17 NUMARA | KİTAP OLDU

By fennayazar

11.5M 183K 502K

17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜ... More

Bölüm 1 | Yolcu
Bölüm 2 | 17 Numara
Bölüm 3 | Seri Katil
Bölüm 4 | Yanlış Seçim
Bölüm 6 | Kaçış
Bölüm 7 | Kurtuluş
Bölüm 8 | İstasyon
Bölüm 9 | Katil
Bölüm 10 | Koz
KİTAP OLUYORUZ
17 NUMARA:PİYES
17 NUMARA:MATEM
❗UYARI ❗
Özel Bölüm I
Özel Bölüm II | Asır Karahanlı
ÖZEL BÖLÜM III | Asır Karahanlı II

Bölüm 5 | İzleyici

241K 14K 34.1K
By fennayazar

Medya | Akın Varol

Model | Jake Cooper

Satır aralarına yorumlarınızı bırakmayı ve yıldızı parlatmayı lütfen unutmayın. Desteğiniz için şimdiden teşekkürler🖤

17 NUMARA

BÖLÜM 5

İZLEYİCİ

Gözlerim odadaki boşluğa dalmış, öylece duruyordum. Yutkunurken bile acıyan boynum yüzünden her seferinde bıkmadan, usanmadan dudaklarımı aşağı doğru kıvırıp küfretmeden duramıyordum. Acıyı her hissettiğimde ise içimde patlamaya hazır volkan ateşinin harlandığını hissediyordum. Çığlık atmak, haykırmak, eşyaları parçalamak istiyordum ama bir şey beni durduruyordu. Sanırım değişen bir şey olmayacağını bilmekti beni durduran, acımı içimde yaşatan.

Asır, elindeki ilk yardım çantasıyla odaya girdiğinde sessizce yanıma oturmasını izledim. Yüzüne bakmıyordum, sadece göz ucuyla izliyordum. Bana bakıyordu ama ben, ona bakmamak konusunda ısrarcıydım. Yanımda olması bile bana rahatsızlık verirken bakmak çok zordu. 

Akın biraz daha ileri gitseydi ve daha derin bir kesik atsaydı şu an dünyanın en korkunç gülen katiliyle beraber oturmayacaktım, diye düşünmeden edemiyordum.

"Şimdi bana dönmen gerekiyor."

Ona dönmeyip, gözlerimi devirdiğimde beni odaya kollarında taşıdığı aklıma geldi. Bunu yapması bile şaşırtıcıyken yaramı iyileştirmeye çalışması oldukça garipti.

"Burada olmaya senin gibi ben de meraklı değilim. Eğer senin yanında olmazsam Akın buraya gelir ve senden af dileyebilir. Buna sadece ben engel olabilirim," dedi ve parmağını şaklatarak, "Şimdi bana bak, seni öldürmeyeceğim, alt tarafı boynuna ilaç süreceğim," diye ekledi.

Nihayet yüzüne baktığımda bunu bekliyormuş gibi güldü. Hep eğlenebilen taraf olmak nasıl bir histi acaba? O gülünce ortada ciddi bir şey yokmuş da ben abartıyormuşum gibi hissediyordum. Gülüşü melek maskesi gibiydi, insanın kanmak istediği cinsten bir büyüydü. Hepsinin birer maskesi vardı. Akın'ın taktığı melek maskesi gibi...

Asır, elindeki pamuğa ilaç sürerek, boşta olan elini çeneme doğru uzattığında geri çekildim. Bu, onun gergin bir tavra bürünmesine sebep oldu. Havada kalan elini yutkunarak geri çektiğinde gülümsemesi soldu.

"Sana zarar vermeyeceğim. Sadece acını dindirmek istiyorum. "

"Sen genelde acı yaratmayı seversin sanıyordum." dediğimde bu sefer kocaman olmasa da normal sayılabilecek bir şekilde güldü.

