YÜKSELİŞ

Od nursu_cugalir

1.5M 98.8K 22.4K

Fantastik #1 Yeşil Prenses serisinin 1. kitabıdır. Ve şeytan, inini, parçalanmış ruhları koymak için kendis... Více

Giriş ❋ YÜKSELİŞ
Karakterler
1.Bölüm • Asılsız Suçlama
2.Bölüm • Tanzanit Ejderhası
3.Bölüm • Ölümcül Kılıç
4.Bölüm • Kusurlu Güzellik
5.Bölüm • Kızıl Saçlı Tanrıça
6.Bölüm • Kan Havuzu
7.Bölüm • Cehennem Gibi Dört Gün
8.Bölüm • Suçsuz Masum
9.Bölüm • Banyo ve Temizlik
10.Bölüm • Büyücünün Şimşeği
11.Bölüm • Lordhor'un Kibar Leydileri
12.Bölüm • Nyapuvarus Gecesi
13.Bölüm • Şeytanın Ateşi
14.Bölüm • Davetsiz Takipçiler
15.Bölüm • Ozların Saldırısı
16.Bölüm • Yanık ve Kehanet
17.Bölüm • Ebedi Yemin
18.Bölüm • Tanzanit Armağanı
19.Bölüm • Tehlikeli Hırs
20.Bölüm • Sarayın Dersleri
21.Bölüm • Zehir Ustası
22.Bölüm • Masumların Gerçekleri
23.Bölüm • Şeytanın Mırıltısı
24.Bölüm • Katilin Hikâyesi
25.Bölüm • Kadife Eldiven
26.Bölüm • Lordhor'daki Casus
27.Bölüm • Yeminli Koruyucu
28.Bölüm • Avcıların Merhameti
29.Bölüm • Konseyin Kararı
30.Bölüm • Petronus'a Mektup
31.Bölüm • Oyun Gecesi Hazırlıkları
32.Bölüm • Beklenmedik Gönüllü
33.Bölüm • Düello ve Zafer
34.Bölüm • Taht Anlaşması
35.Bölüm • Acımasız Dövüş
36.Bölüm • Korkutucu Ağıt
37.Bölüm • Şifacıların Yeteneği
38.Bölüm • Kasvetli Oda
39.Bölüm • Asker Ordusu
40.Bölüm • Ölümün Zehirli Tonu
41.Bölüm • Gül Kokusu Hediyesi
42.Bölüm • Canavar Kız
43.Bölüm • Suç ve Zindan I
43.Bölüm • Suç ve Zindan II
44.Bölüm • Yolculuk ve Aşk
45.Bölüm • Karanlık Geçmişler
46.Bölüm • Şeytanın İni I
46.Bölüm • Şeytanın İni II
47.Bölüm • Ölümün Tatlı Şarabı
48.Bölüm • İntikamın Kara Suları
49.Bölüm • Kristal Zehri
51.Bölüm • Sgieen Gizemi
FİNAL • Büyülü Fosil Tırnak
B.K. |Kıyafetler|
E.K. |Kapaklar|
B.K. |Tanrıça ve İnanç|
TEŞEKKÜRLER
2.KİTAP

50.Bölüm • Müstakbel Kraliçenin Yanışı

20.1K 1.3K 397
Od nursu_cugalir

Bu bölüm bana biraz aksiyonlu geldi. Ve bu bölümü ben gerçekten sevdim ama bölüm adı pek içime sinmedi. Sanki Yelena ateşte yanıyormuş gibi oldu ama öyle bir şey düşünüp hemen heyecanlanmayın, ateşte falan yanmadı :D. 

Umarım beğenmişsinizdir, vote verip yorum yapmayı unutmayın. Gerçekten yorum yapmayı unutmayın, birkaç saniyelik bir şey zaten, görüşünüzü belirtseniz, bölümü nasıl bulduğunuzu söylemeniz bile benim için yeterli.

Darya, Sonja ve Minrane, koşarak tavernanın ahşap kapısından dışarı fırladılar. Darya ciğerlerini temiz hava doldurdu ama temiz havanın keyfini sürecek vakit yoktu. Kaçması gerekiyordu.

Hava iyice kararmıştı. Dışarısı evlerle ve ağaçlarla kaplıydı. Akşam olduğu için dışarıda pek insan kalmamıştı ve çoğu evlerindeydi. Onlar ise sokağın öbür ucuna koşuyorlardı.

Darya koşarken böbrekleri acıdı. Elindeki hançerin kabzasını daha sıkı sıktı. Neyden kaçıyordu, niçin kaçıyordu, hiç bilmiyordu. Arkasından insanların koştuğunu biliyordu. Kovalanıyorlardı.

Koluna bir acı saplandığında inledi ve hızlı adımları biraz olsun yavaşladı. Soluk soluğa kalmıştı. Kafasını çevirip koluna baktı. Lanet olsun! Keskin bir bıçak, hançer, artık her neyse, kolunu sıyırmıştı. Tam olarak etini kestiği söylenemezdi ama yine de kanıyordu. Koyu zeytin rengi cüppesinin kolu ikiye yarılmıştı. Kalın kumaşta düzgün bir çizik oluşmuştu.

Bunu boş verdi. Durup yarasını falan mı iyileştirecekti?

Minrane'in ve Sonja'nın ondan daha hızlı olduğunu, kendisinin önüne geçtiğini fark etti. Koşuşunu daha fazla hızlandırdı ve Sonja'nın yanına yetişti. "Neyden kaçıyoruz?" diye bağırdı Darya.

