilirdim ne de üstümdeki adamdan kurtulabilirdim.

Hıçkırıklarla hızlıca inip kalkan göğsüm, "Şiişt," diye seslenen birini duyduğumda yavaşladı. Aynı sesi üstümdeki pislik herif de duymuştu ki dudakları yüzüme gelmeden durdu. Gözlerimi hafifçe açabildiğimde, pisliğin arkasında gördüğüm ancak kim olduğunu seçemediğim uzun boylu adam sayesinde içimde bir umut yeşermesine engel olamadım.

"Lan yavşak, siktim şimdi seni." Duyduğum bu cümleden sonra üzerimdeki adam kendisine atılan sert tekmeyle yere yuvarlandı. Bilincimin tamamen gideceğinin farkındalığıyla gözlerim yarı açıkken, son gücümü kullanarak yerdeki pislik herifi insanlıktan çıkmışçasına ardı ardına tekmeleyen adama doğru, "İlacım. Nefes. Alamıyorum," diye sayıkladım ve beni duyması için dua ettim.

Havaya kaldırdığı tekmesini aniden durduran adam gözleriyle etrafı taradığında çantamı buldu ve içinden ilacımı çıkarıp yanıma doğru büyük bir adım attı. Eğilerek başımdan tutup kaldırdığında karşımdaki adamdan yükselen tatlı koku burnumu kaşındırsa da uzattığı ilacımdan hızlı bir nefes çektim. Gözlerimi kapatıp yaklaşık bir dakika dinlendikten sonra yavaş yavaş kendime gelmeye başlamıştım.

"Aile terbiyesi almayan ben..." Yabancı ama bir o kadar da tanıdık, muzip kırıntılarla süslenmiş tok tını kulaklarıma ahenkle yayılmıştı. "seni kurtarınca nasıl oluyormuş, çirkin kız?"

Cümlesini tamamladığında başımı çevirdim ve o an karşılaştığım maviler yutkunmama neden oldu. Yüzüme yer yer düşen kızarıklıklarla birlikte berbat bir hâlde olduğumun farkındaydım. Onunla ilk konuşmamda aile terbiyesine ve görgüsüne laf ettiğimi hatırlıyordu. En olmayacak yerde ve zamanda yüzüme vurmuştu bunu. Çok mahcup hissediyordum. Ve... Kızgın. Beni gördüğü zaman düşündüğü şey çirkin olmam mıydı ki bana böyle seslenmişti? Derin bir nefes alarak kafamdan atmaya çalıştım. Bunları düşünmenin ne yeriydi ne zamanı.

Yeşillerimi, gecenin süslediği mavilerine sabitleyip kısık çıkan sesimle, "Teşekkürler," diye fısıldamıştım. Ayak parmaklarıma kadar titrediğime yemin edebilirdim. Yerimden sarsak adımlarla doğrulup kollarımı kendime sararken farkına vardığım gerçekle gözlerim büyüdü. Şu an sadece bir sutyenle serserinin karşısındaydım. Kollarımı mümkünmüş gibi daha çok kendime sarmaya çalışırken arkamı dönmüştüm heybetli bedenine.

İçler acısı hâlimi gören serseri herhalde bana acımıştı ki derin bir nefes vererek ceketine uzandı. Her hareketi zorla yapıyormuş gibiydi ama aslında bir o kadar rahattı. Arkamın dönük olması önemli değildi, neticede yıllardır izleyerek yeterince tanımamış mıydım onu?

Ceketini çıkarırken bir adım daha yaklaşmıştı bana. Omuzlarıma attığı ağırlığın farklı kokusuyla rahatlamış ve ısınmaya başlamıştım ansızın.

Ceketin kollarından kollarımı geçirdikten sonra fermuarı çekmeye çalıştım ancak titreyen ellerim bana savaş açmış gibiydi. Ellerimin üzerinde hissettiğim ellerle duraksadım. Karşımda dizlerinin üzerine çökmüş, bana daha da yaklaşmıştı. Ellerimi itti ve fermuarı büyük elleriyle hızlıca çekti. Kalbimin sesini duyabiliyor muydu acaba? Neden bu kadar yakındı ki bana?

Ardından omuzlarımdan tutup aniden kaldırdı beni. Bu adamın her hareketi neden bu kadar hızlıydı ki? Sabırsız diye düşündüm içimden. Kesinlikle sabırsız. İç çatışmamı bölerek ellerini cebine soktu ve "İyi misin?" dedi ansızın. Sorusuyla şaşırmıştım.

Tacize uğrayan birine böyle bir soru sormak pekâlâ normaldi. İyi olup olmadığını merak ederdin. Ancak bu soruyu serserinin sorması durumun anormal tarafıydı. Umursadığını düşünmüyordum çünkü. Gözlerine baktığımda ise samimi olup olmadığını çözmek istiyordum. Ama herhangi bir kıza sorarmış gibiydi. Merak ettiğinden değil, öylesineydi sanki. Sadece durum bunu gerektirdiğindendi.

Boğazımı temizleyip, "Adını söylemeyecek misin?" derken gözlerimi ayaklarıma çevirip fısıltı gibi çıkmaya ant içmiş olan sesime lanet ettim. Tekrar başımı kaldırıp gözlerine odaklandım. "Tacize uğradın ve merak ettiğin şey bu mu?" diye sorarken bakışlarında gerçek şaşkınlığı görmüştüm.

Gözlerinde ilk defa sertlik dışında bir duygu görüyordum ve bu hoşuma gitmişti. Durumun saçmalığının farkındaydım ama kim oturup bu olay üzerine konuşmak isterdi ki? Hele de utancımdan ensem yanıyor, korkudan parmaklarım titriyorken... Acımasız olayı es geçecek ve kesinlikle konuşmayacaktım bu durumu onunla. O yüzden saçmalamaya, onu biraz daha şaşırtmaya devam etme kararı aldım.

"Soruma soruyla cevap verme. Sen sanırım ceketini geri almak istemiyorsun," diyerek minik bir tehdit yolladım aniden. Nedense onunla konuşurken anlık cesaret fidanları yeşermişti içimde. Kafamda dönüp duran minik kıza beşlik çakıyordum. Ancak sevincimin kısa süreceğini gözlerinden anlamıştım. Alaylı bakışları yüzünü süslerken başparmağını alt dudağında gezdirdi. "Adımı söylersem vereceksin yani ceketimi?" Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra devam etti. "Şimdi?"

Yanaklarımın kırmızının başka bir tonuna büründüğünü an be an hissetmiştim. Muzip bakışları ise hiç yardımcı olmuyordu. Cekete daha çok sokulup gözlerimi kaçırdım. Saldırıdan henüz kurtulmuşken benimle nasıl böyle dalga geçebiliyordu?

Domates gibi kızaran suratımı saklamak için başımı yere eğdim ve "Hayır, yani şey... Ben, teşekkür ederim. Gitsem iyi olacak," deyip yavaşça arkamı döndüm.

İki adım attığımda ise sesi kulaklarımda dans etmeye başladı. "Kaan," dediği anda durup ona döndüm. Kaşlarımı kaldırıp ne dediğini anlamaya çalışırken alaylı bakışlardan arındırdığı sert mavileriyle tekrarladı. "Adım, Kaan." Ve arkasını dönerek yavaş yavaş uzaklaştı.

***

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

2.5M 80.7K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
272K 17.7K 22
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
132K 6.5K 71
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
Çilek Kız Af Lara

Teenage Fiktion

1.1M 74.1K 56
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...