"Hayır, yanılıyorsun. Ben ölümü yaratmayı, acıyı izlemeyi severim."

Ona cevap vermemi beklemeden, elini çeneme yerleştirdiğinde irkildim. Pamuğa döktüğü ilacı boynumdaki kesiğin üzerine sürmeden evvel duraksayarak, "Canın yanacak ve ben eğlenmeyeceğim. Bu seferlik senin istediğin olacak, 17 Numara," dedi ve harekete geçti. Acıyla kıvransam dahi ona belli etmek istemedim. Canımın yandığını görmesin, kazandığını düşünmesin istedim. Çığlık atmamak için kendimi zor tutarken elimi öne doğru attım ve dokunduğum ilk şeyi kavrayarak sıkıca tuttum.

"Azrail seni almamak için fazla direniyor."

Yavaş nefesler almaya çalışarak, "Azrail genelde zamansız gelmeyi sever diye duydum. Belki şuan yanı başımızdadır ve kimi alacağı belli olmaz."dedim.

Kelimelerim, sıktığım dişlerimin arasından zoraki bir şekilde çıkarken kendimi kasmaktan nefesim kesilmişti. Sinir krizi geçiren aptal bir adam yüzünden canım yanıyordu. Benim gibi normal insanların canını yakan pisliklerin diri diri mezara gömülmesi gerekiyordu.

"Merak etme, senden istediğimi almadan Azrail'in beni almaması için onunla anlaşma yaptım."

Pamuğu çektiğinde huzur dolu bir nefesi dışarı bıraktım. Huzurlu hissetmemin nedeni, onca insanın ölümüne sebep olan ellerin üzerimden çekilmesi de olabilirdi. Bakışlarım, gevşeyen elime kaydığında sıktığım şeyin onun bacağı olduğunu fark ettim. Hızlıca elimi çektiğimde, elindeki pamuğu gülerek komodinin üzerine bıraktı. "Üç dört saat sonra yeniden süreriz."

Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlediğinde ona seslendim: 

"Asır."

Kaşlarını kaldırıp soru sorarcasına bana döndü. Başından beri aklımı kurcalayan soruyu sormak için doğru zamanmış gibi hissetmiştim. 

"Neden beni seçtin. Benimle ne yapacaksın?"

Soğuk duruşundan arınmıştı, konuşabileceğim biri gibi görünüyordu. Bir an cevap vermeyeceğini düşündüm.Gözlerini benden ayırmadan, biraz düşündükten sonra dilini dudaklarında gezdirdi.

"Çünkü sen 17 Numarasın. Seninle ne yapacağıma gelirsek, asıl sen bizimle ne yapacaksın bence onu düşün."

Bana göz kırparak kapıyı açtığında ayağa kalktım.

Net bir cevap istiyordum.

"Yani ben sadece rastgele bir numarayım. Söylediğiniz gibi seçimin doğrusu yanlışı değil mesele değil mi? Ben sizin gibi değilim, katil değilim değil mi?"

Kapıyı kapatmadan önce duraksayarak, "Birini öldürmeden katil olamazsın; yani hayır, henüz katil değilsin," dedi ve kapıyı kapatarak beni odada yalnız bıraktı. 

Haklıydı, ben birini öldürmemiştim. Kafamı o kadar çok karıştırmışlardı ki neredeyse katil olduğuma inanmak üzereydim. Ben öylesine seçilmiştim. Sadece on yedi numaralı koltukta oturan ve şansa seçilen birinden başkası değildim. On bir numaralı koltukta oturup ölebilir ya da on yedi numaralı koltukta oturup katillerin eline kalabilirdim.