"Kart oyunu," diye cevap verdi Sonja nefes nefese. Bu sırada Minrane de hâlâ koşarken onların yanına geldi ve dinlemeye koyuldu. "Geçende kart oyunu oynamıştım ve hile yaptıkları için parayı ödememiştim."

Minrane, bıçağını arkasındaki bir adama fırlatırken, "Şuradaki evin arkasına saklanın. Ben onları oyalayacağım," dedi onların duyamayacağı bir ses tonuyla. Sesi, koştuğundan dolayı titriyordu. "Siz gidebildiğiniz yere kadar gidin, beni düşünmeyin. Ben kendimi kurtarırım."

Darya tam itiraz edecekken Sonja, arkadaşının bileğini sıkıca kavrayıp terk edilmiş eski evin arkasına yönlendirdi. Arkalarındaki ses gitgide uzaklaşırken Darya ve Sonja nefes nefese taş evin duvarlarına yaslandılar ve uzun müddetli soluklar almaya başladılar.

"Minrane kurtulmaya bilir," dedi Sonja. "Hayatta kalacaktır."

Darya çömelirken yaralı kolunu eliyle tuttu. "Ne diye kart oyunu oynuyorsun, geri zekâlı?"

"O benim uzmanlık alanımdır." Sonja gözlerini devirip gülümsedi. "Onlar hile yaptılar ve benden yüzsüzce para istiyorlardı. Hile yapan düzenbazlara ne diye para vereyim ki ben? Aptal mıyım? Ben de o gece orayı, sözde parayı alıp gelmek suretiyle terk ettim ve bir daha geri dönmeyince saraya gelemeye de cesaret edemediler." Sesli bir kahkaha attı. "Tam bir salaklar, değil mi?"

Kolu çok fazla kanamıyordu ama yine de sızlıyordu. Bunun pek sorun olacağını zannetmiyordu. Bıçak, daha çok kumaşı kesmişti. "E, ne diye öldürdün adamı? Hile yaptı diye mi?"

"Hayır, ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti. Kart oyunlarında işler böyle yürür. Parayı vermedim, ölürdüm yani. Onlardan geri kalanları beni gördükleri yerde öldürmek isteyecektir. Tedbirimi almalıyım." Sessizce kahkaha attı. "Ama elbette öldüremeyecekler. Benim karşımda onların hiçbir şansı yok. Ben Sonja'yım."

Adım sesleri geldiğinde her ikisi gerildi. Darya yaslandığı taş zemine daha çok sindi ve elindeki hançeri dışa doğru uzattı. Gerilimden dolayı ayak parmakları kıvrılırken Sonja'nın ayağa kalkıp, okunu yayına taktığını gördü. Pelerininin koyu renkli başlığına kafasına geçirmişti ve burun delikleri titriyordu. Okunu her an atmaya hazır tutuyordu. Darya kendine küfretti. Ne diye kılıcını getirmemişti? Aklı sıra burada tehlikenin olmayacağını düşünmüştü ve minik bir hançerin ona yeteceğini sanmıştı.

Adım sesleri yaklaşırken Sonja geriledi; kabzayı daha fazla sıktığı, parmak uçlarının yavaşça kızardığından belli oluyordu.

"Sakin ol, belki Minrane'dir," diye mırıldandı Darya. Ayağa kalktı ve hançeri hâlâ uzatırken Sonja'nın yanına gitti.

"Hayır," diye fısıldadı Sonja. "Minrane böyle sessiz sakin gelmez." Birkaç adım öne adım attı. Adımları tereddütlüydü ama yayı tutan elleri, kendinden oldukça emindi.

Bir adam göründü. Zayıf, sarı saçlı, sıska adamın elinde bir xiphos vardı. Keskin kılıcını oraya buraya salladığında Sonja, Darya'ya, "Kaç!" diye bağırdı.

Ancak Darya kaçmadı, sadece geriye doğru birkaç adım attı. Sonja, adamın kılıcının darbelerinden korunmaya çalışırken okun hedefini tutturmaya çalışıyor gibiydi. Sonunda kirişi bıraktığında ucundaki ok salınıverdi. Darya, okun nereye isabet ettiğini görmek için endişeli gözlerini gezdirdi. Ok, adamın koluna saplanmıştı ama bu kol, kılıç salladığı kol değildi. İşte bu dezavantaj oluşturuyordu. Sonja'nın küfür savurduğunu işitti. Adam inlerken ve koluyla ilgilenirken Sonja sadağından son iki okundan birini alıp yayına taktı ve bir kez daha okunu fırlattı. Bu sefer ok, göğsüne isabet etti. Adamın gözleri büyürken dizleri üzerine çöktü. Ama bunu izlemeye vakit yoktu. Sonja ile Darya kaçmaya başladılar.

Sonja, "Başkaları da olabilir," diye bağırdı. "Saklanmamız lazım." Koşarken, rüzgârdan dolayı siyah başlığı kafasından düşüp sırtına geldi. Dalgalı, kahverengi saçları uçuşmaya başladı. "Daha dövüşmeyi bile bilmiyorsun, Darya. Ne yazık!"

"Kes sesini, Sonja!" Gözleri bir eve kaydı. "Şuraya saklanabiliriz."

"O evde birileri yaşıyor, aptal!"

"Başka çare mi var? Böyle koşuşturup duramayız," dedi ve adımlarını eve yönlendirdi. Ciğerleri acıyordu ve durmak zorundaydı. Sonja'nın da arkasından geldiğini duydu.