Gereksiz bir sevinçle odada otururken kaç gündür burada olduğumu hatırlamaya çalıştım. Ne zaman günün aydığını, ne zaman karardığını bilemez durumdaydım. Gördüğüm bu karanlık, gecenin miydi yoksa akşamın mıydı? Gündüz olarak bildiğim, sabahın ilk ışıkları mı yoksa öğlen miydi? Kaç gündür burada tutulduğumu bilmesem de iyi tarafından düşünmeye çalıştım. Ailemin, arkadaşlarımın benim yokluğumu fark ettiklerine emindim. Beni bulmak için ne gerekiyorsa yapıyorlardır, diye düşünüyordum. Kaçamasam bile onlar beni elbet bulacaklardı.

Yalnızlığımın keyfini çıkarırken odanın kapısı yavaşça aralandı. Küçük aralıktan Akın'ın kızaran gözleri göründüğünde vücudum buz kesmişti. Ağlamış gibi görünüyordu, katil olmasa pişman olduğunu söyleyebilirdim. Seri katilleri araştırırken böyle bir durumun sadece birine değer verdikleri zaman ortaya çıkabileceğini okumuştum. Akın, bana değer mi vermişti?

"Defne, konuşabilir miyiz? Senden özür dilemem gerekiyor. Yapmamam gereken bir şeyi yaptım. Sana zarar vermek istememiştim."

Ürperticiydi. O hâlini gördükten sonra buna inanmak inanılmaz zordu. Şaka yapıyor gibi geliyordu. Neredeyse boğazımı kesip beni öldürecekti ama şimdi gelmiş, benden özür mü diliyordu? Onların akıl hastası olduklarını düşünmekte haklıydım ama böyle ikircikli tavırlar sergileyerek beni de delirtmelerine gerek var mıydı?

"Bu maskeyi kullanmana gerek yok. Gerçek yüzünü gördüm. Bana gösterdiğin için asıl benim sana teşekkür etmem gerek. Bir ara gerçekten katil olduğuna inanamayacaktım."

Kapıyı iterek aradan sıyrıldı ve saatler önce canımı almaya kalkışmamış gibi yüzsüz bir cesaretle bana yaklaşmaya başladı. Ayağa kalkarak elimi ona doğru, gelmesini engelleyebilecekmişim gibi uzattım. "Dur, yaklaşma!" Bir haykırıştan farksız olan sesimi duyduğunda olduğu yerde kalakaldı. Bir eliyle diğer elini ovmaya başlarken bana kaçamak bakışlar atıyordu. Mahcup görünüyordu.

"Ben sana zarar vermek istemedim. Bana güvenmen gerek. Güvenini kaybetmek istemiyorum."

Bir akıl hastasıyla, özellikle böyle kendini bilmez bir akıl hastasıyla bir saniye daha aynı odada kalmamalıydım.

"Beni yalnız bırak!" diye boğazımın acısına aldırmadan haykırdım. "Güvenmiyorum sana, hiçbir zaman güvenmedim. Katilsin sen, benden sana güvenmemi nasıl beklersin?"

Üzerime doğru geldiğinde aceleci adımlarla geriledim ama duvara çarpınca durmak zorunda kaldım. Elimden gelen tek şey, çığlık atıp evdeki diğer katillerden yardım istemekti.

"Yardım edin! Çık, çık git buradan! Dokunma bana, git!"

"Dinle beni, ne olur dinle."

İşaret parmağını önce kendi dudağının üzerine bastırıyor, ardından benimkine bastırmaya çalışıyordu. Ben direnerek, onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıp yardım istiyordum. O ise, sık nefesler alıp garip bir şekilde ter döküyordu. Sanki bu durum onu zora sokuyordu, başına bela alıyordu.

Onu itmeye çalışan ellerimi tuttuğunda, boğazımı yırtacak kadar yüksek bir çığlık attım. İnce, güçsüz parmaklarım onun terleyen koca ellerinin arasında kırılacakmış gibiydi. Sıkmıyor ya da zarar vermeye çalışmıyordu ama bu, birkaç dakika sonra aksini istemeyeceği anlamına gelmiyordu.