Küçük evin beyaz çitlerinin üzerinden atladı. Ahşap evin arka bahçesine koştu. Arka bahçe samanlarla doluydu. Bunun için küfretti ve sarı samanların üzerine tırmanıp aşağıya atladı. Ahşap evin arkasında saklandı. Oturdu ve nefes nefese kalmış bir vaziyette, ciğerlerini inek, kuzu dışkısı ve saman kokusuyla doldurdu. Yüzünü buruşturdu. Ensesi sırılsıklamdı. Bu yüzden sarı saçlarını eliyle toplayıp yanına attı. Birkaç saniye sonra önüne Sonja düştü.

Evet, yuvarlanarak, pat diye düştü.

Kahverengi kumaştan pantolonuna ve siyah pelerinine samanlar yapışmıştı. Deri çizmesinin tabanında ise vıcık vıcık çamurlar vardı. Yattığı yerden soluk soluğa doğruldu ve belini tutarak arkasındaki samana yaslandı. Elindeki yayı yere bırakıp yere düşmüş tek oku sadağına geri koydu.

"Minrane'i bıraktık," dedi Darya. "Ya ölürse?"

"Hayır. O, Azrail gelse bir dümenler çevirip ondan kurtulmayı başarır. Ölmez." Çizmesini ayağından çıkarıp içindeki taşları ve samanları döktü. Tabanındaki çamurları samanlara sürterek temizledi. Siyah yün çoraplı ayaklarını samanlıktan uzak tutmak için yukarıya kaldırdı.

"Peki, ya şimdi ne yapacağız?" demeyle beraber karanlık çevreden bir ışık yükseldi. İkisi irkildi ve kafalarını yana çevirdiler. Darya, bir yağ lambasıyla ve mutfak bıçağıyla beraber onlara doğru gelen birini gördü. Gözleri; iri yapılı, gelişigüzel giyimli genç adamın tırnaklarına çarptığında yeşil olduğunu fark etti. Az önceki adamlardan biri değildi bu. Farklı biriydi. Adamın esmer bir teni, kas yığını bir vücudu vardı. Saçlarını kazıtmış olmalıydı. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalı ve bıyığı vardı. Yakışıklı olduğu söylenemezdi ama çirkin de denemezdi.

Sonja ile Darya ayağa kalktı. Sonja yayını yere fırlattı ve ellerini teslim olmuşçasına kaldırdı. "Bi-biz... Gerçekten..."

Sözlerini Darya böldü. "Bu da kim?" diye fısıldadı.

"Ne bileyim ben? Ev sahibi falandır herhalde."

"O bir yeşil."

"Ev sahibinin kölesi falan..."

Adam, Sonja'nın sözünü kesti. "Sizi duyabiliyorum," deyip kaşlarını yukarıya kaldırdı. "Siz de kimsiniz?"

"Kötü bir amacımız yok. Sadece başımız belada ve buraya saklanıyoruz."

"Burası başı belada olanların saklanma yeri değil," dedi genç adam. Elindeki yağ lambası, morarmış gözaltlarına vurgu yapıyordu. "Şimdi gidin."

"Ama eğer gidersek bizi bulabilirler ve öldürebilirler. Beni anlıyor musun? Ölmemizi istemezsin, değil mi?" dedi Darya çaresizlikle.

"Baksanıza, ölüp ölmemeniz umurumda değil. Sahibem her an gelebilir ve sizi burada görürse benim başım yanar. Şimdi gidin, tamam mı?"

"Anlamıyorsun," deyip masum köpek bakışı attı Sonja, karşısındaki adama. "Ölebiliriz. Bize sadece birkaç dakika ver, sonra gideceğiz, yemin ederim."

"Aptal altınlar." Adam elindeki lambayı alıp arkasını dönerken duraksadı ve, "Yalnızca birkaç dakika. Ondan sonra buradan gidin," dedi. Ardından arkasını dönüp eve doğru yürümeye başladı.

"Hey! Hepimiz altın deği..." Darya sözlerini devam ettiremedi çünkü adamın onu dinlemediğini, çoktan eve girmiş olduğunu fark etti. Elindeki hançeri daha fazla sıktı ve, "Hadi yürü, gidelim buradan," dedi kısık sesle.

Sonja kafasını salladı ve yerdeki yayını alıp çitlerden atlamak için samanların üzerine tırmandı.

Darya samanların üzerine çıktığında hançerli bir adamın onlara doğru koştuğunu gördü. "Lanet olsun!" diye söylendi ve ondan daha yukarıda olan Sonja'nın pelerinini çekti. Kendini samanlığa yatırdığında birkaç sert saman parçası tenini acıttı.

Sonja ona dik bir bakış atıp, "Ne yapıyorsun?" diye sordu.

"Biri geliyor. Saklan." Sonja bunu duymayla beraber afallayıp kafasını indirdi ve kendini tıpkı arkadaşı gibi samanlığa yatırdı.

Darya'nın içi, "Sizi gördüm, katiller!" cümlesini duymayla beraber korkuyla doldu. Yanında yatan Sonja'ya baktığında, onun da aynı şekilde dehşetle ona baktığını gördü. Koşuş sesi daha fazla yaklaşırken Darya kendini biraz ileriye kaydırıp boşluğa bıraktı. Yere sırt üstü çakılınca beli sızladı; ciğerlerinin oynadığını hisseder gibi oldu. Sonja'nın bir daha düşmesini engellemek için, ona aşağı inmesinde yardım etti. Birlikte aşağıya indiler ve evin önüne koştular.

Darya, elinin terlediğini eldivenlerinin altından bile hissedebiliyordu. İçi korku doluydu.

"Bekle!" dedi Sonja. "Bir adamın üstesinden gelemeyecek kadar güçsüz değilim. Bir ok... Yalnızca son bir okum onun işini bitirebilir."

"O yeşil adamın başını belaya sokacağız. Dövüşü dışarıda yapsak mantıklı olmaz mı?" Darya burnunu çekti ve kirpiklerinin altından karşısında duran yüksek çitlere baktı. Ardından Sonja'nın vereceği cevabı umursamayıp çitlere doğru yürüdü. Zorlukla çitlerin üzerinden atladı ve taş zeminin üzerine bastı.

Sonja'nın, "Bekle, geliyorum!" dediğini işitti. Sonunda o da Darya'nın yanına ulaştığında sadağındaki son okunu yayına taktı ve hedefini iyi tutturabilmek için gözünü tek gözünü kapatıp diğer gözünü dört açıp derin bir nefes aldı. Oku serbest bıraktığında kısa süreli bir ses ortaya çıktı.

Darya, Sonja'nın ok atışında başarılı olmuş mu diye baktığında, Sonja'ya güvenmekte iyi yaptığını anladı. Elbette başarılı olmuştu.

Adam, ölü bir şekilde yere düşerken kaldırımlardan hızlı adımlarla yürümeye başladılar. Bu sırada bir adamın, "İyi atıştı," dediğini duydu Darya.

Bunu kimin dediğini görmek için kafasını çevirdi. Az önceki yeşil kölenin dediğini gördü. Bir yandan hınzırca gülümsüyor, diğer yandan sinir bozucu bir şekilde elini sallıyordu. Diğer elinde hâlâ lamba vardı.

Sonja durdu ve gözlerini devirdi. "Ah!" diye tısladı dişlerinin arasından. "Sen hâlâ burada mısın? Gidip inekleri otlatsana..."

"Tüm gün boyunca otlatıyorum zaten. Hazır sahibem gitti, dinleneyim dedim. Tabii siz altın olduğunuz için anlamazsınız." Elini ağzına koyarken derince esnedi.

"Beni boş sohbetlerinle oyalama, kel adam," dedi Sonja yüzünü buruştururken. "Geri dönmem gerekiyor."

"Ben kel değilim, tamam mı? Uzun saç yakışmıyor bana!"

"Cidden, bu kimin umurunda?"

Köle omuz silkti. "Bilmem. Benim umurumda." Gülümseyerek göz devirdi. "Bu arada, ben Tydosia."

Her ikisi de cevap vermedi ve boş, karanlık sokaklarda koşarak ilerlediler. Duyulurda bir ses yoktu ve bu iyiydi.

"Saraya geri dönmeliyiz," diye mırıldandı Darya. Gözleri karşıda olmasına rağmen, Sonja'nın başını onaylarcasına salladığını görebilmişti.

Adımlarını yavaşlattılar ve koşmaktan vazgeçtiler. Orta hızlılıkta adımlarla saraya doğru ilerlediler. Hava soğuk değildi ve bu iyiydi.

Hava tamamen karanlık değildi. Gri duvarlara birkaç alev lambası ve meşaleler yerleştirilmişti. Meşalelerin hepsi yanmıyordu.

Kaldırımın diğer ucundan at nallarının sesi geldi. Sonja, Darya'ya kirpiklerinin bakıp hınzırca gülümsedi. Darya çenesini kaldırdı. Ne yapacağını, arkadaşının bakışlarından bile anlamıştı.

Gülümseyip, "Hayır," dedi. "Düşündüğüm şeyi yapmayacaksın, değil mi?"

Sonja omuz silkti ve karşısındaki iki atlı adama baktı. Yavaş yavaş giden iki attan biri boz bir beygirdi; diğeri ise doru bir kısraktı. Atların üzerinde iki şapkalı adam vardı.

"Mösyö!" diye bağırdığında atlılar garipçe baktılar ve zaten yavaş olan atlarını iyice yavaşlatarak durdurdular "Bir şey demem gerekiyor."

Pembe fötr şapkalı adam, yanındaki bordo şapkalı adama baktı ve ardından sanki onay almış gibi kızlara bakıp kafasını aşağı yukarı salladı. Sonja ile Darya onlara doğru yürüdü. Darya elindeki hançeri daha fazla sıkarken sokağı yokladı.

Evet, kimse yoktu.

Eh, az sonra yapacağı şeyi yapmak istemezdi ama saat iyice geç olmuştu ve az önce ölümden dönmüşlerdi. Atları alıp doğruca saraya gitmeleri lazımdı.

Darya, pembe şapkalı adamın yanına gitti ve ona şirin bir ifadeyle gülümsedi. İşaret ve orta parmağıyla ona yaklaşmasını işaret ettiğinde adam tereddütle kulağını ona yaklaştırdı. Kızın bir şey söylemesini bekliyordu ancak Darya, hançerinin kabzasıyla onun ensesine geçirdi.

Ardından, "Üzgünüm," diye mırıldanıp adamın baygın bedenini zorlukla yere düşürdü. Merhametsizlik ettiğini biliyordu. "Yalnızca atı ödünç alıyorum, hırsız değilim." Elbette onun duymadığının farkındaydı, yalnızca öylesine konuşuyordu. Doru kısrağın siyah üzengisine basarken başını yana çevirdi. Üzengilerini boyuna göre ayarladı.

Sonja'nın çoktan beygire binip atını yavaş yavaş sürmeye başladığını gördü. Atın sahibi adam baygın bir şekilde yerde yatıyordu ve bordo renkli fötr şapkası, taş kaldırıma düşmüştü.

Darya, kısrağıyla beraber Sonja'nın yanına ulaşmayı başardı. "İyi iş çıkardın," dedi.

"Sen de," diye cevap verdi Sonja, beygirinin deri dizginini tutarken. "Çabuk olalım. Cidden buradan daraldım. Saraya gitmek istiyorum." Atını rahvan bir şekilde sürmeye başladı. "Yaran falan var mı?"