Ben çığlığı bastıktan saniyeler sonra biri, Akın'ı omuzlarından yakaladığı gibi üzerimden çekti ve odanın diğer ucuna doğru fırlattı. Gelen kişinin Asır olduğunu görünce nedense içim biraz rahatladı. Buradaki en tehlikeli kişi olsa da şu an kendimi korumam gereken kişi o değildi. Beni Akın'dan koruyabileceğine inandığım kişinin Asır olması, midemi bulandırmaya başlamıştı.

"Bırak, bırak konuşayım. Affetmesi lazım beni, affetsin. Defne affet beni. Bir daha sana zarar vermeyeceğim, Defne lütfen affet."

Akli sorunları var gibi görünüyordu. Asır, onun önünde durmasa duvarla iç içe geçecek kadar korkardım. Hiç sağlıklı tavırlar değildi bunlar. Düşüncelerinde sıkışmış bir akıl hastasını andırıyordu. Beni öldürmeye kalkıp nasıl affetmem için yakarışta bulunacak kadar düşebiliyor ya da bunu nasıl bu kadar önemseyebiliyordu, akıl alır gibi değildi.

Barış odaya girip Asır'ın onu tutmasına yardım ettiğinde yerime sinmiş, sadece bekliyordum. Affetmiyordum, hiçbir şey söylemiyordum. O sırada Asır bana doğru döndü ve dudak hareketleriyle, "Affet," dedi. Ona, kaşlarımı çatarak yüzümü buruşturdum. Ancak rüyasında görürdü böyle bir şeyi!

Omuz silkerek karşılık verdiğimde tekrar, "Affet," diye diretti. Gözlerini büyütüyor, beni ikna etmeye çalışıyordu ama buna öylece son vermek ya da beni öldürmeye çalışan katili tek kelimeyle affetmek istemiyordum.

"17 Numara!" Dudaklarını oynatırken anlaşılır olmak için epey çaba sarf ediyordu. Onun dudak hareketlerini incelerken karşısında somurtkan, küçük bir kız çocuğu gibi görünüyor olabilirdim ama her şeyin bu kadar basit olması kanıma dokunuyordu. "Affet, 17 Numara."

Akın direniyor ve onu affetmem adına bir kulağımdan girip diğerinden çıkan cümleler mırıldanıyordu. Gözleri dolmuş, suratı kıpkırmızı kesilmişti ve onu affetmediğim için gerçekten acı çekiyor gibi görünüyordu. Nasıl bu kadar iyi rol kesebilirdi? Katil olmak yerine oyuncu olmayı seçseydi çoktan kucağında bir düzine ödülle poz veriyor olurdu.

Asır sürekli aynı şeyi tekrarlayınca, şahit olduğum bu görüntüye bir son vermek istedim. Akın'ın, günlerce bana yalvarıp yakaracak, önümde diz çökecek gibi bir hâli vardı ve ben artık gitmesini istiyordum. Çözümün bu olduğuna inanarak sadece, "Affettim," dedim. 

Sonra birden her şey düzeldi. Akın huzura erdiğini işaret eden gülümsemesini dudaklarına yayarak odayı terk etti. Asır ve Barış da onu takip etti. Tek bir affedişle her şey yoluna girmişti. Ben sadece katillerin değil, delilerin de arasında düşmüştüm.

Bir süre daha hak ettiğim yalnızlığımla baş başa kaldığımda aklımda bin bir tilki dolaşmaya başladı. Tilkiler zihnimin her kapısına farklı planlar bıraktılar. Bu planlardan bazıları kaçmam, bazılarıysa katilleri içten fethederek canlarını yakmam yönündeydi. Hangi tilkiye uyacağımı şaşırmıştım doğrusu. Çünkü canlarını yaktıkları canların bedelini ödetmek adına, canlarını yakmak istiyordum. Diğer taraftansa buradan kurtulup kendi hayatıma devam etmek istiyordum. Belki de ikisini de yapmalıydım; kaçana kadar canlarını yakmak için elimden geleni yapar, kaçmak için önüme fırsat çıktığında topuklardım.

"Kafandaki tilkileri önümüzdeki plana sakla, çok büyük bir maraton seni bekliyor."

Koray'ın bilmiş sesini duyduğumda yerimde sıçradım. Kendi içimdeki karmaşaya öylesine dalmış olmalıydım ki onun geldiğini dahi duymamıştım. Aslında beni korkutan asıl şey, tilkilerimi bilmesiydi. Acaba aklımı okuyor olabilir miydi?

Bana, "Aklını okumuyordum."diyene dek ona kötü bakışlar attığımı fark etmemiştim. Ama işte, yine ne düşündüğümü bilmişti.

"Şöyle bakmayı keser misin? Katil olanların biz olduğumuzu sanıyordum ama bu kötü bakışları bizden daha iyi atıyorsun."

Gözlerimi kırpıştırarak normal bakmaya çalıştığımda, gözlerini kısarak yüzünü buruşturdu. Ne zaman benimle konuşsa aynı ifadeye bürünüyordu.

"Bana neden iyi davranıyorsunuz?" diye sordum. "Bu da bir taktik olmalı." 

Kafasını iki yana sallarken iç geçirdi. "Taktik değil, bizden olanlara iyi davranırız. Akın'ı gördün, sana değer vermeye çalışıyoruz. Yakında alışırsın."

O zaman ben de kaleyi içten fethederdim. "Onu anladım, bana değer veriyorsunuz. Peki, sizden biri olabilmek için ne yapmam gerekiyor? Beni ölene dek burada zorla tutacak hâliniz yok."

İnanmadığını belli edercesine güldü. Onun, aralarında en zekisi olduğunuunutmuştum. Yemeyecekti tabii! 

"Bu işin sonuna dek bizden  biri olmak istemeyeceğini biliyorum. Bizdensin ama sen sadece bir izleyicisin. Sen buradasın çünkü ölümden zevk almanı istiyoruz. Bizden olmanın hakkını vermeni istiyoruz. İnsanlar ölürken senin gülmeni istiyoruz."

Ben ne kadar rol yapmak istesem de her hareketimi tahmin edebiliyorlardı. Her söylediğimin altındaki gerçeği çözebiliyorlardı. Beni sandığımdan daha iyi tanıyorlardı.

"Şimdi, izlemeye hazır mısın?"

Yenilmişliğimin tiz ezgileri kulaklarıma doldu. Ben asla istedikleri gibi olmayacaktım. Ölümden zevk almayacak, insanlar ölürken gülmeyecektim. Deli değildim, katil hiç değildim.

Koray'ın beni korkutan son sözlerini söyleyerek odadan çıkmasının üzerinden saatler geçmişti. Ne onların yanına gidebiliyordum ne de onlar benim yanıma geliyordu. Bu süreçte odayı karış karış inceledim. Başından beri odada görmediğim pencerenin, kapının tam karşısındaki dolabın arkasında olduğunu fark ettim. Ama ne yazık ki pencerenin önüne duvar örmüşlerdi. Onun dışında odada tek bir kesici alet ya da onları alt edebilmek için kullanabileceğim herhangi bir şey yoktu. Anıl odasını boşaltmıştı.

Ayrıca saatlerdir tuvaletimi tutuyordum. Şu zamana dek, belki de yemek yemediğimden ihtiyacını hissetmemiştim ama şu an çok kötü durumdaydım. Bu sebeple odanın kapısını aralayarak salona girdim. Hepsinin gözleri üzerime dönse de ben yerimde duramıyordum. Birazdan küçük çocuklar gibi olduğum yere bırakacaktım.