Darya, kısrağını aynı şekilde rahvan koşturarak arkadaşıyla aynı hizada gitmeye başladı. Sarı saçları rüzgârda geriye doğru yalpalanıyordu ve ılık hava içine doluyordu. "Yok, sanırım," dedi. "Sadece kolumda bir çizik var ama önemli bir şey değil. Sende yara var mı?"

"Yok."

"Cidden, Sonja! Bir eğlenmeye gidelim dedik, senin yüzünden neredeyse ölecektik." Darya'nın dudakları istemsizce kıvrıldı. Dizgini tutan diğer elini serbest bıraktı ve hançerini, kemerindeki kınına geri soktu.

"Ben alışkınım. Benimle arkadaş olmayı seçen sensin, buna alışmalısın," diye cevap verdi Sonja. Bu sırada dar bir caddeden geçiyorlardı ve bu cadde, az önceki sokaktan daha kalabalıktı.

"Peki." Darya çevresindeki insanlara göz gezdirirken kadife eldivenli parmaklarını dizgininin altından birbirine sürttü. "Birkaç gün sonra bir daha gidelim. Orayı sevdim."

"Duruma göre bakarız." Boğazını temizledi. "Başımdaki belalar bir eksik olmuyor ki."

"Üvey ağabeyin..." diye konu değiştirdi Darya rahvan atını biraz olsun yavaşlatırken. "O nerede?"

"Sarayın aşağısındaki bir kasabada yaşıyor. İki günde bir buluşuruz ve ben ona yaptıklarımı anlatırım. O da bana yaptıklarını anlatır. Biraz beni daraltıyor ama onu seviyorum. Sonuçta yıllarca bana sahip çıkan o." Sonja, Darya'ya ayak uydurmak adına beygirini biraz yavaşlattı.

"Peki, ya ailen? Onlarla görüşüyor musun?"

"Ara sıra. Yeşil oldukları için pek görüşebildiğin söylenemez." Sonja gözlerini çok ilerideki büyük deniz fenerine dikti. Kederle bakarken, "Ya senin ailen?" diye sordu. "Senin ailen yok, değil mi?"

Darya alt dudağını ısırdı. Kalbi acıyla burkuldu. Annem intihar etti diyemezdi elbette. Bu yüzden sadece, "Öldü," diyebildi. "Babam da öldü. Annem de öldü."

"Kardeşin, ablan, ağabeyin var mı? Ailenden herhangi birileri işte?"

Ağabeyi... Bunu söyleyemezdi. Yalan söyleyecekti. Son zamanlarda yalan söylemeye alışmıştı. Pek zorlanmayacaktı. "Yok," dedi. "Ailem yok."

"Halan, teyzen, amcan, dayın, kuzenin... Hiç mi?"

"Bilmiyorum, tamam mı Sonja?" Darya'nın sesi yükselmişti. Dışarıdaki insanların ona baktığını gördüğünde boğazını temizleyip, "Bilmiyorum," diye yineledi. "Bilmeye de hiç niyetim yok."

"Tamam, peki, peki... Sakin ol," dedi Sonja çenesini büzüp kaşlarını kaldırırken. "Her neyse. Anlaşıldı. Bu konularda hassassın."

Darya omuz silkti. "Bilmem."

Caddeden çıktılar ve anayolda eşkinle ilerlediler. Gözleri karanlığa alışmıştı, bu yüzden karanlıkta ışıksız gitmeleri pek sorun olmuyordu. İyice gece olmuştu. Yıldızlar ve hale, kendini göstermişti. Zifiri karanlık yoktu. Atlar yolları iyi biliyordu ve iyi eğitimlilerdi.

Darya hayatında hiç at hırsızlığı yapmamıştı. Bu ilkti. Tamam, hırsızlık işini pek sevdiği söylenemezdi ama zorunda kalmıştı. Eğer yürüyerek gitselerdi çok uzun sürerdi. Tavernaya giderken yürüyerek gitmişlerdi fakat o zaman hava en azından aydınlıktı. Ayrıca her yere atla gidiyorlardı ve Sonja bundan bıkmış olmalıydı ki ata binmeyi özellikle istememişti. Akılsızlık etmişlerdi; atla gelmemişlerdi.

Uzun anayoldan giderken kızın kulaklarını çekirgelerin, kurbağaların ve altında gittikleri atların nallarının sesi doldurdu. Bazen kızıl atın yumuşak, uzun, siyah yelesini okşuyordu. Rüzgâr, yelenin tüylerini, Darya'nın sarı saçlarını alıp götürüyordu. Bu ılık rüzgâr onu rahatlatıyordu. Alnındaki terler soğuyor, garip bir şekilde huzur veriyordu.

Saraya ulaştıklarında avluya girdiler. Darya kolundaki yarayı gizlemeye çalıştı. Atı bir seyise verdi. Küçük seyis, bu at nereden geldi diye sorgulamadı. Bu iyiydi. Bir de bunu açıklayacak hali yoktu. Daha doğrusu yalan uydurmaya hali yoktu.

Sonja'ya, "Üzerini değiştirdikten sonra avluya gel," deyip odasına gitmek adına merdivenlerden yukarıya çıktı.

Odasına girip cüppesinden kurtuldu. Yarasına baktı. Gerçekten de ciddi değildi. Yarayı yıkadı ve bir bandajla sardı. Ardından üzerine temiz giysiler geçirdi. Yakası grena taşlarıyla süslenmiş kabarık bir elbise ve siyah, kenarları brokar kumaş bir pelerin giydi. Fildişi kolyesini boynuna geçirdiğinde öncekinden daha iyi göründüğünü fark etti. Pelerininin eteğini savurarak odadan çıktı ve avluya indi.