Anıl, gazetedeki bulmacayı çözerken kullandığı tükenmez kalemi bana doğru sallayarak, "Sanırım küçük bir problemin var. Umarım kızsal kırmızı alarm değildir," dediğinde ona ters ters bakmakla yetindim. Kızsal kırmızı alarm olsa şu an odadan çıkamıyor olurdum. Bana gidip ped almayacaklarını düşünürsek, yataktaki çarşafı yırtmakla meşgul olabilirdim.

Defne... Şimdi böyle şeyler düşünmenin zamanı mı?

Barış, ısırdığı yeşil elmayı tuttuğu elini Anıl'a doğru uzatarak, "Bence kıçında kurt var. Akın, yaptığın yemeklere dikkat etmeni söylemiştim. Defne'nin midesi henüz bizimkiler kadar sağlam değil," dediğinde çığlık atasım gelmişti. Benimle dalga geçiyorlardı!

Onlara tuvalete ihtiyacım olduğunu söyleyeceğim sırada Asır, elinde iki bardakla karşıma dikildi. Bir bardak su doluydu, diğeriyse boştu. Suyu bir bardaktan diğerine boşaltıp sinsice güldüğünde dişlerimi sıktım. Suyun çıkardığı ses, beni olduğumdan daha zor bir duruma sokuyordu. Hayır, oyununa gelmeyecektim.

"Lavabo ne tarafta?" diye dişlerimin arasından sabırla sorduğumda suyu diğer bardağa dökmeye devam etti. "Yüzünü yıkayacaksan şurada musluk var." Mutfağı gösterdiğinde sabırla, "Hayır, tuvalete ihtiyacım var," dedim.

O suyu boşalttıkça ve ses kulağıma geldikçe kendimi daha da kıvranır bir hâlde buldum. O ise bunu görmezden gelerek, "Neden?" diye sorduğunda yanına ilerleyerek bardağı elinden aldığım gibi yere fırlattım. Bardak parçalara ayrılırken öfkeyle, "Tuvaleti kullanacağım, Allah'ın belası!" diye haykırdım.

Hepsi kahkahalara kapıldığında, Asır'ın elindeki diğer bardağı da alarak aynı şekilde yere fırlattım. Gülmeyi kestiler. "Evet, şimdi bana banyoyu gösterin."

Asır gülmeye devam ederken gururumun tıpkı yerdeki bardak gibi parçalara ayrıldığını hissediyordum. Benimle alay etmeleri, sinirlerimin oynamasının yanı sıra benliğimi eziyordu. Onların çocuksu tavırlarına katlanmak zorunda değildim ve ben, zorunda olmadığım şeylere zorlanırken hiç de sabırlı olamıyordum.

"Gel, ben sana göstereyim." Akın bunu teklif ettiğinde bir an tereddüt etsem de daha fazla dayanamayacağım için onu takip ettim. Üst kata çıktık, burada beş kapı vardı. İçlerinden birinin banyo olduğunu düşünürsek bu katta dört oda var demekti. Gayet geniş bir evdi burası. Etrafa bakarken, Akın'a çarpıp durmak zorunda kaldım. Hiç çarpmamışım gibi hemen toparlandım ve açtığı kapıya doğru duraksayarak ilerledim.

"Burası evdeki iki banyodan biri, diğer banyo Asır'ın odasında. Orayı tercih etmezsin diye düşündüm." Ona kafa sallayarak içeri girdim ve kapıyı yüzüne kapattım. Taytımı sıyırıp, tuvalete oturur oturmaz nefesimi rahatlarcasına dışarı bıraktım. Şu lanet eve geldiğimden beri bana iyi gelen tek şeyin bu olması inanılmazdı.

Bir süre sonra ister istemez etrafı incelemeye başladım. Sağ tarafımda küvetli bir kabin, karşımda uzun aynalı ve dolaplı lavabo, hemen yanında daha uzun bir dolap, alt kısmındaki bölmede çamaşır makinesi ve klozetin üzerinde küçük bir pencere vardı.

İşim bittiğinde, ellerimi yıkayarak musluğu açık bıraktım ve içeri girdiğimden beri kafamda dönen düşüncelerin peşine takıldım. Klozetin üzerine çıkarak küçük pencereye uzandım ve pencereyi zorlukla açtım. Kafamı dışarıya doğru uzatmaya çalıştım ama boyum yetişmiyordu. Kısa olduğumdan değil, pencere fazla yukarıda olduğundan yetişememiştim.

Aşağıya inip dolabın içini karıştırmaya karar verdim. Dolabın içinde bir sürü havlu vardı. Havluları alarak klozetin üzerine koydum ve üstüne çıktım. Şimdi boyum yetişiyordu ve dışarıyı görebiliyordum. 

Evden ilk kaçma girişimim sırasında, Asır beni kömürlüğe kilitlemeye götürürken gördüğüm ormanı yeniden gördüm. Hava karanlıktı, yıldızlar gökyüzünü süslüyordu. Bu manzara normal şartlarda iç açıcı olsa da içinde bulunduğum durumda beni karamsarlıktan karamsarlığa fırlatmaya yetiyordu çünkü kaçmam için ortada açık bir yol göremiyordum. 

Aşağıya baktım, yüksekliği es geçersek ayağımı uzatabileceğim pencere olukları ve yuvarlanabileceğim toprak zemin vardı. Buradan kaçabilirdim. Birazcık cesaretle ve ufak tefek çiziklerle hayatımı kurtarabilirdim. En fazla ayak bileğim burkulurdu.

Dirseğimi camın kenarına dayayarak, kendimi yukarı itmeye çalıştığımda kapıdan gelen ses dikkatimi dağıttı ve dengemi kaybederek havlularla beraber yere yığıldım. Kafamı duş kabininin ince duvarına, dirseğimi fayansa çarptığımda ağzımdan minik bir inleme firar etti.

"Hey! Hala yaşıyor musun merak ettim. "

Yaşamıyorum, Allah'ın cezası, yaşamıyorum!

Lavabodan destek alarak ayağa kalktım ve birkaç dakikadır akan musluğu kapatarak sızlayan dirseğimi ovuşturmaya başladım. "Bari tuvalette rahat bırak!" 

"Özür dilerim, rahatına bak."

Mahcup bir ses tonuyla yanıtladığında iç çektim. Bu işi, kapımda Akın varken yapamazdım. Daha çok zamana ihtiyacım vardı, böyle dikkat çekiyordum.

Vazgeçişimin verdiği üzüntüyle havluları toplayıp yerlerine dizdim. Klozetin üzerine çıkarak pencereyi kapattım ve lavabonun önüne geçtim. Her şeyi eski hâline getirdikten sonra yüzümü yıkamak için elime sıktığım sabunu köpürttüğüm sırada gözlerim, daldığım sudan uzaklaşarak yukarı kalktı. Aynada kendimi gördüğüm an korkup geriledim. Çok kötü görünüyordum, mahvolmuştum. Eski hâlimden eser yoktu. Bakımlı ve sağlıklı Defne, yerini bakımsız, soluk, ölü gibi bir şeye bırakmıştı.

Ellerimi durulayarak havluya sildim. Parmaklarımı, karışan saçlarımın arasında tararmış gibi gezdirdiğimde canım biraz yanmıştı ama saçlarım daha iyi görünüyordu şimdi. Gözlerimin mavisi bile solmuş gibiydi. Göz altlarım simsiyahtı, akan makyajım beni bir palyaçoya çevirmişti. Dişlerimin sarardığını görür gibiydim ya da son günlerde fırçalayamadığım için kuruntu yapıyordum.