Şükür ki aptalca şarkılar çalan orkestra bugün yoktu. Müzik sesi yerini insanların uğultusuna bırakmıştı. Etrafa, Sonja'yı bulmak için göz gezdirdi. Ancak yoktu. Bu yüzden ilerleyip çimenli zemine oturdu ve Sonja'nın gelmesini bekledi.

***

Yelena, o köleyi öldürmesi gerekiyordu.

Pis işini yaptırdığı, yani zehirli şarabı götürmesi için görevlendirdiği o köleyi.

Ve tam oradaydı.

Sarığını çıkarmış, daha temiz bir şalvar ve göynek giymiş bir hâlde koridordaki şamdanların tozunu alıyordu. Adamın saçlarının oldukça kısa olduğunu fark etti. Tıpkı esmer teni gibi saçları da siyahtı. Sakalları çıkmıştı ve oldukça kamburdu. Saçlarının arasında beyazlıklar vardı. Üstelik sakalları ve bıyığı da gümüş grisiydi.

Yelena derin bir nefes aldı ve siyah elbisesinin kemerindeki stiletto'yu kontrol etti. Gözlerini yumup tekrar açtı. Az sonra yapacağı şey için kendinden iğrendi. Hayır, onu öldürmek ona zevk verecekti; sadece iğrendiği şey onu baştan çıkartmak zorunda olmasıydı.

Adımlarını köleye doğru attı. Köle başını çevirip kadına baktı. Garipçe bir bakış attı ama reverans yapma ihtiyacı hissetmemiş olacaktı ki selamlamadı bile. Yelena, kölenin bu tavrına gözlerini devirdi ama sinirini yutmak zorundaydı. Hafifçe gülümsedi ve adamın elini tiksinerek tuttu. Etrafına baktı. Kimse yoktu.

Köle irkilerek elini çekti. "Ne yapıyorsunuz?" diye sordu.

Yelena işaret parmağını adamın dudağına koydu. "Şş..." Onu susturduktan sonra tek gözünü kırptı ve gülümsedi. Elini tekrar kölenin elinin üzerine koydu. "Gel benimle," diye fısıldadı. Tutkulu, arzulu bir kadınmış gibi görünmeye çalıştı. Zaten öyleydi fakat kölelere karşı değil...

Köle yüzünü buruşturdu ama itiraz etmedi. Yelena'nın onu yönlendirdiği yere gitti. Birlikte merdivenlerden inip arka kapıdan arka bahçeye girdiler. Saray halkı avludaydı ve arka bahçede kimse yoktu. Bunun için tanrıçaya teşekkürlerini iletti.

Köle, "Neler oluyor?" diye sordu. "Benden ne istiyorsunuz?"

Yelena sanki üzülmüş gibi yaparak kaşlarını yukarıya kaldırdı. Parmaklarını, adamın göğsünde cezbedici bir şekilde gezdirdi. "Ne istediğimi anlamadın mı hâlâ?" diye fısıldadı. "Seni istiyorum."

Adamın burnu kırıştı. "Benimle alay falan mı ediyorsunuz?"

"Hayır." Yelena, köleyi elleriyle duvara ittirdi. Burnunu adamın buruşuk boynuna gömdü. Ancak geri çekilmemek için kendini zor tuttu. O kadar... O kadar çok yemek kokuyordu ki... Köle olduğundan olsa gerekti. Bu iğrençti!

Koku almamaya özen göstererek kafasını iyice adamın omuz boşluğuna gömdü. Sessizce kemerindeki hançeri kınından çıkardı. Kafasını geri çekti ve adamın tutkuyla yanan suratına son kez baktı. Çenesini kaldırıp ona kirpiklerinin altından izleyip dikkatini dağıttı. Alt dudağını ısırdı.

Sonra ise hançerinin bıçağıyla adamın boynunu kesti.

Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki, adam ne olduğunu bile anlayamamıştı. Gözleri büyürken boynundan kanlar akmaya başladı. Ağzından garip bir ses çıkarken sertçe yere düştü. Yüzü aniden buz kesildi ve bembeyaz oldu. Gözleri artık tek sabit yere bakıyordu. Birkaç saniye can çekişti ancak çok dayanamadı.

Boynundan hâlâ kan fışkırıyordu. Yelena iğrenerek yüzünü buruşturdu. Ardından çömeldi ve kölenin eline, hançerini bıraktı. Bu şekilde onun intihar ettiğini düşüneceklerdi. Gülümsedi. Başından bir bela daha eksilmişti.

Huzurla derin bir nefes aldı ve birinin görmesine özen göstererek, ardında bıraktığı ölü bedeni hiç umursamadan yeniden saraya girdi. Lev... Onun yanına gitmek istiyordu. Bugüne kadar istediği her şeyi, herkesi elde etmişti. Onu da elde edebilirdi.

Bunu biliyordu.

Lev'in zayıf noktalarını... Ona neler yapıldığında hoşlandığını... Nasıl öpüşmeyi sevdiğini...

Her şeyi biliyordu.

Bunun için memnun oldu ve yavaş adımlarla merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. O kötü bir kadındı. Bunu o da biliyordu. Ama bunu seviyordu. Kötü kadın olmaya, sinsi kadını oynamaya bayılıyordu. Dünya böyleydi. İyiler ezilirdi. Yalnızca kötüler hayatta kalırdı. İyiler her zaman kaybederdi. Kazananlar kötüler olurdu. Bu döngü böyleydi. Değişeceğini sanmıyordu.