Aynada gördüğüm sima, gözlerimi doldurmaya yetmişti. Bu iğrenç görüntüden kurtulmak için suyu yeniden açtım ve yüzümdeki bütün lekelerden kurtulmak için sabunla bütün yüzümü defalarca kez yıkadım. Dolapları karıştırıp diş macunu buldum ama kullanabileceğim temiz bir diş fırçası bulamadım. Bu yüzden diş macununu parmağıma sıkıp dişlerimi temizlemeye çalıştım. Dolapta bulduğum tarağa gözlerim ışıldayarak, bir elmas bulmuş gibi hayranlıkla bakmıştım. Saçlarımı tek bir düğüm kalmayana dek taradım ama bu yolda bir avuç dolusu saçıma da veda ettim. Saçlarım pek dökülmezdi, sağlıklılardı ama şimdi bir avuç dolusu tel düşmüştü.

Dökülen saçlarım için bile intikam alabilirdim.

Dolapları bir kez daha karıştırdığımda bir tıraş bıçağı buldum. Hemen yanındaysa açılmamış bir kutu yaprak jilet. Biraz karasız kalsam da yaprak jiletlerden bir tanesini aldım. Onu kapüşonlumun cebine, diğer her şeyi de yerli yerine koyarak banyodan çıktım. Akın'ın eli havada, kapıya vurmak için hazırlanıyordu ki beni görünce yumruğu asılı kaldı.

Merdivenlerden inerken Akın, "Bir kız gibi düşünemedik, kusurumuza bakma. Eğer bir şeye ihtiyacın varsa çekinmeden söyle." dediğinde ona yan yan baktım.

"Biraz geç oldu sanırım."

"Telafi edebiliriz. Bak söz daha çok özen göstereceğim. Sana yaptığımın bedelini böyle ödeyemem biliyorum ama senin için bir şeyler yapmama izin ver."

Ruh hastası.

Basamaklar bittiğinde ona doğru döndüm. "O hâlde bırak beni, gideyim."

İsteğim karşısında afallamıştı. "O zaman bizden biri olamazsın, sana değer veremem." Ona tam ruh hastası olduğunu söyleyerek damarına basacaktım ki Asır, salonun diğer ucundan bağırdı:

"Hiçbir yere gitmiyorsun. Ruhunun parçalarını toplamaya başla 17 Numara, daha çok kırılacaklar."

Sanki daha çok kırılabilirmiş gibi...

Ona dik dik bakarken elindeki kocaman kırbacı fark ettim. Bana gülerek kırbacı ileriye doğru savurduğunda her ne kadar benden çok uzak olsa da geriledim. Onunla ne işi vardı ki? Bir kırbaçla en fazla ne yapılabilir?

Bana yine o katil gülüşünü atarak, "Katliama hazır mısın 17 Numara?"dediğinde korku dolu bakışlarımı ona yolladım. Bugün buradan kaçmam gerekiyordu.

Nefesimi korkuyla tutarken, gözlerimi onun kararan gözlerinden alıp elindeki kırmızı saplı kırbaca çevirdim. Kırbacın sapındaki kırmızı şeritler yukarı doğru çıkarken bir yılana dönüşüyordu. Tehlikenin, kanın, korkunun kokusu burnuma doldu. Dişlerimi sıkarak gözlerimi yeniden onun acımasızca parlayan gözlerine çevirdim.

Bugün buradan kaçmazsam olacaklardan da kaçamazdım ve olacaklardan kaçamazsam bir daha asla toparlanamazdım.

Bölüm Sonu...

İşler beklediğiniz gibi ilerliyor mu?

İnstagram | fennayazar

17 Numara ile ilgili paylaşımlarınıza beni etiketlerseniz çok sevinirim. Hepsine bayılıyorum💖

Continue Reading

You'll Also Like

183K 6.1K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
1M 71.9K 55
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
76.4K 7.1K 21
ARJİN & AFRAN ŞAHMARAN Van'da geçen bir töre hikayesidir... TEK VE ORİJİNAL HESAP BUDUR...
653K 29.3K 18
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...