Masumlar cehennemde yanmaya mahkûmdu.

Delicesine kahkaha attı. Bu hoş kahkaha, koridorda yankılandı. Karnelyan yüzüklü parmağını havaya kaldırdı. Hâlâ gülümserken sesli bir iç çekti. "Aptallar..." diye homurdandı kendi kendine.

Lev'in odasının kapısına geldiğinde burun deliklerinin büyüdüğünü hissetti. Topuzlu sarı saçlarını düzeltti ve kapıyı tıklattı. İçeriden bir, "Gir!" sesi duyduğunda kapının kolunu aşağıya itip ahşap kapıyı açtı. İçeriye girip kapıyı kapattı. Lev'in yüz ifadesi, onu görmeyle beraber değişti. Beklentili yüzü soldu. Üzerinde pantolon ve çizme haricinde bir şey yoktu. Zorluklara meydan okuyarak kaslanmış gövdesi ve kolları açıktaydı.

"Merhaba, kızıl kral," diye mırıldandı Yelena. "Beni görmeyi beklemiyormuş gibisin." Adama karşı birkaç adım attı ve aralarındaki mesafeyi kapattı. Dalga geçercesine, "Ama ben seni çoook özledim!" dedi ve sırıttı. Lev hâlâ cevap vermeyip ifadesiz bir suratla ona bakmayı sürdüğü için Yelena onun dudağının kenarından öptü. "Müstakbel karınım ben senin. Biraz konuşsana."

Lev arkasını döndü. "Artık değilsin." Karaftaki şarabı kadehine boşalttı.

Yelena'nın kalbi, bunu duymayla beraber tekledi. "Ne demek artık değilim?" diye cırladı. Sorusunun cevabını almak için beklerken içi dehşet doluydu. "Bu ne demek oluyor?" Egosu bir anda sönmüştü ve yerini büyük bir korku kaplamıştı.

Lev, bakır kadehteki içkiyi başına dikti. "Nişanı atıyorum," dedi ve sayvanı sökülmüş geniş karyolasının kenarına oturdu. "İster kabullen ister kabullenme, artık kraliçe olmanın imkânı yok." Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.

Yelena'nın gözleri öfkesinden dolayı yaşla dolarken, altın rengi tırnaklarını avuç içine bastırarak sakin olmaya çalıştı. Dişlerini sanki kırmak istercesine sıktı. İçindeki hayal kırıklığının tarifi yoktu. O kadar... O kadar kandırılmış hissediyordu ki. "Ne?" diye sordu dumur olmuş bir halde.

"Duydun işte, katı kalpli kraliçe..." Kaşlarını çattı ve sanki bir şeyi unutmuş gibi derin bir nefes aldı. "Pardon, pardon, üzgünüm, artık kraliçe dememeliyim. Yalnızca katı kalpli kadın demeliyim. Nişanı attıktan sonra ne karım, ne de ülkenin kraliçesi olacaksın." Yataktan kalktı ve Yelena'ya doğru ilerlerken kadehindeki içkisinden birkaç yudum daha içti.

Yelena başını iki yana salladı. "Hayır." Gözünü kırptığında, gözyaşının sanki bir balon gibi yuvarlanıp çenesine ulaşmasına izin verdi. "Lütfen."

"İnsanların bana yalvarmasını severim ama..." Gülümsemesi genişledi. Kafasını yana yatırdı, bu sırada dalgalı, koyu kızıl saçlarından birkaç tutam omzuna düştü. "Ama şimdi sen bana yalvarsan da, ayaklarıma kapansan da geri dönüş yolu yok." İşaret parmağını Yelena'nın alt dudağına koyup aşağıya hafifçe eğdi. "Seni istemiyorum." Asıl katı kalpli, zalim ve kırıcı olan oydu.

Yelena kafasını hafifçe yana çevirdi ve dudağını Lev'in parmağından kurtardı. Bir an boğazı düğümlendi; hiçbir şey diyemedi. Seni istemiyorum cümlesi, o kadar gururunu incitmişti ki bunun üzerine söylenecek bir söz bile yoktu. "Yapma." Canımı daha fazla yakma...

"Üzgünüm, Yelena. Ülkemin geleceğini, senin düşüncesiz tavırların yüzünden mahvedemem." Gülümsemesi soldu. "Ülkem, senin arzularından daha önemli..." Bakır kadehi sakince yanına koydu.

Yelena'nın gözleri yanmaya başlıyordu. Boğazını sıkarken nefes almakta zorlandı. Ağzını araladı ve alt çenesini büzüştürdü. "Sorun ne? Yalnızca kraliçe olmak istiyorum."

"Sorun bu, Yelena," dedi Kral Lev kaşını kaldırırken. "Sorun, senin sadece kraliçe olmak istemen. Tek idealin bu... Sorumluluk kaldıramazsın ve ülkeyi yönetemezsin. Tek istediğin kraliçe olmak..."

Yelena bu sözleri kabullendi. "Peki ya..." diye mırıldandı burnunu çekerken. "Peki, ya kiminle evleneceksin? Benden daha iyi birini bulabileceğini düşünüyor musun?"

"Bilmem," deyip omuz silkti Lev. "Şu anlık arayışta değilim ama senden daha iyi birilerini bulabileceğime eminim."

"Bir şey sormak istiyorum," diye sohbeti böldü Yelena. Artık gözyaşlarının durmasını istiyordu. Az önce keyfi yerindeydi, peki ya şimdi ne olmuştu? Neden şimdi perişan haldeydi? Hayır, bu şekilde olmak istemiyordu. "O yeşil fahişe..." Ne dediğinin farkına vardığında boğazını temizledi ve kelimesini düzeltti. "O yeşil kız, seni neden öptü? Seni taciz mi ediyordu? Seni tehdit mi etti?" Elbette bunların olmadığını biliyordu. Yalnızca olmasını istediği şeyler bunlardı.

Lev'in dudakları arasında bir kıkırtı duydu. Tenor bir ses tonuyla, "Ne?" diye dalga geçti. Ardından gülümsemesini bastırdı ama tebessüm hâlâ dudakları arasındaki düz çizgide saklıydı. "Ne tacizi? Ne tehdidi?"

"Ne ya o zaman? Yeşil biriyle kendi isteğinle öpüşecek değilsin herhalde?"

"Özel hayatımı sorgulayacak bir seviyede değilsin, Yelena. Üzgünüm. Bunun cevabı, bundan sana ne, olacak."

Yelena, öfkesini iliklerine kadar hissetti. Yüzü istemsizce buruştu. "Pekâlâ," deyip sustu. Daha fazla ağlamak istemiyordu, bu yüzden elinin tersiyle ıslak yanaklarını sildi ve dudaklarını dişlerinin arasına alıp bıraktıktan sonra yanağının iç kısmını dişledi. "Ne zaman nişanı atıyorsun?" Bunu sorarken bile içi sızlamıştı. Nişanı atmasını istemiyordu. Bunu önlemenin bir yolu var mıydı? Kabullenmek istemiyordu.

"Bilmiyorum, sanırım yarın atarım. Dinle, Yelena. Üzülme, tamam mı? Bir şeyler yaşamış olabiliriz ama unut." Çenesini kaldırdı; gözlerini kadından çekmeden üzerinde mumları yanan bakır şamdanın yanına gitti. "Gerçekten son zamanlarda canıma yettin. Seni sevmiyorum, seni istemiyorum. Üstelik seninle aramızda o kadar yaş farkı var ki. Ama yanlış anlama, sorun yaş farkı değil. Yalnızca sen benim ablam gibisin. Bundan sonra böyle olacak gibi görünüyor." Lev'in bu kadar açık sözlü olmasına şaşırmamıştı Yelena. Lev'i biliyordu. O kendini kasmıyordu ve olduğu gibi görünmekten de hiç çekinmiyordu. "Kendine daha iyi birini bulabilirsin. Şu an istesen en soylu kişileri bile elde edebilirsin. Senin de beni sevmediğine eminim."

Bu da doğruydu. Yelena, Lev'i sevmiyordu. Ama yalan söylemek zorundaydı. Zeytin yeşili gözlerini, Lev'in koyu gri gözlerine sabitleyerek, "Seni seviyorum," diye mırıldandı. "Seni... seviyorum. Bundan nefret ediyorum ama yine de seviyorum işte, anlıyor musun?"

"Kendini de, beni de kandırmayı bırak. Beni sevmediğini ikimizde biliyoruz," deyip derin bir iç çekti Lev.

Pekâlâ, Lev düşündüğümden daha zeki, diye içinden geçirdi Yelena. Gözlerini yere dikip, "Tamam," dedi. "Gidiyorum."

"İyi edersin. Yarın, sana verdiğim, tüm ülkeye yetecek mücevherleri... Ya da vermesen de olur, cidden, vermene gerek yok. Yalnızca nişan yüzüğünü ver yeter, tamam mı? Tüm mücevherler, eşyalar sende kalsın." Lev işaret parmağıyla odanın kapısını işaret etti. "Gidebilirsin." Ardından kollarını göğsünde birleştirip, "Sakın aptalca bir şey yapayım deme," diye ekledi.

Yelena'nın bedenini öfke sararken küstah bir ifadeyle çenesini yana kaydırdı ve küçümseyici bir bakış atıp kapıya yöneldi. "Sorun değil, eşyalarını veririm," dedikten sonra odadan çıktı. Burun delikleri sinirle genişledi ve midesi kasıldı. Kapıyı kapatıp duvara yaslandı. Tekrar ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kendini toparladı ve yaslandığı duvardan kendini çekip saçını başını düzeltti. Kendi kendine, "Aptal, kendini beğenmiş, kibirli, narsist, zevzek..." diye söylendi. Burnu kışırken sakin olmaya kendini zorladı. Tırnakları, avuç içindeki etlere batıyordu. Bir an kanayacağını sandı ve parmaklarını gevşetti. Merdivenlerden inip avluya çıktı.

Zaten o yeşil kızı, Darya'yı öldürme planları da boşa gitmişti.

Emekleri... Hayalleri... Umutları...

Hepsi boşa gitmişti.

O kadar hayal kırıklığı içerisindeydi ki...

Bu işin peşini bırakmalı mıydı? Yoksa mücadele etmeye devam mı etmeliydi?

Bu soruları kendine sormaya çekiniyordu. Çünkü cevabını alamıyordu hiçbir zaman. Mücadele onun içindi ama bu kadarı da fazlaydı.

Kavgası sona mı ermişti?

Ah, hayır. Sadece ara vermişti. Eski Yelena yeniden dönecekti. Şu anlık yıkılmış, yanmış olabilirdi ama küllerinden yeniden doğacaktı.

Bu olacaktı. İnsanlar istese de, istemese de... Ortaya yeniden bir kaos yaratacak, insanları o kaosta öldürüp kendi kanlarında boğduracaktı.

İşte o zaman... İşte o zaman Yelena olmayacaktı. Onların can çekişlerini izleyecekti.

Yalnızca biraz zaman gerekti.

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

2.5M 78K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
24.6K 2.5K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
926K 21.1K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...